VAKIF
BAHSİ
BİRİNCİ BÖLÜM
METİN
Vakfın şirkete olan
münasebeti, bir kimsenin başkasını kendi malında kendisiyle beraber
menfaatlandırmasıdır. Şu kadar var ki; şirkette mâlikin mülkü bâkidir. Vakıfta
ise bâki değildir.
Vakıf : Lügatta
hapsetmek mânâsınadır.
Şeriatta vakıf; bir
aynın (vakfedilen şeyin) vakfedenin mülkü hükmü üzere hapsedilmesi ve
menfaatının -her ne kadar sonunda olursa da- tesadduk edilmesidir. Bu tarif
İmam-ı Azam'a göredir. İmam-ı Azam'dan esah olan kavle göre vakıf âriyet gibi
câizdir, lâzım değildir.
İmameyn'e göre
vakıf; bir aynın Allah Teâlâ'nın mülkü olmak hükmü üzere hapsedilmesi ve
menfaatının -her ne kadar zengin olsa bile- vakfedenin sevdiği kimselere sarf
edilmesidir. İmameyn'e göre; vakıf lâzım ve sâbittir, vakfedenin onu iptal
etmesi câiz değildir. Vakfeden öldükten sonra vakfettiği mülk mirâs kalmaz.
Fetva İmameyn'in kavilleri üzerinedir. İbn-i Kemâl, İbn-i
şihne.
İZAH
"Vakıf bahsi
ilh..." Vakıf hapsetmek mânâsına olan "vakafe" fiilinin masdarıdır. Bundan
dolayı mahşerde insanların hesab vermeleri için hapsedildikleri yere "mevkıf"
denilmiştir. "Vakıf" kelimesinin mevkuf mânâsında kullanılması meşhurdur. "Bu
hane vakıftır" denilir. Cem'i "evkaf" dır.
İmam şâfiî: "Allah
Teâlâ'nın rızasını kazanmak maksadıyla yapılan vakıf cahiliyyet ehlinden sadır
olmamış, Müslümanlar tarafından vâki olmuştur." demiştir.
Münye'nin vakıf
bahsinde : "Ribat (tekke, kervansaray gibi gelip geçenlerin konaklanmasına
mahsus vakfedilmiş bina köle azad etmekten efdaldir." diye
zikredilmiştir.
"Kendisiyle beraber
menfaatlandırmasıdır ilh..." Nehir'de: "Vakfın şirkete olan münasebeti her
birinden maksud, asıl malın üzerine ziyada olan şeyle menfaatlanılması
itibarıyladır. Ancak şirkette asıl mal sahibinin mülkü üzerine bakidir. Vakıfda
ise ekseri fukahaya göre, sahibinin mülkünden çıkmıştır." diye
zikredilmiştir.
"Vakfedenin mülkü
hükmü üzere hapsedilmesi ilh..." Şârih İs'âf ile Şürunbulâlî'ye tabi olarak
vakfın tarifinde "hükmü" lâfzını ziyade etmiştir. Fakat ziyade etmesi sahih
değildir. Çünkü İmam Azam'a göre, vakfedilen şey, hakikaten vakfedenin mülkü
üzere bakîdir. Bundan dolayı Kuhistanî'de zikredilmiştir ki; "Şeriatta İmam-ı
Azam'a göre vakıf: Bir aynın sözle başkasının tasarrufundan menedilmesi ve
vakfedenin mülkü üzere hapsedilmesidir. Buna göre vakfedilmiş bir mülk hayatında
vakfedenin ya öldükten sonra vârislerinin mülkü üzere bakî olup satılması ve
hibe etmesi câiz olur. Fakat bu tarif vakıf bir mescid ile müşkil olur. Çünkü
vakıf bir mescid icma ile Allah Teâlâ'nın mülküdür. Buna şöyle cevap
verilebilir: Bu tarif vakfedilmesinde ihtilâf olan vakıf hakkındadır. Mescidin
vakfedilmesi ise ittifakîdir.
Velhasıl: Musannıf,
vakfedilmesinde ihtilâf bulunan şeyi tarif etmiştir. Şârih ise, vakfedilmesinde
ittifak bulunan şeyin tarifini seçtiği için "hükmü" lafzını ziyade etmiştir.
Herkesin yöneldiği bir cihet vardır.
"Her ne kadar
sonunda olursa da tesadduk edilmesidir ilh..."
= Yalnız zenginlere
yapılan vakıf câiz değildir =
Bir kimse
vakfettiği bir mülkünün gelirini hayatta bulunduğu müddetçe kendisine öldükten
sonra da fakirlere vakfetse sahih olur.
Kezâ: bir kimse
vakfettiği mülkünün gelirini önce sevdiği zenginlere, onların ölümünden sonra da
fakirlere vakfetse, yine sahih olur.
Muhit'ten naklen
Nehir'de zikredilmiştir ki; bir kimse yalnız zenginlere vakfetse sahih olmaz,
Çünkü bunda kurbet yani manevî yakınlık ve rızayı ilâhîyi kazanmak yoktur. Ama
bu zenginler muayyen olup bunlar öldükten sonra vakfın gelirinîn fakirlere
verilmesini şart koşsa, sonunda kurbet bulunduğundan câiz
olur.
"İmam-ı Azam'dan
esah olan kavle göre, vakıf âriyet gibi câizdir, lazım değildir ilh.." İs'âf'da:
"Vakıf, İmam-ı Azam'a ve diğer imamlarımıza göre, câizdir." diye zikredilmiştir.
Asıl'da: "İmam-ı Azam, vakfa cevaz vermiyordu." diye zikredilmiştir. Bazı
âlimler, bu ifadenin zâhirini alıp: "İmam-ı Azam'a göre vakıf caiz değildir."
demişlerdir. Halbuki vakıf, esasen imamlarımızın hepsine göre câiz, usûlü
dairesinde sahih olmakla beraber aralarındaki ihtilâf, ancak vakfın bir akd-i
lâzım olup olmamasındadır. Şöyle ki: Vakıf, bir akd-i lazım mıdır? Yani vakfın
hükmüne riayet edilmesi, vakfedilmiş mülkün vakfedeni veya vakfedenin vârisleri
tarafından mülkiyete ircâ edilmemesi mutlaka icab eder mi? İşte bu hususta
imamlarımız arasında ihtilâf vardır.
İmam-ı Azam'a göre
vakıf, âriyet gibi câiz olup vakfedilmiş mülkün aynı, vakfedenin mülkü hükmünde
kalmak üzere menfaatının vakfedildiği cihete sarf edilmesidir. Vakfeden
hayatında vakfından dönerse, kerahetle câiz olur ve ona vâris
olunur.
İmam-ı Azam'a göre,
iki yoldan biriyle yapılan vakıf lâzım olur.
Birinci yol: Bir
kimse bir mülkünü usûlü dairesinde bir cihete vakfedip, bunun lüzumuna
salâhiyetli bir hâkim tarafından hükmedilirse, bu bir vakf-ı lâzım olmuş olur.
Artık bundan dönülmez.
İkinci yol: Bir
kimse ölümünden sonraya nisbet ederek "ben öldüğüm zaman şu mülküm fülan cihete
vakfolsun" deyip, bundan dönmeden ölürse, terikesinin üçte birinden mu'teber
olmak üzere lâzım olur. Çünkü böyle bir vakıf vasiyet hükmündedir. Vasiyetin
cevazı lüzumu ise şer'an sâbittir.
İmam Ebû Yusuf'a
göre, vakfeden kimsenin sadece "şu mülkümü fülan cihete vakfettim" demesiyle
vakıf lâzım olur. Çünkü köle âzâd etmeye benzer, âzâd edilen bir köle üzerinde
efendisinin mâlikiyet hakkı kalmadığı gibi, vakfedilen bir mülkte de sahibinin
hakkı kalmaz. Fetva İmam Ebû Yusuf'un kavline göredir.
İmam Muhammed'e
göre, dört şart ile vakıf lâzım olur. Nitekim ileride
gelecektir.
Ben derim ki:
İs'âf'da : "Bir kimse "şu arazim vakfedilmiş ebedi bir sadakadır" dese, İmam-ı
Azam'a göre, arazinin gelirini sadaka olarak nezretmiş olur ve gelirini tesadduk
etmesi vâcib olur. Arazi hali üzerine o kimsenin mülkü olarak kalır, öldüğü
zaman vârislerine intikal eder. İmam Muhammed'e göre, o arazi bir mütevelliye
teslim edilir, teslim edilince bir vakf-ı lâzım olmuş olur. İmam Ebû Yusuf'a
göre, teslim bulunmasa da söz ile vakfetme gerçekleşmiş olur." diye
zikredilmiştir.
"Allah Teâlâ'nın
mülkü olmak hükmü üzere hapsedilmesi ilh..." Şârih "Vakfedilen bir mal,
vakfedenin mülkünde baki kalmayıp, başkasının mülküne de girmeyip, Allah
Teâlâ'nın mülkü hükmünde hapsedilmiş" olduğunu bildirmek için tarifde "hükmü"
lâfzını ziyade etmiştir.
Fetih'de: "İmam
Mâlik'in vakfı tarifi güzel görülmüştür." diye zikredilmiştir. İmam Mâlik'e
göre; vakfedilen bir mal, vakfedenin mülkü üzere hapsedilip onun mülkünden
çıkmaz fakat satılmaz vâris olunmaz ve hibe edilmez.
Ben derim ki:
Şemsü'l-Eimme-i Serahsî'nin: "Vakıf: Vakfedilen bir malın başkasına mülk olarak
verilmekten hapsedilmesidir." diye yapmış olduğu tarif ile de İmam Mâlik'in
tarifi murad edilmiştir. Çünkü "vakfedilen bir malın başkasına mülk olarak
verilmekten hapsedilmesi" o malın eskiden olduğu gibi mâlikin mülkü üzere bakî
kalıp satılamayacağını ve hibe edilemeyeceğini ifade eder.
"İmameyn'e göre,
vakıf lâzım ilh..." Yani vakfedilen mal, sahibinin mülkünden çıkar, satılmaz,
bağışlanmaz,vâris olunmaz.
"Fetva, İmameyn'in
kavilleri üzerinedir ilh..." Yani fetva İmameyn'in vakfın lüzumuna dair olan
kavilleri üzerinedir. Fetih'de: "Bütün âlimler vakfın lüzumunu tercih
etmişlerdir. Çünkü hadis-i şerifler ve eserler bunu teyid etmektedir. Sahabenin,
tabiînin ve bunlardan sonra gelenlerin amelleri de bunun üzerinedir." diye
zikredilmiştir.
METİN
Vakfın sebebi:
Dünyada insanlara ihsan ve ikramı, âhirette sevâbı irade ve
kasdetmektir.
Kâfirin vakfı da
sahih olduğu için vakıf asılda mübahdır. Bundan dolayı kurbet ve taat ehlinden
olan Müslüman ve akıllı bir kimse kurbet niyetiyle vakıfda bulunursa sevâba nâil
olur.
Vakıf, nezir ile
vâcib olur. Nezredilen şeyin kendisi veya parası tesadduk edilir. Bir şahıs
vakfetmeyi nezrettiği şeyi kendilerine zekât vermesi câiz olmayan kimselere
vakfetse hükümde câiz olur. Fakat nezri bakî kalır. Bu zikredilen ile vakfın
sıfatı bilinmiş olur. Vakfın hükmü -tarifte geçtiği üzere- vakfedilen mülkün
menfaatının tesadduk edilmesidir.
Vakfın mahalli,
vakfedenin vakfettiği vakitte mülkü olan mal-ı mütekavvim (kendisinden
menfaatlanılması mubah olan mal) dır.
Vakfın rüknü: "Şu
arazim fakirlere sadaka olarak ebedî bir vakıfdır", "şu malım AIIah için
vakıfdır", "Şu mülküm hayır cihetine vakıfdır" gibi vakfa mahsus lâfızlardır.
İmam Ebû Yusuf yalnız "vakıf" lâfzı ile iktifa etmiştir. Sadru'ş-Şehid: "Bu örf
ve âdet olduğundan biz bu kaville fetva veririz."
demiştir.
İZAH
"Kurbet ve taat
ehlinden olan Müslüman ve akıllı bir kimse ilh..." Vakıf yapan kimsenin sevâba
nâil olması için Müslüman ve akıllı olup kurbete niyet etmesi lâzımdır. Çünkü
niyetsiz sevâb yoktur. Vakfedenin bâliğ olmasına gelince: Niyetin sahih olması
ve sevâba nâil olması için şart olmayıp teberru'nun sahih olması için şarttır.
Bundan dolayı çocukların vakıfları sahih olmaz.
"Vakıf asılda
mübahdır ilh..." Yani vakıf, namaz ve hacc gibi kâfirden asla câiz olmayacak
şekilde ibâdet için vazedilmemiştir. Vakıf ile sevâba nail olmak, kurbet ve
taata niyet edilmeye bağlıdır. Niyetsiz yapılan vakıf mübahdır. Hatta vakıf,
köle âzâd etme ve evlenme gibi kâfirden bile sahihdir. Kâfirin köle âzâd etmesi
daha geçerlidir. Bundan dolayı kâfir put için âzâd etme gibi haram olarak köle
âzâd etse sahih olur. Vakıf böyle değildir. Vakfın kurbet suretinde olması
lâzımdır. İşte "vakfın haddi zatında kurbet olması şarttır" ifadesinin mânâsı
budur. Çünkü vakfın hakikaten kurbet olması şart olsaydı, kâfirin vakfı sahih
olmazdı. Bana zâhir olan budur.
"Nezredilen şeyin
kendisi veya parası tesadduk edilir ilh..." Yapılması nezredilen vakıflar
vâcibdir. Meselâ; bir kimse "oğlum gelirse, şu hanemi fülan cihete Allah rızası
için vakfetmek nezrim olsun" deyip oğlu da gelse, o haneyi vakfetmek kendisine
vâcib olur. Buna göre, o haneyi kendi çocukları gibi zekât vermesi câiz olmayan
kimselere vakfetse, bu vakıf câiz olursa da nezrini yerine getirmiş sayılmaz. Bu
haneyi başkalarına vakfederse nezrini yerine getirmiş olur. Vakfı nezretmek
sahihdir. Çünkü vakfın cinsinden vâcib vardır. Zira hükümdarın Müslümanlar için
beytülmâldan, eğer beytülmâlda para bulunmazsa Müslümanların mallarından mescid
yapması vâcib olur. Fethü'l-Kadir'de de böyle yazılıdır.
Bir kimse "şu hanem
yolcular için olsun" diye nezir sıygasıyla söylese, kendisine sorulur: Eğer
vakfetmeyi murad ettim derse vakıf olur. Çünküifadenin buna ihtimali vardır.
Sadakayı murad ettim derse, nezir olur da hanenin kendisini veya parasını
tesadduk eder.
"Hükümde caiz olur
ilh..." Yani vakıf, ehli olanlar tarafından vakfa mahal olan kimselere yapıldığı
için şeriat hükmünde sahih olursa da veren kimsenin hâlis Allah için lehine
şehâdeti câiz olmayan kimselere vermesi lâzımdır. Nitekim bir kimse, kendilerine
keffâret ve zekat vermesi câiz olmayan kimselere keffâret veya zekâtını verse,
verilen keffaret ve zekât sadaka olarak vâki olur. Keffâret veya zekâtı
zimmetinde bakî kalır, keffâret veya zekâtını tekrar vermesi lâzım
gelir.
"Bu zikredilen ile
vakfın sıfatı bilinmiş olur ilh..." Yani vakıf Allah Teâlâ'nın rızasına nâil
olmak niyetiyle yapılırsa kurbet olur. Niyetsiz yapılırsa mübah olur.
Vakfedilmesi nezredilirse vâcib olur.
"Vakfın hükmü
ilh..." Yani vakfın üzerine terettüb eden eseri, menfaatının tesadduk
edilmesidir.
"Mal-ı mütekavvim
ilh..." Yani vakfın hükmünü kabul eden mahal kendisinden istifade edilmesi mübah
olan maldır. Bu mal gayr-i menkûl veya insanlar arasında vakfedilmesi örf ve
âdet olan menkûl mal olabilir. Nitekim ileride gelecektir.
"Vaktin rüknü
ilh..." Yani vakfın rüknü vakfa mahsus olan lâfızlardır. Bunlar -Bahır'da beyan
edildiğine göre- yirmi altı lafızdır.
= Vakıf bazen
zarurî olarak sâbit olur =
Bu meselenin
açıklanması şöyledir: Bir kimse "şu hanemin geliri ebedî yoksulların olsun"
yahut "şu hanemin geliri fülan şahsın olsun o öldükten sonra da geliri ebedî
yoksulların olsun" diye vasiyette bulunsa, o hane zarurî olarak vakfedilmiş
olur. Çünkü bu kimse "ben öldüğüm zaman şu hanem ebedî yoksullara vakfolsun"
demiş gibi olur. Bu vakıf ölüme talik edilmiştir. Ve vasiyet gibi olup malının
üçte birinden mu'teber olur. İleride bundan
bahsedilecektir.
Bahır'da
zikredilmiştir ki; bir kimse: "Şu evimin gelirinden her ay on dirhemiyle ekmek
alıp fakirlere dağıtınız" dese, o ev vakıf olmuş olur. Bu mesele Zahîre'ye
nisbet edilmiştir. Enfeu'l-Vesâil sahibi bu meseleyi izah ettikten sonra: "Ben
bu mesele hakkında âlimler arasında ihtilâf bulunduğunu bilmiyorum."
demiştir.
Ben derim ki:
Bundan anlaşılmıştır ki; o hane o kimsenin malının üçte birinden vakfolmuş olur.
O hanenin gelirinden her ay on dirhemiyle ekmek almış vakfedenin tayin ettiği
cihete verilir. Hanenin geri kalan geliri fakirlere sarf edilir. Çünkü
vakıfların asılda sarf edileceği yerler fakirler olduğu için başkalarına
verilmesi tâyin edilmedikçe fakirlere verilir. Bu meselenin benzeri de şudur:
Bir kimse mülkünü çocuklarına vakfetse ve o kimsenin bir çocuğu bulunsa,
vakfettiği rnülkün gelirinin yarısı çocuğunun, diğer yarısı da fakirlerin
olur.
Bir kimse "şu
hanemin gelirinden her sene şu kadar dirhem ile fülan mescide zeytinyağı satın
alınsın" diye vasiyette bulunduktan sonra vârisleri o haneyi bir şahsa satıp, o
şahsa "her sene şu kadar dirhem fülan mescide vereceksin" diye şart koşsalar,
satış sahih olmaz. Çünkü o hane o kimsenin malının üçte birinden vakıf olmuş
olur. Sadece niyetle bir mal vakfedilmiş olmaz. Bundan dolayı bir şahıs
vakfetmek niyetiyle satın aldığı bir malı vakfettiğine dair bir söz söylemese, o
mal vakıf olmaz. Çünkü vakfın rüknü olan hususi lâfızlardan biri
bulunmamıştır.
"İmam Ebû Yusuf,
yalnız "vakıf" lâfzı ile iktifa etmiştir ilh..." İmam Ebu Yusuf'a göre, bir
kimsenin "şu malımı vakfettim" demesiyle vakıf yapılmış olur. Çünkü İmam Ebû
Yusuf'a göre, vakıf yapılırken "te'bid" yahut te'bîde delalet eden "sadaka",
"fakirler", "mescid" gibi lafızların açık olarak söylenmesi şart değildir. Bu,
"şu mülküm Zeyd'e" veya "fülan zâtın çocuklarına vakfedilmiştir" gibi muayyen
kimselere vakfedilmediği takdirdedir. Muayyen bir kimseye veya muayyen kimselere
vakfetmek, te'bîde (vakfın ebedî olmasına) münâfi olduğu için ebedî lâfzı
söylenmeksizin sadece "şu malımı Zeyd'e" veya "fülan zatın çocuklarına
vakfedilmiştir" demesiyle vakıf sahih olmaz. Çünkü bu kimseler ölünce, vakfın
gelirinin sarf edileceği yer kalmayacaktır. Bundan dolayı İmam Ebû Yusuf'a göre,
bir kimsenin "şu mülküm vakfedilmiştir" ifadesi ile "şu mülküm Zeyd'e
vakfedilmiştir" ifadesi arasında fark vardır. Birinci ifade ile vakıf sahihtir.
İkinci ifade ile sahih değildir." Şu mülküm şu mescide vakfedilmiştir" diye bir
mescidin tâyin edilmesi vakfın sahih olmasına zarar vermez. Çünkü mescit
ebedîdir.
Bahır'da
zikredilmiştir ki; İmam Ebû Yusuf'a göre, bir kimse "şu malım vakfedilmiştir"
dese vakıf yapılmış olur. Çünkü bu ifade ile o mal fakirlere vakfedilmiş olur.
Vakfın gelirinin sarf edildiği yer fakirler olunca vakfın ebedî olması lâzım
gelir. Çünkü fakirler devamlı mevcuddur. Sadru'ş-Şehid ve Belh âlimleri İmam Ebû
Yusuf'un kavliyle fetva vermişlerdir. Biz de bununla fetva veririz. Çünkü bu,
örf ve âdet olmuştur. Zira örfte böyle vakfedilen bir malın, geliri fakirlere
sarf edilince, bu mal doğrudan doğruya fakirlere vakfedilmiş gibi
olur.
METİN
Vakfın sahih
olmasının şartı diğer teberrularda olduğu gibi hür ve mükellef olmaktır. Vakfın
haddi zatında kurbet, malûm muayyen ve müneccez olup, ta'lik edilmiş
olmamasıdır. Fakat haddi zatında mevcud olan şeye ta'lik edilmiş olursa, bu
ta'likin zararı olmaz. Vakıf gelecek bir zamana nisbet
edilmemelidir.
Vakıf muvakkat
olmamalıdır. Vakıfda hıyar-ı şart bulunmamalıdır. Bir de vakfedenin, vakfettiği
şeyin satılıp parasının kendi ihtiyacına sarf edilmesini şart koşmamasıdır. Eğer
vakfederken böyle bir şart koşarsa vakfı bâtıl olur.
Bezzaziye.
= Mürted ve kâfirin
vakfı beyanında =
Fetih'de
zikredilmiştir ki; mürted bir kimse bir mülkünü vakfettikten sonra öldürülse
veya ölse yahut Müslüman bir kimse bir mülkünü vakfettikten sonra -Allah'a
sığınırız- mürted olsa vakfı bâtıl olur.
= Vakfedenin
şartları şeriata muhâlif olmazsa mu'teberdir =
Bir Müslüman'ın
veya bir zimmînin kiliseye yahut bir harbîye, bazılarına göre Mecûsi'ye vakfı
sahih değildir. Fakat zimmîye vakıf kurbet olduğundan câizdir. Hatta zimmiye
vakfeden kimse o zimminin çocuklarından İslâm şerefiyle müşerref olan veya
Hıristiyan dininden başka bir dine giren çocuğuna vakıfdan bir şey yoktur, diye
şart koşsa, mezhebin muhtar olan kavline göre bu şarta riayet edilmesi lâzım
gelir.
İZAH
"Vakfın şartı,
diğer teberrularda olduğu gibi ilh..." Yani vakfeden kimsenin vakfettiği vakitte
vakfettiği mala - fasid sebeble olsa bile - kesin olarak mâlik olması
şarttır.
Vakfeden kimsenin
tasarruftan men edilmiş olmaması da şarttır. Hatta gasbeten kimse, gasbettiği
şeyi vakfetse - sonra o şeye satın alma veya sulh yoluyla mâlik olsa bile- vakıf
sahih olmaz. Ama gasbedilmiş malın mâliki vakfa izin verirse vakıf câiz
olur.
Bir kimsenin fasid
olarak satın aldığı bir malı teslim aldıktan sonra vakfetmesi sahihtir. Bu vakıf
yapıldıktan sonra artık o malı satanın satışı bozmaya hakkı kalmaz. Fakat satın
alan kimsenin bu vakfettiği malın kıymetini satana ödemesî lâzım gelir. Fasid
olarak yapılan hibe de bu hususta fasid olarak satın alma
hükmündedir.
Bir kimse, satan
muhayyer olmak üzere bir mal satın alıp, teslim aldıktan sonra vakfetse -her ne
kadar satan vakfa izin verse bile- vakıf sahih olmaz. Çünkü satıcının
muhayyerliği sattığı malın mülkünden çıkmasına mânidir. Vakfedilmiş bir araziye
mülk veya şuf'a yoluyla müstahik olunsa -o araziye mescid yapılsa bile- vakıf
bozulur. Borcu bütün malını kaplayan bir hastanın yapmış olduğu vakfı bozulup
borcu için satılır. Ama borcu bütün malını kaplamış, sıhhat ta olan bir kimsenin
yapmış olduğu vakfı sahih olur.
Sefehinden veya
borcundan dolayı tasarruftan men edilmiş olan kimsenin yaptığı vakıf sahih
olmaz.
Fetih'de
zikredilmiştir ki; sefehinden dolayı tasarruftan men edilmiş olan bir kimsenin
bir malını kendi nefsine sonra kesilmeyecek bir cihete vakfetmesi İmam Ebû
Yusuf'a göre sahihdir. Muhakıklara göre de, muhtar olan budur. Umum fukahaya
göre ise, hakimin hüküm vermesiyle sahih olur.
"Vakfın haddi
zatında kurbet ilh..." Yani Müslüman'ın vakfının sahih olmasında şart, vakfın
haddi zatında kurbet olmasıdır. Zimmînin vakfının sahih olmasında şart ise,
vakfın hem biz Müslümanlara göre, hem de onlara göre kurbet olmasıdır. Bundan
dolayı bir zimmînin malını fakirlere veya Beytü'l-Makdis'e vakfetmesi sahihdir.
Fakat hacc veya umre için vakfetmesi sahih değildir. Çünkü hacc veya umre için
vakıf biz Müslümanlara göre, kurbet ise de zimmîye göre kurbet
değildir.
"Malûm ilh..." Yani
vakfedilen şeyin muayyen ve malûm olması şarttır. Bundan dolayı bir kimse tâyin
etmeksizin "arazimden bir şey vakfettim" dese -sonradan vakfettiği mikdarı beyân
etse bile- bununla vakıf sahih olmaz.
Kezâ: Bir kimse "şu
tarlamı veya bu tarlamı vakfettim" dese, yine bu ifade ile vakıf sahih
olmaz.
Bir kimse bir
hanedeki hissesini beyân etmeksizin "şu hanedeki hissemin hepsini vakfettim"
dese istihsanen câiz olur. Sonra hânenin yarısı onun olduğu halde üçte biri
benimdir, dese hanenin yarısı vakfedilmiş olur.
Bir kimse bir
arazisini vakfettiği halde içindeki ağaçları vakıfdan istisna etse, vakfı sahih
olmaz. Çünkü ağaçlar yerleriyle beraber vakıftan istisna edilmiş olacağından
vakıf altına giren kısım bilinmemiş olur.
"Vakıfda vakfedilen
şeyin müneccez olup, ta'lik edilmiş olmamasıdır ilh..." Yani vakfın müneccez
olması şarttır. Bundan dolayı vakıf yapılırken mevcud olmayan bir şeye ta'lik
(bağlamak) suretiyle yapılan bir vakıf câiz olmaz. Meselâ; bir şâhıs "oğlum
gelirse şu hanem vakıf olsun" dese, oğlu gelince o hanesi vakıf olmuş
olmaz.
Kezâ: Bir kimse "şu
haneye mâlik olursam vakıf olsun" deyip sonra o haneye malik olsa vakıf olmuş
olmaz.
Gelecek bir zamana
nisbet edilerek yapılan bir vakıf da münecceze zıd olduğundan sahih olmaz.
Meselâ; bir kimse "yarın geldiğinde şu arazim vakıf olsun" dese yarın gelince o
arazi vakıf olmuş olmaz. Kezâ bir kimse "şu hanemi gelecek ayın başında şu
cihete vakfettim" dese, o ayın başı gelince o hane vakıf olmuş
olmaz.
Kezâ : Bir kimse
"fülan şahıs ile konuşursam şu mülküm vakıf olsun" dese de sonra o şahısla
konuşsa, o mülkü vakıf olmuş olmaz.
Kezâ : Bir kimse
"şu hanemi fülan şahıs dilerse" yahut "arzu ederse vakfettim" deyip o şahıs da
dilese veya arzu etse, vakıf olmuş olmaz. Zira vakfın bir işi yapmaya sevk etmek
veya bir işi yapmaktan men etmek için insana kuvvet veren bir şeye ta'lika
ihtimali yoktur. Çünkü vakıf kendisine yemin edilen şeylerden değildir. Nitekim
hibenin ta'likı da sahih değildir. Fakat nezrin ta'lika ihtimali vardır. Çünkü
nezir kendisine yemin edilen şeylerdendir. Bundan dolayı bir kimse "fülan şahıs
geldiği zaman onunla konuşursam" veya "şu hastalığımdan iyi olursam şu arazim
vakıf olsun" dese de o şahıs geldiğinde onunla konuşsa veya o hastalığından iyi
olsa o araziyi tesadduk etmesi lâzım gelir. Çünkü bu, nezir ve yeminhükmündedir.
İs'âf.
"Fakat haddi
zatında mevcud olan şeye ta'lik edilmiş olursa, bu ta'likin zararı olmaz ilh..."
