03 Mart 2013

HZ. HASAN BİN ALÎ:








HZ. HASAN BİN ALÎ:
Resûlullahın torunu, İslâm halifelerinin beşincisi. Oniki imamın da ikincisi, Ehl-i beytin dördüncüsü.
Hz. Ali’nin oğlu olup, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kızı Fâtıma-tüz-Zehra annesidir. Künyesi Ebû Muhammed olup, lâkabı Müctebâ’dır. Medine’de 3 (m. 625) senesinin Ramazan ayı ortasında doğdu. Muhammed (s.a.v.) kulağına ezan ve ikâmet okuyup, ismini “Hasan” koydu. Yedinci günü akîka olarak, iki koç - 127 -
kesti. Sünnet ettirip, saçını da kestirip, ağırlığınca gümüş sadaka verildi. Medine’de 49 (m. 669) senesinde vefât etti.
Hz. Hasan âlemlere rahmet olarak yaratılan, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) terbiyesiyle yetiştirilip, bü-
yüdü. Bu çok az kimseye nasip olan, fakat çok büyük şeref ve se’âdetti. Mükemmel bir tahsil ve terbiye
gördü. Resûlullah (s.a.v.) tarafından pek çok hadîs-i şerîf ile iltifata mazhar oldu. Peygamberimiz Hz.
Hasan’ı çok sever, ona şefkatle muamele ederdi. Hz. Hasan ve kardeşi Hz. Hüseyin, Resûlullahın huzurunda güreşiyorlardı. Resûlullah (s.a.v.), Hz. Hasan’ı teşvik buyurdu. Hz. Fâtıma-tüz-Zehra babasına: Yâ
Resûlallah! Hz. Hasan büyüktür, hep onun tarafını tutuyorsunuz. Halbuki, küçüğe yardımcı olmak daha
uygun değil midir? deyince, “Yâ Fâtıma! Cebrâil (a.s.) Hüseyin’e yardım ediyor” buyurdular. Ebû
Eyyûb-i Ensârî (r.a.) anlatır: “Birgün Resûlullahın (s.a.v.) huzuruna girmiştim. Hasan ile Hüseyin önünde
oynuyorlardı. “Yâ Resûlallah! Sen bunları çok mu seviyorsun dedim.” “Nasıl sevmem. Bunlar benim
dünyâda öpüp, hakladığım iki reyhanımdır!” buyurdu. Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, en fazla hadîs-i
şerîf nakleden Ebû Hureyre (r.a.) anlatır: “Hasan’ı gördüğümde hep gözlerim yaşlarla dolar. Zirâ bugünkü gibi hatırlıyorum. Allahü teâlâ’nın Resûlü (s.a.v.) Onu kucağına oturturdu. O da mübârek sakalları ile
oynardı. Resûlullah (s.a.v.) üç kerre şöyle buyurdular. “Ben bunu çok seviyorum. Sen de sev, Onu
sevenleri de sev!” Yine Hz. Hasan ile Hüseyin’i kast ederek buyurdular ki: “Allahım ben bu ikisini
seviyorum. Sen de bunları sev. Onlardan nefret edenleri sen de sevme!”
Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Hasan, Hüseyin, Fâtıma ve Ali’yi (r.anhüm) örtü içine alıp, Ahzâb sû-
resi otuzüçüncü âyet-i kerîmesini okuyup, “Ey Ehl-i Beytim! Allahü teâlâ sizlerden ricsi ya’ni her
kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irade ediyor.” Sonra,
“Allahım! Benim Ehl-i beytim bunlardır.” buyurdu. Hz. Hasan, henüz akıl baliğ olmayan ve
Resûlullaha bîat eden çocuklardandı. Sekiz yaşında 11 (m. 632) senesinde, önce dedesi Hz. Muhammed (s.a.v.), sonra da annesi Hz. Fâtıma-tüz-Zehra vefât edince yetim kaldı. Bundan sonra babası Hz.
