“Bilesiniz, kıyamet günü ahdini tutmayan her vefasıza
(vefasızlığın derecesine uygun) bir sancak (dikilecek).
Bu falanın vefasızlığıdır denecek. (Böylece vefasızlığı teşhir edilecektir.) (Müslim)
Ahde Vefa (Sözünün Eri Olmak) İmandandır
Ahde vefa, verdiği sözde durmak, yaptığı anlaşmaya sadık kalmaktır.
İnsanın önemli karakterlerinden, kişiliğini oluşturan değerlerden biri de vefalı oluşudur.
Ahde vefa dindendir. Vefasızlık edip ahdini bozmak ise haramdır. Herhangi bir şeyi yapmak için söz verip de o şeyi yapmayan kişiye “Ğâdir”, (vefasız) denir. Vefasızlık ise, münafıklık alâmetlerindendir. Bu gibilere Allah Tealâ’nın da lâneti vardır. Nitekim Cenabı Hak şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah’ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar... İşte lânet ve kötü yurt (cehennem) onlar içindir.” (Ra’d: 25)
Ahde vefa hususunda dikkat göstermek ve canı pahasına da olsa ahdini bozmamak kişinin imanın kemalini gösterir. Çünkü ahde vefa, kâmil müminlerin işidir. Vefasız olanlar, dönek tabiatlı, yalancı ve şahsiyeti zayıf kişilerdir. Bu kötü vasıflı kişilerle, ciddi işler, kan ve can isteyen davalar yürütülemez.
Dünyada da, ahirette de sonları rüsvalıktır. Ahde vefa ile ilgili birkaç ayeti şöyle sıralayabiliriz:
“Ey iman edenler! Akitlerin gereğini yerine getirin.” (Maide: 1)
“Anlaşma yaptığınız zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin. Ve Allah’ı üzerinize şahit tutarak, yeminleri pekiştirdikten sonra bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri iyi bilir.” (Nahl: 91)
“Muhakkak ki sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların eli üzerindedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah’a verdiği ahde, vefa gösterirse, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”(Fetih: 10)
“... Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir.” (İsra: 34)
Bu ayetlere göre ahdi bozmak haramdır. Her şeyin bozulduğu, nefis, şahsî görüş ve menfaatlerin ön plâna çıkarıldığı zamanımızda kişiler, söz vermenin ve ahde vefanın dînî bir vecibe ve Müslüman’ın en belirgin sıfatı olduğunu kavrayamamanın perişanlığı içerisindeler. Verilen sözün bir akit ve akdi bozmanın da münafıklıktan bir alamet olduğu çok iyi bilinmelidir. Bu hususta, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Dört şey kimde bulunursa, o kişi, halis münafık olur. Kimde bunlardan biri bulunursa, onu bırakana kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur: Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder, bir şey söylediği zaman yalan söyler, ahitleşince sözünde durmaz, (bir kimse ile) hasımlaşınca haktan ayrılır.” (Müslim)
Allah ile insanlar arasında birçok ahitler vardır. Allah’ın insanlardan aldığı ilk ahit, onların zürriyetlerini Hz. Âdem’in sulbünden alıp kendi ulûhiyetini tasdik ettirmesidir.(Araf,172)
Ahitle yemin arasında da fark vardır. Yemin bozulursa keffâret gerekir. Fakat ahitte bu yoktur. Ahdi bozmanın günahı keffâretle ortadan kalkmaz.
İnsanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olması, ahde vefaya bağlıdır. Bu güven olmadan sıhhatli bir toplum hayatı mümkün değildir. Allah, ahde vefası olmayan bir topluma rahmet nazarıyla bakmaz. Bu itibarla insanın birinci vazifesi Allah’a verdiği söze sadık kalmasıdır. İnsan ahde vefanın, dürüstlük ve sadakatin, imanının bir gereği olduğunu bilmelidir. Her söz ve fiilinde doğruluk insanın şiarı olmalıdır. Müslüman üstlendiği her işi, aldığı her sorumluluğu Allah’tan bir emanet olarak bilir. Bu emaneti korumak, görevinin hakkını vermek için elinden gelen azamî gayreti gösterir. Nitekim Mü’minûn Suresi 1–8. ayetlerde kurtuluşa eren mü’minlerin özellikleri sıralanırken onların “Allah’a verdikleri sözün gereği olarak ibadetlerine devam ettikleri, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirdikleri, ırzlarını; namus ve haysiyetlerini, emanetleri koruyup verdikleri sözleri yerine getirdikleri” vurgulanır. Mearic suresinde ise mü’minlerin özellikleri şöyle sıralanır: “Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler; Şahitliklerini (dosdoğru) yapanlar; Namazlarını koruyanlar; İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar.” (El Mearic–32.33.34.35)
Söz namustur. Kişi namusunu korumada ne kadar titiz davranırsa, sözünü tutmak konusunda da o kadar titiz olmalıdır. Söz vermeden önce iyi düşünmeli, söz verdikten sonra yerine getirememe endişesiyle adeta titremelidir. Şahsiyeti oturmuş insanlar, söz ve sır konusunda her zaman hassas davranmışlardır. İnsan söz vermeli ama asla sözünde yalancı çıkmamalıdır.
