93 HARBİ SIRASINDA SULTAN 2. ABDÜLHAMİD’İN
VALİLERE GÖNDERDİĞİ BİR EMRİ:
GAYR-İ MÜSLİMLERE, ÖZELLİKLE ERMENİLERE YÖNELİK BAZI MESAJLAR
Türk tarihi için çok önemli dönüm noktalarından biri olan 93 Harbi henüz bütün yönleriyle incelenmiş ve değerlendirilmiş değildir. Halbuki günümüze kadar uzayan ve günümüz Türk dış politikasını ve diğer sosyal meseleleri de yakından ilgilendiren pekçok problemin tohumlarının 93 Harbi ve sonrasındaki siyasi gelişmelerde aranması gerektiği kanaatindeyiz. Batılılarca Şark Meselesi çerçevesinde palazlandırılan ve Türk dış politikasını uzun yıllar meşgul eden ve hâlâ da etmeğe devam eden sözde bir Ermeni meselesinin siyasi tohumları harp sonrası imzalanan Ayastefanos ve Berlin Antlaşmalarında atıldı. Öteyandan Ermeni meselesi kadar Türk dış politikasını ilgilendiren bir Kıbrıs Meselesi de 93 Harbinin siyasi sonuçlarından biridir. Bunun ötesinde Anadolu’daki Türk siyasi hakimiyetinin nefes boruları konumunda olan Kafkasya ve Balkanlar’daki istikrarsızlık ve çalkantılarda 93 Harbi sonrasındaki oluşumların rolü inkar edilemez. Balkanlardan ve Kafkaslardan Anadolu’ya yapılan göçler ise 93 harbinin sosyal ve iktisadi boyutlarından biridir.
Türk tarihinde bu derece derin izler bırakan 93 harbi, şüphesiz dönemin Osmanlı yönetimini fevkalâde sıkıntılara sevketmiş idi. Dönemin Padişahı 2. Abdülhamid, devletin ve ülkenin fazla zarar görmemesi için bazı tedbirler aldı. Bu cümleden olmak üzere Padişah, 18 Rebiülahir 1294 (R.20 Nisan 1293- M.2 Mayıs 1877) tarihinde Valilere gönderdiği bir Emrinde; Harbin sebepleri ve Rusya’nın niyetlerini ortaya koyarak, gayr-i müslim vatandaşlara ve özellikle Ermeniler’e yönelik bazı hatırlatmalarda bulunarak, savaşın gidişatı sırasında Valilerin bölgelerinde alması gereken tedbirleri bildirdi.
Şimdiye kadar yayınlandığını tahmin etmediğimiz ve bizce dönemin siyasî gelişmelerini ve Devletin gayr-i müslimlere, özellikle Ermenilere yönelik endişelerini ortaya koyan, ve 93 Harbi sonrasında doğabilecek çalkantılara işaret eden bu fevkalade önemli Emri önce tam metin halinde verip, daha sonra bunun üzerinde bazı tahlillere girişeceğiz.
