KİTABU'L HAVALE (HAVALE BAHSİ)
BİRİNCİ BÖLÜM
METİN
Havale
lügatta nakletmek demektir. Fıkıh ıstılahında ise, borcu, havale edenin zimmetinden havaleyi kabul edenin zimmetine nakletmekten ibarettir. Bu havale yapanın zimmetinden borcu düşürür mü, düşürmez mi? Doğru olan görüşün cevabına göre, düşürür.
Fetih.
Bu
babta borçlu olana ve borcunu başkasına havale edene muhil, alacağı başkasının zimmetine intikal edene muhtal, muhtalunleh, muhal muhalinleh, denir. Fetih'de beyan edildiğine göre
beşinci
olarakta
bu kimseye havil denir.
Havaleyi kabul edene, borcu başkasının zimmetinden kendi zimmetine aktarana muhtalunaleyh
veya muhalûnaleyh denir. Alacağı başkasının zimmetine aktarılanla borcu kendi zimmetine aktaran
arasında
kelime farkı sonlarına getirilen ek iledir. Bazan bu ek alacaklı olan kişiye ait olan
isimlerden
hazfedilebilir. Havale edilen borca muhalunbih denir.
Havalenin
sahih olmasının şartı, bunların
tümünün razı olmalarıdır. Bunda ihtilaf yoktur. Ancak
borcu
havale eden muhil dediğimiz kişi
de ihtilaf vardır. Benimsenen
görüşe göre onun rızası şart
olmamaktadır. Bu da Mevahib isimli eserden naklen Şurunbullaliye'de beyan edilmektedir.
İbn-i
Kemal der ki; «İmamı Kuduri onun rızasını da şart koşmuştur. Zira borcu kendi zimmetine
aktaran
kişinin daha sonra buna rücu edebilmesi için bu şarttır.»
Rivayet konusunda ihtilaf yoktur. Ancak Ekmel isimli fakih bu konuya daha da açıklık getirerek,
«Eğer
havale aktı muhil dediğimiz havale
edenden başlıyor ise rızası şarttır. Zira bu bir zarurettir.
Eğer
ondan başlamıyor ise şart değildir.» demiştir. Buradaki razı olmadan maksat havaleyi kabul
etmek
demektir. Çünkü havalenin yapıldığı mecliste kabul edilmesi, havale aktinin intikad
etmesinin
şartıdır. Bedai'den naklen Bahır'da bu şekilde zikredilmiştir. Ancak Dürer isimli eserde,
«Havalenin
intikadı için kabul şartı, ancak alacağı havale edilenin veya vekilinin kabulüdür.
Diğerlerinin
mecliste hazır olmaları şart değil, razı olmaları yeterlidir.» denilmiştir. Musannıf da bu
görüşü
benimsemiştir.
Havale
akti, miktarı bilinen borçlarda sahihtir. Ayin dediğimiz mücessem mallarda ise sahih
değildir.
Cevhere isimli eserde, «Hukukta da sahih değildir» denilmiştir. Buna göre harbe iştirak
eden
gazinin ganimetteki alacağını ve buradaki hakkını başkasına havale yoluyla devretmesi sahih
değildir.
Yine vakıfta belirli bir hissesi olan (alacaklı olan) kişinin hakkını vakıf nazırından almak
üzere
başkasına havale etmesi sahih olmamaktadır. Nehir.
Bu
son eserin müellifi iki yaprak
sonra, «Bunun mutlaka havale
dediğimiz havalede sahih olmadığı
acıktır.
bellidir. Ama mukayyet havalede ise durum değişiktir.» demektedir. Onu da Bahır sahibi
şöyle izah etmektedir: «Eğer vakıf malı, vakıf mütevellisinin
elinde ise, başkasnın elinde olan
emanet
mala havale yapıldığı gibi burda da havalenin yapılması sahihtir. Eğer elinde değilse, sahih
olmaz,
çünkü havale mutalebedir.» Buna göre
ganimette olan hakkın havale edilmesi de sahihtir.
Benim
bu konuda tereddütlerim vardır.
Borcu zimmetinden başka bir zimmete
havale eden kişi,
hem
borçtan ve hem de o borcun mutalebesinden beri olmuş olur. Bu da havalenin alacaklı
tarafından
havale meclisinde kabul etmesine bağlıdır.
İZAH
Havale
ve kefalet akidleri borçlu olan
kişinin zimmetindeki borcun tahsil edilmesi ile ilgili garanti
olması
bakımından birer iltizam akdidir. Ancak havale akdi, ilerde de geleceği gibi, şartlı olarak asil
borçlunun
ibrasını tazammun etmesi bakımından kefaletten farklıdır. Buna göre havale akdi
mürekkep,
kefalet akdi müfret mesabesindedir. Onun içinde kefalet akdi öne alınmış, havale daha
sonraya
bırakılmıştır. Nehir.
«Havale
lugatta nakletmek demektir ilh...» Bu borcun veya belirli mücessem bir aynın nakli de
olabilir.
Muğrip isimli lugat kitabına göre havalenin terkibi zail olmaya ve nakletmeye delalet eder.
Tahvil
de bu kabildendir. Çünkü tahvil bir şeyi bir yerden diğer bir yere nakletmektir. Fetih.
«Fıkıh
ıstılahında ise borcun naklinden ibarettir ilh...» Yani hem borcu, hem de bunun gereği
mutalebeyi
birlikte muhilden muhalialeyhe nakletmektir. Diğer bir rivayete göre yalnız mutalebeyi
nakletmeden
ibarettir. İmamı Zeylai birinci görüşü Ebu Yusuf'a, ikincisini de İmam Muhammed'e
nisbet
etmiştir.
