ŞİRKET-İ
TEKABBÜL
METİN
Şirket-i tekabbül:
İki terzi yahut bir terziyle bir boyacı gibi iki sanatkârın başkalarından iş
kabul etmek ve elde ettikleri kazancı aralarında taksim etmek üzere yaptıkları
ortaklıktır. Buna "şirket-i sanâyli", "şirket-i a'mâl" ve "şirket-i ebdan" da
denilir.
Şirket-i tekabbülde
sanatın ve mekânın bir olması şart değildir. Fakat ücrete müstehik olabilmeleri
için kabul ettikleri işlerin helal olması şarttır. Müftâbih olan kavle göre
Kur'ân-ı Kerîm, fıkıh ve yazı öğretmek için ücret almak caizdir. Ama
tellâlların, şarkıcıların, hüküm şâhidlerinin ölüler için yapılan mâtemlerde
yüksek ses ve tegannî ile Kur'ân okuyan hâfızların, vaizlerin ve dilencilerin
şirketleri sahih değildir. Çünkü istemek için vekil tâyin etmek sahih
değildir.
Sahih olan kavle
göre, şirket-i tekabbülde ortaklar elde ettikleri kazancı anlaştıkları şarta
göre aralarında taksim ederler. Zira bu kazanç kâr olmayıp yaptıkları işin
bedeli olduğundan takvimi (az işe karşılık kazancın çoğunun verilmesi)
sahihtir.
Ortaklardan biri iş
kabul etse, diğer ortağına da o işi yapmak lazım gelir ve ortakların her
birinden o işin yapılması istenir. Ortaklardan her biri yapmış oldukları işin
ücretini isteyebilir iş yaptıran kimse, ücreti ortaklardan birisine verse,
borcundan kurtulmuş olur.
Buna göre,
ortaklardan birinin işinden elde edilen kazanç anlaştıkları şarta göre -diğer
ortak hasta olsa veya sefere gitse veya özürsüz olarak kasten çalışmasa bile-
aralarında taksim edilir. Çünkü şirket-i tekabbülde şart, alınan işin mutlak
surette yapılmasıdır, yoksa işi kabul edenin yapması değildir. Bilindiği üzere
kassar başkasından yardım talep etse veya başkasını kiralasa ücrete müstehik
olur.
"İstemek için vekil
tâyin etmek sahih değildir ilh..." Vekâletin sahih olmadığı yerde şirket kurmak
da sahih değildir.
"Sahih olan kavle
göre; şirket-i tekabbülde ortaklar elde ettikleri kazancı ilh..." Yani ortaklar
elde ettikleri kazancı aralarında anlaştıkları şarta göretaksim ederler. Meselâ:
Müsavî olarak taksim etmek üzere şart kılmışlarsa müsavî olarak taksim ederler.
İkili birli olarak taksim etmek üzere şart kılmışlarsa ikili birli olarak taksim
ederler.
"Ortakların her
birinden o işin yapılması istenir ilh..." Yani ortaklardan birinin kabul ettiği
işin yapılması ortaklardan her ikisine de lâzım gelir. Birisi "bu işi ortağım
kabul etmiş, ben karışmam" diyemez. Ancak ortaklardan birinin bizzat o işi
yapması şart kılınırsa, onu yapması lâzım gelir.
"Buna göre,
ortaklardan birinin işinden elde edilen kazanç ilh..." Yani gerek ortakların her
ikisi çalışsın gerek biri hasta olmak veya sefere gitmek gibi bir özürden dolayı
yahut hiç bir özürü olmadığı halde çalışmayıp da yalnız diğer ortağı çalışsın
fark yoktur. Elde edilen kazanç anlaştıkları şarta göre aralarında taksim
edilir. Çünkü çalışan ortak iş kabul eden ortağının yardımcısıdır. Şirket-i
tekabbülde şart, alınan işin yapılmasıdır.
ŞİRKET-İ
VÜCÛH
METİN
Şirket-i akdin
dördüncüsü şirket-i vücûhdur. Şirket-i vücûh: iki kimsenin sermayeleri olmadığı
halde kendi itibarlarıyla veresiye mal satın almak, bu malları satıp borçlarını
ödemek ve elde edilecek kârı aralarında taksim etmek üzere kurdukları bir
ortaklıktır.
Şirket-i vücûh; bir
nevi ticaret yapmak üzere kurulabileceği gibi her nevi ticaret yapmak üzere de
kurulabilir. Birincisine "şirket-i vücühu hassa", ikincisine de "şirket-i vücûhu
amme" denilir.
Şirket-i tekabbül
ile şirket-i vücûhtan her biri, şirket-i inân ve şirket-i mufavaza da olur. Eğer
ortakların kefâlete ehil olması satın alınan şey ile elde edilen kârın yarı
yarıya olması, mufavaza lâfzının söylenmesi veya mufavazayı gerektiren şeylerin
beyân edilmesi gibi mufavazanın şartları bulunursa, şirket-i mufavaza olur. Eğer
şirket akdi mutlak olarak zikredilirse, şirket-i inân
olur.
Şirket-i tekabbül
ile şirket-i vücûhtan her biri vekâleti tezammun eder. Çünkü şirketin her
nev'inde vekâlet muteberdir. Şartları bulunan şirket-i mufavaza olursa, kefâleti
de tezammun eder.
Şirket-i mufavaza
kabîlinden olan bir şirket-i vücûhta kâr ortaklar arasında yarı yarıya taksim
edilir. Şirket-i inân kabilinden olan bir şirket-i vücûhta ise kâr, satın alınan
şeyde ortakların yarı yarıya veya ikili birli hissedar olmak üzere yaptıkları
şarta göre taksim edilir. Çünkü ortaklardan her biri ödemeyeceği şeyin kârını
almaması için kâr hissesi mikdarı kadar olmalıdır.
Dürer'de
zikredilmiştir ki; ortaklardan her biri kâra üç şeyin biriyle müstehik olur: Ya
mal ile yahut iş yapmakla veyahut işi kabul etmekle.
İZAH
"Şirket-i vücûh ilh
.." Buna "şirket-i mefâlis" de denilir. Bu şirket şeref ve itibar sahibleri
tarafından kurulacağı cihetle "şirket-i vücûh", sermayeleri bulunmadığı cihetle
de "şirket-i mefalis" adını almıştır. Kuhistani.
"Şirket-i tekabbül
ile şirket-i vücûhtan her biri, şirket-i inân ve şirket-i mufavaza da olur
ilh..." Şirket-i mufavaza kabîlinden olan şirket-i tekabbülün şartları: Ortak
olan iki sanatkârın birlikte iş kabul etmeleri, kabul ettikleri işi birlikte
eşit olarak yapmaları, kâr ile zararın aralarında eşit olması, ortaklık
sebebiyle her biri diğerinin kefili olmasıdır.
Şirket-i mufavaza
kabilinden olan şirket-i vücûhun şartları: Ortakların kefâlet ehlinden olmaları,
veresiye satın aldıkları malın parasının aralarında yarı yarıya olması, mufavaza
lâfzının söylenmesi veya mufavazayı gerektiren şeylerin beyan edilmesi elde
edilen kârın aralarında eşit olmasıdır. Eğer bu şartlardan biri bulunmazsa
şirket-i inân olur. Muhit. Nihâye.
"Şirket-i vücûhta
ilh..." Yani şirket-i vücûhta ortakların kâra müstehik olmaları, satın aldıkları
malların kendilerine yönelecek ödemelerine bağlıdır. Bu malların parasını
ortakların ödemeleri bu mallardaki hisselerine göre olur. Bundan dolayı her
ortak bu malların ne kadarını ödeyecek ise kârına da o nisbette müstehik olur.
Meselâ: iki kimse satın aldıkları bir malın üçte biri birisinin, üçte ikisi de
diğerinin olmak, parasını da o şekilde ödemek üzere şirket kursalar, kârın da
üçte biri birisinin üçte ikisi de diğerinin olur. Eğer birine satın alınan
maldaki hissesinden fazla kâr kılınsa şirket sahih, fakat şart geçersiz olur.
Bundan dolayı kâr, o maldaki hisselerine göre taksim olunur. Şöyle ki; aldıkları
malın aralarında yarı yarıya olmasını şart kılarsa, kâr da yarı yarıya olur.
Eğer aldıkları malın aralarında ikili birli olmasını şart kılarlarsa kâr da
ikili birli olur. Fakat aldıkları malın aralarında yarı yarıya olmasını şart
kıldıkları halde kârın ikili birli olarak taksim edilmesini şart kılsalar bu
şarta itibar edilmeyip kâr aralarında yarı yarıya taksim edilir. Zarar ziyanda
ortakların satın aldıkları maldaki hisselerine göre taksim olunur. Başka türlü
şart kılarlarsa geçersiz olur. Meselâ: Satın aldıkları mal aralarında yarı
yarıya olmak üzere şirket kurup zarar etseler, bu zararı yarı yarıya öderler.
Eğer satın aldıkları malda ikili birli nispetinde hissedâr olmak şartıyla şirket
kurup zarar etseler, bu zarar da aralarında ikili birli olarak taksim edilir. Bu
zararın başka türlü taksim edilmesini şart kılsalar, ona itibar
edilmez.
FASİD ŞİRKET
BEYANINDA FASIL
METİN
Odun veya ot
toplamak mubah olan çamurdan kiremit yapmak, maden ve define aramak, av avlamak,
sakalık yapmak, dağlardan meyva toplamak gibi mubah olan şeylerde şirket
(ortaklık) sahih değildir. Çünkü şirket vekâleti tazammum eder. Mubah olan
şeyleri almaya başkasını vekil tâyin etmek ise, sahih
değildir.
Bu gibi şeylerde
iki ortaktan birisinin, diğerinin yardımı olmaksızın elde ettiği şey kendisinin
olur. Çünkü ortaklık fasiddir. İkisinin birden elde ettikleri şey - eğer her
birinin elde ettiği şeyin mikdarı bilinmezse- yarı yarıya ikisinin
olur.
Bu ortaklardan
birinin, diğerinin yardımıyla elde ettiği şey yalnız kendisinin olur. Yardım
eden için İmam Muhammed'e göre, ne kadar olursa olsun ecr-i misil vardır. İmam
Ebû Yusuf'a göre, elde edilen şeyin parasının yarısından fazlası verilmez.
Fukahanın İmam Muhammed'in kavlini takdim etmeleri onu ihtiyar ettiklerini
bildirir. Nehir. İnâye.
