05 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...İNNİN VE BAŞKALARI


İNNİN VE BAŞKALARI


METİN
Lügaten innîn cimaya kâdir olamayan kimsedir. Fi'îl vezninde mef'ul mânâsınadır. "Unun" şeklinde cem'lenir. Şer'an karısının fercine cimaya kâdir olamayan demektir ki, yaşlılık veya sihir gibi erkek tarafından bir mâniden ileri gelir. Ferci yapışık kadının muhayyerliği yoktur. Çünkü mâni ondan gelmektedir. Hâniyye. Kadın kocasını âleti ve yumurtalıkları kesik yahut sadece âleti kesik veya pek küçük düğme gibi bulursa, hürre bâliğa olup ferci yapışık ve boynuzlu olmamak, nikâhtan önce kocasının halini bilmemek, nikâhtan sonra da razı olmamak şartıyla hâkim kadının isteğiyle derhal aralarını ayırır. Velevki aleti kesilen koca küçük olsun. Çünkü te'cılde bir fayda yoktur. Ama âleti kısa olup fercin içine sokmak mümkün olmazsa kadının ayrılık istemeye hakkı yoktur. Bahır. Fakat bu söz götürür. Burada şöyle denilebilir: Aleti kesik kimse âleti kalkmayan gibidir. Bundan ancak iki mesele müstesnadır ki, onlar da te'cil ve çocuk doğması meseleleridir.
İZAH
Musannıf burada nikâha teallûku olan bir hastalığa tutulan kimsenin halini beyana başlıyor. İnnîn ve başkaları diyeceğine innîn ve benzerleri dese daha iyi olur ve karısı ile cimaya kadir olamayan âleti kesik, enen miş, büyülenmiş, geçkin ihtiyar ve şekkâz gibiler dahil olurdu. Şekkâz;
kadınla konuştuğunda cimaya başlamadan hemen menîsi gelen kimsedir. Kâmûs.
"Cima'a" Yani gerek karısı ile gerek başkasıyla cimaya kâdir olamayan demektir ki, bu mânâ innînin şer'î mânâsından eamdır.
"Karısının fercine cima'a kâdir olamayan" Yani âleti mevcud olup kalksın kalkmasın cima edemeyen demektir. Bu tarif dübürü hariç bırakır. Aleti dübüre girmekle bir adam innîn olmaktan kurtulamaz. Hanbelîlerden İbn-i Akîl buna muhâliftir. Mi'râc. Zira dübüre sokmak daha zor ise de bazen sihir sebebiyle ferce sokamaz. Kendi karısıyla cimaya kâdir olamayıp başkalarıyla cimaya kâdir olan yahut bâkireyle cima edemeyip bâkire olmayan kadınla cima eden dahi tariften hariçtir. Mi'râc'da şöyle denilmektedir: "Yalnız sünnet mikdarını sokabilen innîn sayılmaz. Sünnet mikdarı kesilmişse âletin kalan kısmını mutlaka sokmak gerekir." Bahır'da da: Âleti kesilmişse kesilen yer kadarıyla yetinmek gerekir. Zekeri kesilmişse hükmü ne olacağını görmedim. Ama mecbûb (âleti kesik) kelimesi mutlak olarak buna şâmildir. Ancak ulemanın kadın buna razıysa muhayyerliği yoktur, sözleri buna aykırıdır. Bunun iki benzeri vardır. Biri kiracının haneyi harap etmesi, ikincisi satıcının malı teslim etmeden itlafıdır." denilmektedir. Yani hane sahibi icareyi feshedemez. Mûşteri de verdiği parayı geri alamaz demek istemiştir.
"Veya sihir gibi..." Bahır sahibi diyor ki: "Kadına yakınlık edememek hususunda sihirli kimseinnîn gibidir. Çünkü kadın hakkında maksad hâsıl değildir. Zira bize göre sihrin vücudu ve tasavvuru haktır. Eseri de zâhir olur. Nitekim Muhît'ta belirtilmiştîr."
