06 Ekim 2012

VAKIF BAHSİ-BİRİNCİ BÖLÜM


 

 

VAKIF BAHSİ

BİRİNCİ BÖLÜM
METİN
Vakfın şirkete olan münasebeti, bir kimsenin başkasını kendi malında kendisiyle beraber menfaatlandırmasıdır. Şu kadar var ki; şirkette mâlikin mülkü bâkidir. Vakıfta ise bâki değildir.
Vakıf : Lügatta hapsetmek mânâsınadır.
Şeriatta vakıf; bir aynın (vakfedilen şeyin) vakfedenin mülkü hükmü üzere hapsedilmesi ve menfaatının -her ne kadar sonunda olursa da- tesadduk edilmesidir. Bu tarif İmam-ı Azam'a göredir. İmam-ı Azam'dan esah olan kavle göre vakıf âriyet gibi câizdir, lâzım değildir.
İmameyn'e göre vakıf; bir aynın Allah Teâlâ'nın mülkü olmak hükmü üzere hapsedilmesi ve menfaatının -her ne kadar zengin olsa bile- vakfedenin sevdiği kimselere sarf edilmesidir. İmameyn'e göre; vakıf lâzım ve sâbittir, vakfedenin onu iptal etmesi câiz değildir. Vakfeden öldükten sonra vakfettiği mülk mirâs kalmaz. Fetva İmameyn'in kavilleri üzerinedir. İbn-i Kemâl, İbn-i şihne.
İZAH
"Vakıf bahsi ilh..." Vakıf hapsetmek mânâsına olan "vakafe" fiilinin masdarıdır. Bundan dolayı mahşerde insanların hesab vermeleri için hapsedildikleri yere "mevkıf" denilmiştir. "Vakıf" kelimesinin mevkuf mânâsında kullanılması meşhurdur. "Bu hane vakıftır" denilir. Cem'i "evkaf" dır.
İmam şâfiî: "Allah Teâlâ'nın rızasını kazanmak maksadıyla yapılan vakıf cahiliyyet ehlinden sadır olmamış, Müslümanlar tarafından vâki olmuştur." demiştir.
Münye'nin vakıf bahsinde : "Ribat (tekke, kervansaray gibi gelip geçenlerin konaklanmasına mahsus vakfedilmiş bina köle azad etmekten efdaldir." diye zikredilmiştir.
"Kendisiyle beraber menfaatlandırmasıdır ilh..." Nehir'de: "Vakfın şirkete olan münasebeti her birinden maksud, asıl malın üzerine ziyada olan şeyle menfaatlanılması itibarıyladır. Ancak şirkette asıl mal sahibinin mülkü üzerine bakidir. Vakıfda ise ekseri fukahaya göre, sahibinin mülkünden çıkmıştır." diye zikredilmiştir.
"Vakfedenin mülkü hükmü üzere hapsedilmesi ilh..." Şârih İs'âf ile Şürunbulâlî'ye tabi olarak vakfın tarifinde "hükmü" lâfzını ziyade etmiştir. Fakat ziyade etmesi sahih değildir. Çünkü İmam Azam'a göre, vakfedilen şey, hakikaten vakfedenin mülkü üzere bakîdir. Bundan dolayı Kuhistanî'de zikredilmiştir ki; "Şeriatta İmam-ı Azam'a göre vakıf: Bir aynın sözle başkasının tasarrufundan menedilmesi ve vakfedenin mülkü üzere hapsedilmesidir. Buna göre vakfedilmiş bir mülk hayatında vakfedenin ya öldükten sonra vârislerinin mülkü üzere bakî olup satılması ve hibe etmesi câiz olur. Fakat bu tarif vakıf bir mescid ile müşkil olur. Çünkü vakıf bir mescid icma ile Allah Teâlâ'nın mülküdür. Buna şöyle cevap verilebilir: Bu tarif vakfedilmesinde ihtilâf olan vakıf hakkındadır. Mescidin vakfedilmesi ise ittifakîdir.
Velhasıl: Musannıf, vakfedilmesinde ihtilâf bulunan şeyi tarif etmiştir. Şârih ise, vakfedilmesinde ittifak bulunan şeyin tarifini seçtiği için "hükmü" lafzını ziyade etmiştir. Herkesin yöneldiği bir cihet vardır.
"Her ne kadar sonunda olursa da tesadduk edilmesidir ilh..."
= Yalnız zenginlere yapılan vakıf câiz değildir =
Bir kimse vakfettiği bir mülkünün gelirini hayatta bulunduğu müddetçe kendisine öldükten sonra da fakirlere vakfetse sahih olur.
Kezâ: bir kimse vakfettiği mülkünün gelirini önce sevdiği zenginlere, onların ölümünden sonra da fakirlere vakfetse, yine sahih olur.
Muhit'ten naklen Nehir'de zikredilmiştir ki; bir kimse yalnız zenginlere vakfetse sahih olmaz, Çünkü bunda kurbet yani manevî yakınlık ve rızayı ilâhîyi kazanmak yoktur. Ama bu zenginler muayyen olup bunlar öldükten sonra vakfın gelirinîn fakirlere verilmesini şart koşsa, sonunda kurbet bulunduğundan câiz olur.
"İmam-ı Azam'dan esah olan kavle göre, vakıf âriyet gibi câizdir, lazım değildir ilh.." İs'âf'da: "Vakıf, İmam-ı Azam'a ve diğer imamlarımıza göre, câizdir." diye zikredilmiştir. Asıl'da: "İmam-ı Azam, vakfa cevaz vermiyordu." diye zikredilmiştir. Bazı âlimler, bu ifadenin zâhirini alıp: "İmam-ı Azam'a göre vakıf caiz değildir." demişlerdir. Halbuki vakıf, esasen imamlarımızın hepsine göre câiz, usûlü dairesinde sahih olmakla beraber aralarındaki ihtilâf, ancak vakfın bir akd-i lâzım olup olmamasındadır. Şöyle ki: Vakıf, bir akd-i lazım mıdır? Yani vakfın hükmüne riayet edilmesi, vakfedilmiş mülkün vakfedeni veya vakfedenin vârisleri tarafından mülkiyete ircâ edilmemesi mutlaka icab eder mi? İşte bu hususta imamlarımız arasında ihtilâf vardır.
İmam-ı Azam'a göre vakıf, âriyet gibi câiz olup vakfedilmiş mülkün aynı, vakfedenin mülkü hükmünde kalmak üzere menfaatının vakfedildiği cihete sarf edilmesidir. Vakfeden hayatında vakfından dönerse, kerahetle câiz olur ve ona vâris olunur.
İmam-ı Azam'a göre, iki yoldan biriyle yapılan vakıf lâzım olur.
Birinci yol: Bir kimse bir mülkünü usûlü dairesinde bir cihete vakfedip, bunun lüzumuna salâhiyetli bir hâkim tarafından hükmedilirse, bu bir vakf-ı lâzım olmuş olur. Artık bundan dönülmez.
İkinci yol: Bir kimse ölümünden sonraya nisbet ederek "ben öldüğüm zaman şu mülküm fülan cihete vakfolsun" deyip, bundan dönmeden ölürse, terikesinin üçte birinden mu'teber olmak üzere lâzım olur. Çünkü böyle bir vakıf vasiyet hükmündedir. Vasiyetin cevazı lüzumu ise şer'an sâbittir.
İmam Ebû Yusuf'a göre, vakfeden kimsenin sadece "şu mülkümü fülan cihete vakfettim" demesiyle vakıf lâzım olur. Çünkü köle âzâd etmeye benzer, âzâd edilen bir köle üzerinde efendisinin mâlikiyet hakkı kalmadığı gibi, vakfedilen bir mülkte de sahibinin hakkı kalmaz. Fetva İmam Ebû Yusuf'un kavline göredir.
İmam Muhammed'e göre, dört şart ile vakıf lâzım olur. Nitekim ileride gelecektir.
Ben derim ki: İs'âf'da : "Bir kimse "şu arazim vakfedilmiş ebedi bir sadakadır" dese, İmam-ı Azam'a göre, arazinin gelirini sadaka olarak nezretmiş olur ve gelirini tesadduk etmesi vâcib olur. Arazi hali üzerine o kimsenin mülkü olarak kalır, öldüğü zaman vârislerine intikal eder. İmam Muhammed'e göre, o arazi bir mütevelliye teslim edilir, teslim edilince bir vakf-ı lâzım olmuş olur. İmam Ebû Yusuf'a göre, teslim bulunmasa da söz ile vakfetme gerçekleşmiş olur." diye zikredilmiştir.
"Allah Teâlâ'nın mülkü olmak hükmü üzere hapsedilmesi ilh..." Şârih "Vakfedilen bir mal, vakfedenin mülkünde baki kalmayıp, başkasının mülküne de girmeyip, Allah Teâlâ'nın mülkü hükmünde hapsedilmiş" olduğunu bildirmek için tarifde "hükmü" lâfzını ziyade etmiştir.
Fetih'de: "İmam Mâlik'in vakfı tarifi güzel görülmüştür." diye zikredilmiştir. İmam Mâlik'e göre; vakfedilen bir mal, vakfedenin mülkü üzere hapsedilip onun mülkünden çıkmaz fakat satılmaz vâris olunmaz ve hibe edilmez.
Ben derim ki: Şemsü'l-Eimme-i Serahsî'nin: "Vakıf: Vakfedilen bir malın başkasına mülk olarak verilmekten hapsedilmesidir." diye yapmış olduğu tarif ile de İmam Mâlik'in tarifi murad edilmiştir. Çünkü "vakfedilen bir malın başkasına mülk olarak verilmekten hapsedilmesi" o malın eskiden olduğu gibi mâlikin mülkü üzere bakî kalıp satılamayacağını ve hibe edilemeyeceğini ifade eder.
"İmameyn'e göre, vakıf lâzım ilh..." Yani vakfedilen mal, sahibinin mülkünden çıkar, satılmaz, bağışlanmaz,vâris olunmaz.
"Fetva, İmameyn'in kavilleri üzerinedir ilh..." Yani fetva İmameyn'in vakfın lüzumuna dair olan kavilleri üzerinedir. Fetih'de: "Bütün âlimler vakfın lüzumunu tercih etmişlerdir. Çünkü hadis-i şerifler ve eserler bunu teyid etmektedir. Sahabenin, tabiînin ve bunlardan sonra gelenlerin amelleri de bunun üzerinedir." diye zikredilmiştir.
METİN
Vakfın sebebi: Dünyada insanlara ihsan ve ikramı, âhirette sevâbı irade ve kasdetmektir.
Kâfirin vakfı da sahih olduğu için vakıf asılda mübahdır. Bundan dolayı kurbet ve taat ehlinden olan Müslüman ve akıllı bir kimse kurbet niyetiyle vakıfda bulunursa sevâba nâil olur.
Vakıf, nezir ile vâcib olur. Nezredilen şeyin kendisi veya parası tesadduk edilir. Bir şahıs vakfetmeyi nezrettiği şeyi kendilerine zekât vermesi câiz olmayan kimselere vakfetse hükümde câiz olur. Fakat nezri bakî kalır. Bu zikredilen ile vakfın sıfatı bilinmiş olur. Vakfın hükmü -tarifte geçtiği üzere- vakfedilen mülkün menfaatının tesadduk edilmesidir.
Vakfın mahalli, vakfedenin vakfettiği vakitte mülkü olan mal-ı mütekavvim (kendisinden menfaatlanılması mubah olan mal) dır.
Vakfın rüknü: "Şu arazim fakirlere sadaka olarak ebedî bir vakıfdır", "şu malım AIIah için vakıfdır", "Şu mülküm hayır cihetine vakıfdır" gibi vakfa mahsus lâfızlardır. İmam Ebû Yusuf yalnız "vakıf" lâfzı ile iktifa etmiştir. Sadru'ş-Şehid: "Bu örf ve âdet olduğundan biz bu kaville fetva veririz." demiştir.
İZAH
"Kurbet ve taat ehlinden olan Müslüman ve akıllı bir kimse ilh..." Vakıf yapan kimsenin sevâba nâil olması için Müslüman ve akıllı olup kurbete niyet etmesi lâzımdır. Çünkü niyetsiz sevâb yoktur. Vakfedenin bâliğ olmasına gelince: Niyetin sahih olması ve sevâba nâil olması için şart olmayıp teberru'nun sahih olması için şarttır. Bundan dolayı çocukların vakıfları sahih olmaz.
"Vakıf asılda mübahdır ilh..." Yani vakıf, namaz ve hacc gibi kâfirden asla câiz olmayacak şekilde ibâdet için vazedilmemiştir. Vakıf ile sevâba nail olmak, kurbet ve taata niyet edilmeye bağlıdır. Niyetsiz yapılan vakıf mübahdır. Hatta vakıf, köle âzâd etme ve evlenme gibi kâfirden bile sahihdir. Kâfirin köle âzâd etmesi daha geçerlidir. Bundan dolayı kâfir put için âzâd etme gibi haram olarak köle âzâd etse sahih olur. Vakıf böyle değildir. Vakfın kurbet suretinde olması lâzımdır. İşte "vakfın haddi zatında kurbet olması şarttır" ifadesinin mânâsı budur. Çünkü vakfın hakikaten kurbet olması şart olsaydı, kâfirin vakfı sahih olmazdı. Bana zâhir olan budur.
"Nezredilen şeyin kendisi veya parası tesadduk edilir ilh..." Yapılması nezredilen vakıflar vâcibdir. Meselâ; bir kimse "oğlum gelirse, şu hanemi fülan cihete Allah rızası için vakfetmek nezrim olsun" deyip oğlu da gelse, o haneyi vakfetmek kendisine vâcib olur. Buna göre, o haneyi kendi çocukları gibi zekât vermesi câiz olmayan kimselere vakfetse, bu vakıf câiz olursa da nezrini yerine getirmiş sayılmaz. Bu haneyi başkalarına vakfederse nezrini yerine getirmiş olur. Vakfı nezretmek sahihdir. Çünkü vakfın cinsinden vâcib vardır. Zira hükümdarın Müslümanlar için beytülmâldan, eğer beytülmâlda para bulunmazsa Müslümanların mallarından mescid yapması vâcib olur. Fethü'l-Kadir'de de böyle yazılıdır.
Bir kimse "şu hanem yolcular için olsun" diye nezir sıygasıyla söylese, kendisine sorulur: Eğer vakfetmeyi murad ettim derse vakıf olur. Çünküifadenin buna ihtimali vardır. Sadakayı murad ettim derse, nezir olur da hanenin kendisini veya parasını tesadduk eder.
"Hükümde caiz olur ilh..." Yani vakıf, ehli olanlar tarafından vakfa mahal olan kimselere yapıldığı için şeriat hükmünde sahih olursa da veren kimsenin hâlis Allah için lehine şehâdeti câiz olmayan kimselere vermesi lâzımdır. Nitekim bir kimse, kendilerine keffâret ve zekat vermesi câiz olmayan kimselere keffâret veya zekâtını verse, verilen keffaret ve zekât sadaka olarak vâki olur. Keffâret veya zekâtı zimmetinde bakî kalır, keffâret veya zekâtını tekrar vermesi lâzım gelir.
"Bu zikredilen ile vakfın sıfatı bilinmiş olur ilh..." Yani vakıf Allah Teâlâ'nın rızasına nâil olmak niyetiyle yapılırsa kurbet olur. Niyetsiz yapılırsa mübah olur. Vakfedilmesi nezredilirse vâcib olur.
"Vakfın hükmü ilh..." Yani vakfın üzerine terettüb eden eseri, menfaatının tesadduk edilmesidir.
"Mal-ı mütekavvim ilh..." Yani vakfın hükmünü kabul eden mahal kendisinden istifade edilmesi mübah olan maldır. Bu mal gayr-i menkûl veya insanlar arasında vakfedilmesi örf ve âdet olan menkûl mal olabilir. Nitekim ileride gelecektir.
"Vaktin rüknü ilh..." Yani vakfın rüknü vakfa mahsus olan lâfızlardır. Bunlar -Bahır'da beyan edildiğine göre- yirmi altı lafızdır.
= Vakıf bazen zarurî olarak sâbit olur =
Bu meselenin açıklanması şöyledir: Bir kimse "şu hanemin geliri ebedî yoksulların olsun" yahut "şu hanemin geliri fülan şahsın olsun o öldükten sonra da geliri ebedî yoksulların olsun" diye vasiyette bulunsa, o hane zarurî olarak vakfedilmiş olur. Çünkü bu kimse "ben öldüğüm zaman şu hanem ebedî yoksullara vakfolsun" demiş gibi olur. Bu vakıf ölüme talik edilmiştir. Ve vasiyet gibi olup malının üçte birinden mu'teber olur. İleride bundan bahsedilecektir.
Bahır'da zikredilmiştir ki; bir kimse: "Şu evimin gelirinden her ay on dirhemiyle ekmek alıp fakirlere dağıtınız" dese, o ev vakıf olmuş olur. Bu mesele Zahîre'ye nisbet edilmiştir. Enfeu'l-Vesâil sahibi bu meseleyi izah ettikten sonra: "Ben bu mesele hakkında âlimler arasında ihtilâf bulunduğunu bilmiyorum." demiştir.
Ben derim ki: Bundan anlaşılmıştır ki; o hane o kimsenin malının üçte birinden vakfolmuş olur. O hanenin gelirinden her ay on dirhemiyle ekmek almış vakfedenin tayin ettiği cihete verilir. Hanenin geri kalan geliri fakirlere sarf edilir. Çünkü vakıfların asılda sarf edileceği yerler fakirler olduğu için başkalarına verilmesi tâyin edilmedikçe fakirlere verilir. Bu meselenin benzeri de şudur: Bir kimse mülkünü çocuklarına vakfetse ve o kimsenin bir çocuğu bulunsa, vakfettiği rnülkün gelirinin yarısı çocuğunun, diğer yarısı da fakirlerin olur.
Bir kimse "şu hanemin gelirinden her sene şu kadar dirhem ile fülan mescide zeytinyağı satın alınsın" diye vasiyette bulunduktan sonra vârisleri o haneyi bir şahsa satıp, o şahsa "her sene şu kadar dirhem fülan mescide vereceksin" diye şart koşsalar, satış sahih olmaz. Çünkü o hane o kimsenin malının üçte birinden vakıf olmuş olur. Sadece niyetle bir mal vakfedilmiş olmaz. Bundan dolayı bir şahıs vakfetmek niyetiyle satın aldığı bir malı vakfettiğine dair bir söz söylemese, o mal vakıf olmaz. Çünkü vakfın rüknü olan hususi lâfızlardan biri bulunmamıştır.
"İmam Ebû Yusuf, yalnız "vakıf" lâfzı ile iktifa etmiştir ilh..." İmam Ebu Yusuf'a göre, bir kimsenin "şu malımı vakfettim" demesiyle vakıf yapılmış olur. Çünkü İmam Ebû Yusuf'a göre, vakıf yapılırken "te'bid" yahut te'bîde delalet eden "sadaka", "fakirler", "mescid" gibi lafızların açık olarak söylenmesi şart değildir. Bu, "şu mülküm Zeyd'e" veya "fülan zâtın çocuklarına vakfedilmiştir" gibi muayyen kimselere vakfedilmediği takdirdedir. Muayyen bir kimseye veya muayyen kimselere vakfetmek, te'bîde (vakfın ebedî olmasına) münâfi olduğu için ebedî lâfzı söylenmeksizin sadece "şu malımı Zeyd'e" veya "fülan zatın çocuklarına vakfedilmiştir" demesiyle vakıf sahih olmaz. Çünkü bu kimseler ölünce, vakfın gelirinin sarf edileceği yer kalmayacaktır. Bundan dolayı İmam Ebû Yusuf'a göre, bir kimsenin "şu mülküm vakfedilmiştir" ifadesi ile "şu mülküm Zeyd'e vakfedilmiştir" ifadesi arasında fark vardır. Birinci ifade ile vakıf sahihtir. İkinci ifade ile sahih değildir." Şu mülküm şu mescide vakfedilmiştir" diye bir mescidin tâyin edilmesi vakfın sahih olmasına zarar vermez. Çünkü mescit ebedîdir.
Bahır'da zikredilmiştir ki; İmam Ebû Yusuf'a göre, bir kimse "şu malım vakfedilmiştir" dese vakıf yapılmış olur. Çünkü bu ifade ile o mal fakirlere vakfedilmiş olur. Vakfın gelirinin sarf edildiği yer fakirler olunca vakfın ebedî olması lâzım gelir. Çünkü fakirler devamlı mevcuddur. Sadru'ş-Şehid ve Belh âlimleri İmam Ebû Yusuf'un kavliyle fetva vermişlerdir. Biz de bununla fetva veririz. Çünkü bu, örf ve âdet olmuştur. Zira örfte böyle vakfedilen bir malın, geliri fakirlere sarf edilince, bu mal doğrudan doğruya fakirlere vakfedilmiş gibi olur.
METİN
Vakfın sahih olmasının şartı diğer teberrularda olduğu gibi hür ve mükellef olmaktır. Vakfın haddi zatında kurbet, malûm muayyen ve müneccez olup, ta'lik edilmiş olmamasıdır. Fakat haddi zatında mevcud olan şeye ta'lik edilmiş olursa, bu ta'likin zararı olmaz. Vakıf gelecek bir zamana nisbet edilmemelidir.
Vakıf muvakkat olmamalıdır. Vakıfda hıyar-ı şart bulunmamalıdır. Bir de vakfedenin, vakfettiği şeyin satılıp parasının kendi ihtiyacına sarf edilmesini şart koşmamasıdır. Eğer vakfederken böyle bir şart koşarsa vakfı bâtıl olur. Bezzaziye.
= Mürted ve kâfirin vakfı beyanında =
Fetih'de zikredilmiştir ki; mürted bir kimse bir mülkünü vakfettikten sonra öldürülse veya ölse yahut Müslüman bir kimse bir mülkünü vakfettikten sonra -Allah'a sığınırız- mürted olsa vakfı bâtıl olur.
= Vakfedenin şartları şeriata muhâlif olmazsa mu'teberdir =
Bir Müslüman'ın veya bir zimmînin kiliseye yahut bir harbîye, bazılarına göre Mecûsi'ye vakfı sahih değildir. Fakat zimmîye vakıf kurbet olduğundan câizdir. Hatta zimmiye vakfeden kimse o zimminin çocuklarından İslâm şerefiyle müşerref olan veya Hıristiyan dininden başka bir dine giren çocuğuna vakıfdan bir şey yoktur, diye şart koşsa, mezhebin muhtar olan kavline göre bu şarta riayet edilmesi lâzım gelir.
İZAH
"Vakfın şartı, diğer teberrularda olduğu gibi ilh..." Yani vakfeden kimsenin vakfettiği vakitte vakfettiği mala - fasid sebeble olsa bile - kesin olarak mâlik olması şarttır.
Vakfeden kimsenin tasarruftan men edilmiş olmaması da şarttır. Hatta gasbeten kimse, gasbettiği şeyi vakfetse - sonra o şeye satın alma veya sulh yoluyla mâlik olsa bile- vakıf sahih olmaz. Ama gasbedilmiş malın mâliki vakfa izin verirse vakıf câiz olur.
Bir kimsenin fasid olarak satın aldığı bir malı teslim aldıktan sonra vakfetmesi sahihtir. Bu vakıf yapıldıktan sonra artık o malı satanın satışı bozmaya hakkı kalmaz. Fakat satın alan kimsenin bu vakfettiği malın kıymetini satana ödemesî lâzım gelir. Fasid olarak yapılan hibe de bu hususta fasid olarak satın alma hükmündedir.
Bir kimse, satan muhayyer olmak üzere bir mal satın alıp, teslim aldıktan sonra vakfetse -her ne kadar satan vakfa izin verse bile- vakıf sahih olmaz. Çünkü satıcının muhayyerliği sattığı malın mülkünden çıkmasına mânidir. Vakfedilmiş bir araziye mülk veya şuf'a yoluyla müstahik olunsa -o araziye mescid yapılsa bile- vakıf bozulur. Borcu bütün malını kaplayan bir hastanın yapmış olduğu vakfı bozulup borcu için satılır. Ama borcu bütün malını kaplamış, sıhhat ta olan bir kimsenin yapmış olduğu vakfı sahih olur.
Sefehinden veya borcundan dolayı tasarruftan men edilmiş olan kimsenin yaptığı vakıf sahih olmaz.
Fetih'de zikredilmiştir ki; sefehinden dolayı tasarruftan men edilmiş olan bir kimsenin bir malını kendi nefsine sonra kesilmeyecek bir cihete vakfetmesi İmam Ebû Yusuf'a göre sahihdir. Muhakıklara göre de, muhtar olan budur. Umum fukahaya göre ise, hakimin hüküm vermesiyle sahih olur.
"Vakfın haddi zatında kurbet ilh..." Yani Müslüman'ın vakfının sahih olmasında şart, vakfın haddi zatında kurbet olmasıdır. Zimmînin vakfının sahih olmasında şart ise, vakfın hem biz Müslümanlara göre, hem de onlara göre kurbet olmasıdır. Bundan dolayı bir zimmînin malını fakirlere veya Beytü'l-Makdis'e vakfetmesi sahihdir. Fakat hacc veya umre için vakfetmesi sahih değildir. Çünkü hacc veya umre için vakıf biz Müslümanlara göre, kurbet ise de zimmîye göre kurbet değildir.
"Malûm ilh..." Yani vakfedilen şeyin muayyen ve malûm olması şarttır. Bundan dolayı bir kimse tâyin etmeksizin "arazimden bir şey vakfettim" dese -sonradan vakfettiği mikdarı beyân etse bile- bununla vakıf sahih olmaz.
Kezâ: Bir kimse "şu tarlamı veya bu tarlamı vakfettim" dese, yine bu ifade ile vakıf sahih olmaz.
Bir kimse bir hanedeki hissesini beyân etmeksizin "şu hanedeki hissemin hepsini vakfettim" dese istihsanen câiz olur. Sonra hânenin yarısı onun olduğu halde üçte biri benimdir, dese hanenin yarısı vakfedilmiş olur.
Bir kimse bir arazisini vakfettiği halde içindeki ağaçları vakıfdan istisna etse, vakfı sahih olmaz. Çünkü ağaçlar yerleriyle beraber vakıftan istisna edilmiş olacağından vakıf altına giren kısım bilinmemiş olur.
"Vakıfda vakfedilen şeyin müneccez olup, ta'lik edilmiş olmamasıdır ilh..." Yani vakfın müneccez olması şarttır. Bundan dolayı vakıf yapılırken mevcud olmayan bir şeye ta'lik (bağlamak) suretiyle yapılan bir vakıf câiz olmaz. Meselâ; bir şâhıs "oğlum gelirse şu hanem vakıf olsun" dese, oğlu gelince o hanesi vakıf olmuş olmaz.
Kezâ: Bir kimse "şu haneye mâlik olursam vakıf olsun" deyip sonra o haneye malik olsa vakıf olmuş olmaz.
Gelecek bir zamana nisbet edilerek yapılan bir vakıf da münecceze zıd olduğundan sahih olmaz. Meselâ; bir kimse "yarın geldiğinde şu arazim vakıf olsun" dese yarın gelince o arazi vakıf olmuş olmaz. Kezâ bir kimse "şu hanemi gelecek ayın başında şu cihete vakfettim" dese, o ayın başı gelince o hane vakıf olmuş olmaz.
Kezâ : Bir kimse "fülan şahıs ile konuşursam şu mülküm vakıf olsun" dese de sonra o şahısla konuşsa, o mülkü vakıf olmuş olmaz.
Kezâ : Bir kimse "şu hanemi fülan şahıs dilerse" yahut "arzu ederse vakfettim" deyip o şahıs da dilese veya arzu etse, vakıf olmuş olmaz. Zira vakfın bir işi yapmaya sevk etmek veya bir işi yapmaktan men etmek için insana kuvvet veren bir şeye ta'lika ihtimali yoktur. Çünkü vakıf kendisine yemin edilen şeylerden değildir. Nitekim hibenin ta'likı da sahih değildir. Fakat nezrin ta'lika ihtimali vardır. Çünkü nezir kendisine yemin edilen şeylerdendir. Bundan dolayı bir kimse "fülan şahıs geldiği zaman onunla konuşursam" veya "şu hastalığımdan iyi olursam şu arazim vakıf olsun" dese de o şahıs geldiğinde onunla konuşsa veya o hastalığından iyi olsa o araziyi tesadduk etmesi lâzım gelir. Çünkü bu, nezir ve yeminhükmündedir. İs'âf.
