03 Mart 2013

HZ. HADÎCE-TÜL KÜBRÂ:








HZ. HADÎCE-TÜL KÜBRÂ:

Peygamberimizin ilk hanımı, ilk îmân eden hür kadın, mü’minlerin annelerinden. Kureyş kabilesinin
kibar ve asil bir ailesine mensûbtur. Babasının adı Hüveylîd, annesinin ki Fâtımadır. Nesebi Hadîce binti
Hüveylid bin Esad bin Abd-ül-uzza bin Kusay bin Kilâb bin Mürre bin Ka’b bin Lüey bin Galib idi. Nesebi
Peygamber efendimiz (s.a.v.) ile baba tarafından Kusay, anne tarafından Lüey sulâlesiyle birleşmektedir; Cahiliye devrinde lakabı Tâhire idi. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir.
Hz. Hadîce’nin ilmi, malı, şerefi, iffeti ve edebi pek fazla idi. Ticâret ile uğraşan, devrin, büyük tüccarlarındandı. Memurları, kâtibleri ve köleleri vardı. Ticâreti adamları veya ortaklık suretiyle yapardı. Hz.
Hadîce, Hz. Muhammed’in üstün ahlâk vasıflarını ve “emin” lakabına itimad ederek, herkesten daha
fazla ücret vermek vâ’dıyla O’nu Şam ticâret kafilesine kattı. Hz. Muhammed’in, yanına kölesi
Meysere’yi de verdi. Şam ticâret seferi üç ay sürdü. Bu sefer esnasında Hz. Muhammed’in şahsında
harikulade haller görüldü. Seferde O’nu gölgeleyen bir bulutun ve kuş şekline giren iki meleğin devamlı
üzerinde bulunması, yolda yürüyemiyecek derecede yorulup, kervandan geri kalan iki devenin ayaklarını
eliyle sığmasından sonra, develerin birden süratlenmesi, Busra’daki Manastır yanındaki kuru ağacın
altına oturmasıyla yeşermesi ve rahib Nastura’nın yeminle Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu
müjdelemesi, Busra Pazarı’nda Yahudi ile pazarlık esnasında Meysere’nin Peygamberlik vasıflarını teş-
his etmesi halleri meydana geldi. Seferden dönüşte Hz. Hadîce’ye Hz. Muhammed’in bu hallerini akrabası Zübeyr ve kölesi Meysere bir bir anlattılar. Hz. Hadîce, anlatılanlar, mallarını satmak üzere teslim
ettiği Hz. Muhammed’in bereketiyle iyi kâr etmesi ve bunlardan ziyade kervanı karşıladığı sırada Hz.
Muhammed’i gölgeleyen iki meleği bizzat görmesinden çok etkilendi. Daha önce gördüğü bir rüyası da
gökten inen ayın, koynuna girip koltuğundan çıkarak bütün âlemi aydınlatması idi. Hz. Hadîce, bu halleri, putlara tapmayıp, Hıristiyan olan, Tevrat ve İncil’i okumasını bilen, bölgenin iyi tanınmış şâir ve bilginlerinden amcasıoğlu Varaka bin Nevfel’e anlattı. Varaka bin Nevfel rüyayı “Âhir zaman peygamberi vü-
cûda gelmiştir. Sen O’nun hanımı olursun. Senin zamanında O’na vahiy gelir. O’nun dîni bütün âlemi
doldurur. Sen O’na en önce îmân eden olursun. O peygamber Kureyş kabilesinin Haşimoğulları kolundan olacak...” diye tâbir edip, hallerini de hayretle şöyle anlattı: “Bu söylediklerinden anlaşılıyor ki, şüphesiz Muhammed bu ümmetin peygamberi olacak. Ben, zaten bu ümmetten bir peygamber çıkacağını
biliyor ve O’nu bekliyordum. Bu zaman O’nun tam zamanıdır.” deyince Hz. Hadîce’nin sevgi ve itimadı
daha da arttı. Bu esnada kırk yaşında olup, dul idi. Hz. Muhammed ise yirmibeş yaşında idi. İki taraftan
elçiler Hz. Muhammed ile Hz. Hadîce’nin evlenmesini kararlaştırdılar. Nikâh meclisi Hz. Hadîce’nin evinde kuruldu. Ebû Talib ve Varaka bin Nevfel tarafından takdim konuşmaları yapıldı. Nikâhı Varaka bin
Nevfel kıydı. Kureyş kabilesinin ileri gelenleri de nikâh şahidi olarak bulundular, Hz. Hadîce’nin Peygamber efendimizle olan bu evliliğinden dört kızı ve iki oğlu olmak üzere altı çocuğu oldu. Kızlarının adları Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, erkekleri ise, Kâsım ve Abdullah’tı. Kâsım’dan dolayı
Resûlullah’a (Ebül-Kâsım) denildi. Nübüvvetden önce Mekke’de dünyâya geldi! Onyedi aylık iken vefât
etti, Hadîce-tül-Kübra’dan (r.anhâ) olan son çocuk Abdullah’tır. Nübüvvetten sonra doğup memede iken
vefât etti. Tayyib ve Tahir de denilir. Abdullah vefât edince, Âs bin Vâil (Muhammed ebter oldu) yani
soyu kesildi dedi. Kevser süresi gelerek, Âs kâfirine Allahü teâlâ cevab verdi.
Hz. Muhammede (s.a.v.) Cebrâil (a.s.) ilk vahyi getirip, Peygamber olduğunu bildirince, bunu ilk
Hz. Hadîce’ye söyledi. Hz. Hadîce; “Biliyorum ki, sen doğru sözlüsün. Emânete riâyet edersin.. Güzel
huylu ve iyi ahlâklısın... Senin bu ümmetin peygamberi olacağını umarım” dedi. Mûhammed’in (s.a.v.)
bildirdiklerine hiç tereddüt etmeden hemen îmân ederek inanan ilk hür kadın oldu. Kâfirlerin inatlıkları,
alay ve eziyetlerine karşı, Resûlullah’a gayret ve teselli verirdi. Bütün malını, mülkünü O’nun uğruna
fedâ etti. Resûllullah’a (s.a.v.) yirmidört sene hiç incitmeden sadâkatle hizmet etti. O’nu bir kerre bile
üzmedi. Hz. Hadîce altmışbeş yaşında Hicret’ten üç sene önce (m. 619) Ramazan ayı başında Mekke’de vefât eti. Hacun mezarlığında defn edildi. Muhammed (s.a.v.) Hz. Hadîce’nin vefâtına çok üzüldü.
Bundan dolayı bu seneye üzüntü, keder yılı mânâsında “Senet-ül-Hüzn” denildi. - 119 -
Siyer, târih, menkıbe ve çeşitli kitaplar Hz. Hadîce hakkında çok ve pek kıymetli bilgiler verir. Hz.
Hadîce, Peygamber efendimize, evlâdına, müslümanlara ve insanlara çok şefkatliydi. Ev işlerini iyi bilip,
mükemmel iş görürdü. Peygamberimiz (s.a.v.) bu hususta O’nun için “Hem çocuk annesi hem de ev
işi tanzim eden hatun” buyurdu. Peygamberimize (s.a.v.) karşı çok hürmetkâr idi. Ne buyurursa itiraz
etmeden kabul ederdi Bu her zaman böyle oldu. Resûlullah da (s.a.v.) onu her zaman medh ederdi.
