7. bölüm
ZİKRULLAH
Mânâ ve Önemi:
Zikrin mânâsı, Allah-u Teâlâ’nın yüceliğini meth-ü senâ
etmek maksadı ile dilden ve gönülden gelen güzel kelimelerle anmak demektir.
Zikrullah; mârifetullah yolunun esası, kalbin ve ruhun
kavuşturucusudur.
Zikrullah; kalplerin nuru, ruhların huzurudur. Gözlerin cilâsı,
her derdin devâsıdır.
Zikrullah; kalbe itminandır, enistir, en iyi arkadaştır, bir
müminin bütün hayatını kaplar.
Zikrullahla meşgul olmak, kâlbin düzelmesinin aslıdır. Kalbe
ferahlık ve genişlik verir, kalpte inşirah hâsıl olur.
Geceleri zikrullahla ihyâ etmek, amellerin üstünü, hallerin en
güzelidir.
Zikrullah ile gönül mâsivâdan, her türlü pisliklerden
temizlenir. Zikrullahla kalbi mâmur olanın iş ve ahlâkı güzel olur. Zikrullah
velâyet alâmetidir.
Zikri Allah olanın fikri de Allah olur. Zikrullaha devam etmek
Allah dostlarının âdetidir, Allah-u Teâlâ’nın bir nimetidir. Hakk’ı zikredeni
Hakk da zikreder, Hakk ile ünsiyet kurar, kurbiyet peyda eder, af ve mağfiret
kapılarının en büyüğü o sayede açılır.
Zikrullah rızkı celbeder. Allah-u Teâlâ rızık sebeplerini
halkeder, kişi kolaylıkla rızkını temin eder.
Zikrullah kişiye mehabet, halâvet ve güzellik verir.
Zikrullahla meşgul olanların kalpleri kuvvetli olduğu gibi, bedenleri de
kuvvetli olur.
Zikrullah insanı ilâhî azaptan kurtaran yegâne ibadettir. Hata
ve günahları giderir, kötülükleri iyiliğe çevirir.
Zikrullah meclisleri, meleklerin de katıldığı mahallerdir.
Zikrullah meclisleri, meleklerin zikredenleri ziyaret ve tavaf etmelerine sebep
olur.
Zikrullaha devam edenler kıyamet gününde korkudan, hasret ve
pişmanlıktan yana emin olurlar.
Zikrullah ile meşgul olanlara, kendileri istemeden de daha
üstünü verilir.
Zikrullah kul ile cehennem arasında siperdir. Allah-u Teâlâ
zikreden kulunu sevinç ve sürura garkolmuş bir halde cennetine koyar.
Herşey fânidir, zikrullah bâkidir.
İlâhî Emir:
Zikrullah ilâhî bir emir gereğidir. Yüce dinimizin emir
buyurduğu ne kadar ibadet varsa hepsi de zikrullahın ikamesi ve icrâsı
içindir.
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde:
“Benim zikrim için namaz kıl!” (Tâhâ: 14)
Âyet-i kerime’si ile dinin direği ve temeli, ibadetlerin
rehberi olan namazı emretmiş olduğu gibi:
“Ey iman edenler! Allah’ı çok çok zikredin.” (Ahzab:
41)
Âyet-i kerime’si ile de kendisini zikretmeyi emretmiştir. Namaz
da ilâhî bir emirdir, zikrullah da ilâhî bir emirdir.
Âyet-i kerime’de:
“Zikrullah elbette en büyük (İbadet)tir.” buyuruluyor.
(Ankebut: 45)
Zikrullahtan daha büyük, daha üstün bir şey yoktur. Amellerin
en yücesi, en iyisidir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde
şöyle buyurmuşlardır:
“-Müferridler yarışı kazandılar!”
“-Müferridler kimlerdir yâ Resulellah?”
“-Onlar o kimselerdir ki, Allah-u Teâlâ’nın zikrine bütün
benlikleri ile dalmışlardır, başka şeylerle uğraşmazlar.
Bu zikir onlardan yüklerini indirmiştir, kıyamete hafif olarak
gelirler.” (Hâkim)
Dönüşü olmayan bir günde hafif olmak, hiç şüphesiz ki
bahtiyarlıkların en büyüğüdür.
Zikrullah ve Şükür:
Zikrullah, hidayete ermenin bir şükran ifadesidir:
“O size nasıl hidayet ettiyse, siz de O’nu öylece zikredin.
Bundan önce siz sapıklardan idiniz.” (Bakara: 198)
Câhillerden idiniz, Allah-u Teâlâ’yı nasıl zikredeceğinizi
bilmiyordunuz. Şimdi ise hidayete ermiş bulunuyorsunuz. Hidayet ve iman nimetine
karşılık O’na şükrediniz.
Kudsî Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Ben kulumun zannına göreyim, beni zikrettiği yerde ben
onunlayım. Kulum beni kendi içinde zikrederse, ben de onu kendi nefsimde
zikrederim. Beni toplulukta zikrederse, ben de onu daha hayırlı bir toplulukta
zikrederim.” (Buhârî)
Bir kul için bundan daha sevindirici bir müjde olamaz.
Kalplerin Şifâsı:
Zikrullah; dinimizin emri, imanın alâmeti, ibâdetlerin beyni,
aklın nuru, kalbin cilâsı, ruhun hayatı, gönlümüzün miracı ve her derdin
ilâcıdır.
Hadis-i şerif’te:
“Zikrullah kalplerin şifâsıdır.” buyuruluyor.
(Münâvî)
Zikir nurdur, zikrullahla meşgul olanın içi nurlanır. İç
nurlanınca hikmet husule gelir.
Zikrullah, kulu gafletten koruyan mânevî bir zırhtır.
“İnsan bir şeyi severse dâima onu anar.” (C.Sağîr)
Hadis-i şerif’i mucibince, bir şeyi seven onu hiç dilinden
düşürmez. Yani bir insan Allah-u Teâlâ’yı çok zikretmezse sevgi iddiâsında
yalancıdır.
Allah-u Teâlâ zikreden kulunu şu ilâhî iltifatlarla taltif
buyurur:
“Kulum beni zikredip dudaklarını benim için kıpırdattığı
müddetçe ben kulumla beraberim.” (İbn-i Mâce)
Zikrullah hayata hayat katar, kabre aydınlık, ahirete azık
hazırlar.
“Bir kul benim zikrimle meşgul olmasından dolayı kendi
ihtiyaçlarının talebini unutursa ben o kuluma kendisi istemezden önce in’am ve
ihsan ederim.” (Tirmizî)
Allah-u Teâlâ’nın rahmet hazinelerinin sonu yoktur. Sadece
ahirette değil, dünyada da huzurlu bir hayat bahşeder.
Allah-u Teâlâ’nın Kulunu Anması:
Zikrullah taatlerin efdalidir. Çünkü zikrin sevabı Allah-u
Teâlâ’nın kulunu zikretmesidir.
Âyet-i kerime’sinde:
“Siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim.”
buyuruyor. (Bakara: 152)
Bu Âyet-i kerime’ye birçok mânâlar verilmiştir.
Şöyle ki;
Bana itaat ederek siz beni zikrediniz, ben de sizi rahmetimle
mağfiretimle zikredeyim.
Siz beni duâ ile zikrediniz, ben de isteklerinizi size vererek
sizi zikredeyim.
Siz beni övgü ile zikrediniz, ben de sizi övgü ile nimetlerle
zikredeyim.
Siz beni ihlâs ile zikrediniz, ben de sizi halâsla, kurtuluşla
zikredeyim.
Siz beni dünyâda zikrediniz, ben de sizi ahirette
zikredeyim.
Siz beni refahınız rahatınız zamanında zikrediniz, ben de sizi
belâ ve musibete uğradığınız zaman zikredeyim.
Siz beni ibadetle zikrediniz, ben de sizi yardımımla,
inayetimle zikredeyim.
Siz beni yolumda cihadla zikrediniz, ben de sizi hidayetimle
zikredeyim.