Yani bir kimse "şu arazi benim mülkümde ise vakıf olsun" dese bakılır: Eğer o
arazi bu sözü söylediği zaman mülkünde ise vakıf sahih olur. Çünkü mevcud olan
bir şeye ta'lik tencizdir. Yani vakıf bir şarta ta'lik veya bir zamana nisbet
edilmeksizin hemen yapılırsa tenciz olmuş olur. Eğer o arazi bu sözü söylediği
zaman mülkünde bulunmazsa vakıf sahih olmaz.
"Vakıf gelecek bir
zamana nisbet edilmemelidir ilh..." Yani vakıf ölümden sonraya nisbet
edilmemelidir. Bahır'da nakledilmiştir ki; İmam Muhammed Siyer-i Kebîr'inde:
"Vakıf, ölümden sonraya nisbet edilirse, İmam-ı Azam'a göre bâtıl olur."
demiştir.
Evet, Şerh'de
gelecektir ki, ölümden sonraya nisbet edilen vakıf ölüm ile vasiyet olup, malın
üçte birinden mu'teber olur.
Bir kimse "şu hanem
yarın vakıfdır" dese vakıf sahih olur. Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'de : "Bu ifade
ile kesin olarak vakıf sahih olur." diye zikredilmiştir. Bahır ve Nehir
sahibleri de bunu ikrar etmişlerdir.
"Vakıf muvakkat
olmamalıdır ilh..." Yani vakıf muvakkat olarak yapılırsa câiz olmaz. Meselâ bir
kimse "şu hanemi bir gün veya bir ay müddetle vakfettim" dese, bu vakıf sahih
olmaz. Çünkü vakfın ebedî olması şarttır. Bazı fukahaya göre, mülkünü muvakkat
olarak vakfeden kimse, o vakit bittikten sonra o mülkünü geri alacağını şart
koşarsa, vakıf bâtıl olur; şart koşmazsa batıl olmaz.
"Vakıfda hıyar-ı
şart bulunmamalıdır ilh..." Yani muhayyerlik şartıyla yapılan vakıf sahih olmaz.
Meselâ; bir kimse bilinen veya bilinmeyen bir müddet içinde vakfı bozup bozmamak
hususunda muhayyer olmak üzere bir mülkünü vakfetse bu vakıf İmam Muhammed'e
göre sahih olmaz. Hilâl b. Yahya da bu kavli sahih görmüştür. İmam Ebû Yusuf'a
göre ise vakfeden için üç günlük muhayyerlik şartı sahihdir. Bu ihtilafdan
mescid müstesnadır. Mesela: bir kimse muhayyer olmak şartıyla bir mülkünü mescid
olarak vakfedip üzerine mescid yapsa, muhayyerliği bâtıl olup vakıf sahih olmuş
olur. İs'âf.
"Vakfettiği şeyin
satılıp ilh..." Yani bir kimse bir mülkünü dilediği zaman vakıfdan çıkarmak veya
hibe etmek veya satıp parasını tesadduk etmek veya muhtaç olduğu zaman vakıfdan
çıkarıp rehin vermek şartıyla vakfetse, bu vakıf sahih
olmaz.
Ben derim ki
:Vakfeden kimse vakfettiği bir mülkünü dilediği zaman başka bir mülkü ile
değiştirmeyi şart koşsa, bu şartla vakıf sahih olur. Bu mesele ilerde
gelecektir.
T E T İ M M E : Bir
vakfın sahih olması için kendilerine vakfedilen kimseler muayyen olmazlarsa -
fakirler gibi - vakfı kabul etmeleri şart değildir. Fakat bir vakfın geliri
muayyen bir şahsa, ondan sonra da fakirlere vakfedilmiş olsa, o şahsın vakfı
kabul etmesi şarttır. Eğer o şahıs vakfı kabul ederse, vakfın geliri ona
verilir. O şahıs vakfı reddederse vakfın geliri fakirlere
verilir.
Vakıf yapılırken
kendisine vakfedilenin mevcud olması şart değildir. Hatta yeri hazırlanmış fakat
henüz yapılmamış bir mescide yapılan vakıf sahihdir. Nitekim
gelecektir.
"Mürted bir kimse
bir mülkünü vakfettikten sonra öldürülse veya ölse ilh..." Yani bir erkeğin
mürted iken yapmış olduğu vakıf durdurulur. İslâmiyet'e geri dönerse vakfı sahih
olur. Fakat öldürülür veya ölürse veyahut dar-ı harbe kaçar ve kaçtığına
hükmedilirse vakfı bâtıl olur.
"Müslüman bir kimse
bir mülkünü vakfettikten sonra ilh..." Yani bir Müslüman - Allah'a sığınırız -
mürted olunca önce yapmış olduğu vakıf bâtıl olur. - İster mürted olarak
öldürülsün, ister ölsün, ister İslâmiyet'e geri dönsün müsavîdir- vârislerine
intikal eder. Ancak İslamiyet'e döndükten sonra yeniden vakfederse, vakfı sahih
olur.
Mürted olan bir
kadının mürtedlik halinde yapmış olduğu vakfı sahihdir. Çünkü o, mürtetliğinden
dolayı öldürülmez. Şu halde vakıf zamanından sonra ârız olan mürtedlik vakfı
iptal etmektedir. Fakat vakıf zamanına yakın olan mürtedlik ise vakfı derhal
iptal etmemektedir. Bu mesele de ileride gelecektir.
"Bir Müslüman veya
bir zimminin kiliseye ilh..." Yani bir Müslüman bir mülkünü kiliseye vakfetse
sahih olmaz. Çünkü bu vakıf haddi zatında kurbet değildir. Bir zimmî bir mülkünü
kiliseye vakfetse yine sahih olmaz. Çünkü bu vakıf zimmîye göre kurbet ise de
biz Müslümanlara göre kurbet değildir. Fakat bu, sonunda fakirlere
vakfedilmediği takdirdedir. Çünkü Fetih'de zikredilmiştir ki; bir zimmî "şu
mülküm şu kiliseye, kilise yıkıldıktan sonra da fakirlere vakıf olsun" dese,
baştan fakirlere vakfedilmiş olur. Eğer kilise yıkıldıktan sonra fakirlere vakıf
olsun demezse, vakıf sahih olmaz.
Ben derim ki: İmam
Ebû Yusuf'a göre, fakirlere yapılan vakıf mutlak surette sahihdir. Çünkü vakıfta
te'bîd (ebedî olması) şart ise de İmam Ebû Yusuf'a göre, vakıf yapılırken
te'bîdi açık olarak söylemek şart değildir. Fetva İmam Ebû Yusuf'un kavline
göredir.
"Bir harbiye
ilh..." Yani kendisine vakfedilen kimsenin ecnebi tabiiyetinden olmaması
şarttır. Bundan dolayı bir Müslüman veya bir zimmî (Müslüman memleketinde oturan
gayr-i Müslim) bir mülkünü ecnebi tabiiyetinde bulunan bir gayr-i Müslim'e
vakfetse sahih olmaz. Çünkü biz Müslümanlar, harbîlere iyilik yapmaktan
nehyolunmuşuzdur. T.
"Bazılarına göre,
Mecûsi'ye ilh..." Yani bazı fukahaya göre bir Müslüman veya bir zimmî bir malını
bir Mecûsî'ye vakfetse sahih olmaz.
Şârih, "bazı
fukahaya göre" demesiyle "sahih olan kavle göre ibtidâen Mecûsîlere yapılan
vakfın sahih olduğuna" işaret etmiştir. Nitekim Kınye'dede: "Mecûsî'ye yapılan
vakıfı sahih olması" ihtiyar edilmiştir.
İs'af'da
zikredilmiştir ki; bir Hıristiyan bir mülkünü ehl-i zimmetin fakirlerine
vakfetse bu vakfın gelirini Yahudi ve Mecûsîlerin yoksullarına sarf etmek câiz
olur. Çünkü bunlar da ehl-i zimmettendirler. Eğer vakfeden Hıristiyan kendi
dininden olan fakirlere verilmesini şart kılarsa, bu takdirde mütevelli
başkalarına sarf edemez. Şayet sarf edecek olsa - her ne kadar ehl-i zimmet bir
millet olsa da - sarf ettiği meblağı ödemesi lâzım gelir. Çünkü vakfedenin tâyin
etmesiyle vakfının gelirinin kimlere sarf edileceği belirlenmiş
olur.
"Mezhebin muhtar
olan kavline göre bu şarta rivayet edilmesi lâzım gelir ilh..." Bu ifadede
Tarsûsî'ye red vardır. Şöyle ki: Hassaf Ebû Bekir: "Bir kimse bir malını bir
zimmîye vakfedip o zimmînin çocuklarından Müslüman olan veya Hıristiyan dininden
başka bir dine giren çocuğuna vakıfdan bir şey yoktur, diye şart kılsa
vakfedenin şartına riayet edilir." demiştir. Tarsûsî: "Bu şarta riayette küfrü,
vakıfdan istifade etmeye sebep kılmak İslâmiyet'i ise vakıfdan mahrum olmaya
sebep kılmak vardır." diyerek Hassâf Ebû Bekir'i ayıplamıştır. Şârih: "Mezhebin
muhtar olan kavline göre, bu şarta riayet edilmesi lâzım gelir." diyerek
Tarsûsî'nin kavlini reddetmiştir.
Fetih sahibi: "Bu
hususta Tarsusi'den başka mezhep âlimlerinden hiç bir alimin Hassaf Ebû Bekir'i
ayıpladığını bilmiyorum. Tarsûsî, fıkıh ilminden uzak kalmış olmasından dolayı
Hassaf'ı ayıplamıştır. Çünkü vakfeden kimsenin şartları şeriata muhâlif
olmadıkça mu'teberdir. Vakfeden kimsenin şeriata muhâlif olmayan şartları nass-ı
şâri' gibidir, riayeti icap eder. Vakfeden kimsenin maksadlarına riayet edilmesi
vacibdir. Vakfeden kimse vakfettiği mala mâlik olduğu için ma'siyet olmadıkça
malını dilediği yere verebileceği gibi fakirlerden her hangi bir sınıfa tahsis
edebilir. Ehl-i zimmete tesaddukun kurbet olmasında şübhe yoktur. Hatta bizim
Hanefî mezhebine göre, ehl-i zimmete sadaka-ı fıtır ve keffaretlerin verilmesi
câizdir. Buna göre, vakfeden kimse vakfettiği malının gelirinin fakirlerden
muayyen bir sınıfa sarf edilmesini şart kılsa, elbette şartına riayet edilir.
Bilindiği gibi bir kimse yalnız ehl-i zimmet fakirlerine vakfetse, o vakfın
gelirinden Müslüman fakirlere sarf edilmez. Eğer mütevellisi o vakıfdan Müslüman
fakirlere sarf etse onu öder. Şu halde Tarsûsî'nin dediği gibi Müslüman
fakirlerin o vakıfdan mahrum olmalarına sebep İslâmiyet olmayıp, vakfeden
kimsenin o vakıfdan Müslüman olanlara verilmemesini şart kılmış olmasıdır. Yani
vakfeden kimse tarafından verilmediği için, Müslümanların o mala mâlik
olmalarının sebebi bulunmamıştır." demiştir.
METİN
Dört yoldan biriyle
vakfedilen şey vakfedenin mülkünden çıkar, vakıf olması lâzım ve sâbit olur.
Meselâ; vakfedilen şey mescid olursa yolu ile beraber ayrıldığında vakfı lâzım
ve sâbit olur. Nitekim yakında izah edilecektir.
Birinci yol: Sultan
tarafından tâyin edilmiş salâhiyetli bir hâkimin hükmüyle vakıf lâzım ve sabit
olur. Artık bu vakıfdan dönülmez. Çünkü bu hüküm ictihada mahal olan bir
meseleye tesadüf etmiş olduğundan muteberdir. Hâkimin hüküm vermesinin sureti
şöyle olur: Bir kimse bir mülkünü vakfedince, onu vakıf olarak tescil için bir
mütevelliye teslim eder, sonra bu vakfından döneceğini söyler. Mütevelli razı
olmaz, aralarında anlaşmazlık çıkınca vaziyeti salâhiyetli bir hakime arz
ederler. Hâkim vakfın lüzumuna hükmeder. Bu takdirde vakıf lâzım (geçerli) olur
ve vakfedilen şeyden de vakfedenin mülkü kesilmiş olur. İleride gelecektir ki;
vakıfda, dâvâsız şahid kabul edilir. Hakem tarafından verilen hüküm ile vakıf
lazım ve sabit olmaz.
Bir mülkün vakıf
olduğuna verilen hüküm, âmmeye hüküm olup başka bir kimse "o mülk benim mülküm
veya benim vakfımdır" diye dâvâ etse, dâvâsı dinlenmez mi? Yoksa verilen hüküm
âmmeye hüküm olmayıp başka bir kimse "o mülk benim mülküm veya vakfımdır" diye
dâvâ etse dâvâsı dinlenir mi?
Şeyhü'l-İslâm
Ebussûud Efendi verilen hükmün âmmeye hüküm olmasıyla fetva vermiştir. Manzûme-i
Muhibiyye sahibi de bununla hükmetmiştir.
Musannıf da vakfı,
iptal etme hilelerinden korumak için bunu tercih etmiştir. Fakat musannıf bundan
sonra Bahır'dan naklederek: "Hâkim tarafından bir mülkün vakıf olduğuna dair
verilen hükmün âmmeye hüküm olmamasıdır." demiş ve bununla fetva vermiştir.
Fevâkih-i Bedriyye sahibi de bunu sahih görmüştür.
İkinci yol: Ölüme
ta'lik edilmiş olan vakıf, vakfedenin ölmesiyle lâzım ve sâbit olur. Meselâ; bir
kimse ölümünden sonraya nisbet ederek "ben öldüğüm zaman şu hanem fülan cihete
vakıf olsun" der de bundan dönmeden ölürse, sahih olan kavle göre vasiyet gibi
olup terikesinin üçte birinden mu'teber sayılmak üzere lâzım olur, ölmeden önce
vakıf olmaz.
Şârih der ki; her
ne kadar ölümüne ta'lik ettiği vakfı, varislerine yapmış olup onlar da reddetmiş
olsalar bile yine terikesinin üçte birinden câiz olur. Fakat bu vakfın geliri,
kendilerine vakfedilen vârisler arasında terikenin üçte ikisinin taksim edildiği
gibi taksim edilir. Bezzâziye sahibi "vakfı sahih olan üçte bir mirastır"
kavliyle "vakıf olan üçte birin geliri hükmen mirâs gibi taksim edilir" mânâsını
murad etmiştir. Buna göre Bezzâziye'nin ibâresinde her hangi bir noksanlık
yoktur. Artık fukaha, vakıf olan üçte birin gelirine nazaran vârisi itibar
etmişler, her ne kadar vasiyetin hepsini diğer vârisler reddetmişler ise de
başkalarına (vâris olmayanlara) nazaran vasiyeti itibar etmişlerdir. Vasiyet
vârise câiz değil ise de burada vasiyet yalnız vârise olmayıp vâris öldükten
sonra başkasına da olduğu için câizdir.
İZAH
"Dört yoldan
biriyle ilh..." Bu dört yoldan biriyle vakfın lâzım ve sâbit olması İmam Azam'ın
kavlidir. Dört yoldan ikinci ve üçüncü yolda İmam-ı Azam'a göre vakfeden kimse
hayatta olduğu müddetçe vakfından dönebilir.
"Yolu ile beraber
ilh..." Yani vakfedilen bir mescid, yolu ile beraber ayrılmış olursa vakfı lâzım
ve sâbit olur. Hâkim tarafından mescidin vakfedilmiş olduğuna hüküm vermesi
lâzım değildir. Eğer mescid yoluyla beraber ayrılmış olmazsa vakfı sahih
olmaz.
"Bir hâkimin
hükmüyle ilh..." Yani salâhiyetli bir hâkim, bir şeyin vakıf olduğuna hüküm
verince o şey, sahibinin mülkünden çıkar ve vakf-ı lâzım olmuş
olur.
T E N B İ H:
Fevâkih-i Bedriyye sahibi İbnü'l-Gars zikretmiştir ki; fukaha: "Vakfın sahih
olduğuna dair verilen hüküm vakfın lâzım olduğuna verilmiş hüküm değildir."
demişlerdir. Bunun tevcihi: İmam-ı Azam'a göre; vakıf câizdir, lâzım olan bir
akid değildir. İmameyn'e göre; vakıf lâzım olan bir akiddir. Buna göre, hâkim
bir vakfın sahih olduğuna hüküm verince, İmam-ı Azam'ın mezhebine göre o vakfın
caiz olduğuna hüküm vermiş olur. Cevazın burada sahih olmaktan başka mânası
yoktur. Bir hükmün sahih olması lâzım olmasını gerektirmez. Bundan dolayı bir
vakfın lâzım olması için hüküm verilirken lüzumun açık olarak söylenmesi icap
eder. Bu izah söz götürür. Çünkü İmam-ı Azam "Vakıf câizdir. Mutlak surette
lâzım değildir." dememiştir. İmam-ı Azam'a göre de bir vakıf ölüme ta'lik
edildiğinde veya vakıf olduğuna dair hâkim tarafından hüküm verildiğinde o vakıf
lâzım ve sâbit olur. Şüphe yok ki, vakfın sahih olduğuna verilen hüküm vakfın
lâzım olduğunu gerektireceğinden hüküm verilirken "vakıf lâzımdır" diye açık
olarak söylenmesine lüzum yoktur. "İbnü'l-Gars'ın sözü burada
bitmiştir.
Velhâsıl: Vakfın
sahih olduğuna hüküm, vakfın lâzım olduğuna veya vakıf sahibinin mülkünden
çıkmış olduğuna hükümdür. Bu izah da söz götürür. Çünkü fukaha: "Vakfeden
kimsenin sadece "şu mülkümü fülan cihete vakfettim" demesiyle vakıf sahih olur."
diye ittifak etmişlerdir. İhtilâf ancak vakfın lâzım olup olmamasındadır. İmam-ı
Azam'a göre vakıf lâzım değildir. Yani vakfeden kimse, bundan dönebilir ve bu
mülk vakfeden kimsenin ölmesiyle varislerine intikal eder. Ancak hâkim vakıf
olduğuna hüküm verirse yahut vakıf ölüme nisbet edilip, vakfeden sözünden
dönmeden ölürse yahut vakfedilen şey, mescid olup yolu ile beraber ayrılmış
olursa, bu hallerde vakıf İmam-ı Azam'a göre de lazım olmuş olur. Artık bundan
dönülemez.
Usûl-i Fıkıh'da
beyân edilmiştir ki; müctehidler arasında ihtilâflı olan ve kendisine içtihat
câiz olan bir mesele hakkında onun lüzumuna inanan salâhiyetli bir hâkim
tarafından hüküm verilirse, hüküm geçerli olup müttefekûnaleyh olur. Artık o
hüküm başka bir hâkim tarafından bozulamaz. Vakıf da bu kabîldendir. Bundan
dolayı bir hâkim tarafından vakfın lüzumuna hükmedilse, ittifakla vakıf lâzım
olmuş ve ihtilâf da ortadan kalkmış olur. Ama vakfın sahih olduğuna hükmedilse,
vakıf lâzım olmuş ve ihtilaf da ortadan kalkmış olmaz.
"Hakem tarafından
ilh" Yani vakfeden ile mütevelli aralarında bir hakem tâyin edip hakem vakfın
lâzım olduğuna hükmetse, sahih olan kavle göre onun hükmü ile vakıf lâzım olmaz.
Hâkim onun hükmünü iptâl edebilir.
T E N B İ H :
İs'âf'da zikredilmiştir ki; vakfeden kimse, vakfın lüzumuna inanan bir müctehid
olup bu hususta kendi görüşüne göre hükmederek vakfettiği şeyin mülkünden çıkmış
olduğuna karar verse veya vakfeden kimse mukallid olup bir müctehidden sorup o
da vakfın lâzım olduğuna fetva verse, mukallid de fetvayı kabul ederek
vakfettiği şeyin mülkünden çıkmış olduğuna karar verse -müctehid fikrini
değiştirse bile- vakıf lâzım ve sâbit olmuş olur. Artık bu vakıfdan
dönülemez.
"Vakıfda dâvâsız
şâhid kabul edilir ilh..." Çünkü vakfın hükmü gelirini tasadduk olduğundan Allah
Teâlâ'nın hakkıdır. Allah Teâla'nın haklarında ise dâvâsız, şâhidlerin şehâdeti
ile hüküm verilmesi sahihdir.
Hayrüddin-i Remli:
"Söz, müctehidler arasındaki ihtilâfı kaldıran hüküm hakkındadır. Yoksa asıl
vakfın sâbit olmasına dair verilen hüküm hakkında değildir. Çünkü bazı fukahaya
göre asıl vakfın sâbit olması için dâvaya ihtiyaç yoktur. İhtilâfı kaldıran ve
vakfın lüzumuna verilen hüküm için dâvâya ihtiyaç vardır."
demiştir.
"Ammeye hüküm olup
ilh..." Yani bir mülkün vakıf olduğuna verilen hüküm âmmeye (bütün însanlara)
verilmiş olur. Yoksa mülk dâvâlarında olduğu gibi hüküm yalnız vakfedenin
aleyhinde verilmiş olmaz. Bundan dolayı bir mülkün vakıf olduğuna hüküm
verildikten sonra hiç bir kimse "o mülk benimdir" diye dâvâ edemez. Fakat bir
kimse "fülan şahsın elinde bulunan hane benimdir" diye dâvâ edip hâkim de onun
olduğuna dair hüküm verdikten sonra başka bir kimse "o hane benimdir" diye dâvâ
eder, şâhid getirirse dâvâsı kabul edilir. Ama bir kimsenin hür olduğuna -
isterse sonradan olsun - yahut bir kadının nikâhlı olduğuna yahut velâ-yi alâka
ile yahut bir çocuğun nesebine dair hüküm verildikten sonra bir şahıs kalkıp "o
kimse benim kölem" yahut "o kadın benim zevcem" yahut "o çocuk benim çocuğum"
yahut "velâ-yi atâka bana aiddir" diye dâvâ edemez. Çünkü bu dört hususta
verilen hüküm âmmeye verilmiş olur. Nitekim gelecektir.
Bahır.
"Musannıf da
ilh..." Yani musannıf da bir mülkün vakıf olduğuna verilen hükmün âmmeye
verilmiş olmasını tercih etmiş ve sebebini şöyle açıklamıştır: Bunda vakfı iptal
etmek için girişilecek hilelerden, desiselerden ve uydurma dâvâlardan korumak
olduğu gibi vakfın menfaatı da vardır. Hâvî Kudsî sahibi: "Bir vakıf hakkında
ulema arasında ihtilâf bulunursa vakıf için hangisi daha menfaatli ise o kavil
ile fetva verilir. Hatta bir vakfın kira bedeli ziyade olsa, vakfı gözetmek,
Allah Teâlâ'nın hakkını korumak ve hayrâtı devam ettirmek için kira akdi
bozulur. T.
"Varislerine yapmış
olup ilh..."
= Hastanın vakfı
beyânında =
Zahiriyye'den
naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; bir kadın ölüm hastalığında hanesini önce
kızlarına sonra bunların çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına bunların
nesilleri kesildikten sonra da fakirlere vakfedip geride iki kızı ile baba bir
kız kardeşini ve terike olarak da yalnız bu hanesini bırakarak ölse, kız kardeşi
bu vakfa razı olmazsa, vakfı bu hanenin üçte biri hakkında câiz olur, üçte ikisi
hakkında câiz olmaz. Artık hanenin üçte ikisi bu vârisler arasında sehimlerine
göre taksim edilir. Vakıf olan üçte birin geliri kızlar yaşadıkça vârisler
arasında yine sehimlerine göre taksim edilir. Bu kızlar ölünce vakfın geliri
vakfedenin şartı üzere bunların çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına sarf
edilir. Artık bunda vârislerin hakkı kalmaz.
Kezâ : Bir kimse
ölüm hastalığında hanesini vârisi bulunan üç kızına vakfetse, bu hanenin üçte
biri kesin olarak vakıf olmuş olur, üçte ikisi de bu kızların arzusuna bağlıdır.
Bundan dolayı kızlar vakfa razı olurlarsa hanenin hepsi vakıf olur. Bu
meseleler, İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre taksim edilmesi mümkün
olan ortak bir malın vakfedilmesi câiz değildir.
Zevcesinden başka
vârisi bulunmayan bir kimse ölüm hastalığında malını vakfetse, zevcesi vakfa
izin verirse hepsi vakıf olmuş olur. İzin vermezse altıda biri zevcenin, geri
kalan vakıf olur. Çünkü Bezzâziye'nin vasâya bahsinde zikredilmiştir ki; tek
vârisi zevcesi olan bir kimse bütün malını bir şahsa vasiyet etse, zevcesi vakfa
izin verdiği takdirde terikenin hepsi vakıf olur. İzin vermezse terikenin altıda
biri zevcenin, altıda beşi kendisine vasiyet edilen şahsın olur. Çünkü terikenin
altıda biri zevcenin, altıda beşi de kendisine vasiyet edilen şahsın
olur.
METİN
Üçüncü yol: Bir
kimsenin "şu mülkümü hayatımda ve ölümümden sonra fülan cihete ebedî olarak
vakfettim" demesiyle vakıf lâzım ve sâbit olur. Bu ifade ile vakıf, üç imamımıza
göre caizdir. Fakat İmam-ı Azam'a göre, hayatta oldukça vakfın gelirini tasadduk
etmeyi nezretmiş sayılır. Bu nezri yerine getirmesi kendisine lâzım olur. Bundan
dönmesi de câiz olur. Eğer bundan dönmeden ölürse terikesinin üçte birinden
mu'teber olmak üzere caizdir.
Şârih der ki; ölüme
ta'lik edilen vakıf ile "şu mülkümü hayatımda ve ölümümden sonra fülan cihete
vakfettim" diyerek yapılan vakıfdan - gerek hâkimin emriyle olsun, gerek
hâkimden emirsiz olsun, vakfeden de gerek zengin, gerek fakir olsun-
dönülebilir. Şürunbulâli.
Dürer sahibinin:
"Vakfeden kimse fakir olup vakıf da tescil edilmiş olmazsa, hâkim o vakfı
bozar." demesi söz götürür.
= İmameyn'in
kavillerine göre vakfın şartlarına riayet edilmesi lazım gelir.
=
Bir vakıf, ayrılıp
teslim edilmedikçe tamam olmaz. Musannıf, "Bir vakıf mütevelliye teslim
edilmedikçe tamam olmaz." demedi. Çünkü her vakfın teslimi kendisine layık olan
şey iledir. Meselâ; bir mescidin vakfı, kendisinin ve yolunun ayrılmasıyla tamam
olur. Mescidden başka vakıflar ise bir mütevelli tâyin edilip, kendisine teslim
edilmesiyle tamam olur. Taksim edilmesi mümkün olan ortak bir malın taksim
edilmeden vakfedilmesi câiz değildir. İmam Ebû Yusuf'a göre
caizdir.
= Vakfın sarf
edileceği ebedi bir yerin tâyin edilmesinin şart olup olmaması beyânında
=
Vakfın gelirinin
ebedî kesilmeyecek bir cihete tahsisi şarttır. Bu, İmam Muhammed'in kavlidir.
İmam Muhammed'e göre vakıf sadaka gibidir. İmam Ebû Yusuf ise, vakfı köle âzâdı
gibi saymıştır. Kavillerin tercihinde ihtilâf vardır. Hâkimler ile müftüler
kavillerden diledikleri ile amel etmekte muhayyerdirler. İmam Ebû Yusuf'un
kavliyle amel etmek daha ihtiyatlı ve daha kolaydır.
Bahır.
Dürer ile
Sadru'ş-Şeria'da: "İmam Ebû Yusuf'un kavliyle fetva verilir." diye
zikredilmiştir. Musannıf da bunu ikrar etmiştir.
İZAH
"Şu mülkümü
hayatımda ve ölümümden sonra fülan cihete ebedî olarak vakfettim" cümlesinde
"ebedî olarak" ifadesi söylendikten sonra "hayatımda ve ölümümden" ifadesinin
söylenmesine ihtiyaç yoktur. Çünkü İs'âf'da: "Bir kimse "şu mülküm vakfedilmiş
ebedî bir sadakadır" dese, bütün âlimlere göre bu ifade ile o mülkün vakıf
olması câiz olur. Şu kadar var ki; İmam Muhammed'e göre: o mülkün bir
mütevelliye teslim edilmesi şarttır, âlimlerden bir cemaat bunu ihtiyar
etmiştir. İmam-ı Azam'a göre; o mülk, eski mülkiyeti üzere bakî kalıp gelirinin
tesadduk edilmesi nezredilmiş olur, nezrin yerine getirilmesi lâzım olur. O
kimse ölünce, o mülk mirâs olarak vârislerine intikal eder." diye
zikredilmiştir.
"Kavli söz götürür
ilh..." Çünkü ölüme ta'lik edilen vakıf ile "şu mülkümü hayatımda ve ölümümden
sonra fülan cihete vakfettim" ifadesiyle yapılan vakıfdan dönülebilmesi için
vakfeden kimsenin fakir olması ve hâkimin vakfı bozması şart değildir. Vakfeden
kimse kendisi bozabilir. Bu, İmam-ı Azam'a göredir. İleride
gelecektir.