Hatta bir gün yine O’nu medh ederken, Hz. Âişe dayanamayıp, “Cenâb-ı Hak size daha iyisini verdi”
dedi. Resûlullah (s.a.v.) “Hayır, ondan iyisi verilmedi. Herkes bana yalancı dediği günlerde, o bana
inandı. Herkes bana eziyet verirken, O bana yâr oldu. Üzüntülerimi giderdi.” buyurdu. Hz. Hadîce
hayattayken, Peygamberimiz başka bir kadınla evlenmedi. O’nun akrabalarını gördüğü zaman hemen
ayağa kalkar, onları karşılar ve yanlarına oturturdu. Eline mal geçtiğinde, onları unutmaz, hemen hediye
göndererek, unutmadığını hatırladığını belirtirdi. Peygamberimiz yine onun ve diğer üstün hatunlar hakkında buyurdu: “Dört hatunun fazîletleri bütün dünyâ hatunlarının fazîletlerinden üstündür. Meryem binti İmrân, Firavn’ın îmân etmiş hanımı Asiye, Hatice binti Hüveylid ve Fâtıma binti Muhammed.” Peygamberimize vahiy gelmesinden sonra idi. Müşrik Araplar, Resûlullah’a (s.a.v.) pek
düşmandılar. Hz. Hadîce Resûlullah’ı (s.a.v.) devamlı koruyup, aramaktaydı. Peygamberimiz dışarıdayken, onu aramak için çıkmıştı. Hz. Cebrâil (a.s.) bir insan kıyafetinde Hz. Hadîce’ye göründü. Hz. Hadîce
O’na Peygamberimizi sormak istediyse de, düşmanlardan olma ihtimâlini hesaba katarak sormayıp, geri
eve döndü. Peygamberimizi evde görünce, hâdiseyi O’na anlattı. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki:
“Senin gördüğün ve beni sormak istediğin o zâtın kim olduğunu biliyor musun? O, Cebrâil
“Aleyhisselâm” idi. O’nun selâmını sana bildirmemi söyledi. Şunu da sana bildirmemi söyledi ki,
Cennette senin için incilerden yapılmış bir bina hazırlanmıştır. Tabii orada böyle üzüntülü, sıkıntı-
lı ve zahmetli, külfetli şeyler bulunmayacaktır.”
 1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-8, sh-14, 52
 2) El-Îsâbe cild-4, sh-281
 3) El-İstiâb cild-4, sh-279
 4) Mevâhib-i ledünniyye cild-1, sh-36, 214
 5) Eshâb-ı Kirâm sh-229
 6) El-A’lâm cild-2, sh-302
 7) Ed-Dürr-ül-mensûr sh-180
 8) Târîh-ül-hamîs cild-1, sh-301
 9) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1008
HZ. FATlMA-TÜZ ZEHRA:
Resûlullah’ın (s.a.v.) Hz. Hadîce-tül Kübrâ’dan olan dört kızından en çok sevdiği. Hicretten 13 yıl
evvel Mekke’de doğdu. Hicretin ikinci yılında Hz. Ali ile evlendirildi. O zaman Hz. Ali yirmibeş, Hz.
Fâtıma da onbeş yaşına gelmiş idi. Resûlullah’ın (s.a.v.), soyu yalnız Hz. Fâtıma’dan olan Hz. Hasan ve
Hüseyin’le devam etti. Hz. Fâtıma’nın Hasan, Hüseyin, Muhsin isminde üç oğlu ile iki kızı oldu. Muhsin
küçük yaşta vefât etti.
Hz. Alî, Hz. Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’e (r.a.) (Ehl-i Beyt, veya (Âl-i Aba) denir. Hz. Meryem’den
sonra, bütün kadınların en üstünüdür. Aklı, zekâsı, hüsnü cemâli (güzelliği) zühdü (dünyâya düşkün olmaması), takvası (haramlardan kaçınması) ve güzel ahlâkı ile bütün insanlara çok güzel bir örnektir.
Yüzü pek beyaz ve parlak olduğundan (Zehra) denildi. Zühd ve dünyâdan kesilmekte en ileri olduğu
içindir ki; (Betül), Çok temiz demişlerdir. Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ile medh olundu. Resûlullah’ın
(s.a.v.) vefâtından sonra güldüğü hiç görülmemiştir. Peygamberimizden sonra altı ay daha yaşayıp
onbirinci yılda Ramazan-ı Şerîf’in 3. günü vefât etti.
Hz. Fâtıma, Resûl-i ekreme (s.a.v.) Peygamberliği bildirildiği sene dünyâya teşrif etmişlerdir. En
küçük kızları idi. Annesi Hz. Hadîce Resûlullah’ın (s.a.v.) ilk zevcesidir (hanımıdır). Hz. Hadîce çok zengin ve âlim, akıllı idi. Bütün malını Resûlullah’a bağışladı. Yirmidört sene çok iyi hizmet etti. Hicretten üç
yıl önce, altmışbeş yaşında Mekke’de vefât eti. İlk imâna gelen hür kadındır.
Hz. Fâtıma annesi vefât ettiği zaman 10 yaşlarında idi. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de, Ehl-i Beyt’e
buyuruyor ki “Allahü teâlâ sizlerden ricsi ya’ni her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir
taharet ile temizlemek irâde ediyor.” Eshâb-ı kirâm sordular. Yâ Resûlallah! Ehl-i Beyt kimlerdir? O
esnada, İmâm-ı Ali geldi. Mübârek paltosu altına aldılar. Fâtıma-tüz-Zehra da geldi. Onu da yanına aldı-
lar, İmâm-ı Hasan geldi Onu da bir yanına, İmâm-ı Hüseyin geldi. Onu da öbür tarafına alarak “İşte
bunlar, benim Ehl-i Beyt’imdir.” buyurdular. Bu mübârek insanlara Âl-i Âba ve Âl-i Resûl denir.
İmâm-ı Hasen ve İmâm-ı Hüseyin (r.a.) küçük iken hastalanmışlardır. Pederleri ve valideleri
Fâtıma-tüz-Zehra ve hizmetçileri Fıdda, çocuklar iyi olunca üçü de hasta iken adadıkları orucu tuttular.
Birinci gün, iftar için hazırladıkları yemeği, o esnada kapılarına gelen yetimlere vererek yemek yemeden
ikinci günün orucuna başladılar. O akşamın iftarlığını da, yine o saatde kapıya gelip (Allah için bir şey - 120 -
verin!) diyen fakîr ve miskînlere verdiler. O gece de yemek yemeden, üçüncü günün orucuna başladılar.
O akşam dahi, kapılarına gelen fakîri boş çevirmemek için, iftarlıklarını ona verdiler. Bunun üzerine âyeti kerîme geldi ve Allahü teâlâ buyurdu ki; “Bunlar, adaklarını yerine getirdiler. Uzun ve sürekli olan
kıyâmet gününden korktukları için, çok sevdikleri ve canlarının istediği yemekleri miskîn, yetim
ve esirlere verdiler. Biz bunları, Allahü teâlânın rızâsı için yedirdik. Sizden karşılık olarak bir te-
şekkür, birşey beklemedik, bir şey istemeyiz dediler. Bunun için Cenâb-ı Hak, onlara şerâb-ı
tahûr içirdi.”
Ehl-i beyti nebeviyi sevmek, âhirete imân ile gitmeğe, son nefeste selâmete kavuşmağa sebep olur. Server-i âlem (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki: “Ehl-i beytim, Nuh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Onlara tâbi olan, selâmet bulur. Geri kalan helâk olur.”
Bir hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki: “Kızım Fâtımayı, Ali’ye vermeği Rabbim bana emr eyledi.
Allahü teâlâ, her Peygamberin sülâlesini kendinden, benim sülâlemi ise, Ali (r.a.) den halk buyurmuştur.”
Abdullah İbni Mes’ûd (r.a.) der ki: Resûlullahın (s.a.v.) Kureyşe bedduâ ettiğini asla işitmedim.
Yalnız bir gün Kâ’be-i şerîf yanında namaz kılıyordu. Ebû Cehil, kendi adamlarıyla bir yerde oturuyorlardı. O sırada bir kimse gelip ölmüş bir deve işkembesini oraya bıraktı. Ebû Cehil, (Bu kan ile bulaşmış
işkembeyi, kim götürüp, Muhammed (s.a.v.) secdeye inince arkasına koyar) dedi. Onların içinde en ziyâde bedbaht Ukbe bin Ebî Muit, bu çirkin işe girişip, onu Hâce-i âlem secdede iken üstüne koydu.
Resûlullah (s.a.v.) secdeden kalkmadı. O bedbahtlar gülüştüler. O kadar ki, gülmekten birbirlerinin üzerine düştüler. İbni Mes’ûd (r.a.) der ki; Ben uzaktan bakardım. Müşriklerin korkusundan yanına varamadım. Nihayet bir kimse Hz. Fâtıma’ya haber verdi. Fâtıma (r.anhâ) gelip onu Resûl-i ekremin üzerinden
kaldırdı. Peygamberimiz (s.a.v.) namazdan kalkınca üç kare “Yâ Rabbi! Kureyşi sana havale ediyorum” buyurdu. Bir rivâyette isimlerini söyleyip “Yâ Rabbi! Sana bırakıyorum” buyurdu.