Şimdi, Sultan Abdülhamid’in Vilayetlere gönderdiği sözkonusu Emr-i ali’yi veriyoruz;
“Bi'l-cümle Vilâyet Vâlilerine Hitâben Tastîr Buyurulan Emr-i âlî Suretidir
Ba'del Hitâb
Rusya devleti bu def'a devletimizle kat'-ı münâsebet ederek ilân-ı harb eylemiş ve her tarafdan orduları hududumuzu tecavüz etmiş olduğundan Cenâb-ı hayrü'n-nâsırînin avn ü inâyetine i'timad ve ruhâniyet-i celile-i Hazret-i Peygamberîye istinad ile bizim dahi silaha sarılmamız lâzım gelmiştir. Büyük ve küçük kâffe-i teb'amızın malumları olduğu vechle Rusyalular ötedenberu nazar-ı hırs ve tama'larını memleketimize dikmiş ve üzerimize gelmeğe vesile aramaktan bir an ve zaman hâli kalmamış oldukları misüllü iki sene evvel ektikleri tohum-ı fesadın semeresi olarak Hersek'de zuhur iden şekâveti garazlarına âlet idüb Tuna ve Edirne vilâyetlerinin Bulgar sâkin olan mahallerinde ve Sırbistan ve Karadağ'da fesad ve isyan ocağına ateşler vererek büyük büyük gâileler çıkarmağa ve dürlü iftira ile âlemin efkârını aleyhimize çevirmeğe çalışdılar. Maa hâzâ devlet ve memleketimizin sulh ve âsayişden başka arzusu olmadığı cihetle muhibbimiz olan devletlerin nasihatlerini dinlemekden hiçbir zaman geru durmadığımız ma'lum u ılmdir. Lâkin düşmanın meramı istiklal ve hukukumuzu ve memleketimizi mahv etmek olduğundan bunlar fedâ olunmadıkça arzusunu istihsal mümkün olmadığını meydana koydu ve nihayet hiçbir sebeb-i meşrû' yoğiken üzerimize hücum etti. Cenab-ı ahkâmü'l-Hâkimîn hakk u adlin câmisi olmasıyla zafer ve selametimiz takdir-i ilâhîye mazhar olmak me'muldür. Tarihler isbat eder ki düşmanın bu hareketi devletimizin şimdiye kadar tesâdüf eylediği müşkilatın hiçbirine kıyas ve nisbet kabul etmez. Binâenaleyh kâffe-i evlâd-ı vatan hırbet-i tâmme ile bu mülkün üzerinde olan hukuk-ı müşterekelerini elyevm nice akvâmı lisan u dîn ü mezheblerini bozarak taht-ı tahakkum ve esaretinde tutan bir düşman-ı harîsin tasallutundan sakınmak farizasıyla mükellef olduklarından kendilerini hilâfet ve metbuiyet nâmına olarak bu yolda maddî ve manevî ittifak ve ittihada davet eylerim. Ve çünki taht-ı saltanata cülûsumuzdan beru zikr ve fikrim bütün Osmanîlerin saâdet ve hürriyet ile yaşaması ve hukuk u istiklâlimizin muhâfazası kaziyyeleri olub şu maksadımıza te'sisine muvaffak olduğum Kânun-i Esâsî(yi) en büyük şâhid-i âdil addederim. Bunun mukâbilinde cümlenizden beklediğim şey, vazîfe-i tâbiiyyetde sadâkat ve vatanın hukuk u istiklâlini muhâfazada ittifak etmenizden ibâretdir. İmdi, sizlere düşen Osmanlıların nâmus ve hukukunu düşmanın ta'dîsinden hıfz eylemek içün fedâ-yı can etmekde olan asker karındaşlarınızın gayret ve hamiyyetlerine bakub ve padişahınızın her şeyde sizinle beraber olduğunu tefekkür edüb mülkümüzün ve hukukumuzun selâmet ve saâdeti uğrunda elbirliğiyle fedâkarlık etmek ve cümleniz bir vatanın evlâdı olduğunuzdan herbiriniz diğer hemşehrilerinizin mal ve can ve ırz ve namusunu kendü mal ve can ve ırz ve namusu gibi bilüb ona göre hareket eylemekdir. Şurasını dahi ilâve eylerim ki insan içün dünyada vatanını sevmekden ve ona lâzım olan vazifeyi ödemekden büyük şeref ve şan olmadığından âbâ ve ecdâdınız bu vatanın hukuk ve istiklâlini nasıl muhâfaza ve vikâye itmişler ise sizlerin de şimdi o esere hizmet ve vatan-ı umumîde Osmanlılığın şan