"Bir mescidin vakfı
ilh..." Yani vakfedilen mescid olursa içinde namaz kılınması ile; mezarlık
olursa içine bir kişi olsun defnedilmesi ile; çeşme olursa suyundan bir kişi
olsun içmesi ile; han olursa içinde bir yolcu olsun misafir olması ile vakfı
lâzım olur. Eğer han, Mekke-i Mükerreme'de olup hacıların kalması için
vakfedilmiş olursa veya hududda olup mücahidlerin kalması için vakfedilmişse,
bir mütevelliyle teslim edilmesi lâzım gelir. Çünkü bunlar senede bir defa
kalacaklarından ona bakacak bir mütevelliye ihtiyaç vardır. Vakfedilen su deposu
olup doldurulmaya muhtaç olursa, onun da bir mütevelliye teslim edilmesi
lâzımdır.
"Mescidden başka
vakıflarda ise ilh..." Yani mescidden başka bir vakfın tamam olması için bir
mütevelliye teslim edilmesi lazımdır. Kuhistânî'de zikredilmiştir ki; vakfeden
kimse kendisini kayyım tayin etse, vakfın teslim edilmesi şart değildir. Fakat
bir vakfın lazım olması için bir mütevelliye teslim edilmesinin şart olduğunu
söyleyen İmam Muhammed'e göre; vakfedenin kendisini mütevelli tayin etmesi sahih
olmaz. Vakfın mütevelliye teslim edilmesini şart koşmayan İmam Ebû Yusuf'a göre;
vakfedenin kendisini vakfına mütevelli tâyin etmesi sahih
olur.
"Taksim edilmesi
mümkün olan ortak bir malın ilh..." Yani taksim edilmesi mümkün olan ortak bir
malın taksim edilmeden vakfedilmesi caiz değildir. Hatta bir vakfın her tarafına
yaygın olan bir kısmına hak sahibi çıksa, bu vakıf yapıldığı zaman ortak
bulunduğu için vakıf batıl olur. Fakat bir kimse ölüm hastalığında bir mülkünü
vakfedip öldükten sonra vârisleri o mülkün üçte ikisinden dönse, bu ortaklık
sonradan arız olduğu için vakıf bâtıl olmaz. Bir vakfın muayyen bir kısmına hak
sahibi çıksa, ortak olan kısım vakfın her tarafına yaygın olmadığı için vakıf
bâtıl olmaz. Bahır.
Bir mülk iki kimse
arasında ortak olup beraber vakfedilir ve bir mütevelliye teslim olunursa,
ittifakla câizdir. Çünkü İmanı Muhammed'e göre; vakfa mani olan ortaklık,
mütevelliye teslim edilirken olan ortaklıktır; yoksa vakıf akdi yapılırken olan
ortaklık vakfa mani değildir. Burada ikisi beraber vakfedip, mütevelliye beraber
teslim ettikleri için vakfa mani bulunmamıştır.
Keza: İki ortaktan
her biri hissesini aynı hayır cihetine vakfedip beraberce bir mütevelliye teslim
etseler, teslim edilirken ortaklık bulunmadığı için vakıf yine caiz
olur.
Keza: İki ortaktan
her biri hissesini ayrı ayrı hayır cihetine vakfedip, ayrı ayrı mütevelliye
teslim etseler bakılır: Eğer teslimleri aynı zamanda olursa veya her biri kendi
mütevellisine: "Benim hissemi ortağımın hissesi ile beraberce teslim al!"derse
vakıf sahih olur. Ama her biri hissesini ayrı ayrı vakfedip, başka başka
mütevelliye teslim ederlerse, akid ve teslim zamanında ortaklık mevcut olduğu
için İmam Muhammet'e göre vakıf sahih olmaz. İs'af.
Yine İs'af'da
zikredilmiştir ki; Üç kızından başka varisi bulunmayan bir kadın ölüm
hastalığında hanesini önce üç kızına onlar öldükten sonra fakirlere vakfetse,
terike olarak da yalnız bu haneyi bıraksa, hanenin üçte biri vakıf olur, üçte
ikisi de kızlara miras olarak kalır. Bu İmam Ebu Yusuf'a göredir. İmam
Muhammet'e göre; taksimi mümkün olan ortak bir malın vakfı caiz değildir. Çünkü
bu hane kızlar arasında taksim edilmemiştir.
"Vakfın gelirinin
ebedi kesilmeyecek bir cihete tahsisi şarttır ilh." Bu şart İmam Muhammet'e
göredir. İmam Ebu Yusuf'a göre ise vakfın sahih olması için, gelirinin ebedi
kesilmeyecek bir cihete verilmesini açık olarak söylemek şart değildir. Bu
ihtilaf mescidden başka olan vakıflar hakkındadır. Mescit yolu ile birlikte
ayrılıp vakfedilince İmam Muhammet'e göre de vakfı lazım ve sabit
olur.
Bir malın
vakfedilmiş olduğuna salahiyetli bir hakim tarafından hüküm verilince, o mal
sahibinin mülkünden çıkar, o malın vakfı lazım ve sabit olur. O malın
vakfedilmiş olduğuna hüküm verilmeyince İmam Muhammet'e göre; yukarıda geçen
şartlar bulunmadıkça vakıf sahibinin mülkünden çıkmış olmaz. Musannıf bazı
alimlere tabi olarak İmam Muhammet'in kavlini ihtiyar etmiştir. Fakat ekseri
ulema İmam Ebu Yusuf'un kavlini alıp: "Fetva bu kavil üzeredir." demişlerdir.
Hiç bir alim vakıf hakkında İmam-ı Azam'ın kavlini tercih
etmemiştir.
"Vakıf sadaka
gibidir ilh..." Yani İmam Muhammed'e göre, bir vakfın lazım ve sabit olması için
ayrılıp bir mütevelliye teslim edilmesi icap eder.
"Vakfı köle âzâd
etmek gibi saymıştır ilh..." Yani İmam Ebû Yusuf'a göre; bir köle âzâd edilmekle
efendisinin mülkünden çıktığı gibi, bir mülk de sahibi tarafından mücerred vakıf
edilmekle vakfı lazım olur. Vakfın lazım olması için mülkün ayrılıp mütevelliye
teslim edilmesi lazım gelmez.
= İmam Ebû Yusuf'a
göre; "şu malım vakfedilmiştir." Kavli ile "şu malım fülan zâta vakfedilmiştir"
kavil arasında fark vardır =
İs'âf'da
zikredilmiştir ki: bir kimse muayyen şahıslara vakfetse, meselâ "şu mülkümü
Zeyd'in çocuklarına vakfettim" dese, İmam Ebu Yusuf'a göre de bu vakıf sahih
olmaz. Çünkü kendilerine vakıf yapılan şahısların tâyin edilmesi başkalarının
murad edilmesine mani olur. Yani bir mülk muayyen şahıslara vakfedildiğinde o
vakıf dan başkaları istifade edemezler. Muayyen şahıslar ölünce vakfın gelirinin
sarf edileceği yer kalmamış olur. Ama böyle kendilerine vakıf yapılanlar tayin
edilmediğinde İmam Ebu Yusuf'a göre, vakıf sahih olur, vakfın geliri fakirlere
sarf edilir. Bundan dolayı bir kimsenin "şu mülküm vakfedilmiştir" ifadesi ile
"şu mülküm çocuğuma vakfedilmiştir" ifadesi arasında İmam Ebu Yusuf'a göre fark
olup, birinci ifade ile vakıf sahih olur. Çünkü vakfın gelirinin sarf edileceği
yer tayin edilmediğinde örfen fakirlere sarf edilir. İkinci ifade ile vakıf
sahih olmaz. Çünkü vakfın sarf edileceği yer muayyen olduğu için o çocuk
öldükten sonra o vakfın geliri örfen başkalarına sarf edilemez. Bununla İmam Ebu
Yusuf ile İmam Muhammed arasındaki ihtilafın bir vakfın gelirinin ebedi
kesilmeyecek bir cihete tahsisinin şart olup olmadığı anlaşılır. İmam Muhammed'e
göre, bir vakfın gelirinin mescidler ve fakirler gibi ebedi kesilmeyecek bir
cihete sarf edilmesini vakıf yapılırken söylemek şarttır. Böyle bir cihet
zikredilmezse vakıf sahih olmaz. Hatta bir vakfın gelirinin sarf edilmesi için
muayyen bir mescid zikredilse kifayet etmez. Çünkü bu mescid yıkılıp yok
olabilir. İmam Ebu Yusuf'a göre ise, vakıf yapılırken vakfın gelirinin ebedi bir
cihette sarf edilmesi zikredilmese de vakıf sahih olur. Hatta bir kimse "şu
mülkümü çocuklarıma vakfettim" deyip, çocuklarım öldükten sonra "fakirlere
vakfettim" demese bile vakıf sahih olur. Çocukları öldükten sonra o vakfın
geliri fakirlere sarf edilir. Çünkü vakıfdan maksat, vakfın devamıyla gelirinin
fakirlere aid olmasıdır. Böyle bir şart delalet yoluyla sabittir, vakfın
mahiyetinde mevcuddur. Buna göre ittifakla manen te'bid şarttır. Yani bir vakfın
gelirinin ebedi kesilmeyecek bir cihete sarf edilmesiaçık olarak söylenmese bile
manen söylenmiş olur.
Velhasıl: Vakıf
olmayı ifade edip etmeyen lafızlardan bir kısmı şunlardır: "Şu malım Allah için
sadakadır" şu mülkün Allah için vakfedilmiştir" yahut "şu malım Allah için
vakfedilmiş sadakadır" yahut "şu hanem hayır cihetine vakfedilmiştir"
ifadeleriyle fakirler için vakıf yapılmış olur. "Şu malım cihada vakfedilmiştir"
yahut "ölülerin kefenleri için vakfedilmiştir" yahut "kabir kazanlar için
vakfedilmiştir" ifadeleriyle de vakıf yapılmış olur.
"Şu mülküm fülan
kimseye" yahut "fülan kimsenin çocuklarına vakfedilmiş sadakadır" ifadesiyle de
vakıf yapılmış olur. Bu vakfın geliri hayatta bulundukça bunlara aid olup,
öldüklerinde fakirlere sarf edilir.
"Şu arazim fülan
zâta vakfedilmiştir" yahut "çocuklarına vakfedilmiştir" yahut -adedleri sınırlı
olan- "akrabamın fakirlerine veya yetimlerine vakfedilmiştir" ifadeleriyle de
İmam Ebû Yusuf'a göre vakıf yapılmış olur. Çünkü İmam Ebu Yusuf'a göre vakıf
yapılırken "te'bîd" lâfzının açık olarak söylenmesi şart değildir. Fakat İmam
Muhammed'e göre bu ifadeler ile vakıf yapılmış olmaz. Çünkü sonu kesilecek
kimselere vakfedilmiş olur ki, caiz değildir.
"Şu mülküm
hayatımda ve ölümümden sonra ebedî olarak sadakadır" yahut "vakfedilmiş bir
sadakadır" ifadesiyle de fakirler için vakıf yapılmış olur. Şu kadar var ki, bu
şekilde yapılan bir vakıf nezir hükmündedir. Bunun gelirini vakfedenin nezir
olarak tesadduk etmesi lâzım gelir. Fakat bu vakıfda vasiyet mahiyeti de
bulunduğundan bundan dönmesi de caiz olur. Dönmediği takdirde ise ölümünde
terikesinin üçte birinden muteber olur.
"Şu arazimi
ölümümden sonra vakfettim" ifadesi vasiyet sayılıp, bundan dönme bulunmayınca
terikesinin üçte birinden sahih olur.
"Vefatından sonra
vakfedilmesini vasiyet etmek" de bu hükümdedir.
"Şu mülküm
sadakadır" yahut "şu mülkümü fakirlere tesadduk ettim" ifadeleri nezir sayılır.
Bundan dolayı bu mülkün kendisi veya kıymeti fakirlere tesadduk edilse nezir
yerine getirilmiş olur. Tesadduk edilmezse vârislere intikâl
eder.
"Şu mülküm hayır
cihetine veya iyilik cihetine sadakadır" ifadesi de vakıf olmayıp nezirdir.
Fakat "şu mülküm sadakadır" ifadesine "satılamaz", "bağışlanamaz", "mirâs olmaz"
ifadeleri ilave edilirse, fakirler için vakıf yapılmış
olur.
"Şu hanem
vakfedilmiş ebedi sadakadır" ifadesi İmam-ı Azam'a göre nezir sayılır. Gelirini
tesadduk lâzım gelir. Sonra varislere intikal eder. İmam Muhammed'e göre de
mütevelliye teslime muhtaç olur, teslim edilince bir vakıfı lâzım olmuş olur.
İmam Ebû Yusuf'a göre; mütevelliye teslim edilmese de mücerred söz ile vakıf
gerçekleşmiş olur.
"Şu mülkümün
gelirinden her ay şu kadar ekmek alıp fakirlere dağıtınız" denilse, o mülk vakıf
olmuş olur.
"Şu hanemi fülan
mescidin tamirine vakfettim" ifadesi ile bu hane İmam Ebû Yusuf'a göre o mescide
vakfedilmiş olur. İmam Muhammed'e göre; bu vakıf sahih olmaz. Bazı fukaha: "Bu
vakıf ittifakla sahih olur." demişlerdir. Muhtar olan kavil de budur. Mütevelli
bu hanenin gelirini tamirden başka bir şeye sarf edemez. Muhit, Bahır, Haniyye,
Münteka, Hidâye, Hindiyye.
METİN
Bir ay veya bir
sene gibi muvakkat olarak yapılan bir vakıf, ittifakla batıl olur. Bundan dolayı
bir kimse bir mülkünü muayyen bir şahsa vakfetse, o şahsın ölümünden sonra
vakfeden kimsenin vârislerine intikal eder. Bu kavil ile fetva verilir. Dürer,
Fetih.
Şârih der ki:
Hâniyye'de: "Muvakkat olan bir vakıf mutlak surette sahihdir." diye
zikredilmiştir. Bunu Şürunbulâli de ikrar etmiştir.
Bir vakıf tamam ve
lazım olunca sahibinin mülkü olmaz. Başka bir kimseye mülk, âriyet ve rehin
olarak verilmez.
= Kitap vakfedenin
âriyet olarak ancak rehinle verilmesini şart kılması =
Kitaplarını
vakfeden kimse, kütüphanesinden kitaplarının rehinle çıkarılmasını şart kılsa bu
şartı batıl olur.
= Bir kimse bir
hanede bir müddet oturduktan sonra o hânenin vakıf olduğu ortaya çıksa, oturduğu
müddetin kirasını vermesi kendisine lâzım olur =
Bir hâneyi satın
alan veya kendisine rehin olarak verilen kimse, bir müddet oturduktan sonra o
hanenin vakıf veya bir çocuğa aid olduğu ortaya çıksa, oturduğu müddetin ecr-i
mislini vermesi lazım gelir. Kınye.
= Vakıf bir araziyi
hak sahiblerinin aralarında nöbetleşe kullanmaları =
Ortak bir vakıf hak
sahipleri arasında taksim edilmeyip, onda nöbetleşe tasarruf da bulunurlar.
İmameyn'e göre; eğer taksim, vakfeden ile ortağı yahut başka bir vakfeden yahut
onun mütevellisi arasında olup vakıf cihetleri ayrı olursa taksim edilir.
Kariü'l-Hidâye.
Bir kimse bütününe
mâlik olduğu bir mülkün yarısını vakfetse, hâkim onu vakfedenin rızasıyla taksim
eder. Vakfeden kimse öldükten sonra vakfedilen kısım vârislerine intikal eder.
Hâkim, yarısı vakfedilen mülkü ikiye taksim edip şübheden uzak olması için kur'a
çeker. Vârislerin kendilerine düşen kısmı satmaları câizdir. Kariü'l-Hidâye
sahibi bununla fetva vermiştir.
Bir vakıf
kendilerine vakfedilenler arasında ittifakla taksim edilmez. Çünkü onların
hakları vakfedilen mülkün aynında olmayıp gelirindedir. İbn-i Nüceym Fetavasında
bu kavil ile fetva vermiştir. Kariü'l-Hidaye sahibi de "Mezhebin muhtar olan
kavil budur." demiştir. Bazı fukahaya göre, bir vakfın kendilerine vakfedilenler
arasında taksim edilmesi caizdir. Fakat bu kavil, icmâa muhâlif olduğundan
zayıftır.
Vakıf olan bir
hanede, kendilerine vakfedilenlerden bazıları oturup bazıları yer bulamadıkları
için oturamasalar, artık oturamayanlar oturanlardanücret isteyemezler ve onlara
"sizin oturduğunuz müddet kadar biz de oturacağız" diyemezler. Çünkü muhâyât
(nöbetleşe oturmak) ancak hâkimin kararından sonra olur. Fakat kendilerine
vakfedilen iki kimseden birisi vakıf olan hanenin hepsini diğerinden izinsiz
zorbalıkla kullansa -her ne kadar o hane onların oturmaları için vakfedilmiş
olsa bile- kendisine ortağının ücretini vermesi lâzım gelir. Ama iki kimse
arasında ortak olan bir hanede birisi diğerinden izinsiz otursa - o hane kiraya
verilmek için hazırlanmış olsa bile- kendisine diğer ortağının ücretini vermesi
lazım gelmez.
Şârih der ki:
Kendisinde oturulan hanenin bir kısmı mülk, bir kısmı vakıf olursa oturana diğer
ortağının ücretini vermesi lâzım gelir. Gasb Bahsinde
gelecektir.
İZAH
"İttifakla bâtıl
olur ilh..." Yani bir kimse bir mülkünü bir ay veya bir sene müddetle vakfetse
bakılır: Eğer tayin ettiği vakitten sonra vakfından döneceğini şart koşarsa bu
vakıf ittifakla bâtıl olur. Eğer tayin ettiği vakitten sonra vakfından
döneceğini şart koşmazsa Hassaf'a göre, yine vakıf batıl olur. Hilal'e göre ise
bu vakıf sahih olur.
İs'af'da
zikredilmiştir ki: Hilâl b. Yahya'ya göre bir kimse benim ölümümden sonra "şu
mülküm bir sene müddetle vakfedilmiş bir sadakadır" dese bu mülk ebedi olarak
vakfedilmiş olur. Eğer "bir sene geçtikten sonra vakıf bâtıldır" derse bu
takdirde şart kıldığı gibi o mülkün geliri bir sene fakirlere sarf edilir ve
mülk vârislerinin mülkü olur. Çünkü vakfın bâtıl olmasını şart kılmasıyla
ölümünden sonraya nisbet ettiği vakıf lâzım olmaktan çıkıp sırf vasiyet olmuş
olur.
"Bir kimse bir
mülkünü muayyen bir şahsa vakfetse ilh..." Yani muayyen bir şahsa vakıf "sadaka"
lâfzıyla yapılırsa meselâ: Bir kimse "şu mülküm fülan şahsa vakfedilmiş bir
sadakadır" derse, bu vakıf sahih olur. O şahıs öldükten sonra o mülkün geliri
fakirlere sarf edilir. Metinde "o şahsın ölümünden sonra o vakıf vakfeden
kimsenin vârislerine intikal eder" diye zikredilen kavil muhakkık âlimlerin
kavillerine muhâlifdir.
"Hâniyye'de ilh..."
Yani Hanîyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse şu hanemi bir gün" veya "malûm olan
bir vakit" veya "bir ay müddetle vakfettim" deyip bu ifadesi üzerine bir şey
ilave etmese, bu vakıf câiz olur.
Ben derim ki:
Dürer'in ibaresi; "bir mülkünü muvakkat bir müddetle vakfeden kimsenin tayin
ettiği müddetten sonra vakfından döneceğini şart kılması" mânâsına
hamledilmelidir. Bu takdirde Hâniyye'de zikredilen Dürer'de zikredilene muhâlif
olmaz. Çünkü Hâniyye sahibi de "bu ifadesi üzerine bir şey ilave etmezse
"kavliyle" vakfeden kimsenin tayin ettiği müddetten sonra vakfından döneceğini
şart kılmamasını" murad etmiştir. Bundan sonra Haniyye sahibi şöyle devam
etmektedir: "Bir kimse; şu arazim bir ay müddetle vakfedilmiş bir sadakadır. Bir
ay geçtikten sonra vakıf bâtıldır." dese bu vakıf ittifakla bâtıl olur. Çünkü
vakfın ebedi olarak yapılması şarttır. Bundan dolayı muvakkat olan bir vakıf
câiz olmaz.
"Bir vakıf tamam ve
Iâzım olunca ilh..." Yani İmam-ı Azam'a göre yukarıda geçen dört yoldan biriyle,
İmam Ebû Yusuf'a göre vakfedenin mücerred sözüyle, İmam Muhammed'e göre bir
mütevelliye teslim edilmekle bir mülkün vakfı tamam ve lazım olunca mâlikinin
mülkünden çıkar, başkasının mülküne girmez. Tahsis edildiği cihete yani âmmenin
menfaatine ait olup, hassaten mülkü ilâhi hükmünde bulunur. Bundan dolayı vakıf
bir mal başkasına mülk ariyet ve rehin olarak verilemez. Hanelerini gelir
getirmeleri için vakfeden bir kimsenin o hanelerinden birinde herhangi bir şahsı
kirasız oturtması câiz olmaz.
Vakıf bir malın
rehin verilmesi sahih değildir. Çünkü rehin, alınacak bir hak karşılığında bir
malın hapsedilmesidir. Hatta rehin telef olsa alacaklı - rehin, alacağı hakkına
eşit ise - hakkını almış olur. Rehnin telef olmasıyla alacaklının hakkını alması
ise ancak rehin verilen şeyin mülk olarak verilmesi mümkün olan şeylerde olur.
Halbuki vakıf bir malın mülk olarak verilmesi mümkün değildir. Çünkü vakıf
ariyet alanın yanında emanet olduğundan ödenmez.
"Kitaplarını
vakfeden kimse ilh..." Eşbâh'ın "el'kavlü fiddeyn" Bahsinin "Fer'i"nde İmam
Sübkî'ye nisbet edilerek zikredilmiştir ki; son zamanlarda kitap vakfedenin
"kitaplarını ancak rehin karşılığında verilsin yahut asla kitaplarım yerinden
çıkartmasın" diye ortaya yeni bir şart çıkmıştır. Bu hususta ben derim ki: Bu
kitapların rehin verilmesi sahih olmaz. Çünkü bunlar kendilerine vakfedîlenlerin
elinde emanettir, ödenmeleri lâzım değildir. Bu kitaplara ariyet denilmez.
Onları alan vakıf ehlinden ise, bu kitaplarla faydalanmaya hakkı olur. Kitap
elinde emanet kalır. Kitap (karşılığında rehin alınmasının şart koşulması
fasiddir. Kitap karşılığında rehin verilirse, verilen fasid olur; bu rehin
kütüphane memurunun elinde emanet olur. Bu, rehin ile şer'î rehin murad
edildiğine göredir. Eğer rehin ile lügat mânâsı yani rehin alınmakla verilen
kitabın hatırlanması murad edilirse, bu takdirde kitabın rehin karşılığında
verilmesi şartı sahih olur. Çünkü bu doğru bir şeydir. Vakfeden tarafından
rehnin şer'i veya lûgavî mânâlarından hangisinin murad edilmiş olduğu
bilinmediği takdirde lûgavî manasının murad edilmiş olduğuna hamlolunur.
Kitaplarını vakfeden kimse "kitapları kütüphaneden okunmak için alınırken
kitabın dışarı verildiğini hatırlatacak bir şeyin alınan kitabın yerine
bırakılması lâzımdır" diye şart koşarsa bu şart sahih olur. Çünkü vakfeden
kimse, kitaplardan faydalanmak için alınan kitabın yerine bir şeyin
bırakılmasını şart koşmuştur. Kitabın yerine bırakılan şeye "rehin" denilmez,
onu sahibi alabilir. Kütüphane memuru da ondan verilen kitabın getirilmesini
ister. Kitabın yerine bırakılan şey için rehin hükmü sabit olmaz, o şey
satılamaz. Kitabı alan kimsenin kusuru olmadan aldığı kitap telef olursa
bıraktığı şey kitabın bedeli de olmaz.
"Oturduğu müddeti
ecr-i mislini vermesi lâzım gelir ilh..." Müteahhirin âlimlere göre, vakfa veya
yetime aid gayr-i menkûl bir mülkün menfaati ödenir. Bundan dolayı Kınye'de:
"Bir kimse bir hanede kendi mülkü olduğunu iddia ederek senelerce oturduktan
sonra o hanenin vakıf olduğu ortaya çıksa, oturduğu müddetin kirasını vermesi
kendisine lâzım gelmez." diye zikredilen kavil zayıftır. Bahır sahibi -is'âf'da
beyân edildiğine göre-: "Kiranın lâzım olmaması mutekaddimin âlimlerin kavlidir.
Kiranın lâzım olması müteahhirin âlimlerin kavlidir."
demiştir.
"Hak sahipleri
arasında taksim edilmeyip ilh..." Yani bir kimse ortak olduğu bir mülkteki
hissesini vakfedip, bir hâkim tarafından ortak bir mülkün vakfının câiz olduğuna
dair hüküm verildikten sonra ortaklardan birisi o mülkün taksimini istese İmam-ı
Azam'a göre, taksim edilmeyip nöbetleşe kullanılır. İmameyn'e göre, taksim
edilir. Bir arazi muayyen bir cemaate vakfedilip o cemaat aralarında anlaşır ve
her biri o arazinin bir parçasını kendi nefsi için ekip biçerse bakılır: Eğer
her sene ekip biçtikleri parçaları birbiriyle değiştirirlerse, bu şekilde bölme
hakiki taksim olmadığından câiz olur ve bunu iptal edebilirler. Eğer ekip
biçtikleri parçaları her sene birbirleriyle değiştirmezlerse bu hakiki taksim
olduğu için câiz değildir,
= Vakıf bir hanenin
kendisinde hakkı olanlara dar gelmesi beyanında =
Bir kimse bir
hanesini vakfedip o hanede çocuklarının ve torunlarının oturmalarını şart kılsa,
onlardan birisi hayatta bulunduğu müddetçe oturma hakkı onlara aid olur.
Onlardan bir kimse hayatta kalıp o hanenin tamamını veya kendisinden artan
kısmını kiraya vermek istese kiraya veremez. Çünkü kendisine tanınan hak
oturmasıdır; kiraya vermesi değildir. Vakfeden kimsenin çocukları çok olup hane
onlara dar gelse o haneyi kiraya veremezler. Ancak hane onların adedlerine göre
oturulacak kısımlara ayrılır. Onlardan biri ölünce onun oturma hakkı hayatta
olanlara kalır.
Vakfeden kimsenin
erkek ve kız çocukları olup; erkek çocuklar zevceleriyle beraber, kızlar da
kocalarıyla beraber oturmak isteseler bakılır: Eğer hanenin müstakil odaları
bulunursa beraber oturmaları câizdir. Hane bir olup onu aralarında kısımlara
ayırmak da mümkün olmazsa hane de ancak vakfedenin oturmasını şart kıldığı kendi
erkek ve kız çocukları oturabilir. Bundan anlaşılmıştır ki; o hanede vakfedenin
çocuklarından bir kısmı oturup bir kısmı yer bulamadıkları için oturamasalar,
oturamayanlar oturanlardan kira alamazlar. İsterlerse onlar da oturanlarla
beraber otururlar. Eğer hane onlara dar gelirse canı sıkılan
çıkar.
"Taksim edilir
ilh..."
=Ortak bir mülkü
vakfedenin ortağı ile beraber taksim etmesi beyanında=
Bir kimse ortak bir
mülkteki hissesini vakfettikten sonra ortağı ile beraber o mülkü taksim etseler
kendisine düşen hisseyi ikinci defa vakfetmesi lâzım gelmez. Çünkü taksim etmek
vakfedilen hisseyi tayin etmek içindir. Fakat ihtilâftan kurtulmak isterse
kendisine düşen hisseyi ikinci defa vakfeder.
= Bir kimsenin
ortak arazilerde vakfetmiş olduğu hisselerini bir arazide toplaması beyanında
=
Zahîriyye'den
naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; bir kimse kendisi ile başka bir şahıs
arasında ortak bulunan arazi ve hanelerdeki hisselerini vakfettikten sonra
ortağı ile o mülkleri taksim edip arazideki hisselerine bir yerde, hanelerdeki
hisselerini bir hanede toplamak istese, İmam Ebû Yusuf ile Hilâl'in kavline göre
bu câizdir.
= Taksimde fazla
para konsa, vakfedenin o parayı vermesinin sahih olup almasının sahih olmaması
beyanında =
Bir arazi veya bir
hanenin taksiminde hissenin birisi diğer hisseye nisbetle daha kıymetli olduğu
takdirde eşitliği temin için kıymeti fazla olan hîssenin kıymetçe fazlalığına
karşılık para konur: Eğer kıymeti fazla olan hisse ortağına düşerse vakfedenin o
parayı alması câiz olmaz. Çünkü vakfeden kimse vakfettiği hissesinin bir kısmını
para karşılığında satmış sayılır. Eğer kıymeti fazla olan hisse vakfeden kimseye
düşerse ortağının o parayı alması câiz olur. Çünkü vakfeden kimse para
karşılığında ortağının hissesinin bir kısmını satın alıp vakfetmiş
sayılır.