Ali’nin (r.a.) terbiyesinde büyüdü. Hz. Hasan beyaz ve güzel yüzlü olup, yüzü Resûlullah (s.a.v.)’ın yü-
züne çok benzeyen yedi kişiden biridir. Resûlullaha bundan daha çok benzeyen kimse yoktu. Bir gün
Hz. Ebû Bekir, ikindi namazını kıldıktan sonra yolda oynayan Hz. Hasan’ın yanına gitti. Onu omuzlarına
aldı. Hz. Ali’ye dönerek; “Ali’ye değil de tıpkı Peygamber efendimiz’e benziyor” buyurunca, Hz. Ali tebessüm etti. Hz. Hasan hilm (yumuşaklık) rızâ, sabır ve kerem (cömertlik) sahibiydi Fitne çıkıp, halife
Hz. Osman’ın evi sarıldığında imdadına gitti. İki defa herşeyini Allah rızası için dağıttı. Bir kişinin münâ-
câtında; “Yâ Rabbi! Bana onbin altın ihsan eyle” dediğini işitince, aceleyle evine gitti. Adamın münâcâ-
tında istediğini gönderdi. Sadaka vermeden edemezdi. Hz. Hüseyin ile her aldıklarında pazarlık eder,
ucuz almaya çalışırlardı. Kendilerine, “Bir günde, binlerce dirhem sadaka veriyorsunuz da, bir şey satın
alırken niçin uzun pazarlık ederek yoruluyorsunuz?” dediklerinde “Verdiklerimizi Allah rızası için veriyoruz. Ne kadar çok versek yine azdır. Fakat, alış-verişte, aldanmak aklın ve malın noksan olmasıdır.”
buyururlardı. Aldığı bir hediyeye değerinden fazla karşılık verirdi. Birgün Abdullah bin Zübeyr ile yola
çıkmıştı. Bir hurmalıkta dinlendiler. Ağaçlar kurumuştu. Abdullah bin Zübeyr “Ağaçta hurma olsaydı, iyi
olurdu” dedi. Hz. Hasan sessizce duâ etti. Bir ağaç hemen yeşerip, hurma ile doldu. Orada bulunanlar
bu sihirdir, dediler. Hz. Hasan, “Hayır, sihir değil. Resûlullahın torununun kabul olan duâsı ile Cenâb-ı
Hak yaratmıştır.” buyurdu.
Hz. Hasan babası Hz. Ali’nin şehîd edilmesiyle, 40 (m. 661) senesi Ramazan ayı sonunda halife
oldu! Kendisine kırkbin kişi bîat etti. Basra, Hicaz, Horasan, Irak, İran, Kûfe, Medine, Mekke ve Yemen
ahalisi de bîat etti. Fakat, Mısır ve Şam ahalisi Hz. Muâviye’ye bîat etti. Hilâfetin yedinci ayında Bağdâd
yanında iki tarafın ordusu harbe hazır iken, müslüman kanı dökülmemesi için, hilâfeti Hz. Muâviyeye
bıraktı. Hz. Hasan küçük iken Resûlullah (s.a.v.) O’na işaret ederek, “Bu oğlum Seyyiddir. Ümid ederim ki, Allahü teâlâ O’nun vasıtasıyla iki tarafın arasını bulur” buyurması, Resûlullah’ın (s.a.v.) bir
mucizesiydi. Hz. Hasan’ın hilâfetten çekilmesiyle müslüman kanı dökülmedi Hz. Muâviye ile anlaştıkdan
sonra Medine-i Münevvere’ye geldi. Hz. Muâviye kendisinden sonra Hz. Hasan’ın halife olmasına karar
verdi. Hz. Hasan, çok evlenir, boşanırdı. Babası Hz. Ali, Kûfe’deyken “Hasan’a kız vermeyiniz. Zira bo-
şar” deyince Kûfeliler kızlarının Resûlullah’ın torununun nikâhıyla şereflenmeleri için; “Biz, O’na istediği
kızı veririz. İster alıkoysun ister boşasın.” cevabını verdiler. Aldığı her kadın ise Hz. Hasan’ı çok sevip,
âşık olurdu. Fakat Ca’de binti Eş’as boşanmaktan çok korkup, kin tuttu. Hz. Muâviye’nin oğlu Yezîd,
babasının Hz. Hasan’ı halef göstermesi üzerine Ca’de’ye, Şam’dan zehir ile, “Seni ben alacağım, tepeden tırnağa kadar mal, süs eşyası içine koyacağım.” haberini gönderdi. Ca’de aldandı. Hz. Hasan zehirlendi, ölüm hastalığındayken, Resûlullah’ın (s.a.v.) yanına defn edilmesi için Hz. Âişe’den izin istedi. Hz.