ve şerefini âlemin gözü önünde isbat edeceğinizi ve düşmanımızın nâ-hakk olarak dökmeye sebeb olacağı kanlarımızın her katresini namusumuzun siyâneti yolunda en kıymetli bir nişân-ı iftihar bileceğinizi me'mul eylerim. Ve bir de düşmanımız İslam hemşehrilerinin edyân ve mezâhib-i sâirede bulunan vatandaşları haklarında kâin su-i kasdleri olduğu zann-ı bâtılıyla onların ihlâl-i emniyetlerini mucib olacak harekâtdan Devlet-i Aliyyemizi mes'ul tutmak gibi umûm hakkında bir nevi himâyet-i münhasıra iddiâsında bulunmuş olduğundan bi'l-cümle teb'a-i sâdıkamızın birbirleriyle vatandaşca ve karındaşca hüsn-i muâşeret halinde devam ve sebat ile şu zann-ı bâtılı her suretle tekzib edeceklerinde asla şübhe etmem. Ve bu muhârebe Devlet-i Aliyyemizin hukuk ve istiklâline dokunmak istemiş olan bir devlet hakkında olub bundan dolayı hayr-hah ve muhibbimiz olan sâir devletlerle muâmelât-ı dostanemize asla halel gelmeye(ce)ğinden onların ticâret ve seyahate memâlikimizde bulunan tüccar ve teb'ası haklarında bir tarafdan zerre kadar taarruz ve su-i muâmele vukûa getirilmeyerek her halde mazhar-ı emniyet ve rahat olmalarına dikkat olunmasını emr ve tavsiye ederim. Sen ki vâlî-i müşârün ileyhsin vüsûl-i emr-i şerifimde keyfiyet irâde-i seniyyemi zîr-i idârende kâin elviye ve kazâlar mutasarrıf ve kâimmakâm ve müdirân ve erkân-ı vilâyet ve bi'l-cümle ehâliye i'lan ve işâatle mûcib ve muktezâsı üzre amel ve harekete sarf-ı ru'yet eyliyesin. Tahriren fi'l yevmi's-sâmin aşer min şehri rebîü'l âhir li seneti erbaa ve tis'în ve mieteyn ve elf.”
Sultan, Valilere gönderdiği bu emirde, önce 93 Harbinin sebeplerine değiniyor, sonra mevcut gelişmeler ve muhtemel gelişmeler üzerinde durarak, alınması gereken tedbirlere işaret ediyor. Bu mantık içinde sözkonusu Emiri tahlil ettiğimizde şu hükümleri çıkarmak mümkündür;
1- Rusya politikasını Osmanlı’yı parçalamak üzereni kurmuş ve bu maksatla Ortodoksların hamiliğine soyunarak, Osmanlı tebası Ortodoksları, Osmanlı yönetimi aleyhine kışkırtmaya başlamış idi. Sultan, burada özellikle Hersek, Sırbistan ve Karadağ’da başgösteren isyan ve karışıklıklarda Rusya’nın rolüne şu ifadelerle dikkat çekiyor; “Rusyalular ötedenberu nazar-ı hırs ve tama'larını memleketimize dikmiş ve üzerimize gelmeğe vesile aramaktan bir an ve zaman hâli kalmamış oldukları misüllü iki sene evvel ektikleri tohum-ı fesadın semeresi olarak Hersek'de zuhur iden şekâveti garazlarına âlet idüb Tuna ve Edirne vilâyetlerinin Bulgar sâkin olan mahallerinde ve Sırbistan ve Karadağ'da fesad ve isyan ocağına ateşler vererek büyük büyük gâileler çıkarmağa ve dürlü iftira ile âlemin efkârını aleyhimize çevirmeğe çalışdılar”.
Hatırlanacağı üzere, Sultan Abdülhamid’in tahta geçtiği günlerde Aralık 1876’da toplanan İstanbul (Tersane) Konferansı’nın görünmeyen amacı da, Hersek isyanları bahanesiyle Osmanlı’nın Batı sınırlarından başlamak üzere Balkanlar’da siyasi hakimiyetini daraltmak ve bilahare kaldırmak idi. Nitekim, Kanun-i Esasînin ilanı bile Konferansı tertip edenleri tatmin etmemiş idi.
Çünkü, Padişah’ın ifadesiyle, “düşmanın meramı istiklal ve hukukumuzu ve memleketimizi mahv etmek olduğundan bunlar feda olunmadıkça arzusunu istihsal mümkün” değildi. 93 Harbi’nin arefesinde Rusya’nın Osmanlı’ya yönelik niyetleri böyle idi.