İbni Mes’ûd (r.a.) der ki: Allah hakkı için onları Bedir günü gördüm, hepsini katl edip, ayaklarından
sürüyerek Bedir kuyusuna bıraktılar. Umeyye ve Amr’ı ise parça parça ettiler. Ammar ve Velîd’i çok feci
şekilde öldürüp Cehenneme gönderdiler.
Hicretleri: Resûlullah (s.a.v.), Medine-i Münevvere’ye, Allahü teâlânın emriyle hicret ettikten sonra, hanımı Sevde, kızları Ümmü Gülsüm ve Hz. Fâtımayı getirmeleri için, Zeyd bir Hârise ile Ebû Râfî’i
Mekke’ye gönderdi. Onlara 500 dirhem gümüş ile iki deve verdi. Zeyd ile Ebû Râfi Mekke’ye gittiler.
Hazret-i Resûlullahın kızları Ümmü Gülsüm, Fâtıma-tüz-Zehra, Sevde (r.anha) Zeyd’in (r.a.) zevcesi
Ümmü Eymen’i ve oğlu Üsâme’yi (r.a.) alıp beraber Medine’ye geldiler.
Nikâhlanmaları: Fâtıma-üz-Zehra’nın (r.anhâ) küçük yaşta iken, annesi Hadîce-tül-Kübra (r.anha)
vefât ettiği için, Resûlullah (s.a.v.) bulûğ yaşına kadar yanından ayırmadı. Onu en iyi şekilde yetiştirip
terbiye etti. Birgün Hz. Fâtıma bir hizmet için Resûl-i ekremin (s.a.v.) huzuruna girmişti. Resûlullahın
(s.a.v.) mübârek nazarları kerîmelerine ilişti. Evlenme çağına eriştiğini müşahede ettiler. Nikahları hicretin ikinci senesinde vâki oldu. Ümmü Seleme ve Selmân (r.a.)’dan rivâyet olunmuştur ki: Hz. Fâtıma
bulûğ çağına erdikte Kureyşten çok kimseler istedi. Resûl aleyhisselâm kimsenin sözüne iltifat etmeyip
“Onun işi, Hak teâlânın buyruğuna bağlıdır” buyurdu.
Birgün Ebû Bekir, Ömer ve Sa’d İbni Muaz (r.a.) mescidde oturup dediler ki: (Hazret-i Fâtımayı,
Hz. Ali’den gayri herkes istediler. Kimseye iltifat olunmadı) Hazret-i Sıddîk dedi ki: (Zannederim ki; İ-
mâm-ı Ali’ye nasip olur. Talep etmediği küçük olduğundandır. Gelin varalım, İmâm-ı Ali’yi ziyâret edelim.
Bu meseleyi açalım. Eğer fakîrliği özür ederse, ona yardım edelim.) Sa’d (r.a.) (Yâ Ebû Bekir, sen hep
hayır yaparsın. Sen kalk, biz sana arkadaş olalım) dedi. Üçü mescidden çıkıp, İmâm-ı Ali’nin evine gittiler. İmâm-ı Ali (r.a.) devesini alıp hurmalığa gitmiş, ensârdan bir kimsenin hurmalığına su verir idi. Onları
gördü. Karşılayıp hallerini suâl etti. Ebû Bekir (r.a.) Yâ Ali! her hayırlı işte sen öndersin ve Resûl-i ekrem
(s.a.v.) katında bir mertebedesin ki, hiç kimseye nasîb olmamıştır. Fâtımayı (r.anha) herkes talep etti.
Hiç kimseye iltifat olunmadı, öyle zannediyoruz ki, sana nasîb olur. Niçin talep etmezsin?
Hz. Ali (r.a.) bunu işitince, mübârek gözleri yaşla doldu. (Yâ Ebâ Bekir ateşimi ziyâde ettin. Lâkin
elimin darlığı buna mânidir) dedi. Ebû Bekir (r.a.) (Böyle söyleme. Allahü teâlâ ve Resûlünün yanında
dünyâ bir şey değildir. Buna fakîrlik mâni olamaz. Var talep eyle dedi. İmâm-ı Ali (r.a.) devesini çözdü,
hanesine geldi Peygamberimiz (s.a.v.) Ümmü Seleme’nin (r.anha) evinde idi. Nalınını giyip, gelip kapıyı
çaldı. Ümmü Seleme’ye (r.anha) Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kapıyı aç, gelen o kimsedir ki, Allahı
ve Resûlünü (s.a.v.) sever. Onlar da onu severler.” Ümmü Seleme (r.anha) Yâ Resûlallah (s.a.v.)
kimdir ki hakkında böyle şehâdet edersin? Resûlullah (s.a.v.) “Kardeşim ve amcamoğlu Ali’dir” buyurdu. (Süratle kapıya gittim. Az kaldı, yüzüm üzere düşecektim. Kapıyı açtım. Ben hareme girmeyince
içeri girmedi. Sonra girip: - 121 -
“Esselamû aleyke yâ Resûlallah ve berekâtüh” dedi. Resûlullah (s.a.v.) “Ve aleykesselâm ve
rahmetullahi ve berekâtüh” diye cevap buyurdu, yanında yer gösterdi. İmâm-ı Ali mahcup vaziyette
başını aşağı eğip oturdu. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Yâ Ali! Öyle zannederim ki bir muradın var. Lâkin söylemeğe hicab edersin. Hicâb etme.
Her ne dilersen söyle. Maksûdun hasıl olur” İmâm-ı Ali (r.a.) “Yâ Resûlallah! anam ve babam sana
fedâ olsun. Hazretine mâlumdur ki, babam Ebû Tâlib ve anam Fâtıma binti Esed beni senin hizmetine
verip, sana teslim eyledi. Senin hizmetinle, şeref bulduk. Beni zahiren ve bâtınen terbiye ettin. Hazretinden gördüğüm ihsanı, babamdan ve anamdan görmedim. Senin bereketinle, âba ve ecdadımın tuttukları
bâtıl yoldan halasla sırat-ı müstakim üzere olmama sebep oldun. Benim hayatımın sermayesi sensin.
Şimdi ricam odur ki, hiç bir munisim ve dert ortağım yoktur. Bir müddetten beri hatırımdadır ki, küstahlı-
ğa cüret edip, Fâtıma’yı (r.anha) talep edeyim.”
Ümmü Seleme (r.anha) der ki: “Resûlullah’a (s.a.v.) baktım. Îmâm-ı Ali (r.a.) böyle deyince tebessüm etti ve buyurdu ki: “Hiç evlenmeğe lâzım olan nesnen var mıdır?”
İmâm-ı Ali (r.a.): “Yâ Resûlallah! Benim halimi senden gayri kimse bilmez. Bir kılıcım, bir de devem vardır. Gayri nesnem yoktur. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kılıcın gazaya lâzımdır. Deven bineğindir. Seninle cübbeye anlaşalım ve sana müjdeler olsun. Hak teâlâ semâvâtta, senin ile
Fâtıma arasında akd-i nikâh etti. Senden önce melek gelip, bana bu hâli haber verdi.” Peygamberimizin mübârek kalblerine “Eğer “Fâtıma’nın annesi hayatta olsa idi, şimdi çeyizini hazırlamış idi. Kızı
Fâtıma hazretlerine muhabbeti fazla idi. Çünkü zahide idi. (Ya’ni dünyâya düşkün değildi.) Ayrıca, annesi Hadîce-tül-Kübrâ’ya çok benzerdi, düşüncesi geldi. Derhal Cebrâil aleyhisselâm gelerek Hak teâlânın:
“Habîbime selâmımı söyle, hiç merak etmesin. Kerîmesi Fâtıma’nın bütün ihtiyaçlarını, elbiselerini Cennetten temin edip, yakında mü’min ve sâdık bir kuluma vereceğim” buyurduğunu haber verdi. Resûlullah (s.a.v.) bu sözleri duyunca şükür secdesi etti. Cebrâil aleyhisselâm Hak teâlânın huzuruna
varıp, tekrar geri döndü. Elinde bohça ile örtülmüş bir altın sini ve yanında bin Kerûbiyûn meleği vardı.