"Vakıf cihetleri
ayrı olursa ilh..." Yani iki vakıfdan her birinin vakıf cihetleri ayrı olursa
taksim edilir. Fakat bu ibare İs'âfın ibaresine
muhaliftir.
= Bir arazinin
yarısı vakfedildikten sonra diğer yarısı da vakfedilse iki vakıf olmuş olur
=
İs'âf'ın ibâresi
şöyledir: Bir kimse bir arazisinin yarısını bir cihete vakfedip ona mütevelli
olarak Zeyd'i tâyin ettikten sonra aynı arazinin diğer 'kısmını da aynı cihete
veya başka bir cihete vakfedip ona mütevelli olarak da Amr'i tâyin etse, Zeyd
ile Amr'in o araziyî taksim edip her birinin arazinin yarısını alması câiz olur.
Bu suretle her biri mütevelli tâyin edilmiş olduğu kısmı elinde bulundurmuş
olur. Çünkü o arazinin her bir yarısı ayrı ayrı vakfedilince -gelirlerinin sarf
edileceği cihet bir olsa bile- iki vakıf olmuş olur. Nitekim o arazi iki kimse
arasında ortak olup ortaklardan her biri arazideki hisselerini vakfetmiş
olsalardı, iki vakıf olmuş olurdu.
"Kendisine
ortağının ücretini vermesi lâzım gelir ilh..." Çünkü o kimse vakfı zorbalıkla
kullandığı için gasbetmiş olur. Vakfın menfaatları ise muhtar olan kavle göre
ödenir, önce zikredilen meseledeki oturanlar gasbedici olmadıklarından vakfın
menfaatını ödemeleri lâzım gelmez.
METİN
= Mescidin
hükümleri beyanında =
Dört yoldan biriyle
yapılan bir vakıf lâzım ve sabit olur. Üç yol yukarıda
zikredilmiştir.
Dördüncü yol: Bir
kimse bir mescid veya bir namazgâh yapıp onu yoluyla beraber kendi mülkünden
ayırsa, o mescid veya namazgâhın vakfı lâzım olup o kimsenin mülkünden çıkmış
olur.
İmam Ebû Yusuf'a
göre: Vakfeden kimsenin sadece "ben bunu mescid kıldım" demesiyle o mescidin
vakfı lâzım olup o kimsenin mülkünden çıkmış olur.
İmam-ı Azam ile
İmam Muhammed'e göre; mescidin içinde cemaatle namaz kılınması da şarttır. Bazı
fukahaya göre, o mescidin içinde bir kimsenin namaz kılması kafidir. Haniyye
sahibi: "Bazı fukahanın zikrettiği kavil zahir rivayettir."
demiştir.
FER'İ BİR MESELE :
Bir mahalle halkı mahalle mescidini yıkıp evvelkinden daha sağlam yapmak
isteseler bakılır: Eğer yapan kimse mahalle halkından ise buna ruhsat verilir.
Mahalle halkından değil ise buna ruhsat verilmez.
Bezzaziyye.
Mescidin faydası
için altına serdab (sıcaktan serinlenmek için girilen yer altı odası) yapılması
caizdir. Nitekim Kudüs'deki Mescid-i Aksâ'da vardır. Serdab mescidin faydası
için yapılmazsa yahut mescidin üstüne ev yapıp mescidin kapısını yola çevirerek
mescidi mülkünden ayırsa o mescid, mescid olmaz. O mescidi satması câiz olur. O
mescid, mirâs olarak vârislerine kalır. İmameyn'e göre; o mescid, mescid olmuş
olur. Nitekim bir kimse hanesinin ortasında mescid yapıp orada namaz kılınmasına
izin verirse, o mescid, mescid olmuş olmaz. Fakat o mescidin yolunu ayırırsa
mescid olmuş olur. Zeylai.
FER'İ BİR MESELE :
Eğer bir mescidin üstüne imam için ev yapılmış olsa, bu ev mescidin faydası için
olduğundan mescidin olmasına zarar vermez. Ama mescidin olması vakfedenin "bunu
vakfettim" sözüyle veya içinde namaz kılınmakla tamam olduktan sonra mescidi
vakfeden kimse üstüne bina yapmak istese buna ruhsat verilmez. Hatta mescidi
yaparken üstüne bina yaptırmak niyetindeydim dese sözünde tasdik edilmez.
Vakfeden kimse mescidin üstüne bina yapmaktan men edilince başkaları evleviyetle
men olunur. Mescidin üstüne yapılan her ne kadar mescidin duvarlarının üstüne
yapılsa bile binanın yıkılması vâcib olur. Mescidin üstüne yapılan binayı mescid
için irad getiren vakıf veya oturma yeri yapmak câiz değildir.
Bezzaziyye.
İZAH
"Bir kimse bir
mescid ilh..." Bilmiş ol ki: İmam Muhammed'e göre; bir vakfın vakıf olarak lazım
ve sabit olması için o vakfın mütevelliye teslim edilmesi şarttır. Fakat bir
mescidin vakfının lâzım olması için mütevelliye teslim edilmesi şart olmayıp o
mescidin yoluyla beraber vakfedenin mülkünden ayrılmış olması ve içinde cemaatle
namaz kılınması şarttır.
İmam-ı Azam'a göre;
bir mescidin mescid olduğuna dair hakim tarafından hükmedilmese bile vakfeden
kimse mescidi yoluyla beraber mülkünden ayırıp içinde cemaatle namaz
kılındığında o mescid vakıf olmuş ve vakfedenin mülkünden çıkmış olur.
Dürer.
"Veya bir namazgâh
ilh..." Namazgah: Cenaze namazı kılınan yere ve bayram namazı kılınan yere
şâmildir. Bazılarına göre, namazgâh mescid olmuş olur. Hatta bu namazgâhı
vakfeden öldüğü zaman o yer vârislerine mirâs olarak intikal etmez. Bazılarına
göre; cenaze namazı kılınan yer mescid hükmünde olmuş olur. Fakat bayram namazı
kılınan yer mutlak surette mescid olmuş olmaz. Ancak oradan imama uymanın sahih
olması hususunda orası mescid hükmünde sayılır. Bazılarına göre bayram namazı
kılınan yer namaz kılınırken mescid olur. Başka zaman mescid sayılmaz. Hâniyye,
İs'âf.
"Mülkünden ayırsa
ilh..." Yani bir kimse bir mescidi vakfedip yoluyla beraber mülkünden ayırıp
içinde cemaatle namaz kılınınca ihtilafsız o mescid, mescid olmuş
olur.
Ben derim ki:
Zahîre'de: "Bir kimsebir mescid yapıp içinde cemaatle namaz kılınması için izin
verdiğinde o mescid, mescid olmuş olur." diye
zikredilmiştir.
Kınye'den naklen
Nehir'de zikredilmiştir ki; bir kimse hanesinin ortasında mescid yapıp
insanların oraya girip namaz kılmaları için izin verirse bakılır: Eğer o
mescidin yolunu ayırırsa üç imamımıza göre o mescid, mescid olmuş olur. O
mescide yol ayırmazsa İmam-ı Azam'a göre o yer mescid olmaz. İmameyn'e göre
mescid olur. Yol ayırmasa bile, yol mescidin hakkıdır. Nitekim bir kimse
arazisini kiraya verip yolunu ayırmasa yol kendiliğinden ayrılmış
olur.
Kuhistânî'de
zikredilmiştir ki; bir mescidin vakıf olabilmesi için vakfedenin mülkünden her
cihetle ayrılmış olması lâzımdır. Bundan dolayı bir mescidin altında veya
üstünde vakfedene aid dükkanlar bulunsa, bu mescid vakfedenin mülkünden çıkmış
olmaz. Çünkü o mescide kul hakkı teallûk etmektedir.
T E N B İ H : Bahır
sahibi: "Hâvi'nin kelâmından anlaşıldığına göre mescidin arsasının mescidi
yapanın mülkü olması şarttır." demiştir. Fakat Tarsûsî; "Binanın vakfının câiz
olduğuna göre, kiralanmış bir arsa üzerine mescid yapılması da câizdir."
demiştir. Fetâvây-ı Hayriyye sahibine "çadırdan mescid yapılsa mescid olur mu?"
diye sorulmuş, o da "mescid olmaz" diye fetva vermiştir.
"İmam-ı Azam ile
İmam Muhammed'e göre ilh..." Yani İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre
vakfedilen bir mülkün teslim edilmesi lâzımdır. Her vakfın teslimi de
vakfedildiği cihete göredir. Vakfedilen kabristanın teslimi bir kişinin olsun
oraya defnedilmesiyledir. Vakfedilen bir çeşmenin teslimi bir kişinin olsun
ondan su içmesiyledir. Vakfedilen bir hanın teslimi orada bir kişinin olsun
misafir olmasıyladır. Vakfedilen bir mescidin teslimi ise içinde bir kere olsun
ezan ve ikametle ve cehren cemaatle namaz kılınmasıyladır.
Fetih'de
zikredilmiştir ki; yeni vakfedilmiş bir mescidde bir kimse hem imam hem müezzin
olup tek başına namaz kılsa, ittifakla o mescidin vakfı lâzım ve sâbit olmuş
olur. Çünkü bu şekilde kılınan namaz cemaatle kılınmış gibi
olur.
Bilindiği gibi bir
mescidin içinde kılınan namaz mescidin teslim edilmesi yerine geçmektedir. Buna
göre bir mescid mütevelliye teslim edilince içinde namaz kılınmış olmasa bile o
mescidin vakfı lâzım ve sabit olur. Esah olan kavil budur.
Keza yeni
vakfedilen bir mescid hâkime veya naibine teslim edildiğinde yine o mescidin
vakfı lâzım ve sabit olmuş olur.
"Mescidin içinde
ilh..." Yani bazı fukahaya göre yeni vakfedilen bir mescidin içinde bir kimse
namaz kılsa, o mescidin vakfı lâzım ve sabit olmuş olur. Fakat vakfeden kimse
tek başına namaz kılsa, sahih olan kavle göre o mescidin vakfı lâzım ve sabit
olmaz. Çünkü bir mescidin vakfının lâzım ve sabit olması için, içinde namaz
kılınmasının şart olması âmme namına teslim alınması içindir. Vakfedenin mescidi
kendi nefsi için teslim alması kifayet etmediği gibi içinde tek başına namaz
kılması da kifayet etmez.
"Eğer yapan kimse
mahalle halkından ise ilh..." Bu ifadeden mescidi ilk defa yapan kimsenin
mahalle halkından olması anlaşılmaktadır. Halbuki mescidi ilk defa yapan
kimsenin mahalle halkından olması şart değil, mescidi yıkıp daha sağlam yapmak
isteyen kimsenin mahalle halkından olması şarttır.
Hindiyye'de
zikredilmiştir ki; bir kimse yapılmış bir mescidi yıkıp daha sağlam yapmak
istese buna müsaade edilmez. Fakat yıkılmasından korkulursa, onu yıkıp yeniden
yapmasına müsaade edilir.
Yıkılmasından
korkulan bir mahalle mescidinin banisi o mahalle halkından olmazsa mahalle halkı
o mescidi yıkıp yeniden yaparlar, hasırlarını ve kandillerini değiştirirler.
Bunları kendi paralarıyla yaparlar. Hâkimden izinsiz o mescidin parasını sarf
edemezler. İçmek ve abdest almak için havuzlar yaparlar. Yıkılmasından korkulan
bir mescidi o mahalle halkının yapması, o mescidin bânisi bilinmediğine göredir.
Eğer bânisi bilinirse onun yapması evlâdır. Bir mescidin banisinin vârisleri, o
mahalle halkının o mescidi yıkıp genişletmelerine mâni olamazlar. Mahalle halkı
mescidin kapısını başka tarafa çevirebilirler. Hâniyye.
Câmiu'l-Fetâvâ'da
zikredilmiştir ki; içinde namaz kılınmayan bir mescidin yıkılıp onun
malzemesiyle başka bir yerde mescid yapılması caizdir. Bânisi bilinmeyen bir
mescidin satılıp parasının başka bir mescide sarf edilmesi de
câizdir:
Ben derim ki:
Hindiyye'nin İhyâu'l-Mevât (sahipsiz yerlerin ihyası) bahsinin birinci babının
sonunda zikredilmiştir ki; bir kimse bir mescidde kuyu kazmak istese, eğer
kuyunun mescide bir zararı olmayıp bilakis faydası olursa, kazmasına müsaade
edilir.
"Mescidin üstüne ev
yapıp ilh..." Yani vakfeden kimse mescidin üstüne ev yapmış olursa bakılır: Eğer
o ev, mescidin faydası için yapılmışsa o mescid vakıf olmuştur. Mescidin faydası
için yapılmamışsa o mescid, vakıf olmuş sayılmaz.
Velhasıl: Bir
mescidin mescid olabilmesi için, mescidin altının ve üstünün mescid olması
şarttır. Çünkü bir mescidden kul hakkının kesilmiş olması lâzımdır. Nitekim
Allah Teâlâ'nın :
"Hakikatda
mescidler Allah'ındır." (Cin suresi, ayet: 18) Kavl-i kerimi de bunu nâtıkdır.
Fakat mescidin faydası için vakfedilmiş, mescidin altında veya üstünde bulunan
bina, mescidin mescid olmasına zarar vermez.
METİN
= Mescidin veya
başka bir vakfın harap olması beyânında =
Bir mescidin etrafı
harab olup kendisine muhtaç olunmasa İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf'a göre, o
mescid kıyamete kadar mescid olarak bâki kalır. İmam Muhammed'e göre, bânisi
hayatta ise bânisinin, hayatta değil ise vârislerinin mülküne intikal eder. İmam
Ebû Yusuf'dan diğer bir rivâyete göre, hakimin izniyle o mescidin enkazı başka
bir mescide nakil olunur. Kendisine muhtaç olunmayan bir mescidin otları ile
hasırlarında da aynı ihtilâf vardır. Kezâ kendisine muhtaç olunmayan
kervansarayla kuyuda da aynı ihtilâf mevcuddur.
= Bir mescidin veya
her hangi bir vakfın enkazının nakli beyanındaki=
Kendisine muhtaç
olunmayan mescidin, kervansarayın, kuyunun ve havuzun vakıfları kendilerine en
yakın olan mescide, kervansaraya, kuyuya ve havuza sarf olunur. Bu İmam-ı Azam
ile İmam Ebû Yusuf'un kavline göredir. Dürer.
Yine Dürer'de
zikredilmiştir ki; bir kimse bir mülkünü fakirlere vakfedip mütevelliye teslim
ettikten sonra "filan ve filan kimselere o mülkün gelirinden şu kadar meblağ
verilsin" diye emretse, bu emri sahih olmaz. Çünkü mütevelliye teslim edip vakıf
olarak tescil edilmiş olduğundan mülkünden çıkmıştır. Eğer o mülk vakıf olarak
tescil edilmeden önce emrederse, emri sahih olur. Fakat Müeyyid Zâde Fetavasında
zikredilmiştir ki; vakıf tescil edilmiş olsa bile vakfeden kimsenin vakıf
şartlarından dönmesi câizdir.
İki vakfın,
vakfeden ile vakfedilen cihetleri bir olup, vakıflardan birinin harab olması
sebebiyle kendilerine vakfedilenlerden bazılarının hisseleri azalsa, hakimin
harab olmayan vakfın fazla olan gelirinden hissesi azalmış olanlara sarf etmesi
câiz olur. Çünkü o iki vakıf bir vakıf gibidir. Eğer iki vakfın vakfeden ile
vakfedilen cihetten birisi değişik olup meselâ; iki kimse iki mescid veya bir
kimse bir mescid ile bir medrese yaptırıp bunlara mülkünü vakfetse, hâkim bu
vakıflardan birinin gelirini diğerine sarf edemez.
= Gayr-i menkul
mallara tebaan menkul malların vakfının caiz olması beyanında
=
Bir kimse
çiftliğini öküzleriyle, çiftlikte çalışan köleleriyle ve ekim âletleriyle
beraber vakfetse, çiftliğe tebaan menkul (taşınılabilen) malların da
vakfedilmesi istihsânen sahih olur. Kervansaraya misafir olanlara hizmet etmesi
için köle vakfedilmesi câizdir. O kölenin nafakası ve cinayeti vakfın malından
verilir. O vakıf köle kasden öldürülürse katili kısas edilmeyip kölenin
kıymetini vermesi vâcib olur. Alınan kıymet ile öldürülen kölenin yerine başka
bir köle satın alınır.
= Vakfedilmiş
olarak bir malın vakfının sahih olduğuna hüküm verilmesi beyânında
=
Taksim edilmesi
mümkün olan ortak bir maldaki hissenin vakfının câiz olduğuna dair hüküm
verilirse, o ortak maldaki hissenin vakfı sahih olmuş olur. Çünkü bu mesele,
ihtilâf edilen meselelerdendir. Bundan dolayı Hanefî mezhebine bağlı bir hâkimin
taksimi mümkün olan ortak bir maldaki hissenin vakfının sahih veya batıl
olmasıyla hüküm vermesi câizdir.
Bir meselede sahih
iki kavli bulunduğu takdirde bu iki kavilden hangisiyle fetva veya hüküm verilse
caiz olur. Bahır.
İZAH
"Bir mescidin
etrafı harab olup ilh..." Yani mescid sağlam olduğu halde etrafında olan haneler
ve dükkanlar harab olup kendisine ihtiyaç kalmasa yahut bir mescid harap olup
tamir edilmesi için geliri bulunmaz da başka mescid yapılmış olduğundan
insanların o harap mescide ihtiyacı kalmazsa, İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a
göre o mescid, mescid olarak kıyamete kadar bâki kalır. O mescide mîrasçı
olunmaz. O mescid yıkılıp enkazı ve eşyası başka mescide taşınamaz.
Fetih.
"İmam Muhammed'e
göre ilh..." Yani İmam Muhammed'e göre bir mescide ihtiyaç kalmadığı takdirde o
mescid bânisinin veya varislerinin mülküne intikal eder.
Bir vakıf yıkılıp
tamir etmek için geliri bulunmadığı takdirde İmam Muhammed'e göre o vakıf
vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder. İmam Ebu Yusuf'a göre intikal
etmez. Fakat İmam Muhammed'e göre o vakfın vakfedenin veya varislerinin mülküne
intikal edebilmesi için o vakıfdan hiç bir suretle faydalanmak mümkün olmadığına
göredir. Mesela vakıf olan bir dükkan yanıp hiç bir surette kiraya verilemez bir
hale gelse yahut bir kervansaray veya bir mahalle havuzu harap olup tamir
edilecek gelirleri bulunmasa vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder.
Ama gelir getirmesi için vakfedilmiş bir vakıf yıkıldığında o vakıfın kendisi
vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal etmeyip enkazı intikal eder. Yeri
vakıf olarak kalıp az bir ücretle de olsa kiraya verilir. Kervansaray ve benzeri
vakıflar böyle değildir. Çünkü onlar içinde kalınması için vakfedilmiştir.
Yıkıldığı zaman içinde kalınması mümkün olamayacağından vakfedenin mülküne
intikal eder. Ama gelir getirmek için vakfedilmiş olan bir hane harap olduğunda
enkazı temizlenip arsası bina yapacak veya ağaç dikecek bir kimseye az bir ücret
karşılığında olsa bile kiraya verilebilir.
"İmam Ebû Yusuf'tan
diğer bir rivayete göre ilh..." İs'afda zikredilmiştir ki; bir mescid ve
etrafındaki haneler harap olup insanlar oradan dağılsalar, İmam Ebû Yusuf'a göre
o mescid vakfedenin mülküne intikal etmez; hakimin izniyle enkazı satılıp parası
başka bir mescide sarfolunur.
"Bir mescidin
otları ilh..." Yani bir mescidin hasırlarına, kandillerine ve hasır yerine
serilen otlarına ihtiyaç kalmadığında İmam Muhammed'e göre bunlar vakfedenin
veya varislerinin mülküne intikal eder. İmam Ebû Yusuf'a göre başka bir mescide
naklolunur.
Bahır'da
zikredilmiştir ki; fetva mescidin hasırı, kandili, süpürgesi gibi aletleri
hususunda İmam Muhammed'in kavline göre, mescidin ebedi olması hususunda ise
İmam Ebû Yusuf'un kavline göredir.
"Kervansaray
ilh..." Bundan murad fakirler için yapılmış imarethaneler, tekkeler, yolcular
için yapılmış kervansaraylardır. Bir kervansaray veya bir kuyu kendisinden hiç
bir suretle istifade edilemeyecek şekilde harab olsa, İmam Muhammed'e göre
vakfedenin veya varislerinin mülküne intikal eder. İmam Ebû Yusuf'a göre intikal
etmez.
"Kendilerine en
yakın olan mescide, kervansaraya ilh..." Yani harap olup kendisine muhtaç
olunmayan bir mescidin vakıfları kendisine en yakın olan mescide sarf olunur.
Kervansaraya, havuza, kuyuya sarf olunmaz. Buna göre kendisine muhtaç olunmayan
kervansaray, havuz, kuyu gibi şeylerin vâkıfları da kendilerinin cinsinden
olanlara sarf olunur. Başka cinsten olanlara sarf olunmaz.
Hâniyye'de
zikredilmiştir ki; İmam Ebû Şücâ: "Yolun değişmesiyle yolcuların muhtaç olmadığı
bir kervansarayın vakfının geliri kendisine en yakın olan kervansaraya sarf
olunur. Nitekim bir mescid harap olup kendisine ihtiyaç kalmadığında hâkime
bildirilir. Hâkim de o mescidin kerestesini satıp parasını başka bir mescide
sarf eder." demiştir.
Bazı fukahaya göre
kendisine ihtiyaç kalmayan kervansaray, vakfedenin veya vârislerinin mülküne
intikal eder. Keza, ammeye aid olan havuz harap olduğunda o da vakfedenin veya
varislerinin mülküne intikal eder.
Zahîre'de
zikredilmiştir ki; Şemsü'l-eimmeti'l-Hulvânî'ye "Bir mescid veya bir havuz harap
olup etrafındaki insanlar dağıldığı için kendisine ihtiyaç kalmasa, hâkimîn
onların vakıflarını başka bir mescid veya başka bir havuza sarf etmesi câiz olur
mu?" diye sorulmuş, o da "câiz olur" diye cevap vermiştir. Kınye'den naklen
Bahır'da da böyle zikredilmiştir.
Ben derim ki: İmam
Ebu Şüca ile İmam Hulvânî'nin fetva verdikleri gibi bilhassa zamanımızda mescid,
ribat veya havuz gibi bir vâkıfa ihtiyaçkalmadığında bunların malzemesi ve
bunlara aid olan vakıflar başka bir mescide, ribata, havuza nakledilmelidir.
Nakledilmediği takdirde bunların enkazını hırsızlar ve zorbalar alır,
vakıflarını da mütevellileri veya başkaları yer. Bir de nakledilmediği takdirde
bunun enkazına muhtaç olan diğer mescidin de harap olması lâzım gelir. Benden
"Emevî Camiinin sahnını döşemek için Dımışk'da harap olmuş bir mescidin
taşlarının nakledilmesi hususunda fetva istediler. "Ben de Şürunbulâli'ye tâbi
olarak "nakledilmesi caiz değildir" diye fetva verdim. Sonra zorbaların o
mescidin taşlarını kendi nefisleri için almış olduklarını duydum, vermiş olduğum
fetvaya pişman oldum.
Fetavây-ı Nesefi'de
zikredilmiştir ki; köy halkı göçüp mescitlerini harap olmaya bıraktıklarında bir
kimse hâkimin emriyle o mescidin malzemesini satıp parasını başka bir mescide
sarf edebilir.
"İki vakfın
vakfeden ile vakfedilen ciheti bir olup ilh..." Bir mescidin, birisi tamiri
diğeri imam ile müezzin için olmak üzere iki vakfı bulunup, imam ile müezzin
için olan vakfın geliri az olduğundan durmasalar, eğer bu iki vakfı bir kimse
vakfetmiş ise hâkim, mahalle halkının tasvipleri ile o mescidin tamiri için olan
vakfının fazla gelirini imam ile müezzine sarf eder. Çünkü vakfedenin maksadı
vakfını ihya etmektir. Bahır.
"Bu iki vakıftan
birinin gelirini diğerine sarf edemez ilh..." Valvalciyye'de zikredilmiştir ki;
bir mescidin çeşitli vakıfları bulunsa, mütevellinin o vakıfların gelirlerini
birbirine katmasında, vakıflardan birisi harap olduğunda diğer vakıfların geliri
ile onu tamir etmesinde bir beis yoktur. Çünkü vakıfların cihetleri her ne kadar
ayrı olsa bile hepsi mescid için vakfedilmiş olduğundan manen birdir.
Bezzâziye'de de böylece zikredilmiştir.
Remli Hayrüddin:
"Vakıf olan iki haneden birisi, içinde oturulması için; diğeri de gelir
getirmesi için vakfedilmiş olsa cihetleri ayrı olmuş olduğundan birisinin geliri
diğerine sarf edilemez." demiştir.
"İstihsanen sahih
olur ilh..." İs'âf'da zikredilmiştir ki; bir arazi vakfedilince üzerinde
ağaçlar, binalar söylenmeden vakfa dahil olur. Fakat vakıf zamanında arazide
bulunan ekinler, ağaçlar üzerinde bulunan meyveler vakfa dahil olmaz, vakfedenin
mülkü olarak kalır. İstihsana göre, bu ekinler ile meyvelerin vakıf yoluyla
değil, nezir yoluyla tasadduk edilmesi lâzım gelir. Eğer araziyi vakfeden "şu
arazimi içinde bulunan ekinleri, meyveleri ve bütün hukûkî ile beraber
vakfettim" derse bu takdirde vakfa dahîl olurlar. Vakfedilen bir mülke tebaan
onun yolu su hakkı, su yolu gibi o mülke aid olan haklar zikredilmiş olmasa bile
vakfa dahil olmuş olur. Mezarlık olmak üzere vakfedilen bir arsa içinde bulunan
ağaçlar ve binalar vakfa dahil olmaz.
Nâtifi'de
zikredilmiştir ki; her şeyi ile birlikte vakfedilen bir hanenin içinde evcil
güvercinler ile arı kovanları bulunsa, o haneye tebaan güvercinler ile arı
kovanları da vakfa dahil olmuş olur. Nitekim her şeyi ile birlikte vakfedilen
bir çiftliğin içinde bulunan köleler, dolaplar ve ekim âletleri de vakfa dahil
olmuş olur.
= Vakfedilen bir
mülkün sınırlarının beyân edilmesi şart değildir =
Bir vakfın sahih
olması için sınırlarının beyân edilmesi şart değildir. Çünkü şart olan
vakfedilen bir mülkün bilinmesidir. Bundan dolayı bilinen ve meşhur olan bir
hanenin sınırları beyân edilmese bile vakfı sahih olur.
Fetih.
"Taksim edilmesi
ilh..." Yani taksim edilmesi mümkün olan ortak bir malın vakfı İmam Ebu Yusuf'a
göre caizdir. Çünkü İmam Ebû Yusuf'a göre bir kimsenin sadece "şu mülkümü
vakfettim" demesiyle vakıf yapılmış olur. O mülkün bir mütevelliye teslimi veya
vakfedilmiş olduğuna dair tescil edilmesi şart değildir. İmam Muhammed'e göre
taksimi mümkün olan ortak bir malın vakfı câiz değildir. Çünkü İmam Muhammed'e
göre yapılan bir vakfın sahih olması için bir mütevelliye teslim edilmesi veya
tescil edilmesi şarttır. Taksim edilmesi mümkün olmayan ortak bir malın vakfı
ittifakla câizdir. Fakat mescid ile makberede câiz
değildir.
"Hanefî mezhebine
bağlı bir hâkimin ilh..."
= Hanefi
mezhebinden olan bir hâkim imam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'in kavilleriyle
hüküm verdiğinde mezhebine muhalif olarak hüküm vermiş olmaz
=
Vakfedilmiş ortak
bir malın vakfının caiz olduğuna dair hüküm verilince -hüküm veren hâkim gerek
Hanefi, gerekse başka mezhebden olsun müsavidir - o ortak malın vakfı sahih
olmuş olur. Mezheb sahibimiz İmam-ı Azam'a göre ortak bir malın vakfı sahih
değil ise de talebeleri olan İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre sahihdir.
İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'in kavilleri İmam Azam'ın mezhebinin dışında
değildir. Buna göre Hanefî mezhebinden olan bir hâkim İmam Ebû Yusuf veya İmam
Muhammed'in kavliyle hüküm verdiğinde mezhebine muhalif olarak hüküm vermiş
olmaz. Bundan dolayı Dürer'in Kaza Bahsinde zikredilmiştir ki: Hanefî olan bir
hâkim, Şâfiî veya Malikî mezhebine göre hüküm verdiğinde kendi mezhebine muhâlif
olarak hüküm vermiş olur. Ama İmam Ebû Yusuf veya İmam Muhammed gibi İmam-ı
Azam'ın talebelerinden birisinin kavliyle hüküm verdiğinde kendi mezhebine
muhalif olarak hüküm vermiş olmaz. Çünkü İmam-ı Azam'ın talebelerinin kavilleri
İmam-ı Azam'ın mezhebinin dışında değildir. İmam-ı Azam'ın talebeleri: "Bizim
kavillerimiz, İmam-ı Azam'dan rivâyet ettiğimiz kavilerdir."
demişlerdir.