2- Tabiiki 93 Harbi’nin sebepleri de bu niyetlerle doğru orantılıydı. Niyet böyle olunca Padişah’ın ifadelerinde yerini bulduğu üzere, Rusya,, “hiçbir sebeb-i meşru yoğuken üzerimize hücum etti”.
Bu günlerdeki siyasi gelişmeleri hatırlayacak olursak, tersane konferansına katılmış olan devletler 31 Mart’ta Londra’da bir protokol imzalamışlardı. Bu protokolün ana fikri, “Osmanlı Devleti’nin Hristiyan halk için vadetmiş olduğu ıslahatı yerine getirmesi ve bu suretle Avrupa barışının korunması” idi. Bu protokolde, Bosna- Hersek ile Bulgaristan ve Karadağ’ın Osmanlıdan koparılmasının ince hesapları saklı idi. Babıâli’nin bu protokolü reddetmesi, Osmanlı’ya saldırma niyetinde olan Rusya için iyi bir bahane olmuş ve 19 Nisan 1877’de Rusya Osmanlı Devletine savaş ilan ettiğini Avrupalı devletlere beyan etti. Savaş beyannamesinde sebepler şöyle belirtilmişti;
“Babıâli, Avrupa’nın nasihatlerine saygı göstermemiştir. Hristiyanların durumunu düzenlemek hususunda kendisine tavsiye edilmiş olan tedbirleri yerine getireceğine dair artık kendisine emniyet ve itimat gösterilemez. Balkanlardaki devamlı kargaşalık güvenliği bozmuş ve Rusya’nın menfaatlerini sarsmıştır. Bu sebeple Rusya, Avrupa tarafından da takdir edileceğine âmin olarak Babıâli’ye karşı savaş açmıştır”. 23 Nisan’da ise, Rus elçiliği, Hariciye Nezaretine resmen harp notasını verdi.
3- Sultan, daha savaşın ilk günlerinde, yani Rusya’nın, Osmanlı ile siyasi ve dipmlomatik ilişkileri kestiğini bildirdiği 23 Nisan’dan tarihinden 9 gün sonra, savaşın vehametini ve doğuracağı sonuçları daha o günden görmüş gibidir. Sözkonusu emirde savaşın gidişatı ve muhtemel gelişmeler hakkında şöyle diyor;
“Tarihler isbat eder ki düşmanın bu hareketi devletimizin şimdiye kadar tesâdüf eylediği müşkilatın hiçbirine kıyas ve nisbet kabul etmez”.
Bu ifadeler, bu savaşın Osmanlı Devletine ve Türk milletine neye mal olacağını adeta önceden haber verir gibidir.
4- Sultan’ın kaygısı, savaş sırasında alınacak tedbirlerde ve gayr-i müslimlerin takınacağı tavırlardadır. Gayr-i müslimler içinde ise öncelikle Ermeni faaliyetlerinden endişe duyulmaktadır. Çünkü, savaşa tekaddüm eden günlerde, İstanbul konferansı sırasında Patrik Nerses, İstanbul’daki İngiliz sefiri Henri Elliot’u ziyaret ederek, Bosna Hersek’in yanısıra “kendilerinin de problemlerinin olduğunu, Ermenilerin Ermenistan’da haksızlığa uğradığını, bu vesile ile yapılacak konferansta Ermeniler’in de himaye edilmesini” isteyerek niyetlerini ortaya koymuşlardı.
Ermeni kilisesi’nin faaliyetleri ve Rusya’nın tahriklerinden dolayı Padişah endişelenmektedir. Gönderdiği emirde, “ Bütün vatan evlatlarından, düşmanın tasallutundan korunmakla mükellef olduklarından, kendilerini hilafet ve metbuiyet namına olarak bu yolda maddî ve manevî ittifak ve ittihada davet” etmektedir.