Birinci
görüşün delili icma ile kabul edilen şu husustur: Alacaklı, borcu zimmetine alan
muhalualeyh
dediğimiz kişiyi borçtan ibra etse veya borcu ona hibe etse sahih, muhil dediğimiz
havale
edeni ibra etse veya ona hibe etse sahih değildir. Mecma isimli eserde İmam Muhammedin
ikinci
şıkka katılmadığı hikaye
edilmektedir.
İkinci
görüşün, yani yalnız mutalebeyi
nakilden ibarettir diyen diğer görüşün delili de yine icma ile
kabul
edilen şu
husustur:
Esas
borçlu, yani zimmetinden borcu başkasının zimmetine havale eden kişi, havaleyi kabul eden o
borcu
henüz ödemeden, alacaklıya ödeyecek olursa teberru yapmış olmaz
ve alacaklı da bunu
kabule
mecburdur. Ve yine alacaklı borcu üzerine olan kişiyi havale borcundan ibra etse onun
ibrayı
kabul etmemesi ile ibra geri çevrilmiş olmaz. Ama borcu ona hibe
edecek olur o da kabul
etmeyecek
olursa bu hibe akdi geri çevrilmiş
olur. Bu da aynen kefalet babında
alacaklının kefili
ibra
etmesi veya ona borcu hibe etmesi durumuna benzemektedir. Eğer borç havale edenin
zimmetinden
havaleyi alan kişinin zimmetine
tamamen intikal etmiş
olsaydı, ibra hükmü ile hibenin
hükmü
değişmemesi gerekirdi. Ayrıca alacaklı, borcu zimmetine alan kişiyi ibra ettiği taktirde,
borcu
havale edene o kimsenin rücu hakkı olmazdı. Hatta bu isteğe binaende olsa böyledir. Aynen
kefalette
olduğu gibi. Ama ibra etmez, borcu ona
hibe edecek olursa, havale
edenin kendisinde bir
alacağı
yok ise, hibeyi kabul etmesi nedeniyle havale edene rücu hakkı sabit olur. Meselenin
devamı
ve tamamı Bahır isimli eserde
mevcuttur.
Bundan
da anlaşılan yukardaki iki görüşün bu meselelerde ittifak halinde olduğudur. İbni Nüceym
Bahır
isimli eserinde iki görüşün ittifakını belirten şu aşağıdaki meseleleri de zikretmiştir: Mesela
havaleyi kabul eden kişinin iflas etmesiyle borcun tekrar havale
edene dönmesi, havale eden kişi
borcu
ödemek istese alacaklının ondan bunu kabule mecbur edilmesi, ölümünden sonra alacaklı
borcu
kabzetmemiş ise borcun havale edenin alacakları arasında teslim edilmesi, havale edilen
kişinin
esas olacaklı tarafından ibra edilip kabul edilmediği taktirde ibranın sahih olmaması,
alacaklı olan kişinin borcu havale edeni havale edilen kişiden borcu kabzetmek üzere vekil tayin
etmesinin
sahih olmaması, alacaklı olan kişinin havaleyi kabul edene borcu hibe etmesi halinde
havale
edene rücu hakkının sabit olması, fesih ile havalenin fesh olması. müşteri borcunu satıcıya
ödemeyip
başka birine havale etmesi halinde
dahi satıcının sattığı malı hapsetme hakkının
düşmemesi
ve alacaklı kişinin borcu havale eden kişiye ait bir malı rehin alması ve havale
yapılmasına rağmen bu rehinde hapis hakkının devam etmesi. Bütün bunlar iki
görüşün birleştiği
meseleler olmaktadır.
Yalnız
şu meselede havale eden satıcı olur, havaleyi müşteriye yaparsa veya malı rehin alan rehin
bırakana
havale yapacak olursa, bu durumda satılan malın ve rehin bırakılan malın hapsedilmesi
caiz
olmaz. Çünkü mutalebe hakkı düşmüş bulunmaktadır.
Bütün
bu meseleler, havalenin borcu
nakletmek olduğuna ters düşüyor.
Ancak şu denebilir. Havale
bazı
hükümlerde havaleyi kabul edenin iflasına kadar borcun tecili ve o zamana kadar yalnız
mutalebenin
nakli olur. Diğer bazı hükümlerde ise borcun nakliyle beraber ibra olarak kabul edilir.
Bu
da borcun bir zimmetten diğer bir
zimmete nakli sayılır. Meselelerin delilleri Bahır isimli eserde
zikredilmiştir. Fetava-i Hamidiye isimli eserde Karüûl Hidayeye ait fetva kitabından nakledilen bir
kavle
göre, alacaklı bir başkasını kendisine borçlu olan birine havale etse ve bu borcun kefili de
olsa
borçlu olan kişi havale edenin borcundan beri olduğu gibi kefilde beri olmuş olur. Dolayısıyla
havaleyi kabul eden esas alacaklı borcu borçludan alır, kefilden alamaz. Çünkü kefil onun için bir
şeyi
zamin olmamıştır, ancak şu kadar var ki onun bu beraeti belirli bir süreye kadardır, yani şartlı
beraettir.
Yine malı rehin alan kişi, alacağını olmak üzere malı rehin bırakan kişiye bir başkasını
havale
etse, rehini elinde tutma ve hapsetme
hakkı sona erer ve havaleyi kabul eden yeni alacaklıya
bu
rehin intikal etmez.
Bu
meselede rehini alan kişi bizzat havaleyi yapan kişidir. Yukardakinde ise esas alacaklı olan
kişidir.