= Bir kimsenin
menkûl (taşınabilen) malını kendi nefsine vakfetmesi=
Bir kimse vakfının
gelirini kendi nefisine, sonra fakirlere şart kılsa, İmam Ebû Yusuf'a göre vakıf
caiz olup şarta riayet edilir. Fakat İmam Muhammed'e göre vakıf câiz olmaz.
İnsanları vakfa teşvik için fetva, İmam Ebû Yusuf'un kavline
göredir.
Menkûl malların
meselâ Mushaf-ı şeriflerin, kitabların veya arsası vakfedilmeksizin üzerindeki
binanın vakfedilmesi İmam Ebû Yusuf'a göre câiz değildir. Fakat İmam Muhammed'e
göre câizdir. Bu meselede fetva İmam Muhammed'in kavline göredir. Bir kimse
menkûl olan bir malını kendi nefsine, sonra fakirlere vakfetse, bu vakıf İmam
Ebû Yusuf'a göre de, İmam Muhammed'e göre de câiz olmaz. Çünkü bu vakfın câiz
olduğuna hüküm verilmiş olsa, İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'in kavillerinin
telfiki (birleştirilmesi) lâzım gelir, telfik ise icmâ ile batıldır. Nitekim
birinci cildin evvelinde geçmiştir.
= Bir mesele
hakkında iki sahih kavil bulunması =
Bir meselede iki
sahih kavil bulunursa, bu îki kavilden hangisiyle fetva veya hüküm verilirse
câiz olur. Ama bu, o iki kavilden birisi diğerinden daha kuvvetli olmadığına
göredir. Eğer birisi diğerinden daha kuvvetli ise, bu takdirde muhayyerlik
yoktur, hangisi kuvvetti ise onunla fetva veya hüküm verilir. Meselâ; iki
kavilden birisi "sahih", diğeri "fetva bunun üzerine" lâfzıyla kayıdlanmış
olursa, "fetva bunun üzerine" diye kayıdlanan kavil ile amel edilmesi evlâdır.
Çünkü bu kavil daha kuvvetlidir.
Keza: iki sahih
kavilden birisi metinlerde zikredilir veya zâhir rivâyet olur veya ekseri ulema
bunun üzerinedir denilirse, bu kaville amel edilir. Nitekim bu bahis birinci
cildin evvelinde zikredilmiştir,
Bir meselede iki
sahih kavil olup, onlardan biriyle fetva veya hüküm verildikten sonra tekrar o
mesele hakkında diğer kavil ile fetva veya hüküm verilmesi caiz olmaz. Ama başka
bir meselede diğer kavil ile fetva veya hüküm verilebilir. Keza; bir müftü iki
sahih kavilden hangisi dini cihetten menfaatlıysa onunla fetva
vermelidir.
METİN
= Örf ve adet
hakkında =
Gayr-i menkûl
mallara tebaan menkûl malların vakfı sahih olduğû gibi, örf ve âdet bulunan
yerlerde kasden ve müstakil olarak menkûl malların vakfı da sahihtir. Meselâ;
baltanın, keserin, gümüşün, altının vakfı sahihtir.
Şârih der ki; Müftü
Ebussuud Efendinin Maruzat'ında "Saltanat-ı seniyyeden hâkimlere "menkûl
malların vakfedilmelerinin sahih olduğuna dair hüküm veriniz" diye emir varid
oldu." diye zikredilmiştir.
Ölçek veya tartı
ile satılan menkûl bir mal vakfedildiğinde satılır, parası müdârebe veya bidâa
yoluyla verilir. Buna göre bir kimse tohumluk buğday vakfedip mütevelliye teslim
etse, tohumu olmayana verilip harman zamanı aynı mikdar alınır; yine tohumu
olmayan başka birine aynı şeklide verilir, bu câizdir.
Hülasa.
Yine Hülâsa'da
zikredilmiştir ki; bir kimse ineğini vakfedip ondan elde edilen sütün ve yağın
fakirlere verilmesini şart kılsa, eğer ineğin böyle vakfedilmesi âdet ise, bu
vâkfın câiz olması umulur.
Örf ve âdet olan
beldelerde çömlek, tencere, kazan, tabut, tabut üstüne örtülen örtü, Mushaf-ı
şerif, dinî ve ilmî kitaplar gibi menkûl şeylerin vakfedilmesi sahihdir. Zira
örf ve âdet ile kıyas terk edilir. Bir hadis-i şerifte: "Müslümanların güzel
gördükleri şeyler, Allah Teâlâ katında da güzeldir."
buyurulmuştur.
Vakfı örf ve âdet
olmayan elbise, ayakkabı gibi giyim eşyasının ve halı, kilim, yatak, hasır gibi
ev eşyasının vakfedilmesi sahih olmaz. Menkûl malların vakfının sahih olması
İmam Muhammed'in kavline göredir. Fetva da bunun üzerinedir. Bahır sahibi: "örf
ve âdet olmadığı için geminin vakfı sahih değildir." demiştir. Bezzâziye'de:
"Fakirlere elbise vakfedilmesi câizdir. Fakirlere elbiseler kışın verilir, o
elbiseleri yazın geri verirler." diye zikredilmiştir.
Dürer'de
zikredilmiştir ki; bir kîmse bir mescidin cemaatine okusunlar diye Mushaf-ı
Şerîf vakfetse bakılır: Eğer cemaati muayyen ise câiz olur. Mushaf-ı Şerifi
mescide vakfederse onda okunur ve o Mushaf o mescide aid olmuş olmaz, başka
mescidlere de götürülüp okunabilir. Bundan faydalanmak için vakıf kitaplarının
yerlerinden naklinin câiz olduğu hükmü bilinmiş olur. Fukaha bu nakille
mübtelâdır. Eğer vakfeden kimse, kitaplarını vakfında hakkı olanlara vakfetmiş
ise, o kitapları yerlerinden nakletmek caiz olmaz.
= Kitapların
talebeye vakfedilmesinin hükmü beyânında =
Vakfeden kimse,
kitaplarını talebeye vakfedip muayyen bir kütüphaneye koysa, bu kitapların
oradan naklinin caiz olmasında ulema arasında tereddüd vâkî olmuştur.
Nehir.
İZAH
"Kasden ve müstakil
olarak menkûl malların vakfı da sahihtir ilh..."
= Kasden menkûl
malların vakfedilmesi beyânında =
İmameyn'e göre,
gayr-i menkûl mallara tebaan menkûl malların vakfedilmesinin câiz olmasında
ihtilâf yoktur. Nitekim cihâdda kullanılacak silâhlar ile "kerâ' " denilen
atların vakfedilmesi örf ve âdete bakılmaksızın câiz görülmüştür. Çünkü bunların
vakfedilmesinin câiz olacağına dair delil vardır. Cihâda mahsus olmayan menkûl
malların vakfedilmesinin câiz olmasında ihtilâf vardır. İmam Muhammed'e göre,
vakfı örf ve âdet olan beldelerdemenkûl malların vakfedilmesi câizdir. İmam Ebû
Yusuf'a göre, câiz değildir. Hidâye ile İs'âf'da: "Ekser-i fukaha İmam
Muhammed'in kavlini ihtiyar etmiştir, sahih olan da budur." diye
zikredilmiştir.
= Gümüş ile altının
vakfedilmesi beyânında =
Musannıf Minah adlı
eserinde: "Zamanımızda bazı beldelerde gümüş ile altının vakfedilmesi örf ve
âdet haline gelmiştir. Artık bunların vakfedilmeleri cevaz bakımından İmam
Muhammed'in örf ve âdet olan beldelerde menkûl malların vakfedilmesi câizdir"
kavli altına girilmiş olur." demiştir.
Bahır sahibi:
"Gümüş ile altının vakfedilmesi ihtilâfsız caizdir." diye fetva vermiştir. Bu
vakfedilen gümüş ile altın müdârebe (bir taraftan sermaye, diğer taraftan
çalışmak ve elde edilecek kâr aralarında bir nispet dahilinde taksim edilmek
üzere kurulan bir nevi şirkettir) veya bidâa (kârı tamamen vakfa ait olmak üzere
başkasına sermaye verilmesidir) yoluyla verilir, elde edilen kâr vakfedilen
cihete sarf edilir.
"Ölçek veya tartı
ile satılan menkûl bir mal ilh..." Yani ölçek veya tartı ile satılan menkûl bir
mal vakfedildiğinde satılır, parası gümüş ile altında olduğu gibi müdârebe veya
bidâa yoluyla verilir, elde edilen kâr vakfedilen cihete sarf
edilir.
"Örf ve adet ile
kıyas terk edilir ilh..." Kıyasa göre menkûl malların vakfedilmesi sahih
değildir. Çünkü vakfedilen bir malın müebbed yani gayr-i menkûl olması şarttır.
Menkûl mallar ise devamlı değildir.
Mebsût'tan naklen
şerh-i Birî'de zikredilmiştir ki; örf ve adet ile sabit olan bir şey, delil öle
sabit olmuş gibidir. Süt ve yağının fakirlere verilmesi şartıyla ineğin,
koyunun, keçinin vakfedilmesinin caiz olması sonradan ortaya çıkan örf ve adete
göredir.
Müctebâ'da
zikredilmiştir ki; İmam Muhammed'e göre gayr-i menkûl malların vakfedilmesi
mutlak surette caizdir.
Bir kimse bir
mülkünü vakfedip onun gelirinin dörtte biriyle fakirlere veya müezzinlere elbise
satın alınmasını şart kılsa, şartına riayet edilir.
= Vakıf için masraf
tayin edildiğinde tayin edilenler arasında ihtiyaç sahiplerinin zikredilmesi
şarttır =
Vakıf gelirinin
ebedi kesilmeyecek bir cihete tayin ve tahsis edilmesi şarttır. Fakirlere,
yetimlere, kötürümlere tahsis böyledir. Vakıf gelirinin sarf edileceği bir cihet
söylenmezse, vakıf sahih olmaz. Bu, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göredir.
İmam Ebû Yusuf'a göre ise böyle ebedi bir cihet tayin edilmesi şart
değildir.
Kervansaray, han,
mezarlık, kitaplar ve çeşme gibi vakıflardan istifade etme hususunda fakirlerle
zenginler müsavidir.
= Vakıf kitapların
yerlerinden nakledilmesi =
Bir kimse
kitaplarını muayyen bir kütüphaneye vakfetse bakılır: Eğer kitaplarını o
kütüphanenin bulunduğu semtte oturanlara vakfetmiş ise, kitapların oradan
nakledilmesi ve o semtte oturmayan kimselerin o kitaplardan istifade etmeleri
caiz olmaz. Eğer kitaplarını talebelere vakfetmiş ise, o kitaplardan her
talebenin istifade etmesi câizdir. Kitapların oradan nakledilmesinde ulema
arasında tereddüd vâki olmuştur.
Bir kimse bir
mescide cemaatını tayin etmeksizin Mushaf-ı şerif vakfetse, bazı fukahaya göre
Mushaf-ı şerif o mescidin cemaatını mahsus olup başka mescide nakledilmesi caiz
olmaz. Bazı fukahaya göre ise o Mushaf-ı şerif o mescide mahsus olmayıp başka
mescide nakledilmesi caiz olur. Fakat nakledilmez diyenlerin kavli
kuvvetlidir.
METİN
= Bir vakfın geliri
ilk önce vakfın tamirine sarf edilmesi beyanında =
Bir vakfın geliri,
vakfeden tarafından nereye ve kimlere sarf edileceği tayin edilmediği takdirde
şu sıraya göre sarf edilir: Evvelâ tamire muhtaç olan bir vaktin geliri her ne
kadar vakfeden şart kılmış olmasa bile ilk önce tamirine sarf edilir. Çünkü bir
vakfın gelirinin ilk önce tamirine sarf edilmesi iktiza yoluyla sabit olmuş
olur. İkinci olarak mescidin İmamı, medresenin müderrisi gibi vakfın tamirine
daha yakın olan cihet sahiplerine kifayet miktarı verilir.
Üçüncü olarak
aydınlanması ve döşemesi gibi masraflarına sarf edilir. Bu bahsin tamamı
Bahır'dadır.
= Bir vakıf tamir
edilirken gelirinde hakkı olanların hisseleri kesilir =
Bir vakıf tamir
edilirken vakfa zarar gelmesinden korkulmazsa gelirinde hakkı olanların
hisseleri kesilir. Eğer tamir edilen vakıf mescid olup imam, hatip, ferras gibi
hizmetlilere hisseleri verilmediği takdirde vakfa zarar gelmesinden korkulursa,
bunların hisseleri kesilmeyip tamirle beraber kendilerine verilir. Fakat vakfa
nezaret eden, kâtiplik yapan, tahsildarlık eden kimseler tamir zamanında
çalışırlarsa, çalıştıklarına karşılık ücret verilir, vakıftaki hisseleri
verilmez. Hak olan da budur. Eşbâh'da: "Bunlara vakıf dan kifayet miktarı
yerilir." diye zikredilmiştir.
Zahire'den naklen
Eşbân'da zikredilmiştir ki, vakfa nezaret eden bir kimse bir vakfın tamire
ihtiyaç ve zarureti var iken gelirini hak sahiplerine sarf etse, sarf ettiği
meblağı öder. Ödediği meblağı vermiş olduğu kimselerden geri alabilir mi? Zahir
olan geri olamaz. Çünkü kusur kendi tarafından vaki olmuştur. Sarf ettiği
meblağı ödemesi tamirin gelecek seneye kadar bırakılması halinde vakfın
yıkılacak vaziyette olduğuna göredir, aksi takdirde
ödemez.
Bir vakıf tamir
edilirken hak sahiplerinin kesilen hisseleri düşmüş olur.
Yine Eşbâh'da
zikredilmiştir ki; bir kimse vakıfnamesinde ilk önce vakfının tamirini, kalan
gelirin fakirlere veya tayin ettiği kimselere verilmesini şartkılsa, vakfa
nezaret eden kimse, o anda her ne kadar tamire muhtaç değil ise bile her sene
tamire kifayet edecek miktarını ayırır. Çünkü gelirin bulunmadığı bir sırada
tamiri gerektiren bir hadise ortaya çıkabilir.
Vakfeden kimse
tarafından gelirin ilk önce vakfın tamirine sarf edilmesi şart kılınmış olmazsa,
vakıf tamire muhtaç olduğunda geliri ilk önce tamirine sarf edilir, tamire
muhtaç olmadığında tamiri için gelirinden bir şey ayrılmaz. Buna göre bir vakfın
gelirinin ilk önce tamirine sarf edilmesinin şart kılınıp kılınmaması arasındaki
fark anlaşılmış olur. Bu fark hıfzedilmelidir.
Vehbâniyye'de
zikredilmiştir ki; mütevelli ecr-i misil üzerine bir dânik (dirhemin altıda
biri) ziyade verse, ücretin hepsini öder. Çünkü icâre ücretin hepsine vaki
olmuştur.
Şürunbulâli'nin
Vehbâniyye şerhinde zikredilmiştir ki; bir vakfın mesâlihi (ihtiyacı) na
vakfolunan vakıfda kayyım, imam, hatib, müezzin, müderris, kandil yakıcı,
ferrâş, vakfa nezaret eden, zeytinyağı, kandil, hasır, abdest suyu ve abdest
suyunu abdest alınacak yere getirenler dahildirler. Bunlar vakıfda diğer hakkı
olanların üzerine takdim olunurlar. Bunlara vakfın gelirinden verilmesi şart
kılınsın veya kılınmasın vakfın tamirinden sonra hizmetlerine mukabil ücretleri
verilir. Bunlara "şeair-i vakıf" denir. Mübâşir (vakfın gelirini toplayan),
şâhid, mescide devam ederek vaktinin çoğunu mescidin temizliği ile geçiren,
vakfın gelirini toplayıp yerine sarf eden, kütüphaneciler gibî kimseler "şeâir-i
vakıf" dan değildir. "Bazı muhasebe defterlerinde bunlar da vakıfda diğer hakkı
olanlar üzerine takdim olunur" diye yazılı olması şer'i bir emir
değildir.
Bahır'da;
"Mescidlerde içilecek suları kablarına dolduran sınıf ile mescide hizmet eden
sınıfın takdimlerinde şübhe vâki olmuştur" diye zikredilmiştir. Şârih Bahır
sahibinin kelâmını reddederek: "önce mescide hizmet edenler, sonra mescidde
içilecek suyu dolduranlar, daha sonra mesciddeki testi, bardak ve küp gibi
âletlerin temizliğine bakanlar gelir. Bu hususta tereddüt etme" demiştir.
Vehbâniyye şerhinin ibâresi burada sona ermiştir.
Şârih der ki: bir
medresenin müderrisi "şeâir-i vakıf" dandır. Nitekim yukarıda geçmiştir. Fakat
bir caminin müderrisi "şeâir-i vakıf" dan değildir. Çünkü caminin müderrisi gâib
olursa, cami kapanmaz. Ama medresenin müderrisi gaib olursa medrese
kapanır.
= Hâkimler ile
müderrislerin tatil günlerinde de ücretlerini hak etmeleri beyanında
=
Ramazan ve bayram
gibi tatil günlerinde müderris ücretini alabilir mi? Şârih der ki: Buna dair
fukahanın kavillerini görmedim, lâyık olan müderrisin tatil günleri, hakimin
tatil günleri gibi olmasıdır. Hakimin tatil günlerinin ücretini almasında fukaha
ihtilâf etmişlerdir. Esah olan kavle göre tatil günleri istirahat için
olduğundan bu günlerin ücretlerini almalarıdır. Bu meselenin tafsilâtı Eşbâh'ın
"El-adetü muhakkemetün" kaidesinde zikredilmiştir. Gaib olan müderrisin beyânı
ileride gelecektir. Bu meseleler hıfzedilmelidir.
İZAH
"Bir vakfın
gelirinin ilh. .." Bir vakfın tamiri, vakıfda hakkı olanların hisselerinden önce
gelir. Bundan dolayı tamire muhtaç olan bir vakfın geliri, ilk önce tamirine
harcanır, tamiri yapılmadıkça vakıfda hakkı olanlara bir şey verilmez. Eğer
vakıf meyve ağaçları olup kurumalarından korkulursa, onlar sökülüp vakfın
geliriyle fidan alınıp onların yerine dikilir. Çünkü zamanla ağaçlar kurur.
Vakıf bir arazi verimsiz olduğu takdirde geliri önce onu verimli hale getirmeye
harcanır. Vakfı gözetleme yeri tamire muhtaç olduğunda buranın tamiri de vakıfda
hakkı olanların hisselerinden önce gelir.
Bahır'da
zikredilmiştir ki: bir vakfın gelirinin önce tamirine harcanması, vakfın harabı
bir kimse tarafından olmadığı takdirdedir. Bundan dolayı Valvalciyye'de
zikredilmiştir ki; vakıf bir hane bir kimseye kiraya verilip, kiralayan kimse
revakına hayvan bağlayıp vakfı harp etse, tamir ettirir. Çünkü izinsiz hayvan
bağlamıştır.
T E N B İ H :
Muayyen bir kimseye vakfedilmiş olan bir vakıf tamire muhtaç olduğunda o
kimsenin malından eski hali üzere tamir edilir. Harap olursa yine eski hali
üzere yapılır. O kimsenin rızası olmaksızın o vakfın eski hali üzere ziyade
edilmesi câiz olmaz.
Fakirlere
vakfedilen bir vakıf da tamire muhtaç olduğunda eski hali üzere tamir edilir,
fakirlerin rızası olmaksızın eski hali üzerine ziyade edilmesi caiz olmaz. Buna
göre bir vakıf tamir edilirken duvarlarının beyaz veya kırmızı ile vakfın
malından tezyin edilmesi câiz olmaz. Ama bunları vakfeden kimse yaparsa mâni
olunmaz.
"İktiza
(gerektirme) yoluyla ilh..." Bir vakıf tamire muhtaç olduğunda geliri önce
tamirine sarf edilir. Bu husus vakfeden tarafından şart edilmiş olsun veya
olmasın müsavîdir. Çünkü vakfedenin maksadı vakfının gelirinin ebedi olarak
vakfedildiği cihete sarf edilmesidir. Bu maksadı ise vakfının ancak tamir
edilmesiyle devam eder. Buna göre tamir edilme ciheti iktiza yoluyla şart
kılınmış olur.
"Bir vakıf tamir
edilirken ilh..." Bir vakıf tamir edilirken vakfa zarar gelmesinden korkulmazsa,
vakfıda hakkı olanların istihkakları kesilir. Fakat tamir edilen vakıf mescid
olup imam ve benzeri gibi hizmetlilerin istihkaktan kesildiği takdirde mescidin
kapanması gibi vakfa büyük bir zarar geleceğinden korkulursa, bunların
istihkakları kesilmeyip tamirle beraber kendilerine verilir. Ancak mescidin
harap olmasından korkulursa, bunların istihkakları da
kesilir.
Hâkimin emriyle
mütevelli ve kayyım gibi kimseler mescidin veya vakfın tamirinde çalışırlarsa
ücret almaları sahih olur.
Velhasıl: Bir vakıf
tamir edilirken vakıfda hakkı olanlardan istihkakları kesildiği takdirde vakfa
zarar gelmesinden korkulursa onların istihkakları kesilmez, fakat istihkakları
kesildiği takdirde vakfa zarar gelmeyecek olanlara tamir sırasında bir şey
verilmez. Vakıfda hakkı olanlar hâkimin emriyletamirde çalışırlarsa kendilerine
çalıştıkları müddetin ücreti verilir.
Bir vakfın tamir
edilmesi zaruri olup bütün geliri ancak tamirine yetecek olsa, gelirinin hepsi
tamirine harcanıp vakıfda hakkı olanlardan hiç birine bir şey verilmez. Eğer
tamirden sonra gelirden bir şey kalırsa, hizmetlerine devam etmedikleri takdirde
vakfa zarar gelecek kimselerin istihkakları verilir. Eğer bir vakfın tamiri
zaruri olmazsa, yani gelecek seneye kadar tamir edilmediği takdirde yıkılmayacak
bir vaziyette bulunursa, tamiri gelecek senenin geliri elde edilinceye kadar
tehir edilip mevcut olan gelir vakıfda hakkı olanların hizmet derecelerine göre
istihkakları kifayet miktarı verilir.
"Mütevelli ecr-i
misil üzerine bir danik ilh. " Bir mütevelli mescidin tamirinde ecr-i misli bir
dirhem olan bir şahsı bir dirhem ve bir dirhemin altıda biriyle çalıştırsa,
insanların aldanamayacağı derecede fazla ücret verdiği için ücretin hepsini
kendi malından öder.
Hâniyye'den naklen
Bahır'da zikredilmiştir ki: bir dirhemin altıda biri insanların aldanmayacağı
miktardır. Dirhemin altıda birinden azı ise insanların aldanacağı mikdar olup,
bundan sakınmak mümkün değildir.
"Bir medresenin
müderrisi ilh..." Eşbah'da zikredilmiştir ki; bir medresenin müderrisinin
"şeâiri vakıfdan" olması için vakfedenin şartının hükmü üzere tedrise devam
etmesiyle olur. Ama zamane müderrisleri gibi tedrise tam devam etmeyenler
"şeâir-i vakıfdan" olmazlar.
Bir müderris
tedrise devam ettiğini iddia edip mütevelli devamını inkâr etse, yeminiyle
müderrisin sözü kabul edilir. Müderrisin vârisleri babalarının tedrise devam
ettiğini iddia edip mütevelli inkâr etse, yine yeminleriyle varislerin sözü
kabul edilir.
Kezâ: Vakıfda
vazifeli olanlardan herhangi bir kimse vazifesine devam ettiğini iddia edip
mütevelli inkâr etse, yeminiyle vazifelinin sözü kabul
edilir.
= Talep bulamadığı
için ders okutamayan müderris beyanında =
Bir müderris
muayyen medresede tedris için hazır bulunduğu halde okutacak talebe bulamasa
ücretini hak etmiş olur. Çünkü okutması şart kılınan talebelerden başkalarını
okutması mümkündür.
Bir müderris
tedrisi şart kılınan talebelerden başka talebelere tedriste bulunsa yahut içinde
tedrisi şart kılınan medresede tedris mümkün olmadığından dolayı başka bir
medresede tedrise devam etse, ücretini hak etmiş olur.
Mütevelli ve
tahsildar gibi vakıfda vazifeli olanlardan birinin kendi kusuru olmaksızın
vazifeli bulunduğu vakıfda çalışmasına bir mani bulunduğundan dolayı çalışamasa,
tayin edilen ücretini alır. Fetâvây-ı Hanûti.
"Hakimin tatil
günleri gibi olmalıdır ilh..." Eşbah'da zikredilmiştir ki; bir hâkim kendisine
beytülmaldan tayin ve tahsis edilen ücreti tatil günlerinde de alabilir mi? Bu
husus da fukaha arasında ihtilâf vardır. Muhît'te: "Ekseri fukahaya göre tatil
günü istirahat için olduğundan o günün ücretini de alabilir. Bazı fukahaya göre
ise alamaz." diye zikredilmiştir. Münye'de: "Esah olan kavle göre, hâkim tatil
günlerinde beytülmalden kifayet miktarı alabilir." diye
zikredilmiştir.
Vehbâniyye'de
zikredilmiştir ki: lâyık olan müderrisin tatil günleri de hâkimin tatil günleri
gibi olmasıdır. Çünkü tatil günü istirahat içindir. Hakikatte ise tatil günleri
himmet sahiplerine göre mütalâa ve yazmak içindir. Fakat zamanımızdaki fukaha
çok günlerde tatil yapmayı, az günlerde ders okutmayı örf ve adet
edinmişlerdir.
Kınye'de
zikredilmiştir ki; vakfeden tarafından her günün dersi için muayyen bir ücret
tahsis edilen bir medresede ders okutan bir müderris cuma veya salı günü ders
okutmasa, o günün ücretini alması helâl olmaz, o günün ücreti medresenin diğer
ihtiyaçlarına harcanır. Fakat vakfeden tarafından ücret her günün dersi için
tahsis edilmemiş ise, haftada cuma veya salı günü ders okutmasa da o günün
ücretini alabilir. Çünkü bu takdirde bugünler örfen ders okutulmaktan istisna
edilmiştir. Buna göre Ramazan-ı şerif ve bayram günleri de ders okutulmaktan
istisna edilmiş olur. Haftanın diğer günlerinden birinde ders okutmasa - gerek
ücret her günün dersi için tahsis edilmiş olsun, gerek olmasın - o günü ücretini
alamaz.
METİN
Oturulmaya vakıf
bir hanenin tamiri, içinde oturması şart kılınan kimse üzerinedir. İçinde
oturması şart kılınanlar birkaç kişi olsa bile kendi mallarıyla tamir ederler,
vakfın geliriyle tamir edemezler. Çünkü zarar menfaat karşılığındadır. Esah olan
kavle göre tamir, vakfedenin vakfettiği hâli üzerine yapılır. Eğer içinde
oturması şart kılınan kimse hanenin tamirinden kaçınır veya fakirliğinden dolayı
aciz olursa, hakim o haneyi kirasına mahsuben tamir etmek üzere ya içinde
oturana veya başkasına kiraya verip, kirasıyla o haneyi eski hâli üzere tamir
eder, eski hali üzerine ziyade etmez. Ancak içinde oturması şart kılınan
kimsenin rızasıyla ziyade eder.
İçinde oturması
şart kılınan kimse tamirden kaçınırsa, tamir etmesi için
cebrolunmaz.
İçinde oturması
şart kılınan kîmsenin tamir için o haneyi kiraya vermesi sahih değildir. O
haneyi kiraya ancak mütevelli veya hâkim verebilir. Vakfın ve içinde oturması
şart kılınan kimsenin haklarına riayet etmek için tamir masrafı kiradan
ödenince, bu hane yine içinde oturması şart kılınan kimseye iâde
edilir.
Geliri vakıf bir
hanenin tamiri, geliri kendisi için şart kılınan kimse üzerine değildir. Çünkü
içinde oturmak ona aid değildir. İçinde otursa kira vermesilâzım gelir mi? Zahir
olan lâzım gelmemesidir. Çünkü lâzım gelse, alınan kira tekrar kendisine
verileceği için bir fâide hasıl olmaz. Ancak tamire muhtaç olursa, mütevelli
hanenin kirasını alır da onunla haneyi tamir eder. Eğer hanede oturan mütevelli
olursa, hâkim onu üzerinde olan kira ile tamire cebreder. Mütevelli tamir
etmezse, hıyaneti ortaya çıktığından hâkim kendisini azledip haneyi tamir etmesi
için onun yerine başka bir mütevelli tayin eder.
Vakfeden kimse
vakfettiği hanenin gelirini ve haneye yapılacak masrafı haneyi kendisine
vakfettiği kimseye şart kılsa, bu vakıf ile şart sahih olur. Bu haneyi kendisine
vakfedilen kimse tamir etmek üzere cebrolunur mu? Zâhir olan
cebrolunmaz.