Bu davetin muhatabını doğru anlayabilmek için sözkonusu ifadede geçen “hilafet” ve “metbuiyet” kavramlarına dikkat çekmek istiyoruz. Burada Hilafet kavramıyla muhatap alınan kitlenin Müslümanlar olduğu açıktır. Dolayısıyla metbuiyet kavramıyla da geri kalan kitleye gayr-i müslimlere hitap edilmektedir. Emr’in takip eden cümlelerinde, Padişah’ın Savaşın devamı sürecinde gayr-i müslimler ve özellikle Ermeniler’in tutum ve davranışları hususunda endişeye düştüğü anlaşılıyor. Bu endişelerini şu cümlelerinde yakalamamız mümkündür;
“taht-ı saltanata cülûsumuzdan beru zikr ve fikrim bütün Osmanîlerin saâdet ve hürriyet ile yaşaması ve hukuk u istiklâlimizin muhâfazası kaziyyeleri olub şu maksadımıza te'sisine muvaffak olduğum Kânun-i Esâsî(yi) en büyük şâhid-i âdil addederim. Bunun mukâbilinde cümlenizden beklediğim şey, vazîfe-i tâbiiyyetde sadâkat ve vatanın hukuk u istiklâlini muhâfazada ittifak etmenizden ibâretdir.”
Padişah’ın endişesi, Rusların ve diğer bazı Avrupa devletlerinin hamilik iddiasıyla Osmanlı tebaası gayr-i müslimleri tahrik etmelerine yönelik duyumların varlığı idi. Sözkonusu Emirde;
“Düşmanımız İslam hemşehrilerinin edyân ve mezâhib-i sâirede bulunan vatandaşları haklarında kâin su-i kasdleri olduğu zann-ı bâtılıyla onların ihlâl-i emniyetlerini mucib olacak harekâtdan Devlet-i Aliyyemizi mes'ul tutmak gibi umûm hakkında bir nevi himâyet-i münhasıra iddiâsında bulunmuş olduğundan bi'l-cümle teb'a-i sâdıkamızın birbirleriyle vatandaşca ve karındaşca hüsn-i muâşeret halinde devam ve sebat ile şu zann-ı bâtılı her suretle tekzib edeceklerinde asla şübhe etmem” şeklindeki ifadeler, padişahın bu savaş sürecinde kaygıların hangi noktalarda toplandığını gözler önüne seriyor. Buradaki “teb’a-i sadıka” ifadesi de zihinlerde “millet-i sadıka” kavramını çağrıştırmaktadır.
Emrin sonunda da ilgili valilerden işaret edilen noktalara dikkat etmeleri ve buna göre hareket etmeleri emredilmektedir.
Bilindiği üzere, 93 Harbi Osmanlı açısından Sultan’ın “devletimizin şimdiye kadar tesâdüf eylediği müşkilatın hiçbirine kıyas ve nisbet kabul etmez” şeklindeki daha savaşın ilk 10 günü içindeki tespitlerini tamamen doğrular şekilde hezimetle sonuçlandı. Ayastefanos ve arkasından Berlin antlaşmalarının getirdiği siyasi ortam ve Balkanlar ve Kafkaslardaki göç dalgaları, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasını meşgul eden sözde Ermeni meselesi, Kıbrıs meselesi vb.temel problemleri de doğurmuş oldu. Sultan Abdülhamid’in 93 Harbinin ilanının daha ilk 10 günü içinde savaşın sebebi, gidişatı ve sonuçları noktasında yaptığı bu değerlendirmeler, ve özellikle Ermeniler’in tutum ve davranışlarına yönelik kaygı ve endişeler bir bir gerçekleşti. Ayastefanos Antlaşmasının 16. ve Berlin Antlaşmasının 61. maddelerine Ermenilerle ilgili hükümler girerek ilk kez sözde bir ermeni meselesi Uluslararası hukuka getirilmiş oldu.
Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi
DÜNDEN BUGÜNE
ERMENİ MESELESİ SEMPOZYUMU
(23 Mayıs 2003)
|