11. bölüm
RÂBITA
Râbıta Nedir?
Râbıta kelimesi lügatte “İki şeyin birbirine
bağlanması” demektir. Tasavvuf dilinde ise, mürşid ile mürid arasındaki
ilâhî feyzin akışını sağlayan mânevi bir bağdır. Bu bağ, Kur’an-ı kerim ve
Hadis-i şerif’lerde bazen açık, bazen de zımnen işâret edilmiştir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber
olun.” buyuruyor. (Tevbe: 119)
“Sâdıkîn”den murad “Mürşidûn” olduğu “Bahr-ül
Hakâyık” tefsirinde beyan buyurulmuştur.
Allah-u Teâlâ ehl-i imânı bu Âyet-i kerime ile sorumlu kılmış,
vâris-i enbiya olan bir Mürşid-i kâmil’in maiyyetinde bulunmalarını emir ve
vâcip eylemiştir.
Allah-u Teâlâ’nın “Teklif-i mâlâ yutak” buyurmayacağı,
yani kuluna güç getiremeyeceği şeyi teklif etmeyeceğini bildiğimiz halde;
sâdıklarla beraber olmayı emredince, her zaman için sâdıkları bulundurmayı hem
de bildirmeyi temin etmiş demektir.
Mürşidle beraberliğin bir kısmı cismâni olduğu gibi, bir kısmı
da ruhânîdir ki, bunu Râbıta ile izah edebiliriz. Râbıtan’ın azlık ve çokluğu,
yani zayıflık ve kuvvetliliği muhabbetin azlık ve çokluğuna tâbi bulunacağından,
muhabbet arttıkça Râbıtan’ın kuvveti de artar.
Bir Âyet-i kerime’sinde de şöyle buyuruyor:
“İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın.” (Mâide: 2)
Kişi için her ne kadar maddî yardım gerekli ise de, mühim olan
mânevî yardımlaşmadır. Zirâ birincisi fânî, ikincisi ise bâkîdir, devamlıdır
Bir Mürşid-i kâmil’in, Rabbi tarafından gönül deryasına
akıtılan ilâhî feyzi; müridin kurumuş gönül bahçesine akıtıp, orada iman
ağacının yeşermesine, dal-budak salmasına ve ibadet meyvelerini verip ebedî
saâdete ulaşmasına vesile olmasından daha güzel bir yardım mı olur?
Râbıta, işte bu emr-i ilâhî’nin gereği bir yardımlaşmadır.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde de buyuruyor ki:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’na yaklaşmaya vesile
arayın.” (Mâide: 35)
Dikkat edilirse bu Âyet-i kerime’de takvânın yanında kurtuluş
için bir de vesile şartı getirilmiştir. Bahsedilen vesileyi ulema, Mürşid-i
kâmil olarak tefsir etmişlerdir. Çünkü Mürşid-i kâmil, devrinde Peygamber
vârisidir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize uymayanların
kurtuluşu mümkün olmayacağı gibi, vârisine uymayanların da kurtuluşu zordur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i
şerif’lerinde:
“Allah’ın öyle velî kulları vardır ki, onların gönülleri
ilâhî râhmet deryâlarıdır.” buyurmuştur.
Bu Hadîs-i şerif’ten şu mânâ çıkıyor ki;
“Velî kulların gönüllerinde deryâlar halinde bulunan ilâhî
rahmetten, mânevi bir yol bularak kendi kalbinize akıtınız.”
Bu mânevî feyz ve rahmetin akışı Râbıta’dır.
Abdullah bin Mes’ud -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine
göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i
şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“İnsanlar içinde öyleleri vardır ki, Allah’ı hatırlamanın
anahtarıdır. Onlar görüldüklerinde Allah zikrolunur.” (Câmiüs-sağîr:
2466)
•
Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri:
“Sizin satın alacağınız bellidir, ben size onu satarım.”
buyurmuştur.