Arkasında Mikâil aleyhisselâm elinde üzeri bohça ile örtülü bir altın tepsi ve ta’zîm için bin Kerûbiyûn
meleği ile geldi. Hemen akabinde ta’zîm için bin Kerûbiyûn meleği ile bohça ile örtülü altın tepsi ile İsrâfil
aleyhisselâm geldi. Onun da arkasından aynı şekilde Azrâil aleyhisselâm geldi. Sinileri Server-i âlemin
(s.a.v.) huzuruna koydular. Resûl-i ekrem (s.a.v.) bunları gördü. “Ey kardeşim Cebrâil! Hak teâlânın
emri nedir, bu siniler nedir?” diye sordu. Cebrâil aleyhisselâm: “Yâ Resûlallah (s.a.v.) Hak teâlâ sana
selâm etti. “Ben Habîbimin kızı Fâtımayı, Ali’ye verdim. Arş-ı A’zamda nikâh ettim. Habîbim de
Eshâbı arasında nikâh etsin. Sinilerin birinde, Cennet elbiseleri vardır. Fâtımaya giydirsin. Diğer
sinilerde, Cennet yemekleri vardır. Onlar ile de Eshâbına ziyafet versin.” buyurduğunu haber verdi”
Resûlullah (s.a.v.) bu müjdeyi işitince yine şükür secdesi etti. “Ey kardeşim Cebrâil! Nikâhın nasıl yapıldığını merak ediyorum. Bana aynen anlat” buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm anlatmaya başladı:
“Hak teâlâ emir buyurdu. Cennet kapıları açıldı, çeşitli zinetlerle süslendi. Cehennem kapıları kapandı.
Yedi kat yerde ve gökte olan bütün melekler, Arş-ı A’zamın gölgesinde, Tuba ağacının gölgesinde toplandılar. Bunlar olduktan sonra, Hak teâlâ yine emir buyurdu. Anlatılamıyan güzellikte esen tatlı bir rüzgârın, Cennet ağaçlarının yapraklarını bir birine dokundurarak çıkardığı ses, dinliyenlerin aklını durdurdu. Cennet kuşları da nağmeye başladılar. Bunlardan sonra Hâk teâlâ cemâlini arz buyurdu. Bana: “Yâ
Cebrâil! Sen Arslanım Ali’nin vekili, ol. Ben de Fâtıma’nın vekili olayım. Ey melekler! Siz de şâhid
olun. Fâtıma’yı, Ali’ye zevceliğe verdim. Yâ Cebrâil sen de vekâletin hasebiyle kabul et” buyurdu.
Orada nikâh oldu. Yâ Resûlallah! (s.a.v.) Sana da Eshâbını toplayıp nikâh yapman emir buyuruldu.”
dedi. Resûlullah (s.a.v.) bunu duyunca bir daha şükür secdesi etti. Eshâb-ı kirâmın toplanmasını emir
buyurdu. Cebrâil aleyhisselâma:
“Kızım benim hatırımı kırmaz. Bu Cennet elbiselerini dünyâda giymeğe değmez. Bunları
tekrar Cennete geri götür.” buyurdu. Eshâb-ı kirâm toplanmış kimlerin vekil olacağını merak ediyorlardı. Bir duraklama olmuştu. Derhal Cebrâil aleyhisselâm geldi “Yâ Resûlallah (s.a.v.) Hak teâlâ sana
selâm ediyor. Hazret-i Ali’nin (r.a.) yerine hiç kimsenin vekil olmamasını, nikâhda bizzat kendisinin bulunmasını emir buyurdu.” dedi. Dörtyüz akça mehr ile nikâh yapıldı. Müjdeciler, Hazret-i
Fâtıma’ya (r.anha) müjde götürdüler. Fâtıma-tüz-Zehra (r.anhâ) râzı olmadı. Hemen Cebrâil
aleyhisselâm geldi. “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ buyuruyor ki, Fâtıma dörtyüz akçeye râzı olmuyorsa,
dörtbin akçe olsun.” Hazret-i Fâtıma bunu kabul etmedi. Yine râzı olmadı. Cebrâil aleyhisselâm tekrar
geldi. “Dörtbin altın” emir olunduğunu haber verdi.
Fâtıma-tüz-Zehra (r.anhâ) dörtbin altına da râzı olmadı. Cebrâil aleyhisselâm bir daha nâzil oldu.
Yâ Resûlallah! Hak teâlâ bu sefer senin bizzat gidip Fâtıma’nın maksadının ne olduğunu öğrenmeni
emir buyurdu.” dedi. Resûl-i ekrem (s.a.v.) temiz kerîmesinin yanına vardı, maksadını sordu. Hazret-i
Fâtıma “Babacığım, kıyâmet günü sen, mü’minlerin günahkârlarından ne kadar kimseye şefâat edersen,
ben de onların hanımlarına şefâat etmek istiyorum. Muradım budur.” dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) kızının - 122 -
isteğini Cebrâil aleyhisselâma söyledi. Cebrâil aleyhisselâm Hak teâlânın huzuruna çıkıp geldi. Hak
teâlânın, Hz. Fâtıma’nın arzusunu kabul ettiğini, onun da hesap günü şefâat edeceğini bildirdiğini söyledi. Resûl-i ekrem, (s.a.v.) Hz. Fâtıma’ya arzusunun kabul edilliğini, ahırette şefâat edeceğini müjdeledi.
Fâtıma-tüz-Zehra (r.anhâ): “Yâ Resûlallah! Senin âhirette şefâat edeceğine Kur’ân-ı kerîmin âyet-i kerî-
meleri delildir. Benim şefâat edeceğimin delili nerede?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v.) “Ey Ciğerparem!
Cenâb-ı Hakka murâdını arz edeyim. Ne ferman buyurursa, sana söylerim” buyurdu. Dışarı çıkıp
Cebrâil aleyhisselâma Fâtıma (r.anhâ)’nın âhirette günahkâr kadınlara şefâat edeceğine senet istediğini
bildirdi” Cebrâil aleyhisselâm Hak teâlânın huzuruna varıp, hemen geri döndü. Elinde bir beyaz ipek
vardı. “Kıyâmet günü günahkâr mü’min kadınlara Fâtıma kulumu şefâatçi, tayin ettim. Bu hüccet
elinde bâki kalsın” yazılı idi. Resûlullah (s.a.v.) o kâğıdı yine ipeğe sarıp, Fâtıma’ya (r.anhâ) getirdi.
Fâtıma (r.anhâ) bu senedi görünce, nikâha râzı oldu. O senedi çok iyi sakladı. Nikahtan sonra,
Resûlullah (s.a.v.) belîğ bir hutbe okudu. Hz. Fâtıma bu senedi vefâtına kadar sakladı. Vasiyet etti ki;
onu benden ayırmayıp, kabrime koyun. Kıyâmette bu yazıyı hüccet edip şefâat edeyim.
Hz. Ali, Resûl aleyhisselâmın huzurundan gayet sürûr ile çıkıp mescide vardı. Ebû Bekir ve Ömer
(r.anhüm) Ne haber getirdin? diye suâl ettiler. Buyurdu ki, Peygamber aleyhisselâm ricamı kabul etti.
Onlar da meclise gittiler. Buyuruyorlar ki, Allah hakkı için, biz henüz mescide varamadan, Resûlullah
(s.a.v.) arkamızdan yetişti. Mübârek cemâli güneş gibi parlıyordu. Ayın ondördüne benzer idi. Bilâl’e
(r.a.) hitab edip, Muhâcirîn ve Ensârı cem etmesini toplamasını emretti. Cümlesi mescidi şerîfte toplandılar. Peygamberimiz (s.a.v.) minbere çıktı. Hamd ve sena eyledikten sonra, Muhâcirîn ve Ensâra hitaben buyurdu ki: “Ey müslümanlar, biliniz ki, kardeşim Cebrâil (aleyhisselâm) gelip haber verdi, Hak
teâlâ, melâikeyi Beyt-i mamura cem’ edip buyurdu ki: “Fâtıma binti Muhammed’i Kulum Ali İbni
Ebî Talib’e verdim ve akd ettim.” Bana da emretmiş ki, Eshâbın arasında bu akd-i tecdîd edip şahitler
huzurunda akd-i nikâh edeyim. “Sonra İmâm-ı Ali’ye dönüp: “Yâ Ali! Kalk, Kaide-i hutbeyi yerine getir.” buyurdu. Ali (r.a.) kalkıp, Peygamber (s.a.v.)’in önüne geldi. Hak teâlâya hamd ve sena eyledi.