Aişe izin verdiyse de fitne korkusundan Mervan bin Hakem izin vermedi. Hz. Hüseyin O’nu Baki Kabristanı’na götürdü. Namazını Saîd bin Âs kıldırdı. Medine-i Münevvere’de Baki Kabristanlığı’na defn edildi.
Hz. Hasan yirmibeş kerre yaya olarak Hacca gitti. Onbeş erkek ve sekiz kız evladı vardı. Hz. Hasan soyundan gelenlere “Şerîf” denir. Kızına ve yeğenlerine şöyle nasîhat ederdi; İlme çalışınız. Ezber
zorunuza gidiyorsa, yazınız ve evlerinize götürünüz.” Hz. Muhammed (s.a.v.) torunu Hz. Hasan için bu-- 128 -
yurdu ki: “İçinizden en hayırlısı Ali, gençlerin arasında en hayırlıları Hasan ile Hüseyin. Kadınların
da en hayırlısı Fâtıma’dır.”
“Hasan ile Hüseyin Cennet gençlerinin büyüğüdürler. Babaları onlardan efdaldir.”
“Kim güneşi kaybederse aya başvursun. Onu da kaybederse yıldıza başvursun.” Eshâb-ı kirâm bu hadîs-i şerîfin izahını isteyince Resûlullah (s.a.v.) bunu şöyle açıkladı, “Güneş benim. Ay Ali’dir. Fâtıma da, yıldızdır. Kuzey kutbuna yakın olan o iki yıldız ise Hasan ile Hüseyin’dir.”
 1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-2, sh-9; cild-3, sh-19, cild-8, sh-279
 2) Üsûd-ül-gâbe cild-2, sh-8
 3) El-İstiâb cild-3, sh-164, 168
 4) A’lâm-ün-nübelâ cild-3, sh-194, 168
 5) Târîhi’l-İslâm cild-3, sh-66
 6) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-1, sh-108
 7) Târîh-ul-hâmis cild-1, sh-470
 8) Süyûtî, Târîh-ul-hulefa sh-188-193
 9) Sahîh-i Buhârî cild-2, sh-136; cild-4, sh-104
10) El-Îsâbe cild-1, sh-338, 331
11) İbni Hacer-i Mekkî, Savâ’ık-ul-Muhrika sh-135
12) Muhtasar-ı tuhfe sh-193, 174
13) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1011
HZ. HÜSEYİN BİN ALİ:
Resûlullahın (s.a.v.) torunu, Hz. Ali’nin ikinci oğlu. Oniki imâmın üçüncüsü ve Ehl-i Beytin beşincisidir. Hicretin altıncı yılında (m. 626) doğdu. Hz. Hüseyin’in nesebi; Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib bin
Abd’ül-Muttalib bin Haşim, el-Kureyşi, el-Hâşimî’dir. Hüseyin adı, ona Resûlullah efendimiz (.a.v.) tarafından verildi. Künyesi, Ebâ Abdullah’dır. Lakabı Seyyid ve Şehîddir.