Fasid olan şirkette
kâr, malın mikdarına göre taksim edilir. Birisine sermayesinin kârından fazla
kâr verilmesi şart koşulsa, bu şarta itibar edilmez. Malın hepsi iki ortaktan
yalnız birisinin olsa kârın hepsi onun olur. Diğeri için ecr-i misil lâzım
gelir. Nitekim bir kimse kendi hayvanını bir şahsa aldıkları ücretin aralarında
ortak olması şartıyla kiraya vermesi için teslim etse, şirket fasid olup ücret
hayvan sahibinin olur; Diğer şahsa da ecr-i misil lazım gelir. Gemi ile ev de
hayvan gibidir. Hayvanın üzerine buğday yüklenip satılması için şirket kursalar,
kâr buğday sahibine aid olur, Hayvan sahibine de hayvanının ecr-i misil lâzım
gelir. İki kimseden birinin katın diğerinin devesi olup bu hayvanları kiraya
vermek, aldıkları ücret oralarında ortak olmak şartıyla şirket kursalar, alınan
ücret aralarında katırın ve devenin ecr-i misilleri üzerinedir.
Nehir.
İZAH
"Fasid şirket
beyanında ilh..." Bu fasılda şirket bahsinin dağınık meseleleri mevcuddur.
Bundan dolayı "Bu fasıl şirket bahsinin dağınık meseleleri beyanındadır." diye
isim verilseydi daha münasip olurdu.
"Av avlamak ilh..."
Av avlamak caizdir. Bu, mubah bir kazanç yoludur. Fakat diğer kazanç yolları
bundan efdaldir. Keyf ve eğlence için av avlamak ise doğru değildir. Kalbi
karartır; mahlûkâta karşı şefkat duygularını azaltır. Bu meselenin tamamı kendi
bahsinde gelecektir.
"Maden ve define
aramak ilh..." Maden, yeraltında yaratılmış kıymetli şeylerdir. Define,
insanların yeraltına gömdüğü altın, gümüş gibi şeylerdir. Rikâz ise ikisine de
şamildir. Şârih "maden ve cahiliyyet definesi aramak" deseydi daha münasib
olurdu. Çünkü İslami define lükata (buluntu) hükmündedir.
Cahiliyyet
definesi, üzerinde cahiliyyet alameti bulunan yani üzerinde put resmi veya
Müslümanlara aid bir nakış bulunan defnedilmiş altın veya
gümüştür.
İslâm'i define:
Üzerinde İslam alâmeti bulunan yani üzerinde kelime-i şahadet yazılı veya
Müslümanlara aid bir nakış bulunan defnedilmiş altın veya
gümüştür.
"Mübah olan
çamurdan kiremit yapmak ilh..." Tuğla yapılacak yer yahut kireç taşı çıkarılan
yer yahut cam yapılacak kumluk yer bir şahsın mülkü olup iki kimse, bunlardan
birini satın alarak tuğla yahut kireç yahut cam yapmak ve satmak üzere şirket
kursalar câiz olur. Bu şirketi vücûh gibidir. Fetih'te; "Bu şirket-i
sanayiidir." diye zikredilmiştir.
"İkisinin birden
elde ettikleri şey ilh..." Yani iki ortak beraber elde ettikleri şeyi birbirine
karıştırıp satsalar, bakılır: Eğer her birinin elde ettiği şey, ölçek veya tartı
ile satılan cinsten olup mikdarları bilinirse, aldıkları para buna göre
aralarında taksim edilir.
Eğer elde ettikleri
şey, ölçek veya tartı ile satılan cinsten olmaz, fakat her birine aid olan malın
mikdarı bilinirse, aldıkları para aralarında mallarının kıymetine göre taksim
edilir.
Eğer her birine aid
olan malın mikdarı bilinmezse, her biri malın yarısına kadar olan dâvasında
tasdik olunur. Fakat yarısından ziyade dâvasında tasdik olunmaz. Şâhidle ispat
etmesi lâzım gelir.
TENBİH:
= Bir kimsenin üvey
oğluyla beraber bir evde oturup kazançlarının arasındaki farkın bilinmemesi
beyanında =
Fetâvây-ı
Hayriyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse üvey oğluyla beraber bir evde oturup
her biri ayrı ayrı çalışarak kazançlarını birbirinden ayrılmayacak şekilde
birleştirseler ve kazançlarının farklı veya müsavi olduğu bilinmese, bu toplanan
kazanç aralarında müsavi olarak taksim olunur.
Kezâlik: Babaları
ölen kardeşler, babalarından kendilerine kalan terekeyi sermaye edinip bazıları
fikren, bazıları da bedenen çalışır; ve sermayelerini arttırırlarsa, bu mal
aralarında müsavî olarak taksim edilir.
Kınye'de
zikredilmiştir ki; bir baba ile öz oğlu birlikte bir sanatta çalışanlar - oğlu
babası ile beraber yiyip içiyorsa - kazancın hepsi babasına aid olur. Oğlu
babasına yardım etmiş sayılır. Hatta oğlu ağaç dikmiş olsa, bu ağaç babasına aid
olmuş olur.
Bir kadın kocasıyla
çalışıp mal kazansalar bazı fukahaya göre, bu mal kocaya aid olup, kadın
kocasına yardım etmiş olur. Ancak kadının kazancıayrı olursa, bu kazanç kadına
aid olmuş olur. Bazı fukahaya göre, karı ile kocanın çalışarak elde ettikleri
kazanç aralarında yarı yarıya taksim edilir.
Haniyye'de
zikredilmiştir ki; bir kimse beş erkek çocuğunu evlendirip bir hanede otursalar
ve birlikte yiyip içseler, ayrı ayrı çalışsalar bile kazancın hepsi babasına aid
olur, çocuklar ancak üzerlerindeki elbiseye mâlik olurlar, Babaları öldükten
sonra çocukları veya karısı biz bu malı babamız öldükten sonra kazandık deseler,
sözleri kabul edilir. Babamız öldüğü zaman bu mal mevcud idi diye ikrar etseler,
bu mal babalarından kendilerine mirâs kalmış olur.
"Diğerinin
yardımıyla ilh..." Bu yardım ya işle olur mesela, ot toplamada biçmede,
bağlamada, yüklemede yardım eder veya aletle olur. Ortağına su taşıması için
katır veya deve vermesi yahut balık avlaması için ağ vermesi gibi. Kuhistâni.
Hamevî.
"Elde edilen şeyin
parasının yarısından fazlası verilmez ilh..." Ecr-i misil, elde edilen şeyin
parasının yarısı kadar veya daha az olursa ecr-i misil verilir; daha fazla
olursa elde edilen şeyin parasının yarasından fazla verilmez. Çünkü yardım eden
ortak elde edilen şeyin parasının yarısına razı olmuştur.
Nikâye'de
zikredilmiştir ki; ecr-i misil, elde edilen şeyin kıymetinin yarısı üzerine
ziyade edilemez. Çünkü yardım eden şahıs iş tamam olunca ecr-i misili ister. Çok
defa iş tamam olunca elde edilen şeyin satılması mümkün olmaz ki, parasının
yarısı istenebilsin.
Kuhistani'de
zikredilmiştir ki; elde edilen mubah şeyin elde edildiği kıymeti olursa, yardım
edene kıymetinin yarısından fazlası verilmez. Kıymeti olmazsa bunda hüküm
tahmine göre verilmelidir.
"Fukaha'nın İmam
Muhammed'in kavlini takdim etmeleri onu ihtiyar ettiklerini bildirir ilh..."
İnâye'de zikredilmiştir ki; Mebsût'da İmam Ebû Yusuf'un delilini İmam
Muhammed'in delilinden önce getirmek fukahanın İmam Muhammed'in kavlini ihtiyar
etmiş olduklarının delilidir. Çünkü sonra getirilen delil önce getirilen delilin
cevabını tazammun eder. Bu, Hidâye sahibinin adetidir. Hidâye sahibi, muhtar
olan kavlin delilini sonra getirir. Hâkim'in Kâfisi'nin ibâresi de İmam
Muhammed'in kavlinin ihtiyar edilmiş olduğunu bildirir.
Şöyle ki: İmam Ebû
Yusuf'a göre, yardım edene ecr-i misil verilir. Fakat bu ecr-i mislin elde
edilen şeyin parasının yarısından fazlasını geçmemesi lâzımdır. İmam Muhammed'e
göre, kaç olursa olsun ecr-i misil verilir. Hatta ortağı ona yardım etse de hiç
bir şey elde edemeseler yine yardım edene ecr-i misil
verilir.
Miftâh'dan naklen
Hamevi'de zikredilmiştir ki; fetva için muhtar olan İmam Muhammed'in kavlidir.
Gâyetü'l-Beyân'da "İmam Ebû Yusuf'un kavli istihsândır."
denilmiştir.
= Kıyas tercih
edilir =
Ben derim ki: Buna
göre, bu mesele, kıyasın istihsân üzerine tercih edildiği
meselelerdendir.
"Fasid şirkette
kâr, malların mikdarına göre taksim edilir ilh..." Hasılı: Fasid şirketi kuran
iki kimsenin ya her ikisinin de sermayeleri olmaz veya her ikisinin de
sermayeleri olur veyahut birisinin sermayesi olup, diğerinin
olmaz.
Her ikisinin
sermayesi olmazsa, elde edilen kâr yalnız çalışana aid
olur.
Her ikisinin de
sermayeleri olursa, elde edilen kâr mallarının mikdarına göre taksim edilir. Bu
ortaklardan birisi için ecr-i misli verilmez.
Birisinin sermayesi
olup diğerinin sermayesi olmazsa, elde edilen kâr sermaye sahibine aid olup
diğerine ecr-i misil verilir. Fetih.
"Bu şirket fasid
olup ilh..." Yani metinde geçen ifadenin mânası: Hayvan sahibinin "benim
hayvanımın menfaatını sat, alınan ücret oramızda ortak olsun" demesidir. Buna
göre alınan ücretin hepsi hayvan sahibine aid olur. Çünkü hayvanı kiraya veren
şahıs sahibinin emriyle kiraya vermiştir. Kiraya veren şahıs meccanen iş yapmaya
razı olmayacağından kendisine yapmış olduğu işin ecr-i misli
verilir.