"Fakat haddi zatında mevcud olan şeye ta'lik edilmiş olursa, bu ta'likin zararı olmaz ilh..." Yani bir kimse "şu arazi benim mülkümde ise vakıf olsun" dese bakılır: Eğer o arazi bu sözü söylediği zaman mülkünde ise vakıf sahih olur. Çünkü mevcud olan bir şeye ta'lik tencizdir. Yani vakıf bir şarta ta'lik veya bir zamana nisbet edilmeksizin hemen yapılırsa tenciz olmuş olur. Eğer o arazi bu sözü söylediği zaman mülkünde bulunmazsa vakıf sahih olmaz.
"Vakıf gelecek bir zamana nisbet edilmemelidir ilh..." Yani vakıf ölümden sonraya nisbet edilmemelidir. Bahır'da nakledilmiştir ki; İmam Muhammed Siyer-i Kebîr'inde: "Vakıf, ölümden sonraya nisbet edilirse, İmam-ı Azam'a göre bâtıl olur." demiştir.
Evet, Şerh'de gelecektir ki, ölümden sonraya nisbet edilen vakıf ölüm ile vasiyet olup, malın üçte birinden mu'teber olur.
Bir kimse "şu hanem yarın vakıfdır" dese vakıf sahih olur. Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'de : "Bu ifade ile kesin olarak vakıf sahih olur." diye zikredilmiştir. Bahır ve Nehir sahibleri de bunu ikrar etmişlerdir.
"Vakıf muvakkat olmamalıdır ilh..." Yani vakıf muvakkat olarak yapılırsa câiz olmaz. Meselâ bir kimse "şu hanemi bir gün veya bir ay müddetle vakfettim" dese, bu vakıf sahih olmaz. Çünkü vakfın ebedî olması şarttır. Bazı fukahaya göre, mülkünü muvakkat olarak vakfeden kimse, o vakit bittikten sonra o mülkünü geri alacağını şart koşarsa, vakıf bâtıl olur; şart koşmazsa batıl olmaz.
"Vakıfda hıyar-ı şart bulunmamalıdır ilh..." Yani muhayyerlik şartıyla yapılan vakıf sahih olmaz. Meselâ; bir kimse bilinen veya bilinmeyen bir müddet içinde vakfı bozup bozmamak hususunda muhayyer olmak üzere bir mülkünü vakfetse bu vakıf İmam Muhammed'e göre sahih olmaz. Hilâl b. Yahya da bu kavli sahih görmüştür. İmam Ebû Yusuf'a göre ise vakfeden için üç günlük muhayyerlik şartı sahihdir. Bu ihtilafdan mescid müstesnadır. Mesela: bir kimse muhayyer olmak şartıyla bir mülkünü mescid olarak vakfedip üzerine mescid yapsa, muhayyerliği bâtıl olup vakıf sahih olmuş olur. İs'âf.
"Vakfettiği şeyin satılıp ilh..." Yani bir kimse bir mülkünü dilediği zaman vakıfdan çıkarmak veya hibe etmek veya satıp parasını tesadduk etmek veya muhtaç olduğu zaman vakıfdan çıkarıp rehin vermek şartıyla vakfetse, bu vakıf sahih olmaz.
Ben derim ki :Vakfeden kimse vakfettiği bir mülkünü dilediği zaman başka bir mülkü ile değiştirmeyi şart koşsa, bu şartla vakıf sahih olur. Bu mesele ilerde gelecektir.
T E T İ M M E : Bir vakfın sahih olması için kendilerine vakfedilen kimseler muayyen olmazlarsa - fakirler gibi - vakfı kabul etmeleri şart değildir. Fakat bir vakfın geliri muayyen bir şahsa, ondan sonra da fakirlere vakfedilmiş olsa, o şahsın vakfı kabul etmesi şarttır. Eğer o şahıs vakfı kabul ederse, vakfın geliri ona verilir. O şahıs vakfı reddederse vakfın geliri fakirlere verilir.
Vakıf yapılırken kendisine vakfedilenin mevcud olması şart değildir. Hatta yeri hazırlanmış fakat henüz yapılmamış bir mescide yapılan vakıf sahihdir. Nitekim gelecektir.
"Mürted bir kimse bir mülkünü vakfettikten sonra öldürülse veya ölse ilh..." Yani bir erkeğin mürted iken yapmış olduğu vakıf durdurulur. İslâmiyet'e geri dönerse vakfı sahih olur. Fakat öldürülür veya ölürse veyahut dar-ı harbe kaçar ve kaçtığına hükmedilirse vakfı bâtıl olur.
"Müslüman bir kimse bir mülkünü vakfettikten sonra ilh..." Yani bir Müslüman - Allah'a sığınırız - mürted olunca önce yapmış olduğu vakıf bâtıl olur. - İster mürted olarak öldürülsün, ister ölsün, ister İslâmiyet'e geri dönsün müsavîdir- vârislerine intikal eder. Ancak İslamiyet'e döndükten sonra yeniden vakfederse, vakfı sahih olur.
Mürted olan bir kadının mürtedlik halinde yapmış olduğu vakfı sahihdir. Çünkü o, mürtetliğinden dolayı öldürülmez. Şu halde vakıf zamanından sonra ârız olan mürtedlik vakfı iptal etmektedir. Fakat vakıf zamanına yakın olan mürtedlik ise vakfı derhal iptal etmemektedir. Bu mesele de ileride gelecektir.
"Bir Müslüman veya bir zimminin kiliseye ilh..." Yani bir Müslüman bir mülkünü kiliseye vakfetse sahih olmaz. Çünkü bu vakıf haddi zatında kurbet değildir. Bir zimmî bir mülkünü kiliseye vakfetse yine sahih olmaz. Çünkü bu vakıf zimmîye göre kurbet ise de biz Müslümanlara göre kurbet değildir. Fakat bu, sonunda fakirlere vakfedilmediği takdirdedir. Çünkü Fetih'de zikredilmiştir ki; bir zimmî "şu mülküm şu kiliseye, kilise yıkıldıktan sonra da fakirlere vakıf olsun" dese, baştan fakirlere vakfedilmiş olur. Eğer kilise yıkıldıktan sonra fakirlere vakıf olsun demezse, vakıf sahih olmaz.
Ben derim ki: İmam Ebû Yusuf'a göre, fakirlere yapılan vakıf mutlak surette sahihdir. Çünkü vakıfta te'bîd (ebedî olması) şart ise de İmam Ebû Yusuf'a göre, vakıf yapılırken te'bîdi açık olarak söylemek şart değildir. Fetva İmam Ebû Yusuf'un kavline göredir.
"Bir harbiye ilh..." Yani kendisine vakfedilen kimsenin ecnebi tabiiyetinden olmaması şarttır. Bundan dolayı bir Müslüman veya bir zimmî (Müslüman memleketinde oturan gayr-i Müslim) bir mülkünü ecnebi tabiiyetinde bulunan bir gayr-i Müslim'e vakfetse sahih olmaz. Çünkü biz Müslümanlar, harbîlere iyilik yapmaktan nehyolunmuşuzdur. T.
"Bazılarına göre, Mecûsi'ye ilh..." Yani bazı fukahaya göre bir Müslüman veya bir zimmî bir malını bir Mecûsî'ye vakfetse sahih olmaz.
Şârih, "bazı fukahaya göre" demesiyle "sahih olan kavle göre ibtidâen Mecûsîlere yapılan vakfın sahih olduğuna" işaret etmiştir. Nitekim Kınye'dede: "Mecûsî'ye yapılan vakıfı sahih olması" ihtiyar edilmiştir.
İs'af'da zikredilmiştir ki; bir Hıristiyan bir mülkünü ehl-i zimmetin fakirlerine vakfetse bu vakfın gelirini Yahudi ve Mecûsîlerin yoksullarına sarf etmek câiz olur. Çünkü bunlar da ehl-i zimmettendirler. Eğer vakfeden Hıristiyan kendi dininden olan fakirlere verilmesini şart kılarsa, bu takdirde mütevelli başkalarına sarf edemez. Şayet sarf edecek olsa - her ne kadar ehl-i zimmet bir millet olsa da - sarf ettiği meblağı ödemesi lâzım gelir. Çünkü vakfedenin tâyin etmesiyle vakfının gelirinin kimlere sarf edileceği belirlenmiş olur.
"Mezhebin muhtar olan kavline göre bu şarta rivayet edilmesi lâzım gelir ilh..." Bu ifadede Tarsûsî'ye red vardır. Şöyle ki: Hassaf Ebû Bekir: "Bir kimse bir malını bir zimmîye vakfedip o zimmînin çocuklarından Müslüman olan veya Hıristiyan dininden başka bir dine giren çocuğuna vakıfdan bir şey yoktur, diye şart kılsa vakfedenin şartına riayet edilir." demiştir. Tarsûsî: "Bu şarta riayette küfrü, vakıfdan istifade etmeye sebep kılmak İslâmiyet'i ise vakıfdan mahrum olmaya sebep kılmak vardır." diyerek Hassâf Ebû Bekir'i ayıplamıştır. Şârih: "Mezhebin muhtar olan kavline göre, bu şarta riayet edilmesi lâzım gelir." diyerek Tarsûsî'nin kavlini reddetmiştir.
Fetih sahibi: "Bu hususta Tarsusi'den başka mezhep âlimlerinden hiç bir alimin Hassaf Ebû Bekir'i ayıpladığını bilmiyorum. Tarsûsî, fıkıh ilminden uzak kalmış olmasından dolayı Hassaf'ı ayıplamıştır. Çünkü vakfeden kimsenin şartları şeriata muhâlif olmadıkça mu'teberdir. Vakfeden kimsenin şeriata muhâlif olmayan şartları nass-ı şâri' gibidir, riayeti icap eder. Vakfeden kimsenin maksadlarına riayet edilmesi vacibdir. Vakfeden kimse vakfettiği mala mâlik olduğu için ma'siyet olmadıkça malını dilediği yere verebileceği gibi fakirlerden her hangi bir sınıfa tahsis edebilir. Ehl-i zimmete tesaddukun kurbet olmasında şübhe yoktur. Hatta bizim Hanefî mezhebine göre, ehl-i zimmete sadaka-ı fıtır ve keffaretlerin verilmesi câizdir. Buna göre, vakfeden kimse vakfettiği malının gelirinin fakirlerden muayyen bir sınıfa sarf edilmesini şart kılsa, elbette şartına riayet edilir. Bilindiği gibi bir kimse yalnız ehl-i zimmet fakirlerine vakfetse, o vakfın gelirinden Müslüman fakirlere sarf edilmez. Eğer mütevellisi o vakıfdan Müslüman fakirlere sarf etse onu öder. Şu halde Tarsûsî'nin dediği gibi Müslüman fakirlerin o vakıfdan mahrum olmalarına sebep İslâmiyet olmayıp, vakfeden kimsenin o vakıfdan Müslüman olanlara verilmemesini şart kılmış olmasıdır. Yani vakfeden kimse tarafından verilmediği için, Müslümanların o mala mâlik olmalarının sebebi bulunmamıştır." demiştir.
METİN
Dört yoldan biriyle vakfedilen şey vakfedenin mülkünden çıkar, vakıf olması lâzım ve sâbit olur. Meselâ; vakfedilen şey mescid olursa yolu ile beraber ayrıldığında vakfı lâzım ve sâbit olur. Nitekim yakında izah edilecektir.
Birinci yol: Sultan tarafından tâyin edilmiş salâhiyetli bir hâkimin hükmüyle vakıf lâzım ve sabit olur. Artık bu vakıfdan dönülmez. Çünkü bu hüküm ictihada mahal olan bir meseleye tesadüf etmiş olduğundan muteberdir. Hâkimin hüküm vermesinin sureti şöyle olur: Bir kimse bir mülkünü vakfedince, onu vakıf olarak tescil için bir mütevelliye teslim eder, sonra bu vakfından döneceğini söyler. Mütevelli razı olmaz, aralarında anlaşmazlık çıkınca vaziyeti salâhiyetli bir hakime arz ederler. Hâkim vakfın lüzumuna hükmeder. Bu takdirde vakıf lâzım (geçerli) olur ve vakfedilen şeyden de vakfedenin mülkü kesilmiş olur. İleride gelecektir ki; vakıfda, dâvâsız şahid kabul edilir. Hakem tarafından verilen hüküm ile vakıf lazım ve sabit olmaz.
Bir mülkün vakıf olduğuna verilen hüküm, âmmeye hüküm olup başka bir kimse "o mülk benim mülküm veya benim vakfımdır" diye dâvâ etse, dâvâsı dinlenmez mi? Yoksa verilen hüküm âmmeye hüküm olmayıp başka bir kimse "o mülk benim mülküm veya vakfımdır" diye dâvâ etse dâvâsı dinlenir mi?
Şeyhü'l-İslâm Ebussûud Efendi verilen hükmün âmmeye hüküm olmasıyla fetva vermiştir. Manzûme-i Muhibiyye sahibi de bununla hükmetmiştir.
Musannıf da vakfı, iptal etme hilelerinden korumak için bunu tercih etmiştir. Fakat musannıf bundan sonra Bahır'dan naklederek: "Hâkim tarafından bir mülkün vakıf olduğuna dair verilen hükmün âmmeye hüküm olmamasıdır." demiş ve bununla fetva vermiştir. Fevâkih-i Bedriyye sahibi de bunu sahih görmüştür.
İkinci yol: Ölüme ta'lik edilmiş olan vakıf, vakfedenin ölmesiyle lâzım ve sâbit olur. Meselâ; bir kimse ölümünden sonraya nisbet ederek "ben öldüğüm zaman şu hanem fülan cihete vakıf olsun" der de bundan dönmeden ölürse, sahih olan kavle göre vasiyet gibi olup terikesinin üçte birinden mu'teber sayılmak üzere lâzım olur, ölmeden önce vakıf olmaz.
Şârih der ki; her ne kadar ölümüne ta'lik ettiği vakfı, varislerine yapmış olup onlar da reddetmiş olsalar bile yine terikesinin üçte birinden câiz olur. Fakat bu vakfın geliri, kendilerine vakfedilen vârisler arasında terikenin üçte ikisinin taksim edildiği gibi taksim edilir. Bezzâziye sahibi "vakfı sahih olan üçte bir mirastır" kavliyle "vakıf olan üçte birin geliri hükmen mirâs gibi taksim edilir" mânâsını murad etmiştir. Buna göre Bezzâziye'nin ibâresinde her hangi bir noksanlık yoktur. Artık fukaha, vakıf olan üçte birin gelirine nazaran vârisi itibar etmişler, her ne kadar vasiyetin hepsini diğer vârisler reddetmişler ise de başkalarına (vâris olmayanlara) nazaran vasiyeti itibar etmişlerdir. Vasiyet vârise câiz değil ise de burada vasiyet yalnız vârise olmayıp vâris öldükten sonra başkasına da olduğu için câizdir.
İZAH
"Dört yoldan biriyle ilh..." Bu dört yoldan biriyle vakfın lâzım ve sâbit olması İmam Azam'ın kavlidir. Dört yoldan ikinci ve üçüncü yolda İmam-ı Azam'a göre vakfeden kimse hayatta olduğu müddetçe vakfından dönebilir.
"Yolu ile beraber ilh..." Yani vakfedilen bir mescid, yolu ile beraber ayrılmış olursa vakfı lâzım ve sâbit olur. Hâkim tarafından mescidin vakfedilmiş olduğuna hüküm vermesi lâzım değildir. Eğer mescid yoluyla beraber ayrılmış olmazsa vakfı sahih olmaz.
"Bir hâkimin hükmüyle ilh..." Yani salâhiyetli bir hâkim, bir şeyin vakıf olduğuna hüküm verince o şey, sahibinin mülkünden çıkar ve vakf-ı lâzım olmuş olur.
T E N B İ H: Fevâkih-i Bedriyye sahibi İbnü'l-Gars zikretmiştir ki; fukaha: "Vakfın sahih olduğuna dair verilen hüküm vakfın lâzım olduğuna verilmiş hüküm değildir." demişlerdir. Bunun tevcihi: İmam-ı Azam'a göre; vakıf câizdir, lâzım olan bir akid değildir. İmameyn'e göre; vakıf lâzım olan bir akiddir. Buna göre, hâkim bir vakfın sahih olduğuna hüküm verince, İmam-ı Azam'ın mezhebine göre o vakfın caiz olduğuna hüküm vermiş olur. Cevazın burada sahih olmaktan başka mânası yoktur. Bir hükmün sahih olması lâzım olmasını gerektirmez. Bundan dolayı bir vakfın lâzım olması için hüküm verilirken lüzumun açık olarak söylenmesi icap eder. Bu izah söz götürür. Çünkü İmam-ı Azam "Vakıf câizdir. Mutlak surette lâzım değildir." dememiştir. İmam-ı Azam'a göre de bir vakıf ölüme ta'lik edildiğinde veya vakıf olduğuna dair hâkim tarafından hüküm verildiğinde o vakıf lâzım ve sâbit olur. Şüphe yok ki, vakfın sahih olduğuna verilen hüküm vakfın lâzım olduğunu gerektireceğinden hüküm verilirken "vakıf lâzımdır" diye açık olarak söylenmesine lüzum yoktur. "İbnü'l-Gars'ın sözü burada bitmiştir.
Velhâsıl: Vakfın sahih olduğuna hüküm, vakfın lâzım olduğuna veya vakıf sahibinin mülkünden çıkmış olduğuna hükümdür. Bu izah da söz götürür. Çünkü fukaha: "Vakfeden kimsenin sadece "şu mülkümü fülan cihete vakfettim" demesiyle vakıf sahih olur." diye ittifak etmişlerdir. İhtilâf ancak vakfın lâzım olup olmamasındadır. İmam-ı Azam'a göre vakıf lâzım değildir. Yani vakfeden kimse, bundan dönebilir ve bu mülk vakfeden kimsenin ölmesiyle varislerine intikal eder. Ancak hâkim vakıf olduğuna hüküm verirse yahut vakıf ölüme nisbet edilip, vakfeden sözünden dönmeden ölürse yahut vakfedilen şey, mescid olup yolu ile beraber ayrılmış olursa, bu hallerde vakıf İmam-ı Azam'a göre de lazım olmuş olur. Artık bundan dönülemez.
Usûl-i Fıkıh'da beyân edilmiştir ki; müctehidler arasında ihtilâflı olan ve kendisine içtihat câiz olan bir mesele hakkında onun lüzumuna inanan salâhiyetli bir hâkim tarafından hüküm verilirse, hüküm geçerli olup müttefekûnaleyh olur. Artık o hüküm başka bir hâkim tarafından bozulamaz. Vakıf da bu kabîldendir. Bundan dolayı bir hâkim tarafından vakfın lüzumuna hükmedilse, ittifakla vakıf lâzım olmuş ve ihtilâf da ortadan kalkmış olur. Ama vakfın sahih olduğuna hükmedilse, vakıf lâzım olmuş ve ihtilaf da ortadan kalkmış olmaz.
"Hakem tarafından ilh" Yani vakfeden ile mütevelli aralarında bir hakem tâyin edip hakem vakfın lâzım olduğuna hükmetse, sahih olan kavle göre onun hükmü ile vakıf lâzım olmaz. Hâkim onun hükmünü iptâl edebilir.
T E N B İ H : İs'âf'da zikredilmiştir ki; vakfeden kimse, vakfın lüzumuna inanan bir müctehid olup bu hususta kendi görüşüne göre hükmederek vakfettiği şeyin mülkünden çıkmış olduğuna karar verse veya vakfeden kimse mukallid olup bir müctehidden sorup o da vakfın lâzım olduğuna fetva verse, mukallid de fetvayı kabul ederek vakfettiği şeyin mülkünden çıkmış olduğuna karar verse -müctehid fikrini değiştirse bile- vakıf lâzım ve sâbit olmuş olur. Artık bu vakıfdan dönülemez.
"Vakıfda dâvâsız şâhid kabul edilir ilh..." Çünkü vakfın hükmü gelirini tasadduk olduğundan Allah Teâlâ'nın hakkıdır. Allah Teâla'nın haklarında ise dâvâsız, şâhidlerin şehâdeti ile hüküm verilmesi sahihdir.
Hayrüddin-i Remli: "Söz, müctehidler arasındaki ihtilâfı kaldıran hüküm hakkındadır. Yoksa asıl vakfın sâbit olmasına dair verilen hüküm hakkında değildir. Çünkü bazı fukahaya göre asıl vakfın sâbit olması için dâvaya ihtiyaç yoktur. İhtilâfı kaldıran ve vakfın lüzumuna verilen hüküm için dâvâya ihtiyaç vardır." demiştir.
"Ammeye hüküm olup ilh..." Yani bir mülkün vakıf olduğuna verilen hüküm âmmeye (bütün însanlara) verilmiş olur. Yoksa mülk dâvâlarında olduğu gibi hüküm yalnız vakfedenin aleyhinde verilmiş olmaz. Bundan dolayı bir mülkün vakıf olduğuna hüküm verildikten sonra hiç bir kimse "o mülk benimdir" diye dâvâ edemez. Fakat bir kimse "fülan şahsın elinde bulunan hane benimdir" diye dâvâ edip hâkim de onun olduğuna dair hüküm verdikten sonra başka bir kimse "o hane benimdir" diye dâvâ eder, şâhid getirirse dâvâsı kabul edilir. Ama bir kimsenin hür olduğuna - isterse sonradan olsun - yahut bir kadının nikâhlı olduğuna yahut velâ-yi alâka ile yahut bir çocuğun nesebine dair hüküm verildikten sonra bir şahıs kalkıp "o kimse benim kölem" yahut "o kadın benim zevcem" yahut "o çocuk benim çocuğum" yahut "velâ-yi atâka bana aiddir" diye dâvâ edemez. Çünkü bu dört hususta verilen hüküm âmmeye verilmiş olur. Nitekim gelecektir. Bahır.
"Musannıf da ilh..." Yani musannıf da bir mülkün vakıf olduğuna verilen hükmün âmmeye verilmiş olmasını tercih etmiş ve sebebini şöyle açıklamıştır: Bunda vakfı iptal etmek için girişilecek hilelerden, desiselerden ve uydurma dâvâlardan korumak olduğu gibi vakfın menfaatı da vardır. Hâvî Kudsî sahibi: "Bir vakıf hakkında ulema arasında ihtilâf bulunursa vakıf için hangisi daha menfaatli ise o kavil ile fetva verilir. Hatta bir vakfın kira bedeli ziyade olsa, vakfı gözetmek, Allah Teâlâ'nın hakkını korumak ve hayrâtı devam ettirmek için kira akdi bozulur. T.
"Varislerine yapmış olup ilh..."
= Hastanın vakfı beyânında =
Zahiriyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; bir kadın ölüm hastalığında hanesini önce kızlarına sonra bunların çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına bunların nesilleri kesildikten sonra da fakirlere vakfedip geride iki kızı ile baba bir kız kardeşini ve terike olarak da yalnız bu hanesini bırakarak ölse, kız kardeşi bu vakfa razı olmazsa, vakfı bu hanenin üçte biri hakkında câiz olur, üçte ikisi hakkında câiz olmaz. Artık hanenin üçte ikisi bu vârisler arasında sehimlerine göre taksim edilir. Vakıf olan üçte birin geliri kızlar yaşadıkça vârisler arasında yine sehimlerine göre taksim edilir. Bu kızlar ölünce vakfın geliri vakfedenin şartı üzere bunların çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına sarf edilir. Artık bunda vârislerin hakkı kalmaz.
Kezâ : Bir kimse ölüm hastalığında hanesini vârisi bulunan üç kızına vakfetse, bu hanenin üçte biri kesin olarak vakıf olmuş olur, üçte ikisi de bu kızların arzusuna bağlıdır. Bundan dolayı kızlar vakfa razı olurlarsa hanenin hepsi vakıf olur. Bu meseleler, İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre taksim edilmesi mümkün olan ortak bir malın vakfedilmesi câiz değildir.
Zevcesinden başka vârisi bulunmayan bir kimse ölüm hastalığında malını vakfetse, zevcesi vakfa izin verirse hepsi vakıf olmuş olur. İzin vermezse altıda biri zevcenin, geri kalan vakıf olur. Çünkü Bezzâziye'nin vasâya bahsinde zikredilmiştir ki; tek vârisi zevcesi olan bir kimse bütün malını bir şahsa vasiyet etse, zevcesi vakfa izin verdiği takdirde terikenin hepsi vakıf olur. İzin vermezse terikenin altıda biri zevcenin, altıda beşi kendisine vasiyet edilen şahsın olur. Çünkü terikenin altıda biri zevcenin, altıda beşi de kendisine vasiyet edilen şahsın olur.
METİN
Üçüncü yol: Bir kimsenin "şu mülkümü hayatımda ve ölümümden sonra fülan cihete ebedî olarak vakfettim" demesiyle vakıf lâzım ve sâbit olur. Bu ifade ile vakıf, üç imamımıza göre caizdir. Fakat İmam-ı Azam'a göre, hayatta oldukça vakfın gelirini tasadduk etmeyi nezretmiş sayılır. Bu nezri yerine getirmesi kendisine lâzım olur. Bundan dönmesi de câiz olur. Eğer bundan dönmeden ölürse terikesinin üçte birinden mu'teber olmak üzere caizdir.
Şârih der ki; ölüme ta'lik edilen vakıf ile "şu mülkümü hayatımda ve ölümümden sonra fülan cihete vakfettim" diyerek yapılan vakıfdan - gerek hâkimin emriyle olsun, gerek hâkimden emirsiz olsun, vakfeden de gerek zengin, gerek fakir olsun- dönülebilir. Şürunbulâli.
Dürer sahibinin: "Vakfeden kimse fakir olup vakıf da tescil edilmiş olmazsa, hâkim o vakfı bozar." demesi söz götürür.
= İmameyn'in kavillerine göre vakfın şartlarına riayet edilmesi lazım gelir. =
Bir vakıf, ayrılıp teslim edilmedikçe tamam olmaz. Musannıf, "Bir vakıf mütevelliye teslim edilmedikçe tamam olmaz." demedi. Çünkü her vakfın teslimi kendisine layık olan şey iledir. Meselâ; bir mescidin vakfı, kendisinin ve yolunun ayrılmasıyla tamam olur. Mescidden başka vakıflar ise bir mütevelli tâyin edilip, kendisine teslim edilmesiyle tamam olur. Taksim edilmesi mümkün olan ortak bir malın taksim edilmeden vakfedilmesi câiz değildir. İmam Ebû Yusuf'a göre caizdir.
= Vakfın sarf edileceği ebedi bir yerin tâyin edilmesinin şart olup olmaması beyânında =
Vakfın gelirinin ebedî kesilmeyecek bir cihete tahsisi şarttır. Bu, İmam Muhammed'in kavlidir. İmam Muhammed'e göre vakıf sadaka gibidir. İmam Ebû Yusuf ise, vakfı köle âzâdı gibi saymıştır. Kavillerin tercihinde ihtilâf vardır. Hâkimler ile müftüler kavillerden diledikleri ile amel etmekte muhayyerdirler. İmam Ebû Yusuf'un kavliyle amel etmek daha ihtiyatlı ve daha kolaydır. Bahır.
Dürer ile Sadru'ş-Şeria'da: "İmam Ebû Yusuf'un kavliyle fetva verilir." diye zikredilmiştir. Musannıf da bunu ikrar etmiştir.
İZAH
"Şu mülkümü hayatımda ve ölümümden sonra fülan cihete ebedî olarak vakfettim" cümlesinde "ebedî olarak" ifadesi söylendikten sonra "hayatımda ve ölümümden" ifadesinin söylenmesine ihtiyaç yoktur. Çünkü İs'âf'da: "Bir kimse "şu mülküm vakfedilmiş ebedî bir sadakadır" dese, bütün âlimlere göre bu ifade ile o mülkün vakıf olması câiz olur. Şu kadar var ki; İmam Muhammed'e göre: o mülkün bir mütevelliye teslim edilmesi şarttır, âlimlerden bir cemaat bunu ihtiyar etmiştir. İmam-ı Azam'a göre; o mülk, eski mülkiyeti üzere bakî kalıp gelirinin tesadduk edilmesi nezredilmiş olur, nezrin yerine getirilmesi lâzım olur. O kimse ölünce, o mülk mirâs olarak vârislerine intikal eder." diye zikredilmiştir.