Fetih'de
zikredilmiştir ki; hâkim tamire muhtaç olan haneye kiracı bulamasa, buna dair
bir kavil görmedim, fakat hatırıma gelen şudur: Hakim kendisine vakfedilen
kimseyi o haneyi tamir etmesi ile vakfedenin varislerine vermesi arasında
muhayyer kılar.
Şârih der ki;
içinde oturması kendisine vakfedilen kimse varis olursa, bu hususta bir kavil
görmedim.
Fetâvây-ı
Kariül-Hidaye'de zikredilmiştir ki; harap olmaya yüz tutmuş bir vakıf ya
değiştirilir veya satılıp parası vakfedenin vârislerine veya fakirlere
verilir.
İZAH
= Vakıf bir haneyi
içinde oturması şart kılınan kimse kendi malıyla tamir ettîğinde yapmış olduğu
tamire mâlik olur.=
Vakıf bir hane
tamire muhtaç olup içinde oturması şart kılınan kimse o haneyi kendi malı ile
tamir etse, yapmış olduğu tamire mâlik olur. Öldüğünde de vârislerine intikal
eder. Buna göre o hane bu tamir eden kimsenin vefatından sonra içinde oturması
şart kılınan şahsa verilince, o şahsa bu tamirâtın masrafını ölen kimsenin
vârislerine verip o hanede oturması istenir. Eğer o şahıs bu tamirat masrafını
vermekten kaçınırsa o hane, ücretinden tamiratın masrafı temin ve tamamen
vârislere verilinceye kadar hâkim tarafından başkasına kiraya verilir. Tamir
masrafı ödendikten sonra o şahsa teslim edilir, yoksa o şahıs yapılan tamiratın
yıkılmasına razı olamaz. Fakat o haneye badana ve sıva gibi duvarlara tabi olan
bazı tamirler yapsa, bunlar vakfa teberru olmuş olur.
"Vakfın geliriyle
tamir edemezler ilh..." Çünkü içinde oturması şart kılınan kimse gelirine mâlik
olamaz. Aksinde yani vakıf bir hanenin geliri kendisi için şart kılınan kimsenin
o hanenin içinde oturabilmesinde fukaha ihtilâf etmiştir. Râcih olan kavle göre
oturabilir.
"Tamirden kaçınırsa
ilh..." Eğer içinde oturması şart kılınan bir kaç kişi olup içlerinden birisi
tamirden kaçınırsa, onun hissesi kiraya verilip alınan kira ile tamir edilir.
Tamir masrafı bitince hissesi tekrar kendisine iade edilir. İs'âf. Bir kimse
gayr-i menkûl bir vakfı gasbetse, kirasını vermesi lazım gelir. Çünkü vakfın
menfaati ödenir.
"O haneyi kiraya
ancak mütevelli veya hâkim verebilir ilh..." Hâkim, mütevellisi bulunan bir
vakıfta -her ne kadar mütevelli kendisi tarafından tayin edilmiş olsa bile-
tasarrufta bulunamaz. Eğer mütevelli, tamire muhtaç olan bir vakfı tamir
etmekten kaçınır veya vakfın mütevellisi bulunmazsa, bu takdirde hâkim o vakıfta
tasarruf edebilir. Çünkü mütevellinin hususî velayeti, hâkimin umumi
velâyetinden daha kuvvetlidir. Eşbâh.
Fetavây-ı Hânûti'de
zikredilmiştir ki; fukaha: "Hâkim, ölmüş bir kimsenin vasisi mevcud iken
yetimlerin malında tasarruftan men olunur." demişlerdir. Buna göre bir vakfın
mütevellisi mevcud iken hâkim o vakfı kiraya veremez. Ancak mütevelli bulunmaz
veya vakfı kiraya vermekten kaçınırsa, bu takdirde hakim kiraya
verebilir.
T E N B İ H :
Şarihler mütevelli veya hâkimin bir vakfı tamirinin hükmünü zikretmemişlerdir.
Muhît'te: "Vakıf bir hane tamire muhtaç olduğunda onun tamiri içinde oturması
şart kılınan kimse üzerinedir. Çünkü bu tamir ücreti, faydalanmasının
karşılığıdır. Faydalanmak ise kendisine aiddir. Mütevelli veya hakim, o haneyi
tamir etmek için kiraya verse, içinde oturması şart kılınan kimsenin menfaati
için kiraya vermiş olur." diye zikredilmiştir.
"Vakfın ve içinde
oturması şart kılınan kimsenin haklarına riayet etmek için ilh..." İçinde
oturulmak şartıyla vakfedilen bir hane tamire muhtaç olduğunda içinde oturması
şart kılınan kimse tamirden kaçınırsa vakfın devam etmesi için hakim o haneyi
kirasından tamir edilmek üzere kiraya verip kirasıyla o haneyi eski hâli üzere
tamir eder. Tamir masrafı kiradan ödenince, bu haneyi yine içinde oturması şart
kılınan kimseye iâde eder.
T E N B İ H : Bir
hane vakfedilip içinde oturulması için mi veya gelir için mi vakfedilmiş olduğu
vakfeden tarafından beyân edilmiş olmasa, gelir için vakfedilmiş
sayılır.
"O haneyi tamir
etmesi ile vakfedenin vârislerine ilh ...." Bahır sahibi Fetîh'te zikredilen
ifadeyi naklettikten sonra: "Fetih sahibinin "hâkim tamire muhtaç olan haneyi
kiralayacak kimse bulamasa buna dâir bir kavil görmedim" ifadesi şaşılacak bir
şeydir" demiştir. Çünkü fukaha: "Bir vakıf harap olup kendisinden istifade
edilemeyecek bir hale geldiğinde başka bir vakıfla değiştirilir." diye
açıklamışlardır. Fukahanın bu kavil vakıf olan araziye de, haneye de
şâmildir.
Zahire ile
Münteka'da zikredilmiştir ki: bir vakıf kendisinden istifade edilemeyecek bir
hale geldiğinde hâkim onu satıp onun parasıyla yerine başka bir şey alır;
vakfeder. Bunu hâkimden başkası yapamaz. Yukarda "bir vakıf harap olduktan sonra
vakfedenin veya vârislerinin mülküne intikal eder" diye geçen kavil
zayıftır.
Velhasıl:
Oturulması vakıf bir hanenin tamiri, içinde oturması şart kılınan kimse
üzerinedir. Eğer içinde oturması şart kılınan kimse tamirinden kaçınır, hakim de
o haneyi kiraya verip aldığı kira ile tamir etmek isteyip kiracı bulamasa, o
haneyi satıp parasıyla onun yerine başka bir şey alıp vakfeder.
Bahır.
Şârih'in bilhassa
Bahır sahibinin kelâmını gördükten ve Nehir'de: "Bir vakıf kendisinden istifade
edilemeyecek bir hale geldiğinde değiştirilir." diye zikredileni ikrar ettikten
sonra "içinde oturması kendisine vakfedilen kimse vâris olursa bu hususta bir
kavil görmedim" demesine şaşılır. Çünkü içinde oturması kendisine vakfedilen
kimse gerek vâris olsun, gerekse başkası olsun vakfın değiştirilmesi hususundaki
hüküm aynıdır.
Fetâvây-ı
Kariü'l-Hidâye'de zikredilmiştir ki; bir vakıf yıkılır, kiraya verilmesi mümkün
olmaz, tamir etmek için geliri de bulunmazsa hâkimin emriyle taşı, tuğlası ve
kerestesi satılıp parasıyla bir şey alınıp onun yerine
vakfedilir.
T E T İ M M E :
Eddürrü'l-Münteka'da zikredilmiştir ki; vakıf bir han tamire muhtaç olduğunda
bir veya iki odası kiraya verilip alınan kîra ile tamir edilir. Bir rivayete
göre bir sene yolcuların misafir olmasına izin verilir, bir sene kîraya verilip
alınan ücretle tamiri yapılır.
METİN
Hakim veya
mütevelli bir vakfın enkazını veya aynını iade mümkün olmazsa, parasını -tamire
muhtaç ise- tamirine sarf eder, tamire muhtaç değil ise ihtiyaç zamanına kadar
muhafaza eder. Eğer enkazın zayi olmasından korkarsa onu satıp parasını ihtiyaç
zamanına kadar saklar. Hâvî.
Bir vakfın enkazı
veya enkazının parası vakıfda hakkı olanlar arasında taksim edilmez. Çünkü
onların hakkı vakfın menfaatındadır, aynında değildir.
Bir mescid dar olup
geçenlere zararı olmazsa yoldan bir mikdar yeri mescidi yapanın mescide katması
câiz olur. Çünkü mescid de, yol da Müslümanlarındır. Bunun aksi, yani mescidde
geçilecek yol bırakmak da câizdir. Çünkü o yer halkı bunu camilerde örf ve âdet
etmişlerdir. Herkes o yoldan geçer, hatta kâfir de geçer. Fakat cünüp ile
hayızlı kadınların ve hayvanların o yoldan geçmesine ruhsat yoktur. Zeylai.
Nitekim hükümdarın yolu mescid yapması câizdir; fakat bunun aksi yani mescidi
yol yapması caiz değildir. Çünkü yolda namaz kılmak câizdir, ama mescidden cünüp
ile hayızlı kadınların geçmeleri caiz değildir.
İnsanlara dar gelen
bir mescidin yanındaki arsa, hane, dükkan sahibinin rızası olmasa bile
kıymetiyle satın alınıp mescide katılır. Dürer. İmâdiyye.
=Vakfedenin
vakfında velayeti kendi nefsi için şart kılması beyânında=
Vakfeden bir kimse
vakfında mütevelli olmayı kendi nefsi için şart kılsa, icmâ ile câiz olur. Kezâ
vakfeden kimse vakfında mütevelli olmayı bir kimseye şart kılmasa, İmam Ebû
Yusuf'a göre mütevelli olmak yine ait olur. Zahir-i mezhep de budur. Bu
musannıfın Sırâciyye'den İmam Muhammed'e göre bir vakfın sahih olabilmesi için
bir mütevelliye teslim edilmesi lazımdır." diye naklettiği kavle muhâliftir.
Vakfedenden sonra mütevelli tayin etme, vâsisi varsa vâsinin, yoksa hâkimin
hakkıdır Fetâvay-ı ibn-i Nüceym. Kâriü'l-Hidaye.
Vakfında mütevelli
olmayı kendi nefsi için şart kılan kimse kendisine emniyet edilmeyen veya aciz
olan veya şarap içme gibi fasıklığı açık olan veya malını kimyaya sarf eden fena
bir şahıs olursa, her ne kadar kendisini mütevellilikten hâkimin veya sultanın
çıkaramayacağını şart kılsa bile mütevellilikten çıkarılması vacip olur. Çünkü
bunlar şeriatın hükmüne muhâlif olduğundan şartı bâtıl olur. Nitekim vasî tâyin
eden kimse vasînin vasîlikten çıkarılmamasını şart kılsa bile vasîsinin hain
olduğu ortaya çıktığında vasîlikten çıkarılır. Eğer mütevelli vakfedenden
başkası olup yukarıda zikredilen fena vasıflardan birisi kendisinde bulunursa
mütevellilikten evleviyetle çıkarılır. Eğer mütevelli kendisine emniyet edilen
iyi bir kimse olursa onu mütevellilikten çıkarıp yerine başkasını tayin etmek
sahih değildir. Eşbâh.
İZAH
"Aynında değildir
ilh..." Bir vakfın enkazı veya enkazının parası vakıfta hakkı olanlar arasında
taksim edilemez. Çünkü bunlar, gelir kabilinden değildir. Bunlar vakfın
kendisindendir. Vakfın kendisi ise bir kavle göre vakfedenin diğer bir kavle
göre Allah Teâlâ'nın hakkıdır. Bundan dolayı bir mescide kimin tarafından
serilmiş olduğu bilinmeyen bir sergi eskidiğinde muhtar olan kavle göre, hâkimin
rey'i olmadıkça fakirlere verilemez veya satılıp parasıyla mescid için başka bir
sergi alınamaz.
Bir kimse kendi
malından bir mescide hasır, kilim gibi bir şey alıp serse, mescid harap
olduğunda bu sergi İmam Muhammed'e göre hayatta ise o kimseye değilse
varislerine verilir. Fetva bunun üzerinedir.
Bir mescidde
Ramazan-ı şerif gecelerinde yakılmak üzere verilen mumun, yağın bir miktarı
artsa, bunu verenin açık izni bulunmadıkça o mescidin imam, kayyım gibi hademesi
aralarında taksim edemezler; ancak o mescidin bulunduğu beldede bunların bu
şekilde taksimi hakkında örf ve âdet bulunursa, bu takdirde taksim
edebilirler.
Ben derim ki: Vakıf
ağaçlar gayr-i menkûl olan mülk hükmünde değildir. Çünkü Fetih'den naklen
Bahır'da zikredilmiştir ki; Ebû Kasım-ı Saffar'a "Vakıf ağaçlardan bir kısmı
kuruyup bir kısmı kurumasa, bunların hükümleri nedir?" diye sorulmuş o da
"Kuruyanlar satılıp parası gelirinin sarf edildiği cihete sarf edilir.
Kurumayanlar hali üzerine bırakılır." diye cevap vermiştir
Bezzâziye'de
zikredilmiştir ki; meyvesiz olan vakıf ağaçların sökülmeden satılması câiz olur.
Çünkü meyvesiz ağaçların geliri paralarıdır. Meyveli olan vakıf ağaçlar ise
vakıf bina gibi olup ancak söküldükten sonra satılabilir.
Câmiü'l-Fûsuleyn'de
zikredilmiştir ki; bir kimse bir vakfı gasbedip vakfa noksanlık verse, bu
noksanlığın kıymeti kendisinden alınıp vakfın tamirinesarf edilir, vakıfta
hisseleri olanlar arasında taksim edilmez. Çünkü bu gelir kabilinden olmayıp
vakfın kendisindendir. Vakıfta hisseleri olanların hakkı ise vakfın
gelirindendir. Vakfın kendisinde değildir.
"Çünkü o yer halkı
bunu camilerde örf ve adet etmişler ilh..." Yani o yer halkı iki kapılı olan
mescidlerde kapısının birinden girip diğerinden çıkmayı örf ve âdet
edinmişlerdir.
Bahır'da
zikredilmiştir ki; mescidleri yol edinmek ve abdestsiz mesicede girmek
mekrûhtur.
"Hatta kâfir de
geçer ilh..." Şârinin "mesciddeki yoldan kâfir bile geçer" diye kâfiri ayrı
olarak zikretmesine itiraz edilmiştîr. Çünkü kâfir mescidlere hatta Mesid-i
Haram'a girmekten men edilmez. Bu yüzden kâfiri ayrı olarak zikretmek için bir
sebep yoktur.
Ben derim ki:
Hâvî'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; kâfirlerin ve zimmîlerin mescidlerin
ihtiyacı için Mescid-i Haram'a, Mescid-i Aksa'ya ve diğer mescidlere
girmelerinde bir beis yoktur.
"Bunun aksi ilh..."
Yani yolu mescid yapması câiz değildir.
Ben derim ki:
Musannıf bu meselede Dürer sahîbine tabi olmuştur.
Câmiü'l-Fûsuleyn
sahibi: "Evvela mescidden bir miktar yeri yol yapmak ve yoldan bir mikdar yeri
mescid yapmak câizdir." dedikten sonra başka bir kitaptan şunu nakletmiştir:
"Yolda namaz kılmak câiz olmadığından yolun mescid yapılması câizdir. Fakat
mescidden geçilmesi caiz olmadığından mescidin yol yapılması câiz değildir. Bu
zikredilen sebepten dolayı bir mescidin yol yapılması hususunda iki kavil
vardır." Bunu Fetavay-ı Ebu'l-Leys'den naklen Tatarhaniyye'de zikredilen kavil
te'yid eder: Bir mahalle halkı mescidden bir mikdar yeri yol yapmak isteseler
sahih olan kavle göre buna ruhsat verilmez.
Attabiyye'de: "Dar
bir yolun yanında bir kısmına muhtaç olunmayan büyük bir mescid bulunsa, bu
mescidden bir miktar yeri yola katmak caiz olur. Çünkü her ikisi de âmmeye
aittir." diye yazılıdır. Fıkıh metinlerinde: "Lüzum görüldüğü takdirde bir
mescidin bir miktarını yol yapmak caizdir. Ama bir mescidin tamamını yol yapmak
câiz değildir." diye zikredilmiştir. Mutemet olan budur.
Tatarhâniyye'de
zikredilmiştir ki; Ebu'l-Kâsım'a "Bir mescid ehlinin bir kısmı mescidin avlusunu
mescid, mescidin sahasını avlu yapmak veya mescid için başka bir kapı yapmak
veya mescidin kapısının yerini değiştirmek isteyip diğer bir kısmı bunu kabul
etmese, bunun hükmü nedir?" diye sorulmuş, o da: "Bunu mescid ehlinin çoğu
istiyorsa az olanların buna mani olmaya hakkı yoktur." diye cevap
verilmiştir.
Tatarhâniyye'de
İmam Muhammed'den naklen zikredilmiştir ki; bir mescid dar olup yanında âmmeye
aid geniş bir yol bulunsa, bu yoldan bir miktar yerin mescide katılmasında bir
beis yoktur. Bazı fukahaya göre bu katılmanın hakimin emriyle olması vâcibdir.
Bazı fukahaya göre ise, bu mescidin bulunduğu belde harp yoluyla alınmışsa
katılma caizdir. Sulh yoluyla alınmışsa câiz değildir.
Fetih'de
zikredilmiştir ki; Cemaate dar gelen bir mescidin yanında mescide ait vakıf bir
arazi veya dükkan bulunsa, o arazi veya dükkanın mescide katılması câiz olur.
Vakıf arazi veya dükkan mescide ait olmayıp başka cihete vakfedilmiş olsa bile
yine mescide katılması câiz olur. Çünkü mescid de, vakıf da hükmen Allah
Teâlâ'nındır.
Cemaate dar gelen
bir mescidin yanındaki arsa, hane, dükkan sahibinin rızası olmasa bile
kıymetiyle satın alınıp mescide katılır. Çünkü Ashab-ı kiram Mescid-i Haram dar
geldiğinde etrafındaki araziyi sahiplerinden kıymetiyle zorla alıp Mescid-i
Haram'a katmışlardır.
"İcmâ ile caiz olur
ilh..." Zeylai'de zikredilmiştir ki; vakfeden bir kimse vakfında mütevelli
olmayı kendi nefsi için şart kılsa, icmâ ile câiz olur. Çünkü vakfedenin şartı
şeriata muhâlif olmazsa, muteber olup riayet edilir. Fakat bu, İmam Ebû Yusuf'un
kavline göre caizdir. Bu da Hilal'in kavlidir. Hidaye'de: "Bu, zâhir rivâyettir"
diye zikredilmiştir. Allame Kâsım: "İmam Muhammed'e göre vakfeden bir kimse
vakfında mütevelli olmayı kendi nefsi için şart kılsa, bu vakıf sahih olmaz."
diyerek Zeylai'nin icmâ dâvâsını reddetmiştir.
Hilal-i Râiy-i
Basri'nin tercüme-i hâli: Hilâl İmam-ı Azam'ın talebelerine yetişmiştir. Hicri
245 tarihinde vefat etmiştir. "Meşâyıh" lâfzı bundan sonra gelen âlimlere
söylenir.
Fetih'de
zikredilmiştir ki; Hilâl-ı Râi Basralı olup Hilâl b. Yahya b. Müslim'dir.
Ehlü'r-rey'den olduğu için kendisine "Hilâl-i Rai" denilmiştir. Çünkü Hilâl
Hanefi mezhebindendir. Basralı Yusuf b. Halid'den okumuştur. Bu Yusuf da İmam-ı
Azam'ın talebelerindendir. Bazılarına göre Hilâl İmam Ebû Yusuf ile İmam
Züfer'den okumuştur. Bazıları Hilâl'in "rey" şehrinden olduğunu ileri
sürmüşlerdir. fakat bu doğru değildir.
"Mütevellilikten
çıkarılması vâcib olur ilh..." Hıyanetî sabit her mütevellinin çıkarılması
vâcibdir. Hıyaneti sabit olan bir mütevelliyi çıkarmayan hâkim günâhkar
olur.
Bahır'da
zikredilmiştir ki; hıyaneti sabit olan bir mütevelliyi hakim ya çıkarır veya
onun yanına başka birini daha tâyin eder ve bu suretle onun vakfa zararını
önlemiş olur. Bir mütevellinin tamire muhtaç olan bir vakfı tamir etmemesi
hıyanettir.
Kezâ: Bir
mütevellinin vakfın hepsini veya bir kısmını satması veya tasarrufu câiz olmayan
vakıf bir şeyde bile bile tasarrufta bulunması hıyanettir.
T E N B İ H :
Müteaddit vakıflara nezaret eden bir kimsenin bu vakıflardan birinde hıyaneti
sabit olsa, Ebussûud Efendi: "Vakıfların hepsinin mütevelliliğinden çıkarılır."
diye fetva vermiştir.
Ben derim ki:
Fukahanın: "Şahitlikteki fâsıklık bölünmeyi kabul etmez." kavilleri bunu te'yid
eder.
Cevahir'de
zikredilmiştir ki; vakıf işlerine bakmayan bir kayyımı hâkim kayyımlıktan
çıkarır. Hızanetü'l-Müftin'de: "Bir kayyım vakıf bir arazide kendisi için ekin
ekse, hakim onu kayyımlıktan çıkarır." diye yazılıdır.
Vakıf kitaplara
nezaret eden kimse kitapları ariyet olarak vermese, hâkim onu çıkarabilir. Vakfa
nezaret eden kimse isterse ecr-i misille olsun vakıf olan hanede otursa hakim
onu çıkarabilir Çünkü Hızanetü'l-ekmel'de: "Vakfa nezaret edenin vakıf olan bir
hanede isterse ecr-i misille olsun oturması câiz değildir." diye
zikredilmiştir.
Fetih'de
zikredilmiştir ki; bir mütevelli tam bir sene devam eden deliliğe yakalansa,
hükme muhtaç olmaksızın mütevellilikten çıkmış olur. Sonra iyi olsa bakılır:
Eğer mütevelli olması vakıfnamede şart kılınmışsa mütevellilik kendisine döner,
şart kılınmış olmazsa dönmez.
Vakfeden tarafından
tâyin edilen mütevelli, vakfedenin ölmesiyle mütevellilikten çıkmış olur. Çünkü
bu mütevelli vakfedenin vekilidir. Şu kadar var ki; vakfeden hem hayatında hem
de ölümünden sonra mütevelli olmak üzere tâyin etmiş ise mütevellilikten çıkmış
olmaz. Bu, İmam Ebû Yusuf'un kavlidir; fetva da bunun
üzerinedir.
"Kendisine emniyet
edilmeyen ilh..." İs'âf'da zikredilmiştir ki; mütevellinin emin, vakfı bizzat
veya naibiyle idareye muktedir olması şarttır. Çünkü mütevellinin vakfın
menfaatini gözeten bir kimse olması şarttır. Bundan dolayı hain ve aciz kimse
mütevelli tâyin edilemez. Erkek, kadın, âmâ mütevelli
olabilir.
Keza: Kendisine
kazf haddı vurulmuş kimse de tevbe ettiği zaman mütevelli
olabilir.
Fukaha : "Hakimlik
isteyene hâkimlik verilmeyeceği gibi, vakfa mütevelli olmak isteyene de
mütevellilik verilmez." demişlerdir.
Mütevelli
olabilecek kimselerde aranan bu şartlar sıhhatinin şartı olmayıp evleviyetinin
şartlarıdır. Mütevelli fasık olduğu zaman mütevellilikten çıkarılmayı hak etmiş
olur. Fakat hükümsüz mütevellilikten çıkmış olmaz. Nitekim bir hakim fâsık
olduğu zaman sahih ve müftabih olan kavle göre hükümsüz hakimlikten çıkmış
olmaz.
Mütevellinin baliğ
ve akıllı olması şarttır. Fakat hür ve Müslüman olması şart değildir. Çünkü
İs'âf'da zikredilmiştir ki; bir kimse vakfının mütevelliliğini bir çocuğa
vasiyet etse kıyasa göre mutlak surette bu vasiyet bâtıl olur. İstihsane göre
ise çocuk küçük olduğu müddetçe vasiyet bâtıl olur, büyüyünce mütevellilik ona
ait olur.
Bir köle mütevelli
olabilir. Çünkü köle tasarrufa ehildir, yapmış olduğu tasarrufun durdurulması
efendisinin hakkından dolayıdır. Âzâd edildikten sonra tasarrufuna mâni ortadan
kalkmış olacağından yapmış olduğu tasarrufu geçerlidir. Çocuk böyle
değildir.
Zımmi mütevelli
olma hususunda köle hükmündedir. Hakim köle ile zimmiyi mütevellilikten
çıkardıktan sonra köle âzâd, zimmi Müslüman olsa mütevellilik kendilerine
dönmez.
Çocuk mütevelli
olamaz. Çünkü vakfın menfaatini gözetmek velayet bâbındandır. Çocuk kendi işini
idare etmekten aciz olduğu için kendi üzerine veli tâyin edilir. Kendisinin
başkasına veli olması sahih olmaz.
Enfaü'l-Vesâil'de
zikredilmiştir ki; bir kimse vakfında iki oğlunun mütevelli olmasını şart kılıp
birisi küçük olsa, hâkim muhayyer olur. Dilerse küçük büyüyünceye kadar onun
yerine başkasını tâyin eder, dilerse büyüğe idare ettirir. Bu nakiller "çocuğun
mütevelli ve imam olamayacağı hususunda" açıktır.
Eşbâh'ın "Ahkam-ı
Sıbyan" bahsinde: "Çocuk vasi ve mütevelli olabilir, fakat hakim çocuk bâliğ
oluncaya kadar onun yerine başkasını tâyin eder." diye zikredilmiştir. Nitekim
İbn-i Vehba'nın Manzume'sinin "Vasâya Bahsinde" de böyle
yazılıdır.
Müctebâ'da
zikredilmiştir ki; bir vakfın velâyeti bir çocuğa bırakılmış olsa istihsanen
sahih olur.
Müctebâ sahibi
Havî'de: "Bir kimse vakfında mütevelli olmayı çocuğa vasiyet etse, kıyasa göre
bu vasiyet bâtıl olur, fakat istihsane göre çocuk büyüdüğü zaman mütevellilik
ona aid olur." demiştir. İs'af'da zikredilenin aynıdır.
Fetavây-ı
Reşidüddin'den naklen Üstürûşni'nin "Ahkâm-ı Sığar" isimli eserinde
zikredilmiştir ki; çocuk vakfı hıfzetmeye ehil olduğu takdirde hakimin onu
mütevelli tâyin etmesi câiz olur ve tasarruf velâyeti çocuğa aid olur. Nitekim
hakim çocuğa tasarruf hususunda - her ne kadar velisi izin vermese bile- izin
vermeye mâliktir. Buna göre İs'âf gibi bazı fıkıh kitablarında: "Çocuk mütevelli
olamaz." diye zikredilen kavil ile diğer bazı fıkıh kitablarında: "Çocuk
mütevelli olur." diye zikredileni kavil arasını bulmak mümkündür. Şöyle ki;
çocuk mütevelli olamaz diyen kavil "çocuk tasarrufa muktedir olmadığından vakfı
korumaya ehil olmadığına" hamlolunur. "Çocuk mütevelli olur" diyen kavil ise
"hakim bir çocuğu mütevelli tâyin ettiğinde çocuğun tasarrufa muktedir
olacağına" hamlolunur. Yukarıda geçtiği üzere, bir çocuğa tasarrufta velisi izin
vermese bile hâkim izin verebilir. Buna göre zamanımızda vakıflara nezaret
işinin mümeyyiz olmayan (iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayıramayan)
çocuklara bırakılması ve Hanefî hakimlerinin de bunun sahih olduğuna hüküm
vermeleri büyük bir hatadır.
Bir kimse vakfına
mütevelli olmaya ehil olanlardan en layık olanın mütevelli tâyin edilmesini şart
kılsa, buna mütevelli olmaya en lâyık olan kimse müstahik olur. Eğer bu vakfa
akıl bâliğ olan bir kimse mütevelli tâyin edilip ondan daha lâyık bir kimse
bulunursa tâyin edilenin mütevelliliği sahiholmaz. Çünkü vakfedenin şartına
muhalefet edilmiştir. Buna göre âkıl bâliğ bir kimse mevcud iken mümeyyiz
olmayan bir çocuk mütevelli olmaz. "Babanın ekmeği oğlunundur" inancı bunda
geçerli değildir. Çünkü bunda şeriatın hükmünün değiştirilmesi, vakfedenin
şartına muhalefet edilmesi, tedris, imamet gibi vazifelerin ehil olmayanlara
verilmesi vardır.
"Malını kimyaya
sarf eden ilh..." Yani kimyaya rnübtela olup bu yolda malını telef ve zayi
ettikten başka büyük borç altına giren bir mütevelli, mütevellilikten çıkarılır.