Ümmü Hâris (r.anha) anlatır: “Bir gün Resûlullahın (s.a.v.) huzuruna vardım. “Bir rüya gördüm, çok
korkdum” diye arz ettiğimde “Ne gördün?” buyurdular. “Sizin vücûdunuzdan bir parça kesdiler, benim
yanıma eklediler” dedim, “İyi görmüşsün, Fâtıma’nın bir oğlu olacak ve senin yanında kalacakdır”
buyurdular. Bir müddet sonra Hz. Hüseyin dünyâya geldi, İbni Abbas’dan (r.a.) gelen rivâyete göre:
Resûlullah (s.a.v.) her sabah namazını kıldıktan sonra mübârek yüzünü Eshâb-ı kirâma çevirirlerdi Ü-
züntülü kimseler yüzünü görseler mesrûr (sevinçli) olurlardı. Bir gün sabah namazından sonra yüzlerini
döndürmeden Hz. Ali’yi çağırdılar. Beraber mescidden çıktılar. Eshâb-ı kirâm (aleyhimürrıdvan) nereye
niçin gittiklerini anlıyamadılar. Tekrar dönerler diye oturdular, ikisi Hz. Fâtıma’nın evine gittiler. Peygamberimiz Hz. Ali’ye kapıda durup, kimseyi içeri sokmamasını emr etmişlerdi. Hz. Hüseyin doğmuş, melekler tebrik etmek için gelmişlerdi. Hz. Ebû Bekir duramayıp, Hz. Ali’nin evine gitti. Sonra Ömer (r.a.) sonra
Osman (r.a.) ve bütün Eshâb-ı kirâm, Hz. Ali’nin evine gittiler. Ebû Bekir (r.a.), Hz. Ali’den Resûlullahın
(s.a.v.) nerede olduğunu sordu. Hz. Ali “İçerde” dedi. “İzin verirsen ben de göreyim” dedi. Hz. Ali, “Allah’ın Resûlü meşguldür” dedi. Benim içeri girmememi sana emir etti mi? deyince “Hayır, yalnız
dörtyüzyirmidörtbin melek geldi” dedi. Ebû Bekir (r.a.) sözünden taaccüb (hayret) edip durdu. Ali (r.a.),
Hz. Ömer, Hz. Osman ve bütün Eshâb-ı kirâma aynı şeyleri söyledi. Bir ara Resûlullah (s.a.v.) dışarı
çıkıp, herkesin içeri girmesini emr ettiler. Önce Ebû Bekir (r.a.) sonra bütün Eshâb-ı kirâm içeri girdiler.
Resûlullah’a (s.a.v.) selâm verdiler. Hz. Ali’nin meleklerin sayısındaki sözü söylendi. Resûlullah (s.a.v.)
Hz. Ali’ye meleklerin sayısını nasıl bildin? diye sordular. Hz. Ali. “Melekler grup grup geliyorlardı. Her
biri bir dil ile konuşurlardı ve sayılarını bildirirlerdi” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): “Allah aklını
ziyade etsin yâ Ali” buyurdular.
Resûlullah efendimiz (s.a.v.), Hüseyin doğduğu zaman, kulağına: “O Cennet çocuklarının efendisi (seyyidi)’dir.” diye seslenmişti. Üsâme bin Zeyd, bir gece Peygamber aleyhisselâmı gördüğünü ve
onun: “Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allahım, ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev” dediğini rivâyet etmektedir. Bir defasında da “Hüseyin benden, ben
Hüseyindenim. Allahü teâlâ Hüseyin’i seveni sever” buyurmuştu. Hz. Hüseyin, daha bir çok hadîs-i
şerîflerle medh edildi.
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de, Ehl-i beyte, buyuruyor ki: “Allahü teâlâ, sizlerden ricsi, ya’ni her
kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irâde ediyor.” Eshâb-ı
kirâm sordular. Yâ Resûlallah! Ehl-i beyt kimlerdir? O esnada, İmâm-ı Ail geldi. Mübârek hırkâsının altı-
na aldılar, Fâtıma-tüz-Zehrâ da geldi. Onu da yanına aldılar. İmâm-ı Hasan geldi. Onu da bir yanına,
İmâm-ı Hüseyin geldi. Onu da öbür tarafına alarak, “İşte bunlar, benim Ehl-i beytim” buyurdular. Bu
âyet-i kerîme ve ilgili hadîs-i şerîfler, Resûlullahın iki mübârek torununu sevmenin şart olduğunu belirtmektedir. - 129 -
Hz. Hüseyin buyurdu ki: Birgün yüksek dedemin huzuruna varmıştım. Ubeyy bin Kâ’b da huzurunda idi. Bana: “Merhaba, ey Ebû Abdullah, ey göklerin ve yerin süsü!” diye hitâb etti. Ubeyy bin Kâ’b
hazretleri, yâ Resûlallah! Göklere ve yere senden başka süs var mıdır? dedi; Resûlullah: “Beni insanlara Peygamber olarak gönderen Allahü teâlânın hakkı için Hüseyin bin Ali, yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyâde süs, göklerin tabakalarıdır” buyurdu.