"Kavli söz götürür ilh..." Çünkü ölüme ta'lik edilen vakıf ile "şu mülkümü hayatımda ve ölümümden sonra fülan cihete vakfettim" ifadesiyle yapılan vakıfdan dönülebilmesi için vakfeden kimsenin fakir olması ve hâkimin vakfı bozması şart değildir. Vakfeden kimse kendisi bozabilir. Bu, İmam-ı Azam'a göredir. İleride gelecektir.
"Bir mescidin vakfı ilh..." Yani vakfedilen mescid olursa içinde namaz kılınması ile; mezarlık olursa içine bir kişi olsun defnedilmesi ile; çeşme olursa suyundan bir kişi olsun içmesi ile; han olursa içinde bir yolcu olsun misafir olması ile vakfı lâzım olur. Eğer han, Mekke-i Mükerreme'de olup hacıların kalması için vakfedilmiş olursa veya hududda olup mücahidlerin kalması için vakfedilmişse, bir mütevelliyle teslim edilmesi lâzım gelir. Çünkü bunlar senede bir defa kalacaklarından ona bakacak bir mütevelliye ihtiyaç vardır. Vakfedilen su deposu olup doldurulmaya muhtaç olursa, onun da bir mütevelliye teslim edilmesi lâzımdır.
"Mescidden başka vakıflarda ise ilh..." Yani mescidden başka bir vakfın tamam olması için bir mütevelliye teslim edilmesi lazımdır. Kuhistânî'de zikredilmiştir ki; vakfeden kimse kendisini kayyım tayin etse, vakfın teslim edilmesi şart değildir. Fakat bir vakfın lazım olması için bir mütevelliye teslim edilmesinin şart olduğunu söyleyen İmam Muhammed'e göre; vakfedenin kendisini mütevelli tayin etmesi sahih olmaz. Vakfın mütevelliye teslim edilmesini şart koşmayan İmam Ebû Yusuf'a göre; vakfedenin kendisini vakfına mütevelli tâyin etmesi sahih olur.
"Taksim edilmesi mümkün olan ortak bir malın ilh..." Yani taksim edilmesi mümkün olan ortak bir malın taksim edilmeden vakfedilmesi caiz değildir. Hatta bir vakfın her tarafına yaygın olan bir kısmına hak sahibi çıksa, bu vakıf yapıldığı zaman ortak bulunduğu için vakıf batıl olur. Fakat bir kimse ölüm hastalığında bir mülkünü vakfedip öldükten sonra vârisleri o mülkün üçte ikisinden dönse, bu ortaklık sonradan arız olduğu için vakıf bâtıl olmaz. Bir vakfın muayyen bir kısmına hak sahibi çıksa, ortak olan kısım vakfın her tarafına yaygın olmadığı için vakıf bâtıl olmaz. Bahır.
Bir mülk iki kimse arasında ortak olup beraber vakfedilir ve bir mütevelliye teslim olunursa, ittifakla câizdir. Çünkü İmanı Muhammed'e göre; vakfa mani olan ortaklık, mütevelliye teslim edilirken olan ortaklıktır; yoksa vakıf akdi yapılırken olan ortaklık vakfa mani değildir. Burada ikisi beraber vakfedip, mütevelliye beraber teslim ettikleri için vakfa mani bulunmamıştır.
Keza: İki ortaktan her biri hissesini aynı hayır cihetine vakfedip beraberce bir mütevelliye teslim etseler, teslim edilirken ortaklık bulunmadığı için vakıf yine caiz olur.
Keza: İki ortaktan her biri hissesini ayrı ayrı hayır cihetine vakfedip, ayrı ayrı mütevelliye teslim etseler bakılır: Eğer teslimleri aynı zamanda olursa veya her biri kendi mütevellisine: "Benim hissemi ortağımın hissesi ile beraberce teslim al!"derse vakıf sahih olur. Ama her biri hissesini ayrı ayrı vakfedip, başka başka mütevelliye teslim ederlerse, akid ve teslim zamanında ortaklık mevcut olduğu için İmam Muhammet'e göre vakıf sahih olmaz. İs'af.
Yine İs'af'da zikredilmiştir ki; Üç kızından başka varisi bulunmayan bir kadın ölüm hastalığında hanesini önce üç kızına onlar öldükten sonra fakirlere vakfetse, terike olarak da yalnız bu haneyi bıraksa, hanenin üçte biri vakıf olur, üçte ikisi de kızlara miras olarak kalır. Bu İmam Ebu Yusuf'a göredir. İmam Muhammet'e göre; taksimi mümkün olan ortak bir malın vakfı caiz değildir. Çünkü bu hane kızlar arasında taksim edilmemiştir.
"Vakfın gelirinin ebedi kesilmeyecek bir cihete tahsisi şarttır ilh." Bu şart İmam Muhammet'e göredir. İmam Ebu Yusuf'a göre ise vakfın sahih olması için, gelirinin ebedi kesilmeyecek bir cihete verilmesini açık olarak söylemek şart değildir. Bu ihtilaf mescidden başka olan vakıflar hakkındadır. Mescit yolu ile birlikte ayrılıp vakfedilince İmam Muhammet'e göre de vakfı lazım ve sabit olur.
Bir malın vakfedilmiş olduğuna salahiyetli bir hakim tarafından hüküm verilince, o mal sahibinin mülkünden çıkar, o malın vakfı lazım ve sabit olur. O malın vakfedilmiş olduğuna hüküm verilmeyince İmam Muhammet'e göre; yukarıda geçen şartlar bulunmadıkça vakıf sahibinin mülkünden çıkmış olmaz. Musannıf bazı alimlere tabi olarak İmam Muhammet'in kavlini ihtiyar etmiştir. Fakat ekseri ulema İmam Ebu Yusuf'un kavlini alıp: "Fetva bu kavil üzeredir." demişlerdir. Hiç bir alim vakıf hakkında İmam-ı Azam'ın kavlini tercih etmemiştir.
"Vakıf sadaka gibidir ilh..." Yani İmam Muhammed'e göre, bir vakfın lazım ve sabit olması için ayrılıp bir mütevelliye teslim edilmesi icap eder.
"Vakfı köle âzâd etmek gibi saymıştır ilh..." Yani İmam Ebû Yusuf'a göre; bir köle âzâd edilmekle efendisinin mülkünden çıktığı gibi, bir mülk de sahibi tarafından mücerred vakıf edilmekle vakfı lazım olur. Vakfın lazım olması için mülkün ayrılıp mütevelliye teslim edilmesi lazım gelmez.
= İmam Ebû Yusuf'a göre; "şu malım vakfedilmiştir." Kavli ile "şu malım fülan zâta vakfedilmiştir" kavil arasında fark vardır =
İs'âf'da zikredilmiştir ki: bir kimse muayyen şahıslara vakfetse, meselâ "şu mülkümü Zeyd'in çocuklarına vakfettim" dese, İmam Ebu Yusuf'a göre de bu vakıf sahih olmaz. Çünkü kendilerine vakıf yapılan şahısların tâyin edilmesi başkalarının murad edilmesine mani olur. Yani bir mülk muayyen şahıslara vakfedildiğinde o vakıf dan başkaları istifade edemezler. Muayyen şahıslar ölünce vakfın gelirinin sarf edileceği yer kalmamış olur. Ama böyle kendilerine vakıf yapılanlar tayin edilmediğinde İmam Ebu Yusuf'a göre, vakıf sahih olur, vakfın geliri fakirlere sarf edilir. Bundan dolayı bir kimsenin "şu mülküm vakfedilmiştir" ifadesi ile "şu mülküm çocuğuma vakfedilmiştir" ifadesi arasında İmam Ebu Yusuf'a göre fark olup, birinci ifade ile vakıf sahih olur. Çünkü vakfın gelirinin sarf edileceği yer tayin edilmediğinde örfen fakirlere sarf edilir. İkinci ifade ile vakıf sahih olmaz. Çünkü vakfın sarf edileceği yer muayyen olduğu için o çocuk öldükten sonra o vakfın geliri örfen başkalarına sarf edilemez. Bununla İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed arasındaki ihtilafın bir vakfın gelirinin ebedi kesilmeyecek bir cihete tahsisinin şart olup olmadığı anlaşılır. İmam Muhammed'e göre, bir vakfın gelirinin mescidler ve fakirler gibi ebedi kesilmeyecek bir cihete sarf edilmesini vakıf yapılırken söylemek şarttır. Böyle bir cihet zikredilmezse vakıf sahih olmaz. Hatta bir vakfın gelirinin sarf edilmesi için muayyen bir mescid zikredilse kifayet etmez. Çünkü bu mescid yıkılıp yok olabilir. İmam Ebu Yusuf'a göre ise, vakıf yapılırken vakfın gelirinin ebedi bir cihette sarf edilmesi zikredilmese de vakıf sahih olur. Hatta bir kimse "şu mülkümü çocuklarıma vakfettim" deyip, çocuklarım öldükten sonra "fakirlere vakfettim" demese bile vakıf sahih olur. Çocukları öldükten sonra o vakfın geliri fakirlere sarf edilir. Çünkü vakıfdan maksat, vakfın devamıyla gelirinin fakirlere aid olmasıdır. Böyle bir şart delalet yoluyla sabittir, vakfın mahiyetinde mevcuddur. Buna göre ittifakla manen te'bid şarttır. Yani bir vakfın gelirinin ebedi kesilmeyecek bir cihete sarf edilmesiaçık olarak söylenmese bile manen söylenmiş olur.
Velhasıl: Vakıf olmayı ifade edip etmeyen lafızlardan bir kısmı şunlardır: "Şu malım Allah için sadakadır" şu mülkün Allah için vakfedilmiştir" yahut "şu malım Allah için vakfedilmiş sadakadır" yahut "şu hanem hayır cihetine vakfedilmiştir" ifadeleriyle fakirler için vakıf yapılmış olur. "Şu malım cihada vakfedilmiştir" yahut "ölülerin kefenleri için vakfedilmiştir" yahut "kabir kazanlar için vakfedilmiştir" ifadeleriyle de vakıf yapılmış olur.
"Şu mülküm fülan kimseye" yahut "fülan kimsenin çocuklarına vakfedilmiş sadakadır" ifadesiyle de vakıf yapılmış olur. Bu vakfın geliri hayatta bulundukça bunlara aid olup, öldüklerinde fakirlere sarf edilir.
"Şu arazim fülan zâta vakfedilmiştir" yahut "çocuklarına vakfedilmiştir" yahut -adedleri sınırlı olan- "akrabamın fakirlerine veya yetimlerine vakfedilmiştir" ifadeleriyle de İmam Ebû Yusuf'a göre vakıf yapılmış olur. Çünkü İmam Ebu Yusuf'a göre vakıf yapılırken "te'bîd" lâfzının açık olarak söylenmesi şart değildir. Fakat İmam Muhammed'e göre bu ifadeler ile vakıf yapılmış olmaz. Çünkü sonu kesilecek kimselere vakfedilmiş olur ki, caiz değildir.
"Şu mülküm hayatımda ve ölümümden sonra ebedî olarak sadakadır" yahut "vakfedilmiş bir sadakadır" ifadesiyle de fakirler için vakıf yapılmış olur. Şu kadar var ki, bu şekilde yapılan bir vakıf nezir hükmündedir. Bunun gelirini vakfedenin nezir olarak tesadduk etmesi lâzım gelir. Fakat bu vakıfda vasiyet mahiyeti de bulunduğundan bundan dönmesi de caiz olur. Dönmediği takdirde ise ölümünde terikesinin üçte birinden muteber olur.
"Şu arazimi ölümümden sonra vakfettim" ifadesi vasiyet sayılıp, bundan dönme bulunmayınca terikesinin üçte birinden sahih olur.
"Vefatından sonra vakfedilmesini vasiyet etmek" de bu hükümdedir.
"Şu mülküm sadakadır" yahut "şu mülkümü fakirlere tesadduk ettim" ifadeleri nezir sayılır. Bundan dolayı bu mülkün kendisi veya kıymeti fakirlere tesadduk edilse nezir yerine getirilmiş olur. Tesadduk edilmezse vârislere intikâl eder.
"Şu mülküm hayır cihetine veya iyilik cihetine sadakadır" ifadesi de vakıf olmayıp nezirdir. Fakat "şu mülküm sadakadır" ifadesine "satılamaz", "bağışlanamaz", "mirâs olmaz" ifadeleri ilave edilirse, fakirler için vakıf yapılmış olur.
"Şu hanem vakfedilmiş ebedi sadakadır" ifadesi İmam-ı Azam'a göre nezir sayılır. Gelirini tesadduk lâzım gelir. Sonra varislere intikal eder. İmam Muhammed'e göre de mütevelliye teslime muhtaç olur, teslim edilince bir vakıfı lâzım olmuş olur. İmam Ebû Yusuf'a göre; mütevelliye teslim edilmese de mücerred söz ile vakıf gerçekleşmiş olur.
"Şu mülkümün gelirinden her ay şu kadar ekmek alıp fakirlere dağıtınız" denilse, o mülk vakıf olmuş olur.
"Şu hanemi fülan mescidin tamirine vakfettim" ifadesi ile bu hane İmam Ebû Yusuf'a göre o mescide vakfedilmiş olur. İmam Muhammed'e göre; bu vakıf sahih olmaz. Bazı fukaha: "Bu vakıf ittifakla sahih olur." demişlerdir. Muhtar olan kavil de budur. Mütevelli bu hanenin gelirini tamirden başka bir şeye sarf edemez. Muhit, Bahır, Haniyye, Münteka, Hidâye, Hindiyye.
METİN
Bir ay veya bir sene gibi muvakkat olarak yapılan bir vakıf, ittifakla batıl olur. Bundan dolayı bir kimse bir mülkünü muayyen bir şahsa vakfetse, o şahsın ölümünden sonra vakfeden kimsenin vârislerine intikal eder. Bu kavil ile fetva verilir. Dürer, Fetih.
Şârih der ki: Hâniyye'de: "Muvakkat olan bir vakıf mutlak surette sahihdir." diye zikredilmiştir. Bunu Şürunbulâli de ikrar etmiştir.
Bir vakıf tamam ve lazım olunca sahibinin mülkü olmaz. Başka bir kimseye mülk, âriyet ve rehin olarak verilmez.
= Kitap vakfedenin âriyet olarak ancak rehinle verilmesini şart kılması =
Kitaplarını vakfeden kimse, kütüphanesinden kitaplarının rehinle çıkarılmasını şart kılsa bu şartı batıl olur.
= Bir kimse bir hanede bir müddet oturduktan sonra o hânenin vakıf olduğu ortaya çıksa, oturduğu müddetin kirasını vermesi kendisine lâzım olur =
Bir hâneyi satın alan veya kendisine rehin olarak verilen kimse, bir müddet oturduktan sonra o hanenin vakıf veya bir çocuğa aid olduğu ortaya çıksa, oturduğu müddetin ecr-i mislini vermesi lazım gelir. Kınye.
= Vakıf bir araziyi hak sahiblerinin aralarında nöbetleşe kullanmaları =
Ortak bir vakıf hak sahipleri arasında taksim edilmeyip, onda nöbetleşe tasarruf da bulunurlar. İmameyn'e göre; eğer taksim, vakfeden ile ortağı yahut başka bir vakfeden yahut onun mütevellisi arasında olup vakıf cihetleri ayrı olursa taksim edilir. Kariü'l-Hidâye.
Bir kimse bütününe mâlik olduğu bir mülkün yarısını vakfetse, hâkim onu vakfedenin rızasıyla taksim eder. Vakfeden kimse öldükten sonra vakfedilen kısım vârislerine intikal eder. Hâkim, yarısı vakfedilen mülkü ikiye taksim edip şübheden uzak olması için kur'a çeker. Vârislerin kendilerine düşen kısmı satmaları câizdir. Kariü'l-Hidâye sahibi bununla fetva vermiştir.
Bir vakıf kendilerine vakfedilenler arasında ittifakla taksim edilmez. Çünkü onların hakları vakfedilen mülkün aynında olmayıp gelirindedir. İbn-i Nüceym Fetavasında bu kavil ile fetva vermiştir. Kariü'l-Hidaye sahibi de "Mezhebin muhtar olan kavil budur." demiştir. Bazı fukahaya göre, bir vakfın kendilerine vakfedilenler arasında taksim edilmesi caizdir. Fakat bu kavil, icmâa muhâlif olduğundan zayıftır.
Vakıf olan bir hanede, kendilerine vakfedilenlerden bazıları oturup bazıları yer bulamadıkları için oturamasalar, artık oturamayanlar oturanlardanücret isteyemezler ve onlara "sizin oturduğunuz müddet kadar biz de oturacağız" diyemezler. Çünkü muhâyât (nöbetleşe oturmak) ancak hâkimin kararından sonra olur. Fakat kendilerine vakfedilen iki kimseden birisi vakıf olan hanenin hepsini diğerinden izinsiz zorbalıkla kullansa -her ne kadar o hane onların oturmaları için vakfedilmiş olsa bile- kendisine ortağının ücretini vermesi lâzım gelir. Ama iki kimse arasında ortak olan bir hanede birisi diğerinden izinsiz otursa - o hane kiraya verilmek için hazırlanmış olsa bile- kendisine diğer ortağının ücretini vermesi lazım gelmez.
Şârih der ki: Kendisinde oturulan hanenin bir kısmı mülk, bir kısmı vakıf olursa oturana diğer ortağının ücretini vermesi lâzım gelir. Gasb Bahsinde gelecektir.
İZAH
"İttifakla bâtıl olur ilh..." Yani bir kimse bir mülkünü bir ay veya bir sene müddetle vakfetse bakılır: Eğer tayin ettiği vakitten sonra vakfından döneceğini şart koşarsa bu vakıf ittifakla bâtıl olur. Eğer tayin ettiği vakitten sonra vakfından döneceğini şart koşmazsa Hassaf'a göre, yine vakıf batıl olur. Hilal'e göre ise bu vakıf sahih olur.
İs'af'da zikredilmiştir ki: Hilâl b. Yahya'ya göre bir kimse benim ölümümden sonra "şu mülküm bir sene müddetle vakfedilmiş bir sadakadır" dese bu mülk ebedi olarak vakfedilmiş olur. Eğer "bir sene geçtikten sonra vakıf bâtıldır" derse bu takdirde şart kıldığı gibi o mülkün geliri bir sene fakirlere sarf edilir ve mülk vârislerinin mülkü olur. Çünkü vakfın bâtıl olmasını şart kılmasıyla ölümünden sonraya nisbet ettiği vakıf lâzım olmaktan çıkıp sırf vasiyet olmuş olur.
"Bir kimse bir mülkünü muayyen bir şahsa vakfetse ilh..." Yani muayyen bir şahsa vakıf "sadaka" lâfzıyla yapılırsa meselâ: Bir kimse "şu mülküm fülan şahsa vakfedilmiş bir sadakadır" derse, bu vakıf sahih olur. O şahıs öldükten sonra o mülkün geliri fakirlere sarf edilir. Metinde "o şahsın ölümünden sonra o vakıf vakfeden kimsenin vârislerine intikal eder" diye zikredilen kavil muhakkık âlimlerin kavillerine muhâlifdir.
"Hâniyye'de ilh..." Yani Hanîyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse şu hanemi bir gün" veya "malûm olan bir vakit" veya "bir ay müddetle vakfettim" deyip bu ifadesi üzerine bir şey ilave etmese, bu vakıf câiz olur.
Ben derim ki: Dürer'in ibaresi; "bir mülkünü muvakkat bir müddetle vakfeden kimsenin tayin ettiği müddetten sonra vakfından döneceğini şart kılması" mânâsına hamledilmelidir. Bu takdirde Hâniyye'de zikredilen Dürer'de zikredilene muhâlif olmaz. Çünkü Hâniyye sahibi de "bu ifadesi üzerine bir şey ilave etmezse "kavliyle" vakfeden kimsenin tayin ettiği müddetten sonra vakfından döneceğini şart kılmamasını" murad etmiştir. Bundan sonra Haniyye sahibi şöyle devam etmektedir: "Bir kimse; şu arazim bir ay müddetle vakfedilmiş bir sadakadır. Bir ay geçtikten sonra vakıf bâtıldır." dese bu vakıf ittifakla bâtıl olur. Çünkü vakfın ebedi olarak yapılması şarttır. Bundan dolayı muvakkat olan bir vakıf câiz olmaz.
"Bir vakıf tamam ve Iâzım olunca ilh..." Yani İmam-ı Azam'a göre yukarıda geçen dört yoldan biriyle, İmam Ebû Yusuf'a göre vakfedenin mücerred sözüyle, İmam Muhammed'e göre bir mütevelliye teslim edilmekle bir mülkün vakfı tamam ve lazım olunca mâlikinin mülkünden çıkar, başkasının mülküne girmez. Tahsis edildiği cihete yani âmmenin menfaatine ait olup, hassaten mülkü ilâhi hükmünde bulunur. Bundan dolayı vakıf bir mal başkasına mülk ariyet ve rehin olarak verilemez. Hanelerini gelir getirmeleri için vakfeden bir kimsenin o hanelerinden birinde herhangi bir şahsı kirasız oturtması câiz olmaz.
Vakıf bir malın rehin verilmesi sahih değildir. Çünkü rehin, alınacak bir hak karşılığında bir malın hapsedilmesidir. Hatta rehin telef olsa alacaklı - rehin, alacağı hakkına eşit ise - hakkını almış olur. Rehnin telef olmasıyla alacaklının hakkını alması ise ancak rehin verilen şeyin mülk olarak verilmesi mümkün olan şeylerde olur. Halbuki vakıf bir malın mülk olarak verilmesi mümkün değildir. Çünkü vakıf ariyet alanın yanında emanet olduğundan ödenmez.
"Kitaplarını vakfeden kimse ilh..." Eşbâh'ın "el'kavlü fiddeyn" Bahsinin "Fer'i"nde İmam Sübkî'ye nisbet edilerek zikredilmiştir ki; son zamanlarda kitap vakfedenin "kitaplarını ancak rehin karşılığında verilsin yahut asla kitaplarım yerinden çıkartmasın" diye ortaya yeni bir şart çıkmıştır. Bu hususta ben derim ki: Bu kitapların rehin verilmesi sahih olmaz. Çünkü bunlar kendilerine vakfedîlenlerin elinde emanettir, ödenmeleri lâzım değildir. Bu kitaplara ariyet denilmez. Onları alan vakıf ehlinden ise, bu kitaplarla faydalanmaya hakkı olur. Kitap elinde emanet kalır. Kitap (karşılığında rehin alınmasının şart koşulması fasiddir. Kitap karşılığında rehin verilirse, verilen fasid olur; bu rehin kütüphane memurunun elinde emanet olur. Bu, rehin ile şer'î rehin murad edildiğine göredir. Eğer rehin ile lügat mânâsı yani rehin alınmakla verilen kitabın hatırlanması murad edilirse, bu takdirde kitabın rehin karşılığında verilmesi şartı sahih olur. Çünkü bu doğru bir şeydir. Vakfeden tarafından rehnin şer'i veya lûgavî mânâlarından hangisinin murad edilmiş olduğu bilinmediği takdirde lûgavî manasının murad edilmiş olduğuna hamlolunur. Kitaplarını vakfeden kimse "kitapları kütüphaneden okunmak için alınırken kitabın dışarı verildiğini hatırlatacak bir şeyin alınan kitabın yerine bırakılması lâzımdır" diye şart koşarsa bu şart sahih olur. Çünkü vakfeden kimse, kitaplardan faydalanmak için alınan kitabın yerine bir şeyin bırakılmasını şart koşmuştur. Kitabın yerine bırakılan şeye "rehin" denilmez, onu sahibi alabilir. Kütüphane memuru da ondan verilen kitabın getirilmesini ister. Kitabın yerine bırakılan şey için rehin hükmü sabit olmaz, o şey satılamaz. Kitabı alan kimsenin kusuru olmadan aldığı kitap telef olursa bıraktığı şey kitabın bedeli de olmaz.
"Oturduğu müddeti ecr-i mislini vermesi lâzım gelir ilh..." Müteahhirin âlimlere göre, vakfa veya yetime aid gayr-i menkûl bir mülkün menfaati ödenir. Bundan dolayı Kınye'de: "Bir kimse bir hanede kendi mülkü olduğunu iddia ederek senelerce oturduktan sonra o hanenin vakıf olduğu ortaya çıksa, oturduğu müddetin kirasını vermesi kendisine lâzım gelmez." diye zikredilen kavil zayıftır. Bahır sahibi -is'âf'da beyân edildiğine göre-: "Kiranın lâzım olmaması mutekaddimin âlimlerin kavlidir. Kiranın lâzım olması müteahhirin âlimlerin kavlidir." demiştir.
"Hak sahipleri arasında taksim edilmeyip ilh..." Yani bir kimse ortak olduğu bir mülkteki hissesini vakfedip, bir hâkim tarafından ortak bir mülkün vakfının câiz olduğuna dair hüküm verildikten sonra ortaklardan birisi o mülkün taksimini istese İmam-ı Azam'a göre, taksim edilmeyip nöbetleşe kullanılır. İmameyn'e göre, taksim edilir. Bir arazi muayyen bir cemaate vakfedilip o cemaat aralarında anlaşır ve her biri o arazinin bir parçasını kendi nefsi için ekip biçerse bakılır: Eğer her sene ekip biçtikleri parçaları birbiriyle değiştirirlerse, bu şekilde bölme hakiki taksim olmadığından câiz olur ve bunu iptal edebilirler. Eğer ekip biçtikleri parçaları her sene birbirleriyle değiştirmezlerse bu hakiki taksim olduğu için câiz değildir,
= Vakıf bir hanenin kendisinde hakkı olanlara dar gelmesi beyanında =
Bir kimse bir hanesini vakfedip o hanede çocuklarının ve torunlarının oturmalarını şart kılsa, onlardan birisi hayatta bulunduğu müddetçe oturma hakkı onlara aid olur. Onlardan bir kimse hayatta kalıp o hanenin tamamını veya kendisinden artan kısmını kiraya vermek istese kiraya veremez. Çünkü kendisine tanınan hak oturmasıdır; kiraya vermesi değildir. Vakfeden kimsenin çocukları çok olup hane onlara dar gelse o haneyi kiraya veremezler. Ancak hane onların adedlerine göre oturulacak kısımlara ayrılır. Onlardan biri ölünce onun oturma hakkı hayatta olanlara kalır.
Vakfeden kimsenin erkek ve kız çocukları olup; erkek çocuklar zevceleriyle beraber, kızlar da kocalarıyla beraber oturmak isteseler bakılır: Eğer hanenin müstakil odaları bulunursa beraber oturmaları câizdir. Hane bir olup onu aralarında kısımlara ayırmak da mümkün olmazsa hane de ancak vakfedenin oturmasını şart kıldığı kendi erkek ve kız çocukları oturabilir. Bundan anlaşılmıştır ki; o hanede vakfedenin çocuklarından bir kısmı oturup bir kısmı yer bulamadıkları için oturamasalar, oturamayanlar oturanlardan kira alamazlar. İsterlerse onlar da oturanlarla beraber otururlar. Eğer hane onlara dar gelirse canı sıkılan çıkar.
"Taksim edilir ilh..."
=Ortak bir mülkü vakfedenin ortağı ile beraber taksim etmesi beyanında=
Bir kimse ortak bir mülkteki hissesini vakfettikten sonra ortağı ile beraber o mülkü taksim etseler kendisine düşen hisseyi ikinci defa vakfetmesi lâzım gelmez. Çünkü taksim etmek vakfedilen hisseyi tayin etmek içindir. Fakat ihtilâftan kurtulmak isterse kendisine düşen hisseyi ikinci defa vakfeder.
= Bir kimsenin ortak arazilerde vakfetmiş olduğu hisselerini bir arazide toplaması beyanında =
Zahîriyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; bir kimse kendisi ile başka bir şahıs arasında ortak bulunan arazi ve hanelerdeki hisselerini vakfettikten sonra ortağı ile o mülkleri taksim edip arazideki hisselerine bir yerde, hanelerdeki hisselerini bir hanede toplamak istese, İmam Ebû Yusuf ile Hilâl'in kavline göre bu câizdir.