Habîb-i Rabb-il-âlemine salevât getirdi. Sonra Habîbullaha işaretle dedi ki: “Resûlullah (s.a.v.) kızı
Fâtıma’yı bana tezvîc etti. Onun mehri benim cübbemdir. Ben buna râzı oldum. Sizler de bu akde şâhid
olun.”
Eshâb-ı kirâm buyurdular ki: “Yâ Resûlallah! Bu şekilde tezvic buyurdunuz mu? Biz şâhid olalım
mı?
Peygamberimiz (s.a.v.) “Evet şahit olun” buyurdu.
Etraftan Allahü teâlâ mübârek etsin dediler. Sonra Resûlullah (s.a.v.) odasına geldi Ali’ye (r.a.)
“Şimdi var, cübbeni sat, parasını bana getir” buyurdu. Dediler ki, Hz. Ali (r.a.) o cübbeyi
dörtyüzseksen dirheme sattı. Osman (r.a.) cübbeyi aldı ve dedi ki, “Yâ Ali! Bu cübbe benim oldu mu?”
Hz. Ali “Evet” dedi. Hz. Osman, “Bu cübbeye sen benden daha lâyıksın. Sana bunu hediye ettim. Lütfen
kabul eyle” dedi. Hz. Ali kabul edip, cübbeyi ve parasını alıp, Hazret-i Peygamebere getirdi. Durumu
anlattı. Peygamberimiz (s.a.v.) sevinip Hz. Osman’a hayır duâ eyledi. Paradan bir miktar alıp, Ebû Bekir’e verdi. “Fâtıma’nın cehizi için sarf edersin.” buyurdu. Selmân ile Bilâl’i (r.anhüm) beraber gönderdi “Taşınacak şey olursa siz taşıyın” buyurdu.
Ebû Bekir (r.a.) der ki: Dışarı çıktım. Parayı saydım. Üçyüzaltmış dirhem geldi. Fâtıma’nın (r.anhâ)
cehizini o para ile gördüm. İçi yün dolu bir döşek aldım. İçi hurma lifiyle dolu bir yastık, topraktan birkaç
kap kacak aldım. Resûl aleyhisselâma getirdim. Görünce mübârek gözlerinden yaşlar aktı ve “Yâ
Rabbi! En iyi kabları toprak çanak olan bu kullarına bereket ver” diye duâ eylediler. Geri kalan dirhemleri Ümmü Seleme (r.anhâ)’ya teslim ettim. Ümmü Seleme de hoş koku aldı. Hazret-i İmâm-ı Ali
buyurdu ki, “Bunun üzerinden bir ay geçti. Bu hususta mecliste hiç konuşulmadı. Ben de hicabımdan
(utandığımdan) ağzımı açamadım. Amma bazen beni tenhâda görüp buyururlardı ki; “Senin hâtûnun
ne iyi hatundur. Sana müjdeler olsun ki, O, âlemdeki hâtunların seyyidesidir.” Bir aydan sonra
İmâm-ı Ali (r.a.)’ın kardeşi Ukayl (r.a.) dedi ki: “Yâ Ali! Bu akd-i izdivâc ile mesrûr olduk. Lâkin muradım
odur ki, bu iki mes’ûd birbirine, yakın olalar.” İmâm-ı Ali (r.a.) “Benim de muradım odur, lâkin hicâb ederim.” Ukayl (r.a.) İmâm-ı Ali’nin (r.a.) elini tutup, Peygamberimizin (s.a.v.) hanesine geldiler. Hücre kapı-
sında Resûlullahın (s.a.v.) cariyesi Ümmü Eymen (r.anhâ) rast geldiler. Ahvâli ona söylediler. Ümmü
Eymen dedi ki: “Bu husus için sizin gelmeniz lâzım değildir. Biz ezvac-ı tahirat ile ittifak edip, size haber
veririz. Zira bu hususta hâtûnların kelâmı (sözü) dinlenir. Ümmü Eymen (r.anhâ) bu hâli Ümmü Seleme’ye (r.anhâ) söyledi. Diğer ezvâc-ı tahirat Hazret-i Aişe’nin hanesine geldiler. Ümmü Seleme (r.anhâ)
söze başlayıp, Hadîce’yi (r.anhâ) zikr etti. “Eğer o hayatta olsaydı, bize bir endişe olmaz idi” dedi.
Resûlullah (s.a.v.) ağladı ve buyurdu ki: “Hadîce gibi hâtûn hani? Halk beni tekzip ettikte, tasdîk etti
ve bütün malını benim yoluma sarf etti. Dîn-i İslâma çok yardım etti. Hayatında Hak teâlâ bana
emretti ki, Hadîce’ye müjde ver ki: Cennette Onun için zümrütten bir köşk yapılmıştır.”- 123 -
Ümmü Seleme (r.anhâ) “Yâ Resûlallah! Hadîce’den zikr buyurdun. Hak teâlâ yerini Cennet eyledi.
Şimdi amcan oğlu Ali (r.a.) murâd eder ki, onu zevcesi ile bir araya getiresin. O iki cevheri birbirine kavuşturasın.” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Ey Ümmü Seleme! Ali bana bu sözü izhâr etmedi.” Ümmü Seleme (r.anhâ) “Yâ Resûlallah (s.a.v.) O gayet mahcubdur, O cihetten izhâr etmez.”
dedi. Resûlullah (s.a.v.) Ümmü Eymen’e Hz. Ali’yi da’vet etmesini emretti. İmâm-ı Ali (r.a.) geldi mecliste
olan hâtûnlar kalkıp gittiler. Hz. Ali başını önüne eğip oturdu. Resûlullah (s.a.v.): “Zevceni ister misin
ya Ali?” buyurdu.
Ali (r.a.): “Evet yâ Resûlallah! Anam ve babam sana fedâ olsun” dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) emir
buyurdu. Fâtıma (r.anhâ)’nın cehizini tamam ettiler. Hz. Ali’ye bir miktar para verip hurma ve yağ almasını söyledi. Hz. Ali “beş dirhemle hurma dört dirhemle yağ aldım. Resûlullahın huzuruna getirdim. Mü-
bârek elini yeninden çıkardı. Deriden bir sofra istedi. Hurma, yağ ve yoğurdu karıştırıp bir çeşit yemek
yaptı ve “Yâ Ali! var, kimi bulursan getir” dedi. İmâm-ı Ali dışarı çıktı, çok insanlar gördü. Hepsini davet etti ve içeri girip, “Yâ Resûlallah! Halk çoktur” dedi.
Resûlullah (s.a.v.): “Onları onar onar içeri getir, taam (yemek) yesinler” dedi. Öyle yaptı.
Hesab ettiler, erkek ve kadından yediyüz kimse yemek yemişler ve doymuşlar idi. Fâtıma (r.anha)’nın
velimesi tamam olup, Resûlullah (s.a.v.) bir eliyle İmâm-ı Ali’yi ve bir eliyle Fâtıma’yı (r.anhâ) alıp evlerine götürdü. Fâtıma’yı (r.anhâ) bağrına bastı. Alnından öptü.
Hazret-i Ali’ye teslim etti ve “Zevcen iyi zevcedir” buyurdu. Hazret-i Fâtıma’ya da “Erin iyi erdir”
dedi. Her ikisini Hak teâlâya ısmarladı. Sonra mübârek eliyle kapının iki kanadını tutup, bereket ile duâ
eyledi ve çıkıp gitti.