Siz benim ulûhiyetimi kabul ederek zikrediniz, ben de sizi
kulluğa kabul ile zikredeyim.
Her ibadetin belli bir şartı olduğu halde, zikrullah için
hiçbir şart yoktur. Ayakta, oturarak, yatarak bile zikretmek câizdir. Abdestli
olmak efdal olduğu halde, abdestsiz olarak da yapılabilir.
En Büyük Kalkan Zikrullah:
Şeytanın nüfuzundan ve vesvesesinden korunmak için zikrullah en
büyük kalkandır.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Takvâya erenler, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca
Allah’ı zikrederler. Bir de bakarsın ki onlar gerçeği görüp bilmişlerdir bile.”
(A’raf: 201)
Kendi hatalarının nerede olduğunu ve şeytanın hilesinin nereden
geldiğini görürler ve hemen yanlıştan sakınırlar. Böylece Allah-u Teâlâ
tarafından kendisine ihsan edilen basiretleri daha da artmış olur.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i
şerif’lerinde buyururlar ki:
“Şeytan insanoğlunun kalbine nüfuz etmek için istilâ eder.
Lâkin kalp Cenâb-ı Allah’ı zikredince ümitsiz olarak geri çekilir. Unutursa
istilâ eder.” (Nevâdir-ül usûl)
Zikrullah şeytanı uzaklaştırır, Allah-u Teâlâ’nın hoşnutluğunu
kazandırır.
Allah-u Teâlâ zikrullaha devam eden kimseden şeytanı nasıl
uzaklaştırırsa, zikrullahtan gafil olan kimseye de şeytanı arkadaş yapar:
“Kim Rahman olan Allah’ın zikrinden göz yumarsa, biz ona
şeytanı musallat ederiz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır.” (Zuhruf:
36)
Dünyada da ahirette de onunla birlikte olur. Dünyada onu
masiyete iter, kıyamet gününde onunla birlikte cehenneme girer.
HADİS-İ ŞERİF’LER
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz insan
hayatının her safhası için müstesnâ bir numunedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Andolsun ki Resulullah sizin için, Allah’a ve âhiret gününe
kavuşmayı arzu edenler ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir numunedir.”
buyuruyor. (Ahzab: 21)
Allah-u Teâlâ’yı çok çok zikreden müminler, böyle bir zikr-i
kesirle Resulullah Aleyhisselâm’a uymuş ve onu kendilerine numune edinmiş
olurlar.
O Resulullah Aleyhisselâm ki zikrullahın fazilet ve meziyetini
Hadis-i şerif’lerinde şöyle beyan buyurmaktadır:
“-Amellerinizin en hayırlısını, Melik’inizin katında en
temizini, derecelerinizde en yükseğini, altın ve gümüş infâk etmenizden daha
hayırlı, düşmanlarınızla karşılaşıp boyunlarını vurmanız ve onların da sizin
boynunuzu vurup şehit etmelerinden daha hayırlı olan bir işi haber vereyim
mi?”
“-Evet yâ Resulellah!”
“-Allah-u Teâlâ’yı zikretmektir.” (Tirmizî)
•
Bir kimse: “Yâ Resulellah! Hangi cihadın ecri daha
büyüktür?” diye sordu, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Allah-u Teâlâ’yı en çok zikredenlerinki.” buyurdu.
Bundan sonra namaz kılanlar, zekât verenler, hacca gidenler ve
sadaka verenler için de aynı soruyu sordu. Peygamber -sallallahu aleyhi ve
sellem- Efendimiz de hepsine aynı cevabı verdi.
Bunun üzerine Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-, Hazret-i
Ömer -radiyallahu anh-e:
“Hayırların hepsini Allah-u Teâlâ’yı zikredenler alıp
gitti.” dedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:
“Evet” buyurdu. (Ahmed bin Hanbel)
•
Abdullah bin Busr -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde
şöyle buyururlar:
“En hayırlı amel, dünyadan ayrılırken dilinin Allah’ın
zikriyle meşgul olmasıdır.” (Câmiüs’sağîr: 4025)
•
Enes -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle
buyururlar:
“Allah’ı zikreden bir cemaatle sabah namazı vaktinden güneş
doğuncaya kadar birlikte oturmam, bana İsmail oğullarından dört tanesini azat
etmemden daha sevgili gelir.
Allah’ı zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş
batımına kadar oturmam dört kişi azat etmemden daha sevgili gelir.” (Ebu
Dâvud: 3667)
•
“Şüphesiz ki her şeye cilâ verecek bir âlet var, kalbin
cilâsı ise zikrullahtır.
Azaptan kurtulmak için zikrullah gibi birşey olamaz. Meğer ki
kılıcın kırılıncaya kadar Allah yolunda muharebe etsen dahi.”
(Câmiüs’sağir)
Savaşta ölen şehit olur, Allah katında büyük bir mertebeye
erer. Nefsine mağlup olan bir kimse ise ahirette büyük azaplarla karşılaşır.
Bunun içindir ki nefis terbiyesinde büyük bir âmil olan zikrullahın fazileti bu
kadar büyüktür.
•
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine
göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i
şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Gafiller arasında Allah’ı zikreden, cihaddan kaçanlarla
birlikte kaçmayıp vuruşmaya devam eden gibidir.
Gafiller arasında Allah’ı zikreden, karanlık evdeki kandil
gibidir.
Gafiller arasında Allah’ı zikreden, şiddetli soğuktan
yaprakları dökülmüş ağaçlar arasında yemyeşil duran ağaç gibidir.
Gafiller arasında Allah’ı zikreden kişiye Allah cennetteki
yerini ölürken gösterir.
Gafiller arasında Allah’ı zikreden kimsenin, bütün insanlar ve
hayvanlar adedince günahlarını affeder.” (Câmiüs’sağîr: 4311)
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde
şöyle buyurmuşlardır:
“Kim bir yere oturur ve orada Allah’ı zikretmez (hiç
zikretmeden kalkar) ise, Allah’tan ona bir noksanlık vardır.
Kim bir yere yatar, orada Allah’ı zikretmezse, ona Allah’tan
bir noksanlık vardır.
Kim bir müddet yürür ve bu esnâda Allah’ı zikretmezse,
Allah’tan ona bir noksanlık vardır.” (Ebu Dâvud: 4856 - 5059)
•
Ebu Ümame -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde
şöyle buyurmuşlardır:
“Kim yatağına temiz (abdesli) olarak girer ve uyku
bastırıncaya kadar Allah’ı zikrederse gecenin herhangi bir saatinde uyanıp da
Allah’tan dünya veya ahiret hayırlarından bir şey isterse Allah-u Teâlâ
istediğini mutlaka ona verir.” (Tirmizi: 3525)
•
“Rabbini zikredenlerle etmeyenlerin misali, diri ve ölü
gibidir.” (Buhari)
Zikrullah ile mânevî gıdasını alan ruhlar dirilir, alamayan
ruhlar ölür. Zikrullah, ruhun hayatı için, balığın suya duyduğu ihtiyaç
gibidir.
•
“İçerisinde Allah zikredilen ev ile zikredilmeyen evin
misali, diri ile ölü gibidir.” (Buharî)
İhlâsla zikrullaha devam edenler bütün bu faziletlere erdikleri
gibi, zikrullah yapılan mahaller de bu faziletten nasiplerini almaktadırlar.
•
Ümmü Hânî -radiyallahu anhâ-dan rivayet edildiğine göre
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde
şöyle buyurmuşlardır:
“‘Lâ ilâhe illâllah’ kelimesini hiçbir amel faziletçe
geçemez ve bu kelime hiçbir günah bırakmaz.” (İbn-i Mâce: 3797)
•
Muaz bin Cebel -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde
şöyle buyururlar:
“Cennet sakinleri, Aziz ve Celil olan Allah’ı zikretmeden
geçirdikleri bir anın dışında hiçbir şeye teessüf etmeyeceklerdir.”