"Yahut sadece âleti kesik..." Nehir sahibi diyor ki: "Ulema bunu zik-retmemişlerdir. Ama zâhire bakılırsa bu hüküm verilir." Bunda şübhe yoktur.
"Erkek tarafından bîr mâniden" Kaydıyla kadın tarafından veya karı ile kocanın her ikisinden gelen bir mâni hariç kalmıştır. Nitekim gelecektir. T.
"Hürre bâliğa olursa" Kocasından ayrılmayı isteyebilir. Fakat cariye olursa muhayyerlik sahibîne aid olur. Nitekim metinde gelecektir. Kadın küçük ise mecbûb ve innînde bülûğa ermesi beklenir. Çünkü bu hallere razı olması ihtimali vardır. Akıl şart değildir. Deli kadının velîsinîn isteğiyle araları ayrılır. Yahut velî yerine hâkim birini nasbeder, ayrılmalarını o ister. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir. Kitabımızda da gelecektir.
"Ferci yapışık ve boynuzlu olmamak şartıyla" Demesi yapışık ve boynuzlunun muhayyerliği olmadığı içindir. Çünkü mâni kendilerindendir. Nitekim yukarıda geçti. Bir de böylelerin cimaya hakkı yoktur. Bahır'da Tatarhâhiyye'den naklen: "Karı-koca fercin yapışık olup olmadığında ihtilâf ederlerse hâkim onu kadınlara gösterir" denilmiştir.
"Kocasının halini bilmemek şartıyla" Demesi mezhebe göre bilirse muhayyerlik olmadığı içindir. Nitekim gelecektir. Kadın nikâhtan sonra buna razı olursa yine muhayyerliği yoktur.
"Kadının isteğiyle hâkim derhal aralarını ayırır." Fakat bu istek derhal değil mühletle meşrudur. Nitekim beyanı gelecektir. Bu ayırmanın hükmü innînde olduğu gibi talâk-ı bâindir. Hâniyye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Kadın bütün mehrini alır. Şayet kendisiyle halvette kaldıysa iddet beklemesi de icab eder. İmameyn'e göre kadına mehrinin yarısı verilir. Nasıl ki halvet yapmamışsa hüküm budur. Bedâyı.
"Velavki âleti kesilen koca küçük olsun." Âleti kesik diye kayıdlaması şundandır: İnnîn küçük olursa bülûğa ermesi beklenir. Bu mutlak söz deliye de şâmildir. Bahır'da Fetih'den naklen şöyle denilmiştir: "Karı-kocadan biri deli olursa âleti kesikle kalkınamayanı âkıl bâliğ oluncaya kadar tehir etmez. Zira bunda bir fayda yoktur. Âleti kesik olanı derhal karısından ayırır. Kalkınamayanı îse te'cil müddeti geçtikten sonra ayırır. Çünkü delilik şehveti yok etmez."
Nehir'de de şöyle denilmektedir: "Koca bazen delirir bazen ayılırsa ayılması beklenir mi beklenmez mi?Bu meseleyi bir yerde görmedim. Söylenmesi gereken şudur: Deliren koca ise beklenmez, kadınsa beklenir. Çünkü ayrılığında bu hale razı olması ihtimali vardır. Nasıl ki bülûğa ermemiş olsa beklenirdi." Bedâyı'da sahih olarak kabul edildiğine gön deliye te'cil yoktur. Çünkü talâka mâlik değildir. Lâkin Bahır'da Mi'râc dan naklen şöyle denilmektedir: "Küçük çocuk burada âlet keslkliği meselesinde talâka ehil sayılmaktadır. Çünkü başkasıtarafından kendi aleyhine hak edilir. Nitekim akrabasını âzâd hususunda da ehil sayılır. Ulemadan bazıları bunu talâksız ayrılma saymışlardır. Ama esah olan birincisidir."