= Taksimde fazla para konsa, vakfedenin o parayı vermesinin sahih olup almasının sahih olmaması beyanında =
Bir arazi veya bir hanenin taksiminde hissenin birisi diğer hisseye nisbetle daha kıymetli olduğu takdirde eşitliği temin için kıymeti fazla olan hîssenin kıymetçe fazlalığına karşılık para konur: Eğer kıymeti fazla olan hisse ortağına düşerse vakfedenin o parayı alması câiz olmaz. Çünkü vakfeden kimse vakfettiği hissesinin bir kısmını para karşılığında satmış sayılır. Eğer kıymeti fazla olan hisse vakfeden kimseye düşerse ortağının o parayı alması câiz olur. Çünkü vakfeden kimse para karşılığında ortağının hissesinin bir kısmını satın alıp vakfetmiş sayılır.
"Vakıf cihetleri ayrı olursa ilh..." Yani iki vakıfdan her birinin vakıf cihetleri ayrı olursa taksim edilir. Fakat bu ibare İs'âfın ibaresine muhaliftir.
= Bir arazinin yarısı vakfedildikten sonra diğer yarısı da vakfedilse iki vakıf olmuş olur =
İs'âf'ın ibâresi şöyledir: Bir kimse bir arazisinin yarısını bir cihete vakfedip ona mütevelli olarak Zeyd'i tâyin ettikten sonra aynı arazinin diğer 'kısmını da aynı cihete veya başka bir cihete vakfedip ona mütevelli olarak da Amr'i tâyin etse, Zeyd ile Amr'in o araziyî taksim edip her birinin arazinin yarısını alması câiz olur. Bu suretle her biri mütevelli tâyin edilmiş olduğu kısmı elinde bulundurmuş olur. Çünkü o arazinin her bir yarısı ayrı ayrı vakfedilince -gelirlerinin sarf edileceği cihet bir olsa bile- iki vakıf olmuş olur. Nitekim o arazi iki kimse arasında ortak olup ortaklardan her biri arazideki hisselerini vakfetmiş olsalardı, iki vakıf olmuş olurdu.
"Kendisine ortağının ücretini vermesi lâzım gelir ilh..." Çünkü o kimse vakfı zorbalıkla kullandığı için gasbetmiş olur. Vakfın menfaatları ise muhtar olan kavle göre ödenir, önce zikredilen meseledeki oturanlar gasbedici olmadıklarından vakfın menfaatını ödemeleri lâzım gelmez.
METİN
= Mescidin hükümleri beyanında =
Dört yoldan biriyle yapılan bir vakıf lâzım ve sabit olur. Üç yol yukarıda zikredilmiştir.
Dördüncü yol: Bir kimse bir mescid veya bir namazgâh yapıp onu yoluyla beraber kendi mülkünden ayırsa, o mescid veya namazgâhın vakfı lâzım olup o kimsenin mülkünden çıkmış olur.
İmam Ebû Yusuf'a göre: Vakfeden kimsenin sadece "ben bunu mescid kıldım" demesiyle o mescidin vakfı lâzım olup o kimsenin mülkünden çıkmış olur.
İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre; mescidin içinde cemaatle namaz kılınması da şarttır. Bazı fukahaya göre, o mescidin içinde bir kimsenin namaz kılması kafidir. Haniyye sahibi: "Bazı fukahanın zikrettiği kavil zahir rivayettir." demiştir.
FER'İ BİR MESELE : Bir mahalle halkı mahalle mescidini yıkıp evvelkinden daha sağlam yapmak isteseler bakılır: Eğer yapan kimse mahalle halkından ise buna ruhsat verilir. Mahalle halkından değil ise buna ruhsat verilmez. Bezzaziyye.
Mescidin faydası için altına serdab (sıcaktan serinlenmek için girilen yer altı odası) yapılması caizdir. Nitekim Kudüs'deki Mescid-i Aksâ'da vardır. Serdab mescidin faydası için yapılmazsa yahut mescidin üstüne ev yapıp mescidin kapısını yola çevirerek mescidi mülkünden ayırsa o mescid, mescid olmaz. O mescidi satması câiz olur. O mescid, mirâs olarak vârislerine kalır. İmameyn'e göre; o mescid, mescid olmuş olur. Nitekim bir kimse hanesinin ortasında mescid yapıp orada namaz kılınmasına izin verirse, o mescid, mescid olmuş olmaz. Fakat o mescidin yolunu ayırırsa mescid olmuş olur. Zeylai.
FER'İ BİR MESELE : Eğer bir mescidin üstüne imam için ev yapılmış olsa, bu ev mescidin faydası için olduğundan mescidin olmasına zarar vermez. Ama mescidin olması vakfedenin "bunu vakfettim" sözüyle veya içinde namaz kılınmakla tamam olduktan sonra mescidi vakfeden kimse üstüne bina yapmak istese buna ruhsat verilmez. Hatta mescidi yaparken üstüne bina yaptırmak niyetindeydim dese sözünde tasdik edilmez. Vakfeden kimse mescidin üstüne bina yapmaktan men edilince başkaları evleviyetle men olunur. Mescidin üstüne yapılan her ne kadar mescidin duvarlarının üstüne yapılsa bile binanın yıkılması vâcib olur. Mescidin üstüne yapılan binayı mescid için irad getiren vakıf veya oturma yeri yapmak câiz değildir. Bezzaziyye.
İZAH
"Bir kimse bir mescid ilh..." Bilmiş ol ki: İmam Muhammed'e göre; bir vakfın vakıf olarak lazım ve sabit olması için o vakfın mütevelliye teslim edilmesi şarttır. Fakat bir mescidin vakfının lâzım olması için mütevelliye teslim edilmesi şart olmayıp o mescidin yoluyla beraber vakfedenin mülkünden ayrılmış olması ve içinde cemaatle namaz kılınması şarttır.
İmam-ı Azam'a göre; bir mescidin mescid olduğuna dair hakim tarafından hükmedilmese bile vakfeden kimse mescidi yoluyla beraber mülkünden ayırıp içinde cemaatle namaz kılındığında o mescid vakıf olmuş ve vakfedenin mülkünden çıkmış olur. Dürer.
"Veya bir namazgâh ilh..." Namazgah: Cenaze namazı kılınan yere ve bayram namazı kılınan yere şâmildir. Bazılarına göre, namazgâh mescid olmuş olur. Hatta bu namazgâhı vakfeden öldüğü zaman o yer vârislerine mirâs olarak intikal etmez. Bazılarına göre; cenaze namazı kılınan yer mescid hükmünde olmuş olur. Fakat bayram namazı kılınan yer mutlak surette mescid olmuş olmaz. Ancak oradan imama uymanın sahih olması hususunda orası mescid hükmünde sayılır. Bazılarına göre bayram namazı kılınan yer namaz kılınırken mescid olur. Başka zaman mescid sayılmaz. Hâniyye, İs'âf.
"Mülkünden ayırsa ilh..." Yani bir kimse bir mescidi vakfedip yoluyla beraber mülkünden ayırıp içinde cemaatle namaz kılınınca ihtilafsız o mescid, mescid olmuş olur.
Ben derim ki: Zahîre'de: "Bir kimsebir mescid yapıp içinde cemaatle namaz kılınması için izin verdiğinde o mescid, mescid olmuş olur." diye zikredilmiştir.
Kınye'den naklen Nehir'de zikredilmiştir ki; bir kimse hanesinin ortasında mescid yapıp insanların oraya girip namaz kılmaları için izin verirse bakılır: Eğer o mescidin yolunu ayırırsa üç imamımıza göre o mescid, mescid olmuş olur. O mescide yol ayırmazsa İmam-ı Azam'a göre o yer mescid olmaz. İmameyn'e göre mescid olur. Yol ayırmasa bile, yol mescidin hakkıdır. Nitekim bir kimse arazisini kiraya verip yolunu ayırmasa yol kendiliğinden ayrılmış olur.
Kuhistânî'de zikredilmiştir ki; bir mescidin vakıf olabilmesi için vakfedenin mülkünden her cihetle ayrılmış olması lâzımdır. Bundan dolayı bir mescidin altında veya üstünde vakfedene aid dükkanlar bulunsa, bu mescid vakfedenin mülkünden çıkmış olmaz. Çünkü o mescide kul hakkı teallûk etmektedir.
T E N B İ H : Bahır sahibi: "Hâvi'nin kelâmından anlaşıldığına göre mescidin arsasının mescidi yapanın mülkü olması şarttır." demiştir. Fakat Tarsûsî; "Binanın vakfının câiz olduğuna göre, kiralanmış bir arsa üzerine mescid yapılması da câizdir." demiştir. Fetâvây-ı Hayriyye sahibine "çadırdan mescid yapılsa mescid olur mu?" diye sorulmuş, o da "mescid olmaz" diye fetva vermiştir.
"İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre ilh..." Yani İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre vakfedilen bir mülkün teslim edilmesi lâzımdır. Her vakfın teslimi de vakfedildiği cihete göredir. Vakfedilen kabristanın teslimi bir kişinin olsun oraya defnedilmesiyledir. Vakfedilen bir çeşmenin teslimi bir kişinin olsun ondan su içmesiyledir. Vakfedilen bir hanın teslimi orada bir kişinin olsun misafir olmasıyladır. Vakfedilen bir mescidin teslimi ise içinde bir kere olsun ezan ve ikametle ve cehren cemaatle namaz kılınmasıyladır.
Fetih'de zikredilmiştir ki; yeni vakfedilmiş bir mescidde bir kimse hem imam hem müezzin olup tek başına namaz kılsa, ittifakla o mescidin vakfı lâzım ve sâbit olmuş olur. Çünkü bu şekilde kılınan namaz cemaatle kılınmış gibi olur.
Bilindiği gibi bir mescidin içinde kılınan namaz mescidin teslim edilmesi yerine geçmektedir. Buna göre bir mescid mütevelliye teslim edilince içinde namaz kılınmış olmasa bile o mescidin vakfı lâzım ve sabit olur. Esah olan kavil budur.
Keza yeni vakfedilen bir mescid hâkime veya naibine teslim edildiğinde yine o mescidin vakfı lâzım ve sabit olmuş olur.
"Mescidin içinde ilh..." Yani bazı fukahaya göre yeni vakfedilen bir mescidin içinde bir kimse namaz kılsa, o mescidin vakfı lâzım ve sabit olmuş olur. Fakat vakfeden kimse tek başına namaz kılsa, sahih olan kavle göre o mescidin vakfı lâzım ve sabit olmaz. Çünkü bir mescidin vakfının lâzım ve sabit olması için, içinde namaz kılınmasının şart olması âmme namına teslim alınması içindir. Vakfedenin mescidi kendi nefsi için teslim alması kifayet etmediği gibi içinde tek başına namaz kılması da kifayet etmez.
"Eğer yapan kimse mahalle halkından ise ilh..." Bu ifadeden mescidi ilk defa yapan kimsenin mahalle halkından olması anlaşılmaktadır. Halbuki mescidi ilk defa yapan kimsenin mahalle halkından olması şart değil, mescidi yıkıp daha sağlam yapmak isteyen kimsenin mahalle halkından olması şarttır.
Hindiyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse yapılmış bir mescidi yıkıp daha sağlam yapmak istese buna müsaade edilmez. Fakat yıkılmasından korkulursa, onu yıkıp yeniden yapmasına müsaade edilir.
Yıkılmasından korkulan bir mahalle mescidinin banisi o mahalle halkından olmazsa mahalle halkı o mescidi yıkıp yeniden yaparlar, hasırlarını ve kandillerini değiştirirler. Bunları kendi paralarıyla yaparlar. Hâkimden izinsiz o mescidin parasını sarf edemezler. İçmek ve abdest almak için havuzlar yaparlar. Yıkılmasından korkulan bir mescidi o mahalle halkının yapması, o mescidin bânisi bilinmediğine göredir. Eğer bânisi bilinirse onun yapması evlâdır. Bir mescidin banisinin vârisleri, o mahalle halkının o mescidi yıkıp genişletmelerine mâni olamazlar. Mahalle halkı mescidin kapısını başka tarafa çevirebilirler. Hâniyye.
Câmiu'l-Fetâvâ'da zikredilmiştir ki; içinde namaz kılınmayan bir mescidin yıkılıp onun malzemesiyle başka bir yerde mescid yapılması caizdir. Bânisi bilinmeyen bir mescidin satılıp parasının başka bir mescide sarf edilmesi de câizdir:
Ben derim ki: Hindiyye'nin İhyâu'l-Mevât (sahipsiz yerlerin ihyası) bahsinin birinci babının sonunda zikredilmiştir ki; bir kimse bir mescidde kuyu kazmak istese, eğer kuyunun mescide bir zararı olmayıp bilakis faydası olursa, kazmasına müsaade edilir.
"Mescidin üstüne ev yapıp ilh..." Yani vakfeden kimse mescidin üstüne ev yapmış olursa bakılır: Eğer o ev, mescidin faydası için yapılmışsa o mescid vakıf olmuştur. Mescidin faydası için yapılmamışsa o mescid, vakıf olmuş sayılmaz.
Velhasıl: Bir mescidin mescid olabilmesi için, mescidin altının ve üstünün mescid olması şarttır. Çünkü bir mescidden kul hakkının kesilmiş olması lâzımdır. Nitekim Allah Teâlâ'nın :
"Hakikatda mescidler Allah'ındır." (Cin suresi, ayet: 18) Kavl-i kerimi de bunu nâtıkdır. Fakat mescidin faydası için vakfedilmiş, mescidin altında veya üstünde bulunan bina, mescidin mescid olmasına zarar vermez.
METİN
= Mescidin veya başka bir vakfın harap olması beyânında =
Bir mescidin etrafı harab olup kendisine muhtaç olunmasa İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf'a göre, o mescid kıyamete kadar mescid olarak bâki kalır. İmam Muhammed'e göre, bânisi hayatta ise bânisinin, hayatta değil ise vârislerinin mülküne intikal eder. İmam Ebû Yusuf'dan diğer bir rivâyete göre, hakimin izniyle o mescidin enkazı başka bir mescide nakil olunur. Kendisine muhtaç olunmayan bir mescidin otları ile hasırlarında da aynı ihtilâf vardır. Kezâ kendisine muhtaç olunmayan kervansarayla kuyuda da aynı ihtilâf mevcuddur.
= Bir mescidin veya her hangi bir vakfın enkazının nakli beyanındaki=
Kendisine muhtaç olunmayan mescidin, kervansarayın, kuyunun ve havuzun vakıfları kendilerine en yakın olan mescide, kervansaraya, kuyuya ve havuza sarf olunur. Bu İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'un kavline göredir. Dürer.
Yine Dürer'de zikredilmiştir ki; bir kimse bir mülkünü fakirlere vakfedip mütevelliye teslim ettikten sonra "filan ve filan kimselere o mülkün gelirinden şu kadar meblağ verilsin" diye emretse, bu emri sahih olmaz. Çünkü mütevelliye teslim edip vakıf olarak tescil edilmiş olduğundan mülkünden çıkmıştır. Eğer o mülk vakıf olarak tescil edilmeden önce emrederse, emri sahih olur. Fakat Müeyyid Zâde Fetavasında zikredilmiştir ki; vakıf tescil edilmiş olsa bile vakfeden kimsenin vakıf şartlarından dönmesi câizdir.
İki vakfın, vakfeden ile vakfedilen cihetleri bir olup, vakıflardan birinin harab olması sebebiyle kendilerine vakfedilenlerden bazılarının hisseleri azalsa, hakimin harab olmayan vakfın fazla olan gelirinden hissesi azalmış olanlara sarf etmesi câiz olur. Çünkü o iki vakıf bir vakıf gibidir. Eğer iki vakfın vakfeden ile vakfedilen cihetten birisi değişik olup meselâ; iki kimse iki mescid veya bir kimse bir mescid ile bir medrese yaptırıp bunlara mülkünü vakfetse, hâkim bu vakıflardan birinin gelirini diğerine sarf edemez.
= Gayr-i menkul mallara tebaan menkul malların vakfının caiz olması beyanında =
Bir kimse çiftliğini öküzleriyle, çiftlikte çalışan köleleriyle ve ekim âletleriyle beraber vakfetse, çiftliğe tebaan menkul (taşınılabilen) malların da vakfedilmesi istihsânen sahih olur. Kervansaraya misafir olanlara hizmet etmesi için köle vakfedilmesi câizdir. O kölenin nafakası ve cinayeti vakfın malından verilir. O vakıf köle kasden öldürülürse katili kısas edilmeyip kölenin kıymetini vermesi vâcib olur. Alınan kıymet ile öldürülen kölenin yerine başka bir köle satın alınır.
= Vakfedilmiş olarak bir malın vakfının sahih olduğuna hüküm verilmesi beyânında =
Taksim edilmesi mümkün olan ortak bir maldaki hissenin vakfının câiz olduğuna dair hüküm verilirse, o ortak maldaki hissenin vakfı sahih olmuş olur. Çünkü bu mesele, ihtilâf edilen meselelerdendir. Bundan dolayı Hanefî mezhebine bağlı bir hâkimin taksimi mümkün olan ortak bir maldaki hissenin vakfının sahih veya batıl olmasıyla hüküm vermesi câizdir.
Bir meselede sahih iki kavli bulunduğu takdirde bu iki kavilden hangisiyle fetva veya hüküm verilse caiz olur. Bahır.
İZAH
"Bir mescidin etrafı harab olup ilh..." Yani mescid sağlam olduğu halde etrafında olan haneler ve dükkanlar harab olup kendisine ihtiyaç kalmasa yahut bir mescid harap olup tamir edilmesi için geliri bulunmaz da başka mescid yapılmış olduğundan insanların o harap mescide ihtiyacı kalmazsa, İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre o mescid, mescid olarak kıyamete kadar bâki kalır. O mescide mîrasçı olunmaz. O mescid yıkılıp enkazı ve eşyası başka mescide taşınamaz. Fetih.
"İmam Muhammed'e göre ilh..." Yani İmam Muhammed'e göre bir mescide ihtiyaç kalmadığı takdirde o mescid bânisinin veya varislerinin mülküne intikal eder.
Bir vakıf yıkılıp tamir etmek için geliri bulunmadığı takdirde İmam Muhammed'e göre o vakıf vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder. İmam Ebu Yusuf'a göre intikal etmez. Fakat İmam Muhammed'e göre o vakfın vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal edebilmesi için o vakıfdan hiç bir suretle faydalanmak mümkün olmadığına göredir. Mesela vakıf olan bir dükkan yanıp hiç bir surette kiraya verilemez bir hale gelse yahut bir kervansaray veya bir mahalle havuzu harap olup tamir edilecek gelirleri bulunmasa vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder. Ama gelir getirmesi için vakfedilmiş bir vakıf yıkıldığında o vakıfın kendisi vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal etmeyip enkazı intikal eder. Yeri vakıf olarak kalıp az bir ücretle de olsa kiraya verilir. Kervansaray ve benzeri vakıflar böyle değildir. Çünkü onlar içinde kalınması için vakfedilmiştir. Yıkıldığı zaman içinde kalınması mümkün olamayacağından vakfedenin mülküne intikal eder. Ama gelir getirmek için vakfedilmiş olan bir hane harap olduğunda enkazı temizlenip arsası bina yapacak veya ağaç dikecek bir kimseye az bir ücret karşılığında olsa bile kiraya verilebilir.
"İmam Ebû Yusuf'tan diğer bir rivayete göre ilh..." İs'afda zikredilmiştir ki; bir mescid ve etrafındaki haneler harap olup insanlar oradan dağılsalar, İmam Ebû Yusuf'a göre o mescid vakfedenin mülküne intikal etmez; hakimin izniyle enkazı satılıp parası başka bir mescide sarfolunur.
"Bir mescidin otları ilh..." Yani bir mescidin hasırlarına, kandillerine ve hasır yerine serilen otlarına ihtiyaç kalmadığında İmam Muhammed'e göre bunlar vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder. İmam Ebû Yusuf'a göre başka bir mescide naklolunur.
Bahır'da zikredilmiştir ki; fetva mescidin hasırı, kandili, süpürgesi gibi aletleri hususunda İmam Muhammed'in kavline göre, mescidin ebedi olması hususunda ise İmam Ebû Yusuf'un kavline göredir.
"Kervansaray ilh..." Bundan murad fakirler için yapılmış imarethaneler, tekkeler, yolcular için yapılmış kervansaraylardır. Bir kervansaray veya bir kuyu kendisinden hiç bir suretle istifade edilemeyecek şekilde harab olsa, İmam Muhammed'e göre vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder. İmam Ebû Yusuf'a göre intikal etmez.
"Kendilerine en yakın olan mescide, kervansaraya ilh..." Yani harap olup kendisine muhtaç olunmayan bir mescidin vakıfları kendisine en yakın olan mescide sarf olunur. Kervansaraya, havuza, kuyuya sarf olunmaz. Buna göre kendisine muhtaç olunmayan kervansaray, havuz, kuyu gibi şeylerin vâkıfları da kendilerinin cinsinden olanlara sarf olunur. Başka cinsten olanlara sarf olunmaz.
Hâniyye'de zikredilmiştir ki; İmam Ebû Şücâ: "Yolun değişmesiyle yolcuların muhtaç olmadığı bir kervansarayın vakfının geliri kendisine en yakın olan kervansaraya sarf olunur. Nitekim bir mescid harap olup kendisine ihtiyaç kalmadığında hâkime bildirilir. Hâkim de o mescidin kerestesini satıp parasını başka bir mescide sarf eder." demiştir.
Bazı fukahaya göre kendisine ihtiyaç kalmayan kervansaray, vakfedenin veya vârislerinin mülküne intikal eder. Keza, ammeye aid olan havuz harap olduğunda o da vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder.
Zahîre'de zikredilmiştir ki; Şemsü'l-eimmeti'l-Hulvânî'ye "Bir mescid veya bir havuz harap olup etrafındaki insanlar dağıldığı için kendisine ihtiyaç kalmasa, hâkimîn onların vakıflarını başka bir mescid veya başka bir havuza sarf etmesi câiz olur mu?" diye sorulmuş, o da "câiz olur" diye cevap vermiştir. Kınye'den naklen Bahır'da da böyle zikredilmiştir.
Ben derim ki: İmam Ebu Şüca ile İmam Hulvânî'nin fetva verdikleri gibi bilhassa zamanımızda mescid, ribat veya havuz gibi bir vâkıfa ihtiyaçkalmadığında bunların malzemesi ve bunlara aid olan vakıflar başka bir mescide, ribata, havuza nakledilmelidir. Nakledilmediği takdirde bunların enkazını hırsızlar ve zorbalar alır, vakıflarını da mütevellileri veya başkaları yer. Bir de nakledilmediği takdirde bunun enkazına muhtaç olan diğer mescidin de harap olması lâzım gelir. Benden "Emevî Camiinin sahnını döşemek için Dımışk'da harap olmuş bir mescidin taşlarının nakledilmesi hususunda fetva istediler. "Ben de Şürunbulâli'ye tâbi olarak "nakledilmesi caiz değildir" diye fetva verdim. Sonra zorbaların o mescidin taşlarını kendi nefisleri için almış olduklarını duydum, vermiş olduğum fetvaya pişman oldum.
Fetavây-ı Nesefi'de zikredilmiştir ki; köy halkı göçüp mescitlerini harap olmaya bıraktıklarında bir kimse hâkimin emriyle o mescidin malzemesini satıp parasını başka bir mescide sarf edebilir.
"İki vakfın vakfeden ile vakfedilen ciheti bir olup ilh..." Bir mescidin, birisi tamiri diğeri imam ile müezzin için olmak üzere iki vakfı bulunup, imam ile müezzin için olan vakfın geliri az olduğundan durmasalar, eğer bu iki vakfı bir kimse vakfetmiş ise hâkim, mahalle halkının tasvipleri ile o mescidin tamiri için olan vakfının fazla gelirini imam ile müezzine sarf eder. Çünkü vakfedenin maksadı vakfını ihya etmektir. Bahır.
"Bu iki vakıftan birinin gelirini diğerine sarf edemez ilh..." Valvalciyye'de zikredilmiştir ki; bir mescidin çeşitli vakıfları bulunsa, mütevellinin o vakıfların gelirlerini birbirine katmasında, vakıflardan birisi harap olduğunda diğer vakıfların geliri ile onu tamir etmesinde bir beis yoktur. Çünkü vakıfların cihetleri her ne kadar ayrı olsa bile hepsi mescid için vakfedilmiş olduğundan manen birdir. Bezzâziye'de de böylece zikredilmiştir.
Remli Hayrüddin: "Vakıf olan iki haneden birisi, içinde oturulması için; diğeri de gelir getirmesi için vakfedilmiş olsa cihetleri ayrı olmuş olduğundan birisinin geliri diğerine sarf edilemez." demiştir.
"İstihsanen sahih olur ilh..." İs'âf'da zikredilmiştir ki; bir arazi vakfedilince üzerinde ağaçlar, binalar söylenmeden vakfa dahil olur. Fakat vakıf zamanında arazide bulunan ekinler, ağaçlar üzerinde bulunan meyveler vakfa dahil olmaz, vakfedenin mülkü olarak kalır. İstihsana göre, bu ekinler ile meyvelerin vakıf yoluyla değil, nezir yoluyla tasadduk edilmesi lâzım gelir. Eğer araziyi vakfeden "şu arazimi içinde bulunan ekinleri, meyveleri ve bütün hukûkî ile beraber vakfettim" derse bu takdirde vakfa dahîl olurlar. Vakfedilen bir mülke tebaan onun yolu su hakkı, su yolu gibi o mülke aid olan haklar zikredilmiş olmasa bile vakfa dahil olmuş olur. Mezarlık olmak üzere vakfedilen bir arsa içinde bulunan ağaçlar ve binalar vakfa dahil olmaz.
Nâtifi'de zikredilmiştir ki; her şeyi ile birlikte vakfedilen bir hanenin içinde evcil güvercinler ile arı kovanları bulunsa, o haneye tebaan güvercinler ile arı kovanları da vakfa dahil olmuş olur. Nitekim her şeyi ile birlikte vakfedilen bir çiftliğin içinde bulunan köleler, dolaplar ve ekim âletleri de vakfa dahil olmuş olur.
= Vakfedilen bir mülkün sınırlarının beyân edilmesi şart değildir =
Bir vakfın sahih olması için sınırlarının beyân edilmesi şart değildir. Çünkü şart olan vakfedilen bir mülkün bilinmesidir. Bundan dolayı bilinen ve meşhur olan bir hanenin sınırları beyân edilmese bile vakfı sahih olur. Fetih.
"Taksim edilmesi ilh..." Yani taksim edilmesi mümkün olan ortak bir malın vakfı İmam Ebu Yusuf'a göre caizdir. Çünkü İmam Ebû Yusuf'a göre bir kimsenin sadece "şu mülkümü vakfettim" demesiyle vakıf yapılmış olur. O mülkün bir mütevelliye teslimi veya vakfedilmiş olduğuna dair tescil edilmesi şart değildir. İmam Muhammed'e göre taksimi mümkün olan ortak bir malın vakfı câiz değildir. Çünkü İmam Muhammed'e göre yapılan bir vakfın sahih olması için bir mütevelliye teslim edilmesi veya tescil edilmesi şarttır. Taksim edilmesi mümkün olmayan ortak bir malın vakfı ittifakla câizdir. Fakat mescid ile makberede câiz değildir.
"Hanefî mezhebine bağlı bir hâkimin ilh..."
= Hanefi mezhebinden olan bir hâkim imam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'in kavilleriyle hüküm verdiğinde mezhebine muhalif olarak hüküm vermiş olmaz =
Vakfedilmiş ortak bir malın vakfının caiz olduğuna dair hüküm verilince -hüküm veren hâkim gerek Hanefi, gerekse başka mezhebden olsun müsavidir - o ortak malın vakfı sahih olmuş olur. Mezheb sahibimiz İmam-ı Azam'a göre ortak bir malın vakfı sahih değil ise de talebeleri olan İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre sahihdir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'in kavilleri İmam Azam'ın mezhebinin dışında değildir. Buna göre Hanefî mezhebinden olan bir hâkim İmam Ebû Yusuf veya İmam Muhammed'in kavliyle hüküm verdiğinde mezhebine muhalif olarak hüküm vermiş olmaz. Bundan dolayı Dürer'in Kaza Bahsinde zikredilmiştir ki: Hanefî olan bir hâkim, Şâfiî veya Malikî mezhebine göre hüküm verdiğinde kendi mezhebine muhâlif olarak hüküm vermiş olur. Ama İmam Ebû Yusuf veya İmam Muhammed gibi İmam-ı Azam'ın talebelerinden birisinin kavliyle hüküm verdiğinde kendi mezhebine muhalif olarak hüküm vermiş olmaz. Çünkü İmam-ı Azam'ın talebelerinin kavilleri İmam-ı Azam'ın mezhebinin dışında değildir. İmam-ı Azam'ın talebeleri: "Bizim kavillerimiz, İmam-ı Azam'dan rivâyet ettiğimiz kavilerdir." demişlerdir.