"Gemi ile evde
hayvan gibidir ilh..." Kınye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; gemisi
bulunan bir kimse dört kişiyle birlikte gemiyle çalışmak ve elde edilen kârın
beşte biri gemi sahibine aid olmak, geri kalan kâr aralarında taksim edilmek
üzere şirket kursalar bu şirket fasid olup elde edilen kârın hepsi gemi sahibine
aid olur, diğerlerine ecr-î misil verilmesi lâzım gelir.
"İki kimseden
birinin katırı, diğerinin devesi olup ilh..." Yani iki kimseden birinin katırı,
diğerinin devesi olup, her biri bu hayvanları kiraya vermek, alınan ücret
aralarında taksim edilmek üzere şirket kursalar, bu şirket batıl olur. Çünkü
bunun mânâsı: Her biri diğerine "senin hayvanın ile benim hayvanımın
menfaatlarını sat, alınan ücret aramızda ortak olsun" demiş olur. Sonra bu
hayvanları muayyen bir ücretle bilinen bir işte kullanılmak üzere kiraya
verseler, alınan ücret katırın ve devenin ecr-i misillerine göre taksim edilir.
Meselâ: Devenîn kirası, katırın kirasının iki katı olursa, alınan ücret
aralarında ikili birli taksim edilir. Eğer hayvanlar ayrı ayrı kiraya verilmiş
olurlarsa mal sahibinin her biri kendî hayvanın ücretini
alır.
Bu iki kimse
hayvanlarını kiraya vermeyip, bilinen yükleri muayyen ücret karşılığında kabul
etmek üzere şirket kusalar sahih olur. Çünkü bu şirket-i tekabbuldür. Alınan
ücret aralarında yarı yarıya taksim edilir. Devenin katırdan fazla yük
taşımasına itibar edilmez. Nitekim iki boyacıdan birisinin boyama aletleri,
diğerinin dükkânı olup, birlikte şirket-i tekabbul kursalar, birisi diğerinden
çok çalıştığı takdirde çok çalışanın çalışmasına bakılmayıp alınan ücret
aralarında yarı yarıya taksim edilir.
Bu hayvan
sahiblerinden her biri hayvanlarını kiraya verip, her ikisi veya birisi hayvanı
sürmek, yüklemek gibi hayvanla birlikte çalışmayı şartkılsalar, alınan ücret
aralarında hayvanlarının ecr-i misli mikdarına ve kendilerinin çalışma ücreti
mikdarına göre taksim edilir.
F Ü R Û: Bir kimse
ipekböceği tohumlarını muhafaza edip dut yapraklarıyla beslese hasıl olacak ipek
kozaları aralarında ortak olmak üzere bir şahsa verdiği takdirde, hasıl olan
ipek kozaları tohum sahibine aid olur. Çünkü onun tohumlarından hasıl olmuştur.
Tohumları muhafaza edip besleyen şahsa da yedirdiği yaprakların kıymeti ile
çalıştığı günlerin ecr-i misli verilmesi lâzım gelir.
Bir kimse ineğini
besleyip hâsılatı aralarında ortak olmak üzere bu şahsa verse, bu şirket fasid
olur. Hasılat, inek sahibine aid olup, besleyen şahsa yedirdiğinin bedeli ile
ecr-i misil verilmesi lâzım gelir Tatarhânîyye.
METİN
İki ortaktan biri
ölse, diğer ortağı onun öldüğünü bilsin veya bilmesin şirket-i akid bozulur.
Çünkü şirket de ortakçılardan biri diğerinin vekilidir. Birisinin ölmesiyle
vekalet bozulmuş olur
Ortaklardan birisi,
mürted olduğu halde dar-ı harbe kaçar ve kaçtığına hükmedilirse, yine şirket
bozulur. Çünkü mürteddin dar-ı harbe kaçtığına hükmedilmesi ölmesi
gibidir.
Ortaklardan birinin
şirketi inkâr etmesiyle veya diğer ortağına "ben seninle beraber çalışmam"
demesiyle de ortaklık bozulur. Sermayeler eşya olsa bile ortaklardan birisinin
bozmasıyla yine şirket bozulur. Ama müzarebede sermaye eşya olursa şirket
bozulmaz. Muhtar olan kavil budur. Zeylaî buna muhalefet
etmiştir.
Ortaklardan birinin
şirketi bozmasıyla ortaklığın bozulması diğer ortağın bilmesine bağlıdır. Çünkü
ortaklardan birinin şirketi bozması diğer ortağını kasden vekâletten
azletmektir.
Ortaklardan biri
cünun'i mutbik ile deli olsa, yine şirket bozulur. Ortaklardan biri böyle mecnun
olduktan sonra diğer ortağının elde ettiği kâr kendisinin olur. Fakat mecnunun
malından elde edilen kârı tasadduk eder. Fetih.
Tatarhaniyye.
Ortaklardan birisi
diğerinden izinsiz onun malının zekâtını veremez. Ortaklardan her biri
arkadaşına kendi zekâtını vermesi için izin verip, her biri aynı zamanda hem
kendisinin hem de ortağının zekâtını verse yahut hangisinin önce verdiği
bilinmese, her biri ortağının zekât hissesini öder, eğer şirketleri mufavaza
veya sermayeleri müsavi olan inan olursa ödeşirler. Sermayeleri müsavi olmayan
inan olursa, sermayesi ziyade olan ortak zekât olarak verilen ziyadeyi diğer
ortağından alır.
Her biri arka
arkaya hem kendisinin hem de ortağının zekatını verse, sonra veren ortak
-diğerinin zekâtları vermiş olduğunu bilsin veya bilmesin - onun zekât hissesini
öder. Bu, İmam-ı Azam'a göredir. İmameyn'e göre, zekâtları sonra veren ortak,
diğer ortağının daha önce zekâtları vermiş olduğunu bilmiyorsa ödemez. Nitekim
bir zekâtı veya bir keffareti vermekle emredilmiş bir şahıs, onu emreden kimse
ödedikten sonra bir fakire verse, emreden kimsenin vermiş olduğunu bilsin veya
bilmesin öder. Çünkü emreden kimsenin kendisinin zekatını vermesiyle emrolunan
şahıs hükmen azlolunmuştur. Emrolunan şahsın sonradan vermiş olduğu zekâtı
ödemesi için emredenin önce vermiş olduğunu bilmesi İmam-ı Azam'a göre şart
değildir. İmameyn'e göre şarttır.
Mufaveza
ortaklarından birisi diğer ortağının açık izniyle- bunun için ortağından izin
istediğinde sukût etse kifayet etmez.- cinsi yakınlıkta bulunmak için bir cariye
satın olsa, artık cinsi yakınlık için satın alınmaya verilen izin, hibeyi
tazammun ettiğinden ortağının hissesini borçlanmaksızın cariye satın alanın
olur, ortak olmaz. Çünkü ortak olan cariyeye cinsi yakınlıkta bulunmak haram
olduğundan bunun helal olmasının yolu iki ortaktan birisinin kendi hissesini
diğer ortağına hibe etmesidir. Bölünmeyi kabul etmeyen, ortak bir şeyin hibe
edilmesi caizdir. İmameyn'e göre satın alan ortağın cariyenin parasının yarısını
diğer ortağına vermesi lazım gelir.
Cariyeyi satan ve
cariyede hakkı olan kimse iki ortakdan hangisini bulursa cariyenin parasını ve
ukrunu ondan alır. Çünkü şirket-i mufaveza kefaleti tazammun
etmektedir.
İZAH
"Şirket-i akid
bozulur ilh " Fakat şirket-i mülk bozulmaz.
Ben derim ki:
Ortaklardan birinin ölmesiyle şirket-i mülk bozulmayıp eskiden olduğu gibi
sermayeler hayatta kalan ortak ile ölen ortağın varisleri arasında ortak olarak
kalır.
"İki ortaktan biri
ölse ilh..." Yani iki ortaktan biri ölürse şirket bozulur. Eğer ortaklar üç kişi
olup birisi ölse onun hakkında ortaklık bozulup diğerleri arasında yine devam
eder. Bahır.
"Mürted olduğu
halde dar-ı harbe kaçar ve kaçtığına hükmedilirse yine şirket bozulur ilh..."
Hatta Müslüman olarak İslâm memleketine geri dönse, bozulmuş olan ortaklık
düzelmiş olmaz. Dar-ı harbe kaçtığına hükmedilmezse, ortaklık ittifakla
durdurulur. Eğer kaçtığına hükmedilmeden önce Müslüman olarak geri dönerse,
ortaklık devam eder. Ölür veya öldürürse dar-ı harbe kaçmış olmasa bile ortaklık
bozulur.
Şirket-i mufavaza
durdurulsa şirket-i inan olur mu? İmam-ı Azam'a göre olmaz. İmameyn'e göre olur.
Bahır.
"Ortaklardan
birinin şirketi inkar etmesiyle ilh..." Yani ortaklardan biri şirketi inkâr etse
ortaklık bozulur, diğer ortağının hissesini öder. Çünkü itimadlıbir kimsenin
inkar etmesi gasb sayılır. Bahır.
"Diğer ortağına:
Ben seninle çalışmam demesi ilh..." Bezzaziye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir
ki; iki Kimse ortaklık kurup mal satın alsalar sonra ortaklardan biri diğerine:
"Ben seninle ortaklık yapmam" deyip gaib olsa, orada olan ortak malları satarsa,
elde edilen kar satan ortağın olur, gaib olan ortağın mallarının kıymetini
verir. Çünkü gaib olan ortağın "ben seninle ortaklık yapmam" demesiyle ortaklık
bozulmuş olur. iki ortaktan her biri - sermayeler eşya olsa bile - ortaklığı
bozmaya maliktir. Fakat müdarebede sermaye eşya olursa şirket bozulmaz. Muhtar
olan kavil budur.
"Ama mudarebede
sermaye eşya olursa şirket bozulmaz ilh..." Şirket-i akid ile şirket-i müdarebe
arasındaki fark: Şirket-i akidde sermaye iki ortağın birlikte elinde olup,
tasarruf velayeti de her ikisine aiddir. Buna göre, sermaye para olsun veya eşya
olsun ortaklardan her biri kendi hissesinde arkadaşını tasarruftan men edebilir.
Şirket-i müdarebede sermaye urûz (eşya) olursa bunda müdarib (sermayeyi
çalıştıran kimse) in hakkı sâbit olur. Çünkü müdaribin kârda hakkı vardır.
