ŞİRKET-İ
AKİD
METİN
Ortaklığın bir nevi
de şirket-i akiddir. Yani akid sebebiyle vâki olan ve vekâleti kabul eden
ortaklıktır.
Şirket-i akdin
rüknü icabla kabuldür. İsterse bu icabla kabul mânen olsun, Mesela: Bu kimse,
bir şahsa bin lira verip "sen de bin lira koy ve mal satın al! Hâsıl olan kâr
aramızda ortak olsun!" deyip o şahıs da bir şey söylemeden bin lirayı kabul
ederek onun dediği gibi yapsa, mânen kabul de bulunmuş olur ve şirket-i akid
yapılmış olur.
Şirket-i akdin
şartı, üzerine akid yapılan malın vekâleti kabul eder olması ve kârdan muayyen
bir mikdar parayı ortaklardan birine vermeyi şart koşma gibi ortaklığı kesecek
bir anlaşma bulunmamasıdır. Çünkü bazen ortağa verilmesi tayin edilen mikdardan
başka bir şey kâr edilemez. O da şart koşulan ortağa verilir. Halbuki şirket-i
akdin hükmü, ortakların kârda ortak olmalarıdır.
=Kârın ortaklar
arasında farklı olarak şart kılınması sahihtir. Fakat zararın şart kılınması
sahih değildir =
Odun toplama gibi
mubah olan şeylerde ortaklık sahih olmaz.
Şirket-i akid dört
kısma ayrılır:
1 - Şirket-i
mufavaza
2 - Şirket-i
inân
3 - Şirket-i
tekabbül
4 - Şirket-i
vücûh
Şirket-i tekabbül
ile şirket-i vücûhdan her biri şirket-i mufavaza veya şirket-i inân da olurlar.
Nitekim gelecektir.
ŞİRKET-İ
MUFAVAZA
Ortaklar arasında
sermayede, karda, alım satımda, dinde eşitlik bulunmak üzere yapılan bir
ortaklıktır. Bu ortaklıkta ortaklardan her biri diğerinin vekil ve kefili olur.
Çünkü bilinmeyen bir şeye kasden vekil ve kefil olmak caiz değildir. Fakat
bilinmeyen bir şeye başka bir şey zımnında vekil ve kefil olmak
sahihtir.
Alım - satımda eşit
olmak dinde eşit olmayı da gerektirir. İmam Ebû Yusuf'a göre; dinleri ayrı
olanların şirket-i mufavaza kurmaları kerâhetle câizdir. Kitabete kesilmiş veya
ticarete izin verilmiş olsa bile köle ile hür, çocuk ile bâliğ ve Müslüman ile
kâfir orasında şirket-i inân sahih olursa da şirket-i mufavaza sahih olmaz.
Çünkü aralarında eşitlik yoktur.
Kefâlete ehil
olmadıkları için iki çocuk arasında ve kıymetleri farklı olduğu için iki köle
arasında şirket-i mufavaza câiz olmaz. Mufavaza lâfzı her şeyde eşit olmak
mânâsına olan tefvizden alınmıştır.
Şirket-i
mufavazadaki şartlar: şirket-i inânda şart olmadığından şirket-i mufavazanın
sahih olmadığı yerde, şartı bulunduğu için şirket-i inân sahih olur. Nitekim
ileride gelecektir.
Şirket-i mufavaza,
Hanefîler ile Şâfiîler arasında - her ne kadar besmele çekilmemiş hayvanda
tasarrufları farklı ise de- sahih olur. Çünkü dinleri birdir ve hüccet ile ilzam
velayeti sâbittir.
İZAH
"Şirket-i akdin
rüknü icabla kabuldür ilh..." Yani şirket-i akdin rüknü lâfzan ve mânen icab ve
kabuldür. Mesela: Bir kimse bir şahsa "seni şu ticaret nevinde ortakçı kıldım"
deyip o şahıs da "kabul ettim" dese lâfzan icab ve kabul ile şirket-i akid
yapılmış olur. Mânen şirket-i akdin nasıl yapıldığı metinde
geçmiştir.
"Şirket-i akdin
şartı ilh..." Şirket akidlerinin bütün suretlerinde, ortaklardan her birinin
kazandıkları kârın aralarında ortak olması için her biri diğerinin vekili olur.
Yani kendi sehminde asil ortağının sehminde vekil olarak kâr etmiş olur. Eğer
her biri kendi sehminde asil, ortağının sehminde vekil olmamış olsa kazandıkları
kâr aralarında ortak olmayıp satın alınan mal olana mahsus olur.
Fetih.
"Odun toplama gibi
ilh..." Yani odun toplama, av avlama, ot biçme gibi mubah olan şeylerde vekil
tâyini olmadığından şirket-i akid sahih olmaz. Çünkü bunlar kazananın mülkü
olur.
"Şirket-i akdin
hükmü, ortakların kârda ortak olmalarıdır ilh..." Bundan dolayı ortaklardan
birine kârdan şu kadar mikdar verilmek üzere antlaşma yapılsa ortaklık fâsid
olur. Çünkü o tâyin edilen mikdardan ziyade kâr etmemek ihtimali vardır. Buna
göre diğer ortaklar kârdan mahrum kalarak ortaklık kesilmiş
olur.
T E N B İ H :
Şirket-i akid kuran kimselerin şirket kurduklarına dair şâhid tutarak sened
yapmaları mendubdur.
İmam Muhammed'e
göre; şirket-i akid senedi şöyle yazılır: "Fülan ile fülan Allah'dan ittika ve
emâneti yerine getirmek üzere ortak olmuşlardır." denildikten sonra her birinin
sermayeleri beyan edilir. Ellerinde bulunan sermaye ile her ikisi birden veya
ayrı ayrı olarak peşin ve veresiye alıpsatabilirler. Her ne kadar şirket-i akid
ile ortaklardan her biri bu muameleleri yapabilirler ise de, bazı âlimlere göre
bunların açıklanması lâzımdır. Aralarındaki kârın sermayelerine göre olacağı da
açıklanır.
Biz Hanefilere
göre; kârın aralarında farklı olacağını şart koşarlarsa, bunun da yazılması
lâzımdır. Birinin bu tarihten önce kendisi için almış olduğu malda diğerinin hak
iddia etmemesi için ortak oldukları günün tarihinin yazılması da lâzımdır.
Fetih.
"Şirket-i tekabbül
ile şirket-i vücûhtan her biri şirket-i mufavaza veya şirket-i inân da olurlar
ilh..." Bu takdirde şirket-i akid altı kısım olmuş olur. Buna göre musannıf
"Şirket-i akid: Şirket-i emvâl, şirket-i amûl, şirket-i vücûh kısımlarına
ayrılır. Bunlardan her biri de şirket-i mufavaza veya şirket-i inân nev'ilerine
ayrılır." demeliydi. Nitekim Tahâvî. Kerhî ve Zeylaî de böyle
zikretmişlerdir.
"Bu ortaklardan her
biri diğerinin vekil ve kefili olur ilh..." Yani ortaklardan her biri diğer
ortağının lehine olan hususta vekili, aleyhine olan hususta kefili olur.
"Tarifte vekâletin zikredilmesinde bir fâide yoktur. çünkü vekâlet şirket-i
mufavazaya mahsus olmayıp diğer şirket nev'ilerinde de vardır." diye itiraz
edilmiş: buna Nehir sahibi: "Başkasının şartı olsa bile bir şeyin şartının
zikredilmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Tarifte vekâlet ile kefâletin beraber
şart olduğu zikredilmiştir. Bu ise şirket-i mufavazaya mahsustur." diye cevap
vermiştir.
"Alım - satımda
eşit olmak dinde eşit olmayı gerektirir ilh..." Çünkü kâfirin satın aldığı şarap
veya domuzu Müslüman satamaz. Halbuki şirket-i mufavazanın şartı ortaklardan her
biri diğerinin satın aldığı şeyin hepsini satabilmektir. Zira ortaklar alım
satımda birbirlerinin vekilidirler. Müslüman şarap veya domuzu satın da alamaz,
Bu yüzden alım satımdaki eşitlik şartı bulunmamış olur. İbn-i
Kemâl.
"Müslüman'la kâfir
arasında ilh..." Bu ifadeden Hıristiyan ve Mecusî gibi iki zimmî arasında
şirket-i mufavazanın sahih olacağı anlaşılmaktadır.
"Aralarında eşitlik
yoktur ilh..." Yani köle ile hür kimse arasında şirket-i mufavaza sahih olmaz.
Çünkü köle alış - verişe ve kefil olmaya ancak efendisinin izniyle mezun olur.
Hür kimse ise kendisi mâlik olur. Çocuk ile bâliğ kimse arasında da şirket-i
mufavaza sahih olmaz. Zira çocuk kefil olmaya asla mâlik olamaz, alış verişe
velisinin izniyle mâlik olur; bâliğ kimse ise bunların ikisine de mâlik olur.
Kâfir ile Müslüman arasında şirket-i mufavaza sahih olmaz. Çünkü kâfir şarabı
alıp satabilir; Müslüman ise katiyen şarabı alıp satamaz. Dürer,
Nehir.
"Şirketi mufavaza
Hanefiler ile Şâfiiler arasında ilh..." Şirket-i mufavaza, Hanefî mezhebinden
olan bir kimse ile Şâfiî mezhebinden olan bir kimse arasında sahih olur. Her ne
kadar Şâfiî mezhebinden olan ortağın üzerine besmele çekilmemiş bir hayvanı
satın alması câiz olup, Hanefi mezhebinden olan ortağa göre, câiz değilse de
yine ortak olmaları sahih olur. Çünkü dinleri ve inançları bir olduğu için
aralarında eşitlik vardır. Zira "Üzerine besmele çekilmeyen hayvanın mal-ı
mütekavvim (şer'an alınıp satılması ve faydalanılması mubah olan mal) olmadığına
delil bulunduğundan ve ortakların dinleri de bir olduğundan Hanefî mezhebinden
olan ortak Şâfiî mezhebinden olan ortağını delil ile ikna eder de Şâfiî
mezhebinden olan ortak Hanefî mezhebinden olan ortağı gibi üzerine besmele
çekilmeyen hayvanda tasarrufda bulunmaz. Fakat kâfir böyle değildir. Çünkü
şarabın ve domuzun alınıp satılmasının yasak olduğuna dair delil mevcud ise de
kâfir bizim dinimizi kabul etmemiş olduğundan delille onu ikna edemeyiz. Bu
yüzden kâfir ile Müslüman arasında şirket-i mufavaza caiz
değildir.
METİN
Şirket-i mufavaza,
ortak olanlar mânâsını bilmeseler de mufavaza lâfzıyla yahut -mufavaza lâfzını
söylemezlerse, itibar manâya olup lâfza olmadığından - mufavazanın gerektirdiği
şeylerin hepsini beyan etmekle sahih olur. Artık şirket-i mufavaza sahih olarak
kurulduğunda ortaklardan her birinin satın aldığı şey aralarında ortak olur.
Ancak ehil ve ıyalinin yiyeceği giyeceği için satın aldığı şeyler istihsânen
ortak olmaz. Çünkü nâlın delaletiyle bilinen şeyler sözle şart koşulmuş gibi
olduğundan ortaklardan her birinin ehil ve ıyâlinin nafaka ihtiyaçları şirket-i
mufavazadan istisna edilmiş olur. Ortaklardan biri cinsi yakınlıkta bulunmak
için satın aldığı cariyeye bile diğer ortağının izin vermesiyle mâlik olur. İzin
vermezse cariye ortak olur. Yenilecek ve giyilecek şeylerin parasını satan
kimse, ortakların hangisinden isterse ondan alabilir. Eğer satın alan bunların
parasını ortak maldan vermiş ise diğer ortak hissesi mikdarını ondan alır.
Ortaklardan birisine ticaretle, ödünç olmakla, gasbetmekle, helâk etmekle,
ortağının emriyle bir mala kefil olmakla lâzım gelen bütün borçlar -her ne kadar
bu borçlar kendi ikrarıyla lâzım olsa bile- diğer ortağına da lâzım olur. Ancak
ortaklardan birisi lehine şahidliği kabul edilmeyen kimseye -isterse bu kimse
iddet bekleyen karısı olsun - borcu bulunduğunu ikrar ederse bu borç yalnız
kendisine lâzım gelir. Mehir Hulu' bedeli, cinayet diyeti, kendisinde ortaklık
sahih olmayan her bir borç ortaklardan hangisine lâzım olursa yalnız onun
ödemesi icap eder.