Bununla da iki mesele arasındaki fark ortaya çıkmış olur. Bezzaziye isimli eserde kefalet
meselesinde kefil, alacaklıyı başka birine havale etse, alacaklının da bu havaleyi kabul etmesiyle
hem
kefil hem de esas borçlu olan asil ibra edilmiş olurlar. Ancak burada bir istisna var, o da,
alacaklı olan kişi havale yapılırken yalnız kefilin beraetini şart koşarsa bu durumda yalnız kefil ibra
edilmiş
olur, esas borçlu ibra edilmiş olmaz.
«Alacaklı olana ve muhtal ve muhtalunileh denir
ilh...» Yani fıkıh ıstılahında bu kimseye alacaklı
dendiği
gibi muhtal yani lehine havale yapılan ve yine aynı manya gelen muhtalı-leyh, muhal ve
muhalûleh
denir. Dürer. Ancak lugat kitaplarında bunun hilafına rastlanmaktadır. Bunun için de
Miraç
isimli eserde, «Fukahanın alacaklı olan kişiye muhtal yerine muhtaiulleyh demeleri lâgıvdır.
Çünkü
bu eke ihtiyaç yoktur.»
denilmektedir. Fetih isimli eserde ise bu anlamda bazı eklerle mesele
açıklanmıştır.
Ben
derim ki: Fukahanın bu tür
ifadelerini. düzeltme mümkündür. Şöyleki, havale lugatta mutlak
olarak
nakil manasınadır. Nitekim yukarda lugatla ilgili meseleler nakledilirken söylendi. Buna göre
borçlu
olan kişi alacaklıyı kendisinden uzaklaştırıyor ve kendisinin alacaklı olduğu başka bir
borçluya onu havale ediyor. Istılahta ise
mutlak manada bir nakil değil, borcun nakledilmesinden
ibarettir.
Buda genel olan lugat manadan bir bölüm niteliği arzetmektedir. Buna göre birinci görüş
göre
yalnız muhtal denebilir. İkinci görüşe göre ancak muhtalûnleyh denebilir. Çünkü havale
eden
demek
borcu nakleden demektir. Muhalunaleyh demek, borç zimmetine
nakledilen kişi demektir.
Borç
nakledilen şey olduğuna göre,
alacaklıya yalnız muhaluleyh denir.
Yani borç kendi lehine
havale
edilmiş kişi anlamınadır. Eğer leh eki olmadan yalnız muhal denseydi
nakledilmiş şey
manasına
geleceğinden sahih olmazdı. Çünkü nakledilen yalnız borçtur. Luğatla
ilgili bu bölümde
bu
kadarla iktifa edeceğiz. Zira ıstılahları öğrenme bakımından bu kadarı yeterlidir.
«Havalenin
sahih olmasının şartı ilh...» Nehir'de şöyle denmiştir: Havale edenle ilgili olarak
havalenin
sahih olmasının şartı akıldır. Dolayısıyla deli olanın havalesi, henüz meseleyi idrak
edemeyen,
mümeyyiz olmayan çocuğun havalesi
de sahih olmaz. Onun için ikinci şart rızadır. İkrah
edilen
kişinin havalesi de sahih değildir. Baliğ olmaya gelince bu sıhhatinin şartı değil nefazının
şartıdır.
Çünkü akıl olup baliğ olmayan
mümeyyiz çocuğun havalesi velisinin
icazetine mütevakkıf
olarak
sahihtir. Hürriyet şartlardan
değildir. Çünkü mutlak olarak
kölenin havalesi sahihtir. Ancak
kendisine
ticaretle izin verilen mezun dediğimiz kölenin havalesinde borç hemen talep edilir. İzin
verilmemiş
mahcur kölede ise talep, azad edilmesinden sonraya ertelenir. Sıhhatli olma şartı da
yoktur.
Çünkü hasta olan kişiden havale
sahihtir. Alacaklı olan ve lehinde havale yapılan kişi
hakkında
ise bu şartlar akıl ve rıza şartlarıdır. Hür ve baliğ olma şartı bunda da nefazının şartıdır.
Küçük
ve mümeyyiz olan çocuğun alacağının başka birine havale edilmesi onunda bu havaleyi
kabul
etmesi velisinin icazetine mütevakkıf olduğu gibi havaleyi üstlenen ikinci borçlunun
birincisinden
daha zengin borcu ödeyebilir durumda
olması şartına da bağlıdır. Yetimin malıyla
ilgili
olarak borçlusunun havale kabul
etmesi de aynen buna benzemektedir.
Havalenin sahih
olmasının
şartlarından biride meclistir.
Haniye'de bu konuda şöyle denmektedir: «Burada şart olan yalnız alacağı havale edilen
kişinin
mecliste
bulunmasıdır. Bulunmadığı taktirde onun lehinde yapılan o havale sahih
olmaz. Ancak bu
durumda
onun yerine havaleyi kabul edecek
başka bir kişi yani vekili (naibi) varsa o zaman sahih
olur.
Havaleyi kabul eden, yani borcu yeniden üstlenen kişinin
mecliste olmaması havalenin sahih
olmasına
mani teşkil etmez. Buna göre kendisine havale yapıldığını duysa ve kabul etse sahihtir.
Bezzaziye'de
bu açıkça ifade edilmiştir. Tabiki bu kabulde rızanın olması muhakkaktır. Çünkü
kabule
zorlanan kişinin kabulü sahih olmayacağından havalede sahih
olmaz. Havalenin sahih
olmasının
şartlarından biri de havale edilen nesnenin ödenmesi lazım gelen bir borç olmasıdır.
Kefalette
olduğu gibi burada da kitabet
bedeli olan borçta havale sahih olmaz.»
«Hepsinin
rızası şarttır ilh...» Havale edenin rızası şarttır. Çünkü kişiliği olan insanlar borçlarının
başkaları tarafından üstlenilmesine tahammül etmezler, rıza göstermezler. Onun için açıktan razı
olması
şart
koşulmuştur.