Bir diğer ifade ile Vefa, yapılan iyilikleri unutmamak, aynıyla veya ziyadesiyle karşılık vermek, dostun cefasına katlanmak, hataları görmezden gelmektir. Toplumu ve aileyi ayakta tutan en önemli haslet, karşılıklı gösterilen vefa duygusudur. Anne-baba, eş, çocuklar, yakın-uzak akraba, hocalarımız, arkadaşlarımız ve benzeri üzerimizde hakları olan kişiler başta olmak üzere, birlikte yaşadığımız tüm insanlara karşı da vefakâr olmalıyız. Bu aynı zamanda kulluğumuzun da bir gereğidir. Konuyla ilgili Rahman suresi 60.ayette:
“İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir.” buyrulur. Rasulü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) de “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez.” buyurmuştur.(Ebu Davud, Edeb,11)
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) günlük hayatında ve bütün ilişkilerinde ahde vefa ilkesine sadık kalmış; verdiği her sözü mutlaka yerine getirmiş, randevularına kesinlikle uymuştur.
Bu hususta dost-düşman ayırmamış, dostuna verdiği bir sözü yerine getirdiği gibi, düşmanlarıyla yaptığı anlaşmaya da sadık kalmıştır. Konu ile ilgili birkaç örnek vermek yerinde olacaktır:
Huzeyfe el-Yemâni ile babası Huzeyl, Peygamberimizle birlikte çarpışmak üzere Mekke’den yola çıkmışlardı. Mekkeli müşrikler baba-oğlu yakaladılar. Ancak savaşa katılmama sözü alarak serbest bıraktılar. Baba-oğul, İslâm ordusu Bedir Savaşı için Medine’den ayrıldığı sırada Peygamberimize yetiştiler. Allah Rasulü verdikleri sözü öğrenince, insana çok ihtiyacı olmasına rağmen onları savaştan geri çevirdi.
Bizans Kayserinin, ticaret için Şam’da bulunan Ebû Süfyan’a, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkındaki sorularından biri de, sözünde durup durmadığı olmuştu. Ebû Süfyan, o zamanlar peygamberimize düşman olduğu halde, O’nun hiçbir sözünden dönmediğini itiraf etmek zorunda kalmıştı.
Müzeyne’den Cüsame isimli hanımla fazlaca ilgilenmesinin sebebini soran Aişe’ye:
“Hatice hayatta iken, bu hanım bize gelir, giderdi. Yâ Âişe, ahde vefa imandandır” buyurmuştu.
Hudeybiye Anlaşması’nın şartlarından biri, Mekke’den Medine’ye Müslüman olarak sığınan kişilerin iade edileceği şeklinde idi. Anlaşmanın imzalanacağı sırada Kureyş temsilcisi Süheyl bin Amr’ın oğlu Ebû Cendel, ayağında zincirlerle, yara bere içinde Mekke’den çıka geldi. Rasûlullah, Süheyl’den bir istisna olarak Ebu Cendel’i serbest bırakmasını istedi. Ancak Süheyl, anlaşmayı iptal etmekle tehdit etti. Allah Resulü Ebû Cendel’i teselli ederek: “Ey Ebû Cendel! Biraz daha sabret, katlan! Allah Teâlâ ‘dan bunun mükafatını dile! Hiç şüphesiz yüce Allah sen ve senin gibi zayıf, kimsesiz Müslümanlar için bir genişlik ve çıkar yol yaratacaktır. Biz şu kavimle bir barış anlaşması yapmış ve bu yolda kendilerine Allah’ın ahdiyle söz vermiş bulunuyoruz. Sözümüze vefasızlık edemeyiz.!” buyurdu.
Allah Rasulünü örnek alan başta dört halife olmak üzere bütün sahabe ve zamanımıza kadar güzel Müslümanlar ahde vefanın en güzel örneklerini sergilemişlerdir. İstiklal Marşımızın Şairi M.Akif Ersoy da sözünü tutmayan bir arkadaşına “Bir söz, ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir.” diyerek altı ay dargın kalmıştı. Cenabı Hak bizleri ahde vefa kervanının yolcuları olarak topluca, cennetinde buluşturduğu mü’minlerden eylesin.
Âmin.