(Câmiüs’sağîr: 7701)
ZİKRULLAH’TAN KAÇANLAR
VE
KARŞI ÇIKANLAR
Zikrullahla hayat bulanlar Kur’an-ı kerim’de övülürken, diğer
taraftan zikrullahı sevmeyenler ve karşı çıkanlar Âyet-i kerime’lerde
kınanmakta ve zemmedilmektedir:
“Allah ortaksız olarak zikredildiği zaman ahirete
inanmayanların kalpleri nefretle çarpar.” (Zümer: 45)
Bu tiksinti ve nefretin sebebi, Allah-u Teâlâ’yı ve ahiret
gününü inkâr etmelerinden dolayıdır.
Onların kalbi kalp olmaktan çıkmıştır. Vicdanları da vicdan
olma hususiyetini yitirmiş, çürümüş ve bozulmuştur.
“Şeytan onlara galebe çaldı ve zikrullahı onlara unutturdu.
İşte onlar şeytandan yana olanlardır.” (Mücâdele: 19)
Şeytan onların kalplerini öyle bir istilâ etmiştir ki, onlara
zikrullahı unutturmuştur. İşte şeytan, hâkimiyeti altına aldığı kimselere böyle
yapar.Ì
“Kalpleri Allah’ı zikretmeye kaskatı olan kimselere ise
yazıklar olsun! Onlar apaçık dalâlet içindedirler.” (Zümer: 22)
İşte o kalpleri katılaşmış kimseler, açık bir şekilde Hakk’tan
uzaktırlar. Kalpleri yumuşamaz, korkmazlar, anlamazlar, farkına varmazlar.
“Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe
artan bir azaba uğratır.” (Cin: 17)
Öyle bir azapla muazzeb olunurlar ki, o azapla hiçbir zaman
rahat görmezler. Şiddetli azapları artar durur.
“Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız, hevâ ve hevesine
uymuş, haddi aşmış kimselere boyun eğme.” (Kehf: 28)
Onlar iradelerini iyiye, doğruya ve güzele sarfetmedikleri
için, Allah-u Teâlâ kalplerini zikrullahtan gafil kılmış, şeytanın vesveselerine
terketmiştir.
“Bizim zikrimize iltifat etmeyen ve dünyâ hayatından başka
bir şey istemeyen kimseden yüz çevir.” (Necm: 29)
Ümmet-i Muhammed’e bu bir emirdir. Zikrullahtan kaçınan
kimselerden kaçınmak lâzımdır. Onlar ezelî istidatlarını kaybetmişlerdir.
“Sen Allah de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta
oynayadursunlar.” (En’am: 91)
Allah-u Teâlâ’nın zikrinden yüz çeviren, Rabbi ile râbıtasını
koparan kimseler hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle
buyurmaktadır:
“Kim benim zikrimden yüz çevirirse, onun hakkı da dar bir
geçimdir.” (Tâhâ: 124)
Bu gibi kimseler her ne kadar bolluk içinde olsa da, müreffeh
bir hayat yaşıyor görünse de, onun hayatı sıkıntılarla, şüphelerle ve
darlıklarla doludur. Onun iç huzuru ve gönül ferahı yoktur. Kararsızlıklar ve
dengesizlikler içinde bocalar durur.
Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında ise Âyet-i kerime’sinde:
“Onlar Allah’ı pek az zikrederler.” buyurmuştur. (Nisâ:
142)
Allah-u Teâlâ:
“Onlar Allah’ı unuttu, Allah da onları unuttu.” (Tevbe:
67)
Âyet-i kerime’si ile münâfıklar Allah’ın zikrinden gafil
oldukları için, onları lütuf ve ihsanlarından mahrum bıraktığını beyan
buyurmaktadır.
•
Allah-u Teâlâ’nın bir kulunu sevmesi, muhakkak ki o kulun
zikrullahı sevmesi ve iştigal etmesi ile kâimdir. Etmeyenlerin ise
cezalandırılacakları vaad ve vaîdinin bir neticesidir.
Musa Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ’ya hitaben: “Yâ Rabbi!
Ben istiyorum ki kullarından kimi sevdiğini bileyim de, ben de onu
seveyim.” dedi.
Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
“Beni çok zikreden kulumu gördüğün zaman bil ki ben onu
severim. Beni zikretmeyenleri de gördüğün zaman anla ki ben ona buğzederim.”
(Tirmizî)
Hâlik’ın mahlûkunu sevmesinin fevkinde bir güzellik, O’nun
gadabının üstünde de bir çirkinlik düşünülemez.
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde:
“Allah’ı unuttuklarından dolayı Allah’ın da kendilerine
kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın, onlar fâsıkların ta
kendileridir.” (Haşr: 19)
Âyet-i kerime’si mucibince, zikir ve fikirden gafil olan
müminleri fâsık kelimesi ile vasıflandırıyor.
ZİKRULLAH’IN KISIMLARI
Zikrullah beş kısma ayrılır:
1. Umum müslümanların zikri.
2. Tarikat ehlinin zikri.
3. Hakikat ehlinin zikri.
4. Marifetullah ehlinin zikri.
5. Hass’ül-has olanların zikri.
1. UMUM MÜSLÜMANLARIN ZİKRİ:
Allah-u Teâlâ mümin kullarına zâtını çokça zikretmelerini
bildirerek, mal ve evlâtlara aldanma hususunda münafıklara benzemekten onları
sakındırmaktadır:
“Ey iman edenler! Ne mallarınız ne evlatlarınız sizi
zikrullahtan alıkoymasın.
Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.”
(Münâfikûn: 9)
Zikrullahı bırakıp da dünya hayatının geçici zevklerine
aldananların, ahirette çok büyük kayba uğrayacakları şüphesizdir.
Allah-u Teâlâ’ya gerçekten iman eden müminler zikrullah ile
memurdurlar. Çünkü zikrullah imanın alâmeti, ibadetlerin özüdür, bütün usül ve
kaidelerin başıdır.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerinde yatarken
Allah’ı zikrederler.” (Âl-i İmran: 191)
Kalplerini zikrullahın nuru ile tenvire çalışırlar.
Bu Âyet-i kerime umuma, yani bütün iman edenlere şâmildir.
Her ibadetin belli bir şartı olduğu halde, zikrullah için
hiçbir şart yoktur. Ayakta, oturarak, yatarak bile zikretmek câizdir. Abdestli
olmak efdal olduğu halde, abdestsiz olarak da yapılabilir.
Namaz da zikrullahın şümulüne girdiği halde, Allah-u Teâlâ
Mâide sûre-i şerif’inin 91. Âyet-i kerime’sinde “Zikrullah” ile
“Namaz”ı ayrı ayrı beyan etmiştir:
“Şeytan, içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin
sokmak, sizi zikrullahtan ve namazdan alıkoymak ister.” (Mâide: 91)
İnsan zikrullahtan ve namazdan uzaklaşınca, artık her günah
işlenir, ne din kalır ne de iman, ne dünya kalır ne de ahiret.
Bir Âyet-i kerime’sinde de şöyle buyuruyor:
“Namazı bitirdiğiniz zaman, ayakta iken, otururken ve
yanlarınız üzerinde yatarken de Allah’ı zikredin.” (Nisâ: 103)
Bu emre uyan ve gereğini icrâ edenler Hakk’ın sevgisini
kazanırlar.
Namaz ibadetlerin büyüğüdür, fakat her zaman kılınmaz.
Zikrullah ise ayakta iken, otururken, yatarken... her zaman yapılabilir.
Namazın zikrullaha vesile olduğuna dâir Allah-u Teâlâ Âyet-i
kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Eğer korkarsanız, yaya yahut binek üzerinde (namazınızı)
kılın. Emniyete kavuştuğunuzda, bilmediklerinizi size öğrettiği gibi Allah’ı
zikredin.” (Bakara: 239)
Allah-u Teâlâ’yı zikretmek; kaleleri olan, yakınlarında da
düşmanları olan ve kalenin içine girerek, kapıları kapatıp kendilerini düşmandan
koruyan topluluğa benzer.
Hem zikrullah hem de cihad en yüksek mertebedir. Allah-u Teâlâ
Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Ey iman edenler! Düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman
sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki umduğunuza kavuşabilesiniz.” (Enfâl:
45)
Dünyada da ahirette de muvaffakiyetlere, saâdet ve selâmete
eresiniz.