= Bir kimsenin menkûl (taşınabilen) malını kendi nefsine vakfetmesi=
Bir kimse vakfının gelirini kendi nefisine, sonra fakirlere şart kılsa, İmam Ebû Yusuf'a göre vakıf caiz olup şarta riayet edilir. Fakat İmam Muhammed'e göre vakıf câiz olmaz. İnsanları vakfa teşvik için fetva, İmam Ebû Yusuf'un kavline göredir.
Menkûl malların meselâ Mushaf-ı şeriflerin, kitabların veya arsası vakfedilmeksizin üzerindeki binanın vakfedilmesi İmam Ebû Yusuf'a göre câiz değildir. Fakat İmam Muhammed'e göre câizdir. Bu meselede fetva İmam Muhammed'in kavline göredir. Bir kimse menkûl olan bir malını kendi nefsine, sonra fakirlere vakfetse, bu vakıf İmam Ebû Yusuf'a göre de, İmam Muhammed'e göre de câiz olmaz. Çünkü bu vakfın câiz olduğuna hüküm verilmiş olsa, İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'in kavillerinin telfiki (birleştirilmesi) lâzım gelir, telfik ise icmâ ile batıldır. Nitekim birinci cildin evvelinde geçmiştir.
= Bir mesele hakkında iki sahih kavil bulunması =
Bir meselede iki sahih kavil bulunursa, bu îki kavilden hangisiyle fetva veya hüküm verilirse câiz olur. Ama bu, o iki kavilden birisi diğerinden daha kuvvetli olmadığına göredir. Eğer birisi diğerinden daha kuvvetli ise, bu takdirde muhayyerlik yoktur, hangisi kuvvetti ise onunla fetva veya hüküm verilir. Meselâ; iki kavilden birisi "sahih", diğeri "fetva bunun üzerine" lâfzıyla kayıdlanmış olursa, "fetva bunun üzerine" diye kayıdlanan kavil ile amel edilmesi evlâdır. Çünkü bu kavil daha kuvvetlidir.
Keza: iki sahih kavilden birisi metinlerde zikredilir veya zâhir rivâyet olur veya ekseri ulema bunun üzerinedir denilirse, bu kaville amel edilir. Nitekim bu bahis birinci cildin evvelinde zikredilmiştir,
Bir meselede iki sahih kavil olup, onlardan biriyle fetva veya hüküm verildikten sonra tekrar o mesele hakkında diğer kavil ile fetva veya hüküm verilmesi caiz olmaz. Ama başka bir meselede diğer kavil ile fetva veya hüküm verilebilir. Keza; bir müftü iki sahih kavilden hangisi dini cihetten menfaatlıysa onunla fetva vermelidir.
METİN
= Örf ve adet hakkında =
Gayr-i menkûl mallara tebaan menkûl malların vakfı sahih olduğû gibi, örf ve âdet bulunan yerlerde kasden ve müstakil olarak menkûl malların vakfı da sahihtir. Meselâ; baltanın, keserin, gümüşün, altının vakfı sahihtir.
Şârih der ki; Müftü Ebussuud Efendinin Maruzat'ında "Saltanat-ı seniyyeden hâkimlere "menkûl malların vakfedilmelerinin sahih olduğuna dair hüküm veriniz" diye emir varid oldu." diye zikredilmiştir.
Ölçek veya tartı ile satılan menkûl bir mal vakfedildiğinde satılır, parası müdârebe veya bidâa yoluyla verilir. Buna göre bir kimse tohumluk buğday vakfedip mütevelliye teslim etse, tohumu olmayana verilip harman zamanı aynı mikdar alınır; yine tohumu olmayan başka birine aynı şeklide verilir, bu câizdir. Hülasa.
Yine Hülâsa'da zikredilmiştir ki; bir kimse ineğini vakfedip ondan elde edilen sütün ve yağın fakirlere verilmesini şart kılsa, eğer ineğin böyle vakfedilmesi âdet ise, bu vâkfın câiz olması umulur.
Örf ve âdet olan beldelerde çömlek, tencere, kazan, tabut, tabut üstüne örtülen örtü, Mushaf-ı şerif, dinî ve ilmî kitaplar gibi menkûl şeylerin vakfedilmesi sahihdir. Zira örf ve âdet ile kıyas terk edilir. Bir hadis-i şerifte: "Müslümanların güzel gördükleri şeyler, Allah Teâlâ katında da güzeldir." buyurulmuştur.
Vakfı örf ve âdet olmayan elbise, ayakkabı gibi giyim eşyasının ve halı, kilim, yatak, hasır gibi ev eşyasının vakfedilmesi sahih olmaz. Menkûl malların vakfının sahih olması İmam Muhammed'in kavline göredir. Fetva da bunun üzerinedir. Bahır sahibi: "örf ve âdet olmadığı için geminin vakfı sahih değildir." demiştir. Bezzâziye'de: "Fakirlere elbise vakfedilmesi câizdir. Fakirlere elbiseler kışın verilir, o elbiseleri yazın geri verirler." diye zikredilmiştir.
Dürer'de zikredilmiştir ki; bir kîmse bir mescidin cemaatine okusunlar diye Mushaf-ı Şerîf vakfetse bakılır: Eğer cemaati muayyen ise câiz olur. Mushaf-ı Şerifi mescide vakfederse onda okunur ve o Mushaf o mescide aid olmuş olmaz, başka mescidlere de götürülüp okunabilir. Bundan faydalanmak için vakıf kitaplarının yerlerinden naklinin câiz olduğu hükmü bilinmiş olur. Fukaha bu nakille mübtelâdır. Eğer vakfeden kimse, kitaplarını vakfında hakkı olanlara vakfetmiş ise, o kitapları yerlerinden nakletmek caiz olmaz.
= Kitapların talebeye vakfedilmesinin hükmü beyânında =
Vakfeden kimse, kitaplarını talebeye vakfedip muayyen bir kütüphaneye koysa, bu kitapların oradan naklinin caiz olmasında ulema arasında tereddüd vâkî olmuştur. Nehir.
İZAH
"Kasden ve müstakil olarak menkûl malların vakfı da sahihtir ilh..."
= Kasden menkûl malların vakfedilmesi beyânında =
İmameyn'e göre, gayr-i menkûl mallara tebaan menkûl malların vakfedilmesinin câiz olmasında ihtilâf yoktur. Nitekim cihâdda kullanılacak silâhlar ile "kerâ' " denilen atların vakfedilmesi örf ve âdete bakılmaksızın câiz görülmüştür. Çünkü bunların vakfedilmesinin câiz olacağına dair delil vardır. Cihâda mahsus olmayan menkûl malların vakfedilmesinin câiz olmasında ihtilâf vardır. İmam Muhammed'e göre, vakfı örf ve âdet olan beldelerdemenkûl malların vakfedilmesi câizdir. İmam Ebû Yusuf'a göre, câiz değildir. Hidâye ile İs'âf'da: "Ekser-i fukaha İmam Muhammed'in kavlini ihtiyar etmiştir, sahih olan da budur." diye zikredilmiştir.
= Gümüş ile altının vakfedilmesi beyânında =
Musannıf Minah adlı eserinde: "Zamanımızda bazı beldelerde gümüş ile altının vakfedilmesi örf ve âdet haline gelmiştir. Artık bunların vakfedilmeleri cevaz bakımından İmam Muhammed'in örf ve âdet olan beldelerde menkûl malların vakfedilmesi câizdir" kavli altına girilmiş olur." demiştir.
Bahır sahibi: "Gümüş ile altının vakfedilmesi ihtilâfsız caizdir." diye fetva vermiştir. Bu vakfedilen gümüş ile altın müdârebe (bir taraftan sermaye, diğer taraftan çalışmak ve elde edilecek kâr aralarında bir nispet dahilinde taksim edilmek üzere kurulan bir nevi şirkettir) veya bidâa (kârı tamamen vakfa ait olmak üzere başkasına sermaye verilmesidir) yoluyla verilir, elde edilen kâr vakfedilen cihete sarf edilir.
"Ölçek veya tartı ile satılan menkûl bir mal ilh..." Yani ölçek veya tartı ile satılan menkûl bir mal vakfedildiğinde satılır, parası gümüş ile altında olduğu gibi müdârebe veya bidâa yoluyla verilir, elde edilen kâr vakfedilen cihete sarf edilir.
"Örf ve adet ile kıyas terk edilir ilh..." Kıyasa göre menkûl malların vakfedilmesi sahih değildir. Çünkü vakfedilen bir malın müebbed yani gayr-i menkûl olması şarttır. Menkûl mallar ise devamlı değildir.
Mebsût'tan naklen şerh-i Birî'de zikredilmiştir ki; örf ve adet ile sabit olan bir şey, delil öle sabit olmuş gibidir. Süt ve yağının fakirlere verilmesi şartıyla ineğin, koyunun, keçinin vakfedilmesinin caiz olması sonradan ortaya çıkan örf ve adete göredir.
Müctebâ'da zikredilmiştir ki; İmam Muhammed'e göre gayr-i menkûl malların vakfedilmesi mutlak surette caizdir.
Bir kimse bir mülkünü vakfedip onun gelirinin dörtte biriyle fakirlere veya müezzinlere elbise satın alınmasını şart kılsa, şartına riayet edilir.
= Vakıf için masraf tayin edildiğinde tayin edilenler arasında ihtiyaç sahiplerinin zikredilmesi şarttır =
Vakıf gelirinin ebedi kesilmeyecek bir cihete tayin ve tahsis edilmesi şarttır. Fakirlere, yetimlere, kötürümlere tahsis böyledir. Vakıf gelirinin sarf edileceği bir cihet söylenmezse, vakıf sahih olmaz. Bu, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göredir. İmam Ebû Yusuf'a göre ise böyle ebedi bir cihet tayin edilmesi şart değildir.
Kervansaray, han, mezarlık, kitaplar ve çeşme gibi vakıflardan istifade etme hususunda fakirlerle zenginler müsavidir.
= Vakıf kitapların yerlerinden nakledilmesi =
Bir kimse kitaplarını muayyen bir kütüphaneye vakfetse bakılır: Eğer kitaplarını o kütüphanenin bulunduğu semtte oturanlara vakfetmiş ise, kitapların oradan nakledilmesi ve o semtte oturmayan kimselerin o kitaplardan istifade etmeleri caiz olmaz. Eğer kitaplarını talebelere vakfetmiş ise, o kitaplardan her talebenin istifade etmesi câizdir. Kitapların oradan nakledilmesinde ulema arasında tereddüd vâki olmuştur.
Bir kimse bir mescide cemaatını tayin etmeksizin Mushaf-ı şerif vakfetse, bazı fukahaya göre Mushaf-ı şerif o mescidin cemaatını mahsus olup başka mescide nakledilmesi caiz olmaz. Bazı fukahaya göre ise o Mushaf-ı şerif o mescide mahsus olmayıp başka mescide nakledilmesi caiz olur. Fakat nakledilmez diyenlerin kavli kuvvetlidir.
METİN
= Bir vakfın geliri ilk önce vakfın tamirine sarf edilmesi beyanında =
Bir vakfın geliri, vakfeden tarafından nereye ve kimlere sarf edileceği tayin edilmediği takdirde şu sıraya göre sarf edilir: Evvelâ tamire muhtaç olan bir vaktin geliri her ne kadar vakfeden şart kılmış olmasa bile ilk önce tamirine sarf edilir. Çünkü bir vakfın gelirinin ilk önce tamirine sarf edilmesi iktiza yoluyla sabit olmuş olur. İkinci olarak mescidin İmamı, medresenin müderrisi gibi vakfın tamirine daha yakın olan cihet sahiplerine kifayet miktarı verilir.
Üçüncü olarak aydınlanması ve döşemesi gibi masraflarına sarf edilir. Bu bahsin tamamı Bahır'dadır.
= Bir vakıf tamir edilirken gelirinde hakkı olanların hisseleri kesilir =
Bir vakıf tamir edilirken vakfa zarar gelmesinden korkulmazsa gelirinde hakkı olanların hisseleri kesilir. Eğer tamir edilen vakıf mescid olup imam, hatip, ferras gibi hizmetlilere hisseleri verilmediği takdirde vakfa zarar gelmesinden korkulursa, bunların hisseleri kesilmeyip tamirle beraber kendilerine verilir. Fakat vakfa nezaret eden, kâtiplik yapan, tahsildarlık eden kimseler tamir zamanında çalışırlarsa, çalıştıklarına karşılık ücret verilir, vakıftaki hisseleri verilmez. Hak olan da budur. Eşbâh'da: "Bunlara vakıf dan kifayet miktarı yerilir." diye zikredilmiştir.
Zahire'den naklen Eşbân'da zikredilmiştir ki, vakfa nezaret eden bir kimse bir vakfın tamire ihtiyaç ve zarureti var iken gelirini hak sahiplerine sarf etse, sarf ettiği meblağı öder. Ödediği meblağı vermiş olduğu kimselerden geri alabilir mi? Zahir olan geri olamaz. Çünkü kusur kendi tarafından vaki olmuştur. Sarf ettiği meblağı ödemesi tamirin gelecek seneye kadar bırakılması halinde vakfın yıkılacak vaziyette olduğuna göredir, aksi takdirde ödemez.
Bir vakıf tamir edilirken hak sahiplerinin kesilen hisseleri düşmüş olur.
Yine Eşbâh'da zikredilmiştir ki; bir kimse vakıfnamesinde ilk önce vakfının tamirini, kalan gelirin fakirlere veya tayin ettiği kimselere verilmesini şartkılsa, vakfa nezaret eden kimse, o anda her ne kadar tamire muhtaç değil ise bile her sene tamire kifayet edecek miktarını ayırır. Çünkü gelirin bulunmadığı bir sırada tamiri gerektiren bir hadise ortaya çıkabilir.
Vakfeden kimse tarafından gelirin ilk önce vakfın tamirine sarf edilmesi şart kılınmış olmazsa, vakıf tamire muhtaç olduğunda geliri ilk önce tamirine sarf edilir, tamire muhtaç olmadığında tamiri için gelirinden bir şey ayrılmaz. Buna göre bir vakfın gelirinin ilk önce tamirine sarf edilmesinin şart kılınıp kılınmaması arasındaki fark anlaşılmış olur. Bu fark hıfzedilmelidir.
Vehbâniyye'de zikredilmiştir ki; mütevelli ecr-i misil üzerine bir dânik (dirhemin altıda biri) ziyade verse, ücretin hepsini öder. Çünkü icâre ücretin hepsine vaki olmuştur.
Şürunbulâli'nin Vehbâniyye şerhinde zikredilmiştir ki; bir vakfın mesâlihi (ihtiyacı) na vakfolunan vakıfda kayyım, imam, hatib, müezzin, müderris, kandil yakıcı, ferrâş, vakfa nezaret eden, zeytinyağı, kandil, hasır, abdest suyu ve abdest suyunu abdest alınacak yere getirenler dahildirler. Bunlar vakıfda diğer hakkı olanların üzerine takdim olunurlar. Bunlara vakfın gelirinden verilmesi şart kılınsın veya kılınmasın vakfın tamirinden sonra hizmetlerine mukabil ücretleri verilir. Bunlara "şeair-i vakıf" denir. Mübâşir (vakfın gelirini toplayan), şâhid, mescide devam ederek vaktinin çoğunu mescidin temizliği ile geçiren, vakfın gelirini toplayıp yerine sarf eden, kütüphaneciler gibî kimseler "şeâir-i vakıf" dan değildir. "Bazı muhasebe defterlerinde bunlar da vakıfda diğer hakkı olanlar üzerine takdim olunur" diye yazılı olması şer'i bir emir değildir.
Bahır'da; "Mescidlerde içilecek suları kablarına dolduran sınıf ile mescide hizmet eden sınıfın takdimlerinde şübhe vâki olmuştur" diye zikredilmiştir. Şârih Bahır sahibinin kelâmını reddederek: "önce mescide hizmet edenler, sonra mescidde içilecek suyu dolduranlar, daha sonra mesciddeki testi, bardak ve küp gibi âletlerin temizliğine bakanlar gelir. Bu hususta tereddüt etme" demiştir. Vehbâniyye şerhinin ibâresi burada sona ermiştir.
Şârih der ki: bir medresenin müderrisi "şeâir-i vakıf" dandır. Nitekim yukarıda geçmiştir. Fakat bir caminin müderrisi "şeâir-i vakıf" dan değildir. Çünkü caminin müderrisi gâib olursa, cami kapanmaz. Ama medresenin müderrisi gaib olursa medrese kapanır.
= Hâkimler ile müderrislerin tatil günlerinde de ücretlerini hak etmeleri beyanında =
Ramazan ve bayram gibi tatil günlerinde müderris ücretini alabilir mi? Şârih der ki: Buna dair fukahanın kavillerini görmedim, lâyık olan müderrisin tatil günleri, hakimin tatil günleri gibi olmasıdır. Hakimin tatil günlerinin ücretini almasında fukaha ihtilâf etmişlerdir. Esah olan kavle göre tatil günleri istirahat için olduğundan bu günlerin ücretlerini almalarıdır. Bu meselenin tafsilâtı Eşbâh'ın "El-adetü muhakkemetün" kaidesinde zikredilmiştir. Gaib olan müderrisin beyânı ileride gelecektir. Bu meseleler hıfzedilmelidir.
İZAH
"Bir vakfın gelirinin ilh. .." Bir vakfın tamiri, vakıfda hakkı olanların hisselerinden önce gelir. Bundan dolayı tamire muhtaç olan bir vakfın geliri, ilk önce tamirine harcanır, tamiri yapılmadıkça vakıfda hakkı olanlara bir şey verilmez. Eğer vakıf meyve ağaçları olup kurumalarından korkulursa, onlar sökülüp vakfın geliriyle fidan alınıp onların yerine dikilir. Çünkü zamanla ağaçlar kurur. Vakıf bir arazi verimsiz olduğu takdirde geliri önce onu verimli hale getirmeye harcanır. Vakfı gözetleme yeri tamire muhtaç olduğunda buranın tamiri de vakıfda hakkı olanların hisselerinden önce gelir.
Bahır'da zikredilmiştir ki: bir vakfın gelirinin önce tamirine harcanması, vakfın harabı bir kimse tarafından olmadığı takdirdedir. Bundan dolayı Valvalciyye'de zikredilmiştir ki; vakıf bir hane bir kimseye kiraya verilip, kiralayan kimse revakına hayvan bağlayıp vakfı harp etse, tamir ettirir. Çünkü izinsiz hayvan bağlamıştır.
T E N B İ H : Muayyen bir kimseye vakfedilmiş olan bir vakıf tamire muhtaç olduğunda o kimsenin malından eski hali üzere tamir edilir. Harap olursa yine eski hali üzere yapılır. O kimsenin rızası olmaksızın o vakfın eski hali üzere ziyade edilmesi câiz olmaz.
Fakirlere vakfedilen bir vakıf da tamire muhtaç olduğunda eski hali üzere tamir edilir, fakirlerin rızası olmaksızın eski hali üzerine ziyade edilmesi caiz olmaz. Buna göre bir vakıf tamir edilirken duvarlarının beyaz veya kırmızı ile vakfın malından tezyin edilmesi câiz olmaz. Ama bunları vakfeden kimse yaparsa mâni olunmaz.
"İktiza (gerektirme) yoluyla ilh..." Bir vakıf tamire muhtaç olduğunda geliri önce tamirine sarf edilir. Bu husus vakfeden tarafından şart edilmiş olsun veya olmasın müsavîdir. Çünkü vakfedenin maksadı vakfının gelirinin ebedi olarak vakfedildiği cihete sarf edilmesidir. Bu maksadı ise vakfının ancak tamir edilmesiyle devam eder. Buna göre tamir edilme ciheti iktiza yoluyla şart kılınmış olur.
"Bir vakıf tamir edilirken ilh..." Bir vakıf tamir edilirken vakfa zarar gelmesinden korkulmazsa, vakfıda hakkı olanların istihkakları kesilir. Fakat tamir edilen vakıf mescid olup imam ve benzeri gibi hizmetlilerin istihkaktan kesildiği takdirde mescidin kapanması gibi vakfa büyük bir zarar geleceğinden korkulursa, bunların istihkakları kesilmeyip tamirle beraber kendilerine verilir. Ancak mescidin harap olmasından korkulursa, bunların istihkakları da kesilir.
Hâkimin emriyle mütevelli ve kayyım gibi kimseler mescidin veya vakfın tamirinde çalışırlarsa ücret almaları sahih olur.
Velhasıl: Bir vakıf tamir edilirken vakıfda hakkı olanlardan istihkakları kesildiği takdirde vakfa zarar gelmesinden korkulursa onların istihkakları kesilmez, fakat istihkakları kesildiği takdirde vakfa zarar gelmeyecek olanlara tamir sırasında bir şey verilmez. Vakıfda hakkı olanlar hâkimin emriyletamirde çalışırlarsa kendilerine çalıştıkları müddetin ücreti verilir.
Bir vakfın tamir edilmesi zaruri olup bütün geliri ancak tamirine yetecek olsa, gelirinin hepsi tamirine harcanıp vakıfda hakkı olanlardan hiç birine bir şey verilmez. Eğer tamirden sonra gelirden bir şey kalırsa, hizmetlerine devam etmedikleri takdirde vakfa zarar gelecek kimselerin istihkakları verilir. Eğer bir vakfın tamiri zaruri olmazsa, yani gelecek seneye kadar tamir edilmediği takdirde yıkılmayacak bir vaziyette bulunursa, tamiri gelecek senenin geliri elde edilinceye kadar tehir edilip mevcut olan gelir vakıfda hakkı olanların hizmet derecelerine göre istihkakları kifayet miktarı verilir.
"Mütevelli ecr-i misil üzerine bir danik ilh. " Bir mütevelli mescidin tamirinde ecr-i misli bir dirhem olan bir şahsı bir dirhem ve bir dirhemin altıda biriyle çalıştırsa, insanların aldanamayacağı derecede fazla ücret verdiği için ücretin hepsini kendi malından öder.
Hâniyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: bir dirhemin altıda biri insanların aldanmayacağı miktardır. Dirhemin altıda birinden azı ise insanların aldanacağı mikdar olup, bundan sakınmak mümkün değildir.
"Bir medresenin müderrisi ilh..." Eşbah'da zikredilmiştir ki; bir medresenin müderrisinin "şeâiri vakıfdan" olması için vakfedenin şartının hükmü üzere tedrise devam etmesiyle olur. Ama zamane müderrisleri gibi tedrise tam devam etmeyenler "şeâir-i vakıfdan" olmazlar.
Bir müderris tedrise devam ettiğini iddia edip mütevelli devamını inkâr etse, yeminiyle müderrisin sözü kabul edilir. Müderrisin vârisleri babalarının tedrise devam ettiğini iddia edip mütevelli inkâr etse, yine yeminleriyle varislerin sözü kabul edilir.
Kezâ: Vakıfda vazifeli olanlardan herhangi bir kimse vazifesine devam ettiğini iddia edip mütevelli inkâr etse, yeminiyle vazifelinin sözü kabul edilir.
= Talep bulamadığı için ders okutamayan müderris beyanında =
Bir müderris muayyen medresede tedris için hazır bulunduğu halde okutacak talebe bulamasa ücretini hak etmiş olur. Çünkü okutması şart kılınan talebelerden başkalarını okutması mümkündür.
Bir müderris tedrisi şart kılınan talebelerden başka talebelere tedriste bulunsa yahut içinde tedrisi şart kılınan medresede tedris mümkün olmadığından dolayı başka bir medresede tedrise devam etse, ücretini hak etmiş olur.
Mütevelli ve tahsildar gibi vakıfda vazifeli olanlardan birinin kendi kusuru olmaksızın vazifeli bulunduğu vakıfda çalışmasına bir mani bulunduğundan dolayı çalışamasa, tayin edilen ücretini alır. Fetâvây-ı Hanûti.
"Hakimin tatil günleri gibi olmalıdır ilh..." Eşbah'da zikredilmiştir ki; bir hâkim kendisine beytülmaldan tayin ve tahsis edilen ücreti tatil günlerinde de alabilir mi? Bu husus da fukaha arasında ihtilâf vardır. Muhît'te: "Ekseri fukahaya göre tatil günü istirahat için olduğundan o günün ücretini de alabilir. Bazı fukahaya göre ise alamaz." diye zikredilmiştir. Münye'de: "Esah olan kavle göre, hâkim tatil günlerinde beytülmalden kifayet miktarı alabilir." diye zikredilmiştir.
Vehbâniyye'de zikredilmiştir ki: lâyık olan müderrisin tatil günleri de hâkimin tatil günleri gibi olmasıdır. Çünkü tatil günü istirahat içindir. Hakikatte ise tatil günleri himmet sahiplerine göre mütalâa ve yazmak içindir. Fakat zamanımızdaki fukaha çok günlerde tatil yapmayı, az günlerde ders okutmayı örf ve adet edinmişlerdir.
Kınye'de zikredilmiştir ki; vakfeden tarafından her günün dersi için muayyen bir ücret tahsis edilen bir medresede ders okutan bir müderris cuma veya salı günü ders okutmasa, o günün ücretini alması helâl olmaz, o günün ücreti medresenin diğer ihtiyaçlarına harcanır. Fakat vakfeden tarafından ücret her günün dersi için tahsis edilmemiş ise, haftada cuma veya salı günü ders okutmasa da o günün ücretini alabilir. Çünkü bu takdirde bugünler örfen ders okutulmaktan istisna edilmiştir. Buna göre Ramazan-ı şerif ve bayram günleri de ders okutulmaktan istisna edilmiş olur. Haftanın diğer günlerinden birinde ders okutmasa - gerek ücret her günün dersi için tahsis edilmiş olsun, gerek olmasın - o günü ücretini alamaz.
METİN
Oturulmaya vakıf bir hanenin tamiri, içinde oturması şart kılınan kimse üzerinedir. İçinde oturması şart kılınanlar birkaç kişi olsa bile kendi mallarıyla tamir ederler, vakfın geliriyle tamir edemezler. Çünkü zarar menfaat karşılığındadır. Esah olan kavle göre tamir, vakfedenin vakfettiği hâli üzerine yapılır. Eğer içinde oturması şart kılınan kimse hanenin tamirinden kaçınır veya fakirliğinden dolayı aciz olursa, hakim o haneyi kirasına mahsuben tamir etmek üzere ya içinde oturana veya başkasına kiraya verip, kirasıyla o haneyi eski hâli üzere tamir eder, eski hali üzerine ziyade etmez. Ancak içinde oturması şart kılınan kimsenin rızasıyla ziyade eder.
İçinde oturması şart kılınan kimse tamirden kaçınırsa, tamir etmesi için cebrolunmaz.
İçinde oturması şart kılınan kîmsenin tamir için o haneyi kiraya vermesi sahih değildir. O haneyi kiraya ancak mütevelli veya hâkim verebilir. Vakfın ve içinde oturması şart kılınan kimsenin haklarına riayet etmek için tamir masrafı kiradan ödenince, bu hane yine içinde oturması şart kılınan kimseye iâde edilir.
Geliri vakıf bir hanenin tamiri, geliri kendisi için şart kılınan kimse üzerine değildir. Çünkü içinde oturmak ona aid değildir. İçinde otursa kira vermesilâzım gelir mi? Zahir olan lâzım gelmemesidir. Çünkü lâzım gelse, alınan kira tekrar kendisine verileceği için bir fâide hasıl olmaz. Ancak tamire muhtaç olursa, mütevelli hanenin kirasını alır da onunla haneyi tamir eder. Eğer hanede oturan mütevelli olursa, hâkim onu üzerinde olan kira ile tamire cebreder. Mütevelli tamir etmezse, hıyaneti ortaya çıktığından hâkim kendisini azledip haneyi tamir etmesi için onun yerine başka bir mütevelli tayin eder.
Vakfeden kimse vakfettiği hanenin gelirini ve haneye yapılacak masrafı haneyi kendisine vakfettiği kimseye şart kılsa, bu vakıf ile şart sahih olur. Bu haneyi kendisine vakfedilen kimse tamir etmek üzere cebrolunur mu? Zâhir olan cebrolunmaz.