Müdarib tek olarak tasarrufda bulunduğundan sermaye sahibi onu tasarruf dan men
edemez. Fetih.
"Zeylai muhalefet
etmiştir ilh..." Zeylai, "İki ortaktan birisinin şirketi bozabilmesi için
sermayenin para olması şarttır. Sermaye urüz olursa bozamaz. Nitekim şirket-i
müdarebede sermaye urüz olursa, şirketi iki ortaktan birinin bozamadığı
sabittir." demiştir. Bu, tahtavi'nin kavlidir.
Hulasa'da
zikredilmiştir ki, iki ortaktan birisi şirketi ancak diğer ortağının rızasıyla
bozabilir. Fetih sahibi: "Hulasada zikredilen galattır." demiştir. Fakat Hulâsa
sahibi: "Sahih olan kavle göre, sermaye urûz olsa bile iki ortaktan birisi tek
başına şirketi bozabilir." demiştir
"Diğer ortağını
kasden vekaleten azletmesidir ilh. " Yani şirketi bozan ortak kendi hissesinde
tasarrufta bulunmaktan diğer ortağını menetmiştir. Bundan dolayı ondan zararı
defetmek için şirketi bozulduğunu bilmesi şart kılınmıştır. Fetih.
"Ortaklardan biri
cünûn-i mutbik ile deli olsa yine şirket bozulur ilh..."
Cünûn-i mutbik:
Kesilmeksizin devam eden akıl hastalığı, Yani ortaklardan birisi devamlı akıl
hastalığına yakalanırsa şirket bozulur Bundan sonra diğer ortağı çalışırsa kâr
ve zarar ona aid olur. Çalışan ortak akıl hastalığına yakalanmış olan ortağının
hissesini gasbetmiş gibi olur. Bundan dolayı kendi hissesinin kârı helâl hoş
olursa da akıl hastalığına yakalanmış olan ortağının hissesinden elde etmiş
olduğu kârı tesadduk eder.
Cünûn-i mutbik, bir
ay veya altı ay ile takdir edilmiştir. Yani akıl hastalığı bu kadar müddet devam
edince şirket bozulmuş olur.
"Ortaklardan
birisi, diğerinden izinsiz onun malının zekâtını veremez ilh..." Çünkü
aralarındaki izin ancak ticarete aiddir. Zekat ise ticaret kabîlinden değildir.
Zekâtın verilmesinde niyet şarttır. İzinsiz verildiği surette niyetsiz verilmiş
olduğundan zekât yerine geçmez T.
"Her biri aynı
zamanda hem kendisinin hem de ortağının zekâtını verse ilh..." Yani ortaklardan
her biri arkadaşının bulunmadığı bir sırada hem kendisinin hem de ortağının
zekâtını vermiş olsa ve ikisinin vermesi aynı zamana tesadüf etmiş olsa her biri
diğerinin zekât hissesini öder.
"Mufavaza
ortaklarından birisi ilh..." "Cariyeyi satan kimsenin iki ortaktan hangisini
bulursa cariyenin parasını ondan alır." ifadesi şirket-i inana şamil olmaz. Zira
şirket-i inan kefaleti tazammun etmez. Bundan dolayı inan ortaklarından birisi
ticaretleri cinsinden olmayan bir şey satın alırsa kendisinin olur ve parası
kendisinden istenir.
Kezâ; ortaklardan
birisi sermayeleri urûz olduktan sonra ticaretleri cinsinden bir şey satın
alırsa, aldığı şey yine kendisinin olur.
"Diğer ortağının
açık izniyle ilh..." Musannıf "diğer ortağının açık izniyle" diye kayıdlamıştır.
Eğer ortaklardan birisi, diğer ortağının açık izni olmaksızın cinsî yakınlıkta
bulunmak için bir cariye satın alırsa, cariye ortak olmuş
olur.
"İmameyn'e göre,
satın alan ortağın cariyenin parasının yarısını diğer ortağına vermesi lâzım
gelir ilh..." Çünkü satın alan ortak cariyenin parasını sermayeden borç olarak
alıp ödemiş olduğundan diğer ortağının hissesini verir. Fakat metinler İmam-ı
Azam'ın kavline göredir.
"Cariyenin parasını
ve ukrunu ilh..." Ukr: Mutlak surette mehir mânâsına gelirse de mehr-i mislide
kullanılması daha çoktur. Hür bir kadının mehr-i misline ukr denildiği gibi bir
cariyenin güzelliği ve mevlâsı itibariyle benzerleri olan cariyelere göre hak
edeceği mehre de ukr denilir. Yani bu cariyelerin nikâhlarına ne mikdar mal ile
rağbet edilmekte ise o mikdar mal bu cariyenin ukru olmuş
olur.
Bazı fukahaya göre
cariyelerin ukrları: Bakire iseler kıymetlerinin onda biri, dul iseler yirmide
bir nisbetindedir.
METİN
Bir kimse bir köle
satın aldığında bir şahıs "beni bu köleye ortak et" deyip o da "ortak ettim"
dese bakılır: Eğer köleyi teslim almadan önce ortak etmişse sahih olmaz. Teslim
aldıktan sonra ortak etmişse sahîh olur, kölenin parasını biliyorsa yarısını
vermesi lâzım gelir. Kölenin parasını bilmiyorsa bildiği zaman muhayyer olup
dilerse köleye ortak olur dilerse ortak olmaz.
Bir kimse bir köle
satın aldığında bir şahıs "beni bu köleye ortak et" deyip o da "seni ortak
ettim" dedikten sonra kendisine rast gelen başka bir şahıs da "beni bu köleye
ortak et" deyip ona da "seni ortak ettim" dese bakılır: Eğer ikinci şahıs
birinci şahsın köleye ortak olduğunu biliyorsa kölenin dörtte birine mâlik olur.
bilmiyorsa kölenin yarısına malik olur. Çünkü kölenin tamamına ortak olmayı
istemiştir. Bunu göre bu köle, satın alan kimsenin mülkünden çıkmış
olur.
Bir kimse bir şahsa
"bugün ticaret nevinden satın aldığım şeyler aramızda ortak olsun" deyip o da
"kabul ettim dese, aralarında şirket-i akid kurulmuş olur.
Eşbah.
Yine Eşbâh'da
zikredilmiştir ki; üç kimse şirket-i akid kurmaksızın bir işi yapmak üzere kabul
edip içlerinden birisi o işi yapsa, kendisine işin ücretinin üçte birisi
verilir, diğerlerine bir şey verilmez.
FÜRÛ: Şirketi inkâr
eden kimsenin sözü kabul edilir.
Ölen bir kimsenin
vârisleri "bizim murisimiz fülan şahısla şirket-i mufavaza kurmuşlardı" diye
delil getirseler kabul edilmez. Vârislerin: "Murisimiz hayatta iken fülan şahıs
ile şirket-i mufavaza kurmuşlardı. O şahsın elinde olan mal, aralarında
ortaktır." diye isbat etmeleri lazımdır.
Bir kimse öldükten
sonra vârisleri ellerinde bulunan mala "bu mal bizim mûrisimizindir" diye dâvâ
edip delil getirseler, bir şahıs da "bu mal şirket-i mufavazaya aiddir" diye
dâvâ edip delil getirse, bu şahsa ölen kimse ile birlikte mufavaza şirketi
kurmuş olduğunu, bu yüzden malın onların elinde bulunduğunu dâvâ etmiş
olduğundan onun delili tercih edilip kendisine malın yarısı
hükmedilir.
= Ortaklardan
birisi bin dirhem ödünç aldım der ve mal elinde ise sözü kabul edilir
=
İki ortaktan birisi
şehirde, diğeri seferde tasarrufda bulunsalar, taksim etmek istediklerinde
birisi "bin dirhem ödünç aldım" dese, eğer mal elinde ise sözü kabul
edilir.
İZAH
"Bir kimse bir köle
satın aldığında ilh..." Fetih'de zikredilmiştir ki; iki kimse bir köle satın
alıp başka bir şahsı da bu köleye ortak etseler, kıyasa göre ortak ettikleri
şahıs kölenin yarısına, satın alan iki kimseden her biri dörtte birine malik
olur. Çünkü satın alan iki kimseden her biri köleden mâlik olduğu hissesinin
yarısını satmıştır. İstihsana göre, o şahıs kölenin üçte birine mâlik olur.
Çünkü satın olan iki kimse, onu ortak ettikleri zaman kendilerine eşit olarak
ortak etmişlerdir. Sanki köleyi satın alırken üçü beraber satın
almıştır.
"Teslim almadan
önce ortak etmişse sahih olmaz ilh..." Fetih'de zikredilmiştir ki; bir kimse bir
köle satın alıp henüz onu teslim almadan ona başka bir şahsı ortak etse sahih
olmaz. Çünkü satın alınan bir malın teslim alınmadan önce geri satılması câiz
değildir. Köleyi teslim aldıktan sonra o şahsı ortak etse sahih olur. Satın alan
kimse köleyi o şahsa teslim etmeden köle ölürse o şahsın kölenin parasının
yarısını vermesi lâzım gelmez. Çünkü "beni bu köleye ortak et" diyen şahsa,
köleyi satın alan kimsenin "seni bu köleye ortak ettim" demesi kölenin yarısını
satmak için "icâb" sayılacağından ortak olan şahsın köleyi kabul etmesi
şarttır.
Ben derim ki:
Zahîrede: "Bir kimse bir şey satın aldıktan sonra başka bir şahsı o şeye ortak
etse o şeyin yarısını, vermiş olduğu paranın yarısına satmış olur." diye
zikredilmiştir. Bundan anlaşılmıştır ki; Hıyar-ı ayıb, hıyar-ı rüyet gibi alım -
satımda sabit olan hükümler ortaklıkla da sabit olur.
"Kölenin parasını
biliyorsa yarısını vermesi lâzım gelir ilh..." Çünkü mutlak sûrette ortaklık
eşit olmayı gerektirir. Nitekim bir âyet-i kerîmede:
"Onlar terikenin
üçte birinde ortakdırlar. (Nisâ Suresi, âyet : 12) buyrulmuştur. Ancak ortaklar
ortak oldukları şeyde eşit olarak ortak olmayacaklarını beyan ederlerse bu
takdirde eşit olarak ortak olmazlar. Fetih.
"Kendisine
rastgelen başka bir şahıs da ilh..." Eğer satın alan kimse bir pazarlıkta iki
şahsı köleye ortak ederse köle aralarında eşit olarak ortak olur.