•
Allah-u Teâlâ:
“İman edenlerin zikrullah için kalplerinin saygı ile
yumuşaması zamanı hâlâ gelmedi mi?” (Hadid: 16)
Âyet-i kerime’si ile müminlerin kalplerini Allah’ın zikrine
vermelerini emir buyurmaktadır. Kalplerin Hazret-i Allah’tan gafil olma
tehlikesinden korunması, ancak zikrullah ile mümkündür.
•
Zikrullah ibâdetlerin en kolayı ve fakat en faziletlisidir.
Böylesine faziletli ve yüce olunca, elbetteki zikredenler de insanların en
yücesi olur.
Allah-u Teâlâ diğer birçok Âyet-i kerime’lerinde zikrullahı
teşvik buyurarak, zikrullahla meşgul olanları meth-ü senâ etmiştir:
“Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticaret ne de bir
alış-veriş zikrullahtan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz.
Onlar gönüllerin ve gözlerin halden hâle döneceği günden
korkarlar.” (Nur: 37)
Şurası unutulmamalıdır ki, ahiret kazancı ve ahiret zenginliği
dünyadan çok daha hayırlıdır. Dünya kazançlarının faydaları ömürle sona erer.
Dünyada kazanıp ahirette iflâs etmek akıl kârı değildir.
“Allah’ı çok zikreden erkek ve kadınlara, Allah mağfiret ve
büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzâb: 35)
O mükâfatın dünyada iken tasavvuru mümkün değildir.
“Onlar bir kötülük yaptıklarında veya kendilerine
zulmettiklerinde Allah’ı zikrederek hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler.”
(Âl-i imran: 135)
Allah-u Teâlâ’nın azametini ve kendisine isyan edenlere
hazırladığı azabı hatırlar, günahtan uzak dururlar. Yaptıklarına pişman olup,
affedilmelerini dilerler, günahlarını kapatacak iyiliklere koşuşurlar.
2. TARİKAT EHLİNİN ZİKRİ:
Tarikat, kelime mânâsı itibariyle yol demektir. Tasavvuf
dilinde ise Allah-u Teâlâ’yı bilmek, bulmak ve yaklaşmak için takip edilen
ibadet yolu mânâsına gelir. Her müslüman için zaruri bir yoldur.
Allah-u Teâlâ:
“Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik.”
buyuruyor. (Mâide: 48)
Âyet-i kerime’de geçen “Minhac”ın mânâsı “Münevver
bir yol”dur.
İmanın kemâle ermesi için münevver olan yola girilmesi
lâzımdır.
Bedeni hastalıkların teşhis ve tedavisi için hâzık bir tabibe
müracaatı emir buyurmuş olan Nebiyy-i zîşân -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz Hazretleri, mânevî hastalıklardan kurtulmak için de mânevî bir tabibe,
Rabbânî bir âlime başvurmayı dini bir ihtiyaç olarak göstermiştir.
•
Tarikat ehline “Cehrî zikir” verilir. Bu zikre
“Zâhirî zikir” de denilir. Mürid tekâmül ettikçe, kalbî zikre nâil olabilmek
için yavaş yavaş hafî zikre alıştırılır.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Gerçek müminler o kimselerdir ki, Allah zikredilince
kalpleri titrer.” (Enfâl: 2)
Gönüllerini rahmet ümidi ve muhabbet heyecanı kaplar,
muhabbetle karışık bir korku sarar. Allah-u Teâlâ’nın izzet ve celâlinden, kahır
ve galebesinden dolayı korkuya kapılarak ürperir.
Allah-u Teâlâ her şey için bir sebep yaratmıştır.
Muhabbetullah’ın husulüne sebep de zikrullahtır. O’nun sevgisine nâil olmak
isteyenler zikrullaha devam etmelidirler.
ZİKRULLAH İÇİN TEŞKİL EDİLEN HALKALAR
Zikrullah yapılan mahaller cidden çok kıymetlidir. Nasıl ki
yıldızlar yerden tane tane görülüyorlarsa, melekler de zikir meclislerini böyle
yıldız gibi tane tane görürler. Yukarıdan o güzelliği seyrederler.
Zikrullah’ın topluca icrası için teşkil edilen halkaların
fazileti hakkında da birçok Hadis-i şerif’ler mevcuttur.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre;
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Allah-u Teâlâ’nın yollarda dolaşıp zikir ehlini arayan
melekleri vardır. Onlar Aziz ve Celil olan Allah’ı zikreden bir topluluğu
bulunca: ‘Aradığınız buradadır.’ diye birbirlerini çağırırlar. Hepsi orada
toplanıp onları dünyâ semâsına kadar kanatları ile çepeçevre kuşatırlar. Cenâb-ı
Hakk onların hallerini meleklerden daha iyi bildiği halde sorar:
–Kullarım ne söylüyor?
–Seni tesbih edip zikrediyorlar. Tekbir getirip hamd ve
senâ ediyorlar.
–Onlar beni gördüler mi?
–Hayır, vallahi seni görmediler!
–Beni görecek olurlarsa ne yaparlar?
–Sana daha çok ibadet eder, daha çok hamd ve senâda
bulunurlar, daha çok tesbih ederler.
–Kullarım benden ne diliyorlar?
–Cenneti istiyorlar.
–Onlar cenneti gördüler mi?
–Hayır, vallahi görmediler!
–Görecek olurlarsa ne yaparlar?
–Cennete karşı daha düşkün, onu istekte daha kuvvetli ve
ona rağbetleri daha büyük olurdu.
–Peki neden korkup bana sığınıyorlar?
–Cehennem ateşinden.
–Onu gördüler mi?
–Hayır, vallahi görmediler!
–Ya görselerdi?
–Ondan daha çok kaçar, daha çok korkarlardı.
–O halde sizler şahid olun ki, ben bu zikir meclisinde
bulunanları mağfiret ettim.
Bunun üzerine meleklerden birisi der ki:
–Onların içindeki falan kimse onlardan değildir. O zikir için
değil, şahsi bir iş için gelmişti.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:
–Onlar öyle kâmil kimselerdir ki; onların meclisinde bulunan
şâki olmaz sevaptan mahrum kalmaz.” (Buhari. Tecrid-i Sarîh: 2161)
Hadis-i şerif’ten anlaşıldığına göre;
Allah-u Teâlâ’yı zikretmek için bir araya gelmek çok
faziletlidir. Zikrullah için toplanan sulehanın arasına katılan kimseler,
aslında zikrullah için gelmemiş olsalar bile, aynen diğerleri gibi Allah-u
Teâlâ’nın lütfedeceği her türlü lütuflardan istifade ederler.
Melekler zikrullah için toplanan kimseleri çok sevmekte, onlara
yakından ilgi göstermektedirler.
Rahmet-i ilâhi’nin içinde bulunan insanlar sudaki balıklar
gibidirler. İnsan da böyledir. Onun rahmet olduğunu dilediği kimseler görür.
•
Enes -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle
buyururlar:
“Cennet bahçesine uğradığınız zaman meyvelerinden yiyiniz.
– Yâ Resulellah! Cennet bahçesinden murad nedir?
Zikrullah için teşkil edilen halkadır.” (Tirmizî)
Zikrullah için toplanmanın faziletine Hadis-i şerif’te dikkat
çekilmekte ve buna teşvik edilmektedir.
Toplu yapılan zikrullah, ayrıca İslâm’ın ruhu olan uhuvvet ve
kaynaşmayı temin eder.
•
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz,
Ashâbından halka kurmuş bir cemaatin yanına geldi. “Niçin oturuyorsunuz?”
diye sordu. Onlar da: “Bizi İslâm’a hidayet etmesinden ve bize bunu ihsân
buyurmasından dolayı, Allah’ı zikir ve O’na hamd-ü senâ etmek için oturmuş
bulunuyoruz.” dediler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Sırf bu
sebeple mi oturdunuz?” diye yemin verdi. “Evet” dediler, “Vallahi
biz ancak zikir için oturduk.”
