Cüneyd-i Bağdadi'ye; "Hiç ibadet ve tâat yapmadan karşılıksız olarak Allahü
Teâlâ’nın lütfuna kavuşmak mümkün müdür?" diye sordular. Cevabında; "Zaten gelen
bütün nimetler, bütün iyilikler, hep Allahü Teâlâ’nın lütfudur. Bu kadar âciz ve
zavallı olan insanların yaptıkları ibadet ve tâatlerin, O'nun lütfu olan
nimetlere karşılık olması mümkün müdür?" buyurdu. Hazret-i Cüneyd, dükkânına
girip kapıyı örter, içerde uzun süre namaz kılardı. Buyururdu ki: "Pazarda öyle
kimse tanıyorum ki, her gün üç yüz rekât namaz kılmakta ve otuz bin tesbih
okumaktadır." Âlim ve arifler bunun kendisi olduğunu
bildirmişlerdir.
Cüneyd-i Bağdadi buyurdu ki: "İnsanları Allahü Teâlâ’nın
sevgisine kavuşturacak yol, yalnız Muhammed aleyhisselâmın yoludur. Bundan başka
olan dinler, inançlar, rüyalar çıkmaz sokaktır. İnsanı saadete kavuşturmazlar.
Kur'ân-ı kerimin ahkâmını öğrenmeyen ve hadis-i şeriflere uymayan kimse cahil ve
gâfildir. Buna uymamalıdır."
Cüneyd-i Bağdadi'ye; "Tevazu nedir?" diye
sordular. Cevabında; "Şefkat ve merhamet kanatlarını (ana kuşun yavrularını
koruyabilmek için üzerlerine germesi gibi) mahlûklar üzerine germen ve herkese
karşı yumuşak davranmandır." buyurdu.
"Rabbim beni serbest bıraksa bir
dilekte bulunmam. Kulun dilemesi olmaz. O'nun dilediğini yapardım."
"Her
kim gördüğünden ibret almazsa, onun görmemezliği görmesinden
üstündür."
"İbadet etmek bakımından dünyanın bir saati, kıyametin bin
senesinden daha iyidir. Zira bu bir saatte, sâlih faydalı amel işlenebilir.
Hâlbuki kıyametin o bin senesinde bir şey yapılamaz. O halde, ey mümin kardeşim!
Vaktini boş şeylerle geçirme! Zamanının kıymetini bil ve en iyi şeyler için
kullan! Namazlarını vaktinde kıl ki, kıyamet günü pişman olmayasın ve büyük
sevaba kavuşasın!"
Kendisine gelip dua talep edenlere Cüneyd-i Bağdadi
hazretleri şöyle duada bulunurdu: "Cenâb-ı Hak, kendisine kavuşturan şeyleri
yapmayı nasip etsin! Cenâb-ı Hak zenginliğini kalbine koysun! Seni bütün
kötülüklerden alıp, kendisiyle meşgul kılsın! Sana büyük edep ihsan etsin!
Kalbinden razı olmayacağı şeyi çıkarıp rızasını koysun. Seni kendine varan en
güzel ve doğru yola iletsin."
"İnsanı Allahü Teâlâ’ya kavuşturan yol,
Peygamber efendimizin izinde bulunanların gittiği yoldur. Bu yola bütün kötü
yollar kapalıdır."
"Bir kimse, Allahü Teâlâ’ya kavuşmak yolunda,
milyonlarca sene sıdk ve ihlâs ile yürüse ve bir an geri dönse, kaybı
kazancından fazladır."
"İnsanın, Allahü Teâlâ’ya kavuşturan yolda
yürümesi, Peygamber efendimize ve O'nun hakiki vârisi olan büyük âlimlere tam
tâbi ve teslim olmakla mümkündür. Şüphe çukuruna ve bid'at karanlığına düşmüş
olanlar bu yolda yürüyemezler."
"Allahü Teâlâ’nın rızasına nasıl
kavuşulur?" diye sorulunca; "Dünyaya düşkün olmayı terk et, kavuşursun. Nefsin
hevâsına uyma ulaşırsın." buyurdu.