Bunun mânâsı; Siz ancak muhabbet ve teslimiyetiniz nisbetinde
râbıta yapar, feyz alabilirsiniz. Ben de size ancak o nasibiniz kadarını
veririm.
Çeşme akıyor, amma sen testini tutmuyorsun ki dolsun.
•
Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri buyurur ki:
“Tarikat-ı âliye’de feyz alma ve ilerleme yalnız zikir ve
evradın çokluğuna bağlı olmayıp, ihlâs-ı kalbiyye ve samimi muhabbetin de büyük
tesiri bulunduğu erbâbına malum ve âşikârdır. Meşâyih-ı kiram’dan bazısı:
‘Şeyhin bir nazarı kırk çileden daha evlâdır.’ sözüne ilâveten, feyze nail olmak
için Mürşid-i kâmil’in nurlu nazarlarını da feyz ve terakkî vesilesi kabul
etmişlerdir.” (30. Mektup)
“Bilindiği gibi, Râbıta’dan maksat feyz almaktır. Gerçek
feyz kaynağı ise Cenâb-ı Hakk’tan başkası olmadığı şüphesizdir. Şu kadar var ki,
Allah’ın Habib’i Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz
Hazretleri dahi Cenâb-ı Hakk’ın zât ve sıfâtının tecellî mahalli ve mazharı
bulunduğundan, Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-den feyz almak,
Cenâb-ı Hakk’tan feyz almak demektir.
‘Allah’ın ve Resulullah’ın ahlâkı ile ahlâklanınız.’
Şeklindeki peygamber emrine uyarak beşerî sıfatlardan çıkıp,
arzulanan güzel ahlâk ile ahlâklananlar, yani tam bir fenâ duygusu ile
Fenâfirresul ve daha doğrusu Fenâfillâh’ın üstün şerefine nâil bulunanların da
râbıtası:
‘O’na yaklaşmaya yol arayın.’ (Mâide: 35)
Âyet-i kerime’siyle bütün müminlere emir ve ferman
buyurulmuştur. (13. Mektup)
•
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri ise
Râbıta hususunda şöyle buyuruyorlar:
“Kendini zorlamaksızın Râbıta’nın kendiliğinden hasıl olması,
mürid ile şeyh arasında tam bir yakınlık olduğunun alâmetidir. Bu yakınlık
faydalı olma ve istifade etmeye yarar. Yollar içinde Râbıta’dan daha çabuk
kavuşturanı yoktur.
Ne büyük bir saâdettir ki, o kimseye bu nimeti ihsan
ederler.
Hâce Ubeydullah Ahrar -kuddise sırruh- Hazretleri:
‘Râbıta, Hakk’ın zikrinden daha faydalıdır.’ buyurur.
Yani şeyhin hayali, mürid için zikirle meşgul olmaktan daha
evlâdır. Çünkü müridin başlangıçta Allah-u Teâlâ ile tam bir yakınlığı yoktur.
Bunun için zikir yolu ile çok fayda temin edemez.” (187. Mektup)
•
İmâm-ı Şârânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Nefehâtül-Kuds”
kitabında zikrin âdâbını tarif ederken Râbıta, yani şeyhin şahsını tahayyül
etmenin lüzumunu zikrin âdâbından saymıştır.
Allâme Seyyid Şerif Cürcânî Hazretleri dahi Şerh-i Mevâkıf’ın
sonunda Râbıta’nın sıhhat-i zuhurunu ve müridin bu suretle feyz alabileceğini
kaydederek hatırlatmıştır.
Şeyh Tâcüddîn Osmânî Hazretleri Tâciye adlı kitaplarında
Cenâb-ı Hakk’a kavuşma sebeplerini zikrederken kâmil bir şeyhe kalbi raptetmeyi
kavuşma sebeplerinin üçüncüsü olmak üzere gösterilmiştir.
Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretlerinden
nakledildiğine göre, Tarikat-ı aliye’ye sâlik olanların evliyây-ı kiram ile
Râbıta-ı kalbiye’de bulunmalarının lâzım geleceğini beyan etmişlerdir. (Risâle-i
Es’adiyye)
•
Allah-u Teâlâ’ya âit olan ilâhî feyz Habib-i Ekrem -sallallahu
aleyhi ve sellem-inin deryâsına gelir, oradan da zamanın mürşidinin deryasına
gelir.
Ezelî taksimâta dâhil olanların, nasiplerini alabilmeleri için,
o deryaya doğru kalplerini açık bulundurmaları lâzımdır. Su mütemadiyen akıyor,
fakat sen testini çeşmeye tutmuyorsun. Testiyi çeşmeye tutmak demek, zikirden
de, fikirden de her şeyden kesilip Râbıta’da durmak, kalbi o deryaya bağlamak
demektir.
Her şeyden dikkatler kesilmek suretiyle gözler kapatılır. Baş
hafif sağa çevrilir, gönül penceresi açılır ve oraya raptedilir. Böylece onbeş,
yirmi dakika veya daha fazla beklenir. Mürşid-i kâmil’in nazarına ne zaman
mazhar olunacağı belli olmaz. Her zaman hazır olmak lâzım ki, bir defa isabet
ederse kalbi ihyâ eder. Mevlâ dilediği kadar verir. Sen de nasibini alır ve o
nasiple yürürsün. Kendi başına senelerce katetmediğin mesafeyi bir anda
aşırırlar. İç âlemin tamamen değişmiş olur. O feyz ve bereketle içindeki bakırı
altına çevirirler. Eski, yepyeni olur. Bütün vücut nurlanır. Ne zaman tecelli
edeceği belli olmadığı için, kalbini oraya yaslamak ve ihlâsla sadâkatle hep
orayı beklemek gerekir.
Herşey sevgi ile kâimdir. Sevgi ve teslimiyet kişinin mânevi
parasıdır. Bunlar ne kadar çok olursa, mürebbinin nazar ve teveccühünü o
nisbette kazanır. O sevgi sayesinde terbiye görür, o sevgi sayesinde terakki
eder.
Mânevi terakkinin muhabbet ile mümkün olduğu üzerinde bütün
evliyâullah ittifak etmişlerdir.
Nitekim Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri
buyururlar ki:
“Şeriat infazından sonra en kestirme yol Râbıta ile alınır.”
Meselâ telefonla görüşebilmek için, karşılıklı iki
kişinin bulunması gerekmektedir. Binaenaleyh deryâdan kalbe ilâhî feyzi çekmek
için de iki kişinin olması lâzımdır.
Yol uzun, ömün kısa. Eğer Allah-u Teâlâ lütfederse aşı tutar ve
böylece kestirmeden yol alınmış olur.
Râbıta itimat edilene yapılır. Çok yapan çok alır. Yapa yapa
şeyhinin halini kendisine intikal ettirir. Bu itimat ve bu merbudiyet sebebiyle
kimseye açılamayan kutular açılır. Bu sevgi sayesinde az çalışılır, çok yol
katedilir. Aynı muhabbeti taşımayanlar çok çalışır az yol katederler.
Kişi bu sayede muhafaza da edilir. Bu, onun tasavvuru haricinde
bir muhafazadır. Mânevi imtihanları da, zamanında doldurdukları için kolayca
aşar.
Râbıta Kime Yapılır?
1. Hazret-i Allah ile iftihar edenlere yapılır. Zira onlar
Hakk’ta fânî olmuştur. Varlığından bir eser kalmamıştır.
Nefsi ile iftihar edenlere gelince; o doğrudan doğruya kendini
putlaştırmıştır, râbıta edenler nefis putuna râbıta eder. Bu, bu kadar hassas ve
ince bir mevzudur ve fakat bilinmiyor.
Âyet-i kerime’de:
“Sâdıklarla beraber olunuz.” buyuruluyor. (Tevbe:
119)
Bu sâdıklar kimdir?