İki ortaktan
birisine lâzım olan borcun diğerine de lâzım olmasının fâidesi: Bir kimse,
ortaklardan birinin üzerinde alacağı bulunduğunu iddia etse, diğerine bilgisi
olmadığına yemin ettirebilir. Eğer gâib olan ortağın üzerinde alacağı
bulunduğunu iddia ederse, hâzır olan ortağa bilgisi olmadığına dâir yemin
ettirebilir. Sonra gaib olan ortak geldiğinde kendisine yemin ettirilir.
Valvalciyye.
İZAH
"Mufavazanın
gerektirdiği şeylerin hepsini beyan etmekle sahih olur ilh..." Mesela: Hür,
bâliğ, Müslüman veya zimmî olan iki kimseden birisinin diğerine "Seni ticarette
peşin veya veresiye muamelelerde müsâvî olarak mâlik olduğumuz nakid ve
ortaklığa elverişli her şeyde ortak kıldım. Alış - verişlerimizde lâzım gelen
her şeyde birimiz diğerine kefil olur." demesiyle şirket-i mufavaza sahih olur.
Fetih.
= Çok defa
çiftçiler arasında şirket-i mufavaza suretinde vâki olan ortaklık beyanında
=
T E N B İ H :
Çiftçilerden veya esnaftan birisi öldüğünde çocuklar terekeyi taksim etmeyip de
onda beraber çalışsalar veya büyük kardeşleri bütün işleri üzerine alıp,
diğerleri onun yanında onun emriyle çalışsalar fakat bunlar mufavaza lâfzını
açık olarak veya mufavazanın gerektirdiği şeyleri de beyan etmeyip mutlak
surette çalışsalar, terekenin ekserisi veya hepsi urûz (nakidlerden
,hayvanlardan, ölçek ve tartı ile satılanlardan başka olan mallar) olduğundan
bunda şirket-i akid sahih olmaz. Şübhe yok ki; bu şirket-i mufavaza da değildir.
Zamanımızda bilgisi olmayan kimseler bunun şirket-i mufavaza olacağına fetva
vermişlerdir. Halbuki bu, şirket-i mufavaza olmayıp şirket-i mülktür. Nitekim
bunu Tenkîhu'l-Hamidiyye'de yazdıktan sonra Fetâvâ-i Hânûtî'de aynı minval üzere
açıklanmış olduğunu gördüm. Bunların çalışmaları bir arada olup her birinin elde
ettiği ayrılmayacak şekilde olursa, her ne kadar bunlar çalışmada ve fikir
vermede farklı olsalar bile, kazandıkları aralarında eşit şekilde ortak olur.
Bunlardan biri kendi nefsi için bir şey satın alırsa, kendisinin olur. Eğer
satın aldığı şeyin parasını ortak maldan vermişse, ortaklarının hissesini öder.
Bunlardan biri borçlanırsa, alacaklı yalnız ondan ister.
Fetâvâ-i Hayriyye
sahibine "Aileleri ve kazançları bir arada olan öz kardeşlerden her biri diğer
kardeşine bütün malda tasarruf etme hakkı verip, bunlardan biri satın aldığı
bahçeyi kendisi için satın almış olduğunu iddia etse, bunun hükmü nedir?" diye
sorulmuş, o da: "Diğer kardeşler bu ortaklığın şirket-i mufavaza olduğuna şâhid
getirirlerse -her ne kadar bahçeyi satın alan kendisi için aldığını alış
senedinde yazdırsa bile- şahidler kabul edilip bahçe ortak olur." diye cevap
vermiştir. Fetâvâ-ı Hayriyye.
"İstihsânen ortak
olmaz ilh..." Kıyasa göre; satın alınan yenilecek ve giyilecek şeyler de
aralarında ortak olur. Çünkü bunlar da ticaret akidlerinden olduklarından
ortaklık akdi bunlara da şâmil olmuştur.
"Hâlin delâletiyle
bilinen şeyler ilh..." Ortaklardan her biri mufavaza ortaklığı ile kendi
nafakasının, ehl-ü ıyâlinin nafakasının ortağının üzerine olmasını kasdetmez.
Nafaka da ancak satın almakla temin edileceğinden mufavaza akdinden âdet ve
delâlet yoluyla nafakanın satın alınması istisna edilmiştir. Zira hâlin
delaletiyle bilinen istisna, şart koşulmuş istisna
gibidir.
"Nafaka ihtiyaçları
ilh..." Nafaka; oturmak için satın alınan veya kiralanan eve, hacca gitmek gibi
bir ihtiyaç için kiralanan bineğe, satın alınan katığa da şâmil olur.
Bahır.
"Ortaklardan biri
cinsî yakınlıkta bulunmak için satın aldığı cariyeye bile, diğer ortağının izin
vermesiyle mâlik olur ilh..." Satın alan ortak cariyenin parasını ortak maldan
vermiş ise, diğer ortak ondan hiç bir şey isteyemez.
"Ortaklardan
birisine ilh..." Alacaklı ortak olursa, bundan istisna edilir. Çünkü
Zahiriyye'de zikredilmiştir ki; ortaklardan biri diğerine gömlek diksin diye
kumaş satsa veya cinsî yakınlıkta bulunsun diye cariye satsa veya ehline
yedirsin diye yenilecek madde satsa, bu satış câiz olur. Ama ticaret için bir
şey satsa, câiz değildir, câiz olan surette para yalnız satın alan ortağa lâzım
gelir, diğer ortağa lâzım gelmez. Bahır'da da böyle ifade
edilmiştir.
Ben derim ki:
Kafi'de Hâkîm'in zikrettiği gibi paranın yarısı satın alan ortağın yarısı da
diğer ortağın olur. Satış da câizdir. Çünkü satın alan bu malı kendisi için
almış olduğundan aralarında ortak olmaz. Fakat ticaret için satın almışsa, bu
satış sahih olmaz. Çünkü satışın sahih olmasında bir fâide yoktur. Zira satış
sahih olsa, satın alınan mal eskiden olduğu gibi aralarında ortak olur. Bundan
dolayı Kâfî'de: iki ortaktan birisine mirâs bir köle kalsa da onu ticaret için
diğer ortağına satsa, satış câiz olur. köle aralarında ortak olur." diye
zikredilmiştir. Bunun sebebi: Burada satın almâ bir fâide ifade eder. Çünkü köle
satın alınmadan önce ortak değildi. Benim anladığım budur.
"Ticaretle ilh..."
Meselâ: Ortaklardan birisine câiz olan satışla satın aldığı malın parası veya
fâsid olan satışla satın aldığı malın kıymeti -bu satın alınan mal gerek
aralarında ortak olsun gerekse satın alana mahsus olsun - yahut kendisi için
veya ticaret için kiraladığı şeyin ücreti gibi lâzım olan bir borç diğer
ortağına da lazım olur. Bahır.
"Ödünç olmakla
ilh..." Yani ortaklardan birisine lâzım olan borç diğer ortağına da lazım olur.
Fakat ortaklardan birisi ortak olan bir malı ödünç veremez.
Bahır.
"Ortağının emriyle
bir mala kefil olmakla ilh..." Yani ortaklardan biri diğer ortağının emriyle
kefil olup borçlansa, bu borç diğer ortağına da lâzım olur. Bu, İmam Azam'a
göredir. İmameyn'e göre, kefil olarak borçlanma teberru olduğu için ortağına bir
şey lâzım gelmez.
İmam-ı Azam'ın
delili: Kefil olarak borçlanma başlangıç itibariyle teberru, sonuç itibariyle
muavazadır. Zira kefil, kefil olduğu şahıstan -eğer onun emriyle kefil olmuşsa-
ödediği parayı alır. Nefse kefil olma böyle değildir. Çünkü nefse kefil olma hem
başlangıç itibariyle, hem de sonuç itibariyle teberrudur.
Ortaklardan biri
diğer ortağının emri olmaksızın bir mala kefil olarak borçlansa, sahih olan
kavle göre, diğer ortağına lâzım gelmez. Çünkü bunda muavaza mânâsı yoktur. Bu
bahsin tamamı Fetih'dedir.
"Ancak ortaklardan
birisi lehine şâhidliği kabul edilmeyen kimseye ilh..." Yani şirket-i mufavaza
ile ortak olan ortaklardan biri üzerine ticaret, gasb veya kefâlet gibi bir
sebeble lâzım gelen bir borç diğeri üzerine de lâzım gelir. Zira bunlar
birbirinin kefilidirler. Bundan dolayı birinin ikrarı kendihakkında nasıl
geçerli ise, ortağı hakkında da aynı şekilde geçerlidir. Ortaklardan birisi borç
ikrar ettiğinde, alacaklı hangisinden dilerse isteyebilir. Satma, satın olma,
kiralama gibi ortaklık geçerli olan muamelelerden dolayı ortaklardan birine her
ne şekilde borç lâzım gelirse, diğerine de lâzım gelir. Fakat ortaklardan birisi
lehinde şâhidliği câiz olmayan bir kimse için meselâ: Usûlü (ne kadar yukarı
çıkarsa çıksın babası, babasının babası), fürû'u (ne kadar aşağı inerse insin
çocuğu çocuğunun çocuğu) veya zevcesi lehine bir şey ikrar etse, bu ikrar kendi
hakkında geçerli olursa da, ortağı hakkında geçerli olmaz. Bu İmam-ı Azam'ın
kavlidir. İmameyn'e göre ise, bu ikrar ortağı hakkında da geçerli olur. Ancak
kölesiyle mükâtebi hakkında geçerli olmaz.
"İsterse bu kimse
iddet bekleyen karısı olsun ilh..." Yani ortaklardan birisi, boşanmış ve iddet
bekleyen karısının lehine bir şey ikrar etse, bu ikrar yalnız kendi hakkında
geçerli olur. Fakat âzâd etmiş olduğu ümmüveledi iddet içinde olsa bile lehine
bir şey ikrar etse, diğer ortağına da lâzım gelir. Çünkü efendinin ümmüveledin
lehine şehâdeti câizdir. Ama iddet içindeki karısının lehine şehâdeti câiz
değildir.
"Hulu bedeli
ilh..." Yani bir kadın bir kimseyle şirket-i mufavaza kurduktan sonra kocasından
mal karşılığında boşansa veya mal karşılığında boşanıp bu yüzden borçlu
bulunduğunu ikrar etse, bu borç ortağına lâzım gelmez.
Fetih.
"Cinâyet diyeti
ilh..." Yani ortaklardan biri bir adama karşı işlemiş olduğu cinâyetten dolayı
kendisine cinâyet diyeti lâzım gelse, bu diyet diğer ortağına lâzım gelmez. Ama
bir hayvana karşı işlemiş olduğu cinayetten veya yırtmış olduğu elbiseden dolayı
kendisine ödenmesi lazım gelen bedel, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre,
diğer ortağına da lâzım gelir. Çünkü bedeli ödenen hayvan veya elbise ortağının
mülkü olur. Nehir.
"Her bir borç
ilh..." Mesela: Ortaklardan bîri kasden adam öldürmeden dolayı sulh olup
kendisine diyet lâzım gelse veya nafakadan dolayı sulh olup borçlansa bunlar
diğer ortağına lâzım gelmez. Bahır.
"İki ortaktan
birisine lâzım olan borcun diğerine de lâzım olmasının fâidesi ilh..." Bu
ortaklardan birinin bizzat yapmasıyla diğer ortağına lâzım gelen borç ve lazım
gelmeyen borç arasındaki farkı beyandır.
"Bir kimse,
ortaklardan birinin üzerinde alacağı bulunduğunu iddia etse ilh..." Yani bir
kimse ortaklardan birinin üzerinde alış - veriş veya başka bir yol ile alacağı
bulunduğunu dâva etse, diğer ortağa bir ilgisi olmadığına dair yemin
ettirebilir. Çünkü ortaklardan birinin üzerine açılan dâva diğeri üzerine de
açılmış demektir.
Bahır'da
zikredilmiştir ki; bir kimse mufavaza ortaklarından her ikisi üzerinde alacağı
bulunduğunu iddia edip onlar da inkâr etse, her birinden yemin isteyebilir.