Fetih'de zikredilmiştir ki; hâkim tamire muhtaç olan haneye kiracı bulamasa, buna dair bir kavil görmedim, fakat hatırıma gelen şudur: Hakim kendisine vakfedilen kimseyi o haneyi tamir etmesi ile vakfedenin varislerine vermesi arasında muhayyer kılar.
Şârih der ki; içinde oturması kendisine vakfedilen kimse varis olursa, bu hususta bir kavil görmedim.
Fetâvây-ı Kariül-Hidaye'de zikredilmiştir ki; harap olmaya yüz tutmuş bir vakıf ya değiştirilir veya satılıp parası vakfedenin vârislerine veya fakirlere verilir.
İZAH
= Vakıf bir haneyi içinde oturması şart kılınan kimse kendi malıyla tamir ettîğinde yapmış olduğu tamire mâlik olur.=
Vakıf bir hane tamire muhtaç olup içinde oturması şart kılınan kimse o haneyi kendi malı ile tamir etse, yapmış olduğu tamire mâlik olur. Öldüğünde de vârislerine intikal eder. Buna göre o hane bu tamir eden kimsenin vefatından sonra içinde oturması şart kılınan şahsa verilince, o şahsa bu tamirâtın masrafını ölen kimsenin vârislerine verip o hanede oturması istenir. Eğer o şahıs bu tamirat masrafını vermekten kaçınırsa o hane, ücretinden tamiratın masrafı temin ve tamamen vârislere verilinceye kadar hâkim tarafından başkasına kiraya verilir. Tamir masrafı ödendikten sonra o şahsa teslim edilir, yoksa o şahıs yapılan tamiratın yıkılmasına razı olamaz. Fakat o haneye badana ve sıva gibi duvarlara tabi olan bazı tamirler yapsa, bunlar vakfa teberru olmuş olur.
"Vakfın geliriyle tamir edemezler ilh..." Çünkü içinde oturması şart kılınan kimse gelirine mâlik olamaz. Aksinde yani vakıf bir hanenin geliri kendisi için şart kılınan kimsenin o hanenin içinde oturabilmesinde fukaha ihtilâf etmiştir. Râcih olan kavle göre oturabilir.
"Tamirden kaçınırsa ilh..." Eğer içinde oturması şart kılınan bir kaç kişi olup içlerinden birisi tamirden kaçınırsa, onun hissesi kiraya verilip alınan kira ile tamir edilir. Tamir masrafı bitince hissesi tekrar kendisine iade edilir. İs'âf. Bir kimse gayr-i menkûl bir vakfı gasbetse, kirasını vermesi lazım gelir. Çünkü vakfın menfaati ödenir.
"O haneyi kiraya ancak mütevelli veya hâkim verebilir ilh..." Hâkim, mütevellisi bulunan bir vakıfta -her ne kadar mütevelli kendisi tarafından tayin edilmiş olsa bile- tasarrufta bulunamaz. Eğer mütevelli, tamire muhtaç olan bir vakfı tamir etmekten kaçınır veya vakfın mütevellisi bulunmazsa, bu takdirde hâkim o vakıfta tasarruf edebilir. Çünkü mütevellinin hususî velayeti, hâkimin umumi velâyetinden daha kuvvetlidir. Eşbâh.
Fetavây-ı Hânûti'de zikredilmiştir ki; fukaha: "Hâkim, ölmüş bir kimsenin vasisi mevcud iken yetimlerin malında tasarruftan men olunur." demişlerdir. Buna göre bir vakfın mütevellisi mevcud iken hâkim o vakfı kiraya veremez. Ancak mütevelli bulunmaz veya vakfı kiraya vermekten kaçınırsa, bu takdirde hakim kiraya verebilir.
T E N B İ H : Şarihler mütevelli veya hâkimin bir vakfı tamirinin hükmünü zikretmemişlerdir. Muhît'te: "Vakıf bir hane tamire muhtaç olduğunda onun tamiri içinde oturması şart kılınan kimse üzerinedir. Çünkü bu tamir ücreti, faydalanmasının karşılığıdır. Faydalanmak ise kendisine aiddir. Mütevelli veya hakim, o haneyi tamir etmek için kiraya verse, içinde oturması şart kılınan kimsenin menfaati için kiraya vermiş olur." diye zikredilmiştir.
"Vakfın ve içinde oturması şart kılınan kimsenin haklarına riayet etmek için ilh..." İçinde oturulmak şartıyla vakfedilen bir hane tamire muhtaç olduğunda içinde oturması şart kılınan kimse tamirden kaçınırsa vakfın devam etmesi için hakim o haneyi kirasından tamir edilmek üzere kiraya verip kirasıyla o haneyi eski hâli üzere tamir eder. Tamir masrafı kiradan ödenince, bu haneyi yine içinde oturması şart kılınan kimseye iâde eder.
T E N B İ H : Bir hane vakfedilip içinde oturulması için mi veya gelir için mi vakfedilmiş olduğu vakfeden tarafından beyân edilmiş olmasa, gelir için vakfedilmiş sayılır.
"O haneyi tamir etmesi ile vakfedenin vârislerine ilh ...." Bahır sahibi Fetîh'te zikredilen ifadeyi naklettikten sonra: "Fetih sahibinin "hâkim tamire muhtaç olan haneyi kiralayacak kimse bulamasa buna dâir bir kavil görmedim" ifadesi şaşılacak bir şeydir" demiştir. Çünkü fukaha: "Bir vakıf harap olup kendisinden istifade edilemeyecek bir hale geldiğinde başka bir vakıfla değiştirilir." diye açıklamışlardır. Fukahanın bu kavil vakıf olan araziye de, haneye de şâmildir.
Zahire ile Münteka'da zikredilmiştir ki: bir vakıf kendisinden istifade edilemeyecek bir hale geldiğinde hâkim onu satıp onun parasıyla yerine başka bir şey alır; vakfeder. Bunu hâkimden başkası yapamaz. Yukarda "bir vakıf harap olduktan sonra vakfedenin veya vârislerinin mülküne intikal eder" diye geçen kavil zayıftır.
Velhasıl: Oturulması vakıf bir hanenin tamiri, içinde oturması şart kılınan kimse üzerinedir. Eğer içinde oturması şart kılınan kimse tamirinden kaçınır, hakim de o haneyi kiraya verip aldığı kira ile tamir etmek isteyip kiracı bulamasa, o haneyi satıp parasıyla onun yerine başka bir şey alıp vakfeder. Bahır.
Şârih'in bilhassa Bahır sahibinin kelâmını gördükten ve Nehir'de: "Bir vakıf kendisinden istifade edilemeyecek bir hale geldiğinde değiştirilir." diye zikredileni ikrar ettikten sonra "içinde oturması kendisine vakfedilen kimse vâris olursa bu hususta bir kavil görmedim" demesine şaşılır. Çünkü içinde oturması kendisine vakfedilen kimse gerek vâris olsun, gerekse başkası olsun vakfın değiştirilmesi hususundaki hüküm aynıdır.
Fetâvây-ı Kariü'l-Hidâye'de zikredilmiştir ki; bir vakıf yıkılır, kiraya verilmesi mümkün olmaz, tamir etmek için geliri de bulunmazsa hâkimin emriyle taşı, tuğlası ve kerestesi satılıp parasıyla bir şey alınıp onun yerine vakfedilir.
T E T İ M M E : Eddürrü'l-Münteka'da zikredilmiştir ki; vakıf bir han tamire muhtaç olduğunda bir veya iki odası kiraya verilip alınan kîra ile tamir edilir. Bir rivayete göre bir sene yolcuların misafir olmasına izin verilir, bir sene kîraya verilip alınan ücretle tamiri yapılır.
METİN
Hakim veya mütevelli bir vakfın enkazını veya aynını iade mümkün olmazsa, parasını -tamire muhtaç ise- tamirine sarf eder, tamire muhtaç değil ise ihtiyaç zamanına kadar muhafaza eder. Eğer enkazın zayi olmasından korkarsa onu satıp parasını ihtiyaç zamanına kadar saklar. Hâvî.
Bir vakfın enkazı veya enkazının parası vakıfda hakkı olanlar arasında taksim edilmez. Çünkü onların hakkı vakfın menfaatındadır, aynında değildir.
Bir mescid dar olup geçenlere zararı olmazsa yoldan bir mikdar yeri mescidi yapanın mescide katması câiz olur. Çünkü mescid de, yol da Müslümanlarındır. Bunun aksi, yani mescidde geçilecek yol bırakmak da câizdir. Çünkü o yer halkı bunu camilerde örf ve âdet etmişlerdir. Herkes o yoldan geçer, hatta kâfir de geçer. Fakat cünüp ile hayızlı kadınların ve hayvanların o yoldan geçmesine ruhsat yoktur. Zeylai. Nitekim hükümdarın yolu mescid yapması câizdir; fakat bunun aksi yani mescidi yol yapması caiz değildir. Çünkü yolda namaz kılmak câizdir, ama mescidden cünüp ile hayızlı kadınların geçmeleri caiz değildir.
İnsanlara dar gelen bir mescidin yanındaki arsa, hane, dükkan sahibinin rızası olmasa bile kıymetiyle satın alınıp mescide katılır. Dürer. İmâdiyye.
=Vakfedenin vakfında velayeti kendi nefsi için şart kılması beyânında=
Vakfeden bir kimse vakfında mütevelli olmayı kendi nefsi için şart kılsa, icmâ ile câiz olur. Kezâ vakfeden kimse vakfında mütevelli olmayı bir kimseye şart kılmasa, İmam Ebû Yusuf'a göre mütevelli olmak yine ait olur. Zahir-i mezhep de budur. Bu musannıfın Sırâciyye'den İmam Muhammed'e göre bir vakfın sahih olabilmesi için bir mütevelliye teslim edilmesi lazımdır." diye naklettiği kavle muhâliftir. Vakfedenden sonra mütevelli tayin etme, vâsisi varsa vâsinin, yoksa hâkimin hakkıdır Fetâvay-ı ibn-i Nüceym. Kâriü'l-Hidaye.
Vakfında mütevelli olmayı kendi nefsi için şart kılan kimse kendisine emniyet edilmeyen veya aciz olan veya şarap içme gibi fasıklığı açık olan veya malını kimyaya sarf eden fena bir şahıs olursa, her ne kadar kendisini mütevellilikten hâkimin veya sultanın çıkaramayacağını şart kılsa bile mütevellilikten çıkarılması vacip olur. Çünkü bunlar şeriatın hükmüne muhâlif olduğundan şartı bâtıl olur. Nitekim vasî tâyin eden kimse vasînin vasîlikten çıkarılmamasını şart kılsa bile vasîsinin hain olduğu ortaya çıktığında vasîlikten çıkarılır. Eğer mütevelli vakfedenden başkası olup yukarıda zikredilen fena vasıflardan birisi kendisinde bulunursa mütevellilikten evleviyetle çıkarılır. Eğer mütevelli kendisine emniyet edilen iyi bir kimse olursa onu mütevellilikten çıkarıp yerine başkasını tayin etmek sahih değildir. Eşbâh.
İZAH
"Aynında değildir ilh..." Bir vakfın enkazı veya enkazının parası vakıfta hakkı olanlar arasında taksim edilemez. Çünkü bunlar, gelir kabilinden değildir. Bunlar vakfın kendisindendir. Vakfın kendisi ise bir kavle göre vakfedenin diğer bir kavle göre Allah Teâlâ'nın hakkıdır. Bundan dolayı bir mescide kimin tarafından serilmiş olduğu bilinmeyen bir sergi eskidiğinde muhtar olan kavle göre, hâkimin rey'i olmadıkça fakirlere verilemez veya satılıp parasıyla mescid için başka bir sergi alınamaz.
Bir kimse kendi malından bir mescide hasır, kilim gibi bir şey alıp serse, mescid harap olduğunda bu sergi İmam Muhammed'e göre hayatta ise o kimseye değilse varislerine verilir. Fetva bunun üzerinedir.
Bir mescidde Ramazan-ı şerif gecelerinde yakılmak üzere verilen mumun, yağın bir miktarı artsa, bunu verenin açık izni bulunmadıkça o mescidin imam, kayyım gibi hademesi aralarında taksim edemezler; ancak o mescidin bulunduğu beldede bunların bu şekilde taksimi hakkında örf ve âdet bulunursa, bu takdirde taksim edebilirler.
Ben derim ki: Vakıf ağaçlar gayr-i menkûl olan mülk hükmünde değildir. Çünkü Fetih'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; Ebû Kasım-ı Saffar'a "Vakıf ağaçlardan bir kısmı kuruyup bir kısmı kurumasa, bunların hükümleri nedir?" diye sorulmuş o da "Kuruyanlar satılıp parası gelirinin sarf edildiği cihete sarf edilir. Kurumayanlar hali üzerine bırakılır." diye cevap vermiştir
Bezzâziye'de zikredilmiştir ki; meyvesiz olan vakıf ağaçların sökülmeden satılması câiz olur. Çünkü meyvesiz ağaçların geliri paralarıdır. Meyveli olan vakıf ağaçlar ise vakıf bina gibi olup ancak söküldükten sonra satılabilir.
Câmiü'l-Fûsuleyn'de zikredilmiştir ki; bir kimse bir vakfı gasbedip vakfa noksanlık verse, bu noksanlığın kıymeti kendisinden alınıp vakfın tamirinesarf edilir, vakıfta hisseleri olanlar arasında taksim edilmez. Çünkü bu gelir kabilinden olmayıp vakfın kendisindendir. Vakıfta hisseleri olanların hakkı ise vakfın gelirindendir. Vakfın kendisinde değildir.
"Çünkü o yer halkı bunu camilerde örf ve adet etmişler ilh..." Yani o yer halkı iki kapılı olan mescidlerde kapısının birinden girip diğerinden çıkmayı örf ve âdet edinmişlerdir.
Bahır'da zikredilmiştir ki; mescidleri yol edinmek ve abdestsiz mesicede girmek mekrûhtur.
"Hatta kâfir de geçer ilh..." Şârinin "mesciddeki yoldan kâfir bile geçer" diye kâfiri ayrı olarak zikretmesine itiraz edilmiştîr. Çünkü kâfir mescidlere hatta Mesid-i Haram'a girmekten men edilmez. Bu yüzden kâfiri ayrı olarak zikretmek için bir sebep yoktur.
Ben derim ki: Hâvî'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; kâfirlerin ve zimmîlerin mescidlerin ihtiyacı için Mescid-i Haram'a, Mescid-i Aksa'ya ve diğer mescidlere girmelerinde bir beis yoktur.
"Bunun aksi ilh..." Yani yolu mescid yapması câiz değildir.
Ben derim ki: Musannıf bu meselede Dürer sahîbine tabi olmuştur.
Câmiü'l-Fûsuleyn sahibi: "Evvela mescidden bir miktar yeri yol yapmak ve yoldan bir mikdar yeri mescid yapmak câizdir." dedikten sonra başka bir kitaptan şunu nakletmiştir: "Yolda namaz kılmak câiz olmadığından yolun mescid yapılması câizdir. Fakat mescidden geçilmesi caiz olmadığından mescidin yol yapılması câiz değildir. Bu zikredilen sebepten dolayı bir mescidin yol yapılması hususunda iki kavil vardır." Bunu Fetavay-ı Ebu'l-Leys'den naklen Tatarhaniyye'de zikredilen kavil te'yid eder: Bir mahalle halkı mescidden bir mikdar yeri yol yapmak isteseler sahih olan kavle göre buna ruhsat verilmez.
Attabiyye'de: "Dar bir yolun yanında bir kısmına muhtaç olunmayan büyük bir mescid bulunsa, bu mescidden bir miktar yeri yola katmak caiz olur. Çünkü her ikisi de âmmeye aittir." diye yazılıdır. Fıkıh metinlerinde: "Lüzum görüldüğü takdirde bir mescidin bir miktarını yol yapmak caizdir. Ama bir mescidin tamamını yol yapmak câiz değildir." diye zikredilmiştir. Mutemet olan budur.
Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki; Ebu'l-Kâsım'a "Bir mescid ehlinin bir kısmı mescidin avlusunu mescid, mescidin sahasını avlu yapmak veya mescid için başka bir kapı yapmak veya mescidin kapısının yerini değiştirmek isteyip diğer bir kısmı bunu kabul etmese, bunun hükmü nedir?" diye sorulmuş, o da: "Bunu mescid ehlinin çoğu istiyorsa az olanların buna mani olmaya hakkı yoktur." diye cevap verilmiştir.
Tatarhâniyye'de İmam Muhammed'den naklen zikredilmiştir ki; bir mescid dar olup yanında âmmeye aid geniş bir yol bulunsa, bu yoldan bir miktar yerin mescide katılmasında bir beis yoktur. Bazı fukahaya göre bu katılmanın hakimin emriyle olması vâcibdir. Bazı fukahaya göre ise, bu mescidin bulunduğu belde harp yoluyla alınmışsa katılma caizdir. Sulh yoluyla alınmışsa câiz değildir.
Fetih'de zikredilmiştir ki; Cemaate dar gelen bir mescidin yanında mescide ait vakıf bir arazi veya dükkan bulunsa, o arazi veya dükkanın mescide katılması câiz olur. Vakıf arazi veya dükkan mescide ait olmayıp başka cihete vakfedilmiş olsa bile yine mescide katılması câiz olur. Çünkü mescid de, vakıf da hükmen Allah Teâlâ'nındır.
Cemaate dar gelen bir mescidin yanındaki arsa, hane, dükkan sahibinin rızası olmasa bile kıymetiyle satın alınıp mescide katılır. Çünkü Ashab-ı kiram Mescid-i Haram dar geldiğinde etrafındaki araziyi sahiplerinden kıymetiyle zorla alıp Mescid-i Haram'a katmışlardır.
"İcmâ ile caiz olur ilh..." Zeylai'de zikredilmiştir ki; vakfeden bir kimse vakfında mütevelli olmayı kendi nefsi için şart kılsa, icmâ ile câiz olur. Çünkü vakfedenin şartı şeriata muhâlif olmazsa, muteber olup riayet edilir. Fakat bu, İmam Ebû Yusuf'un kavline göre caizdir. Bu da Hilal'in kavlidir. Hidaye'de: "Bu, zâhir rivâyettir" diye zikredilmiştir. Allame Kâsım: "İmam Muhammed'e göre vakfeden bir kimse vakfında mütevelli olmayı kendi nefsi için şart kılsa, bu vakıf sahih olmaz." diyerek Zeylai'nin icmâ dâvâsını reddetmiştir.
Hilal-i Râiy-i Basri'nin tercüme-i hâli: Hilâl İmam-ı Azam'ın talebelerine yetişmiştir. Hicri 245 tarihinde vefat etmiştir. "Meşâyıh" lâfzı bundan sonra gelen âlimlere söylenir.
Fetih'de zikredilmiştir ki; Hilâl-ı Râi Basralı olup Hilâl b. Yahya b. Müslim'dir. Ehlü'r-rey'den olduğu için kendisine "Hilâl-i Rai" denilmiştir. Çünkü Hilâl Hanefi mezhebindendir. Basralı Yusuf b. Halid'den okumuştur. Bu Yusuf da İmam-ı Azam'ın talebelerindendir. Bazılarına göre Hilâl İmam Ebû Yusuf ile İmam Züfer'den okumuştur. Bazıları Hilâl'in "rey" şehrinden olduğunu ileri sürmüşlerdir. fakat bu doğru değildir.
"Mütevellilikten çıkarılması vâcib olur ilh..." Hıyanetî sabit her mütevellinin çıkarılması vâcibdir. Hıyaneti sabit olan bir mütevelliyi çıkarmayan hâkim günâhkar olur.
Bahır'da zikredilmiştir ki; hıyaneti sabit olan bir mütevelliyi hakim ya çıkarır veya onun yanına başka birini daha tâyin eder ve bu suretle onun vakfa zararını önlemiş olur. Bir mütevellinin tamire muhtaç olan bir vakfı tamir etmemesi hıyanettir.
Kezâ: Bir mütevellinin vakfın hepsini veya bir kısmını satması veya tasarrufu câiz olmayan vakıf bir şeyde bile bile tasarrufta bulunması hıyanettir.
T E N B İ H : Müteaddit vakıflara nezaret eden bir kimsenin bu vakıflardan birinde hıyaneti sabit olsa, Ebussûud Efendi: "Vakıfların hepsinin mütevelliliğinden çıkarılır." diye fetva vermiştir.
Ben derim ki: Fukahanın: "Şahitlikteki fâsıklık bölünmeyi kabul etmez." kavilleri bunu te'yid eder.
Cevahir'de zikredilmiştir ki; vakıf işlerine bakmayan bir kayyımı hâkim kayyımlıktan çıkarır. Hızanetü'l-Müftin'de: "Bir kayyım vakıf bir arazide kendisi için ekin ekse, hakim onu kayyımlıktan çıkarır." diye yazılıdır.
Vakıf kitaplara nezaret eden kimse kitapları ariyet olarak vermese, hâkim onu çıkarabilir. Vakfa nezaret eden kimse isterse ecr-i misille olsun vakıf olan hanede otursa hakim onu çıkarabilir Çünkü Hızanetü'l-ekmel'de: "Vakfa nezaret edenin vakıf olan bir hanede isterse ecr-i misille olsun oturması câiz değildir." diye zikredilmiştir.
Fetih'de zikredilmiştir ki; bir mütevelli tam bir sene devam eden deliliğe yakalansa, hükme muhtaç olmaksızın mütevellilikten çıkmış olur. Sonra iyi olsa bakılır: Eğer mütevelli olması vakıfnamede şart kılınmışsa mütevellilik kendisine döner, şart kılınmış olmazsa dönmez.
Vakfeden tarafından tâyin edilen mütevelli, vakfedenin ölmesiyle mütevellilikten çıkmış olur. Çünkü bu mütevelli vakfedenin vekilidir. Şu kadar var ki; vakfeden hem hayatında hem de ölümünden sonra mütevelli olmak üzere tâyin etmiş ise mütevellilikten çıkmış olmaz. Bu, İmam Ebû Yusuf'un kavlidir; fetva da bunun üzerinedir.
"Kendisine emniyet edilmeyen ilh..." İs'âf'da zikredilmiştir ki; mütevellinin emin, vakfı bizzat veya naibiyle idareye muktedir olması şarttır. Çünkü mütevellinin vakfın menfaatini gözeten bir kimse olması şarttır. Bundan dolayı hain ve aciz kimse mütevelli tâyin edilemez. Erkek, kadın, âmâ mütevelli olabilir.
Keza: Kendisine kazf haddı vurulmuş kimse de tevbe ettiği zaman mütevelli olabilir.
Fukaha : "Hakimlik isteyene hâkimlik verilmeyeceği gibi, vakfa mütevelli olmak isteyene de mütevellilik verilmez." demişlerdir.
Mütevelli olabilecek kimselerde aranan bu şartlar sıhhatinin şartı olmayıp evleviyetinin şartlarıdır. Mütevelli fasık olduğu zaman mütevellilikten çıkarılmayı hak etmiş olur. Fakat hükümsüz mütevellilikten çıkmış olmaz. Nitekim bir hakim fâsık olduğu zaman sahih ve müftabih olan kavle göre hükümsüz hakimlikten çıkmış olmaz.
Mütevellinin baliğ ve akıllı olması şarttır. Fakat hür ve Müslüman olması şart değildir. Çünkü İs'âf'da zikredilmiştir ki; bir kimse vakfının mütevelliliğini bir çocuğa vasiyet etse kıyasa göre mutlak surette bu vasiyet bâtıl olur. İstihsane göre ise çocuk küçük olduğu müddetçe vasiyet bâtıl olur, büyüyünce mütevellilik ona ait olur.
Bir köle mütevelli olabilir. Çünkü köle tasarrufa ehildir, yapmış olduğu tasarrufun durdurulması efendisinin hakkından dolayıdır. Âzâd edildikten sonra tasarrufuna mâni ortadan kalkmış olacağından yapmış olduğu tasarrufu geçerlidir. Çocuk böyle değildir.
Zımmi mütevelli olma hususunda köle hükmündedir. Hakim köle ile zimmiyi mütevellilikten çıkardıktan sonra köle âzâd, zimmi Müslüman olsa mütevellilik kendilerine dönmez.
Çocuk mütevelli olamaz. Çünkü vakfın menfaatini gözetmek velayet bâbındandır. Çocuk kendi işini idare etmekten aciz olduğu için kendi üzerine veli tâyin edilir. Kendisinin başkasına veli olması sahih olmaz.
Enfaü'l-Vesâil'de zikredilmiştir ki; bir kimse vakfında iki oğlunun mütevelli olmasını şart kılıp birisi küçük olsa, hâkim muhayyer olur. Dilerse küçük büyüyünceye kadar onun yerine başkasını tâyin eder, dilerse büyüğe idare ettirir. Bu nakiller "çocuğun mütevelli ve imam olamayacağı hususunda" açıktır.
Eşbâh'ın "Ahkam-ı Sıbyan" bahsinde: "Çocuk vasi ve mütevelli olabilir, fakat hakim çocuk bâliğ oluncaya kadar onun yerine başkasını tâyin eder." diye zikredilmiştir. Nitekim İbn-i Vehba'nın Manzume'sinin "Vasâya Bahsinde" de böyle yazılıdır.
Müctebâ'da zikredilmiştir ki; bir vakfın velâyeti bir çocuğa bırakılmış olsa istihsanen sahih olur.
Müctebâ sahibi Havî'de: "Bir kimse vakfında mütevelli olmayı çocuğa vasiyet etse, kıyasa göre bu vasiyet bâtıl olur, fakat istihsane göre çocuk büyüdüğü zaman mütevellilik ona aid olur." demiştir. İs'af'da zikredilenin aynıdır.
Fetavây-ı Reşidüddin'den naklen Üstürûşni'nin "Ahkâm-ı Sığar" isimli eserinde zikredilmiştir ki; çocuk vakfı hıfzetmeye ehil olduğu takdirde hakimin onu mütevelli tâyin etmesi câiz olur ve tasarruf velâyeti çocuğa aid olur. Nitekim hakim çocuğa tasarruf hususunda - her ne kadar velisi izin vermese bile- izin vermeye mâliktir. Buna göre İs'âf gibi bazı fıkıh kitablarında: "Çocuk mütevelli olamaz." diye zikredilen kavil ile diğer bazı fıkıh kitablarında: "Çocuk mütevelli olur." diye zikredileni kavil arasını bulmak mümkündür. Şöyle ki; çocuk mütevelli olamaz diyen kavil "çocuk tasarrufa muktedir olmadığından vakfı korumaya ehil olmadığına" hamlolunur. "Çocuk mütevelli olur" diyen kavil ise "hakim bir çocuğu mütevelli tâyin ettiğinde çocuğun tasarrufa muktedir olacağına" hamlolunur. Yukarıda geçtiği üzere, bir çocuğa tasarrufta velisi izin vermese bile hâkim izin verebilir. Buna göre zamanımızda vakıflara nezaret işinin mümeyyiz olmayan (iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayıramayan) çocuklara bırakılması ve Hanefî hakimlerinin de bunun sahih olduğuna hüküm vermeleri büyük bir hatadır.
Bir kimse vakfına mütevelli olmaya ehil olanlardan en layık olanın mütevelli tâyin edilmesini şart kılsa, buna mütevelli olmaya en lâyık olan kimse müstahik olur. Eğer bu vakfa akıl bâliğ olan bir kimse mütevelli tâyin edilip ondan daha lâyık bir kimse bulunursa tâyin edilenin mütevelliliği sahiholmaz. Çünkü vakfedenin şartına muhalefet edilmiştir. Buna göre âkıl bâliğ bir kimse mevcud iken mümeyyiz olmayan bir çocuk mütevelli olmaz. "Babanın ekmeği oğlunundur" inancı bunda geçerli değildir. Çünkü bunda şeriatın hükmünün değiştirilmesi, vakfedenin şartına muhalefet edilmesi, tedris, imamet gibi vazifelerin ehil olmayanlara verilmesi vardır.
"Malını kimyaya sarf eden ilh..." Yani kimyaya rnübtela olup bu yolda malını telef ve zayi ettikten başka büyük borç altına giren bir mütevelli, mütevellilikten çıkarılır. Çünkü böyle bir kimse vakıf malını da bu yolda telef ve zayi edebilir.