Birgün Hz. Hüseyin, Resûlullah efendimizin yanında idi. Annesine gitmek istiyordu. Hava yağmurlu
idi. Resûlullah duâ buyurdu. Hüseyin (r.a.) eve gidinceye kadar, yağmur ara verdi. Birgün Resûlullah
efendimiz, Hz. Hüseyin’i sağ dizine, oğlu İbrâhîm’i sol dizine aldı. Cebrâil aleyhisselâm gelip, Hak teâlâ,
bu ikisinden birini alacaktır. Sen birini seç dedi. Eğer Hüseyin vefât ederse, benim canım yandığı gibi,
Ali’nin ve Fâtıma’nın da canları yanar. Eğer İbrâhîm giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü,
onların üzüntüsüne tercih ediyorum buyurdular. Üç gün sonra oğulları İbrâhîm vefât etti.
Hüseyin (r.a.), Resûlullahın yanına her gelişinde onu öper ve “Selâmet ve se’âdet o kimseye ki,
oğlum İbrâhîm’i ona fedâ ettim” buyururdu. Hz. Hüseyin’in ilk çocukluğu Resûlullah efendimizin derin
sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu hâl, çok sürmedi. Hüseyin (r.a.), bundan sonra ilmini ve edebini
babasının yanında tamamladı. Beş çocuğu oldu. Sırası ile, Ali Ekber, Ali Asgar, Ca’fer, Fâtıma ve Sekî-
ne.
İmâm-ı Hasan ve Hüseyin ile Abdullah bin Ca’fer (r.anhüm) Medine-i Münevvere’ye giderlerken yiyecekleri kalmadı. Sahrada olduklarından yiyecek bir şey alınacak yerde olmayıp açlık ve susuzluktan
iyice bunaldılar. Sonra “Allaha, tevekkül ettik” diyerek yoldan saptılar. Biraz ilerlemişlerdi ki, ovanın ortasında bir karartı gördüler. Ona doğru gittiler. Siyah bir çadır, içinde ise, bir kadın vardı. Kadına selâm
verdiler. Kadın selâmlarını aldı. İyi karşıladı. Bu üç zatın dünyâya rağbetleri olmadığını anladı. Kadına:
“hiç yiyeceğin var mı? diye sordular. Bir keçim var. Kendiniz sağın için” dedi. Birisi sağdı. Her biri birer
çanak içtiler. Sonra kadına: “Başka yiyeceğin var mı? diye sordular. Kadın: “Keçiyi kesin yiyin” dedi. Abdullah bin Ca’fer (r.a.) kesti pişirdi. Üçü beraber yediler. Allahü teâlâya hamd ettiler. Atlarına bindiler.
Kadına “Medine-i Münevvereye geldiğinde muhakkak bize uğra. Biz seyyidlerdeniz. Hâşimîlerdeniz”
diyerek yola koyuldular. Bir zaman sonra kadının kocası geldi. Keçiyi göremeyince ne oldu diye sordu.
Kadın olup biteni anlattı. Kocası üzüldü. “Biliyorsun o keçiden başka bir şeyimiz yok. Şimdi ne yapaca-
ğız?” diyerek kadını azarladı. Kadın: “Allahü teâlâ rahîmdir, kullarını aç bırakmaz. Böyle güzel yiğitler
gelip te, onları misafir etmeden göndermek insafa sığmaz” dedi, Daha sonra kadın, kocası ile Medine-i
Münevvereye birşeyler alıp satmak için gittiler. Hikmet-i ilâhi Hz. Hasan’a, Bâb-ı selâm önünden geçerken rastladılar. Hasan (r.a.) kadını ve kocasını huzuruna çağırttı. Kadına: “Beni tanıdın mı?” dedi. Kadın:
“Hayır” dedi. “Bir zamanlar senin evine üç kişi gelmiştik. Bize süt ikrâm etmiştin. Bir de keçini kesmiştik.
