Bizim yolumuz, Allah Teâlâ'nın gösterdiği kurtuluş yoludur. Çünkü bu yol,
sünnete uymak ve ashâb-ı kirama tabi olmaktır. Bu sebeple yolumuzda az zamanda
çok kazanç elde edilir. Yolumuz, sohbet ve muhabbet yoludur. Sahabe-i kirâmın
yolunun sohbet olduğu gibi... Hayır ve bereket, beraberliktedir; beraberlik de
sohbetle olur. Yalnızlığa (inzivâya) çekilmekte şöhret tehlikesi de olabilir,
şöhret ise âfettir.
Bizim yolumuzda olan kimselerin şu üç şeye
dikkat etmesi gerekir:
Birincisi; Allah Teâlâ'ya karşı edeptir. Yâni
zâhiri ve bâtını ile tamamen kulluk içinde olmalı, Allâh Teâlâ'nın bütün
emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınmalı, Allâh Teâlâ'dan başka her
şeyi gönülden çıkarmalı ve nîmetleri Allâh yolunda seferber
etmelidir.
İkincisi; Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e karşı
edeptir. Bu da; ibâdet, muâmelât ve bütün davranışlarda O'na muhabbetle
uymaktır.
Üçüncüsü; seni irşat eden Hak dostuna karşı
edeptir.
Yenilecek bir gıdâ, bir yiyecek, her ne olursa olsun gafletle,
öfke ile veya istemeyerek hazırlanmış ve tedârik edilmişse, onda hayır ve
bereket yoktur. Zira ona nefis ve şeytan yol bulmuştur. Böyle bir yiyeceği yiyen
kimsede, mutlaka feyiz ve huzurunu bozacak bir netice meydana gelir. Gaflete
dalmadan yapılan ve Allâh Teâlâ'yı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden
hayır meydana gelir. İnsanların halis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak
olamamalarının sebebi; yemede ve içmede harama, şüpheli şeylere ve kul haklarına
dikkat etmemeleridir. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşû ve huzur
hâlinde bulunmak, zevkle ve gözyaşı dökerek namaz kılabilmek; helâl lokma yemeye
ve yemeği Allâh Teâlâ'yı hatırlayarak pişirip O'nun huzûrunda imiş gibi yemeye
bağlıdır. Vücûdu haram lokma ile beslenmiş olan bir kimse, namazdan bir neşve
duyamaz.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in: "Namaz, müminin
miracıdır." (Süyûtî, Şerhu İbn-i Mâce, I, 313) ifâdesinde hakîki namazın
derecelerine işâret vardır. Namaza duran kimsenin, iftitâh tekbirini söylerken,
Allah Teâlâ'nın azametini, yüceliğini düşünerek, huşû ve huzur hâlinde olması
gerekir. Öyle ki, bu hâlini istiğrak, yâni kendinden geçme hâline
eriştirmelidir. Bu hâlin zirvesi, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve
sellem-'dedir.
"Lâ ilâhe illallâh" kelimesini söylemenin hakikati, Allâh
Teâlâ'dan başka ne varsa hiçbirini kalpte put hâline getirmemektir. İslâm
dîninin hükümlerini îfâ etmek, yâni emirleri yapıp yasaklardan sakınmak;
haramları, şüpheli şeyleri, hatta mübahların fazlasını terk etmek, ruhsatlardan
uzak durmak, mübahları zaruret miktarınca kullanmak, tamâmen nûr ve safâdır.
Aynı zamanda evliyâlık derecelerine kavuşturan bir vâsıtadır. Velâyet
derecelerine bunlarla ulaşılır. Uzak kalanların hepsi, bunlara dikkat
etmediklerinden uzak kalırlar ve kendi arzularına uyarlar. Yoksa Cenâb-ı Hakk'ın
feyzi her an gelmektedir.
Bahâüddîn Nakşibend -kuddise sirruh- (d.
1318, v. 1389)