Fetih.
"Kölenin dörtte
birine mâlik olur ilh..." Eğer ikinci şahıs, birinci şahsın köleye ortak
olduğunu bilirse, satın alan kimseden köledeki hissesinde kendisini ortak
etmesini istemiş olur. Onun hissesi kölenin yarısı olduğundan kendisine
yarısının yarısı verilir. Bu da kölenin dörtte biri olur. Eğer ikinci şahıs,
birinci şahsın köleye ortak olduğunu bilmezse satın alan kimseden kölenin
tamamında kendisini ortak etmesini istemiş olduğundan kendisine kölenin yarısı
verilir. Buna göre bu köle satın alan kimsenin mülkünden çıkmış
olur.
T E N B İ H : Bu
şirket, şirket-i mülkdür. İnan ortaklarından birisi elinde bulunan sermaye ile
urûz satın aldıktan sonra başka bir şahsa "seni satın aldığım urûzdaki hisseme
ortak ettim" deyip o da "kabul ettim" dese, aralarında şirket-i mülk kurulmuş
olur.
"Bugün ticaret
nevinde satın aldığım ilh..." "Bugün" kelimesinin zikredilmesi şart değildir.
Hatta iki kimse sermayeleri olmadığı halde kendi itibarlarıyla köle satın almak
üzere şirket kursalar câiz olur. Yine iki kimse, bir ay müddetle muayyen cins
malları satın almak üzere kursalar câiz olur. Bu ortaklardan birisi mal satın
alıp telef olduğunu iddia etse, diğerinden parasının yarısını istediğinde
bakılır: Eğer satın alıp teslim aldıktan sonra malın telef olduğunu isbat ederse
yeminiyle tasdik edilir. İspat edemezse tasdik edilmez. Kârın aralarında ikili
birli taksim edilmesinin şart kılsalar, buna itibar edilmeyip, kâr aralarında
yarı yarıya taksim edilir. Bu iki ortaktan birisi şirketten ancak diğer
ortağının huzurunda ayrılabilir. Bunlardan birisi satın aldıkları şeydeki
diğerinin hissesini ondan izinsiz satamaz. Çünkü bunlar satmak için değil satın
almak için şirket kurmuşlardır. Bu, şirket-i mülkdür, şirket-i akid
değildir.
İki kimse ticaret
namına satın aldıkları şeylerin aralarında ortak olması şartıyla şirket kursalar
câiz olur. Satın alınacak şeylerin sıfat ve mikdarlarının beyan edilmesi lâzım
değildir. Çünkü bunlardan her birisi, satın aldığı şeyin yarısında diğerinin
vekilidir. Bunların böyle bir şirket kurmaktan maksatları çok kazanmaktır. Çok
kazanmak ise ancak her nev'i ticarette bulunmakla mümkün
olur.
Bir kimse bir şahsa
"şu on bin dirhemi ortak olarak al, aramızda ortak olmak üzere mal satın al
deyip o da kabul ederse şirket kurulmuş olur, kâr ile zarar ikisine aid olur.
Hindiyye, Kâfi, Bahır, Valvalciyye.
"Diğerlerine bir
şey verilmez ilh..." Üç kişi ortak olmayınca, her birinin aldıkları işin üçte
birini yapması lâzımdır. Çünkü her biri aldıkları işin ücretinin üçte birine
müstahıkdır. İçlerinden birisi işin hepsini yapsa, kendisine işin ücretinin üçte
birisi verilir. İşin üçte ikisini teberruan yapmış olur da ücrete müstahik
olmaz. Fakat bu, kazâendir. Diyanete gelince: Kendisine işin ücretinin hepsi
verilmesi lâzım gelir. Çünkü işi yapan kimse, ücretinin hepsi kendisine
verileceği zannıyla işin hepsini yapmıştır. Onun zannını boşa çıkarmak lâyık
değildir.
"Şirketi inkâr
edenin sözü kabul edilir ilh..." Yani bir kimse bir şahıs aleyhine "bu şahıs
benimle şirket-i mufavaza kurmuştur, elinde mevcud olan mal aramızda ortaktır"
diye dâva edip o şahıs da şirketi inkâr etse, yeminiyle inkâr edenin sözü kabul
edilir, dava edenin isbat etmesi lâzım gelir.
"Ölen bir kimsenin
vârisleri ilh..." Mufavaza ortaklarından birisi ölüp mallar hayatta kalanın
elinde bulunsa, ölenin vârisleri "bizim mûrisimiz fülân şahıs ile mufavaza
ortaklığı kurmuşlardı" diye şâhid getirseler, o şahsın elinde bulunan mallardan
hiç bir şey vârisler için hükmedilmez. Çünkü vârisler ölümle ortadan kalkmış
olduğu bilinen bir ortaklığa şahid getirmişlerdir. Böyle şâhidlikle o şahsın
elinde bulunan malın ortak olduğuna hükmedilemez. Zira geçmiş zamandaki şirket,
şimdi o şahsın elinde bulunan malların ortak mallardan olduğunu gerektirmez.
Ancak vârisler, ölen mûrisimiz hayatta iken bu mallar o şahsın elinde
bulunuyordu veya o şahsın elinde bulunan mallar ortak mallardandır, diye isbat
ederlerse, bu takdirde o şahsın elinde bulunan malların yarısının ölen
mûrislerinin olduğuna şâhid getirmiş olurlar, Kendileri ölenin vârisleri
olduklarından malın yarısı onlara verilir. Fetih.
"Mal elinde ise
sözü kabul edilir ilh..." Yani ortaklardan birisi "bin lira ödünç aldım" dese
bakılır: Eğer mal elinde mevcud ise sözü tasdik edilir. Mal elinde mevcud
değilse, üzerinde borç bulunmuş olduğunu iddia ettiğinden sözü tasdik edilmez.
Ortaklardan birisi elinde bulunan malda başkasının hakkı olduğunu iddia
ettiğinde sözü kabul edildiği gibi, elinde bulunan malda kendisinin hakkı
bulunduğunu iddia etse yine kabul edilir.
Fetâvây-ı
Hayriyye'de zikredilmiştir ki; elinde mal bulunan ortak "ben fülan şahısdan
şirket nâmına ödünç aldım ve borcumu ödedim" dese yeminiyle sözü tasdik
edilir.
Muhît'den naklen
Hâmidiyye'de zikredilmiştir ki; İnan ortaklarından birisi ödünç mal alsa, bu
malı ödemek her ikisine de lâzım gelir. Çünkü ödünç almak manen ticaret ve
mübadele olduğundan ortaklardan her birisi ödünç alabilir.
Hâniyye'de
zikredilmiştir ki; İnan ortaklarından birisi "ben fülan şahısdan ticaret için
bin dirhem ödünç aldım" dese, bunu ödemek yalnız kendisine lâzım gelip diğer
ortağına lâzım gelmez. Zira onun sözü diğer ortağı üzerine borcu ilzam için
hüccet olamaz. İki ortaktan birisi arkadaşına borç alması için emretse, bu emir
sahih olmayacağından onun namına borç alamaz. Şayet borç olacak olursa borcu
veren kimse alacağını ondan alır, diğer ortaktan alamaz. Çünkü borç almaya vekil
tâyin etmek, ödünç almaya vekil tâyin etmek demektir. Ödünç almaya vekil tayin
etmek ise, istemeye vekil tâyin etmek olduğundan bâtıldır. Şu kadar var ki;
vekil ödünç verene "fülan kimse senden bin dirhem ödünç istiyor" derse, bu
takdirde vekil elçi olup müvekkil ödünç almış olur.
Valvalciyye'de
zikredilmiştir ki; iki ortaktan her biri diğerine, benim namıma borç al diye
izin verip onlardan birisi borç alsa, kendisi için almış olur. Ödünç veren
alacağını ondan alır. Sahih olan kavle göre, bu ortak ödemiş olduğu bu paranın
yarısını diğer ortağından alamaz. Çünkü ödünç almaya vekil tâyin etmek bâtıl
olduğundan ödünç almak için izin verilmesi ile verilmemesi
müsavidir.
Ben derim ki: Bu
izahdan anlaşılmıştır ki bu meselede iki kavil vardır. Muhît'den nakledilen
kavle göre, inan ortaklarından her birinin ödünç alması câizdir. Çünkü ödünç
almak manen ticaret ve mübadeledir. Valvalciyye'de zikredilen kavle göre, inan
ortaklarından her biri diğerine ödünç alması için çok açık olarak izin verse
bile caiz olmaz. Sahih olan kavil de budur. Çünkü bu kavil fukahanın "ödünç
almaya vekil tâyin etmek, istemeye vekil tâyin etmek olduğundan batıldır."
kavillerine muvafıktır. Buna göre, ortaklardan birisi ödünç alıp ödünç alınan
mal telef olsa birinci kavle göre, bu zarar her iki ortağa aid olur. İkinci
kavle göre, bu zarar yalnız ödünç alana aiddir.
Ortaklardan birisi
ödünç alırsa o mala mâlik olur. Bundan dolayı ortaklardan birisi ödünç alıp
ortak mala katsa, eğer mal elinde ise sözü tasdik edilip ödünç aldığı mikdarı
ortak maldan alır. Yukarıda musannıfın beyan ettiği üzere mal hususunda ortak
itimadlı olup sözü yeminiyle kabul edilir.
METİN
Bir kaç kimse bir
bağ satın alıp meyvesini satar; parasını muhafaza etmesi için işlerinden
birisine verirlerse, o da onu yere gömüp bulamadığı takdirde, kendisine yalnız
yemin ettirilir.
= Bir kimsenin bir
şahsa yarısı ödünç, yarısı da müdarebe veya şirket için olmak üzere bin dirhem
vermesi beyanında =
Bir kimse bir şahsa
bir mikdar mâl verir ve o malın yarısını ödünç sayarsa, malın hepsiyle şirket
kurdukları takdirde o mal ile metâ satın alındıktan sonra mal sahibi ödünç
vermiş olduğu mikdarı isteyip metâ paraya çevrilinceye kadar beklemezse metayı
istediği vakitteki kıymetiyle alır.
İki kimse arasında
ortak olan mal, bir hayvan üzerindeyken yolda hayvan sakatlanıp malın telef veya
noksan olmasından korktuğu için ortaklardan birisi diğerinin gıyabında bir
hayvan kiralarsa, ondan kira hissesini alır. Kınye.