Alacağı
olan kişinin de rızası şarttır. Çünkü bu havalede ona ait bir
hakkın bir zimmetten diğer bir
zimmete
intikali sözkonusudur. Zimmetler değişiktir. Onun için onun rızası da şart koşulmuştur.
Borcu
üstlenen havaleyi kabul eden üçüncü kişinin rızası da şarttır. Zira havale borç ile bir kimseyi
ilzam
etmektir. Kendisi böyle bir borcu
iltizam etmediği taktirde borçla
ilzam etmek mümkün
değildir.
İltizam etmesi de rızasına bağlıdır. Dürer.
Ben
derim ki: Sayıhani, Bahır isimli
eserin lukata bahsinden naklettiğine göre, karının kocasının
olmadığı
bir anda mahkemenin kararı ile nafakası hakkında borç alması caiz ve aldığı bu borcu
kocasına havale etmesi sahihtir. Velevki kocanın böyle bir havaleye rızası olmasın. Çünkü
mahkemenin
kararı ile bu borç kadın lehine koca aleyhine yapılmış bir borçtur. Havale yapıldığı
taktirde
kocanın rızası olmasa da sahih kabul edilmiştir.
«Benimsenen
kavle göre havale edenin rızası, havalenin sıhhati içîn şart değildir ilh...» Bu rivayet,
Ziyadat isimli eserin rivayetidir. Orada bu konuda şöyle denmektedir: «Çünkü havaleyi kabul eden,
borcu
üstlenen kişinin borcu üstlenmesi kendisi ile ilgili ve kendi hakkında yapmış olduğu bu
tasarruftur.
Bu tasarrufun havale eden kişinin
zararına olmadığı aşikardır. Hatta böyle bir durumda
onun
menfaati söz konusudur. Çünkü havaleyi kabul eden kişi isteğe binaen kabul etmemiş,
kendiliğinden
kabul etmiş ise, ilerde havale edene rucu hakkı sabit olmaz.» Dürer.
«Rucu
hakkının sabit olması için Kuduri şort koşmuştur ilh...» Yani borcu havale yoluyla kabul
eden
kişinin ilerde havale edene rucu edebilmesi için havale edenin böyle bir havaleyi kabul
etmesi,
buna rıza göstermesi şarttır. Ayrıca Onun rızasının ikinci bir faydası da havaleyi kabul eden
kişide
alacağı var ise bu alacağının düşmesi için onun havaleyi kabul etmesi şarttır. Çünkü borcu
üstlenen
ödeyen kişinin menfaati de bunu gerektirir. Zeylai.
Havale
edenin rızası bulunmazsa, borcu
üstlenip ödeyen kişinin ne rucu
hakkı, ne de zimmetinde
havale
edene karşı olan borcun düşmesi mümkün olmaz. Bu da Ziyadat'tan yapılan rivayetin
hamledildiği
noktadır.
«Ancak Ekmel isimlî fakihin belirttiğine göre ilh...» Bu fakih İnaye isimli Hidaye üzerine yazmış
olduğu
şerhinde Ziyadat'tan yapılan
rivayet ile Kuduri'den yapılan
rivayetler arasında başka bir telif
şeklidir. Buna yukarda zikredilen birinci te'lif suretini de eklemek gerekir.
«Eğer
havale akdinin kaynağı havale edense onun rızası zaruri olarak şarttır ilh...» Çünkü havale
onun
tarafından yapılmakta, bu da ihtiyari bir fiil olduğundan iradesi dışında rızası olmadan
meydana gelebileceği tasavvur edilememektedir. Bu da Kudurinin rivayetinin hamledildiği
husustur.
Ancak havaleye başlangıç borcu
yeniden üstlenen havaleyi kabul
eden kişiden geliyor
ise,
bu da borcu kabullenmek havaleyi kabul etmek olduğundan ancak onun irade ve rızasına
mütevakkıftır.
Havale eden kişinin rızası ve iradesi
burada sözkonusu olmaz. Bu da Ziyadat isimli
eserden
nakledilen rivayetin delili
olmaktadır. İnaye.
Yalnız
burada dikkate değer bir husus vardır. O da ikinci görüşe göre havaleyi kabul eden kişinin
ödediği
miktarı almak üzere havale edene rucu hakkı sabit olmaz. Havale eden kişinin havaleyi
kabul
eden kişi zimmetinde alacağı da olsa durum aynıdır. Yani borcu ödenmiş
sayılmaz. Borcunun
ödenmiş
sayılabilmesi için havale edenin
rızası şarttır. Mesele de bu suretle birinci tevile irca
edilmiş
olur.
«Rızadan
maksat kabuldür ilh...» Yani akdin iki rüknünden biri olan kabuldür. Onun da aynı
mecliste
olması şarttır. Çünkü akdin bir bölümü olan kabulün o mecliste olmayan kişinin kabulüne
tevakkuf
etmesi sahih değildir, akdin rüknü olmayan rıza ise bunun
hilafınadır.
«Çünkü
havalenin kabul edilmesi ilh...» Bahır isimli eserde ilk olarak havalenin şartlarından havale
meclisi
zikredilmiş ve Orada şöyle denmiştir: «Havalenin kabul edilmesi ve bu kabulün mecliste
olması
Ebu Hanife ile İmam-ı Muhammed'e göre havale akdinin itikadının şartlarındandır. Ebu
Yusuf'a
göre ise bu nefazının şartıdır. Buna
göre eğer alacaklı olan ve alacağı başkasına havale
edilen
mecliste bulunmasa ve daha sonra havale haberi kendisine iletilse ve bunu da kabullense ve
icazet
verse, Ebu Hanife ve İmam-ı
Muhammed'e göre havale akdi inikad
etmiş olmaz. Ebu Yusuf'a
göre
inikat etmiş olur. Sahih olan görüşte iki imamın görüşüdür.»