Bunun üzerine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz şöyle buyurdular:
“Ben size inanmadığım için yemin vermedim. Lâkin bana
Cebrail Aleyhisselâm geldi ve Allah’ın sizlerle meleklerine iftihar ettiğini
haber verdiği için yemin vererek sordum.” (Müslim: 2701)
•
Ashâb-ı kiram’dan Şeddad bin Evs -radiyallahu anh- ile Ubâde
bin Sâmit -radiyallahu anh- buyururlar ki:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile beraber
bulunuyorduk. “Aranızda garip yani ehl-i kitap var mı?” diye sordu.
“Hayır” dedik. Bunun üzerine kapıların kapatılmasını emretti ve “Lâ
ilâhe illâllah deyiniz.” buyurdu. Bir saat kadar birlikte “Lâ ilâhe
illâllah” dedik.
Resulullah Aleyhisselâm sonra da:
“Allah’a hamdolsun, sen beni Kelime-i tevhid’le gönderdin ve
beni bununla memur kıldın. Cenneti de bana bunun üzerine vaad ettin, şüphesiz ki
sen vaadinden dönmezsin.” diyerek duâ etti ve buyurdu ki:
“Müjdeler olsun, Allah Azze ve Celle sizi mağfiret etti.”
(Ahmed bin Hanbel)
Zikrullah Allah-u Teâlâ’ya kurbiyeti sağlar, af ve mağfiret
kapılarının en büyüğü o sayede açılır.
•
Ebu Müslim el-Eğarr -rahimehullah- der ki:
Ben şehâdet ederim ki Ebu Hüreyre ve Ebu Saîd-i Hudrî
-radiyallahu anhümâ- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in şöyle
söylediğine şehâdet ettiler:
“Sırf Allah’ı zikretmek için bir mecliste oturanları
melekler halka çevirerek kuşatırlar, ilâhî rahmet onları kaplar, üzerlerine
sekinet ve vekar iner. Allah-u Teâlâ, katında bulunanlara onlardan bahseder.”
(Müslim: 2700)
•
Abdullah bin Busr -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde
şöyle buyururlar:
“Zikir ehlinin meclislerinin ganimeti cennettir.”
(Câmiüs’sağîr: 5781)
3. HAKİKAT EHLİNİN ZİKRİ:
Hakikat ehli “Fenâfirrasûl”e varmış, kalbi
“Mutmainne” olmuş kimselerdir.
Bir taraftan murakaba yaparlar, diğer taraftan Allah-u Teâlâ’yı
tesbih ederler. İster zikr-i cehrî olsun, ister zikr-i hafî olsun.
Mürid “Seyr minallah”da yola çıkar, altı mektepten
birincisi burada tamamlanır. Sonra “Seyr ilâllah”, “Seyr fillâh”,
“Seyr billâh”, “Seyr anillâh” gibi Hakk’a tekarrubiyet
seyirleri başlar.
Nefis kalpten, ruhtan, sırdan, hafâ ve ahfâdan çıkarıldığı
gibi, murakabalar da tıpkı böyledir, sırayla gider. Murakabalardan geçtikçe iman
tekamül eder, erişemediği yerlere eriştirilir. İç âleme o nisbette nüfuz
eder.
Artık “Fenâfişşeyh” tahsili bitmiş, bizzat
Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin taht-ı terbiyesine
mânen alınmış olur. Burada müride Kelime-i tevhid verilir.
Hakikat ehline “Hafî zikir” verilir. Bu zikire
“Bâtınî zikir” de denir. Hafî zikir “Kalbî zikir”e geçişi
sağlar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i
şerif’lerinde buyururlar ki:
“Zikrin ekmeli hafi (gizli) ve rızkın efdali ise yetecek
kadar olandır.” (Münavî)
Burada zikr-i hafîden maksad, zikr-i kalbidir. Zîra “İki
kişinin dışına taşan her gizli şey yayılır.” sözü gereğince, dil ile yapılan
bir zikir hiç olmazsa insanın sağ ve solunda bulunan meleklerle, beraberinde
bulunan şeytan tarafından işitileceğinden zikr-i hafî değildir.
Kalp dile uyup, zikrullah dilden kalbe inerse kalbin zikri
olur, el kârda gönül yarda olur.
Zikrullah Allah sevgisini tahrik ederek sonsuz bir şevk verir,
zikrullahla kalpler arınır ve sükûn bulur:
“Onlar o kimselerdir ki iman etmişlerdir ve kalpleri
zikrullahla mutmain olmuş, sükûn bulmuştur.” (Ra’d: 28)
İtminan, yerleşip sabitleşme demektir. Hiçbir şek ve şüphe
bulunmayacak şekilde Allah-u Teâlâ’ya yakînen inanma şekline ermektir. Her türlü
korku ve hüzünden sarsılmayacak şekilde emniyet elde etmektir.
Bu kalp huzuru ancak ve ancak zikrullahla husule gelir.
“Çok iyi bilin ki kalpler ancak zikrullahla itminana
kavuşur, huzur bulur.” (Ra’d: 28)
Çünkü akıl kuvveti her neyi tasavvur edip düşünse, onun üstünde
başka bir şeyin tasavvuruna intikal eder. Sebep ve neticeler silsilesinde her
şeyden daha üstün olanına geçer. Bu ilerleme ile bütün ihtiyaçların kesilip sona
erdiği öyle bir an gelir ki, Hakk’ta karar kılar. O noktada ihtiyaç durduğu için
akıl da durur ve O’nunla yatışır. Azamet-i ilâhî karşısında her şeyin O’nun ve
O’ndan olduğunu bildiği zaman, artık O’ndan başkasına geçmesi imkânsızdır. O’nun
fevkinde bir şey talebine imkân olmadığından, kalpler zikrullahla mutmain olur,
sükûna erer.
Bu gibi kimseler taraf-ı ilâhî’den şu hitapla taltif
edilirler:
“Ey mutmain olan nefis! Sen O’ndan râzı, O senden râzı
olarak dön Rabbine! Gir salih kullarımın içine, gir cennetime!” (Fecr:
27-30)
Bu hitap ona hem vefat ânında hem de kıyamet gününde
söylenir.
4. MARİFETULLAH EHLİNİN ZİKRİ:
Marifetullah ehli, yarattığı her şeyde Allah-u Teâlâ’yı,
eserini, âsârını tefekkür ederler.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle
buyurmaktadır:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri
ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için elbette deliller vardır.”
(Âl-i imran: 190)
Ki bu deliller bütün kâinatın O’na mahsus olduğuna ve O’nun
kudretinin kemâline, büyüklük ve azametine delâlet ederler.
Allah-u Teâlâ mütebâki Âyet-i kerime’lerinde tefekkür edenleri
övmüştür:
“Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarken
Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler.”
(Âl-i imran: 191)
Onlar “Ulül-elbâb”a varan ve bu Âyet-i kerime’nin
sırrına mazhar olanlardır. Bu tefekkür, bu öz akıl sahiplerine mahsustur ve bu
tefekkürü ancak onlar yaparlar.
•
Hafî zikir, kalbî zikrin köprüsüdür. Hafî zikre kalp alıştığı
zaman, kendiliğinden zikir yapacak hale gelir. Bu ise marifetullah ehli içinde
nadiren bulunan has kullara âittir.
Bu anlatılan “Kalbî zikir” ayrı bir zikirdir;
“Yapılan” değil, “Akıtılan” bir zikirdir. Allah-u Teâlâ o has
kulun kalbine zikri akıttığı zaman, kalp devrini alarak açılır. Suyun aktığı
gibi, kalp kendiliğinden zikredecek hale gelir. Zorlamaya gerek kalmaz.
Yürürken, uyurken, ölürken hep zikreder. Cehrî zikirden hafî zikre geçmenin
sırrı budur.
Hafî zikirde sen zikir yapıyorsun. Senin zikrin su katmaktadır,
pompayı çekmektedir.