Çünkü ortakların her birinden kendi fiil üzerine yemin etmesi istenir. Herhangi
birisi yemin etmekten çekinirse borç her ikisine de lâzım gelir. Zira birinin
ikrarı her ikisinin de ikrârı gibidir.
"Sonra gâib olan
ortak geldiğinde kendisine yemin ettirilir ilh..." Bahır'da zikredilmiştir ki;
bir kimse, ortaklardan biri üzerinde hata en yaralama diyeti bulunduğunu dâvâ
etse, o da inkâr etse, yemin ettirir. Diğer ortağına yemin ettiremez. Kezâ
ortaklardan birinin üzerinde mehir veya hulu bedeli veyahut kasden adam
öldürmeden dolayı sulh olup diyet bulunduğu iddia edilse, bunlar ortaklığa dahil
olmadığından birisine lâzım gelen diğerine lâzım gelmez.
METİN
Mufavaza
ortakçılarından birisine altın, gümüş gibi kendisinde ortaklık sahih olan bir
şey hibe edilse yahut miras kalsa yahut sadaka verilse yahut vasiyet edilse o da
bunları alsa ortaklar arasındaki eşitlik kalmayacağı için şirket-i mufavaza
şirket-i inâna çevrilmiş olur. Çünkü şirket-i mufavazada eşitlik, kurulurken
şart olduğu gibi ortaklık devam ettiği müddetçe de şarttır. Eğer mufavaza
ortakçılarından birinin eline kendisinde ortaklık sahih olmayacak urûz akar gibi
bir şey geçse, ortaklık bozulmaz.
Kendisinde mal
zikrolunan mufavaza ve inân ortaklığı altın, gümüş ile yahut revaçta geçerli
diğer paraları yahut insanların alış-veriş yaptıkları altın, gümüş külçesi veya
erimiş altın, gümüş parçasıyla sahih olur. İnsanların alış - veriş yapmadıkları
altın, gümüş külçesi veya erimiş altın, gümüş parçası urûz gibidir. Eğer
ortaklıkta sermaye zikrolunmazsa, bu ortaklık şirket-i tekabbül ve şirket-i
vücûh olur. Şirket-i mufavaza ile şirket-i inân şu şartla, urûz ile de sahih
olur; iki kişiden her biri kendi urûzunun yarısını diğerinin urûzunun yarısı
karşılığında sattıktan sonra mufavaza veya inân ortaklığı kurarlarsa sahih olur.
İşte bu urûz ile şirket-i mufavazanın sahih olmasının çaresidir. Bu iki kişiden
her birinin kendi urûzunun yarısını diğerinin urûzunun yarısı karşılığında
satması her birinin urûzunun kıymeti müsavî olduğuna göredir. Eğer urûzlarının
kıymetleri farklı olursa, urûzu az olan kimse, kendisiyle ortaklık sâbit olacak
mikdarı satar. İbn-i Kemâl.
Musannıfın: "İki
kişiden her biri kendi ticaret malının yarısını diğerinin ticaret malının yarısı
karşılığı satar." sözü ittifâkîdir, ihtirâzî değildir. Urûz, para cinsinden
olmayan mallardır.
= Gaib olan mal ile
ortaklık sahih olmaz =
Mufavaza veya inân
ortaklığı gâib olan mal veya olacak ile sahih olmaz. Çünkü ortaklığın gereği
üzerine hareket etmek mümkün değildir.
ŞİRKET-İ
İNÂN
Şirket-i inânda
ortaklar birbirinin vekili olur, kefili olmaz. Bu şirket-i inânın şartını
beyandır. O halde alış - verişe aklı eren, ticarete izin yerilmiş çocuk, bunak,
kadın, erkek, bâliğ, Müslüman, kâfir, mükâteb gibi kimselerin hepsinden -her ne
kadar kefil olmaya ehil olmasalar bile- şirket-i inân sahih olur. Çünkü şirket-i
inân kefil olmayı değil, vekil olmayı gerektirir. Bundan dolayı şirket-i İnân
umum ticaret üzerine yapılabileceği gibi hâssaten bir nev'i ticaret üzerine de
yapılabilir. Mutlak yani bir vakit ile sınırlı olmayarak yapılabileceği gibi bir
vakit ile sınırlı olarak da yapılabilir. Ortaklardan birinin sermayesi ziyade
olduğu halde kârından ziyade hisse almaksızın yapılabileceği gibi sermayeleri
eşit olduğu halde kârdan ortaklardan birisine ziyade hisse verilmek üzere de
yapılabilir.
Şirket-i inânda
ortaklar mallarının bir kısmıyla ortaklık yapıp bir kısmıyla
yapmayabilirler.
Şirket-i inân ile
ortak olanların sermayelerinin cinsleri ayrı olup meselâ: Birininki altın
diğerininki gümüş olsa veya sermayelerinin vasıfları ayrı olup meselâ: Birininki
beyaz, diğerininki siyah olsa -her ne kadar sermayeleri kıymetçe farklı olsa
bile- yine şirket-i inân sahih olur.
Sahih olan şirkette
kâr, ortaklar arasında anlaştıkları şarta göre taksim
edilir.
Şirket-i inân ortak
olan malları birbirine katmaksızın da olur. Çünkü kârdaki ortaklık akde
(anlaşmaya) dayanıp sermayeye dayanmadığı için sermayelerin eşit olması aynı
cinsten olması ve birbirine karışmış bulunması şart
değildir.
Şirket-i inânda
kefâlet olmadığı için ortaklardan birisi, bir şey satın aldığında parası yalnız
ondan istenir. Eğer ortak para mevcud olduğu halde satın aldığı şeyin parasını
kendi malından ödemişse, yarısını diğer ortağından alır. Ortak mal mevcud
değilse ortağının izni olmadan bir malı ortak olarak borç almaması için atın
aldığı şey yalnız kendisinin olur. Bahır.
İZAH
"O da bunları alsa
ilh..." Yani bunları teslim almak şarttır. Şürunbulâlî'de: "Bir mal mirâs
kalmakla mülk hâsıl olur ve mufavaza ortaklığı bozulur." diye zikredilmiştir.
Bu, para olarak kalan mirâsa hamledilmiştir. Alacak olarak kalan mirâs böyle
değildir. Çünkü Zeylaî: "Mufavaza ortakçılarından birine mirâs yoluyla alacak
olarak altın veya gümüş kalsa, bunları teslim almadıkça ortaklık bozulmaz. Çünkü
alacak ile ortaklık sahih değildir." demiştir.
"Kendisinde mal
zikrolunan ilh..." Bu ifadenin zikredilmesine hâcet yoktur. Çünkü söz, şirket-i
emvâl hakkındadır. Yukarıda geçtiği üzere şirket-i mufavaza ile şirket-i inan,
şirket-i emvale mahsustur.
"Altın, gümüş ile
ilh..." Yani şirket-i mufavaza ile şirket-i inân, altın ve gümüş gibi yalnız
para cinsinden olan şeylerle sahih olur. Ölçülen tartılan ve adedleri birbirine
yakın olan ticaret malları birbirine karıştırılmadan önce mufavaza ortaklığı
veya inân ortaklığı meydana gelmez. Eğer bir cinsten olan mallar karıştırılsalar
meselâ: İki kimsenin de ticaret malları buğday olup birbirine karıştırsalar,
bundan sonra ortak olsalar bu şekilde yapılan ortaklık İmam Ebû Yusufa göre,
şirket-i mülk olur, İmam Muhammed'e göre, şirket-i akid olur. Bu ihtilâfın
faydası, şu yerde meydana çıkar: İki ortakdan birisinin hissesi üzerine fazla
kâr verileceğini şart kılsalar, Ebû Yusuf'a göre bu ziyade kılınan şart
geçersizdir. Ortaklardan her biri mülkü mikdarı kâr alır. İmam Muhammed'e göre;
yapılan şart geçerlidir. Buğday ve arpa gibi ayrı iki cins ticaret malını
karıştırsalar, ittifakla ortaklık olmaz.
"İki kişiden her
biri kendi urûzunun yarısını diğerinin urûzunun yarısı karşılığında sattıktan
sonra mufavaza veya inân ortaklığı kurarlarsa sahih olur ilh..." Çünkü bu iki
kişiden her biri kendi ürûzunun yarısını diğerinin urûzunun yarısı karşılığında
satmakla aralarında şirket-i mülk kurulmuş olur ve bu iki kimseden her biri
diğerinin hissesinde tasarruf edemez. Sonra akid yapmakla şirket-ı akid kurulmuş
olur da her biri diğerinin hissesinde tasarruf edebilir.
"Mufavaza veya inân
ortaklığı gâib olan mal ilh..." Ortaklığın sahih olabilmesi için sermayenin
mevcud olması şarttır. Yani satın alma akdi yapılırken sermayenin mevcud olması
şarttır. Fakat ortaklık akdi yapılırken sermayenin mevcud olması şart değildir.
Bundan dolayı ortaklık akdi yapılırken sermaye mevcud olmasa ortaklık sahih
olur. Meselâ: Bir kimse bir şahsa bin lira verip bunun üzerine sen de bin lira
koy ve mal satın al hâsıl olan kâr aramızda yarıya ortak olsun deyip o şahıs da
kabul etse, halbuki o anda o şahsın yanında bin lira mevcud olmasa fakat sonra o
bin lira üzerine bin lira koyup mal satın alsa bu ortaklık sahih
olur.
Furû: Bir kimse bir
şahsa bin lira verip "sen bununla aramızda yarı yarıya ortak olmak üzere mal
satın al, o malın kârı da zararı da aramızda ortak olsun" deyip o şahıs da kabul
etse, sonra mal satın almadan o para helâk olsa, o şahıs o paranın yarısını
ödemez. Fakat mal satın aldıkdan sonra satın alınan mal helâk olursa yarısını
öder. Bahır.
Ben derim ki: Satın
alındıktan sonra helak olan malın yarısının ödenmesinin sebebi: O kimse o şahsa
yarı yarıya ortak olmak üzere mal satın olmasını emredince o şahıs satın aldığı
malın yarısını vekil olarak emreden kimse için, diğer yarısını da asil olarak
kendisi için satın almasıdır. Parayı emreden kimsenin malından vermiş olduğu
için kendi hissesine düşen mikdarı öder. Bundan anlaşılmıştır ki; bu, şirket-i
mülkdür, şirket-i akid veya şirket-i müzarebe değildir. Dikkat et! Bu şekilde
ortaklık çok vaki olmaktadır.
"Çünkü ortaklığın
gereği üzerine hareket etmek ilh..." Yani satmak, satın almak veya kâr etmek
mevcud olan mal ile olur. Gaib olan malda ise bunların hiç biri mümkün
değildir.
"Şirket-i inân
ilh..." İnân açık olmak mânasınadır. Dizgin mânâsım da ifade eder. Bu ortaklığa
inân denilmesi bazı mallarda ortaklığın meydana gelmesinden veya ortaklık
sebebiyle ticaret dizgininin elde edilmiş olmasından
dolayıdır.
Şirket-i inân,
ticaret gibi bir maksadla iki veya daha çok kimse tarafından sermaye konularak
akd edilen bir ortaklıktır. Bu ortaklıkta ortakların arasında tam eşitlik
bulunması şart değildir. Meselâ: Birinin sermayesi iki bin, diğerinin sermayesi
beş yüz lira olabilir.
"Şirke-i inân kefil
olmayı değil vekil olmayı gerektirir ilh..." Şirket-i mufavaza ise hem kefil
olmayı, hem de vekil olmayı gerektirir. Nitekim yukarıda geçmişti.
Mufavazanınşartları bulunup kefalet zikredilirse, şirket-i mufavaza kurulmuş
olur. Mufavazanın şartları bulunmazsa, şirket-i inân kurulmuş
olur.
Hâniyye'de
zikredilmiştir ki; şirket-i inanda kefâlet zikredilmediğinde ortaklardan her
biri diğerinin kefili olmaz. Kefâleti zikrederlerse, biri diğerinin kefili
olur.
"Bundan dolayı
şirket-i inan ilh..."