Hazır olan bir
kimseyle gâib olan şahıs arasında ortak olan bir hayvan hastalanıp baytar "bu
hayvanın dağlanması lâzımdır" derse, hazır olan ortak onu dağladığında hayvan
ölse onu ödemez.
İki kimse arasında
ortak olan bir hanede ortaklardan birisi oturup hane harab olsa, oturmasından
dolayı harab olmuşsa öder.
= Ortaklardan
birinin ortak olan bir şeyin tamirinden veya nafakasını vermekten imtina etmesi
beyanında =
Ortak olan bir
değirmen tamire muhtaç olup ortaklarından biri diğerine "ben değirmeni tamir
edeyim" der; diğeri de "değirmenin bu hali bana kifayet eder; senin tamirine
razı değilim" derse, buna rağmen tamir etmek isteyen ortak onu tamir ettiği
takdirde diğer ortağından tamir masrafından hissesini
isteyemez.
Siraciyye'de
zikredilmiştir ki; ortak olan değirmen sahiblerinden birisi onun tamirine bir
mikdar para sarf etse, tamir hissesini ortağından alır. Fakat ortak olan kölenin
nafakasını veya ortak olan bağın haracını verse teberru etmiş olur. Bu
meselelerin hepsi musannıfın "Minâh" isimli eserinden nakledilmiştir.
Şarih der ki;
ortaklardan birisinin yapmış olduğu masrafı diğer ortağından olması hakkındaki
kaide şudur: Ortaklardan her biri diğeriyle birlikte yapmağa mecbur oldukları
ortak bir şeyi, birisi diğerinden izinsiz yaparsa, teberruan yapmış olur.
Birlikte yapmağa mecbur olmadıkları bir şeyi birisi diğerinden izinsiz yaparsa,
ondan hissesine düşen masrafı alır.
İZAH
"O da onu toprağa
gömüş ilh..." Yani o da parayı etrafı duvarlarla çevrili, kapısı kilitli olan
bağın içine gömüp bulamasa kendisine yalnız yemin ettirilir ve ödemez. Parayı
kendi mülkü olan tarlaya gömüp bulamasa bakılır: Eğer alâmet koymuş ise parayı
yine ödemez, alamet koymamış ise ovaya gömmüş gibi olacağından
öder.
Bağ ile tarla
arasındaki fark :
Bağ : Etrafı
duvarlarla çevrili olup meyva yetiştirilen yerdir. Tarla: Etrafı duvarlarla
çevrili olmayan yerdir. Câmiu'l-Fûsuleyn.
"Fakat o malın
yarısını o şahsa ödünç verip ilh..." Bu ödünç verdiği mikdarı ayırdıktan sonra
da ayırmadan önce de verebilir. Çünkü müşâ'nın (hisselere ayrılmamış bir şeyin)
ödünç verilmesi ittifakla câizdir. Câmiu'l-Fûsuleyn.
Tatarhâniyye'nin
müdarebe bahsinde zikredilmiştir ki; bir kimse bir şahsa "şu bin dirhemi al
yarısını sana ödünç veriyorum, diğer yarısını da kârı bana aid olmak üzere
çalıştıracaksın" deyip o da kabul etse caiz olur ve mekrûh olmaz, o şahıs bin
dirhem ile alış - veriş edip kâr ederse aralarında eşit olarak taksim edilir.
Zarar ederse her ikisine aid olur. Çünkü binin yarısı ödünç yoluyla müdaribin
mülkü olmuştur. Diğer yarısı ise elinde sermayedir. Eğer "bu bin dirhemin yarısı
sona olsun, diğer yarısını da müdarebe olarak çalıştır, kâr aramızda yarı yarıya
ortak olsun" deyip o şahıs da kabul ederse müdarebe câiz olur ve mekrûh
olmaz.
Ben derim ki:
İkinci suretin mekrûh olmaması açıktır. Bir kimse bir şahsa bin dirhem verip "bu
bin dirhemin yarısı sana ödünç olsun; bu bin dirhemi aramızda ortak olarak
çalıştıralım" deyip o şahıs da kabul ederse şirket câiz olur, kâr aralarında
sermayelerin mikdarına göre taksim edilir. Bu ödünç vermede menfaat bulunmadığı
için şirket mekrûh da olmaz.
"Mal sahibi ödünç
vermiş olduğu mikdarı isteyip ilh..." Yani ödünç veren satın alınan mal paraya
çevrilinceye kadar beklerse alacağını paradan alır. Mal paraya çevrilinceye
kadar beklemezse, istediği vakitteki kıymetiyle malı alır. Fakat mal olmak için
ortağının razı olması lâzımdır. Ortağı razı olmazsa bakılır: Eğer ortağının
başka malı bulunursa, almış olduğu ödüncü ondan verir. Başka malı bulunmazsa
hâkim ona elinde bulunan metâ'ı satıp borcunu vermesini
emreder.
"İki kimse arasında
ortak olan mal ilh..." İki kimse arasında bir deve ortak olup, birisi diğerinin
izni ile ona yük yüklese ve giderken yolda hayvan sakatlanıp onu kesse bakılır:
Hayvanı yaşama ümidi varken kesmiş ise öder; yaşama ümidi yok iken kesmişse
ödemez. Ortakdan başkası keserse, hayvanın yaşama ümidi bulunsun veya bulunmasın
öder.
Kezâ; çoban da
yaşama ümidi olmayan koyunu veya sığırı keserse ödemez, bunları yaşama ümidi var
iken keserse öder. Çobandan başkası keserse hayvanların yaşama ümidi bulunsun
veya bulunmasın öder. T.
"Hayvan ölürse onu
ödemez ilh..." Çünkü hayvanı bilirkişinin sözüne itimad ederek dağlamıştır.
Bundan anlaşılmıştır ki; ortak, hayvanı kendiliğinden dağlayıp hayvan ölürse
öder. T.
"Ortak olan bir
değirmen ilh..." Bununla taksimi kabil olmayan ortak şeyler murad
edilmiştir.
"Teberru etmiş olur
ilh..." Çünkü kölenin nafakasını vermeyen ortak, kölenin nafakasını vermeye;
bağın haracını vermeyen ortak da haracı vermeye cebrolunur.
T.
Câmiu'l-Fûsuleyn'de
zikredilmiştir ki; iki kimse arasında bir hayvan ortak olup bunlardan birisi
hayvanı beslemekten imtina eder; diğeri hakime müracaatta bulunursa, hâkim
imtina eden ortağa "ya hisseni sat veya ortak olarak hayvanı besle" diye
emreder. Aksi takdirde müracaat eden ortak zarar görecektir. Hâkim bu müracaat
eden ortağa hayvanı besleyip, hissesini sonra almak üzere izin de verebilir.
Fakat bu ortak, hâkime müracaat etmeden kendiliğinden beslerse, teberruan
beslemiş olur.
Üstü birinin, altı
da diğerinin mülkü olan ortak bir bina yıkılmış veya yanmış olsa, her biri
eskisi gibi binasını yapar, biri diğerine mâni olamaz. Üstkatın sahibi alt katın
sahibine "sen binanı yap ki, üstüne ben de binamı yapayım" deyip o da imtina
ederse, hapis veya dövmek ila cebrolunamaz. Eğer üst katın sahibi hâkimden izin
alarak binanın alt ve üst katını yaparsa, alt katın sahibini, masrafdan
hissesini verinceye kadar alt katta oturmaktan men eder. Buna göre, alt kat, üst
kat sahibinin elinde rehin gibi olur.
Eğer alt kat sahibi
katını yıkarsa yapmaya cebrolunur. Fakat üst kat sahibi kendi katını yıkarsa,
yapmaya cebrolunamaz. Çünkü üst katın varlığı alt katın varlığına bağlıdır, alt
katın varlığı ise üst katın varlığına bağlı değildir.
"Kaide şudur
ilh..." Bu kaide İmam Hulvani'den Bahır'ın Kaza Bahsinin dağınık meselelerinde
nakledilmiştir.
Ben derim ki:
"Ortak bir mülkü tamir etmek isteyen ortak, diğer ortağının da kendisiyle
birlikte tamir etmesine muztar bulunmalıdır." diye kayıtlamak lazımdır. Bundan
dolayı ortaklardan biri, diğer ortağının da kendisiyle birlikte tamir etmesine
muztar bulunduğu tamire muhtaç ortak bir mülkü ondan izinsiz tamir ederse
bakılır: Eğer bu ortak mülk iki ortağın birlikte tamir etmeleri mecburi olan
ortak mülklerden ise müteberi sayılır, masrafını kısmen ortağından alamaz. Çünkü
hâkime müracaat ederek ortağını tamire cebredebilirdi. Eğer bu mülk iki ortağın
birlikte etmeleri mecburi olmayan mülklerden ise müteberi
sayılmaz.
Ortak bir mülkü
tamir etmek isteyen ortak diğer ortağının da kendisiyle birlikte tamir etmesine
muztar bulunmaz ve cebredilmezse, meselâ; taksim edilmesi mümkün olan ortak bir
hane tamire muhtaç olup sahiblerinden birisi tamir etmek istediği halde, diğer
ortağı imtina etse tamire cebredilmez. Tamir etmek isteyen ortak diğer
ortağından izinsiz onu tamir ederse müteberri sayılır. Çünkü bu ortak hâkime
müracaat ederek hanenin taksimini talep edebilir. Taksimden sonra kendi
hissesini tamir etmesi mümkün olduğundan hanenin hepsini tamir etmeye muztar
değildir. Bundan anlaşılmıştır ki; "Ortaklardan birinin tamire muhtaç olan ortak
mülke harcadığı masrafdan diğer ortağının hissesine düşen mikdarı alabilmesi
için tamir ettiği mülk, taksimi kabil olmayan cinsden bulunmalıdır." diye
kayıdlamak lâzım olduğu gibi "Tamire muhtaç olan mülkü ortalardan birinin
tamiri, diğer ortağının tamirine muztar bulunmalıdır." diye de kayıdlamak
lâzımdır. Eğer böyle kayıdlanmazsa tamire muhtaç olan ortak bir mülk taksim
edilir cinsden olduğu hal-de ortaklardan birisi tamir ederse, müteberrî
sayılmaması lâzım gelirdi.