"Mütevellilikten çıkarılması vacip olur ilh..." Bu mesele vakfedenin şartına muhalefet edilen yedi meseleden biridir. Bu yedi mesele ileride gelecektir.
"Eğer mütevelli kendisine emniyet edilen ilh..." Eşbah'a nisbet edilerek Mülteka şerhinde zikredilmiştir ki; hakimin vakfeden tarafından mütevelli olması şart kılınan kimseyi hıyaneti bulunmaksızın mütevellilikten çıkarması câiz olmaz. Eğer hakim onu çıkarıp yerine başkasını tâyin ederse, tayin ettiğinin mütevelliliği sahih olmaz.
Hâkim tarafından tâyin edilen bir mütevellinin hıyaneti bulunmaksızın mütevellilikten çıkarılması sahihtir. Bir hakimin hiç bir sebep göstermeksizin çıkarmış olduğu bir mütevelliyi ikinci hâkim yeniden tâyin edemez. Birinci hâkimin çıkarma hükmünün doğru olduğuna hamlolunur. Ancak çıkarılan mütevellinin vakfı koruma hususunda ehil olduğu sabit olursa, ikinci hakim onu yeniden tâyin edebilir. Vakfeden kimse tâyin ettiği mütevelliyi mutlak surette çıkarabilir. Vakfeden vakfına mütevelli tâyin etmeyip hâkim mütevelli tâyin etse, hâkimin tâyin ettiği mütevelliyi vakfeden çıkaramaz.
Bir vakfın vakfeden veya hakim tarafından tâyin edilmiş bir mütevellisi bulunsa, bu mütevellinin hıyanet gibi bir kabahati bulunmaksızın yanına ikinci bir mütevelli tayin edilemez.
Vakfedenin akrabasından olanlar mütevelliliği ücretsiz olarak kabul etmedikleri halde başkası ücretsiz kabul edecek olsa hâkim, vakıfta hisseleri olanlar hakkında faideli olanı tâyin eder.
T E N B İ H : Suçsuz olarak bir mütevelli çıkarılamayacağı gibi vakıfda vazifeli olan suçsuz bir kimse de çıkarılamaz. Bir talebe üç ay kaybolsa vakıf olan odası alınmaz, vakıftaki hissesi kesilmez.
Eşbah'ın Fenn-i Salisi'nin sonunda zikredilmiştir ki; sultan ehil olmayan bir müderrisi tâyin etse tâyini sahih olmaz. Çünkü sultanın yaptığı işin faydalı olması şarttır. Bilhassa vakıfnamede ehil olan müderris tayin edilecektir diye yazılı ise ehil olan müderris vazifesinden çıkarılmakla çıkmış olmaz
Bezzâziye'nin Sulh Bahsinde zikredilmiştir ki; sultan ehil olmayan bir kimseye vazife verirse iki günah işlemiş olur: Birisi ehil olmayana vazife vermesi, diğeri de ehil olanı vazifeden mahrum etmesidir.
Bir mütevelli hakime bildirmek şartıyla kendisini mütevellilikten çıkarabilir. Fakat çıktığını hakime bildirmedikçe mütevellilikten çıkmış olmaz. Vakıf hakkındaki tasarrufları geçerli olur.
Bir mütevelli hakimin huzurunda başka bir şahsı kendi yerine tayin edip hakim de o şahsın mütevelliliğini takrir etse, birinci mütevelli mütevellilikten çıkmış, yerine tâyin edilen şahıs mütevelli olmuş olur
Bir mütevelli uhdesinde bulunan mütevelliliği başka bir şahsa bırakılmış olsa bakılır: Eğer kendisine mütevellilik bırakılan şahıs mütevelli olmaya ehil olmazsa hâkim bunu kabul ve takrir etmez. Ehil olursa hâkim muhayyer olup dilerse kabul ve takrir eder, dilerse reddeder.
Bir kimse uhdesindeki vazifeyi başka bir şahsa bırakmış olsa her ne kadar vakfa nezaret eden zât kendisine vazife bırakılan şahsı kabul ve takrir etmese bile vazifeyi bırakanın hakkı düşmüş olur.
Fetavây-ı Hayriyye sahibine "Bir kimse uhdesinde bulunan bir vazifeyi bedel karşılığında bir şahsa devretse bunun hükmü nedir?" diye sorulmuş. O da: "Bu vazife kendisine devredilen şahsa verilmeyip sultanın takrir ettiği zâta verilir. Çünkü uhdesinde vazife bulunan kimsenin bu vazifeyi başka bir şahsa devretmesi sultanın bu vazifeyi başka bir zâta takririne mani olmaz." diye cevap vermiştir.
Yine Fetâvây-ı Hayriyye'de zikredilmiştir ki; hâkim bir vazifeye bir kimseyi tâyin ettikten sonra aynı vazifeye sultan da başka bir zatı takrir etse, hakimin takriri muteberdir. Nitekim bir vekil, vekil edildiği bir işi yaptıktan sonra aynı işi müvekkili de yapsa, vekilin yaptığı iş muteberdir.
Vakfeden tarafından takrir hakkı kendisine şart kılınmış olan bir nazır (vakfa bakan) bir vazifeye bir şahsı takrir edip aynı vazifeye hâkim de başka bir kimseyi takrir etse, nazırın takriri muteberdir. Hâkimin takriri muteber değildir. Çünkü velâyel-i hassa, velâyet-i âmmeden daha kuvvetlidir. Allâme Kasım bununla fetva vermiştir. Fakat vakfeden tarafından nazıra takrir hakkı şart kılınmamış ise, hakimin takriri muteberdir.
Bir kimse uhdesindeki vazifeyi bedel karşılığında bir şahsa devretse, vazifeyi devralan şahıs vermiş olduğu bedeli geri alabilir. Çünkü bu bedel mücerred haktan bir ivazdır, bu ise caiz değildir. Bütün fukaha bunu tasrih etmişlerdir. Kim örfü hassı nazar-ı itibara olarak bunun hilafına fetva verirse, mezhebe muhalif olarak fetva vermiş olur. Bu mesele meşhurdur, bunun hakkında fukahanın ihtilafı vardır. Bu mesele hakkında müteahhirinin bir çok risaleleri vardır. Fakat doğru yola tabi olmak evladır. İşin hakikatini Hak Teala Hazretleri bilir.
METİN
Vakfeden kimse vakfının gelirini veya vakfına mütevelli olmayı kendi nefsi için şart kılsa İmam Ebû Yusuf'a göre câiz olur. Fetva bunun üzerinedir.
= Vakfın ve şartlarının istibdalı (değiştirilmesi) beyanında =
Bir kimse vakfettiği bir arazisini dilediği zaman başka bir arazi ile değiştirmesini veya satılıp parasıyla başka bir arazi alınmasını şart kılsa, bu şartla vakfetmesi câiz olur. Böyle bir değiştirme yapılınca ikinci arazide - her ne kadar vakfiyede zikredilmiş olmasa bile - birinci arazi hakkındaki şartlar muteberdir. Bundan sonra ikinci arazi üçüncü bir araziyle değiştirilemez. Çünkü değiştirme hükmü şartla sâbit olmuştur. Şart ise birinci değiştirmede mevcut olup ikinci değiştirmede mevcut değildir.
Vakfeden tarafından değiştirilmesi şart kılınmayan bir vakfı -yoksullara ait olsa bile- ancak hâkim değiştirebilir Dürer.
Bahır'da: "Vakfeden tarafından değiştirilmesi şart kılınmayan bir vakfın değiştirilebilmesi için kendisinden tamamıyla istifade edilemeyecek bir hale gelmesi, bedelinin akar olması, değiştiren hâkimin Cennetlik yani ilim ve amel sahibi olması şarttır " diye zikredilmiştir.
Nehir'de zikredilmiştir ki; vakti değiştiren hâkim ilim ve amel sahibi olursa bu değiştirmeye kalp mutmain olur. Altın ve gümüş ile değiştirilmiş olsa bile vakfın zâyi olma korkusu olmaz. Vakfeden kimse vakfının değiştirilmesini şart kılmamış olsa bile bu mesele vakfedenin şartına muhalefet edilen yedi meseleden biridir. Nitekim bu yedi mesele Eşbahda izah edilmiştir. Musannıfın oğlu Zevâhir isimli eserinde vakfedenin şartına muhalefet edilen yedi mesele üzerine sekizinci meseleyi Enfeu'l Vesail'e nisbet ederek: "Vakfeden bir kimse vakfında mütevelliden başkasının tasarrufta bulunmamasını şart kılsa hâkim münasip gördüğü takdirde vakfedenin şartına muhalefet ederek mütevellinin yanına vakfın malını muhafaza edecek bir kimseyi tayin eder" diye ziyade etmiştir.
Eşbah'da zikredilmiştir ki; ma'mur (kendisinden istifade edilen) bir vakfın ancak dört yerde değiştirilmesi câizdir.
Şarih der ki; Marûzat'da: "Ebussûud Efendi Sadrü'ş-Şeria'nın tercihine tâbi olarak (951) tarihinde arazi üzerine ma'mur vakıfların sultanın emri olmaksızın hakimler tarafından değiştirilmesi men edilmiştir." diye yazılıdır.
Yine Marûzat'ta zikredilmiştir ki; Ebussûud Efendi'ye "Vakfeden bir kimse vakfında tâyin, azil ve diğer tasarruflarda bulunmayı kendi evlâdından mütevelli olanlar için şart kılıp kendilerine vakıf hususunda hâkimlerden ve emîrlerden hiç bir kimse müdahale etmesin. Eğer müdahale ederlerse Allah Teâlâ'nın lâneti onların üzerine olsun dese, hâkim ve emîrlerin bu vakfa müdahale etmeleri mümkün ve meşru olur mu?" diye sorulmuş, o da: "Bu şekildeki vaktiyeler (944) tarihinde yazılmıştır. Eğer vakfedenin evladından olan mütevelliler emîrlerden olurlarsa bizzat kendileri vakıf işlerinin şer-i şerife uygun olarak yürütülmesi için devlet adamına (vezire) arz ederler. MütevelIiIer emîrlerden olmazlarsa, vakıf işlerinin şer-i şerife uygun olarak yürütülmesi için beldelerindeki hakim vasıtasıyla devlet adamına arz ederler.
Hâkimler mütevellilere, mütevelliler de hakimlere muhalefet etmesinler. Çünkü sultanın emri bu minval üzere vârid olmuştur. Vakfedenler bu şartla herhangi bir fesadın yapılmasını isteyip bu fesadı önlemek için mütevellilere müdahale eden hâkim ve emirlere lânet ederlerse, bu lanet kendilerinin üzerine olur. Çünkü usûl-i mukarraradandır ki; şer'î şerife muhalif olan bütün şartlar hükümsüz ve bâtıldır." diye cevap vermiştir. Bu hıfz olunmalıdır.
İZAH
"Vakfeden kimse vakfının gelirini ilh..." Vakfeden kimse vakfının gelirini tamamen veya kısmen kendi nefsi için tahsis kılsa, İmam Muhammed'e göre vakfın bir mütevelliye teslim edilmesi şart olduğundan bu vakıf câiz olmaz. İmam Ebû Yusuf'a göre câiz olur.
Bir kimse bir mülkünü kölelerine ve cariyelerine vakfetse İmam Ebû Yusuf'a göre sahih olur, İmam Muhammed'e göre sahih olmaz. Ama vakfının gelirini müdebbirleri ve ümm-i veledleri için şart kılsa, bu vakıf ittifakla sahih olur. Çünkü bunların efendilerinin ölmesiyle hürriyetleri sabit olacağından bu vakit yabancılara vakfedilmiş gibi olur. Efendileri hayatta iken vakfın bunlar için sâbit olması hayatından sonraya tebaandır.
"Başka bir arazisiyle değiştirmesini ilh..." Bilmiş ol ki; bir vakfın değiştirilmesi üç vecih üzeredir:
Birincisi: Vakfeden tarafından vakfının lüzum görüldüğünde değiştirilmesi şart kılınmış olan vakıfdır. Sahih olan kavle göre bu vakfın değiştirilmesi câizdir.
İkincisi: Vakfeden tarafından vakfının değiştirilmesi şart kılınmamış olan vakıfdır. Eğer bu vakıf gelir getirmeyecek bir hale gelir veya geliri masrafına kifayet etmezse, esah kavle göre bu vakfında hâkimin izniyle değiştirilmesi caizdir.
Üçüncüsü: Vakfeden tarafından vakfının değiştirilmesi şart kılınmamış olan vakıfdır. Bu vakıf az da olsa gelir getirirse, değiştirilecek bedel vakıftan daha verimli olsa bile muhtar olan kavle göre vakfın değiştirilmesi câiz değildir.
Geliri azalan vakıf bir arazinin değiştirilmesi hakkında ihtilâf vardır. Fakat bir kısmı harap olmakla geliri azalan vakıf bir hanenin değiştirilmesi ittifakla câiz değildir. Hanenin araziye kıyas edilmesi mümkün değildir. Çünkü arazinin geliri azaldığında kiralanmasına rağbet edilmeyip satın alınmasına rağbet edilir. Haneye gelince : Kira bedelinin karşılığında tamir edilip içinde uzun müddet oturmak üzere kiralanmasına rağbet edilir. Zamanımızda kıyas bâbı kapanmıştır. Ulema için ancak mutemed ve muteber kitaplardan nakletmek vardır. Nitekim fukaha böylece tasrih etmişlerdir.
"Vakfiyede zikredilmiş olmasa bile ilh..." Bahır'da zikredilmiştir ki; Bir kimse vakfettiği bir arazisini satıp parasıyla başka bir arazi satın almayı şart kılsa, bu ifadesi üzerine bu vakıf istihsanen sahih olur. İkinci arazi satın alınınca birinci arazinin şartlarıyla vakfedilmiş olup yeniden vakfedilmeye muhtaç olmaz. Nitekim bir kimseye hizmet etmesi vasiyet edilen bir köle hata en öldürülüp parasıyla başka bir köle satın alındığında satın alınan kölede kendisine vasiyet edilen kimsenin hizmet hakkı sâbit olur.
"Bundan sonra ikinci arazi üçüncü bir araziyle değiştirilemez ilh..." Fetih'te zikredilmiştir ki; vakfeden kimse vakfiyesinde vakfının değiştirilmesini şart kılmış olsa, yine vakıf olmak üzere bir kereye mahsus olarak değiştirilebilir, bir daha değiştiremez. Çünkü bu husustaki salahiyetini bu şekilde kullanmış olur. Ancak devamlı değiştirilmesini ifade eden bir söz söylerse, bu takdirde tekrar değiştirebilir. Bu değiştirmeyi mütevelli yapamaz. Ancak vakfiyesinde mütevelli olacak şahıs için değiştirme salahiyetini şart kılmış olursa, mütevellinin de değiştirmeye salahiyeti olur.
Vakfeden kimse vakfiyesinde vakfının gelirinden hisse olanların hisselerini artırıp eksiltmesini ve istediği kimseleri vakıftan hisse alanlar arasına katmayı veya onların arasından çıkarmayı veyahut onlardan biriyle başka birisini değiştirmesini şart kılsa, bu şart sahih olur ve bunu bir kereye mahsus olmak üzere yapabilir, bir daha yapamaz. Fakat bunu her dilediği zaman yapmayı şart kılmış olursa, hayatta olduğu müddetçe hisseleri artırıp eksiltebilir ve dilediği kimseleri vakfına alıp dilediğini çıkarabilir.
Mütevelli bunları yapamaz. Ancak vakfeden mütevellinin yapmasını şart kılarsa yapabilir. Vakfeden bunları yapmayı mütevelliye şart kılmış olduğu halde kendi nefsi için şart kılmamış olsa, yine kendisi de bunları yapabilir. Çünkü bunları başkasına şart kılması, kendi nefsi için şart kılması demektir.
"Vakfeden tarafından değiştirilmesi şart kılınmayan bir vakfı ilh..." Tarsûsî'den naklen Vehbâniyye şerhinde zikredilmiştir ki; vakfeden tarafından değiştirilmesi şart kılınmayan bir vakfın değiştirilmesi hakkında bir nakil yoktur. Fakat mezheb kaidelerinin gereği olarak fukaha: "Vakfeden kimse vakfiyesinde, hâkimin veya sultanın söz hakkı yoktur, diye şart kılsa bu şart bâtıldır. Hakimin vakıfda söz hakkı vardır. Çünkü hâkimin vakfa nezareti daha faydalıdır. Bu şartta kendilerine vakfedilenlerin menfaatlarının fevt olması, vakfın muattal bırakılması vardır. Vakıf için faydasız olan bir şart ise kabul edilemez." demişlerdir.
"Bahır'da ilh..." Bahır'ın ibâresi şöyledir: Vakfeden tarafından değiştirilmesi şart kılınmayan bir vakfın değiştirilmesi hakkında Kadîhân'ın kelâmı muhtelif olup kitabının bir yerinde: "Hâkim vakfın değiştirilmesinde bîr menfaat görürse değiştirir." demiş; diğer bir yerinde ise: "Vakıf kendisinden istifade edilemeyecek bir hale gelse bile değiştiremez" demiştir. Mutemed olan kavle göre vakfeden tarafından değiştirilmesi şart kılınmayan bir vakıf kendisinden istifade edilemeyecek bir hale gelip tamiri için geliri de bulunmadığı takdirde hâkimin -gabn-i fahiş ile olmamak şartıyla- değiştirmesi câiz olur. İs'âfda: "Vakfı değiştiren hâkimin cennetlik yani ilim ve amel sahibi olması şarttır." diye zikredilmiştir. Zamanımızda vakfın parayla değil akarla değiştirilmesi vâcibdir diye ilâve edilmelidir. Çünkü para ile satıldığında bedeli satın alınmayıp paranın mütevelliler tarafından yenildiği görülmektedir. Zamanımızda vakıfların vakfın parayla değil akarla değiştirilmesi vâcibdir diye ilâve edilmelidir. Çünkü para ile satıldığında bedeli satın alınmayıp paranın mütevelliler tarafından yenildiği görülmektedir. Zamanımızda vakıfların değiştirilmesi çok olmakla beraber hâkimlerden hiç birinin bunu teftiş ettiği görülmemektedir.
Vakfı değiştiren kimse vakfı alacaklısına ve lehine şehâdeti kabul edilmeyen şahsa satmamalıdır. Vakfı değiştiren kimse vakfı küçük oğluna satsa ittifakla caiz olmaz. Nitekim satışa vekil olan bir kimse kendi küçük veya büyük oğluna satsa, bu satış İmam-ı Azam'a göre caiz olmaz, İmameyn'e göre câiz olur. Bu mesele vekalet bahsinde beyân edilmiştir. Vakfı değiştiren kimse alacaklısına borcu karşılığında vakfı satsa, İmam Ebû Yusuf ile Hilâl'in kavline göre bu satış caiz olmaz.
Kınye'de zikredilmiştir ki; vakıf bir hanenin başka bir hane ile değiştirilmesinin câiz olması için bu hanelerin her ikisi de ya bir mahallede bulunmalı veya bedel olacak hanenin mahallesi vakıf hanenin mahallesinden daha hayırlı ve şerefli olmalıdır. Aksi takdirde bedel olacak hanenin alanı daha geniş, kıymeti daha ziyade, kirası daha fazla olsa bile değişme caiz olmaz. Çünkü bedel olacak hanenin bulunduğu mahallenin aşağılığından dolayı ileride insanların rağbetinden düşerek harap olması muhtemeldir.
Allame Kınalızade: "Değiştirilen vakıf ile onun bedelinin aynı cinsten olması şarttır." demiştir.
Haniyye'de zikredilmiştir ki; vakfeden kimse vakfettiği hanesini hane ile değiştirmeyi nefsi için şart kılsa, o haneyi arazi ile değiştiremez. Aksini yani vakfettiği araziyi arazi ile değiştirmeyi nefsi için şart kılsa, o araziyi hane ile değiştiremez. Fakat gelir için vakfedilmiş vakıfların değiştirilmesinde, değiştirilen vakıf ile bedelinin cinslerinin aynı olması şart değildir. Çünkü bu vakıflarda nazar-ı itibara alınacak şey gelirinin çokluğu, tamirinin ve masrafının azlığıdır. Mesela; vakıf bir dükkân ekin ekilen, geliri dükkânın kirasından daha fazla olan bir arazi ile değiştirilebilir. Çünkü arazi daha devamlı, masrafı daha azdır. Ama mesken için vakfedilmiş bir hane, geliri daha fazla olsa bile bir arazi ile değiştirilemez. Zira bu haneyi vakfedenin maksadı, haneden içinde oturmak suretiyle istifade edilmesidir.
"Altın ve gümüş ile değiştirilmiş olsa bile ilh..." Nehir'de: "Bir vakıf kendisinden istifade edilemeyecek bir hale geldiğinde altın ve gümüş ile değiştirilebilir." diye zikredilen kavil Bahır'da "Bir vakıf kendisinden istifade edilemeyecek bir hale geldiğinde değiştirilen bedelinin akar olması şarttır." diye zikredilen kavli reddetmektedir.
Hâsılı vakfın değiştirildiği bedelinin akar olmasının şart kılınması bedelinin altın ve gümüş olduğu takdirde mütevellilerin onu yemesinden korkulduğundan dolayıdır. Fakat vakfı değiştiren hakimin cennetlik yani ilim ve amel sahibi olması şart kılındığında vakfın bedeli olan altın ve gümüşü yemesinden korkulmaz.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü hakimin ilîm ve amel sahibi olması yalnız vakfı değiştirmek için şarttır. Yoksa satılan vakfın bedelini para ilesatın alması şart değildir İlim ve amel sahibi bir hâkim vakfı parayla satıp parasını kendi yanında veya mütevellinin yanında bıraktıktan sonra azledilip yerine başka bir hâkim tâyin edilse, ikinci hakim araştırmayıp para zâyi olabilir.
"Bu mesele vakfedenin şartına muhalefet edilen yedi meseleden biridir ilh..." Yani vakfedenin şer'î şerife muvafık olan şartları Şari'in nassı gibi olup muhalefet edilmesi caiz değildir. Fakat vakfedenin şer'î şerife muvafık olmayan şartları muteber değildir. Bundan dolayı bunlara riayet edilmez.
Birincisi: Vakfedenin vakfının değiştirilmemesi şartıdır. Böyle bir vakıf kendisinden tamamıyla istifade edilemeyecek bir hale gelip onu ıslah edecek geliri de bulunmadığında ilim ve amel sahibi bir hâkim bu vakfı değiştirebilir.
İkincisi: Vakfeden vakfının mütevellisini hâkimin değiştirmemesi şartıdır. Mütevelli ehil olmadığı takdirde hâkim onu değiştirebilir.
Üçüncüsü: Vakfının bir sene müddetten ziyadeye kiraya verilmemesi şartıdır. İnsanlar bu müddetle kiraya rağbet etmeseler veya bu müddetten daha uzun bir müddetle kiraya verilmesinde fakirler için menfaat bulunsa, hâkim bu şarta muhalefet edip daha uzun bir müddetle kiraya verebilir. Fakat mütevelli veremez.
Dördüncüsü: Vakfedenin kendi kabrine Kur'ân-ı Kerîm okunması şartıdır. Bu tâyin bâtıldır. Ama bu, kabrin yanında Kur'ân-ı Kerîm okumak mekrûhtur diyen kavle göredir. Muhtar olan kavle göre kabrin yanında Kur'ân-ı Kerîm okumak mekrûh değildir.
Beşincisi: Vakfının gelirinin fazlasını fülan mescidde dilenen fakirlere tasadduk edilmesi şartlıdır. Bu şarta da riayet edilmez. Mütevellinin diğer mescidlerde dilenenlere, sokaklarda dilenenlere ve dilenmeyenlere de tasadduk etmesi caizdir.
Altıncısı: Vakfeden vakfının gelirinden vakıfta hakkı olanlara her gün şu kadar et, ekmek verilsin diye şart kılmış olsa, mütevelli bunları veya bunların kıymetini vermekte muhayyerdir. Fakat diğer bir kavle göre muhayyer olan mütevelli değil vakıfta hakkı olanlardır. Bunlar dilerlerse tâyin edileni, dilerlerse bunların kıymetini mütevelliden isterler. Münteka'da bu kavlin râcih olduğu zikredilmiştir.
Yedincisi: Vakfeden, İmam, hatip, müderris gibi vazife ehline kifayet miktarından eksik ücret verilmesini şart kılmış olsa, hakim bu şarta muhalefet edip ücretlerini artırabilir.
Bu yedi mesele üzerine "beytülmale aid olan vakfın şartlarına sultanın muhalefet etmesi caizdir" diye ziyade edilmiştir.
Ma'mur (kendisinden istifade edilen) bir vakfın ancak dört yerde değiştirilmesi câizdir.
Birincisi: Vakfedenin değiştirilmesini şart kıldığı vakıftır.
İkincisi: Ma'mur bir vakfı bir kimse gasbedip içine su akıtarak göl haline getirir ziraate kabiliyeti kalmazsa, mütevelli gasbedene vakfın kıymetini ödettirip onunla vakfın yerine bir arazi satın alır.
Üçüncüsü : Gasbedenin vakfı inkâr edip şâhidin de bulunmaması suretidir. Bu surette gasbeden vakfın kıymetini vermek istese mütevelli kıymetini alıp onunla başka bir yer satın alır; evvelki vakfın şartları üzere vakfeder.
Dördüncüsü: Bir kimsenin bir vakıf ile ondan daha kıymetli, daha çok gelir getiren bir arazisini değişmek istemesi suretidir. Bu surette İmam Ebû Yusuf'un kavliyle amel edilerek vakıf o arazi ile değiştirilir. Fetva da İmam Ebu Yusuf'un kavli üzeredir. Nitekim Fetavây-ı Kâriü'l-Hidâye'de böylece yazılıdır.
METİN
= Binanın vakfedilip arsasının vakfedilmemesi beyânında =
Bir kimse arsası üzerine bina yaptıktan sonra arsayı mülkü olarak bırakıp da üzerindeki binayı vakfetse, vakfı sahih olmaz. Ekseri ulema bunun üzerinedir. Bazıları "sahih olur" demişlerdir. Fetva bu kavil üzerinedir. Kâriü'l Hidâye'ye "Arsanın değil de onun üzerindeki binanın veya ağaçların vakfedilmesinden sorulmuş", o da: "Fetva vakfın sahih olması üzerinedir." diye cevap vermiştir. Vehbâniyye şârihi bunu tercih etmiş, musannıf: "Bu, menkûl (taşınılabilen) kabilinden olup bunda insanların muameleleri caridir." diye sebebini beyân ederek bunu ikrar etmiştir. O halde bu kavil ile fetva vermek taayyün eder. Eğer vakfedilen binanın arsası da binanın vakfedildiği cihete vakfedilmiş olursa, arsaya tebaan binanın vakfı da ittifakla câiz olur. Eğer arsası binanın vakfedilmiş olduğu cihetten başka bir cihete vakfedilmiş olursa, bunda ihtilâf edilmiştir. Sahih olan kavle göre, vakfın câiz olmasıdır.
İbn-i Nüceym'e "arsasının değil de üzerindeki ağaçların vakfedilmesinden sorulmuş", o da: "Arsası vakıf ise - her ne kadar ağaçları vakfeden arsayı vakfedenden başkası olsa bile- sahih olur." diye cevap vermiştir
Yine İbn-i Nüceym'e "arazi-i muhtekeredeki binanın veya ağaçların satılması veya vakfedilmesi câiz olur mu?" diye sorulmuş, o da: "Evet câiz olur." diye cevap vermiştir.
Yine İbn-i Nüceym'e "bir kimsenin rehin veya kiraya vermiş olduğu bir arazisini vakfetmesi câiz olur mu?" diye sormuş o da: "Evet câiz olur." diye cevap vermiştir.
Bezzâziye'de zikredilmiştir ki; bir kimsenin âriyet olarak aldığı veya kiraladığı bir arsa üzerine yapmış olduğu binayı vakfetmesi câiz değildir.
= Arazi-i muhtekerenin kirasının artması beyânında =
Arazi-i muhtekerenin kirasının artmasının hükmüne gelince: Münye'de zîkredilmiştir ki; vakıf bir arazi üzerine dükkân yapmış olan kimse o vakıf araziyi ecr-i misille kiralamayı kabul etmese bakılır: Eğer o araziden dükkân kaldırıldığı takdirde arazi dükkan sahibinin vermiş olduğu kiradan daha fazla kira getirecek olursa, hâkim dükkân sahibîne dükkânını kaldırmasını emreder ve başkasına o araziyi kiraya verir. Eğer dükkân kaldırıldığı takdirde dükkân sahibinin vermiş olduğu kiradan daha fazla kira getirmeyecek olursa, arazi onun elinde eski kirasıyla bırakılır. Bahır'da da böylece yazılıdır.