= Bir müddet tâyin
edilerek kurulan ortaklık hakkında iki rivâyet vardır =
Ortaklık için bir
müddet tâyin edildiğinde ortaklık o müddetle sınırlı olup o müddet geçtikten
sonra ortaklığın sona erip ermediği hususunda iki rivâyet vardır. Bir rivayete
göre; o müddetle sınırlı olup müddet geçtikten sonra ortaklık sona erer. Diğer
rivâyete göre; o müddetle sınırlı olmayıp müddet geçmekle ortaklık sona ermez.
Bahır'da bu iki rivâyetten hiç biri tercih edilmemiştir.
Haniyye'de:
"Şirket-i inân ile şirket-i müzarebenin sahih olması için bir müddet tâyin etmek
şart olmadığı halde müddet tâyin edilirse, meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben:
"Bugün bir şey satın alırsan satın aldığın şey aramızda ortak olsun" deyip o
şahıs da kabul ederse o gün bir şey satın aldığı takdirde aralarında ortak olur.
O günden sonra satın alırsa, aldığı şey yalnız kendisinin olur." diye
zikredilmiştir
"Ortaklardan
birinin sermayesi ziyade olduğu halde kârından ziyade hisse almaksızın
yapılabileceği gibi ilh..."
= Kârdan fazla
hisse alınmasının hükmünün incelenmesi beyanında =
Sermayeler gerek
eşit gerekse fazla olsun, ortaklar kârı aralarında sermayelerin mîkdarına göre
taksim etmek üzere şart koşsalar sahih olur. Ve kâr ile zarar aralarında şart
koştukları şekilde sermayelerinin mikdarına göre taksim olunur. Bu surette gerek
ikisinin de çalışması şart kılınsın ve gerek yalnız birisinin çalışması şart
kılınsın eşittir. Şu kadar var ki, yalnız birisinin çalışması şart kılındığı
takdirde onun elinde diğerinin sermayesi mal hükmünde olur. O sermayenin kâr ve
zararı sermaye sahibine aid bulunur.
Ortakların
sermayeleri eşit olduğu halde birisine kârdan fazla hisse mesela; Kârın üçte
ikisi şart kılınsa bakılır: Eğer ikisinin de eşit olarak çalışması şart kılınmış
ise ortaklık, sahih ve şart muteber olur. Çünkü onun çalışmada mahareti daha
fazla olabilir. Eğer yalnız birisinin çalışması veya birisinin daha çok
çalışması şart kılınıp bu çalışma, kârdan hissesi fazla olan ortak üzerine şart
kılınmış ise ortaklık yine sahih ve muteber olur. Bu surette bu ortak malıyla
sermayenin kârını çalışmasıyla da kârdan fazla hisseyi hak etmiş olur. Şu kadar
var ki, bu surette bunun elinde ortağının sermayesi müzarebe malı hükmünde
olarak müzarebeye benzer bir şirket-i inân ve çalışma meydana gelmiş olur. Eğer
çalışma, kârdan hissesi az olan ortak üzerine şart kılınmış olursa, bu şart câiz
olmaz. Kâr ve zarar aralarında sermayelerinin mikdarına göre taksim olunur.
Çünkü kâr şart koştukları şekilde taksim olunsa, çalışmayan ortağın alacağı
fazlaya maldan, çalışmadan ve zamandan bir şey karşılık olmaz. Kârı hak etme
ise, bu üç şeyden biriyle olur.
Ortaklardan birinin
sermayesi fazla meselâ: Birisinin sermayesi bin, diğerinin sermayesi iki bin
lira olduğu halde kârın taksimi aralarında eşit olmak üzere şart kılınsa
sermayesi az olan ortağın sermayesine nisbetle kârdan fazla hisse alması şart
koşulmuş olacağından ortakların sermayeleri eşit olduğu halde kârdan birisine
fazla şart edilmiş gibi olur. Bundan dolayı bu akidde ikisinin yahut kârdan
hissesi fazla yani sermayesi az olan ortağın çalışması şart kılınmış ise câiz ve
şart muteber olur. Zira bu ortak malıyla sermayenin kârını çalışmasıyla da fazla
hisseyi hak etmiş olur. Eğer yalnız kârdan hissesi az, yani sermayesi fazla olan
ortağın çalışması şart kılınmış ise, bu şart câiz olmayıp kâr aralarında
sermayeleri mikdarına göre taksim olunur. Çünkü bu takdirde bu fazla alınacak
kâra karşılık bir mal, bir çalışma veya bir zaman bulunmuş olur. Zeylai şirket-i
müzarebe (bir taraftan sermaye, diğer taraftan çalışmak üzere akdedilen bir
nev'i ortaklıktır) bahsinde: "Mal sahibi, müzârib (çalışan) tarafından parasının
ödenmesini isterse paranın çoğunu ona ödünç verir. Sonra ona az bir mikdar para
verip onunla şirket-i inân kurar. Yalnız ödünç alan çalışır; hasıl olan kâr
aralarında anlaştıkları şarta göre taksim edilir. Sermaye helak ve zâyi olursa
çalışan borcunu öder." diye zikretmiştir. Burada çalışma ortaklardan hiç birisi
üzerine şart koşulmamıştır. Fakat ödünç alan teberru olarak çalışmıştır. Mal
sahibi -her ne kadar çalışmasa bile- anlaştıkları şarta göre kârın yarısını,
yarısından fazlasını veya yarısından azını alabilir. Teberru şart kabilinden
değildir. Buna delil, Zahire'nin alış - veriş bahsinde: "Bir kimse bir köyde
odun satın alıp satın almada şart koşulmadığı halde "odunları evime kadar
götüreceksin" ifadesini ilave etse, alış - veriş bozulmaz. Çünkü bu alış -
verişte şart koşulmayıp bilâkis alış - veriş tamam olduktan sonra yeni bir söz
olduğundan alış - verişi bozmaz." diye zikredilendir. Çok vâki olan meselelerden
biri de şudur: Bir kimse, bir şahsa "bin lira verip yarısını sana ödünç
veriyorum ve seni ortakçı kılıyorum, elde edilecek kârın üçte ikisi benim, üçte
biri de senin olacaktır" deyip o da, kabul etse, burada sermayeler eşit olup
kârdan hisse almafarklı olduğundan ödünç verenin kârın yarısından fazlasını
alması sahih olmaz. Ancak kendisi çalışırsa, sahih olur. Eğer ödünç alan
çalışırsa -nitekim âdet böyledir- malının mikdarına göre kârın yarısını
alabilir. Fakat bu çalışma şart kılındığı takdirdedir. Eğer çalışma şart
kılınmazsa, kârdan fazla hisse alması da sahih olur.
Yine çok vâki olan
meselelerden biri de şudur: İki ortaktan biri bin, diğeri iki bin lira sermaye
koyup kârı aralarında sermayelerine göre ikili birli olmak üzere taksim etmek
üzere bir ortaklık kursalar, bu ortaklık şirket-i inan
olur.
T E N B İ H :
Ortaklardan her birinin çalışması şart kılınsa, ikisinin birden çalışması lâzım
gelmez. Bundan dolayı Bezzâziye'de: "Ortak olan iki kimsenin ikisi de çalışmak
üzere şart koşulmuş olduğu halde yalnız birisi çalışıp da diğeri - gaib olması
veya hasta olması gibi bir özürle veyahut özürsüz yere kasden - çalışmasa bile
ortaklar birbirinin vekili olduğundan ortağının çalışmasıyla kendisi de çalışmış
gibi sayılarak kâr aralarında anlaştıkları şarta göre taksim olunur." diye
zikredilmiştir.
"Kâr, ortaklar
arasında anlaştıkları şarta göre taksim edilir ilh..." Çünkü Peygamber Efendimiz
(S.A.V.):
"Kâr, yapılan şarta
göredir. Helâk ve zarar ise, iki sermayenin mikdarına göredir." buyurmuşlardır.
Bundan dolayı ortak olan bir malda tecavüz bulunmaksızın meydana gelen zarar
sermayelerin mikdarına göre taksim edilir. Başka şekilde şart edilse bile, ona
itibar edilmez.
"Çünkü kârdaki
ortaklık, akde dayanıp sermayeye dayanmadığı için ilh..." Zira ortaklık akdi
(anlaşması) ne, ortaklık adı verilmiştir. Bundan dolayı ortak olan malların
birbirine karıştırılması şart değildir. İki ortaktan birinin yüz dirhem gümüşü,
diğerinin yüz dirhem altını olup bunlarla bir şey satın alsalar, o şey
aralarında sermayelerinin mikdarına göre ortak olur. Kezâ gümüş dirhemlerle
ticaret malı satın alsalar, sonra altınlarla başka ticaret malı satın alsalar,
bu ticaret mallarının birinin kâr, diğerinden zarar etseler, kâr ile zarar
sermayelerinin mikdarına göredir.
"Yarısını diğer
ortağından alır ilh..."
= Ortağın satın
aldığı malın parasını kendi malından ödediğini dâvâ etmesi beyanında
=
Ortak para mevcud
olduğu halde ortak, satın aldığı şeyin parasını kendi malından ödemişse, diğer
ortağının vekili olduğundan yarısını ondan alır. Ortağın satın alması ancak
kendi sözüyle bilinirse, diğer ortağı satın almayı inkâr ettiği halde onun
zimmetinde alacağı bulunduğunu iddia etmiş olduğundan bunu isbat etmesi
lâzımdır. İnkâr edenin sözü, yeminiyle kabul edilir. Diğer ortak, ortağının
satın aldığı malı ortaklık için aldığını tasdik edip parasını kendi malından
ödediğini yalanlasa, satın alan ortağın sözü kabul edilir. Çünkü diğer ortağı,
ortağının satın aldığını tasdik edince satın alınan malın ortaklık için satın
alınmış olduğu sâbit olur da verilen paranın yarısı kendi zimmetinde sâbit olmuş
olur. Diğer ortak satın alınan malın parasının ortak maldan verilmiş olduğunu
davâ etmesi, satın alınan malın parasının verilmiş olduğunu dâvâ etmiş
olduğundan bu dâvâsı şâhidsiz kabul edilmez. Bundan dolayı fukahâ: "Ortağın
satın alması ancak kendi sözüyle bilinirse, diğer ortağı satın almayı inkâr
ettiği halde onun zimmetinde alacağı bulunduğunu iddia etmiş olduğundan bunu
isbat etmesi lâzımdır. Burada ise diğer ortak satın olmayı inkâr etmeyip bilâkis
zimmetinde parayı gerektiren satın almayı ikrar etmektedir. Bu ortak, satın alan
ortağına satın aldığı malın parasını ortak maldan vermediğine dair yemin
ettirebilir." demişlerdir.
Ortaklardan biri
diğer ortağının satın almış olduğu malın ortaklık için satın almış olduğunu
inkâr ederse bakılır: Eğer satın alınan mal helâk olmuşsa satın alan ortaklık
için satın aldığını isbat eder ve zarar sermayelerinin mikdarına göre taksim
edilir. Eğer satın alınan mal mevcud ise bu mal satın alan kimseye aid
olur.
Ortaklardan biri
"ben bu malı satın aldım" dediğinde diğer ortağı "hayır, sen bu malı satın
almadın, bu mal bizim ortak mallarımızdandır" dese, bu mal "satın aldım" diye
iddia eden ortağın elinde ise onun sözü kabul edilir. -Fürû' bahsinde geleceği
üzere- elinde sermaye bulunan ortak "bin lira ödünç aldım" dese sözü kabul
edilir.
=Ortaklardan biri
satın almış olduğu malı kendisi için satın aldığını iddia
etse=
Hâniyye'de
zikredilmiştir ki: ortaklardan biri satın almış olduğu malı kendisi için satın
aldığını söylediğinde diğer ortağı "bu mal ortak mallarımızdandır" dese satın
alan "bu mal bana mahsustur, ben bu malı kendi paramla ortaklık kurulmadan önce
kendim için satın aldım" dese, kendisine "vallâhi bu mal ortak mallarımızdan
değildir" diye yemin ettirilir ve yeminiyle beraber sözü kabul edilir. Çünkü bu
kimse hür olduğundan kendisi için mal satın olabilir. "Ortaklık kurulmadan önce
kendim için satın aldım" ifadesi ortaklık kurulduktan sonra satın alınan maldan
ihtirazdır. Ortaklık kurulduktan sonra satın alınan malda tafsilât vardır. Şöyle
ki: Ortaklardan biri, ticaretleri cinsinden olan bir şeyi satın alsa - her ne
kadar kendisi için satın almış olduğuna şâhid tutsa bile - bu mal ortak olur.