“Onlar sıdk makamında, kuvvet ve kudret sahibi hükümdarın
huzurundadırlar.” (Kamer: 55)
Allah-u Teâlâ’ya vâsıl olanlar sıddıkiyet makamına
alınırlar.
Râbıta yalnız bunlara yapılır, başkasına değil. Onlar
dünyâda nâdirdir.
2. Yalnız ve yalnız kendisini bir maskeden ibaret olduğunu
bilene ve görene Râbıta yapılır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i
şerif’lerinde buyururlar ki:
“İlmi ile amil olan âlimin yüzüne bakmak ibadet makamına
kâim olur.” (Münâvî)
Çünkü o bir maskeden ibarettir. Onun içinde gerçekten Hakk
vardır. Onun içindir ki, ona nazar eden, tecelliyat-ı ilâhî’ye mazhar olur.
3. Vücudu da bir elbiseden ibaret olduğunu bilen ve
görene Râbıta yapılır. Bunlar Hazret-i Allah ile bakar ve bunları görür.
Hani Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurmuyor mu?
“İçinizde... Görmüyor musunuz?” (Zâriyat: 21)
İşte Allah-u Teâlâ’nın içte olduğunu gören ve bilen yalnız
bunlardır. Bu sırra yalnız bunlar mazhardır. Râbıta ancak bunlara yapılır,
başkasına şâmil değildir. Bu surette Allah-u Teâlâ’ya ulaşmak için köprü
mesabesindedir, bir vasıtadır, hem de en mühim bir vasıtadır. Nasipdar olanlar
oradan alırlar..
Bunlar “El-fakru fahrî”nin sırrına erenlerdir. Allah-u
Teâlâ’nın ihsan ve ikram ettiği sonsuz nimetlerin karşısında, bir zerrenin dahi
idrâkinden âciz olduğunu bilirler. Amma o görüyor da âciz düştüğünü biliyor. Hem
biliyor, hem görüyor.
•
İşte Râbıta yapan, bu içindekine yapmış olur. Râbıta’ya mezun
olanlar da ancak bunlardır. Neden? Çünkü o, kendi varlığını var olan Hazret-i
Allah’ta ifnâ etmiş. Zira gerçek mürşid Hazret-i Allah’tır.
İtiraz edenler bu Âyet-i kerime’lerin, bu Hadis-i şerif’lerin
tecelliyatından mahrum kaldıkları için, bilmeyerek itiraz ediyorlar. Amma bu
itirazları ile gerçekten câhil olduklarını ortaya koyuyorlar.
Kalbini Allah-u Teâlâ’nın dostuna raptetmek emr-i ilâhî olduğu
halde, bu emr-i ilâhî’yi inkâr edenlerin ellerinde ne gibi deliller var?
Dilinizi göstereceğinize delil gösterin!
Zira bunların dilini, önlerine sürdüğümüz Âyet-i kerime ve
Hadis-i şerif’lerle kesmiş oluyorum.
Kâbe-i Muazzama’ya secdeye kapanmayı şirk olarak kabul
etmiyorsun da, Râbıta’dan murad olunan: “Sâdıklarla beraber olunuz!”
emr-i ilâhî’sini neden şirk kabul ediyorsun? Halbuki o da Allah-u Teâlâ’nın
emri, bu da Allah-u Teâlâ’nın emri.
İnsan-ı kâmil bir perdeden, bir maskeden ibarettir. Kâbe-i
muazzama’da ne ki varsa İnsan-ı kâmil’de hepsi mevcuttur. Onda öyle bir bina var
ki, onu O yarattı. Onun özünde Hakk var.
Kâbe-i muazzama’da Hacer-ül esved, Kâbe-i muazzama’da Altınoluk
var. Fakat Allah-u Teâlâ ona öyle bir oluk ihsan buyuruyor ki, feyz deryâsından
Resulullah Alayhisselâm’ın deryâsına gelir. Kâinat da o derdyâdan alır, o
Altınoluk’tan alır. Yani ona yönelen Hakk’a yönelmiş olur. Ondan aldığı feyz,
feyz-i ilâhî’dir. Allah-u Teâlâ’dan Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve
sellem-ine, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inden ona, ondan O
alınmakla feyz-i ilâhî olur.