Yine Bahır'da zikredilmiştir ki; bir kimse vakıf bir araziyi ecr-i misille kiralayıp üzerine bina yaptıktan sonra arazinin kirası pek ziyade artsa, kiracının bu artan mikdarı vermesi lâzım gelir. Bu artan mikdarı vermezse, eğer kira mukavelesi her ay kirayı vermek üzere yapılmışsa aybaşında kira mukavelesi fesholunur. Bundan sonra bakılır: Eğer binanın kaldırılması vakfa zarar verecek olursa, bina kaldırılmaz. Eğer binanın kaldırılması vakfa zarar vermeyecek olursa bina kaldırılır veya kiracı razı olursa, mütevelli o binaya mâlik olur. Eğer kiracı razı olmazsa, binanın yıkılacağı zamana kadar bekler. Burada şu meselenin beyânı bâkî kalmıştır. Bir kimse vakıf bir araziyi senelik veya uzun bir müddet için ecr-i misille kiralayıp üzerine bina yaptıktan sonra bina sebebiyle arazinin kirası artmış olsa, kiracıdan zararı def için artan mikdarın alınmamasıdır. Çünkü kiranın artması bina sebebiyle olup araziden dolayı değildir.
= İktaatın vakfedilmesi beyânında =
İktaatın vakfedilmesi Nehir'in beyânına göre câiz değildir. Ancak mevat arazi olur veya hükümdarın kendi mülkü olur da bir kimseye ikta etmiş olursa, o arazinin vakfı câiz olur. Nehir sahibi: "Mısır'da emîrlerin çocuğunun vakıfları iktâat olup suretâ yani beytülmala aid bir arazinin satılmasını meşrû kılacak şartlar bulunmaksızın beytülmal vekilinden satın alınmış. Çünkü Osmanlı Devletinde beytülmale ait bir arazinin satılmasına ihtiyaç olmamıştır." demiştir.
Vehbâniyye'de zikredilmiştir ki; sultan, beytülmala aid bir araziyi âmmenin menfaati için meselâ: Bir mescidin ihtiyacı için vakfetse, tahsisat kabilinden olarak caiz olur ve sevaba nail olur.
Şarih der ki; Şürunbulali'nin Vehbaniyye şerhinde zikredilmiştir ki; sultan, sulh yoluyla değil harp yoluyla alınmış bir arazinin vakfına izin vermiş olsa yine vakıf sahih olur. Çünkü arazide fethedilmeden önceki malikinin mülkü bakidir.
İZAH
"Binayı vakfetse ilh..." Yani bir arsayı mülk olarak bırakıp da üzerindeki binayı veya ağaçları vakfetmek sahih olmaz. Bazı fukahaya göre sahih olur.
Musannıf bu meseleyi vakfı örf ve âdet olan menkûl bahsinde zikretmeliydi. Çünkü binanın veya ağaçların vakfı menkûl kısmındandır. Bundan dolayı bunlarda şuf'a câri değildir. Nitekim şuf'a bâbında beyân edilecektir. Musannıf: "Bir arsayı mülk olarak bırakıp da üzerindeki binayı vakfetmek sahih olmaz." diye kayıtlamıştır. Çünkü bir arsa vakfedilince üzerindeki binalar ve ağaçlar da arsaya tebaan vakfedilmiş olur.
Bilmiş ol ki; Allame Kasım: "Bir arsanın kendisi vakfedilmeksizin üzerindeki binanın vakfedilmesi sahih değildir." diye fetva vermiş, bunu İmam Muhammed'in Asıl isimli eserine, Hilâl b. Yahya'i-Basri'ye, Hassaf'a, Vakıat'a ve Muzmarat'a nisbet ettikten sonra: "Bir arsa vakfedilmeden onun üzerindeki binanın vakfedilmesinin sahih olmaması, örf ve adet olmadığından dolayı değildir. Çünkü gayr-i menkûl malların kendileri uzun müddet kalırlar da müebbet olurlar. Fakat bina böyle değildir. Zira arsasız bina bâki değildir. Artık sâbit oldu ki, bir arsa vakfedilmeden onun üzerindeki binanın vakfedilmesi ittifakla bâtıldır. Bundan dolayı bir arsa vakfedilmeden onun üzerindeki binanın vakfedilmesi sahih olur diye hükmetmek de bâtıldır." demiştir.
Ben derim ki: Zahire'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; bir arsa vakfedilmeksizin onun üzerindeki binanın vakfedilmesi câiz değildir, sahih olan kavil de budur. Çünkü bu, vakfedilmesi örf ve âdet olmayan menkûl bir malın vakfıdır. Ama bir kurbet cihetine vakfedilmiş bir arsanın üzerine bir bina yapılıp başka bir kurbet cihetine vakfedilmiş olsa, bunun câiz olmasında ihtilâf vardır. Buna göre arsası mülk olarak bırakılıp da onun üzerindeki binanın vakfedilmesinin câiz olmamasının sebebi, sadece binanın vakfının örf ve âdet olmamasındandır. Yoksa Allâme Kasım'ın zikrettiği sebebden dolayı değildir. O halde arsası vakfedilmeksizin üzerindeki binanın vakfedilmesi örf ve adet olan yerde binanın vakfı câiz olur. Bundan dolayı 872 tarihinde Sultan Melik Zâhir'in meclisinde Allâme Kâsım ile talebesi Allâme Abdü'l-Berr b. Şahne arasında geçen konuşmada Abdü'l-Berr hocası Allame Kâsım'a muhalefet ederek: "insanların takriben iki yüz senesinden itibaren zamanımıza kadar bir arsayı vakfetmeksizin onun üzerindeki binayı vakfetmeleri, hakimlerin de bunun câiz olduğuna hükmetmeleri mütevatirdir, örf de böyle câridir. Artık bunun câiz olmasında tevakkuf etmek lâyık değildir." demiştir.
Allâme Muhammed b. Zahîretü'l-Kureşî, Allâme Abdü'l-Berr b. Şahne'nin kavlini reddetmiştir. Fetâvây-ı Kârezûnî'de beyân edildiğine göre reddin özeti şöyledir: Muhammed b. Zahîretü'l-Kureşî: "Abdü'l-Berr b. Şahne, bir arsa vakfedilmeksizin onun üzerindeki binanın vakfının caiz olmayacağına dair mezhebin delillerine muhalefet etmiş asrında dört mezhep alimlerinin ilminde ve kavlinin kabul edilmesinde ittifak ettikleri hocası Allâme Kâsım'a karşı çıkmış, zayıf kavle itimat etmiş örf ve hâkimlerin hükümlerini delil getirmiştir. Halbuki örf, nakil varken delil olamaz, zayıf kavil ile hâkimlerin hükümleri de geçerli değildir," demiştir.
Ben derim ki: Fıkıh metinlerinde müftâbih olan kavil, örf ve âdet olan yerlerde menkûl malların vakfının câiz olmasıdır. Buna göre arsası vakfedilmeksizin onun üzerindeki binanın vakfedilmesi örf ve âdet olan yerlerde binanın vakfının câiz olması nakle muvafık olup mezhebin câiz olmayacağına dair delillerine muhâlif değildir. Çünkü arsası vakfedilmeksizin üzerindeki binanın vakfının caiz olmayacağına dair mezhebin delilleri, sadece binanın vakfı örf ve âdet olmayan yerlere göredir. Nitekim Zahîre'den naklen Bahır'da zikredilen kavil de buna delâlet eder.
Bir kurbet cihetine vakfedilmiş bir arsanın üzerine bir bina yapılıp aynı cihete vakfedilse, arasına tebaan binanın vakfı da ittifakla câiz olur.
Fukaha: "Âmmeye aid ırmakların üzerine yapılan köprülerin vakfına cevaz verip, bunlar yaptıranların vârislerine mirâs olarak kalmaz." demişlerdir.
Hâniyye'de: "Köprünün vakfının câiz olması, sadece binanın vakfının câiz olacağının delilidir." diye zikredilmiştir. Nitekim biz de böyle beyân ettik. Bununla hal vazih olur, müşkül zail olur, bu husustaki kavillerin arası bulunmuş olur.
Yine Hâniyye'de zikredilmiştir ki: bir kimse âriyet almış veya kiralamış olduğu bir arsa üzerine yapmış olduğu bir binayı vakfetse bu vakıf sahih olmaz. Buna göre Kâriü'l-Hidâye'de: "Arsası değil de onun üzerindeki binanın vakfı sahihdir." diye zikredilen binayı, mülk olan arsa üzerine değil de vakıf olan arsa üzerine yapılan binaya hamletmek vâcib olur.
Arazi-i muhtekere: Kiracı tarafından üzerine bina yapılmak ve ağaç dikilmek veya bunlardan yalnız birisi yapılmak üzere senelik muayyen bir ücret mukabilinde kiraya verilmiş bir arazidir ki, kiracısı muayyen ücreti her sene arazi sahibine vererek o araziyi elinde bulundurur.
Bir kimsenin kiraladığı bir arsa üzerine yapmış olduğu bir binayı vakfetmesi caiz değildir. Fakat arazi-i muhtekere üzerine yapılmış binanın vakfı câizdir. Bahır.
Evkaf-ı Hassaf'da zikredilmiştir ki; çarşıdaki dükkânların vakfı - her ne kadar arsaları bu dükkanları yapanların elinde kira ile bulunuyor ise de- câiz olur. Çünkü sultan, dükkânlardan sahiblerini çıkarmaz, onlardan kira alır. Bu dükkânlar babadan oğula miras olarak kalırlar, satılırlar, kiraya verilirler, yıkılıp yenileri yapılır veya yerlerine başka binalar yapılır. Bundan dolayı bunların vakfedilmeleri de câiz olur.
T E T İ M M E : Bezzâziye'de zikredilmiştir ki; arsasız kirdarın vakfı câiz değildir. Arsasız binanın vakfı câiz olmadığı gibi. Fetâvây-ı Hayriyye'de beyân edildiğine göre kirdar; bir kimsenin sultan tarafından ziraat yapması için kendisine verilmiş olan arazi üzerinde yaptığı binaya, diktiği ağaçlara ve kendi mülkünden naklederek tarla haline getirmek üzere o arazinin çukurlarına, yarık yerlerine doldurduğu topraklara verilen isimdir.
Bir arazinin tarla haline getirilmesi için çukurlarına doldurulan topraklara "kibs" denir.
Ben derim ki: Buna göre kirdarda tafsilat vardır: Eğer kirdar kibs ise vakfı sahih olmaz. Eğer kirdar bina veya ağaçlar ise arsası vakfedilmeksizin üzerindeki bina veya ağaçların vakfedilmesi hakkındaki hüküm yukarıda geçmiştir.
Gedik de kirdardandır. Gedik: Kiracı tarafından vakıf bir dükkân veya benzeri bir akar içinde yapılmış raflardan, dolaplardan ibarettir. Bunların vakfı da sahih değildir.
Bir kimse vakıf bir araziyi ecr-î misil ile kiralayıp üzerine bina yaptıktan sonra arazinin kirası pek ziyade artmış olsa bakılır: Eğer o arazinin kirası imar ve bina sebebîyle artmış ise, kiracının artan miktarı vermesi lâzım gelmez. Çünkü bu artan miktar imar ve bina sebebiyledir. Bu hüküm, kiracı o binayı kendi parasıyla yapıp bina kendisinin mülkü olduğuna göredir. Kiracı o binayı mütevellinin emriyle yapıp sarf ettiği masrafı vakıfdan almış olursa, bina vakıf olmuş ve ortan kira mikdarını vermesi kendisine lâzım gelir. Eğer o arazinin kendisinin kirası artmış olursa, kiracının artan miktarı vermesi lâzım gelir.
İktaat: Hükümdar tarafından beytülmalda hakkı olan bir kimseye bir arazinin kendisinin veya menfaatının verilmesidir.
Bahır sahibi "Ettühfetü'l-Marziyye fi'l-Arâzi'l-Mısriyye" isimli risalesinde zikretmiştir ki; bir kimse bir arazisini vakfedince bakılır: Eğer o arazi kendisine hükümdar tarafından ganimet taksim edilirken verilmiş veya kendisi o araziyi başkasından satın almış veya o arazi aslında mevat yani sahibi olmayan işlenmemiş bir yer olup hükümdarın izniyle o yeri ziraata elverişli bir hale getirmiş veya o arazi hükümdarın kendi mülkü olup o kimseye vermiş ise, bu suretlerde vakıf sahih olur. Eğer o arazi beytülmala aid ise vakıf sahih olmaz.
Beytülmaldan şeriatın cevazı dairesinde satın alınan bir arazinin vakfı sahihtir. Çünkü o satın alan kimse o araziye mâlik olur, o arazide vakfedenin şartına riayet edilir. O araziyi beytülmaldan satın alan gerek sultan, gerek emîr, gerekse başka bir kimse olsun müsavîdir.
Sultan beytülmala aid olan bir araziyi satın almaksızın vakfetse, bu vakıf sahih olur. Çünkü Allâme Kâsım'a "Sultan Çakmak beytülmala aid bir araziyi bir mescidin ihtiyacı için vakfetmiştir, bunun hükmü nedir?" diye sorulmuş, o da: "Bu vakfı başka bir sultan iptal etmeye mâlik olamayacağından bu vakıf sahihtir." diye fetva vermiştir.
Ben derim ki: Allâme Kâsım'ın vermiş olduğu fetva müşküldür. Çünkü yukarıda "beytülmala aid olan bir arazinin vakfı sahih değildir" diye geçmiştir.
Keza: Mebsût'dan naklen gelecek faslın fürûunda zikredilecektir ki; vakıf yerlerin çoğu köyler ve tarlalar olursa sultan, vakfedenin şartlarına muhalefet edebilir. Çünkü bunların aslı beytülmala aiddir. Bunlar hakikatte vakıf olmayıp tahsisat kabîlindendir. Kezâ: Sultan beytülmala aid bir araziyi beytülmaldan çıkarıp beytülmalda istihkakı olan alimlere veya talebelere vakfetse, bu da hakikatte vakıf olmayıp tahsisat kabîlindendir.
Bir arazinin vakıf edilmeden evvel beytülmaldan satın alınıp alınmadığı bilinmezse, o arazinin vakfının sahih olduğuna hükmedilemez. Çünküvakfedilen bir malın mülk olması şarttır. Bir kimsenin bir malı vakfetmesinden o mala mâlik olması lazım gelmez. Beytülmaldan satın alınmış olduğu bilinmeyen bir arazinin beytülmal için bakası asıldır. Bundan dolayı Ebussûud Efendi hükümdarın ve emirlerin vakıflarının şartlarına riayet edilmez. Çünkü bu vakıflar beytülmala aiddir.
Vakıf olan bir arazi hakkında : "Bu arazi beytülmala aiddir, oradan satın alınıp mülk edinilmeden vakfedilmiş." diye onun vakfının sahih olmadığına hükmedilemez. Çünkü Müslümanların haklarında hüsn-i zanda bulunup bu vakfın şer'î şerife uygun olarak yapılmış olduğuna inanmak lazımdır.
METİN
Bir hâkim kendisinde hakimin hükmü şer'î tescil bulunmayan bir vakfın satılması için vakfedenin vârisine izin ve cevaz verip o da satsa, bu satış sahih olur. Çünkü şer'î tescili bulunmadığından hâkimin vakfın satılmasına izin vermesiyle vakfın bâtıl olduğuna hüküm vermiş sayılır. Hatta vakfeden kimse, vakfettiği bir mülkün hepsini veya bir kısmını satsa yahut bir cihete yapmış olduğu vakfından dönüp onu başka bir cihete vakfetse, evvelki vakfın lüzumuna hükmedilmeden önce bir hâkim ikincinin vakfiyetine hükmetse, içtihâd mahallinde vâki olduğu için ikincinin vakfı sahih olur. Musannıf bunu "Minah" isimli eserinde tahkîk ve tafsil edip şeyhine, Kâriü'l-Hidâye'ye, Ebussûud Efendi'ye tâbi olarak bununla fetva vermiştir. Şârih: "ikinci vakfın sahih olmasını Nehir sahibi hakimin müctehid olmasına hamletmiştir. İsteyen ona müracaat etsin." demiştir.
Bir hâkim bir vakfın satılması hususunda vakfedenin vârisinden başkasına izin verse, onun satması sahih olmaz. Çünkü hâkimin bir vakfın satılmasına izin vermesi o vakfın bâtıl olduğuna hüküm olur da vârisin mülküne döner, başkasının malını şer'î bir sebep bulunmaksızın satmak ise câiz değildir.
İmâdiyye'de zikredilmiştir ki; bir mütevelli hâkimin emri ve re'yile bir vakfı satsa câiz olur. Bu vakfın şer'î bir sebeple istibdâli (değiştirilmesi) suretinde olmalıdır.
Şarih der ki; vakıf kütüğünde fülan kimse fülan yeri vakfetmiş, hâkîm de onun vakfedildiğine hükmetmiştir, diye kaydedilip vakfiyetiyle hükmedilen bir vakfın zamanın uzamasıyla şâhidleri ölüp hâkimlerin elinde bulunan vakıf kütüğünde de kaydı kalmayıp vakfedenin çocukları o vakfın iptalini isteseler, Ebussûud Efendi Marûzat'ında: "Hâkimler böyle bir dâvayı dinlemekten men olunmuşlardır." diye zikretmiştir.
= Ölüm hastalığında yapılan vakıflar =
Bir kimsenin ölüm hastalığında yaptığı vakfı ölüm hastalığında yaptığı hibesi gibi olup malının üçte birinden muteberdir. Hibede teslim etmek şart olduğu gibi bunda da mütevelliye vakfı teslim etmek şarttır. Eğer vakıf, terekenin üçte birinden çıkar veya varisi hepsine izin verirse, vakfın hepsi sahih olur. Vârisi izin vermezse, terekenin üçte birinden ziyade olan mikdarın bir kısmına izin verilse, o kısmın vakfı da câiz olur.
Fakir bir kimse rehin verdiği malını veya borcu bütün malını kaplayan hasta bir kimse bir malını vakfetse, vakfı bâtıl olur. Ama hasta olmayan borçlunun vakfı böyle değildir. Hasta olmayan borçlu bir kimse tasarruftan men edilmeden önce vakfı kendi nefsine yapıp vakfın gelirinden borcunun ödenmesini şart kılsın veya kılmasın vakfı sahih olur. Vakfın gelirinden kendisine kifayet miktarı verilir, geri kalandan borcu ödenir. Vakfı kendi nefsi için değil de başkasına yapsa, vakfın geliri yalnız o kimseye aid olur. Fetâvây-ı İbn-i Nüceym.
Şârih der ki; bu mesele, "hastanın borcu bütün malını kaplarsa" diye kayıdlanmıştır. Çünkü hastanın borcu bütün malını kaplamazsa borcundan sonra -varisi olup vakfa izin vermezse- geri kalan malının üçte birinden, vârisi olup izin verir veya vârisi olmazsa, malının hepsinden vakfı câiz olur.
Borcun bütün malı kaplaması suretinde hâkim vakfı iptal edip vakıf araziyi sattıktan sonra mal ortaya çıksa satış bozulmaz, o mal ile satılanın yerine arazi satın alınır. Bu bahsin tamamı İs'âf'ın Hastanın Vakfı bâbındadır.
Vehbâniyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse rehin verdiği bir akarını vakfettikten sonra onu rehinden çıkarsa, vakfı câiz olur. Eğer vakfeden borcunu ödeyecek kadar başka mal bırakmış olursa, o maldan borcu ödenir, vakıf akar rehinden kurtarılır, vakıf bozulmaz. Eğer borcunu ödeyecek başka mal bırakmamış ise, ya vakıf iptal edilip borç için satılır veya iptal edilmeyip vakfın gelirinden ödeninceye kadar borç tecil edilir.
Şârih der ki; Ebussûud Efendiye "Bir kimse borçtan kaçmak için malını çocuklarına vakfetse, sahih olur mu?" diye sorulmuş, o da: "Vakıf sahih ve lâzım olmaz, sultan tarafından hâkimler borcun miktarı kadar vakfın sıhatıyle hükümden ve tescilden men edilmişlerdir." diye cevap vermiştir. Marûzat.
Vakıflar üç kısımdır :
a) Yalnız fakirlere yapılan vakıflar.
b) Önce zenginlere, sonra fakirlere yapılan vakıflar.
c) Fakirler ile zenginlere müsavî olarak yapılan vakıflar.
Ribatlar, hanlar, mezarlıklar, çeşmeler, kuyular, sarnışlar, köprüler, mescidler, değirmenler, leğenler gibi vakıflardan fakirler de, zenginler de istifade ederler. Çünkü her iki zümrenin de bunlara ihtiyacı vardır. Fakat hastahanlere vakfedilen ilaçlar âmmeye vakfedilmiş olmadıkça zenginler önce istifade edemezler; âmmeye vakfedilmiş olursa, fakirlere tebaan zenginler de ondan istifade edebilirler. Vakfedilirken zenginlerin de istifade etmeleri şart kılınmış olursa zaten istifade ederler. Kınye.
F Ü R Û: Bir kimse "şu mülküm gerçekten vakıfdır, onu elimden çıkardım" diye ikrar edip halbuki o kimsenin vârisi o mülkün vakıf olmadığını bilse, bu nevi vakıf câizdir. Vârisinin "o mülk vakıf değildir" diye dâvâ etmesi hâkim tarafından kabul edilmez. Dürer.
= Mürtedin vakfı beyânında =
Vehbâniyye de zikredilmiştir ki; - Allah-ü Teâlâ'ya sığınırız - mürted olan kimsenin daha önce yapmış olduğu vakıfları irtidadı sebebiyle bâtıl olur. Bir kimsenin mürted iken yapmış olduğu vakfı makbul ve mu'teber değildir.
İ Z A H
Ebussûud Efendi: "Kendisinde hâkimin hükmü ve şer'i tescil bulunmayan bir vakfın bir kısmı hâkimin emriyle satılsa, satılan kısmın vakfiyeti bâtıl olup satış sahih olur, satılmayan kısmı vakıf olarak kalır." demiştir.
Tescil-i vakıf: Bir vakfın lüzumuna selâhiyetli bir hâkimin şer'i şerife uygun olarak hükmetmesidir. Hâkimin verdiği hüküm yanında bulunan dip deftere (kütüğe) yazıldığı için "verilen hükme" tescil denilmiştir.
Kınye'de zikredilmiştir ki; tescil edilmemiş bir vakfın satılmasına bir hâkim hüküm verse bîle satış bâtıl olur. AIIame Kâsım bununla fetva vermiştir. Kâriü'l-Hidâye'nin "Henüz vakfına hüküm verilmemiş bir vakfın satılmasına verilen hüküm sahihdir." diye vermiş olduğu fetvaya "vakfın satılmasına hüküm veren hâkîmîn müctehid olduğuna" veya "ondan sehiv olduğuna" hamlolunur.
TENBİH: Vakıf bîr malın satışı fâsid değil bâtıldır. Makdisi Şerhinde zikredilmiştir ki; vakıf bîr malın satışı bâtıl mı yoksa fâsid mi? Bunda ihtilâf vardır. Sahih olan kavle göre bâtıldır.
Haniyye'de zikredilmiştir ki, yapılan vakıf üç kısımdır: Sıhhat halinde yapılan vakıf, ölüm hastalığında yapılan vakıf, ölümden sonraya nisbet edilen vakıf.
Sıhhat halinde vakfedilen bir malın mülkden çıkarılıp mütevelliye teslim edilmesi şarttır. Nitekim hibe edilen bir malın teslim edilmesi şart olduğu gibi.
Ölümden sonraya nisbet edilen bir vakfın mülkten çıkarılıp mütevelliye teslim edilmesi şart değildir. Çünkü bu şekilde yapılan bir vakıf vasiyet hükmündedir.
Ölüm hastalığında yapılan bir vakıf, ölüm hastalığında yapılan bir hibe gibi her ne kadar terekenin üçte birinden mu'teber ise de mülkden çıkarılıp mütevelliye teslim edilmesi şarttır.
Tahâvi: "Ölüm hastalığında yapılan bir vakıf, ölümden sonraya nisbet edilen vakıf gibi lâzım olur." diye zikretmiştir.
Serahsi: "Sahih olan kavle göre, ölüm hastalığında yapılan bir vakıf sıhhat halinde yapılan vakıf gibidir. İmam-ı Azam'a göre, bu vakıf lâzım olmayıp kendisine miras olunur. Ancak vakfeden kimse "şu malım hayatımda ve ölümümden sonra vakıfdır" deyip bundan dönmeden ölse, bu vakıf hayatında nezir, ölümünde de vasiyet hükmünde olup bundan dolayı terekesinin üçte birinden muteber olmak üzere lâzım olur." demiştir.
Bir kimse rehin vermiş olduğu bir malını vakfetse bakılır; Eğer zengin ise hakim ona borcunu ödeyip vakfı rehinden kurtarması için cebreder. Eğer fakir ise hâkim vakfı iptal edip borcu için satar. O kimse ölse yine bakılır: Eğer borcunu ödeyecek başka malı bulunursa, borcu ödenerek vakıf rehinden kurtarılır. Eğer başka malı bulunmazsa vakıf bâtıl olur ve borcu için satılır. Fetih.
Fevakih-i Bedriyye'de: "Terekeden ziyade olan borç, ölüm hastalığında yapılan vakfa, köle âzâdına, vasiyete ve hibeye mâni olur. Ancak alacaklılar bunlara izin verirlerse mâni olmaz. Kezâ: Alacaklılar izin vermedikçe terekenin vârislerin mülküne intikal etmesine ve vârislerin terekede tasarruflarına da mâni olur." diye yazılıdır. Hasta olmayan, malından çok borcu bulunan bir kimsenin vakfı - her ne kadar bununla alacaklılarını oyalamayı kasdetse bile - sahih olur. Zahire.
Fetih'de zikredilmiştir ki; "Tasarruftan men edilmeden önce vakfetmiş ise, vakfı lâzım olup alacaklıları vakfı bozamazlar. Çünkü onların hakları borçlu sıhhatta iken mülkünün aynına taallûk etmez. Eğer tasarruftan men edildikten sonra vakfederse sahih olmaz. Çünkü diğer teberrularda şart olan vakıfta da şarttır. Tasarruftan men edilen borçlu önce kendi nefsine, kendisi öldükten sonra da müebbeden kesilmeyecek bir cihete vakfetse, İmam Ebû Yusuf'tan sahih olan kavle göre câiz olur. Eğer böyle bir vakfın sahih olduğuna dair bir hâkim tarafından hüküm verilirse, ittifakla câiz olur. Borcundan dolayı tasarruftan men edilen bir kimsenin vakfının sahih olmaması İmameyn'in kavlidir. Çünkü sefihin (malını boş ve faidesiz yere harcayan kimsenin) tasarruftan men edilmesinin sahih olması İmameyn'in kavlidir. İmam-ı Azam'a göre, sefih ve borçlu olan kimselerin tasarruftan men edilmeleri câiz olmadığından vakıfları sahihtir. Bundan dolayı bazı hâkimler tasarruftan men edilen borçlunun vakfının sahih olduğuna dair hüküm vermişlerdir. Çünkü hâkim tarafından bir borçlunun tasarruftan men edilmesine dair verilen hüküm, İmam-ı Azam ile İmameyn'in arasındaki ihtilâfı kaldırmaz. Zira ihtilâf hükmün kendisindedir. Yani İmam-ı Azam'a göre, hâkim tarafından bir borçlunun tasarruftan men edilmesine dair verilen hüküm geçersizdir. Borçlu tasarruf hakkından men edilemez, böyle bir kimsenin tasarrufu ve vakfı sahihtir. Fakat İmam-ı Azam'a göre vakıf lâzım olmaz. Vakfın lüzumunu söyleyen İmam Ebû Yusuf ise tasarruftan men edilen kimsenin vakfının sahih olduğunu söylemez. Buna göre tasarruftan men edilen kimsenin vakfının lüzumuna hükmetmek, İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'un kavillerinden alınmıştır. Enfau'l-Vesâil.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...