Çünkü bu malın yarısını satın alması hususunda ortağı adına vekil yerinde
bulunmuştur. Onun bu mala kısmen, hakkı teallûk etmiştir. Eğer ticaretleri
cinsinden olmayan bir şeyi satın alsa, o şey kendisinin olur. Zira bunu almaya
vekâleti yoktur.
Ben derim ki:
Fetâvâ-yı Kâariü'l- Hidâye'de zikredilen buna muhâliftir. Şöyle ki: Ortaklardan
biri bir şey satın alırken kendisi için satın aldığına şâhid tutsa o şey
kendisinin olur. Şâhid tutmayıp parasını ortak maldan verirse, o şey ortak
olur.
Buna iki türlü
cevap verilmiştir:
a) Bu yukarıda
geçen meseleye muâraza edemez. Çünkü nakle
dayanmamaktadır.
b) Satın alınan şey
ticaretleri cinsinden olmayan şeye hamledilerek yukarıda geçen meselenin
aynıdır.
Ortaklardan biri
diğer ortağından kendisi için bir şey satın alsa bir kısmına mâlik olduğu şeyi
satın aldığı için bu satın alma sahih olur mu olmaz mı? diye çok sorulan
meselelerdendir. Bence, her ne kadar satın alma sûreten satın alınan malın hepsi
üzerine vâki olmakta ise de gerçekte ortağının hissesini muayyen para ile satın
almış olduğundan bu satın alma sahih olur.
"Ortak mal mevcud
değilse ilh..." Ortaklardan biri, elinde ortak sermaye kalmamış olunca ortaklık
için mal satın alamaz. Satın alırsa o mal kendisinin olur. Çünkü o mal ortaklık
adına alınmış olsa o malın parasının bir kısmını diğer ortağın vermesi lâzım
gelecektir. Halbuki o ortak bunu kabul etmemiştir. Şayet bu alınan mala ortak
olmak isterse, o zaman aralarında ortak olur. Bahır.
METİN
= Ortaklığın
bozulması beyanında =
İki sermayeden
ikisi veya birisi kendileriyle bir şey satın alınmadan önce telef olursa
ortaklık bozulmuş olur. Ortak mallar, birbirine karıştırılmadan önce birisi
telef olsa, zarar yalnız mâlîkine aid olmuş olur; karıştırıldıktan sonra telef
olursa ikisine aid olur.
Şirket-i inân
ortakçılardan birisi kendi sermayesiyle bir şey satın aldıktan sonra diğer
ortağının sermayesi bir şey satın alınmadan önce telef olsa, satın alınan şey
aralarında ortak olur. Kârdan anlaştıkları şarta göre, şirket-i akid olur. Mal
satın alınırken şirket-i akid kurulmuş olduğundan satın alınan malın parasının
yarısını diğer ortağından alır.
Ortaklardan birinin
malı telef olup sonra diğer ortak kendi malıyla bir şey satın alırsa, bakılır:
Eğer ortaklık akdinde (sözleşmesinde) vekil olma açıklanıp her biri "bu
mallarımızla satın aldığımız şey aramızda ortak olsun" derse, artık asıl malda
şart ettikleri üzere satın alınan mal aralarında ortak olur. Çünkü ortaklık
akdinde açıklanan vekil olma bâkidir. Fakat kâr, anlaştıkları şarta göre ortak
olmaz. Zira şirket-i akid, şirket-i mülk olmuştur. Bundan dolayı satın alan
ortak parasının yarısını diğer ortağından alır.
Eğer ortaklık
akdinde vekil olma açıklanmayıp yalnız ortak olmaları zikredilirse ve vekil
olmanın zikredilmiş olduğunda da anlaşamazlarsa, artık satın alınan mal satın
alan ortağa aid olur. Çünkü ortaklık bozulmuş olunca onun zımnında olan vekâlet
de bozulmuş olur.
Ortaklardan
birisine kârdan muayyen bir mikdar verilmesi şart koşulursa -yukarıda geçtiği
üzere ortaklığı keseceğinden- ortaklık fâsid olur. Ortaklığın fâsid olması,
şarttan dolayı değildir. Çünkü ortaklığın şartlarla fâsid olmamasının zâhiri,
şartın bâtıl olup ortaklığın olmamasıdır. Şârih: "Sadru'ş-şeria, İbn-i Kemâl, bu
surette ortaklığın fâsid olacağını açıklamışlardır." demiştir. Buna göre kâr,
sermayelerinin mikdarına göre taksim edilir.
Şirket-i mufavaza
veya şirket-i inân ortaklarından her biri, ortaklık adına ticaret yapması veya
ortak malları koruması için bir kimseyi ücretle tutabilir, ortak malı ibza
edebilir. Yani kâr, mal sahiblerine aid olmak şartıyla sermayeyi çalıştırması
için başkasına verebilir. Ortak malı emanet veya iare yahud müzarebeye
verebilir. Çünkü müzarebe, ortaklıktan aşağı olduğu için ortaklık kendisini
tezammun etmiştir. Satma ve satın alma hususunda başkasını vekil tâyin edebilir.
Ortaklardan birinin tayin ettiği vekili diğer ortak azledebilir. Ortaklardan her
biri ortak malı peşin veya veresiye az veya çok paha ile satabilir. Sahih olan
kavle göre, ortaklardan her biri naklinde masraf bulunsun veya bulunmasın ortak
malı sefer götürebilir.
Eşbâh sahibi:
"Ortak malın taşınmasında masraf bulunursa, götüren ortak öder." demiştir.
Zahiriyye. Seferdeki masraf ve kira bedeli kâr edilmese bile sermayeden alınır.
Hulâsa.
İZAH
"İki sermayeden
ikisi veya birisi kendileriyle bir şey satın alınmadan önce telef olursa,
ortaklık bozulmuş olur ilh..." Çünkü burada üzerine akid yapılan maldır. Mal
helâk olunca akid bozulmuş olur. Nitekim satışta da bozulur. Musannıf ortaklığı
bozanların tamamını gelecek fasılda beyan edecektir.
"Ortak mallar
birbirine karıştırılmadan önce birisi telef olsa, zarar yalnız mâlikine aid olur
ilh..." Ortaklık bâtıl olduğu için diğer ortağından telef olan malının yarısını
alamaz. Hatta ortağının elinde telef olsa bile yine alamaz. Çünkü mal ortağının
elinde emânettir. Birbirine karıştırıldıktan sonra telef olursa bakılır: Eğer
birbirinden ayrılmayacak şekilde karışmış ise telef olan iki ortağa aid olmuş
olur. Eğer altın ile gümüşün karışması gibi birbirinden ayrılacak şekilde olursa
karışmamış hükmünde olur.
Hâkim'in Kâfî'sinde
zikredilmiştir ki; iki ortak gümüş sermayelerini karıştırdıktan sonra bir kısmı
telef olursa, telef olan ikisine aid olur, geri kalan aralarında ortak olur.
Ancak ortaklardan yalnız birinin sermayesinden ne kadar telef olduğu ve ne kadar
geriye kaldığı bilinirse, telef olan mâlikine aid olur. Telef olandan geri kalan
ile telef olmayan sermaye aralarında karıştırdıkları mikdara göre ortak
olur.
"Satın alınan şey
aralarında ortak olur ilh..." Çünkü satın alınırken ortaklık mevcud olduğundan
bundan sonra diğer ortağın malının, helâk olmasıyla hüküm değişmez.
Bahır.
"Kârdan
anlaştıkları şarta göre şirket-i akid olur ilh..." Yani ortaklardan hangisi
ortak malı satarsa câiz olur. Bu İmam Muhammed'e göredir. Hasan b. Ziyad'a göre,
bu şirket-i mülk olur. Bundan dolayı iki ortaktan her birinin tasarrufu ancak
kendi hissesinde sahih olur. Ekseri fukahâ, İmam Muhammed'in kavlini tercih
etmişlerdir. Nehir.
"Parasının yarısını
diğer ortağından alır ilh..." Çünkü ortağının hissesini satın almada onun
vekilidir. Satın aldığı şeyin parasını kendi malından verdiği için verdiği
paranın yarısını ortağından alır.
Muhit'te
zikredilmiştir ki: bin beş yüz dirhem gümüş kıymetinde yüz altını olan kimse ile
bin dirhem gümüşü olan kimse kâr ve zarar sermayelerinin mikdarına göre olmak
şartıyla ortaklık kurup gümüş sahibi kendi parasıyla bir cariye satın aldıktan
sonra altınlar helâk olsa, cariye aralarında ortak olur. Cariyenin kârı beşe
taksim edilip beşte üçü altın sahibinin, beşte ikisi de gümüş sahibinin otur.
Çünkü kâr cariyeyi satın aldıkları gündeki malların mikdarına göre taksim
edilir. Gümüş sahibi altın sahibinden bin dirhemin beşte üçünü alır. Çünkü gümüş
sahibi cariyenin beşte üçünü satın almada altın sahibinin vekili olup parasını
kendi malından vermiştir.
Bu meselenin aksi;
yani cariyeyi altın sahibi aldıktan sonra gümüş sahibînin sermayesi telef
olsaydı altın sahibi gümüş sahibinden paranın beşte ikisi olan kırk altını
alırdı.
Eğer bu ortaklardan
her biri kendi malıyla birer köle satın alıp teslim aldıktan sonra köleler telef
olsa, mallarından telef olmuş olur. Çünkü her biri köleyi satın alırken ortaklık
aralarında mevcuddur. Bahır.
"Bu mallarımızla
satın aldığımız şey ortak olsun ilh..."
= İki kişi "ticaret
adına satın aldığımız şeyler aramızda ortak olsun" deseler ortaklık kurulmuş
olur =
Valvalciyye'de
zikredilmiştir ki: bir kimse bir şahsa "satın aldığım şey aramızda ortak olsun"
veya "ticaret namına satın aldığımız şey aramızda ortak olsun" deyip o şahıs da
bunu kabul etse, ortaklık kurulmuş olur. Burada satın alınacak malın sıfatının,
mikdarının ve vaktinin açıklanması lazım değildir. Çünkü bu ortaklardan her biri
satın almış olduğu şeyin yarısında diğer ortağının vekilidir. Böyle ortaklık
kurmaktan maksad çok kar etmektir. Çok kar ise ancak ticaret yapılan her malı
satın almakla elde edilir.
Ben derim ki:
Zamanımızda bu ortaklık çok vâki olmaktadır. Şöyle ki: İki ortaktan birisi bir
şehirde diğeri de başka bir şehirde olup her biri bulunduğu şehirden mal satın
alıp diğer ortağına satsın ve satın alsın diye gönderir. Fakat bu ortaklık
şirket-i mülktür. Çok defa bu iki ortak sermayeleri gerek müsavi gerek farklı
olsun aralarında şirket-i akid kurup karın sermayelerinin mikdarına göre taksim
edilmesini şart kılarlar ve karı sermayelerin mikdarına göre taksim ederler. Bu
şirket-i akidde sahihtir. Şirket-i mülkde sahih değildir. Çünkü şirket-i mülkde
kar mülkün mikdarına göre taksim edilir. Satın aldıkları malları yarı yarıya
satın almayı şart koşarlarsa, kar da ona göre taksim edilir. Şu kadar var ki
şirket-i akiddeki sermayelerinin mikdarına göre mal satın alınacağını şart
koşarlarsa kar, sermayelerin mikdarına göre taksim edilir. Bu ortaklığa dikkat
et! Zira çok vâki olmaktadır ve insanlar bundan
gâfildirler.
"Fakat kâr
anlaştıkları şarta göre ortak olmaz ilh..." Çünkü kâr sermayelerinin mikdarına
göre taksim edilir.
"Yukarıda geçtiği
üzere iIh..." Ortaklardan birisine kârdan muayyen bir mikdar meselâ: On dirhem
verilmesi şart koşulursa, on dirhemden fazla kâr edilmediği takdirde kârın
hepsinin sadece bu ortağa verilmesi şart koşulmuş olur. Halbuki ortaklık kârda
ortak olmayı gerektirir. Kârın sadece ortaklardan birine verilmesi ise,
ortaklığı kesip ödünç vermeye çevirir. Fetih.