O gördüğün insan-ı kâmil bir maskeden, bir resimden ibarettir.
İçinde yalnız ve yalnız O olduğunu hem bilir hem görür.
Gören yalnız bunlardır. Onun içinde yalnız O olduğu için, O
Kâbetullah oldu. İşte Râbıta ancak Kâbetullah’a yapılır.
Kâbe-i muazzama’nın yapılması için Allah-u Teâlâ İbrahim
Aleyhisselâm’a emretti ve bütün ruhların dâvet edilmesi emrolundu. Bu dâvet
kıyamete kadar devam eder, umuma şâmildir.
İbrahim Aleyhisselâm’a yapımını ve dâvetini emreden Allah-u
Teâlâ, sâdıklarla olmayı emreden de yine Allah-u Teâlâ’dır.
Nasipdar ettiği kimseler o vâsıta ile tekâmül eder. Aynı
zamanda “Kalbül-mümin arşur-rahman” olduğu için; Allah-u Teâlâ’nın ihsan
ve tevdî ettiği emâneti, ezelî nasibini, Râbıta ve muhabbet sayesinde almış
olur.
Bütün kâinâta taksimat maddî arş’dan gelir. Mânevî bütün
taksimat da, mânevî arş’dan gelir. Bu da İnsan-ı kâmil’dir. Onun içindir ki
Allah-u Teâlâ taksim etmişse nasibdar olanlar nasibini oradan alırlar.
•
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin, hazırlıklı ve
uyanık bulunun ve Allah’tan korkun ki, felâha erebilesiniz.” buyuruyor.
(Âl-i imran: 200)
Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar
ki:
“Bu Âyet-i kerime’yi bu mânâya kullanırsam, zâhir âlimleri
tarafından hatalı görülmemeliyim. Çünkü;
“Kur’an’ın bir zâhiri bir de bâtını vardır. Bâtını da
yedi dereceye kadar gider.”
Gibi Hadis-i şerif’ler tefsir dairesini genişletmişlerdir.”
(45. Mektup)
Nefsini İlâh Edinenler Ve Onlara Râbıta
Yapanlar:
Cenâb-ı Hakk’ı görmeyen, bilmeyen, mâsiyetten kaçınmayan, kendi
nefsini ilâh edinen kimselerdir. Râbıta yapan onun nefis putuna yapmış olur. O
da şeytan ile merbudiyetini kurar. Bu böyledir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını
sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.
Şeytan onları istila etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile
unutturmuştur. Onlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)
Hem gayri yolda bulunacak, şeytanın izini takip edecek, gayesi
ve maksadı peşinde koşacak, cebini dolduracak, şöhret yolunda olacak; hem de
tasavvuftan bahsedecek, bu mümkün değil!
Bunlar ancak sun’î mutasavvıflardır. Gerçekten, hakikatten
mahrumdurlar. Bütün işleri zandan ibarettir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona
sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
Bunlar, şeyh şeytanı tabir edilen yol kesici mukallid
mürşidlerdir. Bunlar, şeytanın yapamayacağını şeyhlik maskesi altında yaparlar.
Ahkâma ters düşen haller zuhur ediyorsa o mürşid mukalliddir,
sahtedir.
Mukallid kendisini ona benzetiyorsa da o boyaya boyanmamıştır.
Şeytanın boyasına boyanmıştır. Birisi Hakk’ın boyasına boyanmıştır, diğeri
şeytanın boyasına. Birisinin işi Hakk iledir, birisinin işi halk iledir. Hakk
ile olan halka muhtaç değildir. Halk ile olan halka muhtaçtır. Onların Hakk ile
işi yoktur. Şeytanın askerleridirler. Zira onlar sahtedirler.