"Belâ ve musibet, ariflerin kandili,
müritlerin uyanıklığı, gâfillerin de helâkıdır."
"Tasavvuf yollarından yalnız Resûlullah'ın izinde gidenlerin
yolu, insanı kemâle ulaştırır. Başka yollar çıkmaz sokağa
benzer."
"Kur'ân-ı kerimin çizdiği sınırları gözetmeyen ve hadis-i
şerifleri bilmeyen kimse, mürşit, yol gösterici olamaz. Çünkü tasavvuf yolu,
Allahü Teâlâ’nın kitabına ve Resûlullah'ın sünnetine bağlıdır. Tasavvuf
büyükleri, dine uyan âlimlerdir. Resûlullah'ın vârisleridir. Sözlerinde,
işlerinde ve huylarında hep Resûlullah'a uyarlar. Ya Rabbî! O büyüklerden feyz
almamızı, bereketlenmemizi nasip eyle. Âmin! Her zaman söylüyorum ve
bildiriyorum ki, Resûlullah'a uymakta gevşeklik eden, O'nun sünnet-i seniyyesini
terk eden mutasavvıf olamaz. Onu Allah adamı sanmayınız! Onun dünyadan kaçınır
görünmesine, harikalar göstermesine aldanmayınız! Onun zühd ve tevekkül ve
marifetler anlatan sözlerini kendinden bilmeyiniz!"
"Ey tasavvuf yolunda
bulunanlar! Eğer Allahü
Teâlâ’yı tanıdığınızı ve O'na tazimde bulunduğunuzu söylüyorsanız, yalnız
bulunduğunuz zaman Allahü Teâlâ’ya karşı tavrınıza bakınız. Yiyip içmenizde,
yatıp kalkmanızda, konuşmanızda ve bütün işlerinizde vakitlerinizi Allahü
Teâlâ’nın razı olduğu ve beğendiği işlere sarf edebilirsiniz. Bunları,
niyetlerinizi düzelterek yapabilirsiniz. Çünkü ameller niyetlere göredir. Bu
bakımdan yemek yerken, su içerken lezzet almak için değil de, ibadete kuvvet
kazanmak, elde ettiği enerji ile daha iyi ibadet edebilme niyetiyle yiyip
içmelidir. Uykuyu, üzerindeki yorgunluk ve bıkkınlığı giderip, ibadeti daha
zinde ve rahat bir şekilde yapabilmek niyetiyle uyumalıdır. Diğer bütün işleri
ve edindiği mesleği helâl kazanmak niyetiyle yapmalıdır. Bütün yapılan bu işler,
niyeti düzeltmek suretiyle ibadet olur. Bir insan hâlis niyetle yaptığı işler
sebebiyle sevaba kavuşur. Bu sebeple kalp nurlanır. Bu nur, nefse sirayet eder.
O kimse manevi kirlerden temizlenir. Beşerî tabiatı, melek tabiatı gibi olur.
Artık elinde olmadan tâatları, Allahü Teâlâ’nın beğendiği işleri yapar. Elinde
olmadan ister istemez kötülüklerden sakınır."
Birisi yanına gelip; "Bana
nasihat et." deyince; "Kim sana Allah yolunu gösterirse, onunla beraber ol ve
kim sana dünya yolunu gösterirse ondan uzak dur." buyurdu.
"Tasavvuf
nedir?" diye soran bir kimseye şöyle cevap verdi: "İnsanların rızasını bırakıp,
Allahü Teâlâ’nın rızasını aramak, kötü huyları terk edip, nefsani olan işlerden
uzaklaşmak, ruhu yükselten vasıflar kazanmaya gayret etmek, hakiki ilimlere
sarılmak, hep en uygun şekilde hareket etmek, herkese nasihatte bulunmak, Allahü
Teâlâ’ya verilen ahidde durmak, Muhammed aleyhisselâmın dinine
uymaktır."