Hazret-i Ali buyurdu ki: “Resûlullahın (s.a.v.) hanemize teşrif buyurduğu gün, gerdekten dört gün
geçmiş idi. Bizimle sohbet eyledi.” Sonra bana dedi ki: “Yâ Ali! Su getir.” “Kalktım su getirdim.” Bir â-
yet-i kerîme okudu ve “Bu sudan biraz iç. Bir miktar kalsın” dedi. “Öyle yaptım. Kalan suyu başıma
ve göğsüme serpti.” Tekrar “Su getir” buyurdu. Yine su getirdim. Bana yaptığı gibi, Fâtıma’ya (r.anhâ)
da yaptı. Sonra beni dışarı gönderdi. Fâtıma’ya benden suâl eyledi. Fâtıma (r.anhâ) dedi ki, Babacığım,
bütün kemal sıfatlar kendisinde mevcuttur. Lâkin, bazı Kureyş hâtûnları bana “Senin erin fakîrdir” diyorlar. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ey kızım! Senin baban ve helâlin fakîr değildir. Bütün yer ve
gök hazine ve definelerini bana arz ettiler. Kabul etmedim. Allahü teâlânın katında makbul olanı
kabul ettim. Ey kızcağızım. Eğer benim bildiğimi, sen bilseydin, dünyâ senin nazarında hor ve
aşağı olurdu. Allahü teâlânın hakkı için erin sahabenin evvelidir. İslâm’da büyüğüdür. İlmde en
derinidir. Ey kızım! Allahü teâlâ Ehl-i beytten iki kimse ihtiyar etti. Biri baban ve biri helâlindir.
Zinhar ona isyan eyleme ve emrine muhalefet etme.”
Resûlullah (s.a.v.) kızına nasîhat ettikten sonra Ali’yi (r.a.) davet etti. Ona da Fâtıma’yı (r.anhâ)
ısmarladı. “Yâ Ali! Fâtıma’nın hatırına riâyet eyle. O benden bir parçadır. Onu hoş tut. Eğer onu
üzersen, beni üzmüş olursun” buyurdu, ikisini de Allahü teâlâya ısmarladı. Sonra kalkıp gitmeğe azimet etmişti ki: Fâtıma (r.anhâ) “Yâ Resûlallah! İçerinin hizmetini ben görürüm. Dışarısının hizmetini de
Ali (r.a.) görür. Bana bir câriye ihsan ederseniz, bana bazı işlerimde yardımcı olur. Beni memnun edersiniz” dedi. Resûlullah buyurdu ki: “Ey Fâtıma! Sana hizmetçiden daha iyi bir şey mi in’âm edeyim.
Yoksa hizmetçi mi ihsan edeyim?”
Fâtıma (r.anha) “Hizmetçiden iyisini ihsan eyle” dedi. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Hergün
otuzüç kerre (Sübhanallah), otuzüç kerre (Elhamdülillah), otuzüç herre (Allahü ekber) bir kerre de
(Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerike leh. Lehülmülkü ve lehül hamdü ve nüve alâ külli şey’in kadir” söyle. Hepsi yüz kelimedir. Kıyâmette bin hasene (iyilik) bulursun. Mîzân’da hasenatın ağır
gelir.” Bunları söyleyip, evimizden çıkıp, se’âdetle gittiler.
Hz. Fâtıma, Ali’yi (r.a.) üzecek ve gadap verecek bir şey yapmadı. Asla emrine muhalefet etmedi.
Hz. Ali de Fâtıma’nın gönlünü, kıracak bir harekette bulunmadı.
Abdullah İbni Abbas (r.a.)’ın bildirdiği hadîs-i şerîfte Resûlullah (s.a.v.): “Ben ilmin terazisiyim.
Ali bu terazinin kefeleri, Hasan ve Hüseyin ipleri, Fâtıma, kefelerin asıldığı demiri ve benden sonra gelen halifeler orta demirdir. Bu terazi ile dostlarımızın amelini tartarlar” buyurdu.
Bir hadîs-i şerîfte: “Eğer Ali yaratılmasa idi. Fâtıma’ya münasip kimse bulunmazdı.” buyurmuştur. Yine bir hadîs-i şerîfte “Yâ Ali! Allahü teâlâ sana, Fâtıma’yı zevce yaptı. Yeryüzünü ona
mehr kıldı. Sana buğz ederek yeryüzünde yürüyen kimsenin, bu yürümesi harâmdır” buyurdu.
Bilâl-i Habeşî (r.a.) anlatıyor. Bir gün Resûlullah (s.a.v.) mübârek yüzü ayın ondördünden daha
parlak olduğu halde yanımıza geliyordu. Abdurrahman bin Avf (r.a.) server-i âlemi karşıladı. “Babam,
anam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Bu ne nurdur?” dedi. - 124 -
Resûlullah (s.a.v.): “Bu kardeşim, amcam oğlu ve damadım hakkında Rabbimden gelen müjdedir. Allahü teâlâ, Fâtıma’yı, Ali’ye tezvic ettiği zaman, Cennetin sahibi olan Rıdvan adındaki
meleğe Tuba ağacını sallamasını emir buyurdu. Rıdvan salladı. Bizim dostlarımız sayısınca senetler saçıldı. Allahü teâlâ nurdan melekler yarattı. Her meleğe o senetlerden birer tane verdi. O
senetlerde “Resûlümü ve Ehl-i beytimi halis sevenler, Cehennemden uzak olmuştur” diye yazılmıştır, buyurdu.
Enes bin Mâlik (r.a.) rivâyet etmiştir: Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte buyurdular ki: “Kıyâmet
günü halk aç, susuz ve çıplak iken biz dört kişi binek üzerinde oluruz. Ben kendi bineğim olan
Burak üzerine binerim. Sâlih (aleyhisselâm) devesi üzerine biner. Fâtıma, benim Asbâ adındaki
deveme biner. Ali bin Ebî Talib de Cennet develerinden birine biner..”
Ebû Bekr Sıddîk (r.a.), “Allahü teâlâ ey Cennet! Senin dört köşeni, dört kimse ile süslerim. Biri
Peygamberlerin üstünü Muhammed’dir (aleyhisselâm), Biri Allah’tan korkanların üstünü Ali’dir. Üçüncü-
sü kadınların üstünü, Fâtıma-tüz-Zehra’dır. Dördüncü köşedeki de temizlerin üstünü Hasan ve Hüseyin’dir” buyurduğunu bildirmektedir.
İbni Abbâs (r.a.) bildiriyor ki: Resûlullahın (s.a.v.) huzurunda idim. Hz. Fâtıma ağlayarak geldi:
“Babacığım! Hasan ve Hüseyin evden çıkmışlardı. Uzun zaman geçti. Hâlâ gelmediler. Ali (r.a.) da evde
yok ki gidip onları çağırsın, şimdi ne yapacağız?” dedi. “Yâ Fâtıma! Üzülme, Allahü teâlâ onları muhafaza eder” buyurdu. Sonra: “Yâ Rabbi! Eğer iki torunum denizde iseler inâyet kayığın ile sahile ilet.
Eğer sahrada iseler, hidâyet rehberin ile evine getir” diye duâ buyurdular. Cebrâil aleyhisselâm geldi
“Yâ Resûlallah! (s.a.v.) Onlar dünyâdakilerin büyüklerindendir. Anneleri daha yüksektir. Üzülmeyin
Neccâroğullarının bahçesinde emniyettedirler. Allahü teâlâ onları muhafaza etmek için iki melek tayin
etmiştir. Kanatları ile onları örterler, dedi. Resûl (aleyhisselâm) o bahçeye doğru yola, koyuldular. Hz.
Hasan ve Hüseyin’i melek ile beraber alarak eve dönerken, Ebû Eyyüb Ensârîye (r.a.) rastladılar. Ebû
Eyyûb (r.a.) meleği hissetmeyip, iki torununu da beraber götürdüğünü zannederek “Yâ Resûlallah! birini
bana verin, Cenabınızın yükünü hafifleteyim” dedi. Resûlullah: “Yâ Ebâ Eyyüb! Bunlar dünyâda
mükerrem, ukbâda muhteremdirler. Anneleri bunlardan daha üstündür” buyurdu. Eshâb-ı kirâma
hitaben: “Size dede ve nine bakımından insanların en şereflilerinin kimler olduğunu haber vereyim mi?” buyurdu. Yâ Resûlullah! (s.a.v.) haber verin dediler. Buyurdu ki: “Hasan ve Hüseyin’dir.
Çünkü dedeleri, Allahın peygamberi, nineleri Hadîce-tül-Kübrâ’dır.” Sonra: “Baba ve anneleri bakımından insanların en üstününü haber vereyim mi?” buyurdular. Eshâb-ı kirâm: “Yâ Resûlallah!