"Kâr sermayelerinin
mikdarına göre taksim edilir ilh..." Yani her ne kadar ortaklardan birine kârdan
fazla verilmesi şart kılınmış olsa bile kar ortaklar arasında sermayelerinin
mikdarına göre taksim edilir. Çünkü ortaklık fâsid olunca, sermayeler şirket-i
mülk ile ortak olmuş olur. Şirket-i mülkte kâr ise sermayelerin mikdarına taksim
edilir. Gelecek fasılda zikredilecektir ki, ortaklık fâsid olunca sermayenin
hepsi ortaklardan birisinin olduğu takdirde diğer ortağa ecr-i misil
verilir.
"Şirket-i mufavaza
veya şirket-i inân ortaklarından her biri ilh..." Yani ortaklardan her birinin
ortak mal için ücretle adam tutması, ortak malı bizaa yahut emanet yahut iâre
yahut muzarebe olarak vermesi, ortak malı satmak veya satın almak için vekil
tâyin etmesi yahut pahalı veya ucuz, peşin veya veresiye satması, ortak mal ile
sefere gitmesi, diğer ortak onu bu işlerden menetmediği
takdirdedir.
Fetih'te
zikredilmiştir ki; iki ortaktan birisinin yapması lâzım gelen her hangi bir
işten diğer ortağı onu men ederse, o işi yapamaz. Bundan dolayı ortaklardan
biri, diğer ortağına "Dimyat'a git: fakat ordan ileri geçme" dediği halde diğer
ortak orayı geçse ve mal telef olsa ortağının hissesini öder. Çünkü onun
hissesini oradan ileriye izinsiz olarak götürmüştür.
Kezâ ortaklardan
birinin diğer ortağını, ortak malı veresiye satması için izin verdikten sonra
bundan menetmesi sahihtir.
Ben derim ki:
Müzârebe bahsinde geleceği üzere mal urûz olursa mal sahibinin müzaribi veresiye
satmaktan menetmesi sahih olmaz. Çünkü mal sahibi bu halde müzaribi azletmeye
mâlik değildir. Bundan anlaşılmıştır ki ortaklık böyle değildir. Zira ortak
mutlak surette ortaklığı feshetmeye mâliktir. Nitekim ilerde
gelecektir.
"İâre ilh..."
Ortaklardan biri, ortak hayvanı iâre verip hayvan iâre alanın elinde ölse,
kıyasa göre iâre veren ortak diğer ortağının hissesini öder. Fakat istihsânen
ödemez. Bu, üç imamımızın kavlidir.
Kezâlik, iâre
olarak verilen ortak elbise, ev veya hizmetçi de aynı hükümdedir.
Bahır.
"Müzarebeye
verebilir ilh..." Esah olan kavle göre, ortaklardan biri ortak malı müzarebeye
verebilir.
Ortaklardan biri,
başka bir kimseden müzârebe olarak mal alsa bakılır: Eğer kendi ticaretleri
cinsinden olmayan şeyde ticaret yapmak için almışsa, kâr yalnız kendisinin
olur.
Kezâ ortağının
yanında kendi ticaretleri cinsinden olan şeyde ticaret yapmak için almışsa, yine
kâr yalnız kendisinin olur. Eğer ortağı gaib iken veya mutlak ticaret yapmak
için almışsa, elde edilen kârın yarısı ortağının, diğer yarısı da kendisi ile
müzârebe için mal verenin olur. Muhit.
"Çünkü müzârebe,
ortaklıktan aşağı olduğu için ilh..." Yani müzarebe ortaklıktan aşağıdır. Zira
müzarebede zarar sermaye sahibine lâzım gelip müzaribe lâzım gelmediğinden
ortaklık müzarebeyi tezammun etmiş olur. Fetih.
"Satma ve satın
alma hususunda başkasını vekil tâyin edebilir ilh..." Çünkü bu hususta vekil
tâyin etmek ticaret işlerindendir. Ortaklık ise ticaret için
kurulmuştur.
"Ortaklardan
birinin tâyin ettiği vekili diğer ortak azledebilir ilh..." Yani ortaklardan
biri ortak olan malları satmak veya satın almak için başka bir kimseyi vekil
tâyin etse, diğer ortağı onu vekillikten çıkarabilir. Fakat ortaklardan biri
satmış olduğu ortak malın parasını olmak için bir kimseyi vekil tâyin etse diğer
ortağı onu vekillikten çıkaramaz. Çünkü ortaklardan birinin sattığı malın
parasını diğer ortağı alamaz ve bu hususta mahkemeye müracaatla husûmette
bulunamaz.
"Az veya çok paha
ile satabilir ilh..." Şârih az veya çok paha ile satmayı kayıdlamıştır, Çünkü
satın alma ancak belli fiyatla olur.
Bezzâziye'den
naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; ortaklardan birinin satmış olduğu mal
kendisine - mahkemenin hükmü olmaksızın - geri verilip o da kabul etse câiz
olur. Kezâ ortaklardan biri satmış olduğu malın kusurundan dolayı fiyatında
indirim yapsa veya fiyatını tecil etse câiz olur. Eğer satmış olduğu malın
kusuru olmadığı halde fiyatında indirim yapar veya tecil ederse, kendi
hissesinde câiz olur. Kezâ ortaklardan biri satmış olduğu malı hibe etse kendi
hissesini hibe etmiş olur.
İki ortaktan biri
satmış olduğu malın kusurunu ikrar ederse bu ikrar iki ortak hakkında da muteber
olur.
"Peşin veya
veresiye olarak ilh..." Ortaklardan biri, elinde ortak para kalmadığı halde para
ile mal satın alsa o mal kendisinin olur. Çünkü o mal ortak olarak alınmış olsa,
diğer ortağının sermayelerinin artmasına razı olmadığı halde kendisine fazla mal
vermesi vâcib kılınmış olur. Eğer alınan mala diğer ortağı razı olursa bu
takdirde o mal aralarında ortak olur.
= Ortaklardan biri
diğer ortağının izniyle borçlanabilir =
"Seferdeki masraf
ilh..." Yani ortaklardan biri ortak mal ile sefere gittiğinden kendi nafakasını,
yol parasını, ortak malın kirasını kâr ederse kârdan, kar etmezse sermayeden
alır.
METİN
Şirket-i inân ile
ortak olan kimse ortağından izinsiz başka bir şahısta ortaklık kurmaya malik
olamaz. Rehin vermeye de rehin almaya da ancak ortağının izniyle mâlik olur
yahut rehin veren ortak borcu gerektiren alış - verişi kendisi yapmış olursa o
zaman rehin verebilir. Artık rehin veren, alış - veriş yapan ortağın kendisi
olduğuna göre, rehin verdiğini ve rehin aldığını ikrarı da sahih olur. Köleyi
kitâbete kesmeye köleye ticaret için izin vermeye, cariyeyi evlendirmeye mâlik
olamaz. Bu hükümlerin hepsi ortaklık inân şirketi olduğuna göredir. Ortaklık
mufavaza olursa, ortaklardan her birinin bunları yapması câizdir. Mufavaza
ortaklarından biri başka bir kimseyle mufavaza ortaklığını ancak ortağının
izniyle kurabilir. Ortağından izinsiz kurarsa şirket-i inân
olur.
Şirket-i inan ile
şirket-i mufavazada ortaklardan her birinin ortak köleyi evlendirmesi, mal
karşılığında olsa bile âzâd etmesi, elbise gibi bir şeyi hibe etmesi, ödünç
vermesi ancak acık olarak ortağının izniyle câiz olur. Ortağından izinsiz hibe
ederse ortağının hissesinde caiz olmaz. Et, ekmek, meyve gibi şeyleri ortağından
izinsiz hibe edebilir.
Sirâc'da
zikredilmiştir ki; ortaklardan birisi diğer ortağına "kendi reyinle amel et"
dese, bu ortağın her türlü ticaret yapması câizdir. Ancak ödünç vermesi hibe
etmesi malı telef edecek bir şey yapması, karşılıksız olarak bir malı başkasına
mülk olarak vermesi câiz değildir. Çünkü ortaklık kör etmek için kurulmuştur.
Buna göre kâr olmayan şeyde ortaklık kurulmaz.
Şirket-i mufavazada
ortaklardan biri, oğlu ve babası gibi lehinde şehâdeti câiz olmayan bir kimseye
satış yapsa, sahih olur. Fakat lehinde şehâdeti caiz olmayan bir kimseye borçlu
olduğunu ikrar etse, İmam-ı Azam'a göre, bu ikrarı sahih olmaz.
Bezzâziye.
Hulasa'da
zikredilmiştir ki: İnân ortaklarından birisi "bu cariye fülanın cariyesidir"
diye ikrar etse diğer ortağının hissesi hakkında ikrarı câiz olmaz. Ortaklardan
biri ortak maldan bir şey satsa, diğer ortağı onun parasını satın olan adamdan
alamaz.
Ortaklardan birinin
satmış olduğu mal veya vermiş olduğu borç hususunda diğer ortağı mahkemeye
müracaatla husûmette bulunamaz.
= Ortağı veya
müvekkili öldükten sonra olsa bile "malı vermiştim" diye iddia eden kimsenin
sözünün kabul edilmesi beyanında =
Mufavaza veya inân
ortaklarından her biri, ortak mal hakkında emindir. Bundan dolayı kârın, zararın
mikdarında, sermayenin hepsinin veya bir kısmının telef olmasında, sermayeyi
veya kârı diğer ortağına vermiş olduğunu iddia ettiğinde -hatta diğer ortağı
öldükten sonra ona sermayeyi veya kârı vermiş olduğunu iddia etse bile-
yeminiyle beraber sözü kabul olunur. Nitekim Bahır sahibi Valvalciyye'nin
vekâlet bahsinde zikredilen ile istidlalederek demiştir ki: Bir kimse istinâfına
(yeniden başlamaya) mâlik olmadığı bir şeyi naklederse bakılır: Eğer bundan
maksadı başkası üzerine bir şey ödemeyi vâcib kılmak olursa bu sözünde tasdik
edilmez. Eğer kendisinden bir şeyin ödenmesini kaldırmak olursa bu sözünde
tasdik edilir. Bu kaide ezberlenip zaptedilmelidir.
Ortaklardan biri
kendi teaddî ve taksiriyle sermayeyi telef ederse diğer ortağının hissesini
öder. Ortak mal elinde emânettir. Taksîr olmadan telef olursa ödemez, taksîriyle
telef olursa öder.
Hâniyye'de
zikredilmiştir ki; ortaklığı mekânla kayıdlamak sahihtir. Bundan dolayı
ortaklardan biri diğer ortağına "Hârzem'i geçme" deyip o da geçmekle ortak mal
telef olsa, ortağının hissesini öder.
Eşbâh'da
zikredilmiştir ki; iki ortaktan birisi diğer ortağını "filan şehirden çıkma ve
veresiye mal satma" diye yasaklasa câiz olur. Eğer bu hususda ortağını
dinlemeyip inal telef olursa, ortağının hissesini öder. Nitekim inân veya
mufavaza ortaklarından biri diğer ortağının hissesini ne yaptığını, nereye
bıraktığını ve ne olduğunu kimseye bildirmeden ölse mezhebin muhtar olan kavline
göre ortağının hissesi terekesinden alınır. Bu kavle muhâlif olan kavil
galattır. Nitekim Haniyye'nin vakıf bahsinde zikredilmiştir. Bu bahis emânet
faslında gelecektir. Eşbâh sahibi emânet bahsinde galat olan kavli
zikretmiştir.
Furü: Muhit sahibi:
"Bana "İki ortaktan birisi diğer ortağını veresiye satmaktan men edip o da
muhalefet ederek veresiye satsa, bunun hükmü nedir?" diye soruldu. Ben de:
"Kendi hissesinde satış geçerli diğer ortağının hissesinde satış durdurulur.
Eğer diğer ortağı satışa izin verirse kâr aralarında ortak olur, izin vermezse
onun hissesi hakkındaki satış bâtıl olur." diye cevap verdim."
demiştir.
Yine Mühit sahibi:
"Bana "iki ortaktan birisi diğer ortağını "filan şehirden ortak malımızı
çıkartma" diye menetse, o da dinlemeyip çıkarır ve kâr ederse bu kârın hükmü
nedir?" diye soruldu. Ben de: "Bu dinlemeyen ortak diğer ortağının hissesini
izinsiz çıkartmakla gasbetmiş olacağından lâyık ve münasip olan kârın aralarında
anlaştıkları şarta göre taksım edilmemesidir, diye cevap verdim." demiştir. Bu
cevab ortaklığın bozulduğunu ifade eder. Nehir.
