16 Ekim 2012

YÜREĞİNİZE SAHİP ÇIKIN



YÜREĞİNİZE SAHİP ÇIKIN

"Olmuyor" dedi soluk soluğa koşarken..
"bu toplumla, bu çevreyle, bu kafayla olmuyor.."
biraz daha hızlandı..ana caddeyi hızla geçip yokuşu 
çıktıktan sonra toprak yola girdi.yere öfkeyle basıyordu.
kaç sabahtır böyle koşuyordu.
"olmuyor" dedi. daha bir sıktı yumruklarını.
"tanımıyorum artık kimseyi"
Aziz ve Rahman olan Allah'a hamd ederek başlamıştı bu süreç. 
Ayaklarındaki güç ellerindeki sabırdı bu Aşk.
İslamı tanımaya başladığı süreçle onu sevmeye başladığı süreç 
denk düşmüştü birbirine.
"hangisinde daha çok kendimi buldum?"diye sordu kendine.
Ve kendi kendine hem sormaya hem de konuşmaya devam etti..
"hangisi beni daha çok tamamladı? Hangisinde kendimi daha iyi 
anladım? Dualar?…dualar yerini bulmadı. Bulduysa da bize geri 
dönmedi.Ya da gönderdiğimiz dualar o makama göre içeriği 
yeterince samimi niyetlerle örülü değildi!
Şimdi içimde yavaş yavaş biten bir aşk. Ya da azar azar ölmesine 
göz yumduğum. Bitmesin mi? Bitsin mi? Kalsın mı bizimle? Yoksa 
çok mu erken bunları düşünmek? Düşünmek mi istemiyorsun?
Peki sen bilirsin?
Kuş cıvıltılarının arasında ormandaki koşu parkuruna 
girdiğinde sorularla boğuşuyordu bu şekilde. Yaşlı, kısa, 
şişman ve yürürken dahi dedikodu yapan yurdum 
insanlarının arasından hızla koşarken insanları düşünüyordu 
bir yandan da. Zihin dünyası farklı işliyordu. Söylemleri 
radikal ve duruşu hep muhalifti. Sigara içen birini 
gördüğünde aklına gelen ilk şey holdingler ve azgın üretim 
oluyordu.Ya da gencecik kız çocuklarının uçarı kaçarı 
kıyafetler giydiklerini gördüğünde bunun arkasında 
moda devlerinin emperyalist tüketim vahşiliği amacıyla 
ekini ve nesli ifsad eden kanlı yüzlerini görüyordu…
Düşünmeye devam etti.

Sezai Karakoç'un dizeleri 
geldi dilinin ucuna.
"Sen Doğu olursan güneş sende açar.
Suyu arayan değil suyun aradığı bir insan ol"
Soruyordu kendisine.
"Yoruluyorsun di mi?Kendini güçsüz ve halsiz 
hissediyorsun. Düşünmek
istemiyorsun; peki sen bilirsin!..Kalbin acıyor.
Geleceğe güvenle bakamıyorsun.çevrendekilere 
güvenemiyorsun."
"sahi su seni arar mı?Aramalı mı?!!..Kimbilir
Oturdu bir banka.Gözlerini kapattı.alnının terleyen kısmına yapışmış
saçlarıyla oynarken diline bir kelime geldi.

Fısıldadı belli belirsiz
"-Yugimunessalat!
Gülümsedi usulca. İlk namaza başladığı yıllar geldi aklına. 
On üç yaşlarındaydı. İyi bir birikime sahip sahih bir İslam 
anlayışına sahip babasının dizlerinde yetişiyordu.

Ve kendisine namazı öğreten hocasıyla ölülerin arkasından 
ölülerin ruhuna yasin ve fatiha okuma geleneği üzerine 
tartışmalar yapıyordu.

Hocası sormuştu büyük bir şaşkınlıkla ve alaycı bir üslupla
-"peki neden okunmazmış bakiim?"
"çünkü" demişti
"kur an akıl sahiplerine gönderilmiştir.