Çünkü böyle bir kimse vakıf malını da bu yolda telef ve zayi
edebilir.
"Mütevellilikten
çıkarılması vacip olur ilh..." Bu mesele vakfedenin şartına muhalefet edilen
yedi meseleden biridir. Bu yedi mesele ileride gelecektir.
"Eğer mütevelli
kendisine emniyet edilen ilh..." Eşbah'a nisbet edilerek Mülteka şerhinde
zikredilmiştir ki; hakimin vakfeden tarafından mütevelli olması şart kılınan
kimseyi hıyaneti bulunmaksızın mütevellilikten çıkarması câiz olmaz. Eğer hakim
onu çıkarıp yerine başkasını tâyin ederse, tayin ettiğinin mütevelliliği sahih
olmaz.
Hâkim tarafından
tâyin edilen bir mütevellinin hıyaneti bulunmaksızın mütevellilikten çıkarılması
sahihtir. Bir hakimin hiç bir sebep göstermeksizin çıkarmış olduğu bir
mütevelliyi ikinci hâkim yeniden tâyin edemez. Birinci hâkimin çıkarma hükmünün
doğru olduğuna hamlolunur. Ancak çıkarılan mütevellinin vakfı koruma hususunda
ehil olduğu sabit olursa, ikinci hakim onu yeniden tâyin edebilir. Vakfeden
kimse tâyin ettiği mütevelliyi mutlak surette çıkarabilir. Vakfeden vakfına
mütevelli tâyin etmeyip hâkim mütevelli tâyin etse, hâkimin tâyin ettiği
mütevelliyi vakfeden çıkaramaz.
Bir vakfın vakfeden
veya hakim tarafından tâyin edilmiş bir mütevellisi bulunsa, bu mütevellinin
hıyanet gibi bir kabahati bulunmaksızın yanına ikinci bir mütevelli tayin
edilemez.
Vakfedenin
akrabasından olanlar mütevelliliği ücretsiz olarak kabul etmedikleri halde
başkası ücretsiz kabul edecek olsa hâkim, vakıfta hisseleri olanlar hakkında
faideli olanı tâyin eder.
T E N B İ H :
Suçsuz olarak bir mütevelli çıkarılamayacağı gibi vakıfda vazifeli olan suçsuz
bir kimse de çıkarılamaz. Bir talebe üç ay kaybolsa vakıf olan odası alınmaz,
vakıftaki hissesi kesilmez.
Eşbah'ın Fenn-i
Salisi'nin sonunda zikredilmiştir ki; sultan ehil olmayan bir müderrisi tâyin
etse tâyini sahih olmaz. Çünkü sultanın yaptığı işin faydalı olması şarttır.
Bilhassa vakıfnamede ehil olan müderris tayin edilecektir diye yazılı ise ehil
olan müderris vazifesinden çıkarılmakla çıkmış olmaz
Bezzâziye'nin Sulh
Bahsinde zikredilmiştir ki; sultan ehil olmayan bir kimseye vazife verirse iki
günah işlemiş olur: Birisi ehil olmayana vazife vermesi, diğeri de ehil olanı
vazifeden mahrum etmesidir.
Bir mütevelli
hakime bildirmek şartıyla kendisini mütevellilikten çıkarabilir. Fakat çıktığını
hakime bildirmedikçe mütevellilikten çıkmış olmaz. Vakıf hakkındaki tasarrufları
geçerli olur.
Bir mütevelli
hakimin huzurunda başka bir şahsı kendi yerine tayin edip hakim de o şahsın
mütevelliliğini takrir etse, birinci mütevelli mütevellilikten çıkmış, yerine
tâyin edilen şahıs mütevelli olmuş olur
Bir mütevelli
uhdesinde bulunan mütevelliliği başka bir şahsa bırakılmış olsa bakılır: Eğer
kendisine mütevellilik bırakılan şahıs mütevelli olmaya ehil olmazsa hâkim bunu
kabul ve takrir etmez. Ehil olursa hâkim muhayyer olup dilerse kabul ve takrir
eder, dilerse reddeder.
Bir kimse
uhdesindeki vazifeyi başka bir şahsa bırakmış olsa her ne kadar vakfa nezaret
eden zât kendisine vazife bırakılan şahsı kabul ve takrir etmese bile vazifeyi
bırakanın hakkı düşmüş olur.
Fetavây-ı Hayriyye
sahibine "Bir kimse uhdesinde bulunan bir vazifeyi bedel karşılığında bir şahsa
devretse bunun hükmü nedir?" diye sorulmuş. O da: "Bu vazife kendisine
devredilen şahsa verilmeyip sultanın takrir ettiği zâta verilir. Çünkü uhdesinde
vazife bulunan kimsenin bu vazifeyi başka bir şahsa devretmesi sultanın bu
vazifeyi başka bir zâta takririne mani olmaz." diye cevap
vermiştir.
Yine Fetâvây-ı
Hayriyye'de zikredilmiştir ki; hâkim bir vazifeye bir kimseyi tâyin ettikten
sonra aynı vazifeye sultan da başka bir zatı takrir etse, hakimin takriri
muteberdir. Nitekim bir vekil, vekil edildiği bir işi yaptıktan sonra aynı işi
müvekkili de yapsa, vekilin yaptığı iş muteberdir.
Vakfeden tarafından
takrir hakkı kendisine şart kılınmış olan bir nazır (vakfa bakan) bir vazifeye
bir şahsı takrir edip aynı vazifeye hâkim de başka bir kimseyi takrir etse,
nazırın takriri muteberdir. Hâkimin takriri muteber değildir. Çünkü velâyel-i
hassa, velâyet-i âmmeden daha kuvvetlidir. Allâme Kasım bununla fetva vermiştir.
Fakat vakfeden tarafından nazıra takrir hakkı şart kılınmamış ise, hakimin
takriri muteberdir.
Bir kimse
uhdesindeki vazifeyi bedel karşılığında bir şahsa devretse, vazifeyi devralan
şahıs vermiş olduğu bedeli geri alabilir. Çünkü bu bedel mücerred haktan bir
ivazdır, bu ise caiz değildir. Bütün fukaha bunu tasrih etmişlerdir. Kim örfü
hassı nazar-ı itibara olarak bunun hilafına fetva verirse, mezhebe muhalif
olarak fetva vermiş olur. Bu mesele meşhurdur, bunun hakkında fukahanın ihtilafı
vardır. Bu mesele hakkında müteahhirinin bir çok risaleleri vardır. Fakat doğru
yola tabi olmak evladır. İşin hakikatini Hak Teala Hazretleri
bilir.
METİN
Vakfeden kimse
vakfının gelirini veya vakfına mütevelli olmayı kendi nefsi için şart kılsa İmam
Ebû Yusuf'a göre câiz olur. Fetva bunun üzerinedir.
= Vakfın ve
şartlarının istibdalı (değiştirilmesi) beyanında =
Bir kimse
vakfettiği bir arazisini dilediği zaman başka bir arazi ile değiştirmesini veya
satılıp parasıyla başka bir arazi alınmasını şart kılsa, bu şartla vakfetmesi
câiz olur. Böyle bir değiştirme yapılınca ikinci arazide - her ne kadar
vakfiyede zikredilmiş olmasa bile - birinci arazi hakkındaki şartlar muteberdir.
Bundan sonra ikinci arazi üçüncü bir araziyle değiştirilemez. Çünkü değiştirme
hükmü şartla sâbit olmuştur. Şart ise birinci değiştirmede mevcut olup ikinci
değiştirmede mevcut değildir.
Vakfeden tarafından
değiştirilmesi şart kılınmayan bir vakfı -yoksullara ait olsa bile- ancak hâkim
değiştirebilir Dürer.
Bahır'da: "Vakfeden
tarafından değiştirilmesi şart kılınmayan bir vakfın değiştirilebilmesi için
kendisinden tamamıyla istifade edilemeyecek bir hale gelmesi, bedelinin akar
olması, değiştiren hâkimin Cennetlik yani ilim ve amel sahibi olması şarttır "
diye zikredilmiştir.
Nehir'de
zikredilmiştir ki; vakti değiştiren hâkim ilim ve amel sahibi olursa bu
değiştirmeye kalp mutmain olur. Altın ve gümüş ile değiştirilmiş olsa bile
vakfın zâyi olma korkusu olmaz. Vakfeden kimse vakfının değiştirilmesini şart
kılmamış olsa bile bu mesele vakfedenin şartına muhalefet edilen yedi meseleden
biridir. Nitekim bu yedi mesele Eşbahda izah edilmiştir. Musannıfın oğlu Zevâhir
isimli eserinde vakfedenin şartına muhalefet edilen yedi mesele üzerine
sekizinci meseleyi Enfeu'l Vesail'e nisbet ederek: "Vakfeden bir kimse vakfında
mütevelliden başkasının tasarrufta bulunmamasını şart kılsa hâkim münasip
gördüğü takdirde vakfedenin şartına muhalefet ederek mütevellinin yanına vakfın
malını muhafaza edecek bir kimseyi tayin eder" diye ziyade
etmiştir.
Eşbah'da
zikredilmiştir ki; ma'mur (kendisinden istifade edilen) bir vakfın ancak dört
yerde değiştirilmesi câizdir.
Şarih der ki;
Marûzat'da: "Ebussûud Efendi Sadrü'ş-Şeria'nın tercihine tâbi olarak (951)
tarihinde arazi üzerine ma'mur vakıfların sultanın emri olmaksızın hakimler
tarafından değiştirilmesi men edilmiştir." diye yazılıdır.
Yine Marûzat'ta
zikredilmiştir ki; Ebussûud Efendi'ye "Vakfeden bir kimse vakfında tâyin, azil
ve diğer tasarruflarda bulunmayı kendi evlâdından mütevelli olanlar için şart
kılıp kendilerine vakıf hususunda hâkimlerden ve emîrlerden hiç bir kimse
müdahale etmesin. Eğer müdahale ederlerse Allah Teâlâ'nın lâneti onların üzerine
olsun dese, hâkim ve emîrlerin bu vakfa müdahale etmeleri mümkün ve meşru olur
mu?" diye sorulmuş, o da: "Bu şekildeki vaktiyeler (944) tarihinde yazılmıştır.
Eğer vakfedenin evladından olan mütevelliler emîrlerden olurlarsa bizzat
kendileri vakıf işlerinin şer-i şerife uygun olarak yürütülmesi için devlet
adamına (vezire) arz ederler. MütevelIiIer emîrlerden olmazlarsa, vakıf
işlerinin şer-i şerife uygun olarak yürütülmesi için beldelerindeki hakim
vasıtasıyla devlet adamına arz ederler.
Hâkimler
mütevellilere, mütevelliler de hakimlere muhalefet etmesinler. Çünkü sultanın
emri bu minval üzere vârid olmuştur. Vakfedenler bu şartla herhangi bir fesadın
yapılmasını isteyip bu fesadı önlemek için mütevellilere müdahale eden hâkim ve
emirlere lânet ederlerse, bu lanet kendilerinin üzerine olur. Çünkü usûl-i
mukarraradandır ki; şer'î şerife muhalif olan bütün şartlar hükümsüz ve
bâtıldır." diye cevap vermiştir. Bu hıfz olunmalıdır.
İZAH
"Vakfeden kimse
vakfının gelirini ilh..." Vakfeden kimse vakfının gelirini tamamen veya kısmen
kendi nefsi için tahsis kılsa, İmam Muhammed'e göre vakfın bir mütevelliye
teslim edilmesi şart olduğundan bu vakıf câiz olmaz. İmam Ebû Yusuf'a göre câiz
olur.
Bir kimse bir
mülkünü kölelerine ve cariyelerine vakfetse İmam Ebû Yusuf'a göre sahih olur,
İmam Muhammed'e göre sahih olmaz. Ama vakfının gelirini müdebbirleri ve ümm-i
veledleri için şart kılsa, bu vakıf ittifakla sahih olur. Çünkü bunların
efendilerinin ölmesiyle hürriyetleri sabit olacağından bu vakit yabancılara
vakfedilmiş gibi olur. Efendileri hayatta iken vakfın bunlar için sâbit olması
hayatından sonraya tebaandır.
"Başka bir
arazisiyle değiştirmesini ilh..." Bilmiş ol ki; bir vakfın değiştirilmesi üç
vecih üzeredir:
Birincisi: Vakfeden
tarafından vakfının lüzum görüldüğünde değiştirilmesi şart kılınmış olan
vakıfdır. Sahih olan kavle göre bu vakfın değiştirilmesi
câizdir.
İkincisi: Vakfeden
tarafından vakfının değiştirilmesi şart kılınmamış olan vakıfdır. Eğer bu vakıf
gelir getirmeyecek bir hale gelir veya geliri masrafına kifayet etmezse, esah
kavle göre bu vakfında hâkimin izniyle değiştirilmesi
caizdir.
Üçüncüsü: Vakfeden
tarafından vakfının değiştirilmesi şart kılınmamış olan vakıfdır. Bu vakıf az da
olsa gelir getirirse, değiştirilecek bedel vakıftan daha verimli olsa bile
muhtar olan kavle göre vakfın değiştirilmesi câiz
değildir.
Geliri azalan vakıf
bir arazinin değiştirilmesi hakkında ihtilâf vardır. Fakat bir kısmı harap
olmakla geliri azalan vakıf bir hanenin değiştirilmesi ittifakla câiz değildir.
Hanenin araziye kıyas edilmesi mümkün değildir. Çünkü arazinin geliri
azaldığında kiralanmasına rağbet edilmeyip satın alınmasına rağbet edilir.
Haneye gelince : Kira bedelinin karşılığında tamir edilip içinde uzun müddet
oturmak üzere kiralanmasına rağbet edilir. Zamanımızda kıyas bâbı kapanmıştır.
Ulema için ancak mutemed ve muteber kitaplardan nakletmek vardır. Nitekim fukaha
böylece tasrih etmişlerdir.
"Vakfiyede
zikredilmiş olmasa bile ilh..." Bahır'da zikredilmiştir ki; Bir kimse vakfettiği
bir arazisini satıp parasıyla başka bir arazi satın almayı şart kılsa, bu
ifadesi üzerine bu vakıf istihsanen sahih olur. İkinci arazi satın alınınca
birinci arazinin şartlarıyla vakfedilmiş olup yeniden vakfedilmeye muhtaç olmaz.
Nitekim bir kimseye hizmet etmesi vasiyet edilen bir köle hata en öldürülüp
parasıyla başka bir köle satın alındığında satın alınan kölede kendisine vasiyet
edilen kimsenin hizmet hakkı sâbit olur.
"Bundan sonra
ikinci arazi üçüncü bir araziyle değiştirilemez ilh..." Fetih'te zikredilmiştir
ki; vakfeden kimse vakfiyesinde vakfının değiştirilmesini şart kılmış olsa, yine
vakıf olmak üzere bir kereye mahsus olarak değiştirilebilir, bir daha
değiştiremez. Çünkü bu husustaki salahiyetini bu şekilde kullanmış olur. Ancak
devamlı değiştirilmesini ifade eden bir söz söylerse, bu takdirde tekrar
değiştirebilir. Bu değiştirmeyi mütevelli yapamaz. Ancak vakfiyesinde mütevelli
olacak şahıs için değiştirme salahiyetini şart kılmış olursa, mütevellinin de
değiştirmeye salahiyeti olur.
Vakfeden kimse
vakfiyesinde vakfının gelirinden hisse olanların hisselerini artırıp
eksiltmesini ve istediği kimseleri vakıftan hisse alanlar arasına katmayı veya
onların arasından çıkarmayı veyahut onlardan biriyle başka birisini
değiştirmesini şart kılsa, bu şart sahih olur ve bunu bir kereye mahsus olmak
üzere yapabilir, bir daha yapamaz. Fakat bunu her dilediği zaman yapmayı şart
kılmış olursa, hayatta olduğu müddetçe hisseleri artırıp eksiltebilir ve
dilediği kimseleri vakfına alıp dilediğini çıkarabilir.
Mütevelli bunları
yapamaz. Ancak vakfeden mütevellinin yapmasını şart kılarsa yapabilir. Vakfeden
bunları yapmayı mütevelliye şart kılmış olduğu halde kendi nefsi için şart
kılmamış olsa, yine kendisi de bunları yapabilir. Çünkü bunları başkasına şart
kılması, kendi nefsi için şart kılması demektir.
"Vakfeden
tarafından değiştirilmesi şart kılınmayan bir vakfı ilh..." Tarsûsî'den naklen
Vehbâniyye şerhinde zikredilmiştir ki; vakfeden tarafından değiştirilmesi şart
kılınmayan bir vakfın değiştirilmesi hakkında bir nakil yoktur. Fakat mezheb
kaidelerinin gereği olarak fukaha: "Vakfeden kimse vakfiyesinde, hâkimin veya
sultanın söz hakkı yoktur, diye şart kılsa bu şart bâtıldır. Hakimin vakıfda söz
hakkı vardır. Çünkü hâkimin vakfa nezareti daha faydalıdır. Bu şartta
kendilerine vakfedilenlerin menfaatlarının fevt olması, vakfın muattal
bırakılması vardır. Vakıf için faydasız olan bir şart ise kabul edilemez."
demişlerdir.
"Bahır'da ilh..."
Bahır'ın ibâresi şöyledir: Vakfeden tarafından değiştirilmesi şart kılınmayan
bir vakfın değiştirilmesi hakkında Kadîhân'ın kelâmı muhtelif olup kitabının bir
yerinde: "Hâkim vakfın değiştirilmesinde bîr menfaat görürse değiştirir." demiş;
diğer bir yerinde ise: "Vakıf kendisinden istifade edilemeyecek bir hale gelse
bile değiştiremez" demiştir. Mutemed olan kavle göre vakfeden tarafından
değiştirilmesi şart kılınmayan bir vakıf kendisinden istifade edilemeyecek bir
hale gelip tamiri için geliri de bulunmadığı takdirde hâkimin -gabn-i fahiş ile
olmamak şartıyla- değiştirmesi câiz olur. İs'âfda: "Vakfı değiştiren hâkimin
cennetlik yani ilim ve amel sahibi olması şarttır." diye zikredilmiştir.
Zamanımızda vakfın parayla değil akarla değiştirilmesi vâcibdir diye ilâve
edilmelidir. Çünkü para ile satıldığında bedeli satın alınmayıp paranın
mütevelliler tarafından yenildiği görülmektedir. Zamanımızda vakıfların vakfın
parayla değil akarla değiştirilmesi vâcibdir diye ilâve edilmelidir. Çünkü para
ile satıldığında bedeli satın alınmayıp paranın mütevelliler tarafından
yenildiği görülmektedir. Zamanımızda vakıfların değiştirilmesi çok olmakla
beraber hâkimlerden hiç birinin bunu teftiş ettiği
görülmemektedir.
Vakfı değiştiren
kimse vakfı alacaklısına ve lehine şehâdeti kabul edilmeyen şahsa satmamalıdır.
Vakfı değiştiren kimse vakfı küçük oğluna satsa ittifakla caiz olmaz. Nitekim
satışa vekil olan bir kimse kendi küçük veya büyük oğluna satsa, bu satış İmam-ı
Azam'a göre caiz olmaz, İmameyn'e göre câiz olur. Bu mesele vekalet bahsinde
beyân edilmiştir. Vakfı değiştiren kimse alacaklısına borcu karşılığında vakfı
satsa, İmam Ebû Yusuf ile Hilâl'in kavline göre bu satış caiz
olmaz.
Kınye'de
zikredilmiştir ki; vakıf bir hanenin başka bir hane ile değiştirilmesinin câiz
olması için bu hanelerin her ikisi de ya bir mahallede bulunmalı veya bedel
olacak hanenin mahallesi vakıf hanenin mahallesinden daha hayırlı ve şerefli
olmalıdır. Aksi takdirde bedel olacak hanenin alanı daha geniş, kıymeti daha
ziyade, kirası daha fazla olsa bile değişme caiz olmaz. Çünkü bedel olacak
hanenin bulunduğu mahallenin aşağılığından dolayı ileride insanların rağbetinden
düşerek harap olması muhtemeldir.
Allame Kınalızade:
"Değiştirilen vakıf ile onun bedelinin aynı cinsten olması şarttır."
demiştir.
Haniyye'de
zikredilmiştir ki; vakfeden kimse vakfettiği hanesini hane ile değiştirmeyi
nefsi için şart kılsa, o haneyi arazi ile değiştiremez. Aksini yani vakfettiği
araziyi arazi ile değiştirmeyi nefsi için şart kılsa, o araziyi hane ile
değiştiremez. Fakat gelir için vakfedilmiş vakıfların değiştirilmesinde,
değiştirilen vakıf ile bedelinin cinslerinin aynı olması şart değildir. Çünkü bu
vakıflarda nazar-ı itibara alınacak şey gelirinin çokluğu, tamirinin ve
masrafının azlığıdır. Mesela; vakıf bir dükkân ekin ekilen, geliri dükkânın
kirasından daha fazla olan bir arazi ile değiştirilebilir. Çünkü arazi daha
devamlı, masrafı daha azdır. Ama mesken için vakfedilmiş bir hane, geliri daha
fazla olsa bile bir arazi ile değiştirilemez. Zira bu haneyi vakfedenin maksadı,
haneden içinde oturmak suretiyle istifade edilmesidir.
"Altın ve gümüş ile
değiştirilmiş olsa bile ilh..." Nehir'de: "Bir vakıf kendisinden istifade
edilemeyecek bir hale geldiğinde altın ve gümüş ile değiştirilebilir." diye
zikredilen kavil Bahır'da "Bir vakıf kendisinden istifade edilemeyecek bir hale
geldiğinde değiştirilen bedelinin akar olması şarttır." diye zikredilen kavli
reddetmektedir.
Hâsılı vakfın
değiştirildiği bedelinin akar olmasının şart kılınması bedelinin altın ve gümüş
olduğu takdirde mütevellilerin onu yemesinden korkulduğundan dolayıdır. Fakat
vakfı değiştiren hakimin cennetlik yani ilim ve amel sahibi olması şart
kılındığında vakfın bedeli olan altın ve gümüşü yemesinden
korkulmaz.
Ben derim ki: Bu
söz götürür. Çünkü hakimin ilîm ve amel sahibi olması yalnız vakfı değiştirmek
için şarttır. Yoksa satılan vakfın bedelini para ilesatın alması şart değildir
İlim ve amel sahibi bir hâkim vakfı parayla satıp parasını kendi yanında veya
mütevellinin yanında bıraktıktan sonra azledilip yerine başka bir hâkim tâyin
edilse, ikinci hakim araştırmayıp para zâyi olabilir.
"Bu mesele
vakfedenin şartına muhalefet edilen yedi meseleden biridir ilh..." Yani
vakfedenin şer'î şerife muvafık olan şartları Şari'in nassı gibi olup muhalefet
edilmesi caiz değildir. Fakat vakfedenin şer'î şerife muvafık olmayan şartları
muteber değildir. Bundan dolayı bunlara riayet edilmez.
Birincisi:
Vakfedenin vakfının değiştirilmemesi şartıdır. Böyle bir vakıf kendisinden
tamamıyla istifade edilemeyecek bir hale gelip onu ıslah edecek geliri de
bulunmadığında ilim ve amel sahibi bir hâkim bu vakfı
değiştirebilir.
İkincisi: Vakfeden
vakfının mütevellisini hâkimin değiştirmemesi şartıdır. Mütevelli ehil olmadığı
takdirde hâkim onu değiştirebilir.
Üçüncüsü: Vakfının
bir sene müddetten ziyadeye kiraya verilmemesi şartıdır. İnsanlar bu müddetle
kiraya rağbet etmeseler veya bu müddetten daha uzun bir müddetle kiraya
verilmesinde fakirler için menfaat bulunsa, hâkim bu şarta muhalefet edip daha
uzun bir müddetle kiraya verebilir. Fakat mütevelli
veremez.
Dördüncüsü:
Vakfedenin kendi kabrine Kur'ân-ı Kerîm okunması şartıdır. Bu tâyin bâtıldır.
Ama bu, kabrin yanında Kur'ân-ı Kerîm okumak mekrûhtur diyen kavle göredir.
Muhtar olan kavle göre kabrin yanında Kur'ân-ı Kerîm okumak mekrûh
değildir.
Beşincisi: Vakfının
gelirinin fazlasını fülan mescidde dilenen fakirlere tasadduk edilmesi
şartlıdır. Bu şarta da riayet edilmez. Mütevellinin diğer mescidlerde
dilenenlere, sokaklarda dilenenlere ve dilenmeyenlere de tasadduk etmesi
caizdir.
Altıncısı: Vakfeden
vakfının gelirinden vakıfta hakkı olanlara her gün şu kadar et, ekmek verilsin
diye şart kılmış olsa, mütevelli bunları veya bunların kıymetini vermekte
muhayyerdir. Fakat diğer bir kavle göre muhayyer olan mütevelli değil vakıfta
hakkı olanlardır. Bunlar dilerlerse tâyin edileni, dilerlerse bunların kıymetini
mütevelliden isterler. Münteka'da bu kavlin râcih olduğu
zikredilmiştir.
Yedincisi:
Vakfeden, İmam, hatip, müderris gibi vazife ehline kifayet miktarından eksik
ücret verilmesini şart kılmış olsa, hakim bu şarta muhalefet edip ücretlerini
artırabilir.
Bu yedi mesele
üzerine "beytülmale aid olan vakfın şartlarına sultanın muhalefet etmesi
caizdir" diye ziyade edilmiştir.
Ma'mur (kendisinden
istifade edilen) bir vakfın ancak dört yerde değiştirilmesi
câizdir.
Birincisi:
Vakfedenin değiştirilmesini şart kıldığı vakıftır.
İkincisi: Ma'mur
bir vakfı bir kimse gasbedip içine su akıtarak göl haline getirir ziraate
kabiliyeti kalmazsa, mütevelli gasbedene vakfın kıymetini ödettirip onunla
vakfın yerine bir arazi satın alır.
Üçüncüsü :
Gasbedenin vakfı inkâr edip şâhidin de bulunmaması suretidir. Bu surette
gasbeden vakfın kıymetini vermek istese mütevelli kıymetini alıp onunla başka
bir yer satın alır; evvelki vakfın şartları üzere
vakfeder.
Dördüncüsü: Bir
kimsenin bir vakıf ile ondan daha kıymetli, daha çok gelir getiren bir arazisini
değişmek istemesi suretidir. Bu surette İmam Ebû Yusuf'un kavliyle amel edilerek
vakıf o arazi ile değiştirilir. Fetva da İmam Ebu Yusuf'un kavli üzeredir.
Nitekim Fetavây-ı Kâriü'l-Hidâye'de böylece yazılıdır.
METİN
= Binanın
vakfedilip arsasının vakfedilmemesi beyânında =
Bir kimse arsası
üzerine bina yaptıktan sonra arsayı mülkü olarak bırakıp da üzerindeki binayı
vakfetse, vakfı sahih olmaz. Ekseri ulema bunun üzerinedir. Bazıları "sahih
olur" demişlerdir. Fetva bu kavil üzerinedir. Kâriü'l Hidâye'ye "Arsanın değil
de onun üzerindeki binanın veya ağaçların vakfedilmesinden sorulmuş", o da:
"Fetva vakfın sahih olması üzerinedir." diye cevap vermiştir. Vehbâniyye şârihi
bunu tercih etmiş, musannıf: "Bu, menkûl (taşınılabilen) kabilinden olup bunda
insanların muameleleri caridir." diye sebebini beyân ederek bunu ikrar etmiştir.
O halde bu kavil ile fetva vermek taayyün eder. Eğer vakfedilen binanın arsası
da binanın vakfedildiği cihete vakfedilmiş olursa, arsaya tebaan binanın vakfı
da ittifakla câiz olur. Eğer arsası binanın vakfedilmiş olduğu cihetten başka
bir cihete vakfedilmiş olursa, bunda ihtilâf edilmiştir. Sahih olan kavle göre,
vakfın câiz olmasıdır.
İbn-i Nüceym'e
"arsasının değil de üzerindeki ağaçların vakfedilmesinden sorulmuş", o da:
"Arsası vakıf ise - her ne kadar ağaçları vakfeden arsayı vakfedenden başkası
olsa bile- sahih olur." diye cevap vermiştir
Yine İbn-i Nüceym'e
"arazi-i muhtekeredeki binanın veya ağaçların satılması veya vakfedilmesi câiz
olur mu?" diye sorulmuş, o da: "Evet câiz olur." diye cevap
vermiştir.
Yine İbn-i Nüceym'e
"bir kimsenin rehin veya kiraya vermiş olduğu bir arazisini vakfetmesi câiz olur
mu?" diye sormuş o da: "Evet câiz olur." diye cevap
vermiştir.
Bezzâziye'de
zikredilmiştir ki; bir kimsenin âriyet olarak aldığı veya kiraladığı bir arsa
üzerine yapmış olduğu binayı vakfetmesi câiz değildir.