Fakat kalbi zikirde Allah-u Teâlâ suyu akıtır, artık o suya su
katmaya, pompayı çekmeye lüzum kalmaz. O akıntıyı verdiği için kalp
kendiliğinden zikreder. Uyusa da, yürüse de, dursa da zikreder. Kişiye bağlı
değil o hâl, Hakk’a bağlı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i
şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Gözlerim uyur kalbim uyumaz.” (Buharî)
O uyusa da uyumasa da kalp uyumuyor, hep zikrullah ile meşgul
oluyor.
Hiç şüphesiz ki Resulullah Aleyhisselâm’daki hâl tamamen
ayrıdır. Allah-u Teâlâ onu nurundan yarattığı için lâtif ve nurânîdir. Uyurken
de görür. Ona verilen hiç kimseye verilmemiştir. Başkalarına benzeri
verilmiştir.
•
Ashâb-ı kiram’dan Abdullah bin Hâris -radiyallahu anh-,
melekler hakkındaki:
“Hiç ara vermeksizin, bıkıp usanmaksızın gece gündüz tesbih
ederler.” (Enbiyâ: 20)
Âyet-i kerime’sini duyduğu zaman:
“Yâ Resulellah! Nasıl hiç zikirden ayrılmazlar, bir takım
vazifeleri yapmaları onları meşgul etmez mi?” demiş.
Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz:
“Sen kimlerdensin?” diye sormuş. ‘Abdülmuttalip
oğullarındanım.” deyince onu kendisine doğru çekmiş ve şöyle
buyurmuş:
“Ey amcaoğlu! Allah insanlara nefesi nasıl vermiştir? Yersin
içersin, gelirsin gidersin, amma nefes alırsın değil mi? Allah meleklere tesbihi
de böylece vermiştir.” (Hülâsâtül-Ahbar)
5. HASS’ÜL-HAS OLANLARIN ZİKRİ:
Bu zikir Allah-u Teâlâ’nın Hass’ül-has kullarına âittir. Onlar
Allah-u Teâlâ ile nefes alıp-verirler. Mukarrebûn diye tabir edilen zâtlar
bunlardır, dünyada nâdir bulunurlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Rabbini gönülden, yalvararak, boynu bükük ve ürpererek
hafif bir sesle sabah-akşam zikret!” (A’raf: 205)
Bu zikir, murakabanın en sonuna varan hususi kullarına bir
emridir. Bu emirden anlaşılıyor ki, bu apaçık bir gönül zikridir. Zikirlerin en
üstünü de budur. Buna ledünî zikir de denir.
Daha evvel murakaba yapıyordu Resulullah Aleyhisselâm’la
beraber, şimdi ise Hakk ile beraber. O yalnız ve yalnız Hakk iledir. Hakk ile
nefes alır, Hakk ile meşgul olur.
Allah-u Teâlâ murad ettiği kulunu cezbe ile çeker ve huzuruna
alır. Bu Hass’ül-has’a âit bir husustur.
Murakaba’nın en sonuna varanlar Râbıta yapmaz, Murakaba da
yapmaz. Onlar Allah-u Teâlâ’nın varlığı içine sığınır, nefeslerini Allah-u Teâlâ
ile alır.
Farz-ı muhal ki bir fıçının içine girdin, fıçının içinde nefes
alıyorsun ve zikrediyorsun. Dar ve kapalı yerde.
İşte onlar da Azamet-i ilâhî’nin varlığı içine girerler,
nefeslerini alırken O’nun varlığı ile alırlar. Kendisi bile yok, ancak perdesi
oradan alıyor. Nefeslerin en hayırlısı işte budur.
“İçinizde!... Görmüyor musunuz?” (Zâriyat: 21)
Âyet-i kerime’si burada tecelli eder.
O, Allah-u Teâlâ ile nefes alıyor. Sessiz, sedâsız, zikirsiz,
murakabasız. Bu nefes Allah-u Teâlâ ile alındığı için zikrullahın en efdali
olmaktadır ve gizli bir zikirdir. Onun Allah-u Teâlâ ile merbudiyeti vardır.
Fıçının içine girerken yine kalbî zikir vardır, nefes zikri
değil. Allah-u Teâlâ ile hallendiği zaman nefes zikrine geçer.
Nefes ile zikir esnasında zikir yapılmıyor. Kalp zikir
yapmıyor. O zaman alınan nefesler zikir yapıyor zaten. O her şeyden arınmış
durumda, Allah-u Teâlâ ile nefes alıyor. Bu ise nefesle zikir oluyor. Çünkü
O’nunla nefes alıyor.
“Cehrî zikir” tarikat ehli tarafından; “Hafî zikir”
hakikat ehli tarafından; “Kalbî zikir” marifetullah ehli tarafından
biliniyorsa da; bu beşinci kısım zikrullah Hass’ül-has kulların bilebileceği bir
ilimdir.
Her şey duruyor, o Allah-u Teâlâ’ya, azametine sığınıyor ve
O’nunla nefes alıyor. Onun zikri o oluyor.
Ve fakat bu nefes zikrine mazhar olanlar, kendisinin bir
maskeden ibaret olduğunu bilen ve görenlerdir. Bu zikir yalnız onlara mahsustur,
halk tarafından bilinen bir zikir değildir.
O Hakk’a varmış, kendisinin bir perdeden ibaret olduğunu
görmüştür. Bütün iş ve icraatları Hakk iledir ve Hakk içindir.
Bu zikir dahi iki türlüdür:
Kapalı bir yerde olduğu halde; Cehrî zikir de yapılabilir, Hafî
zikir de yapılabilir.
Asıl sır şu Âyet-i kerime’de gizlidir:
“Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kaf: 16)
O sana senden yakındır. O zaman sen bir fıçı mesabesindesin,
bir perde mesabesindesin, bir kapak mesabesindesin. İçinde O var.
Bu nefes zikri bunu böyle bilip görenlere mahsustur. Allah-u
Teâlâ ile nefes alıp veriyorsun. Bu ise sana senden yakın olanla nefes alıp
vermen demektir.
Nefes zikri ile meşgul olan, O’nunla nefes aldığı için, hiçbir
vasıta araya giremez. Dıştan hücüm etmeye çalışır, fakat içeriye girmesi mümkün
olmaz. Rabıtaya da benzemez bu. Çünkü râbıtada melek de girebilir, şeytan da
girebilir, karıştırır.
Bu zikir ise öyle değildir. Hass’ül-has olanın Allah-u Teâlâ
ile irtibatı var, O’nunla nefes alıyor. Onun içindir ki dıştan hiçbir şey oraya
müdahele edemez.
•
Nefes zikrinin hakikatına vâsıl olanlar, kendisinin bir kefen
olduğunu kabul eder. Bir kefen ile içindeki kimse ne ise, Allah-u Teâlâ ile onun
arası da odur.
Bu zikre oturan öyle oturur, kendisinin bir kefen olduğunu, bir
elbise olduğunu bilir, içindeki ile nefes alır. O’nunla nefes aldığı zaman
O’ndan hayat alır, içindeki ile zikreder. Bu zikir bâtının da bâtınıdır.
“Hakk ile alınan nefes”in sırrı budur. O’nun Hakk ile irtibâtı var,
kendisi yok Allah var.
Kendisinin kefen olduğunu bildiği zaman bu hâl tecelli eder.
Allah-u Teâlâ ile irtibat kurar, O’nunla nefes alır.
•
Toplu yapılan cehrî zikirde kimisi zâhirde zikreder, zâhiri
hareketler yapar. Kimisi bâtında zikreder, bâtınî zikir yapar.
Bâtınî zikir yapanın gayesi Hakk’tır, Hakk ile irtibat
kurmaktır, uydum kalabalığa değildir. Zâhirî hareket yaparken aslını kaçırır,
halka uyarsa Hakk ile irtibatı kaybeder.
Bu zikir ehline âittir, halk zâhirde zikirle meşgul olurken, o
bâtın ile meşgul olur.
•
Bu zikr-i şerif’e “Nefes zikri” denir. A’raf sûre-i
şerif’inin 205. Âyet-i kerime’sinde geçen “Hafif ses” nefestir.