Ölülerinse aklı yoktur.
Kur'an yaşayanların ruhuna gönderilmiştir."
Ve aradan tam on yıl geçmişti.

Şimdi sakalları çıkmış, saçları uzun, 
elinde kitapları, kafasında çırpınan sentezler, analizler… 
Dün hocasını bugün ise dünyayı karşısına almış bir delikanlı olmuştu.
Yeniden fısıldadı:
"-Yugimunessalat"
"olmuyor" dedi tekrar tekrar.
Konuşmalardan kaçar olmuştu.

Az konuşulması gerektiğinden yanaydı.
Hatta insanlara belli oranda kelime kotası bile koyulmalıydı.
Sözün fazla uzatıldığı yerler ruhunu bıçaklıyordu. 
Ne zamandır haberleri izlemeyi de bırakmıştı.

Sılahi rahimlerin bir yerde dırdıri rahim
ve fesadı rahim olduğunu anladığından 
beri onca zaman geçmesine rağmen akrabalarına da uğramamıştı.
Başını ellerinin arasına aldı.

 Aklı çırpınıyordu.
Bu muharref geleneğin ortasında bana acil tarafından

İsmaillerin 
derin teslimiyetinden İsmailî dostlar,

Harunların derin kardeşliğinden 
Harunî bir ev halkı, Haticelerin derin anlayışından

Hatice yürekli bir 
can lazım diye düşündü.

Hiradan tir tir dönen eşine hesap sormayan,
aşağılamayan, onu anlayan ve destek olan,
ona kimse inanmazken 
kendisi inanabilen,onunla herkes alay ederken kendisi ciddiye 
alabilen …

Rasulun c''nı..
Zihninde yankılandı aynı kelime üst üste
"-yugimunessalat"
…"yugimunessalat"
…"yugimunessalat
Kalktı.yürümeye başladı.
son zamanlar çok fazla içine 
kapanmaya başladığını söyleyen bir arkadaşına aslında 
içine açıldığını söylemişti.
"ağzıma kapadığım kuyulardan içime bir Yusuf gömdüm. 
Her sevdiğim bende bir ölüsünü bıraktı.

 Beni esir pazarlarında 
satacak bir kafile bekliyorum" demişti arkadaşına
"olmuyor" dedi arkadaşının

"ne oldu sana" diye bakan gözlerine
"olmuyor"…
Kafasına yine düşünceler üşüştü.

Çoğumuz çok zayıfız. Aslında 
çoğumuz zayıfız ve durmaksızın kanıyoruz.

Bu hayat bize iyilik 
yapmıyor. Biz de kendimize iyilik yapmıyoruz.
Kur'an soruyor:
"Haklı,haksız,güçlü,güçsüz,iyi,kötü tüm yönlerinizle nereye 
gidiyorsunuz?""olmuyor işte!

Bu işin abartıldığı kadar da şeytanla alakası yok. 
Şeytan sadece Pazar sahibi.

Şeytanın pazarlarında birileri Yusufları satılığa çıkarıyorsa,
şeytan burada neden Pazar açmış demek 
yerine şeytanın pazarında biz neyin alışverişindeyiz diye sormak 
daha doğru olmaz mı?
Bu hayatı seviyor muyum?

Bu hayattan korkuyor muyum? 
Sevdiğimden mi korkuyorum?

Korktuğum şeyi mi seviyorum? 
Sorular beni nereye çekiyor?

Ah içimdeki ademimi bir tanıyabilseydim. 
Fısıldadı belli belirsiz bir şiiri yarım yamalak tanıdım Ademoğlu kimin 
nesiymiş?

ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
(*) ve ah şair tanıyabilseydim
senin gibi içimdeki ademimi…dedi
Zor bir hayat … kavruluyoruz…örneğimiz kim?.."
Düşüne düşüne eve geldiğinde saat epey ilerlemişti..

ansızın uzaktan kulağına çarpan sesle ruhu kendini toparladı..
dış kapıyı örtüp içeri girdiğinde yorgun argın bir cümle çıktı 
ağzından…
"Dışarıda ezanlar okunuyor ve ben çok yalnızım"
...Dostlara yazmak doğal bir rehabilitasyondu. Sözün 
geliniydi mektup."yazmalıyım" diye düşündü.
Söze nerden başlamalı?..
Söze özden başlanmalıydı o halde.
ve yazmaya başladı...
"RUHUM AĞRIYOR"
Yüreğim bir taraftan İstanbul'a diğer taraftan Kudüs'e çağırıyor.
Her yerde olan Rabbimin rahmetini koklayamıyorum..

Tevhidi parsellemişler(!)..
Parçaların Rabbine çağrılıyorum.
Hayır..Hayır...
Bütün mekanlar ve zamanlar Allah'a eşit uzaklıktadır oysa..
Ruhumu ağır bir ateşle dövüyorum günlerdir.

Tırnaklarımı kazıdım.
Dibini oydum tortularımın.
Ruhuma kene gibi yapışmış n/isyan sarkıtları çıktı çıplaklığıyla ortaya...
Ah hayat! Tanımak ve alışmak istemiyorum sana...

Bana Cennetinden yeryüzüne indirdiğin Adem'in her şeyle ilk karşılaşmasındaki şaşkınlığını 
ver ya Rabbim.

Şaşkınlığımı şaşrrmalarımı alma benden.
Alışmak kaybetmektir.Alışmak tılsımları kaybetmektir.
Bana bir bebeğin babasının omzunda her şeye meraklı meraklı bakan gözlerinden bağışla.
 Rabbim bana şaşkınlık bağışla.
 Alıştıkça tefekkürümü yitiriyorum.
Alıştıkça her şey ve herkes birbirine benzeşmeye başlıyor.
Evim. Sevmiyorum! Hepimiz somurtuyoruz.

Odam hep dağınık.
Toparlayamıyorum.
 Çok fazla kitap,fotokopi,yazı,kağıt,
kağıt,kağıt...
Yollar bozuk..Yolcular bozuk..Levhalar bozuk..
Gitmeliyim..

Kendimi bırakıp ta...
Sonra kendim de gitmeli..
Tanımıyorum kimseyi..

Tatsız tuzsuz bir hayat dayattılar önümüze.
Ekonomik ve siyasal ilahlar hep bağırıyor.
"Ben size izin vermeden mi" diye...
Derinliğini kaybetmiş derinlikler avucumda.

 Zaten artık tanımıyorum kimseyi.
En son okuduğum kitaplardan birinde bir cümlegeçiyordu.
Peyga mbere ait olduğu söylenen cümlede
"İçinizden en hayırlısı kendisine bakıldığı zaman Allah'ın
hatırlandığı kimselerdir."
Bu cümleyi okuduğum günden bu yana soruyorum yakınlarıma gizli bir 
telaşla...
"Ben size ne hatırlatıyorum"diye..
Aşağı yukarı beklediğim cevabları alıyorum."
Beni en çok ezilen insanların haklarını arayan ve haykıran biri"...
...bu y
Susan...

Konuşan ama yaraya ilaç olmayan konuları eğip büken ve vakit
geçiren müslümanları da görmek istemiyorum.

Uhuvvetin uzağına çadır kurmuş yüzlerin,
 hiçbirini bu yüzden tanımıyorumartık.
Şaşkınlığım artsın istiyorum.
 Alışmak istemiyorum hiç kimseye ve hiç bir şeye.
Yazdığım onca şiirden birinde şöyle bir cümle
sayıklamıştım.
"her şey Doğuya dönüyor ben batıda kalıyorum"
"Herşey Doğuya dönüyor" ne demek?...
Doğu ya dönmek...
Doğu..
Ah Doğu! Ah aşkın,

İrfanın,ve kelimenin doğum yaptığı hane.
Öncelikle sana teşekkür etmek istiyorum.