= Arazi-i
muhtekerenin kirasının artması beyânında =
Arazi-i
muhtekerenin kirasının artmasının hükmüne gelince: Münye'de zîkredilmiştir ki;
vakıf bir arazi üzerine dükkân yapmış olan kimse o vakıf araziyi ecr-i misille
kiralamayı kabul etmese bakılır: Eğer o araziden dükkân kaldırıldığı takdirde
arazi dükkan sahibinin vermiş olduğu kiradan daha fazla kira getirecek olursa,
hâkim dükkân sahibîne dükkânını kaldırmasını emreder ve başkasına o araziyi
kiraya verir. Eğer dükkân kaldırıldığı takdirde dükkân sahibinin vermiş olduğu
kiradan daha fazla kira getirmeyecek olursa, arazi onun elinde eski kirasıyla
bırakılır. Bahır'da da böylece yazılıdır.
Yine Bahır'da
zikredilmiştir ki; bir kimse vakıf bir araziyi ecr-i misille kiralayıp üzerine
bina yaptıktan sonra arazinin kirası pek ziyade artsa, kiracının bu artan
mikdarı vermesi lâzım gelir. Bu artan mikdarı vermezse, eğer kira mukavelesi her
ay kirayı vermek üzere yapılmışsa aybaşında kira mukavelesi fesholunur. Bundan
sonra bakılır: Eğer binanın kaldırılması vakfa zarar verecek olursa, bina
kaldırılmaz. Eğer binanın kaldırılması vakfa zarar vermeyecek olursa bina
kaldırılır veya kiracı razı olursa, mütevelli o binaya mâlik olur. Eğer kiracı
razı olmazsa, binanın yıkılacağı zamana kadar bekler. Burada şu meselenin beyânı
bâkî kalmıştır. Bir kimse vakıf bir araziyi senelik veya uzun bir müddet için
ecr-i misille kiralayıp üzerine bina yaptıktan sonra bina sebebiyle arazinin
kirası artmış olsa, kiracıdan zararı def için artan mikdarın alınmamasıdır.
Çünkü kiranın artması bina sebebiyle olup araziden dolayı
değildir.
= İktaatın
vakfedilmesi beyânında =
İktaatın
vakfedilmesi Nehir'in beyânına göre câiz değildir. Ancak mevat arazi olur veya
hükümdarın kendi mülkü olur da bir kimseye ikta etmiş olursa, o arazinin vakfı
câiz olur. Nehir sahibi: "Mısır'da emîrlerin çocuğunun vakıfları iktâat olup
suretâ yani beytülmala aid bir arazinin satılmasını meşrû kılacak şartlar
bulunmaksızın beytülmal vekilinden satın alınmış. Çünkü Osmanlı Devletinde
beytülmale ait bir arazinin satılmasına ihtiyaç olmamıştır."
demiştir.
Vehbâniyye'de
zikredilmiştir ki; sultan, beytülmala aid bir araziyi âmmenin menfaati için
meselâ: Bir mescidin ihtiyacı için vakfetse, tahsisat kabilinden olarak caiz
olur ve sevaba nail olur.
Şarih der ki;
Şürunbulali'nin Vehbaniyye şerhinde zikredilmiştir ki; sultan, sulh yoluyla
değil harp yoluyla alınmış bir arazinin vakfına izin vermiş olsa yine vakıf
sahih olur. Çünkü arazide fethedilmeden önceki malikinin mülkü bakidir.
İZAH
"Binayı vakfetse
ilh..." Yani bir arsayı mülk olarak bırakıp da üzerindeki binayı veya ağaçları
vakfetmek sahih olmaz. Bazı fukahaya göre sahih olur.
Musannıf bu
meseleyi vakfı örf ve âdet olan menkûl bahsinde zikretmeliydi. Çünkü binanın
veya ağaçların vakfı menkûl kısmındandır. Bundan dolayı bunlarda şuf'a câri
değildir. Nitekim şuf'a bâbında beyân edilecektir. Musannıf: "Bir arsayı mülk
olarak bırakıp da üzerindeki binayı vakfetmek sahih olmaz." diye kayıtlamıştır.
Çünkü bir arsa vakfedilince üzerindeki binalar ve ağaçlar da arsaya tebaan
vakfedilmiş olur.
Bilmiş ol ki;
Allame Kasım: "Bir arsanın kendisi vakfedilmeksizin üzerindeki binanın
vakfedilmesi sahih değildir." diye fetva vermiş, bunu İmam Muhammed'in Asıl
isimli eserine, Hilâl b. Yahya'i-Basri'ye, Hassaf'a, Vakıat'a ve Muzmarat'a
nisbet ettikten sonra: "Bir arsa vakfedilmeden onun üzerindeki binanın
vakfedilmesinin sahih olmaması, örf ve adet olmadığından dolayı değildir. Çünkü
gayr-i menkûl malların kendileri uzun müddet kalırlar da müebbet olurlar. Fakat
bina böyle değildir. Zira arsasız bina bâki değildir. Artık sâbit oldu ki, bir
arsa vakfedilmeden onun üzerindeki binanın vakfedilmesi ittifakla bâtıldır.
Bundan dolayı bir arsa vakfedilmeden onun üzerindeki binanın vakfedilmesi sahih
olur diye hükmetmek de bâtıldır." demiştir.
Ben derim ki:
Zahire'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; bir arsa vakfedilmeksizin onun
üzerindeki binanın vakfedilmesi câiz değildir, sahih olan kavil de budur. Çünkü
bu, vakfedilmesi örf ve âdet olmayan menkûl bir malın vakfıdır. Ama bir kurbet
cihetine vakfedilmiş bir arsanın üzerine bir bina yapılıp başka bir kurbet
cihetine vakfedilmiş olsa, bunun câiz olmasında ihtilâf vardır. Buna göre arsası
mülk olarak bırakılıp da onun üzerindeki binanın vakfedilmesinin câiz
olmamasının sebebi, sadece binanın vakfının örf ve âdet olmamasındandır. Yoksa
Allâme Kasım'ın zikrettiği sebebden dolayı değildir. O halde arsası
vakfedilmeksizin üzerindeki binanın vakfedilmesi örf ve adet olan yerde binanın
vakfı câiz olur. Bundan dolayı 872 tarihinde Sultan Melik Zâhir'in meclisinde
Allâme Kâsım ile talebesi Allâme Abdü'l-Berr b. Şahne arasında geçen konuşmada
Abdü'l-Berr hocası Allame Kâsım'a muhalefet ederek: "insanların takriben iki yüz
senesinden itibaren zamanımıza kadar bir arsayı vakfetmeksizin onun üzerindeki
binayı vakfetmeleri, hakimlerin de bunun câiz olduğuna hükmetmeleri
mütevatirdir, örf de böyle câridir. Artık bunun câiz olmasında tevakkuf etmek
lâyık değildir." demiştir.
Allâme Muhammed b.
Zahîretü'l-Kureşî, Allâme Abdü'l-Berr b. Şahne'nin kavlini reddetmiştir.
Fetâvây-ı Kârezûnî'de beyân edildiğine göre reddin özeti şöyledir: Muhammed b.
Zahîretü'l-Kureşî: "Abdü'l-Berr b. Şahne, bir arsa vakfedilmeksizin onun
üzerindeki binanın vakfının caiz olmayacağına dair mezhebin delillerine
muhalefet etmiş asrında dört mezhep alimlerinin ilminde ve kavlinin kabul
edilmesinde ittifak ettikleri hocası Allâme Kâsım'a karşı çıkmış, zayıf kavle
itimat etmiş örf ve hâkimlerin hükümlerini delil getirmiştir. Halbuki örf, nakil
varken delil olamaz, zayıf kavil ile hâkimlerin hükümleri de geçerli değildir,"
demiştir.
Ben derim ki: Fıkıh
metinlerinde müftâbih olan kavil, örf ve âdet olan yerlerde menkûl malların
vakfının câiz olmasıdır. Buna göre arsası vakfedilmeksizin onun üzerindeki
binanın vakfedilmesi örf ve âdet olan yerlerde binanın vakfının câiz olması
nakle muvafık olup mezhebin câiz olmayacağına dair delillerine muhâlif değildir.
Çünkü arsası vakfedilmeksizin üzerindeki binanın vakfının caiz olmayacağına dair
mezhebin delilleri, sadece binanın vakfı örf ve âdet olmayan yerlere göredir.
Nitekim Zahîre'den naklen Bahır'da zikredilen kavil de buna delâlet
eder.
Bir kurbet cihetine
vakfedilmiş bir arsanın üzerine bir bina yapılıp aynı cihete vakfedilse, arasına
tebaan binanın vakfı da ittifakla câiz olur.
Fukaha: "Âmmeye aid
ırmakların üzerine yapılan köprülerin vakfına cevaz verip, bunlar yaptıranların
vârislerine mirâs olarak kalmaz." demişlerdir.
Hâniyye'de:
"Köprünün vakfının câiz olması, sadece binanın vakfının câiz olacağının
delilidir." diye zikredilmiştir. Nitekim biz de böyle beyân ettik. Bununla hal
vazih olur, müşkül zail olur, bu husustaki kavillerin arası bulunmuş
olur.
Yine Hâniyye'de
zikredilmiştir ki: bir kimse âriyet almış veya kiralamış olduğu bir arsa üzerine
yapmış olduğu bir binayı vakfetse bu vakıf sahih olmaz. Buna göre
Kâriü'l-Hidâye'de: "Arsası değil de onun üzerindeki binanın vakfı sahihdir."
diye zikredilen binayı, mülk olan arsa üzerine değil de vakıf olan arsa üzerine
yapılan binaya hamletmek vâcib olur.
Arazi-i muhtekere:
Kiracı tarafından üzerine bina yapılmak ve ağaç dikilmek veya bunlardan yalnız
birisi yapılmak üzere senelik muayyen bir ücret mukabilinde kiraya verilmiş bir
arazidir ki, kiracısı muayyen ücreti her sene arazi sahibine vererek o araziyi
elinde bulundurur.
Bir kimsenin
kiraladığı bir arsa üzerine yapmış olduğu bir binayı vakfetmesi caiz değildir.
Fakat arazi-i muhtekere üzerine yapılmış binanın vakfı câizdir.
Bahır.
Evkaf-ı Hassaf'da
zikredilmiştir ki; çarşıdaki dükkânların vakfı - her ne kadar arsaları bu
dükkanları yapanların elinde kira ile bulunuyor ise de- câiz olur. Çünkü sultan,
dükkânlardan sahiblerini çıkarmaz, onlardan kira alır. Bu dükkânlar babadan
oğula miras olarak kalırlar, satılırlar, kiraya verilirler, yıkılıp yenileri
yapılır veya yerlerine başka binalar yapılır. Bundan dolayı bunların
vakfedilmeleri de câiz olur.
T E T İ M M E :
Bezzâziye'de zikredilmiştir ki; arsasız kirdarın vakfı câiz değildir. Arsasız
binanın vakfı câiz olmadığı gibi. Fetâvây-ı Hayriyye'de beyân edildiğine göre
kirdar; bir kimsenin sultan tarafından ziraat yapması için kendisine verilmiş
olan arazi üzerinde yaptığı binaya, diktiği ağaçlara ve kendi mülkünden
naklederek tarla haline getirmek üzere o arazinin çukurlarına, yarık yerlerine
doldurduğu topraklara verilen isimdir.
Bir arazinin tarla
haline getirilmesi için çukurlarına doldurulan topraklara "kibs"
denir.
Ben derim ki: Buna
göre kirdarda tafsilat vardır: Eğer kirdar kibs ise vakfı sahih olmaz. Eğer
kirdar bina veya ağaçlar ise arsası vakfedilmeksizin üzerindeki bina veya
ağaçların vakfedilmesi hakkındaki hüküm yukarıda
geçmiştir.
Gedik de
kirdardandır. Gedik: Kiracı tarafından vakıf bir dükkân veya benzeri bir akar
içinde yapılmış raflardan, dolaplardan ibarettir. Bunların vakfı da sahih
değildir.
Bir kimse vakıf bir
araziyi ecr-î misil ile kiralayıp üzerine bina yaptıktan sonra arazinin kirası
pek ziyade artmış olsa bakılır: Eğer o arazinin kirası imar ve bina sebebîyle
artmış ise, kiracının artan miktarı vermesi lâzım gelmez. Çünkü bu artan miktar
imar ve bina sebebiyledir. Bu hüküm, kiracı o binayı kendi parasıyla yapıp bina
kendisinin mülkü olduğuna göredir. Kiracı o binayı mütevellinin emriyle yapıp
sarf ettiği masrafı vakıfdan almış olursa, bina vakıf olmuş ve ortan kira
mikdarını vermesi kendisine lâzım gelir. Eğer o arazinin kendisinin kirası
artmış olursa, kiracının artan miktarı vermesi lâzım
gelir.
İktaat: Hükümdar
tarafından beytülmalda hakkı olan bir kimseye bir arazinin kendisinin veya
menfaatının verilmesidir.
Bahır sahibi
"Ettühfetü'l-Marziyye fi'l-Arâzi'l-Mısriyye" isimli risalesinde zikretmiştir ki;
bir kimse bir arazisini vakfedince bakılır: Eğer o arazi kendisine hükümdar
tarafından ganimet taksim edilirken verilmiş veya kendisi o araziyi başkasından
satın almış veya o arazi aslında mevat yani sahibi olmayan işlenmemiş bir yer
olup hükümdarın izniyle o yeri ziraata elverişli bir hale getirmiş veya o arazi
hükümdarın kendi mülkü olup o kimseye vermiş ise, bu suretlerde vakıf sahih
olur. Eğer o arazi beytülmala aid ise vakıf sahih olmaz.
Beytülmaldan
şeriatın cevazı dairesinde satın alınan bir arazinin vakfı sahihtir. Çünkü o
satın alan kimse o araziye mâlik olur, o arazide vakfedenin şartına riayet
edilir. O araziyi beytülmaldan satın alan gerek sultan, gerek emîr, gerekse
başka bir kimse olsun müsavîdir.
Sultan beytülmala
aid olan bir araziyi satın almaksızın vakfetse, bu vakıf sahih olur. Çünkü
Allâme Kâsım'a "Sultan Çakmak beytülmala aid bir araziyi bir mescidin ihtiyacı
için vakfetmiştir, bunun hükmü nedir?" diye sorulmuş, o da: "Bu vakfı başka bir
sultan iptal etmeye mâlik olamayacağından bu vakıf sahihtir." diye fetva
vermiştir.
Ben derim ki:
Allâme Kâsım'ın vermiş olduğu fetva müşküldür. Çünkü yukarıda "beytülmala aid
olan bir arazinin vakfı sahih değildir" diye geçmiştir.
Keza: Mebsût'dan
naklen gelecek faslın fürûunda zikredilecektir ki; vakıf yerlerin çoğu köyler ve
tarlalar olursa sultan, vakfedenin şartlarına muhalefet edebilir. Çünkü bunların
aslı beytülmala aiddir. Bunlar hakikatte vakıf olmayıp tahsisat kabîlindendir.
Kezâ: Sultan beytülmala aid bir araziyi beytülmaldan çıkarıp beytülmalda
istihkakı olan alimlere veya talebelere vakfetse, bu da hakikatte vakıf olmayıp
tahsisat kabîlindendir.
Bir arazinin vakıf
edilmeden evvel beytülmaldan satın alınıp alınmadığı bilinmezse, o arazinin
vakfının sahih olduğuna hükmedilemez. Çünküvakfedilen bir malın mülk olması
şarttır. Bir kimsenin bir malı vakfetmesinden o mala mâlik olması lazım gelmez.
Beytülmaldan satın alınmış olduğu bilinmeyen bir arazinin beytülmal için bakası
asıldır. Bundan dolayı Ebussûud Efendi hükümdarın ve emirlerin vakıflarının
şartlarına riayet edilmez. Çünkü bu vakıflar beytülmala
aiddir.
Vakıf olan bir
arazi hakkında : "Bu arazi beytülmala aiddir, oradan satın alınıp mülk
edinilmeden vakfedilmiş." diye onun vakfının sahih olmadığına hükmedilemez.
Çünkü Müslümanların haklarında hüsn-i zanda bulunup bu vakfın şer'î şerife uygun
olarak yapılmış olduğuna inanmak lazımdır.
METİN
Bir hâkim
kendisinde hakimin hükmü şer'î tescil bulunmayan bir vakfın satılması için
vakfedenin vârisine izin ve cevaz verip o da satsa, bu satış sahih olur. Çünkü
şer'î tescili bulunmadığından hâkimin vakfın satılmasına izin vermesiyle vakfın
bâtıl olduğuna hüküm vermiş sayılır. Hatta vakfeden kimse, vakfettiği bir mülkün
hepsini veya bir kısmını satsa yahut bir cihete yapmış olduğu vakfından dönüp
onu başka bir cihete vakfetse, evvelki vakfın lüzumuna hükmedilmeden önce bir
hâkim ikincinin vakfiyetine hükmetse, içtihâd mahallinde vâki olduğu için
ikincinin vakfı sahih olur. Musannıf bunu "Minah" isimli eserinde tahkîk ve
tafsil edip şeyhine, Kâriü'l-Hidâye'ye, Ebussûud Efendi'ye tâbi olarak bununla
fetva vermiştir. Şârih: "ikinci vakfın sahih olmasını Nehir sahibi hakimin
müctehid olmasına hamletmiştir. İsteyen ona müracaat etsin."
demiştir.
Bir hâkim bir
vakfın satılması hususunda vakfedenin vârisinden başkasına izin verse, onun
satması sahih olmaz. Çünkü hâkimin bir vakfın satılmasına izin vermesi o vakfın
bâtıl olduğuna hüküm olur da vârisin mülküne döner, başkasının malını şer'î bir
sebep bulunmaksızın satmak ise câiz değildir.
İmâdiyye'de
zikredilmiştir ki; bir mütevelli hâkimin emri ve re'yile bir vakfı satsa câiz
olur. Bu vakfın şer'î bir sebeple istibdâli (değiştirilmesi) suretinde
olmalıdır.
Şarih der ki; vakıf
kütüğünde fülan kimse fülan yeri vakfetmiş, hâkîm de onun vakfedildiğine
hükmetmiştir, diye kaydedilip vakfiyetiyle hükmedilen bir vakfın zamanın
uzamasıyla şâhidleri ölüp hâkimlerin elinde bulunan vakıf kütüğünde de kaydı
kalmayıp vakfedenin çocukları o vakfın iptalini isteseler, Ebussûud Efendi
Marûzat'ında: "Hâkimler böyle bir dâvayı dinlemekten men olunmuşlardır." diye
zikretmiştir.
= Ölüm hastalığında
yapılan vakıflar =
Bir kimsenin ölüm
hastalığında yaptığı vakfı ölüm hastalığında yaptığı hibesi gibi olup malının
üçte birinden muteberdir. Hibede teslim etmek şart olduğu gibi bunda da
mütevelliye vakfı teslim etmek şarttır. Eğer vakıf, terekenin üçte birinden
çıkar veya varisi hepsine izin verirse, vakfın hepsi sahih olur. Vârisi izin
vermezse, terekenin üçte birinden ziyade olan mikdarın bir kısmına izin verilse,
o kısmın vakfı da câiz olur.
Fakir bir kimse
rehin verdiği malını veya borcu bütün malını kaplayan hasta bir kimse bir malını
vakfetse, vakfı bâtıl olur. Ama hasta olmayan borçlunun vakfı böyle değildir.
Hasta olmayan borçlu bir kimse tasarruftan men edilmeden önce vakfı kendi
nefsine yapıp vakfın gelirinden borcunun ödenmesini şart kılsın veya kılmasın
vakfı sahih olur. Vakfın gelirinden kendisine kifayet miktarı verilir, geri
kalandan borcu ödenir. Vakfı kendi nefsi için değil de başkasına yapsa, vakfın
geliri yalnız o kimseye aid olur. Fetâvây-ı İbn-i Nüceym.
Şârih der ki; bu
mesele, "hastanın borcu bütün malını kaplarsa" diye kayıdlanmıştır. Çünkü
hastanın borcu bütün malını kaplamazsa borcundan sonra -varisi olup vakfa izin
vermezse- geri kalan malının üçte birinden, vârisi olup izin verir veya vârisi
olmazsa, malının hepsinden vakfı câiz olur.
Borcun bütün malı
kaplaması suretinde hâkim vakfı iptal edip vakıf araziyi sattıktan sonra mal
ortaya çıksa satış bozulmaz, o mal ile satılanın yerine arazi satın alınır. Bu
bahsin tamamı İs'âf'ın Hastanın Vakfı bâbındadır.
Vehbâniyye'de
zikredilmiştir ki; bir kimse rehin verdiği bir akarını vakfettikten sonra onu
rehinden çıkarsa, vakfı câiz olur. Eğer vakfeden borcunu ödeyecek kadar başka
mal bırakmış olursa, o maldan borcu ödenir, vakıf akar rehinden kurtarılır,
vakıf bozulmaz. Eğer borcunu ödeyecek başka mal bırakmamış ise, ya vakıf iptal
edilip borç için satılır veya iptal edilmeyip vakfın gelirinden ödeninceye kadar
borç tecil edilir.
Şârih der ki;
Ebussûud Efendiye "Bir kimse borçtan kaçmak için malını çocuklarına vakfetse,
sahih olur mu?" diye sorulmuş, o da: "Vakıf sahih ve lâzım olmaz, sultan
tarafından hâkimler borcun miktarı kadar vakfın sıhatıyle hükümden ve tescilden
men edilmişlerdir." diye cevap vermiştir. Marûzat.
Vakıflar üç
kısımdır :
a) Yalnız fakirlere
yapılan vakıflar.
b) Önce zenginlere,
sonra fakirlere yapılan vakıflar.
c) Fakirler ile
zenginlere müsavî olarak yapılan vakıflar.
Ribatlar, hanlar,
mezarlıklar, çeşmeler, kuyular, sarnışlar, köprüler, mescidler, değirmenler,
leğenler gibi vakıflardan fakirler de, zenginler de istifade ederler. Çünkü her
iki zümrenin de bunlara ihtiyacı vardır. Fakat hastahanlere vakfedilen ilaçlar
âmmeye vakfedilmiş olmadıkça zenginler önce istifade edemezler; âmmeye
vakfedilmiş olursa, fakirlere tebaan zenginler de ondan istifade edebilirler.
Vakfedilirken zenginlerin de istifade etmeleri şart kılınmış olursa zaten
istifade ederler. Kınye.
F Ü R Û: Bir kimse
"şu mülküm gerçekten vakıfdır, onu elimden çıkardım" diye ikrar edip halbuki o
kimsenin vârisi o mülkün vakıf olmadığını bilse, bu nevi vakıf câizdir.
Vârisinin "o mülk vakıf değildir" diye dâvâ etmesi hâkim tarafından kabul
edilmez. Dürer.
= Mürtedin vakfı
beyânında =
Vehbâniyye de
zikredilmiştir ki; - Allah-ü Teâlâ'ya sığınırız - mürted olan kimsenin daha önce
yapmış olduğu vakıfları irtidadı sebebiyle bâtıl olur. Bir kimsenin mürted iken
yapmış olduğu vakfı makbul ve mu'teber değildir.
İ Z A H
Ebussûud Efendi:
"Kendisinde hâkimin hükmü ve şer'i tescil bulunmayan bir vakfın bir kısmı
hâkimin emriyle satılsa, satılan kısmın vakfiyeti bâtıl olup satış sahih olur,
satılmayan kısmı vakıf olarak kalır." demiştir.
Tescil-i vakıf: Bir
vakfın lüzumuna selâhiyetli bir hâkimin şer'i şerife uygun olarak hükmetmesidir.
Hâkimin verdiği hüküm yanında bulunan dip deftere (kütüğe) yazıldığı için
"verilen hükme" tescil denilmiştir.
Kınye'de
zikredilmiştir ki; tescil edilmemiş bir vakfın satılmasına bir hâkim hüküm verse
bîle satış bâtıl olur. AIIame Kâsım bununla fetva vermiştir. Kâriü'l-Hidâye'nin
"Henüz vakfına hüküm verilmemiş bir vakfın satılmasına verilen hüküm sahihdir."
diye vermiş olduğu fetvaya "vakfın satılmasına hüküm veren hâkîmîn müctehid
olduğuna" veya "ondan sehiv olduğuna" hamlolunur.
TENBİH: Vakıf bîr
malın satışı fâsid değil bâtıldır. Makdisi Şerhinde zikredilmiştir ki; vakıf bîr
malın satışı bâtıl mı yoksa fâsid mi? Bunda ihtilâf vardır. Sahih olan kavle
göre bâtıldır.
Haniyye'de
zikredilmiştir ki, yapılan vakıf üç kısımdır: Sıhhat halinde yapılan vakıf, ölüm
hastalığında yapılan vakıf, ölümden sonraya nisbet edilen
vakıf.
Sıhhat halinde
vakfedilen bir malın mülkden çıkarılıp mütevelliye teslim edilmesi şarttır.
Nitekim hibe edilen bir malın teslim edilmesi şart olduğu
gibi.
Ölümden sonraya
nisbet edilen bir vakfın mülkten çıkarılıp mütevelliye teslim edilmesi şart
değildir. Çünkü bu şekilde yapılan bir vakıf vasiyet
hükmündedir.
Ölüm hastalığında
yapılan bir vakıf, ölüm hastalığında yapılan bir hibe gibi her ne kadar
terekenin üçte birinden mu'teber ise de mülkden çıkarılıp mütevelliye teslim
edilmesi şarttır.
Tahâvi: "Ölüm
hastalığında yapılan bir vakıf, ölümden sonraya nisbet edilen vakıf gibi lâzım
olur." diye zikretmiştir.
Serahsi: "Sahih
olan kavle göre, ölüm hastalığında yapılan bir vakıf sıhhat halinde yapılan
vakıf gibidir. İmam-ı Azam'a göre, bu vakıf lâzım olmayıp kendisine miras
olunur. Ancak vakfeden kimse "şu malım hayatımda ve ölümümden sonra vakıfdır"
deyip bundan dönmeden ölse, bu vakıf hayatında nezir, ölümünde de vasiyet
hükmünde olup bundan dolayı terekesinin üçte birinden muteber olmak üzere lâzım
olur." demiştir.
Bir kimse rehin
vermiş olduğu bir malını vakfetse bakılır; Eğer zengin ise hakim ona borcunu
ödeyip vakfı rehinden kurtarması için cebreder. Eğer fakir ise hâkim vakfı iptal
edip borcu için satar. O kimse ölse yine bakılır: Eğer borcunu ödeyecek başka
malı bulunursa, borcu ödenerek vakıf rehinden kurtarılır. Eğer başka malı
bulunmazsa vakıf bâtıl olur ve borcu için satılır. Fetih.
Fevakih-i
Bedriyye'de: "Terekeden ziyade olan borç, ölüm hastalığında yapılan vakfa, köle
âzâdına, vasiyete ve hibeye mâni olur. Ancak alacaklılar bunlara izin verirlerse
mâni olmaz. Kezâ: Alacaklılar izin vermedikçe terekenin vârislerin mülküne
intikal etmesine ve vârislerin terekede tasarruflarına da mâni olur." diye
yazılıdır. Hasta olmayan, malından çok borcu bulunan bir kimsenin vakfı - her ne
kadar bununla alacaklılarını oyalamayı kasdetse bile - sahih olur.
Zahire.
Fetih'de
zikredilmiştir ki; "Tasarruftan men edilmeden önce vakfetmiş ise, vakfı lâzım
olup alacaklıları vakfı bozamazlar. Çünkü onların hakları borçlu sıhhatta iken
mülkünün aynına taallûk etmez. Eğer tasarruftan men edildikten sonra vakfederse
sahih olmaz. Çünkü diğer teberrularda şart olan vakıfta da şarttır. Tasarruftan
men edilen borçlu önce kendi nefsine, kendisi öldükten sonra da müebbeden
kesilmeyecek bir cihete vakfetse, İmam Ebû Yusuf'tan sahih olan kavle göre câiz
olur. Eğer böyle bir vakfın sahih olduğuna dair bir hâkim tarafından hüküm
verilirse, ittifakla câiz olur. Borcundan dolayı tasarruftan men edilen bir
kimsenin vakfının sahih olmaması İmameyn'in kavlidir. Çünkü sefihin (malını boş
ve faidesiz yere harcayan kimsenin) tasarruftan men edilmesinin sahih olması
İmameyn'in kavlidir. İmam-ı Azam'a göre, sefih ve borçlu olan kimselerin
tasarruftan men edilmeleri câiz olmadığından vakıfları sahihtir. Bundan dolayı
bazı hâkimler tasarruftan men edilen borçlunun vakfının sahih olduğuna dair
hüküm vermişlerdir. Çünkü hâkim tarafından bir borçlunun tasarruftan men
edilmesine dair verilen hüküm, İmam-ı Azam ile İmameyn'in arasındaki ihtilâfı
kaldırmaz. Zira ihtilâf hükmün kendisindedir. Yani İmam-ı Azam'a göre, hâkim
tarafından bir borçlunun tasarruftan men edilmesine dair verilen hüküm
geçersizdir. Borçlu tasarruf hakkından men edilemez, böyle bir kimsenin
tasarrufu ve vakfı sahihtir. Fakat İmam-ı Azam'a göre vakıf lâzım olmaz. Vakfın
lüzumunu söyleyen İmam Ebû Yusuf ise tasarruftan men edilen kimsenin vakfının
sahih olduğunu söylemez. Buna göre tasarruftan men edilen kimsenin vakfının
lüzumuna hükmetmek, İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'un kavillerinden alınmıştır.
Enfau'l-Vesâil.