Yine Mühit'te
zikredilmiştir ki; ortak mal ortaklardan her birinin elinde emânettir. Bundan
dolayı Kâariu'l-Hidâye'ye: "İki ortaktan biri diğer ortağından hesap sorsa bunun
hükmü nedir?" diye sorulmuş; o da: "Tafsilâtlı olarak hesap vermesi için
zorlanamaz." diye cevab vermiştir.
Müzârib, vasi,
mutevelli de ortak gibidirler. Bunlardan da tafsilatlı olarak hesap sorulmaz.
Nehir.
Zamanımızdaki
kadıların hesab sormaktan maksadı harama ulaşmaktır.
İZAH
"Başka bir şahısla
ortaklık kurmaya mâlik olamaz ilh..." Hâniyye'de zikredilmiştir ki; iki ortaktan
birisi başka bir şahısla şirket-i inân kurup bu üçüncü ortak satın aldığı maldan
kâr elde ederse, bu kârın yarısı kendisinin, yarısı da diğer iki ortağın olur.
Ortaklık kurmayan ortak satın aldığı maldan kâr elde ederse, bu kâr kendisiyle
ortağının olur. Üçüncü ortağa bir şey verilmez.
"Rehin vermeye de,
rehin olmaya da ancak ortağının izniyle mâlik olur ilh..." Fetih'te
zikredilmiştir ki; ortaklardan biri diğer ortağından izinsiz ortak malı,
üzerlerinde olan borca karşılık rehin verse câiz olmaz. Eğer rehin verdiği mal
helâk olursa öder. Alacaklarına karşılık rehin alsa, yine ortağı hakkında caiz
olmaz. Rehin aldığı şey telef olup rehinin kıymeti ile alacakları müsavî olursa,
rehin olanın hissesi gitmiş olur. Diğer ortak muhayyer olup dilerse alacaktaki
hissesini borçlu kimseden alır. Borçlu kimse de rehin verdiği malının kıymetinin
yarısını rehin alan ortaktan alır. Dilerse rehin olan ortağına alacaktaki
hissesini ödettirir. Çünkü rehin olan ortağı alacaklarına karşılık rehin almakla
alacaklarını almış gibidir.
"Artık rehin veren
alış veriş yapan ortağın kendisi olduğuna göre ilh..." Alış - veriş yapmayan
ortak rehin verdiğini veya rehin aldığını ikrar etse yahut iki ortak beraber
alış-veriş yaptığı halde birisi rehin verdiğini veya rehin aldığını ikrar etse,
diğer ortağının hissesinde ikrarı câiz olmaz. Kendi hissesinde câiz olup
olmamasından ihtilaf vardır. Ortaklık bozulduktan sonra ortaklardan birisi,
rehin verdiğini veya rehin aldığını ikrar edip diğer ortağı onu yalanlasa,
ikrarı sahih olmaz. Tatarhâniyye.
"Köleyi kitâbete
kesmeye ilh..." Yani ortaklardan biri diğer ortağından izinsiz ortak köleyi
kitâbete kesemez. Çünkü köleyi kitâbete kesmek tüccarların âdetinden değildir.
Bahır.
"Bunları yapması
ilh..." Yani ortaklık mufavaza olursa, ortaklardan her biri diğer ortağından
izinsiz başkasıyla ortaklık kurabilir. Rehin verip rehin alabilir. köleyi
kitâbete kesebilir, köleye ticaret yapması için izin
verebilir.
"Elbise gibi şeyi
hibe etmesi ilh..." Yani ortaklardan biri ortak olan maldan elbise gibi bir şeyi
hibe edemez. Bundan satmış olduğu malın parasını hibe etmesi istisna
edilmiştir
Zahiriyye'den
naklen Bahır'da zikredilmiştir ki mufavaza ortaklarından birisi ortak olan bir
malı sattıktan sonra parasını satın alana hibe etse veya satın olanı parasından
ibra else câiz olur. İmam Ebû Yusuf'a göre caiz olmaz. Satış yapmayan ortak hibe
etse ittifakla kendi hissesinde câiz olur.
Ben derim ki: Satış
yapan ortak sattığı malın parasını satın alana hibe ederse, diğer ortağının
hissesini öder. Nitekim satışa vekil olan kimse sattığı malın parasını satın
alana hibe ettiğinde mal sahibine parasını öder.
Velhâsıl:
Ortaklardan birisi, elbise gibi yenilecek cinsten olmayan ortak bir malı hibe
edemez; eğer hibe ettiği ortak malda bölünmesi ve hibe edilen kimseye teslim
edilmesi gibi hibenin şartı bulunursa, kendi hissesinde câiz olur. Hibe ettiği
şey et, ekmek ve meyve gibi yenilecek cinsten olursa ortağının sehminde de câiz
olur.
"Ödünç vermesi
ilh..." Yani ortaklardan birisi diğer ortağının açık olarak izni olmadıkça ortak
malı ödünç veremez. Hatta ortaklardan biri diğerine "reyinle amel et" dese, bu
ifade açık izin sayılmaz.
"Sırâc'da
zikredilmiştir ki ilh..." Sirâc'da zikredildiği gibi Bezzaziye'den naklen
Bahır'da da zikredilmiştir ki; ortaklardan her biri diğerine "kendi reyinle amel
et, dilediğini yap" dese, ortaklardan her biri ticarette yapılması lâzım olan
şeyleri yapabilir. Şöyle ki: Ortak malı, ortak olan borca karşılık rehin
verebilir. Ortak alacağa karşılık rehin olabilir. Ortak mal ile sefere
gidebilir. Ortak malı kendi malıyla karıştırabilir ve başka bir kimseyle
ortaklık kurabilir. Fakat diğer ortağının açık olarak izni olmadıkça ortağa ait
olan bir malı hibe etmesi, ödünç vermesi, telef edecek bir şey yapması,
karşılıksız olarak başkasına mülk vermesi câiz olmaz.
"Fakat lehinde
şehadeti caiz olmayan bir kimseye borçlu olduğunu ikrar etse, İmam-ı Azam'a göre
bu ikrarı sahih olmaz ilh..." Eğer lehinde şehâdeti caiz olan bir kimseye borçlu
olduğunu ikrar ederse, bu ikrarı sahih olur. Nitekim yukarıda
geçmiştir.
Hâniyye'de
zikredilmiştir ki; şirket-i inân ortaklarından birisi kendi ticaretlerinde olan
bir borcu ikrar edip diğer ortağı inkâr ederse bakılır: Eğer alış - verişi
kendisinin yaptığını ikrar edip meselâ: "Ben fülan kimseden şu kadar meblağa bir
köle salın aldım" derse, borcun hepsi kendisine lazım gelir. Eğer "ikimiz satın
aldık" derse kendisine borcun yarısı lâzım gelir. "Diğer ortağım satın aldı"
dese, kendisine hiç bir şey lâzım gelmez. Şirket-i mufavaza böyle değildir.
Bunda ortaklardan birine lazım gelen borç diğer ortağına da lâzım gelir.
Fetih'de de böyle zikredilmiştir.
Velhâsıl: İnân
ortaklarından biri ticaretlerinde olan borcu ikrar edip diğeri inkâr etse
yukarıda tafsilâtlı olarak anlatıldığı üzere borç kendisine lâzım gelir; diğer
ortağına lâzım gelmez. Ama mufavaza ortaklarından birisi ticaretlerinde olan bir
borcu ikrâr edip diğeri inkar etse, borç ikisine de lâzım gelir. Nitekim fürû
bahsinde gelecektir ki; iki ortaktan birisi "şu bin lirayı borç aldım" dese,
sözü kabul edilir. Çünkü bin lira elindedir.
"Diğer ortağı onun
parasını satın alan adamdan alamaz ilh." Bundan anlaşılmıştır ki; satın alan
kimse, satın aldığı malın parasını diğer ortağa vermeyebilir. Eğer verirse, onun
hissesinden beri olur, malı satanın hissesinden beri olmuş
olmaz.
Kezâ malı satmayan
ortak satılan malın parasını tecil edemez. İki ortak birlikte ortak bir malı
satsalar, İmam-ı Azam'a göre, bunlardan hiç birisinin satılan malın parasını
tecil etmesi câiz olmaz. İmameyn'e göre, tecil eden kendi hissesinde tecil etmiş
olur.
İki ortaktan birisi
satış yapıp satılan malın parasını tecil etse, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e
göre, bu tecil ikisinin hissesinde de câiz olur. İmam Ebû Yusuf'a göre, yalnız
kendisinin hissesinde câiz olur.
"Kârın, zararın
mikdarında ilh..."
= Ortaklardan
birinin, kârın mikdarını ikrâr ettikten sonra hata ettiğini iddia etmesi
=
Ortaklardan biri
kârın mikdarını ikrar ettikten sonra bunda hata ettiğini iddia etse, sözü kabul
edilmez. Ebussûud Efendi, Eşbâh'ın ikrar bahsinden böyle nakletmiştir.
T.
Ben derim ki:
Zahidi'nin Hâvi'sinde zikredilmiştir ki; ortaklardan biri "on dirhem kar ettim"
dedikten sonra "hayır üç dirhem kâr ettim" dese, kendisine on dirhem kâr
etmediğine dâir yemin ettirilir. Bundan anlaşılmıştır ki; ortaklardan biri "şu
kadar kör ettim" dese sözü yeminiyle kabul edilir. Fakat Eşbâh'da zikredilen
daha doğrudur. Çünkü ortak kârın mikdarı hususunda ilk söylemiş olduğu sözünden
dönmekle çelişkiye düşmüş olacağından ikinci sözü kabul edilmez. Eşbâh'da
zikredilen Hâkim'in Kafi'sine nisbet edilmiştir. Mezhebin muhtar olan kavli
budur. Buna Hâvî'de zikredilen muarıza edemez.
"Valvalciyyenin
vekalet bahsinde ilh..." Valvalciyye'nin ibaresi şöyledir: Bir kimse emanet
malını alması için bir şahsı vekil tâyin ettikten sonra ölse, vekil "onun
hayatında emanet malı aldım fakat mal telef oldu" yahut "malı kendisine
vermiştim" deyip ölen kimsenin vârisleri inkâr etse, vekilin sözü tasdik edilir.
Bir kimse borçlusundan alacağını alması için bir şahsı vekil tâyin ettikten
sonra ölse vekil "onun hayatında alacağı aldım fakat alacak telef oldu" yahut
"alacağı alıp kendisine verdim" deyip ölen kimsenin varisleri inkâr etse,
vekilin sözü tasdik edilmez. Çünkü vekil iki yerde de istinâfına (yeniden
başlamaya) mâlik olmadığı bir şeyi nakletmiştir. Fakat bir kimse istinâfına
mâlîk olmadığı bir şeyi naklederse bakılır: Eğer bundan maksadı başkası üzerine
bir şey ödemeyi vâcib kılmak olursa bu sözünde tasdîk edilmez. Eğer kendisinden
bir şeyin ödenmesini kaldırmak olursa, bu sözünde tasdik edilir. Emâneti almaya
vekil olan şahıs kendisinden bir şeyin ödenmesini kaldırmayı naklettiği için
tasdik edilir. Bir alacağı almaya vekil olan şahıs ise ölen kimse üzerine bir
şey ödemenin yani alınanın mislinin ödenmesinin vacib olduğunu naklettiği için
tasdik edilmez.
Ben derim ki:
Alacağı almaya vekil olan şahıs "borçludan alacağı aldım, fakat benim yanımda
telef oldu" yahut "alacağı alıp ölmeden önce müvekkilime vermiştim" dese
borçlunun borçtan kurtulmasına nispetle vekilin bu sözü tasdik edilmez. Çünkü
bunda ölü üzerine ödemeyi ilzam vardır. Zira borçlar misliyle ödenir. Bundan
dolayı borçlu için alacaklının zimmetinde, alacaklının borçlunun zimmetinde
sâbit olanın misli sâbit olur da olacaklı ile verecekli ödeşmiş olur. Ama
vekilin kendisine nispetle sözü tasdik edilir. Çünkü vekil emniyetlidir.