İçinde kötülük
barındırmamaya çalıştığın için.

Yaraların yavaş yavaş kapanmaya başladı.
O yüzden seni daha dikkatli sürüklemeye çalışıyorum.
Büyük ama saçmasapan ilişkiler bıraktık geride.

Farkında mısın? 
Bu badireyi de kimseden yardım almadan atlattık.

Sendeledik. 
Yalan yok. Ama yıkılmadık.

Düştüğümüz yerden kalkmasını bildik.
Ve çelik gibi bir dirence hızla yaklaşmaktayız seninle.
Seni çok seviyorum.

Bunca yara berene rağmen helal olsun 
dik duruşundaki çabana.

 Bunca acının ve ters gidişatlarının 
içerisinde gündeminden Filistin'i Irak'ı Çeçenya'yı, Halepçe'yi 
hiç düşürmedin.

Böyle devam et ne olursun! İnsanlar seni 
Filistinle Irakla Çeçenyayla Halepçeyle hatırlasın.

Bırakma!eter bana!
Seni (İ)nsanlığı (M)ahvetme (F)onunun asgari ücrete 
satın aldığı varoş hayatların arabeskine intifadanın ezgileriyle 
cevap verdiğin gözlerinle hatırlasınlar.
"Buralardan gitme isteğine"

 canı gönülden katılmakla beraber bir
daha mutsuzluğunu bu kadar dile getirme.
Unutmamalısın ki "Parmakları olmadığı için ağlayan birine 
ayakları olmadığı halde gülümseyen bir insanın tebessümlerini 
savurmak gerekir"
Tamam. Her şey çok güzel olmayacak belki.

Ama ne kadar 
kötüye giderse gitsin dirilişi/direnişi bırakacak mısın?
Unutma hayatın ne kadar kötü olursa ya da ne kadar iyi olursa da
hesabı mutlaka sorulacak.

Şimdi senden ricam: canını acıtan 
yangınlardan büyük oranda kurtuldun.

Ufak tefek kırıntılar kaldı. 
Onları da elinin tersiyle it, gitsin.
İyi ki beraberiz.
Seni çok seviyorum Yüreğim.

 Selam senin üzerine olsun..."
kendine yazdığı mektubu itinayla katladı ve cebine koydu.

Üzerine
adını ve adresini yazdı. Hırçın dalgalı bir kartpostalı seçti.

Notunu düştü..
"Ellerimin derinliklerine sakladığım
akşamlara gömdüğüm yüzümü arıyorum
Kaybolduğum ceplerim de buldum
İnsanlığın atan yüreğini
YAŞAMAK DİRENMEKTİR...
"yazdı ve tarihi attı...
 Mektup zarfını postanedeki görevli bayana
uzattığında görevli bayan başını kaldırmadan
-"yanlışlık var lütfen düzeltin" diye ikaz etti.
Çünkü zarfın üzerinde gönderen ve alan kısımlarındaki adres aynı 
kişiye aitti.-"evet" diye cevab verdi.
"-Yanlışlık var hanımefendi.

 O kadar uzun süredir yapılıyor ki bu yanlışlık..
İnsanlar hep başkalarına mektup yazıyorlar.
Başkalarından mektup bekliyorlar.
Başkalarıyla mutlu olabiliyorlar.
Mektup yazmak ciddi bir iştir.

Bu mektup yazdığımız kişiye ciddi bir
iyilikte bulunduğumuzun da bir göstergesidir.

Kaçımız oturup ta kendimize mektup yazabiliyoruz ki?
Yoksa kendimizi ciddiye mi almıyoruz?
 Çok mu yakınız kendimize? Çok mu barışığız?
Hiç kendimize selam edip küçüklüğümüzün gözlerinden
büyüklüklerimizin erdemlerimizin onurumuzun iyiliklerimizin 
ellerinden öptük mü?
Oysa lafa gelince küçüklüğümüzü ne kadar özlüyoruz değil mi?
ve aslında ne kadar da büyük insanlarız değil mi?...
Yaratılanı sev Yaratandan ötürü demişler.