"Kimde şu dört haslet bulunursa, bu hasletler o kimseyi yüksek
derecelere kavuşturur. Hem Allahü Teâlâ’nın katında, hem de insanlar yanında
kıymeti çok olur. 1. Hilm (yumuşaklık ve sabır) sâhibi olmak, 2. İlim sâhibi
olmak, 3. Cömert olmak, 4. Güzel ahlâk sâhibi olmak. Yine dört haslet vardır ki,
bu hasletler de sâhibini en aşağı derecelere düşürür. Allahü Teâlâ katında ve
insanların yanında sevilmeyen birisi olur. 1. Kibir (büyüklenme), 2. Ucb
(amellerini beğenmek), 3. Cimrilik, 4. Kötü ahlâk."
Tasavvufun ne olduğu
sorulduğunda, şöyle cevap verdi: "Tasavvuf on şeyi içerisine alan bir isimdir.
Birincisi, dünyadan (lâzım olan) az bir miktarı edinmek. İkincisi, kalbin Allahü
Teâlâ’ya güvenip dayanması. Üçüncüsü, tâat olan Allahü Teâlâ’nın beğendiği
şeylere rağbet etmek. Dördüncüsü, yediği içtiği ve kullandığı şeylerin helâlden
olmasında titiz davranmak. Beşincisi, kalbin Allahü Teâlâ ile meşgul olması.
Altıncısı, gizli olarak Allahü Teâlâ’yı hatırlamak. Yedincisi gerçek ihlâsa
sahip olmak. Sekizincisi, şek ve şüpheden uzak, kat'î bir imana sahip olmak.
Dokuzuncusu, tam bir teslimiyetle Allahü Teâlâ’ya yönelmek. Onuncusu,
ihtiyaçlarını başkasından istemeyip, şikâyette bulunmamak. Kimde bu on haslet
bulunursa, tasavvuftan söz etmeye lâyıktır. Yoksa yalancıdır."
"Allahü
Teâlâ’nın ihsan ettiği nimetlerin çokluğunu göreceksin. Bir de, O'na karşı
yaptığın ibadet ve tâatlardaki kusurlarını göreceksin. Bu iki görüş arasında
meydana gelen hâle hayâ denir."
"Kulluk, her an Allahü Teâlâ’ya muhtaç
olduğunu bilmek ve O'nun Resûlüne tam tâbi olmaktır."
"Allahü Teâlâ her
şeyi kıymetli yaratmıştır, ama bir şeyi en kıymetli yaratmıştır. O da vakittir.
Vakit zayi olursa tekrar elde edilmesi mümkün değildir. Bunun için en kıymetli
şey vakittir."
"Müslüman temiz toprağa benzer. Temiz toprağa her şey
atılır. Ezilip, hakaret görür. Lâkin ondan hep güzel, temiz, faydalı şeyler
çıkar."
"Rıza, belâyı nimet saymaktır."
"Tasavvuf, kalbi
temizlemek ve her an Allahü Teâlâ ile olmaktır."
"İhlâs; ameli, Allahü
Teâlâ için olmayan karışık düşünce ve niyetlerden
arındırmaktır."
"Birbirlerine muhabbet ve dostlukları çok kuvvetli olan
iki kardeşten birinin, diğerinden az da olsa çekinmesi, mutlaka birinin kusuru
sebebiyledir."
"Fakirlik, kimseden bir şey istememek ve kimseye itiraz
etmemektir."
"Bir kimsenin havada bağdaş kurup oturduğunu görseniz,
İslamiyet’in emir ve yasaklarına uymaktaki hassasiyetine bakınız. Eğer bu tam
ise ona uyabilirsiniz. Eğer emir ve yasaklara uymakta (çok az da olsa) bir
gevşekliği varsa hemen ondan uzaklaşınız, çünkü zararı dokunur."
"Namazda
kalbime dünya düşüncesi gelse, o namazı tekrar kılardım. İşin esası nefse
uymamaktır."
"İlim, kendi haddini bilmek; tasavvuf, kalbi
temizlemektir."
"Allahü Teâlâ’dan gâfil olmak, ateşte olmaktan
beterdir."
"Şükretmek, kendini bu nimete ehil ve lâyık
görmemektir."
"Sabır, yüzü ekşitmeden, acıyı yudum yudum içine
sindirmektir."