Onlardan biri benim” dedi. Bunlara çok ikrâm da bulundu: Yanında fazla bir şeyi olmadığından, Beyt-ülmâl emînine adam gönderip, bin dirhem gümüş ve yüz koyun borç istedi. Getirdiler. Bunların hepsini
kadına bağışladı. “Bizi mazur görün” buyurdu. Bu karı-kocanın yanlarına adam vererek, Hüseyin’e (r.a.)
gönderdi. Hz. Hüseyin de bunları iyi karşılayıp, yanında bulunduğu kadar ikrâm etti. Fazla olmadığından
Beyt-ül-mal emîninden bin dirhem gümüş ve ikiyüz koyun borç istedi. Hepsini kadına verip özür diledi.
Yanlarına adam verip, Abdullah bin Cafer’e (r.a.) gönderdi. Abdullah (r.a.): “İki İmâm’a uğradınız mı?”
buyurdu. “Evet” dediler. “Keşke daha önce bana uğrasaydınız. Onların yanında dünyâ malı bulunmaz,
belki sıkıntı çekmişlerdir” dedi. Bunlar imâmların yaptıkları ikrâmları söylediler. Abdullah (r.a.) da ikibin
dirhem gümüş ve dörtyüz koyun verdi. Mezkûr karı-koca yediyüz koyun ve dörtbin dirhemi alıp sevinerek
evlerine döndüler.
Eshâb-ı kirâmdan Dıhye (r.a.) devamlı ticâret için sefere gider gelirdi. Çok güzel yüzlü idi. Cebrâil
(aleyhisselâm) çok defa Resûlullahın (s.a.v.) huzuruna Dıhye (r.a.) şeklinde gelirdi. Bir gün Cebrâil
(aleyhisselâm) Fahri âlem (s.a.v.) hazretlerinin huzurunda bulunuyordu. O zaman henüz küçük olan
Hasan ve Hüseyin (r.a.)’dan biri Cebrâil aleyhisselâmı gördü. Hemen kardeşinin yanına koşarak: “Dıhye
(r.a.) dedemizin yanında oturuyor, haydi gidelim” dedi. Koşup mescide girdiler. Cebrâil aleyhisselâmın
dizlerine oturdular. Ellerini Cebrâil aleyhisselâmın koynuna soktular. Resûlullah (s.a.v.) torunlarının bu
hareketini görünce hicâb edip, mani olmak istedi. Cebrâil (aleyhisselâm), Resûlullahın mahcûb olduğunu
görünce dedi ki: “Ya Resûlallah! Niçin sıkılıyorsunuz? Fâtıma (r.anha) teheccüd namazını kılarken Hak
teâlâ beni gönderir, bunların beşiklerini sallardım. Fâtıma (r.anha) rahatça namazını kılardı. Çocukların
bu hareketini bana karşı edebsizlik saymayın. Bazan da bunların anneleri namazdan sonra uyurken,
bunlar ağlardı. Hak teâlâ yine beni gönderir, anneleri uyanmasın diye beşiklerini sallardım, ağlamazlardı. Bunların yanıma gelip, ellerini koynuma sokmalarında bir mahzur yoktur.” dedi.
Resûlullah (s.a.v.) “Ey kardeşim Cebrâil! Şimdi bir şey yapmadılar. Daha ileri giderler endi-
şesiyle mâni oldum. Çünkü, Eshâbımdan Dıhye (r.a.) isminde birisi vardır. Çok kerre sefere çıkar.
Her dönüşünde bunlara hediyye getirir. Sizi Dıhye (r.a.) zannedip, ellerini koynunuza soktular”
buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm: - 130 -
“Yâ Rabbi! Beni Habîbinin (s.a.v.) yanında utandırma” diye duâ etti. “Oturduğun yerde gözlerini
kapa, elini Cennete sok, eline ne gelirse al.” diye hitap geldi. Cebrâil (aleyhisselâm) ellerini Cennete
saldı. Bir yeşil salkım üzüm, bir kırmızı nar eline geldi. Hz. Hasan üzümü, Hz. Hüseyin de narı aldı. Bunları yerlerken bir dilenci geldi. “Ey Ehl-i beyt! O üzüm ve nardan bana da verir misiniz?” dedi.`Resûlullah’ın (s.a.v.) yüksek yaratılışlı torunları vermek istediğinde Cebrâil (aleyhisselâm) mâni oldu.