Burada
ise, «Rızadan maksat icabın yapıldığı mecliste kabuldür.» demekte, delil olarak ta yukarda
söylediklerimiz beyan edilmektedir. Ki o da havalenin
alacaklı tarafından mecliste kabul edilmesi
inikadının
şartıdır. Bu şart Bedai isimli eserde açıkça belirtilmiştir. Bahır'da ilk olarak zikrettiği kavil
Bedai'in
ifadesidir.
«Ancak Dürer ve diğer eserlerde ilh...» Mesela Haniye, Bezzaziye, Hulasa gibi eserlerde de aynı
hüküm
benimsenmektedir. Hatta bu konuda
Haniye'nin ibaresi aynen şu şekilde nakledilmiştir.
«Havale,
lehinde havale edilenin ve aleyhinde havale yapılıp borcu kabul edenin kabullerine
dayanır. Havale lehinde yapılan kişinin
havale meclisinde olmaması halinde Ebu Hanife ile İmam-ı
Muhammed'e
göre havale sahih olmaz. Aynen kefalet bahsinde söylediğimiz gibi, bunun bir
istisnası
vardır: Lehinde havale yapılan kişi havale meclisinde olmaz oma onun adına biri kabul
edecek
olursa o zaman havale sahih olur. Havaleyi kabul eden ve
borcu üstlenen kişinin havalenin
sahih
olması için havale meclisinde hazır bulunması şart değildir. Durum böyle olunca bir kimse
borcunu
mecliste olmayan başka biri üzerine
havale etse, lehinde havale yapılan kabul etse ve
üzerine
havale yapılan durumdan haberdar olup kabul
etse havale sahihtir».
«Onların
kabulüne dayanır» cümlesindeki kabulden maksat, mecliste şart olan kabulden daha
genel
olan rıza olsa gerektir. Çünkü ifadenin sonundaki karinelerde bu şekilde anlamamıza
yardımcı
olmaktadır. Yalnız burada havale
edenin rızasına temas edilmedi. Bu da Ziyadattan yapılan
rivayete göre şart değildir sözüne binaen olsa gerektir. Müellifin yukarda bahsettiklerini
özetleyecek
olursak, havalede şart, lehine
,havale yapılanın mecliste kabulü,
gaipte olsa havaleyi
kabul
eden kişinin rızasıdır. Bu da Nehirde yapılan özetlemenin
ta kendisidir. «Lehinde havale
yapılan
kişinin mecliste bulunması şart değildir» sözü ancak Ebu Yusuf'a göredir. Ona göre
havaleyi kabul eden kişide olduğu gibi rızası yeterlidir. Havaleyi kabul eden, borcu üstlenen kişinin
havale
meclisinde bulunması şart değildir. Bu konuda hiçbir ihtilafta yoktur. Bu ifadelerden de
anlaşıldığı
gibi Dürerdeki ve diğer eserlerdeki ifadeleri sahih olmayan Ebu Yusuf'un kavline
hamletmekle iki görüş arasında telif mümkün olmamakta, bunun içinde adı geçen eserlerdeki
hususların
sahih olan Ebu hanife ile İmam-ı Muhammed'in görüşüne hamledilmeleri gerekir. Bu da
gösteriyor ki genel manada rızanın şart koşulmasına hiçbir ihtilaf yoktur. İhtilaf ancak lehine havale
yapılan
kişinin mecliste kabulünün şart olup olmadığı konusuna inhisar etmektedir. Bu da müellifin
«ihtilafsız
tümünün rızası şarttır» sözüne
ters düşmez. Her ne kadar Azmiye isimli eserde böyle
olmadığı
söylenmiş ise de.
«Veya
onun yerine kaim olan birisi tarafından kabul edilipte ilh...» Bu kabul eden fuzuli de olsa,
yani
daha önceden vekil tayin edilmeyen, kendiliğinden alacaklı adına kabul eden kişi de olsa,
hüküm
aynıdır. Hatta Dürer de «fuzuli» ifadesini kullanmıştır. Fethü'l-Kadir de bu konu açıklanırken,
«Fuzuli'nin
yapmış olduğu kabulün muteber sayılabilmesi için kendisine iletildiği zaman alacaklı
olan
kişinin icazetine bağlıdır.» denilmiştir.
«Diğer
ikisinin rızası yeterlidir
ilh...» Bazı nüshalarda «diğerlerinin rızası yeterlidir» diye çoğul
sigasıyla
ifade edilmiştir. Buna göre bu
cemi sigasından birden fazlası kasdedilmiş, bu iki kişi de
olabilir
denmiştir. Şunu hatırlamakta yarar var: Havale yapan kişinin rızasının
şart olması,
Kuduri'nin
rivayetine göredir. Bu da kabul edilen görüşün hilafınadır. Zira burada en uygun olan
Dürer'in
metni olan Gurar isimli kitabın ibaresidir. Ki o da şöyledir: «Havale
akdinin yapıldığı
mecliste
alacaklı olan yani alacağı havale edilen kişinin bulunması ve kabulü şarttır. Onun adına
fuzuli
de kabul edebilir. Diğerlerinin havale meclisinde hazır olmaları şart değildir.»
Görüldüğü
gibi bu ifadede borcu havale eden ve
havaleyi kabul edip borcu üstlenen kişilerin
rızaları
şart koşulmamış, bu da her iki rivayete göre uygun sayılmıştır. Yine Dürer'de havaleyi yapan
birinci
borçlunun hazır olmasının şart olmadığı şu misalle açıklanmaktadır: «Bir kimse alacaklı olan
kişiye
«Senin falan oğlu falanda alacağın olan bin lirayı benim zimmetime
borç olarak naklet,
havale
yoluyla ben üstleneyim» dese, alacaklı olanda buna rıza gösterse, havale sahih olmakta,
ancak
ödediği taktirde bu kimsenin birinci borçluya verdiğini almak üzere
rucu hakkı sabit
olmamaktadır.»