Buyurun dediler. Resûlullah (s.a.v.) “Babaları Ali bin Ebî Talib, anneleri Fâtıma binti Resûl (s.a.v.)
olan Hasan ve Hüseyin’dir” buyurdular.
Hz. Osman, Resûlullaha (s.a.v.) ziyafet vermişti: Hz. Ali ziyafetten çıkıp eve geldi Hz. Fâtıma, Hz.
Ali’yi üzüntülü gördü. Sebebini sordu. Hz. Ali “Yâ Fâtıma! Biz de biraz zengin olup da, Resûlullahı
(s.a.v.) davet etseydik. Bu gün Hz. Osman davet etti. Fâtıma-tüz-Zehra (r.anha): “Biz de davet edelim”
dedi. Hz. Ali: “Ey Habîbullahın kerîmesi! Ne ikrâm ederiz, hangi yemekleri veririz?” dedi. Hz. Fâtıma: “O,
Allahü teâlânın sevgilisidir. Hak teâlâ O’na yemek verir”, dedi.
Hz. Ali, Resûlullahın huzuruna vardı: “Yâ Resûlallah! Kerîmeniz Fâtıma, sizi evine davet ediyor”,
dedi.
Resûlullah (s.a.v.): “Yalnız beni mi, yoksa Eshâbımla beraber mi çağırıyor” buyurdu. Hazret-i
Ali: “Eshâb-ı kirâm da beraber buyursunlar” dedi. Resûlullah (s.a.v.) Eshâb-ı ile kalkıp, Hazret-i
Fâtıma’nın evine teşrif ettiler. Fâtıma-tüz-Zehra (r.anha): “Yâ Rabbi! Biliyorsun, Habîbin ve Eshâbı bu
miskînîn evini şereflendirdiler. Onlara ikrâm edecek bir şeyim yok. Sen onlara ihsan, ikrâm et, ni’metler
ver!” diye duâ etti.
Bir tenceresi vardı. Ocağa koydu. Hak teâlâ lütfederek tencereyi yemekle doldurdu. Hazret-i
Fâtıma bu yemeği Resûlullahın huzuruna götürdü. Eshâb-ı kirâm ile beraber yediler. Resûlullah (s.a.v.)
“Bu Cennet yemeklerindendir.” buyurdu.
Hz. Fâtıma odasına girip Hak teâlâya şükür secdesi etti. “Yâ Rabbi! Kölem yok ki âzâd edeyim. Bu
ümmetin günahkârlarından bir kısmının Cehennem ateşinden âzâd edilmesini istiyorum, diye duâ etti.
Hemen Cebrâil (aleyhisselâm) geldi:
“Yâ Resûlallah! Kızın Fâtıma, ümmetinin günahkârları için münâcaat etti. Hak teâlâ sana selâm
söyledi ve “Fâtıma’nın evine gelen yüz erkek ve yüz kadından her birinin her adımına Cehennemden bir
kişiyi azad etti” buyurduğunu haber verdi.
Ehl-i beyti nebevinin fazîlet ve kemalâtı pek çoktur. Saymakla bitmez. Onları anlatmağa, medh
etmeğe insan gücü yetişmez. Onların kıymetleri ve büyüklükleri, ancak âyet-i kerîme ile anlaşılmaktadır.
İmâm-ı Şâfiî bunu çok güzel bildiriyor, diyor ki: “Ey! Ehl-i beyt-i Resûl, sizi sevmeği, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı- 125 -
kerîmde emr ediyor. Namazlarında size duâ etmeyenlerin namazlarının kabul olmaması, kıymetinizi,
yüksek derecenizi gösteriyor. Şerefiniz ne kadar büyüktür ki, Allahü teâlâ, Kurân-ı kerîmde sizleri
selâmlıyor.” Ehl-i beyti sevmek her mü’mine farzdır. Son nefeste îmân ile gitmeğe sebep olur.
Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Fâtıma benim bir cüzümdür. (Yâni benden bir parçadır), onu
kızdıran, beni incitir.” Ebû Hureyre (r.a.) diyor ki: Peygamberimiz (s.a.v.) İmâm-ı Ali’ye (r.a.) karşı buyurdu ki: “Fâtıma bana senden daha sevgilidir. Sen bana ondan daha azîzsin, yani kıymetlisin!”
Bir gün, Resûlullah (s.a.v.) Hz. Ali’ye: “Yâ Ali! Allahü teâlâ hazretlerini sever misin?” diye sordu. Hz. Ali “Evet severim”, dedi.
“Beni sever misin?” buyurdu. Hz. Ali de: “Evet” dedi. “Hasan ve Hüseyin’i sever misin?” buyurdu. Hz. Ali yine: “Evet severim” dedi. Habîb-i Ekrem: “Yâ Ali! Bu kadar sevgiyi bir kalbe nasıl sığdırı-
yorsun?” buyurdu. Hz. Ali bir cevap veremiyeceğini söyledi. Hz. Fâtıma’ya durumu anlatınca: “Bunda
düşünecek ve üzülecek ne var? Hak teâlâyı ve Resûlünü (s.a.v.) sevmen imândandır. Beni sevmen nefsin içindir. Hasan ve Hüseyin’i sevmen tabiatındandır.” dedi. Hazret-i Ali bu cevâbı Resûlullaha (s.a.v.)
söyledi. Resûl-i ekrem (s.a.v.): “Bu meyve ancak Peygamberlik ağacından alınmıştır.” buyurdular.
Yani bu cevap senden değil Fâtıma (r.anha)’dandır, demek istediler. Peygamberimiz (s.a.v.) hastalığı
şiddetlenince, Hz. Fâtıma’yı istedi. Gelince sinesine çekip, kulağına bir söz söyledi. Fâtıma (r.anha) ağ-
ladı. Sonra birşey daha söyledi. Sevindi. Âişe (r.anha) Bu hâdiseyi bildirir, der ki: (Ey Fâtıma, bir anda
hem üzülmek, hem de sevinmek görmedik. Bunun sebebi nedir?) Resûlullahın sırrını beyan etmek caiz
değildir, dedi. Resûlullah (s.a.v.) ahirete gittikten sonra, o sözler ne idi, diye sordum. Cevabında:
“Resûlullah (s.a.v.) bana buyurdu ki: “Cebrâil aleyhisselâm her sene bana bir kerre Kur’ân-ı kerîmi
arz ederdi. Bu sene iki kerre arz etti. Anladığım ecelim yaklaşmıştır.” Ben bundan ağladım. Sonra
bana: “Ehl-i beytimden en önce sen bana gelir, kavuşursun.” buyurdu onun için sevindim” dedi.
Resûlullahın vefâtı günü, Hak teâlâ Azrâil aleyhisselâma “Git, Habibimden izin iste. Eğer izin verirse, mübârek ruhunu kabzeyle, izin vermezse geri dön” buyurdu. Azrâil aleyhisselâm, yardımcılarından
bin melek ile, cevahirle süslü elbiseler giyip geldiler. Azrâil aleyhisselâm köylü kıyafetinde hücre kapı-
sında durup: “Esselâmü aleyküm yâ Ehle Beytinnübüvveti ve ma’denirrisâleti izin var mıdır içeri girmeğe,
Allahü teâlâ size rahmet eylesin”, dedi. O vakit Hz. Fâtıma, Resûlullahın (s.a.v.) yastığı kenarında oturur
idi. Hz. Âişe, yâ Fâtıma cevap ver dedi. Fâtıma (r.anha) kapıya gelip “Allahü teâlâ senin gelişine ecirler
versin. Babam şimdi haliyle meşguldür. İçeri girmek müyesser değildir” dedi. Yine tekrar izin istedi. Yine
evvelki cevâbı verdi. Üçüncüde, yüksek sesle izin istedi. Bütün Ehl-i beyt onun heybetinden korktular.