Zikrin en efdali budur. Buna mazhar olanlar da yok denecek kadar azdır. Allah-u
Teâlâ’nın kendisi için yarattığı kullara mahsustur.
Bu hususta bir misal verelim:
Zâhirî ilimlerde kemale eren Abdülhâlik Gücdüvânî -kuddise
sırruh- Hazretleri bâtın yoluna meyletmişti. Bir gün tefsir okurken adı geçen
A’raf sûre-i şerif’inin 205. Âyet-i kerime’si karşısına çıktı. Hocası Allâme
Sadreddin’e sordu:
“Bu gizliliğin hakikatı ve gizli zikrin yolu nedir? Cehrî
zikirde uzuvlar hareket eder, herkes duyar ve görür. Gizli zikirde ise
dışarıdaki insanlar görmese bile, insanın içindeki şeytan görür.
Çünkü Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:
‘Şeytan âdemoğlunun kan damarlarında dolaşır.’
buyurulmaktadır. Bu durumda ne yapmak lâzımdır.”
Hocası hakkı sahibine teslim etti ve dedi ki:
“Bu sorunun cevabı ledün ilmi ile verilir. Bu da bizde
yok. Çünkü o, Allah’ın veli kullarına has bir ilimdir. Şu kadar var ki Allah
dilerse karşına bir veli kulunu çıkarır, o da sana gizli zikri
öğretir.”
Gücdüvânî -kuddise sırruh- Hazretleri bu işaretten sonra
Allah-u Teâlâ’nın, kendisine ilâhî sırları tâlim edecek bir zâtı bir gün
karşısına çıkarmasını bekleyip durdu. Bir süre sonra karşısına Hızır
Aleyhisselâm çıktı ve onu evlâtlığa kabul ederek gizli zikri tâlim buyurdu.
•
Bilinmeyen bir zikir olduğu için çeşitli yönlerden tarifleri
yapılıyor.
Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyurmaktadır:
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi arzuladım, bunun için
de mahlûkatı yarattım.” (K.Hafâ)
İşte bu hazineyi içinde bulan kimse, başka bir şey istemez
ve aramaz.
Bunu bulanlar, bu sırlara mazhar olanlar; onlar Fatiha-i
şerif’in sırrına mazhardırlar, İhlâs-ı şerif’in de sırrına mazhardırlar.
Onlar:
“Allah o Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur.
O Hayy ve Kayyum’dur.” (Bakara: 255 - Âl-i imran: 2)
Âyet-i kerime’sinin sırrına mazhardırlar.
İşte bunun içindir ki Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve
sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki,
eğer siz süfli arza bir ip sarkıtmış olsanız Allah’ın üzerine düşerdi.”
(Tirmizi)
Ve bu suretle Allah-u Teâlâ onları bu sırlara mazhar eder.
Onlardan başka hiç kimse bu sırları bilemez.
Meselâ bunun yanında daima deriz ki:
“Nefeslerin en hayırlısı Hazret-i Allah ile alınandır,
mülâkatın en güzeli Hazret-i Allah ile yapılandır.”
Bu mülâkat ilham vasıtası iledir, harfsiz ve
hurufatsızdır.
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Şûrâ sûre-i şerif’inin 51. Âyet-i
kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın bir insanla konuşması mümkün değildir. Ancak vahiy
yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona
dilediğini vahyeder. O, yücedir, hikmet sahibidir.” (Şûrâ: 51)
Vahiy malumdur, peygamberlere verilen ilâhî kelimelerdir.
Muhtelif şekilleri vardır.
Perde arkasından ise; Allah-u Teâlâ dilediği kulunun kalbine,
dilediği zaman perde arkasından nurunu akıtır, bütün hakikatleri bildirir.
Dilediğine harfsiz hurufatsız ilham eder.
Perde arkasından Allah-u Teâlâ ile nasıl konuşulur?
Bu hususta sizin anlayacağınız bir temsil arzedelim.
Bayezid-i Bestâmî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar
ki:
“Unuttuğunda cahil olacağı için, kitaplardan bazı şeyler
ezberleyen kimselere âlim denmez. Hakiki âlim, öğrenmeden ve ezberlemeden,
dilediği anda Hakk’tan ilim alabilen kimsedir.”
Demek ki Hakk’tan ilim alınabiliyormuş. Bu ilim, o ilimdir.
Muhyiddin-i İbn’ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri ise şöyle
buyururlar:
“O öyle bir kaynaktan alır ki, Peygamber Aleyhisselâm’a vahiy
getiren melek de aynı kaynaktan alır.” (Fusûs’ül-Hikem)
Perde nedir? Sensin perde. Senin varlığın perdedir. O’nun için
perde yok. O sana senden yakındır, perdenin arkasından konuşuyor.
Senden sana yakın olan sana duyuruyor, buyuruyor.
Buyurduklarını sana duyuruyor. İşte perde arkasındaki zikrin sırrı. Sen bir
perdesin, O dilediği şekilde mahlûku ile konuşur. Sen de perdesin, kâinat da
perdedir.
ZİKRULLAH’IN ÖZÜ
Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri her şeye bir öz
vermiştir, her şeyin bir özü vardır. Zikrullah’ın özü ise ledünî olan “Nefes
zikri”dir.
“Cehrî zikir” zâhirîdir, “Kalbî zikir“ bâtınîdir,
bu zikirler dıştan yapılır. Sen varsın ki yapıyorsun.
“Nefes zikri” ise içeriden yapılır, yani Hakk ile nefes
alınır. Onun Cenâb-ı Allah ile irtibatı vardır. O içeride amma, sen dışarıda
kaldın. Sen O’nun ile nefes alıyorsun, O’nun nefesi ile O’nu zikrediyorsun.
Diğer zikirlerde sen dışarıda O içeride. Sen içindekini
zikrediyorsun.
Bâtınî zikrin son noktasına Allah-u Teâlâ’nın vardırdığı
kimseler bunu bilir, başkası bilmez. Bu sırrı O bildirir ve ancak bildirdiği
kimseler bilir.
Bu has ilmi Hızır Aleyhisselâm’a da bahşettiğini Âyet-i
kerime’sinde beyan buyuruyor:
“Biz ona nezdimizden bir rahmet verdik, tarafımızdan has bir
ilim öğrettik.” (Kehf: 65)
•
Allah-u Teâlâ kime has ilim verirse, o sırlara o mazhardır.
Bu gizli ilim yalnız hususiyetle O’nun seçtiği, öğrettiği kimseye mahsustur.
Seyr-ü sülûkta olanlara, diğer velilere dahi mahsus değildir. Bu ilim verilme
iledir, kişide hiçbir şey yoktur.
Diğer bir temsil:
Sen bir örtünün altına girdin görünmüyorsun, seni kimse
görmüyor. Amma sen kendi kendini görüyorsun ve biliyorsun.
Herkes örtüyü görüyor. Örtüyü gördüğü için, içinde kimse var mı
yok mu bilmiyor. Oysa sen de bir örtüsün, kâinat da bir örtüdür. İçindekini
kimse görmüyor.
Varlığını giyersen sen varsın, varlığını kaldır O var. Kâinat
da böyledir.
Sultani zikrin en gizli sırlarından birisi de şudur:
Sen kendinin bir perdeden ibaret olduğunu görüp bildiğin
zaman,
Ve içindekini gördüğün zaman,
O’nunla irtibat kurduğun zaman Sultânî zikrin sırrına
vâsıl olursun. Herkes perdede kalır, sen perdenin içindekine nüfuz etmiş
olursun.
Ey insan!
İçindeki her şeyi biliyor. İçindeki ile irtibat kurman, seni
zâhirî âlemden ulvî âleme çeker. Bu, ulvî bir âlemin irtibatıdır.
Bu zikrullah apayrı bir zikirdir. Sultan’dan geldiği için,
doğrudan doğruya “Sultan” ile irtibâtı olduğu için “Sultânî zikir”
denilmiştir.