Zimmetine
havale yapılan borcu ikinci olarak
üstlenen kişinin hazır olmasının şart olmadığına da şu
örnek
verilebilir: Borçlu alacaklıyı mecliste bulunmayan bir üçüncü şahsa havale etse, alacaklı
mecliste
bunu kabul etse, daha sonra üzerine borç havale edilen üçüncü kişiye bu haber iletildiği
zaman
o da kabul etse, havale sahihtir. Haniye. Birinci meselenin tasviri yapılırken mevcut olmayan
ve
havaleyi yapan muhil dediğimiz kişinin rızasına yer verilmedi. Ama ikinci meselenin tasvirinde
borcu
yeniden üstlenen muhtalialeyh dediğimiz kişinin mecliste olmaması halinde haber kendisine
iletildiğinde
rızası şartmış gibi bir ifade kullanıldı. Ve havaleyi kabul ederse ifadesi ile bunu açıkça
belirtmiş
oldu. Bu da yukarda belirtildiği
gibi fetva için benimsenen Ziyadat'ın rivayetine binaendir.
«Havale
borçta sahihtir ilh...» Bunun şartı
da alacaklıya ait borcun muhil dediğimiz borçlunun
zimmetinde
sabit olmasıdır. Aksi halde akid
havale akdi değil vekalet akdi
olur. Ama havaleyi kabul
eden,
borcu üstlenen kişinin havale yapan
kişiye borçlu olması şart değildir.
Bahır. Yine Muhit'ten
naklen
Bahır isimli eserde, «Borç zimmetine havale edilen kişi alacaklıyı bir başkasına havale etse
caizdir.
Birincisi beri olmuş olur, mal sonuncusundan alınır. Bu da kefalet bahsinde kefile kefil
olma
meselesine benzer.» denilmiştir.
Yukardaki
borç kelimesinin zımninde havale borcu olduğu gibi kefalet borcuda olabilir. Mesela
kefil,
alacaklıyı başkasına havale etse, ilerde beyan edileceği gibi caizdir. Bezzaziye'de bu konuda
şu
ifadeye yer verilmiştir: «Kefaletin caiz olduğu her borçta havalede caizdir. Hindiye isimli eserde
kefalet
caiz olmayan borçlarda havalede caiz
değildir denmektedir.»
«Havale
edilen borcun belli bir borç
olması şarttır ilh...» Buna göre zimmetinde miktarını bilmediği
bir
borcu başkasına havale etse ve.
«Senin için zimmette sabit olacak borcu falana havale ettim.»
dese,
havale sahih olmaz. Çünkü havale
edilen miktar meçhuldür. Ayrıca bu ifade ile havalede
sahih
olmamaktadır. Bezzaziye'den naklen
Bahır'da bu şekilde ifade edilmiştir.
«Ayın dediğimiz mücessem mallar da havale sahih değildir ilh...» Çünkü havalenin tazammun ettiği
nakil
şer'î bir nakildir. Bu da ayin dediğimiz mallarda
tasavvur edilememektedir. Çünkü mallardaki
nakil
bildiğimiz bir yerden bir yere elden o malın nakledilmesidir. Durum böyle olunca havalenin
nakil
manasını ihtiva etmesi zimmete vasıf
olarak sabit olan bir borcun nakledilmesi olduğu
kesinleşmiş olmaktadır. Fetîh. Şurumbulaliye'de, «Bu ifade
üzerine itiraz mahiyetinde şu
hususlar
ileri
sürülebilir: Mesela emanet olarak bırakılan paralarda havale sahihtir. Halbuki burada bir
borcun
nakli söz konusu değildir. Keza gasbolunmuş malda da havale sahihtir. Bu da gasıpta
bizatihi
gasbedilen malın aynen iadesi
vaciptir, kıymetini ödeme kurtuluştur, çaredir diyen görüşe
göredir.
Bu itirazları şu şekilde cevaplandırmak mümkündür: Emanet bırakılan mallardaki havale
aslında
vekalettir.»
denilmiştir.
Ben
derim ki: Aşağıdaki hususlar nazarı itibare alınacak olursa bu cevap pek uygun değildir.
Mesela
emanet mallarla kayıtlanan havale de muhil dediğimiz
havaleyi yapan, havaleyi kabul
edeni
sorumlu
tutamaz ve muhtalunaleyh dediğimiz havaleyi kabul edende havale ederse o malı veremez.
Bu
da «vekalet akdidir» sözüne ters
düşer. Çünkü vekalete uygun değildir.
Öyle ise yukardaki
itirazlara
doğru cevap, naklin burada da mevcut olduğunu kabul etmektir. Çünkü
borçlu olan
alacaklıyı kendisine emanet bırakılmış bir kişiye havale ettiğinde borç borçludan emaneti kabul
edene
intikal etmiş olur. Ve emanet elinde olan kişi borcu ödeme sorumluluğunu üstlenmiş sayılır.
Sanki
borç daha önceden onun zimmetinde sabitmiş gibi. Buna görede buradaki havale ayn
dediğimiz
belirli bir malda değil, borçta yapılmış bir havale
olmaktadır. Evet aynı havale etme
sayılır.
Eğer yanına emanet bırakılan, emaneti bırakanı başkasına o emanet konusunda havale
edecek
olursa bu, ayında havale olması
itibariyle sahih değildir.