Şürunbulâli'nin
Vehbâniyye şerhinde zikredilmiştir ki; iki kimse arasında taksimi kabil olmayan
hamam veya dolap gibi ortak olan bir mülk tamire muhtaç olup ortaklardan birisi
tamirden imtina etse, bazı fukahaya göre hâkim onu kiraya verir; almış olduğu
kira bedeliyle tamir ettirir veya ortaklardan birine onu kiraya vermesini,
aldığı kira bedeliyle tamir etmesini emreder; diğer ortağı hîssesine düşen
masrafı verinceye kadar onunla faydalanmaktan men eder.
Câmiu'l-Fûsuleyn'de
zikredilmiştir ki; iki kimse arasında ortak olan bir duvarın yıkılmasından
korkulup, birisi yıkılmasını istediği halde diğeri istemese, beraber yıkmaları
için cebrolunurlar.
İki kimse
aralarında ortak olan duvarı beraber yıkıp birisi yeniden yapmaktan imtina etse,
birlikte yapmaları için cebrolunurlar. Duvar kendiliğinden yıkılmış olup birisi
yapmak istediği halde diğeri yapmaktan imtina etse, birlikte yapmaları için,
cebrolunmaz. Fakat yapmak isteyen ortak hakimin emriyle duvarı yaparsa diğer
ortağı masrafının yarısını verinceye kadar o duvar üzerine herhangi bir şey
koymaktan men eder.
Fetavây-ı Hayriyye
sahibine "Değirmen ve hamam gibi taksimi kabul etmeyen ortak bir mülk tamire
muhtaç olup ortaklardan birisi kendi malıyla onu tamir etse bunun hükmü nedir?"
diye sorulmuş, o da "Tamir eden ortak müteberri sayılmayıp diğer ortağına yapmış
olduğu masraftan hissesine düşen mikdarı ister." diye cevap vermiştir.
Camiu'l-Fûsuleyn'de de böyle yazılıdır. Valvalciyye'de de bu kavil ile fetva
verilmiştir.
Câmiu'l-Fûsuleyn'de
Fetâvây-ı Fazlî'ye nisbet edilerek: "iki kimse arasında ortak olan değirmen
tamire muhtaç olup birisi, diğerinden izinsiz tamir etse, müteberri olmayıp
diğer ortağına yapmış olduğu masrafdan hissesine düşen mikdarı ister. Çünkü
tamir eden ortak değirmendeki kendi hissesinden istifade edebilmesi için diğer
ortağının hissesini de tamir etmesi lazımdır." diye
zikredilmiştir.
Kitablara müracaat
et! Bu meselede fukaha arasında ihtilâf vardır.
Ben derim ki:
Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi: "Fazlî'de mevcud olan ibâreyi naklettikten sonra bu
meselede tafsilât vardır." demiştir. Tafsilat ile tamir eden ortağın yapmış
olduğu masrafdan diğer ortağına hissesine düşen mikdarı isteyebilip isteyememesi
ortağının tamire iştirak etmeye cebredilip edilmemesine bağlıdır. Hâsılı
Fûsuleyn sahibi Fetâvây-ı Fazli'de zikredilen kavle razı olmamıştır. Çünkü
değirmen taksimi kabil olmayan mülk olduğundan ortaklar birlikte tamire
cebrolunur. Bundan dolayı ortaklardan biri değirmeni diğer ortağından izinsiz ve
hâkimin emri olmaksızın tamir ederse, diğer ortağına yapmış olduğu masrafdan
hissesine düşen mikdarı isteyemez.
Fazli'nin kelâmı
"ortaklardan biri hâkimin emriyle değirmeni tamir etmeye" hamledilerek te'vil
edilebilir. Valvalciyye'de zikredilen kavil ise; üstü birinin, altı da diğerinin
mülkü olan ortak bir binadaki alt kat hakkındadır. Alt kat sahibi binasını
yapmağa cebrolunamaz. Üst kat sahibi, binayı alt kat sahibinden izinsiz tamir
etse, alt kal sahibine masrafdan hissesine düşen mikdarı isteyebilir. Nitekim
yukarıda geçmiştir. Değirmen meselesi buna kıyas edilemez.
Velhasıl: Tamire
muhtaç olan ortak bir mülk taksimi kabil olup ortaklardan her birinin diğeriyle
birlikte tamire muztar olmadığı halde bunlardan birisi diğerinden izinsiz onu
tamir ederse, ortağından masraftan hissesine düşen mikdarı isteyemez.
Ortaklardan her biri diğeriyle birlikte tamire muztarve mecbur olduğu halde
bunlardan birisi diğer ortağının izniyle veya hâkimin emriyle onu tamir ederse,
ortağına masraftan hissesine düşen mikdarı ödetir. Eğer onu ortağının izni veya
hâkimin emri olmaksızın tamir ederse, ortağından masraftan hissesine düşen
mikdarı isteyemez.
Ortaklardan biri
tamire muztar olup diğer ortağı onunla birlikte tamire mecbur olmazsa bakılır:
Eğer tamire muztar olan ortak diğer ortağının izniyle veya hakimin emriyle onu
tamir ederse, ortağına masraftan hissesine düşen mikdarı ödetir. Eğer onu
ortağının izni veya hâkimin emri olmaksızın tamir ederse diğer ortağından
kıymetini alır. Mesela; o mülk tamirden önce on bin lira, tamirden sonra da on
iki bin lira kıymetinde bulunsa, oradaki iki bin lira tamirden kıymeti olur.
Tamir eden ortak diğer ortağına bundan hissesine düşen mikdarı ödetir. Bunu
ganimet bil! Bunlar ince meselelerdir.
METİN
Ortak bir şey
tamire veya ıslaha muhtaç olup sahiblerinden birisi imtina etse, tamire
cebredilemez. Ancak ırmak, kanal, kuyu, su dolabı, gemi ve duvar gibi taksimi
kabil olmayan ortak şeyler hafriyata (kazılmaya), ayıklanmaya, ıslaha, tamire
muhtaç olduklarında vasîler, mütevelliler ve sahibleri
cebrolunurlar.
Yıkılan duvarın
arsası enli olursa ortaklardan her biri kendi hissesine duvar yapar; diğeri
cebrolunamaz, enli olmazsa cebrolunur.
Hamam, han,
değirmen gibi taksim edilemeyen ortak bir mülk tamire muhtaç olup sahiblerinden
birisi imtina etse, tamire cebredilmez. Bu meselenin tamamı Bahır'ın, Aynî'nin
ve Eşbâh'ın kaza bahislerinin dağınık meselelerindedir.
Müctebâ'nın Gasb
Bahsinde zikredilmiştir ki; bir kimse ortağından izinsiz yarı yarıya ortak olan
bir tarlayı kendi tohumuyla ektikten sonra ortağı, çıkacak mahsûlün aralarında
ortak olması için ona tohumun yarısını verse bakılır: Eğer henüz tohum bitmemiş
ise bu ortaklık câiz olmaz. Tohum bitmişse ortaklık câiz olur. Eğer tarlayı
ekmeyen ortak ekilen ekini sökmek isterse tarlayı taksim edip, kendi hissesini
söker. Tarlayı eken ortak sökerse, sökmesiyle tarlaya ârız olan noksanı öder.
Eşbah'ın taksim bahsinde zikredilmiştir ki; ortak olan bir mülk yıkılıp,
sahiblerinden birisi yapmaktan imtina etse bakılır: Eğer taksimi kabil olursa
cebredilmeyip taksim edilir. Taksimi kabil olmazsa diğeri hâkimin izniyle onu
yapar, masrafdan yapmak istemeyen ortağının hissesine düşen mikdarı almak için
onu kiraya verir. Bu bahsin tamamı Manzûme-i Muhibiyye'nin Şirket
Bahsindedir.
Yine Manzûme-i
Muhibiyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse karıştırmak veya karışmak ile olan
şirket suretlerinin maadasında şirket-i mülk ile ortak olduğu şeyden kendi
hissesini başkasına satsa -her ne kadar hazır olan ortağından izin almadan
satmış olsa bile- bu satış câizdir.
Bir at, bir kaç
kimse arasında ortak olup, birisi hissesini diğer ortaklarının izni olmaksızın
başka bir şahsa satıp atı ona teslim ettikten sonra at ölse diğer ortaklar
muhayyer olur; dilerlerse kendi ortaklarına, dilerlerse satın alan şahsa
hisselerini ödettirirler.
Bir hamam iki kimse
arasında ortak olup, hisselerini bir şahsa kiraya verseler, bunlardan birisi
hamamın tamirine ve gereken masrafın yapılmasına izin verirse kiralayan şahıs,
hamama sarf ettiği meblağı, tamirine izin vermeyen ortağından
alamaz.
Bir hane iki kimse
arasında ortak olup, birisi onda bir müddet otursa, diğeri ondan oturduğu
müddetin kirasını veya onun oturduğu müddet kadar oturmayı talep edemez. Fakat
bu ortak gelecekte muhaye'e isterse kabul edilir. Meseleleri iyi anla! Şübheye
düşme! İşin hakikatını Hak Teâlâ Hazretleri bilir.
İZAH
"Vasiler,
mütevelliler ilh..." Hâniyye'nin Vesâyâ Bahsinde zikredilmiştir ki; iki çocuğun
haneleri arasında üzerinde her iki tarafın kiriş uçları bulunan ortak bir duvar
olup da bu duvarın yıkılmasından korkulsa, bu çocuklardan her birinin vasîsi
bulunur ve vasilerden birisi duvarı tamir etmek istediği halde diğerinin vasîsi
imtina ederse, hakim tarafından emin bir kimse gönderilerek bakılır: Eğer duvar
hali üzere bırakılıp tamir edilmediği takdirde çocuklar hakkında zarar vâki
olacağı bilinirse, imtina eden vasî diğer vasî ile birlikte çocukların malından
o duvarı tamir etmek üzere cebrolunur. Ama mülk sahiblerinin birinin tamirden
imtina etmesi bunun gibi değildir. Çünkü tamir etmekten imtina eden mülk sahibi
zararın kendi nefsine vâki olmasına razı olduğundan cebrolunmaz. Fakat vasî,
yetime zarar vermek istediğinden diğer yetimin vasîsi ile birlikte o duvarı
yapmağa cebredilir.