Müvekkilinin ölmesiyle her ne kadarvekâleti bâtıl olmuş ise de emniyetli olması
kalkmamıştır. Bundan dolayı alıp yanında telef olan malı ödemez, borçlu da ona
rucu edemez.
"Bir kimse
istinafına (yeniden başlamaya) mâlik olmadığı bir şeyi naklederse ilh..." Vekil
burada müvekkilin hayatında emânet malı veya alacağı almış olduğunu
nakletmiştir. Bunları müvekkilinin hayatında olmayıp müvekkil öldükten sonra
almak istese alamaz. Çünkü müvekkilinin ölmesiyle vekâletten
azlolunmuştur.
"Kimseye
bildirmeden ölse ilh..." Zâhidi'nin Hâvi'sinde zikredilmiştir ki; ortaklardan
biri elinde bulunan ortak mallardan aynı veya insanlar üzerindeki alacağı
açıklamadan ölse, diğer ortağının hissesi terekesinden alınır. Diğer emanet
mallar da böyledir. Ölenin vârisi, ortak malın nerede olduğunu bilirse, diğer
ortağın hissesi terekeden alınmaz. Vâris bildiğini iddia edip diğer ortak inkâr
ederse bakılır: Eğer varis "ortak mal şu kadar idi telef oldu" diye açıklarsa
tasdik edilir. Nitekim inşaallah emânet bahsinde
gelecektir.
"Bu kavle muhâlif
olan kavil galattır ilh..."Yani terekesinden alınmaz diyen kavil galattır, doğru
değildir.
"Bu bahis emânet
bahsinde gelecektir ilh..." Emânet bahsinde zikredilecektir ki; yirmiye yakın
yerde emânetçi yanında bulunan emânet malı ne yaptığını, nereye bıraktığını ve
ne olduğunu kimseye bildirmeden ölse terekesinden alınır.
"Diğer ortağının
hissesini izinsiz çıkartmakla gasbetmiş olacağından ilh..." Bu ifade söz
götürür.
Cevhere'nin
müzarebe bahsinde zikredilmiştir ki; mal sahibi muzaribinin alış veriş yapması
için muayyen bir şehir veya muayyen mallar tahsis etse, müzaribin o şehirden
çıkması veya o mallardan başka mallarla alış - veriş yapması caiz olmaz. Eğer o
şehirden başka şehire gider veya malı o şehirden çıkaran birisine verirse o mal
ile o şehrin veya malı o şehirden çıkaran birisine verirse, o mal ile o şehrin
haricinde bir şey satın almadıkça mücerred o malı o şehirden çıkartmakla ödemesi
lâzım gelmez. Bundan dolayı o malı o şehirden çıkarıp alış - veriş yapmadan önce
mal telef olursa ödemesi lâzım gelmez.
Kezâ o malı aynı
şehire geri getirse, müzârebe eski şarta göre devam eder. Eğer aynı şehire
dönmeden önce o mal ile bir şey satın alırsa, mal sahibine muhalefet ettiği için
o malı öder; satın aldığı şey de kendisinin olur. Çünkü müzârib mal sahibinin
izni olmaksızın tasarrufta bulunmuştur. Bundan dolayı kârı da zararı da
kendisine aid olur. İmam-ı Azam'la İmam Muhammed'e göre; bu kar temiz olmaz.
İmam Ebû Yusuf'a göre, temiz olur. O malın bir kısmıyla bir şey satın alıp diğer
kısmını aynı şehire geri getirse, kendisiyle mal satın aldığı mikdarı öder, geri
getirdiği mikdarı ödemez.
"Bu cevap
ortaklığın bozulduğunu ifade eder ilh..." Yani iki ortaktan birisi diğer
ortağını "fülan şehirden ortak malımızı çıkarma" dediği halde diğer ortağı
dinlemeyip ortak malı o şehirden çıkarır ve kâr ederse, diğerinin hissesini
gasbetmiş olacağından kâr aralarında onlaştıkları şarta göre taksim edilmeyip
kendisinin olur. O şehirden ortak malı çıkarıp alış - verişte bulunursa diğer
ortağının hissesini gasbetmiş olur. Alış - verişte bulunmayıp aynı şehire geri
dönerse, ortaklık asil hali üzere devam eder. Nitekim yukarıda
geçmiştir.
"Diye cevap
vermiştir ilh..." Kaariu'l-Hidâye. "Kârın veya zararın mikdarını beyan etmede
ortağın veya müzaribin sözü yeminiyle kabul edilir. Bunları tafsilâtlı olarak
beyan etmesi lâzım gelmez. Ortaklardan biri, sermayenin hepsini veya bir
kısmının telef olduğunu yahut sermayeyi veya kârı diğer ortağına verdiğini iddia
etse sözü yeminiyle kabul edilir." demiştir.
= Ortaklardan biri
kapalı olarak diğer ortağının hıyanetlikte bulunduğunu iddia etse
=
Ben derim ki:
Ortaklardan biri kapalı olarak diğer ortağının hıyanetlikte bulunduğunu iddia
etse yani hıyanetliğin mikdarını beyan etmese, Eşbâh'ın kaza bahsinde:
"Hıyanetlikle ittiham edilen ortağa yemin ettirilmez." diye zikredilmiştir.
Hamevi Kaariu'l-Hidâye'den: "Her ne kadar hıyanetliğin mikdarı beyan edilmese
bile hıyanetlikle ittiham edilen ortağa yemin ettirilir. Eğer yemin etmekten
çekinirse kendisine yemin etmekten çekindiği mikdarı beyan etmesi lâzım gelir."
diye naklettikten sonra şöyle devam etmiştir: Bilindiği gibi Kaariü'l-Hidâye'nin
fetvası nakle istinad etmediğinden Hâniyye'den naklen Eşbâh'da zikredilene
muaraza edemez.
"Müzarib, vasi,
mütevelli de ortak gibidirler ilh..." Şârih Kınye'den naklen Vakıf Bahsinde
zikredecektir ki; mütevellinin her sene hesab vermesi lâzım gelmez. Mütevelli
emniyetli bir kimse olarak bilinirse, kadı ona kısa olarak hesab sorar. Müttehem
olursa, kadı onu irâdı birer birer beyan etmeye cebreder. Onu hapsetmez, fakat
tehdit eder, icabında yemin ettirir. Bundan anlaşılmıştır ki; ortak, müzarib ve
vasî hakkında da aynı hüküm câridir.
"Harama ulaşmaktır
ilh..." Hakimin yalnız hesaba bakması için ücret alması câiz değildir. Çünkü bu
onun üzerine vâcibdir. Fakat yazı yazması veya taksim yapması için ecr-i misil
alırsa câiz olur. Nitekim Bahır'ın vakıf bahsinde böyle
zikredilmiştir.
İZAH
"Şirket-i amâl ve
şirket-i ebdan da denilir ilh..."Çünkü bu ortakların işleri çok defa
bedenleriyle olur.
"İki sanatkârın
başkalarından iş kabul etmek ilh..." Musannıf bu ifadeyle "iki kimsenin işi
kabul etmeden önce şirket kurmalarının şart olduğuna" işaret etmek istemiştir.
Çünkü fürû' bahsinden önce gelecektir ki; üç kişi şirket kurmadan bir iş kabul
edip bunlardan birisi o işi yapsa kendisine ücretin üçte biri verilir, diğer
ikisine bir şey verilmez, şirket-i akidden maksat iş kabul edip bu işi yapmak
üzere kurulan ortaklıktır.
Kınye'den naklen
Bahır'da zikredilmiştir ki; üç hammal, biri çuvalı doldurmak, ikincisi çuvalın
ağzını tutmak, üçüncüsü çuvalı sahibinin evine kadar taşımak ve ücret aralarında
müsavî olmak üzere şirket kursalar, bu şirket fâsiddir. Bunun fâsid olması bu
şartlardan dolayıdır. Çünkü hammallarhem işi kabul etmek ve hem de işi yapmak
üzere şirket kursalar sahih olur. Burada ise işi kabul etmek zikredilmeyip
yalnız her birinin yapacağı iş zikredilmiştir. İşi hepsinin beraber kabul etmesi
şart değildir.
İki kişiden birisi
işi kabul edip diğeri işi yapmak ve elde edilen kazanç aralarında yarı yarıya
ortak olmak üzere şirket kursalar yahut iki terziden birisi kumaşı kabul ile
kesip biçmek, diğeri de dikmek ve elde edilen kazanç oralarında yarı yarıya
taksim olunmak üzere şirket kursalar, câiz olur. Yalnız "iş yapması şart kılınan
ortak da iş kabul edebilir. Eğer iş yapması şart kılınan ortağın iş kabul
etmemesi şart kılınsa, bu ortaklık câiz olmaz.
Ben derim ki: İki
ortaktan birinin işi kabul etmemesi şart kılınmamalıdır. Fakat her birinin işi
kabul etmesinin veya her ikisinin işi yapmasının açık olarak söylenmesi şart
değildir. Çünkü birinin işi kabul etmemesi şart kılınmaksızın birisi işi kabul
etmek, diğeri de işi yapmak üzere şirket kursalar, her birinin hem işi kabul
etmesi hem de, İşi yapması caiz olur. Zira bu ortaklardan her biri işi kabul
etmede diğer ortağının vekili olur. Eğer iş yapması şart kılınan ortağın iş
kabul etmemesi şart kılınırsa bu ortaklık câiz olmaz. Çünkü iş kabul etmemesi
şart kılınan ortaktan vekâlet nefyedilmiş olur.
Dükkân birinin,
âlet ve edevât da diğerinin olarak iki kimse iş kabul etmek üzere ortaklık
kursalar sahih olur. Fakat birîsinin yalnız dükkanı yahut âlet ve edevatı
bulunup iş diğeri tarafından yapılmak üzere şirket kursalar, fâsid olur. O halde
kazanç yalnız çalışana aid olup diğeri dükkânının yahut alet ve edevâtının ecr-i
mislini alır.
"Fakat ücrete
müstehik olabilmeleri için kabul ettikleri işlerin helâl olması şarttır ilh..."
Haram olan bir işi kabul etmek üzere ortaklık kursalar sahih olmaz. Bilindiği
üzere haram olan bir işi yapmakla ücrete müstehik olunmaz.
Bezzaziye.
"Müftabih olan
kavle göre ilh..." Bu, müteahhirin âlimlerinin kavlidir. Bunlara göre Kur'an
öğretmek, ezan okumak ve imamlık yapmak için ücret almak
caizdir.
"Ama tellâlların
ilh..." İş kabul etmede ve işi yapmada ortak olmak üzere hamamcıların şirket
kurmaları sahihtir. Meselâ: iki hammal bir yükün taşınmasını kabul edip bunu
yüklenerek sırtlarında götürseler aldıkları ücreti aralarında yarı yarıya taksim
ederler. Fakat yalnız iş yapmada ortak olmak üzere hammalların şirket kurmaları
fâsiddir. Çünkü şirket-i amâlde, asıl olan işi kabul etmektir. Bunda ise işi
kabul etmek bulunmamıştır.
Bir kimse vakit
tâyin etmeksizin alış verişinde tellâllık yapsın diye bir şahsı kiralasa fâsid
olur. Çünkü çalışma müddeti beyan edilmemiştir.
"Şarkıcıların
ilh..." Şarkıcıların şirket kurmaları caiz değildir. Çünkü şarkı söylemek
haramdır. H.
"Hüküm şâhidlerinin
ilh..." Hüküm şahidlerin şirket kurmaları câiz değildir. Çünkü şahidlik yapmak
için ücret almak sahih değildir.
"Hâfızların ilh..."
Meclislerde ve ölüler için yapılan mâtemlerde yüksek ses ve teganni ile Kur'ân
okuyan hâfızların şirket kurmaları caiz değildir. Çünkü bunda Kur'an-ı Kerim'i
okumak için ücret almak vardır. Bu ise câiz değildir. Müteahhirin âlimleri
yalnız Kur'ân-ı Kerim'i öğretmek için ücret alınması câiz görmüşlerdir. Nitekim
inşaallah icâre bahsinde gelecektir.
"Vâizlerin ilh..."
Vaazları sebebiyle kendileri için hasıl olan şeyde vâizlerin şirket kurmaları
sahih değildir. Çünkü vaaz etmek onların üzerine lazım
değildir.