Bu hâli anlatmak güç olduğu gibi, ehlinden mâdâ gerçek
hakikatını kimse bilmez. Hakk Teâlâ’nın öğrettiği bir zikir olduğu için
“Hass’ül-has” olanlara âittir.
•
Ve bu ince noktaları anlatabilmek için size diğer temsillerini
verelim.
Meselâ;
“Allah Musa ile de konuşmuştu.” (Nisâ: 164)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere, Musa Aleyhisselâm
Allah-u Teâlâ ile konuşurdu.
“Davut’a dağları ve kuşları musahhar kıldık, onunla
beraber tesbihte bulunurlardı.” (Enbiyâ: 79)
Âyet-i kerime’sinden anlaşıldığına göre de Davut Aleyhisselâm,
kendilerine mahsus bir hayat ile yaratılan cesim dağlarla ve kuşlarla beraber
olup Allah-u Teâlâ’yı zikrederlerdi.
Ve fakat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize
gelince, o buyurur ki:
“Benim Allah ile öyle vaktim olur ki, oraya ne yakın bir
melek sızabilir, ne nebi ne de resul sokulabilir.” (K. Hafâ)
O, doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ’nın mahremindedir, kendisini
dahi görmez. O anda Hakk’ı görüyor, Allah-u Teâlâ ile hemhâl oluyor. Bunun için
bu hâli bilen olmaz.
Hadis-i şerif’lerinde:
“Ümmetimin âlimleri benî İsrail’in peygamberleri gibidir.”
(K. Hafâ)
Buyurması, size anlatılan bu gizli zikir olsun, gizli ilim
olsun, bunların hepsi O’nun verasetinden akar gelir. Ona lütfettiğini dilediği
vekillerine de lütfetmiştir.
Bir diğer Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Cenâb-ı Hakk benim göğsüme ne döktüyse, ben de onu olduğu
gibi Ebu Bekir’in göğsüne boşalttım.”
İşte bu boşalma buradan geliyor. Bunun sırrı da
budur.
•
Nefes zikri aynı zamanda yakınlık ve kurbiyet makamıdır.
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine
hitaben Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmuştur:
“De ki: Allah bana yeter.” (Tevbe: 129)
İşte bu makam o makamdır. Bu zikir bu makamın yeridir. Fakat bu
noktayı açmam mümkün değildir. Bu bir esrârdır. Ancak bu noktaya erenler bunu
çözer, başka türlü çözülmez. Bu zikrullahın en gizli noktası da burasıdır.
O, o anda Hazret-i Allah iledir. Oraya başka hiçbir şey
girmiyor; nefes girmiyor, insan girmiyor, melek de şeytan da girmiyor. O’nunla
soluyor, O’nunla oluyor. Çünkü yakınlık ve kurbiyet makamıdır.
Farz-ı muhal ki insan bir kuyuya veya bir denize düşse o anda
dibine iner. Allah’tan başka kimse var mı orada? Yok. Sen yok diyorsun, o ise
O’nu hem görüyor, hem biliyor. İşte bu zikir bu kadar kıymetlidir.
•
İrfan duygusu, anlatmakla veya kitaplardan okumakla husule
gelmez, apayrı bir şeydir. Doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın duyurması ile,
öğretmesi ile husule gelir ve bilinir, ifadeye sığmaz. Bu bir hâldir, kâl ile
bilinmez.
Gerek Hazret-i Allah ile zikir olsun, gerekse O’nunla sohbet
olsun, bu hâller ifadeye sığmaz. Gizli mahreminde tuttuğu ve orada bulundurduğu
kullarına mahsustur. Bunun için bu hâller bilinmez.
Ve fakat böyle bir zikrin, fikrin, Hakk ile böyle bir sohbetin
mevcut olduğunu duyuruyorum.
Büyük evliyâ-i kiram hazerâtının beyanlarına ve ifşaatlarına
bakarak, o nur ışığı altında okuyun. Şu kadar var ki nasibiniz kadar
anlayabilirsiniz.
Meselâ Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri:
“O’nunla konuşur, O’nunla görür.” buyuruyor.
Sizin bunu bilmeniz ne mümkündür?
Hakk’ı gören, Hakk’tan gayrı olanları tanımaz. Var’ı görür,
Hakk’a bakar ve görür. Hakk’tan başkasını görmez, kendisini de görmez, başka
şeyleri de görmez.
Bu gibi kimseler Kelime-i tevhid’in özüne vâkıftırlar, özünü
bilirler ve göre göre söylerler, amma sen kendini görüyorsun.
Bâtınî Zikrin En Güzeli:
Cehrî zikir ile Hafî zikir ne kadar farklıysa,
Nefes zikri ile Hafî zikir de o kadar farklıdır.
Meselâ Kelime-i tevhid zikrine varanlar için; “Lâ ilâhe
illâllah”, yaratılmışlar ilâh olamazlar, onlar “Lâ”dan ibarettir.
Yaratan Hazret-i Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur.
“Muhammedün Resulullah”; nurundan nurunu yarattı,
o nurdan mükevvenâtı donattı.
Yaratılanlar “Lâ”dan ibarettir. “Ol!” diyor
oluyor, olduğu kadarını olduruyor.
“Lâ” derken kendimi de inkâr ederim, yaratılanları da
inkâr ederim. O’nu tanıdığım için.
“Lâ ilâhe illâllah”; Allah’ım senden başka hiçbir ilâh
yok. Biz o mânâ ile bunu söyleriz.
Onun için “Lâ”lara değer vermeyiz, Yaratan’a değer
veririz. “Güzel yaratıcı olduğu için güzel yaratmış!” deriz, o kadar.
Bu zikir “Bâtınî” zikrin en güzelidir. Fakat buradaki
“Lâ”lar dahi seslidir.
Nefes zikrinde ise ses yok. Ne ses var, ne de seda.
Meselâ bir şırıngayı suya koydun. Şırınga içeride, suyu
içeriden sessizce çekiyor. Ses yok orada, sadece çekiyor.
•
Diğer bir temsil:
Suyun içinde çiçek var, sudan nasibini alıyor. O su olmazsa
çiçek kurur. Fakat içeriden nasibini aldığını kimse görmüyor. İşte bu da
böyledir.
Bâtınî zikrin en kıymetlisini size ifşâ ediyorum.
Diğerinde lâfız var, kalben de olsa lâfız var, hareket var,
niyet var. Bu zikirde o yok, yalnız çekme var.
Sen bir kabuksun, sen bir maskesin, içindekinden çekiyorsun.
Sultânî zikrin ehemmiyeti bundan ötürüdür.
Zâhirî zikri halk duyar, bâtınî zikri şeytan duyar. Herkes
nefes alıyor, şeytan da nefes alıyor. Fakat o nefeste bir niyet var, zikir
niyeti. O niyeti şeytan bilmez. Niyetini bilmediği için ne yaptığını bilmez. Bu
zikir, bâtınî zikrin derunî noktasıdır. O niyetle Allah-u Teâlâ’yı nefes ile
zikreder. O hep Hakk iledir. Onu şeytan bilmez, halk zaten bilmez.
Bunu bana Rabbim öğretmese ben bunu yapamam. Rabbim öğretiyor,
biliyorum ve temsiliyle izah ediyorum.
O bildirdi, O gösterdi. Bu ilmin çözülmesi başka türlü mümkün
değildir. Muallim O’dur, O’nun öğrettiğini biliyorum, gösterdiğini
görüyorum.
Ben kabuktan ibaretim, içimde O var. O’nun ile nefes alıyorum.
Nefesimi kesse bana kim bir nefes verebilir?
Hep O’nunlayım, O’nunla soluyorum, O’nunla yaşıyorum, O’nunla
söylüyorum, O’nunla yazıyorum.
İçimdeki varlığı alsa, varlığı O’ndan başka kim verebilir?
Bu ilmi Allah-u Teâlâ’nın öğrettiklerinden başka hiç kimse
bilemez. Ancak Sıddıklar ile Mukarrebler bilir. Bu ilim onlara verilmiştir.
Bu mevzular bu kitabın kalbi mesabesindedir.