Ben derim ki: Vakıf
da yetim malı gibidir. İki vakıf arasındaki ortak bir hane tamire muhtaç olup
mütevellilerden birisi tamir etmek istediği halde diğeri imtina ederse, vakfın
malından tamir etmek üzere hakim tarafından kendisine cebredilir. Baliğ kimse
ile yetim arasındaki ortak bir duvar tamire muhtaç olup tamirsiz bırakıldığı
takdirde zararı baliğ kimseye dokunursa, yetimin vasisi o duvarı tamir etmek
üzere cebredilmez. Aksi olursa yani, zararı yetime olursa, vasiye baliğ kimse
ile birlikte o duvarı tamir etmek üzere cebredilir. Duvar iki yetim arasında
ortak olup üzerinde birisinin kirişi bulunmakla zarar birisine ait olursa, onun
vasisi imtina ettiği takdirde tamir etmek üzere kendisine cebredilir.
Bir hane mülk ile
vakıf arasında ortak olup tamirsiz bırakılması mülke zararlı, vakfa zararsız
olursa, mütevelli tamire cebredilmez. Aksi olursa yani, vakfa zararlı olursa
mütevelli imtina edince cebredilir. O anda vakfın parası bulunmazsa, mütevelli
hakimin izniyle vakıf için borç alıp tamire sarf eder.
"Yıkılan duvarın
arsası enli olursa ilh..."
= Ortak bir duvar
harap olduğunda ortaklardan birinin taksimini veya tamirini istemesi
=
Diğerinin imtina
etmesi meselesinde tafsilat vardır: Duvarın üzerinde ya kiriş uçları bulunmaz
veya bulunur. Üzerinde kiriş uçları bulunmazsa, birisi taksimini istediği halde
diğeri razı olmazsa, bazı fukahaya göre, duvarın arsası gerek taksimini kabul
etsin gerek etmesin imtina eden ortağa taksim etmek üzere cebredilmez. Bazı
fukahaya göre, duvarın arsası enli olup taksim edildiğinde her ortak kendi
hissesine sütre yapabilirse imtina eden ortağa taksim etmek üzere cebredilir.
Fetva, bu kavil üzeredir.
Ortaklardan birisi
taksimini istemeyip duvarın yapılmasını istediği halde diğeri imtina etse, eğer
duvarın arsası taksim edilecek kadar enli olursa imtina eden ortak o duvarı
yapmak üzere cebredilemez. Enli olmazsa yine bazı fukahaya göre cebredilemez,
bazılarına göre cebredilir. Esah olan kavil budur. Eğer yapmak isteyen ortak,
duvarı yaparsa, duvarın arsası taksimi kabul etsin veya etmesini imtina eden
ortağından masrafın yarısını alamaz. Bazı fukahaya göre, duvarın arsası enli
olursa, ortağın hissesini de yapmaya muztar olmadığından masrafın yarısını ondan
alamaz.
Eğer duvarın
üzerinde kiriş uçları bulunursa, bunlar ya her ikisinin yahut birisinindir. Her
ikisinin kiriş uçları bulunup birisi duvarın arsasının taksimini istediği halde
diğeri imtina ederse, arsası enli olsa bile imtina eden ortağa taksim etmek
üzere cebredilemez. Çünkü her birinin arsanın tamamında hakkı vardır ki bu da
kirişlerinin uçlarını duvarın hepsinin üzerine koymalarıdır. Eğer birisi duvarın
yapılmasını istediği halde diğeri imtina ederse, duvarın arsası enli olsa bile
imtina eden ortağa duvarı yapmak üzere cebredilemez. Bazı fukahaya göre duvarın
arsası enIi olsun veya olmasın imtina eden ortağa duvarı yapmak üzere
cebredilemez. Bazılarına göre ise duvarın arsası enli olsun veya olmasın imtina
eden ortağa duvarı yapmak üzere cebrolunur; bu kavle fetva verilmiştir. Çünkü
duvarı yapmak üzere cebredilmediği takdirde diğer ortağının hakkını zâyi vardır
ki kirişlerinin uçlarını duvarın hepsinin üzerine koyamamasıdır. Yapmak isteyen
ortak diğer ortağından izinsiz duvarı yaparsa bazı fukahaya göre duvarın arası
enli olduğu takdirde diğer ortağından masrafın yarısını alamaz. Bazı fukahaya
göre ise masrafın yarısını ortağından alır. Sahih olan kavil budur. Çünkü duvarı
yapmaya muztardır. Nitekim duvarın arsası enli olmadığında dahi duvarı yapmaya
muztardır. Fakat yukarıda geçmişti ki fetva imtina eden ortağın duvarı yapmaya
cebredilmesi üzerinedir. Ortaklardan her birinin duvarı yapmaya cebredildiği
yerde iztirar yoktur. Nitekim yukarıda geçtiği üzere ortaklardan her biri
diğeriyle birlikte ortak bir mülkü tamire veya yapmaya mecbur olduğu halde
birisi diğerinin izni veya hâkimin emri olmaksızın tamir veya bina yaparsa
müteberri sayılır, masrafını kısmen ortağından alamaz. Fetva bunun üzerinedir.
Eğer duvar üzerinde birisinin kiriş uçları bulunup kiriş sahibi taksimini ister;
diğeri imtina ederse, duvarın arsası enli ise imtina eden ortağa taksim etmek
üzere cebrolunur. Sahih olan kavil budur ve bununla fetva verilir. Kiriş sahibi
duvarı yapmak isteyip diğeri imtina etse, sahih olan kavle göre imtina eden
ortak duvarı yapmak üzere cebrolunur. Eğer kiriş sahibi duvarı yaparsa, sahih
olan kavle göre duvarı yapmaya muztar olduğundan diğer ortağına yapmış olduğu
masraftan hissesine düşen mikdarı enli olduğu halde üzerinde kiriş uçları
bulunmayan ortak duvarı yaparsa müteberri sayılır.
Ortak bir mülkü
tamir eden veya yapan bir ortağın müteberri sayılmadığı yerde imtina eden ortağı
masraftan hissesine düşen mikdarı veya binanın kıymetini verinceye kadar ondan
istifade etmekten men edilir. Eğer imtina eden ortak "ben o mülkden istifade
etmeyeceğim" derse, bazı fukahaya göre hissesine düşen mikdar kendisinden
alınmaz, bazılarına göre alınır.
"Hamam ilh..."
Hamamın taksim edilememesi tamire muhtaç olup hamam olarak bulunduğu
müddetçedir. Eğer hamam yıkılıp arsa olursa taksim
edilebilir.
"Tarlayı taksim
edip kendi hissesini söker ilh..." Bir arsa iki kimse arasında ortak olup birisi
orada bina yapar; diğeri binanın yıkılmasını isterse, arsayı taksim eder,
binanın kendi hissesine düşen kısmının yıkılmasını
emreder.
"Sökmesiyle tarlaya
arız olan noksanı öder ilh. ." Yani tarlanın yarısının noksanını diğer ortağına
öder. Çünkü ortağının hissesini gasbetmiştir.
"Eğer taksimi kabil
olmazsa diğeri hâkimin izniyle onu yapar, masrafdan yapmak istemeyen ortağının
hissesine düşen mikdarı almak için onu kiraya verir ilh..." Bu, iki kavilden
biridir. Diğer kavle göre yapmak isteyen ortağa hâkim izin verir; yapmak
istemeyen ortağı yapılan masraftan hissesine düşen mikdarı verinceye kadar ondan
istifade etmekten men eder. Fetva bu kavil üzerinedir.
"Atı ona teslim
ettikten sonra at ölse ilh..." Eğer teslim etmeden önce at ölürse, ortakları atı
ödettiremezler. Çünkü yalnız satış satılan bir mal teslim edilmeden ödetmeyi
gerektirmez. Satılan bir mal teslim edilmedikçe yalnız satışla gasb gerçekleşmiş
olmaz. Nitekim gasb bahsinde zikredilmiştir.
Bezzâziye'de
zikredilmiştir ki; emânetçi "ben emânet malı satıp parasını aldım" deyip "malı,
sattığım kimseye teslim ettim" demezse, mal kendisine
ödettirilmez.
"Diğer ortaklar
muhayyer olup ilh..." Fetâvây-ı Karil'l-Hidâye ile Minah'dan naklen Hamidiyye'de
zikredilmiştir ki: İki kimse arasında ortak bir hayvan bulunup birisi diğerinden
izinsiz hayvandaki hissesini satıp hayvanı satın alana teslim ettikten sonra
hayvan ölürse, ortağı muhayyer olup dilerse satan ortağına dilerse satın olana
ödettirir. Satan ortak öderse satış câiz olup paranın yarısı kendisinin olur,
satın alan öderse paranın yarısını satan ortaktan alır.
"Hamama sarf ettiği
meblağı tamirine izin vermeyen ortağından olamaz ilh..." Bundan anlaşılmıştır ki
kiralayan şahıs hamamın tamirine sarf ettiği meblağı tamirine izin veren
ortağından alır. Fakat tamir için yapmış olduğu masrafın hepsini mi, yoksa onun
hissesine düşen miktarı mı alır? Bunda iki kavil vardır. Birinci kavle göre,
masrafın hepsini tamir için izin veren ortaktan alır; o da diğer ortağına
masraftan hissesine düşen mikdarı ödetir. İkinci kavle göre tamire izin veren
ortaktan hissesine düşen mikdarı alır. Diğer ortağın hissesine düşen mikdarı
teberru etmiş olur.
"Diğeri ondan
oturduğu müddetin kirasını ilh..." Her ne kadar hane gelir getirmesi için
hazırlanmış olsa bile yine oturmayan ortak hanede oturandan oturduğu müddetin
kirasını taleb edemez. Çünkü oturan ortak "bu hane benim mülkümdür ve oturma
hakkım vardır" diye tevil edebilir. Evet, hane vakıf veya yetim malı olursa
müteahhir âlimlerin ihtiyarına göre, diğer ortağının kira bedelini vermesi lâzım
gelir. Mutemed olan kavil de budur. İnşaallah Gasb Bahsinde
gelecektir.
"Fakat bu ortak
gelecekte muhâye'e isterse ilh..." Muhâye'e istemek vakıf olmayan ortak
mülklerdedir. Çünkü vakıflarda taksim ve muhaye'e geçerli değildir. Nitekim
gelecektir.
Muhaye'e:
Menfaatları taksimden ibarettir. Meselâ: ortak bir hanede bir ay bir ortak, bir
ay da diğer ortak oturur. Ortak bir tarlayı bir sene bir ortak, bir sene de
diğer ortak eker. Muhâye'e ileride gelecektir. İşin hakikatını Hak Teâlâ
Hazretleri bilir.