«Buna
göre harbe iştirak eden gazinin ganimetteki hakkını havale etmesinin hükmü anlaşılmış olur
ilh...»
Yani harbe iştirak edip ganimet elde edildikten sonra, tevziinden önce gazi olan kişi
ganimetteki
hakkını almak üzere birini devlet başkanına veya ordu kumandanına havale etse
demektir.
Nehr'in ifadesine göre havale gazi tarafından devlet başkanına yapılmaktadır. Halbuki
bizim
burada bahsettiğimiz mesele bu değildir. Çünkü musannıfın izah etmeye çalıştığı husus,
kefalete
konu olan hususun beyanıdır. Bu da
borçtur, hak ve muayyen mal
değildir. Buna göre
harbe
iştirak eden gazi, mesela Zeyd isimli birinden borç alsa, daha sonra borcunu almak üzere
Zeydi devlet başkanına veya ordu kumandanına havale etse, bu havale sahih olur. Devlet
başkanının
borcu ödemesi ihraz edilmiş ganimetteki hakkından olması veya olmaması durumu
değiştirmez.
Çünkü havaleyi kabul eden kişinin
havale yapana karşı borçta veya herhangi bir malda
ona
karşı sorumlu olması şartı yoktur. Ayıca burada havale yapılan miktar belli ve sahih olan bir
borçtur.
Bunun da sahih olmadığını söylemek
için elde yeterli bir delilin olması
gerekir ki o da
mevcut
değildir.
Vakıfta
belirli bir hakkı olan kişinin yapmış olduğu havale dbmbnr
benzer. Şöyle ki, orada hakkı
olan
bir başkasından borç alsa, aldığını vakıf nazırına havale etse ve bu havale de vakıf
nazırının
elinde
olan malum bir miktarda olsun veya olmasın durum eşittir. Buna göre de havale hakta değil,
borçta
olmuş olmaktadır.
Eğer
İmam veya devlet başkanı olan kişi harbe iştirak eden gaziyi başka birine havale etse veya
vakıf
nazırı olan kişi vakıfta müstehak
olan kişiyi bir başkasına havale etse bu durumda hakkın
havalesi
olma ihtimali mevcuttur. Çünkü
harpte alınan ganimetin İslam
ülkesine aktarılması ile o
ganimete
hakkı olanların hakları pekişmiş, kesinleşmiş olur. Ancak, «O ganimetteki haklarına malik
olmaları,
taksim ile mümkündür. Ganimetin İslam ülkesine aktarılmasından sonra, taksiminden
önce,
gazi ölecek olursa, hakkı varisine intikal eder. Bu da taksimden önce mülkiyetin sabit
olduğunu
gösterir.» şeklindeki ifade, yukarıya itiraz mahiyetinde varit olmaz. Çünkü pekişmiş olan
haklar,
mesela rehindeki hapis hakkı, ayıplı maldaki iade hakkı gibi haklar, miras yoluyla varislerine
intikal
eder. Zayıf olan şufa' hakkı gibi haklar ise bunun hilafınadır. Varise intikal etmez.
Muhayyerlik şartı da zayıf olan şuf'a gibi intikal
etmeyen haklardandır. Aynı durum vakıftan elde
edilen
gelirlerde de söz konusudur. Mesela vakıfta hakkı olan kişinin nasibi ölümünden sonra
miras
yoluyla varislerine intikal eder. Ancak bu da şu şartlara bağlıdır: Ölümün, taksimden önce
olması
ve bunun zürriyet vakfında vakfın
gelirinin ortaya çıkmasından sonra veya vazifeli olan
kişinin
üzerine düşen vazifeyi yapmasından sonra ölümü halindedir. Bunun gereği ise böyle bir
havalenin
sahih olmamasıdır. Zira harbe iştirak eden gazi ve vakıfta nasibi olan kişinin ne devlet
başkanının
zimmetinde ve ne de vakıf nazırının
zimmetinde borçları bulunmamaktadır. Buna göre
durum
kendisine havale yapılan kişi. olacaklı olan kişiyi başka birine hakkını kabzetmek üzere onu
vekil
tayin etmesinden ibarettir. Vakıf nazırının vakıfta hissesi olan kişiyi vakfı kiralamış olan
müstecire
havale etmesi buna bir örnektir.
Hamidiye
isimli eserde fetva olarak verilen
bir mesele şöyle anlatılmaktadır: «Havale edilen kişi,
henüz
hakkını almadan önce vakıf
nazırı ölecek olur bir başka nazır tayin edilirse, ikinci nazırın onu
alması
caizdir.»
Biz
yukarda ganimet bahsinde bu konuyu anlatırken şöyle
demiştik: Vakfın geliri belirdikten sonra,
onda
hissesi olanların hakları gerçekleşmiş olduğundan varislerine ölümleri halinde intikal eder.
Ama
nazır onu kabzetmiş ise, o zaman özel bir şirket şeklinde hakları olan müstahiklara ait bir mülk
olması
gerekir. Ganimetteki durum bunun hilafınadır. Çünkü
ganimet, taksim edilmeden önce
ganimette
hakkı olanlar tarafından henüz malik olunmuş değildir. Hatta harbe iştirak edenlerden
biri,
ganimet kölelerinden birinde olan hissesini azad etse, şirketin genel olması itibariyle bu azad
etme
durumu gerçekleşmez. Ancak bölüklere
veya mangalara göre ganimet taksim edilir, belirli
kişilerin ortak olması gerçekleşirse, o zaman sahih olur demiştik.
Buna
göre de vakfın gailesi dediğimiz
gelir, vakıf nazırının elinde
emanet bir maldır. Müstahiklarının
mülküdür.
Nazırdan haklarını isteyebilirler.