Kaç kişi Yaratandan  ötürü bir yaratılmış olarak kendisini seviyor?
Kaç kişi bir yaratılmış olarak kendini yaratan Rabbinin razı olmayacağı amellerini
Salih amellere çeviriyor.
Yaratılmış olmakla
Yaratıcı arasındaki bağ imanamel birlikteliğinden geçmiyor mu?
Çoğumuz kendimizle kavgalı değil miyiz?

 Kendisini affedemeyen o kadar çok insan tanıdım ki..
 Başkasını ararken kendisini kaybeden... 
Geleceğe koşarken kendisini geçmişinde unutan..

Çevremizdeki 
insanların kaçı kendisiyle başbaşayken gülümseyebiliyor mesela? 
Yalnızken neden hep dalgınız?
Kendimizle aramız nasıl sahi?..
Postanedeki görevli şok olmuş bu sözler karşısında..
Yıllardırsayısız kişinin mektup evrak posta işlerini yürütmüştü.
Lakin kendikendisine mektup atan bir insanı da ilk kez görmekteydi.
Karşısındaki puşili genci dikkatle süzdü.

 Genç devam etti. Sesini hafif kısarak ve görevliye doğru başını biraz daha eğerek..
Cep telefonunuza hayatınız boyunca toplam ne kadar kontör 
yüklediniz?

Sevdiğiniz sevmediğiniz tanıdığınız ve tanımadığınız kaç insana 
mesaj çektiniz bugüne kadar?..

yüzlerce mi?..
Peki siz hiç kendinize bir günaydın mesajı ya da iyi geceler mesajı 
çektiniz mi?
Kendinizin hiç hal hatırını sordunuz mu?

Kendime iyi bak dediniz mi içinizdeki çocuğa?
Saçma görünüyor değil mi?
Bunları hep başkalarından bekleye bekleye hep başkalarını 
yaşayan insanlar olduğumuzu ve git gide başkalaştığımızı 
görmüyor muyuz?
Başkalaştıkça başka başka insanlar olduğumuzu ve git gide 
kendimizi tanıyamadığımızı görmüyor muyuz?

En yakınımızdaki insanları anlayamıyoruz artık değil mi?
Sahi ne oluyor sevdiklerimize dersiniz?
En güvendiklerimiz en hızlı yabancılaşanlar sınıfına giriyor değil mi?
 Artık insanları anlayamamak hepimizin ortak problemi 
haline gelmeye başladı değil mi?
Sözü çok uzattığım için özür dilerim.

Fakat sorduğunuz için cevaplıyorum.
Bu işte bir yanlışlık varsa insanın yalnızlığını kapatmaya
ve anlamaya önce en yakınındaki kişiden başlamamasıdır. 
O en yakınındaki kişi ise dostu arkadaşı sevgilisi yani KENDİSİDİR.
-"Şimdi size bir soru sorabilir miyim?"
"Buyrun" dedi görevli kadın merakla..-"
siz kaç yıldır bu işi yapıyorsunuz?
-"on sekiz yıldır"
-"on sekiz yıl içerisinde ortalama kaç insanın evrak işleriyle ilgilenmişsinizdir?
-"binlerce, onbinlerce..."-

"bu binlerce insanın postası içinde hiç kendinize rastladınız mı?
-"!!!"
-"ben yerinizde olsaydım derhal kendime bir iki satır bir şeyler 
yazardım. Kendime ve "Seni çok özledim" derdim...
Bu beton duvarlı kentlerin ve soğuk mesai saatlerinin arasında yitip 
gitmesine izin vermeyin yüreğinizin...
Ne olur "Yüreğinize sahip çıkın" dedi ve arkasını döndü gitti...

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...