“Yâ Resûlallah! O dilenci şeytandır. Cennet meyvaları ona harâm iken hile ile yemek istedi.”
Hz. Hüseyin’in yüzü, karanlık gecede etrafını aydınlatırdı. Yaya olarak yirmibeş defa hacca gitti.
Beraberindekiler bineklere binse de, kendisi binmezdi.
Buyurdular ki: “Cömerd efendi olur, cimri hor olur. Bu âlemde bir mü’min kardeşinin iyiliğini, kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.”
Hüseyin (r.a.), hep babasının yanında idi. Babası şehîd olunca, Medine’ye geldi. Hz. Muâviye’nin
vefâtında Yezîd’e bi’at etmedi. Kûfeliler kendisini çağırıp halife yapmak istedi. Kardeşi Muhammed bin
Hanefiyye, İbni Ömer, İbni Abbâs ve daha nice Eshâb-ı kirâm (r.a.) mâni oldular ise de, nasîhatlerini
dinlemeyip, yetmişiki kişi ile Mekke’den Irak’a yola çıktı. Yezîd, Şam’dan bunu haber alınca, Irak valisi
Ubeydullah bin Ziyâd’a emir gönderip, Kûfe’ye sokma dedi. Bu da, Sa’d İbni Ebî Vakkâs’ın oğlu Ömer’in
kumandasında bir ordu gönderdi. İbni Ömer, geri dönmesini bildirdi ise de, imâm kabul etmeyip harp
etti. Yanında bulunanlara da tekrar tekrar teslim olun denildi ise de, 72’si de şehîd oluncaya kadar sava-
şa devam etti.
Sinan bin Enes Nehaî, Hz. Hüseyin’i, Hicret’in 61 (m. 681) yılında Muharremin onuncu günü
Kerbelâ’da şehîd etti. Mübârek oğlu Zeynel’âbidin küçük olduğu için öldürülmedi. Kadınlar ve imâmın
mübârek başı ile Şam’a gönderildi. Mübârek başı, Mısır’da Karâfe kabristanında medfundur. Peygamberimizden bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:
“Kişinin İslâmının güzelliği mâlâyaniyi terk etmesidir.”
“Resûlullah (s.a.v.) yoldan geçen bir yahudinin cenâzesi için ayağa kalktı ve buyurdu ki: “Kokusu
beni rahatsız etti.”
“Bahil (cimri) o kimsedir ki yanında ismim anıldığında bana salat ve selâm getirmez.”
Yine İbnî Abbâs (r.a.) anlatmıştır. Bir gün Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i güreştirdiler. Güreşmeye
başlayınca, Resûlullah (s.a.v.) tut yâ Hasan (r.a.) derdi. Hazret-i Fâtıma yâ Resûlallah! Yalnız Hasan’a
mı diyorsun? Resûlullah (s.a.v.) “İşte Cebrâil (aleyhisselâm) tut yâ Hüseyin! diyor”, buyurdular.
Hazret-i Hüseyin ile ilgli olarak Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Ben bir ağaca benzerim. Fâtıma, bunun kökü, Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyvesidir.”
“Genç olarak Cennete girenlerin seyyidi Hasan ve Hüseyin’dir.”
“Hüseyin benden, ben de Hüseyin’denim. Hüseyin’i seveni Allahü teâlâ sever. Hüseyin torunlardan bir torundur.”
“Hüseyin’i seveni Allahü teâlâ sever.”
 1) El-İstiâb cild-1, sh-378
 2) Üsüd-ül-gâbe cild-2, sh-18
 3) Taberî, Târîh cild-2, sh-272
 4) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1015
 5) Eshâb-ı Kirâm, sh-348
 6) Kısâs-ı Enbiya cüz-7, sh-192
 7) Refâkât-ı Hüseyn sh-3
 8) Ikd-ül-ferîd cild-2, sh-219
 9) Ensâb-ül-eşrâf cild-4, sh-82
10) El-Kâmil fi’t Târîh cild-4, sh-48
11) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-4, sh-242
12) Sahîh-i Müslim cild-7, sh-130




Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...