Vermediği taktirde hapsini bile isterler. Eğer onu telef
etmiş
ise veya talep etmelerinden sonra vermeyip elinde helak
olmuş ise, ödemesi gerekir. Bu
durumda
nazır vakıfta hisseleri olan
müstahiklerin bir kısmını başka birine havale edecek olursa,
ayında (belirli bir malda) havale olması nedeni ile sahih olmaz.
Ama
nazır o malı telef etmiş veya kendi
özel malı ile karıştırmış ise, zimmetinde borç olduğu için
başkasına havale ettiği taktirde borcu havale etmiş olacağından bu tür havale sahihtir. Zira bu
durumda
ne ayında ve ne de hakta bir havale olmamış bizatihi borçta havale olmuş olur. Bütün
bunlarla
şu gerçek ortaya çıkar; buradaki havale ister mutlak bir şekilde havale olsun, ister
mukayyet bir şekilde havale olsun, harbe iştirak eden gazi veya vakıf nazırı havaleyi yapan olsun
veya kendi lehine havale edilen kişi olsun, buradaki havale hakla ilgili bir havale olmamakta, borçla
ilgili
havale olduğu kesin olarak belirmiş bulunmaktadır. Bu da şarihin yukarda Nehir'den
naklederek benimsediği ifadenin mutlak bir şekilde kabul edilen bir ifade olmadığını ortaya
çıkarmış olmaktadır.
«Bu
mutlak bir havalede belirgindir,
açıktır ilh...» Zira fukahanın açık ifadelerine göre mutlak havale
borçlarla
ilgilidir ve borçların bir zimmetten diğer bir zimmete nakledilmesiyle ilgilidir. Nehir.
Ben
derim ki: Bu mutlak bir havale de
olsa, bu havale borçla ilgili bir havaledir. Burada uygun olan
sahih
olmaması değil, sahih olmasıdır. Çünkü mutlak havalelerde, ilerde geleceği gibi, havaleyi
yapan
kişi zimmetine havale ettiği bir
kişiye belirli bir borçta veya ona ait evinde bulunan mal ile
ilgili
havale olarak kayıtlaması
gerekmez. Vakıfta nasibi bulunan kişinin borçlu olduğu kişinin
alacağına binaen vakıf nazırına havale etmesi mutlak bir havale olmakta, bunun da sahih
olduğunda
şüphe bulunmamaktadır.
«Sahih
olması gerekir ilh...» Yukarda beyan ettiğimiz gibi vakıf malı, vakıf mütevellisinin elinde
emanet
mal hükmündedir. Bu konuda havale
sahih olduğu taktirde, hakla ilgili bir havale niteliğine
bürünmemektedir.
Çünkü vakıfta hissesi olan müstahik, kendisinden alacaklı olan bir kişiyi
borcuna
karşılık başka birine havale etmiş olmakta, bu da borçla ilgili havale olduğu için sahih
kabul
edilmekte, ancak muhalûnaleyh dediğimiz buradaki
nazırın elinde bulunan bir mala yapılması
nedeniyle
mukayyet bir havale
olmaktadır.
«Bu
da elinde emanet bulunan birine
yapılan havale gibidir ilh...» Yani
elinde vakfın ürünü ve
gallesi
bulunan nazıra yapılan havale, yanında emanet para olan kişiye yapılan havaleye benzer. Bu
benzetmedeki
ortaklıkta hem nazırın ve hem de yanında emanet olan kişinin emin kişiler olmaları,
zimmetlerinde
borç bulunmamasıdır. Tahtavi.
«Çünkü
o mutalebeden ibarettir ilh...» Yani havale mutalebeyi gerektiren bir
akiddir. Nazırın eline
mal
ulaşmadığı taktirde, havale de
onunla kayıtlanacak olursa, nazırın böyle bir mutalebeye
muhatap
olması düşünülemez.
«Ancak belirli konularda tereddütlerîm vardır ilh...» Hamevi'nin ondan naklettiği ve benimsediği de
budur.
Fakat sahih olduğuna ganimet
bahsinde fukahanın zikrettikleri şu husus şahit olsa gerektir.
Ki,
ganimette hakkı kesinleşmesinden ötürü ölmesi halinde miras olarak varislerine intikal eder.
Yani
nazırın elinde olan mala havale
sahih olduğu gibi, kumandanın elinde olan ganimete havale de
sahihtir.
Bu ikisi arasında yapılan kıyasta ortak nokta, emanet bırakılan mala yapılan havalede de
aynen mevcut olmaktadır.
Tahtavi.
«Havale
sonucu havaleyi yapan kişi şartlı da olsa borçtan beri olur ilh...» Şartlı olan beraetten
maksat,
alacağını almak üzere başkasına havale eden kişi hakkını alamadığı taktirde, tekrar havale
edene
dönebilir. Böyle bir durum istisna edildiği takdirde havale yapanın zimmeti borçtan beri
olmuş
olur. Beri olmasının sonucu da havale yapan ölecek olursa, alacaklı olan kişi bunun
terekesinden borcunu alamaz. Yalnız vereseden kefil isteyebilir. Başka alacaklıları borçlarına
karşılık kendi aralarında taksim edecek olurlarsa, ilerde dönebileceği ihtimaline binaen onlardan
kefil
alması sahihtir. Şerhi Mecma.
Böyle bir beraetin gereği olarak müşterinin satıcıya ödeyeceği miktarla ilgili satıcıyı başka birine
havale
etse, satılan o malı henüz paramı almadım diye müşteriye karşı elinde
hapsetme hakkı
olmaması
gerekir. Yine rehin mal veren kişi rehin alana borcunu almak üzere başka birine havale
ettiği
taktirde, rehin alan kişinin o malı elinde hapsetme hakkı sona erer. Mecma.