Titremeğe başladılar. O zaman Resûlullah (s.a.v.) kendinden geçmiş idi. Uyanınca “Ne oluyor?” buyurdu. Bir köylü kapıda durup izin ister, ne kadar özür dilediysek, kabul etmedi, dediler. Resûlullah
(s.a.v.): “O köylü değildir. Melek-ül-mevt ve lezzetleri yıkıcıdır.” buyurdu. Fâtıma (r.anha) bunu işitip:
Vah Medine harâb oldun dedi. Çok ağladı. Sonra, Hz. Fâtıma’nın elini tutup, mübârek göğsüne koydu.
Bir zaman mübârek gözlerini açmadı. Hazır olanlar, mübârek ruhunun kabz olunduğunu sandılar. Hz.
Fâtıma, mübârek ağzını, Resûlullahın (s.a.v.) kulağına getirip Ey! babacığım dedi. Ondan cevap gelmedi. “Canım sana fedâ olsun. Bana bak ve bir söz söyle” dedi. Resûlullah (s.a.v.) mübârek gözünü açıp:
“Kızım, bir miktar sabr eyle. Ağlama, zira Hamele-i Arş, senin ağlaman, için ağlaşırlar” buyurdu.
Sonra mübârek eliyle Hz. Fâtıma’nın gözlerinin yaşını sildiler. Teselli verip, Allahü teâlâdan sabır vermesini istediler ve “Ey kızım, benim ruhum kabz olacak. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn, diyesin.
Ey Fâtıma, gelen her musîbete bir karşılık verilir” buyurdu. Kızının bu halini görünce Onu teselli etmek için “Babanın çekeceği sıkıntı, ancak bu kadardır. Başka hiç bir sıkıntı görmez” buyurdu. Sonra mübârek gözlerini kapadı. Hz. Fâtıma âh! babacığım, dedi. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bundan
sonra babana üzüntü ve gussa olmaz. Zira fani âlemden ve mihnet yerinden kurtuluyor.” Fâtıma
ile konuşma tamâm olunca Hz. Âişe’yi çağırarak nasîhat ettiler. Fâtıma’ya (r.anha) “Oğlum Hasan ve
Hüseyin’i getir” buyurdular. Geldiklerinde, Resûlullahı bu halde görünce o kadar ağlaştılar ki mecliste
bulunanların yürekleri yandı. Hasan’ın (r.a.) yüzünü mübârek yüzüne koydu. Hz. Hüseyin’in yüzünü mü-
bârek sinesine koydu. Resûlullah Onlara şefkatle baktı. Alınlarını öptü. Ta’zim ve tekrim etti. Hz. Fâtıma,
Resûlullah (s.a.v.) vefât edince “Ey benim babam, Cebrâil aleyhisselâm kime gelir. Vahy kime getirilir?
Yâ Rabbi! Benim canımı al da Resûlün ile olayım.” diyerek mersiyeler söyledi.
Enes bin Mâlik (r.a.) anlatıyor: Resûlullahın (s.a.v.) yüksek huzurlarında bulunuyorduk. Hz. Ali gelip, geride bir yerde oturdu. Server-i âlem (s.a.v.) Hz. Ali’yi çağırdı. Hz. Ali ileri geçip, Resûl-i ekremin
önüne oturdu. “Yâ Ali! Allahü teâlâ seni benim üzerime dört haslet ile mükerrem kıldı” buyurdu.
Hemen Hz. Ali dizlerinin üzerine kalkıp başını toprağa koydu. “Babam, anam sana fedâ olsun Yâ
Resûlallah! Köle efendisinden mükerrem mufaddal olur mu?” dedi. Resûl-i ekrem, “Yâ Ali! Hak teâlâ
bir kuluna ikrâm etmek, onu üstün yapmak isterse, o kuluna gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiç kimsenin hatırına gelmediği şeyi verir” buyurdu.- 126 -
FÂTIMA-TÜZ ZEHRA’NIN VEFÂTI
Hazret-i Fâtıma, Resûlullah (s.a.v.) vefât ettikten sonra hiç gülmemiştir. Ayrılık ateşi ile daima
yanmış ve Resûlullah (s.a.v.) efendimizin verdiği müjde zamanını bekler olmuştur. Gündüzleri oruç tutarak geceleri ibâdetle geçirmiştir. Vefât edeceğine yakın: “Ölünce beni erkekler arasına perdesiz çıkaracaklarını düşünerek çok utanıyorum” buyurmuştu. O zaman kadınları tabuttan kefene sarılı olarak perdesiz çıkarmak âdet idi. Esma binti Ümeyr, (r.anha) buyuruyor ki: “Habeşistan’da iken hurma dallarını
çadır gibi ördüklerini görmüştüm” dedim. Hz. Fâtıma “Bunu yanımda yap da göreyim” dedi. Esma yaparak gösterdi, çok hoşuna gitti ve duâ etti. Resûlullah (s.a.v.) vefât ettikten sonra güldüğü hiç görülmemiş-
ti, öldükten sonra beni sen, yıka, Ali de bulunsun. Başka kimse içeri girmesin diye vasiyet etti. İşte bunun için Hz. Ali cenâzesine kimseyi çağırmadı. Bir habere göre, Hz. Abbas (r.a.) Ehl-i beytden birkaç kişi
ile cenâze namazını kılıp, gece defn ettiler. Başka haberlere göre, ertesi gün Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer
Fârûk ve bir çok sahâbî hasta ziyâreti için, Hz. Ali’nin evine geldiler. Anlayınca bize niçin haber vermedin? Namazını kılardık. Hizmetini görürdük, diyerek üzüldüklerini bildirdiler. Hz. Ali kendisini erkeklerin
görmemesi için, gece defn olunmasını vasiyet ettiğini, vasiyeti yerine getirmek için böyle yapıldığını
söyliyerek, özür diledi.
Hz. Fâtıma, Resûlullahın (s.a.v.) vefâtından altı ay sonra, Ramazan-ı şerîfin 3. Salı gecesi akşam
ile yatsı arasında vefât etmiştir. Vefâtında yirmidört yaşında idi.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler: Râvîler, Hazret-i Fâtıma’nın çok hadîs-i şerîf rivâyet ettiğini bildirmişlerdir. Bunlardan bazıları:
“Kızım Fâtıma, dikkat et, bütün mü’min kadınların veya bu Muhammed ümmeti kadınlarının
büyüğü olmana râzı değil misin?”
“Ey benim kızcağızım, kalk Rabbinin rızkına hazırlan, gâfil olma. Zira âlemleri rızıklandıran
Cenâb-ı Hak insanların rızıklarını şafağın sökmesiyle güneşin doğması arasında dağıtır.” buyurdu.
“Hadîd, Vâkıa ve Rahman surelerini okumağa devam eden kimse yerde ve göklerde
“Firdevs Cenneti yerlisi” diye anılır.”
“Kızım Fâtıma Allahü teâlâ şüphesiz sana azâp etmiyeceği gibi, senin çocuklarına da azâb
etmiyecektir.”
“Dikkat ediniz, bir kimsenin eli bulaşık olduğu halde yatıp sabah kalktığında o yüzden kendine bir bela ve rahatsızlık gelirse, kendisinden başkasına kabahat bulup kötülemesin.”
“Cuma gününde öyle bir saat vardır ki: Mü’min ve müslüman olan bir kimse tam o saatte
Cenâb-ı Haktan bir şey dilerse, âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâ Onun duâsını kabul buyurarak
dileğini verir.” buyurdular.
İlâhi! Fâtıma evlâdı hatırına,
Son sözüm kelime-i tevhid ile ola!
Eğer bu duâmı edersen red ya kabul!
Sarıldım, Ehl-i beyt-i Nebî eteğine.
 1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-8, sh-19
 2) El-Îsâbe cild-4, sh-377
 3) El-İstiâb cild-4, sh-373
 4) Hilyet-ül-evliyâ cild-2, sh-39
 5) Belezûri, Ensâb-ül-eşrâf cild-1, sh-269
 6) Mektûbat-ı İmâm-ı Rabbâni cild-2, mek. 59
 7) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-6, sh-282
 8) Şevâhid-ün-Nübüvve cild-7, sh-19
 9) Medâric-ün-Nübüvve cild-2, sh-594
10) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-58, 306, 469, 839, 924, 974, 975, 1005
11) Sahîh-i Buhârî Fedâil-i Ehl-i Beyt
12) Sahîh-i Müslim Fedâil-i Ehl-i Beyt
13) Sevâik-ul-Muhrika sh-226



Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...