T E T i M M E : Karı-koca aletin kesik olup olmadığında ihtilâf ederlerse bakılır: Elbise dışından yoklamakla bilinmezse hâkim emin bir adama onun avretine bakmasını emreder. O da bakarak halini haber verir, çünkü zarurette bu mübahdır. Hâniyye.
"Ama bu söz götürür." Bununla şârih Şürunbulâlî'nin Vehbâniyye şer-hindeki şu ifadesine işaret etmiştir: "Ben derim ki: Bu halde olan kimse innînin halinden daha aşağıdır. Çünkü innînin kalkınmaması düzelebilir ve kadına yaklaşır. Burada ise bu imkânsızdır. Binaenaleyh bunun hükmü âleti kesik olanın hükmü gibidir. Şundan dolayı ki, kısa olan âletini fercin içine sokması mümkün değildir. O halde bundan kadına hâsıl olacak zarar âleti kesilenin zararına müsavîdir. Onun için kadın ayrılık isteyebilir. Bununla anlaşılır ki, ayırmak yoktur demek mânâsızdır. Bunu Kınye sahibi söylemiştir ki teslim edilemez."
Ben derim ki: Lâkin bu sözü yalnız Kınye sahibi söylememiştir. Onu Fetih ve Bahır sahibleri de Muhît'ten nakletmişlerdir. En iyisi şöyle cevap vermektir: Fercin dahilinden murad âdeten ulaşılabilen sonudur. Onun için Bahır sahibi: "Zâhirine göre âletini sokmak hiç mümkün değilse o kimse âleti kesilen gibidir. Çünkü dahille kayıdlomuştur." demiştir. Biz sünnet mikdarının girmesi şart olduğunu açıkça arzetmiştik.
"Te'cil ve çocuk doğması meseleleridir." Yani âleti kesik kimse te'cil edilmez. Derhal karısı ondan ayrılır. Karısı ayrıldıktan sonra doğurursa bu ayırma bâtıl olmaz. Nitekim gelecektir. Bahır'da iki mesele daha ziyade edilmiştir ki, onlar da erkek hasta olursa bülûğunun beklenmemesi ve iyileşmesinin beklenmemesi meseleleridir.
METİN
Erkek kadına bir defa yakınlık ettikten sonra delirir veya innîn olursa araları ayrılmaz. Çünkü bir defa cimayla kadının hakkı yerine gelmiştir. Âleti kesik kimsenin karısı bir çocuk doğurur do akid zamanında aletinin kesik olduğunu bilmez bulunursa ve kocası çocuk bendendir diye iddia edip nesebi sâbit olduktan sonra kadın aletinin kesikliğini öğrenirse ayrılık istemeye hakkı vardır. Tatarhâniyye. Hâkim aralarını ayırdıktan itibaren iki seneye kadar doğurursa çocuğun nesebi sâbit olur. Çünkü sürtmek suretiyle menîsini indirmiştir. Alet kesikliği bâkî olduğu için ayırma hükmü de hali üzere bâkîdir. Ama kocası innîn ise ayırma hükmü bâtıl olur. Çünkü çocuğun nesebi sâbit olmakla onun kalkınamamazlığı ortadan kalkmıştır. Nitekim aralarını ayırmadan cimayı kadının ikrar ettiğine beyyine bulunursa ayırma hükmü batıl olur. Ayırdıktan sonra diye beyyine bulunursa bâtıl olmaz. Çünkü töhmet vardır. Böylece Zeylaî'nin itirazı sâkıt olur.
İZAH
"Kadının hakkı yerine gelmiştir." Fazlası diyaneten kadının hakkıdır, kazaen hakkı değildir. Bunu Kâdîhân'ın Câmi'inden Bahır sahibi nakletmiştir. Erkek cimaya kudreti varken inadına diyâneti terk ederse günâha girer. T.
"Âletin kesik olduğunu bilmez bulunursa" Diye kayıdlaması kadına muhayyerlik sabit olmak içindir.
"İddia edip nesebi sabit olduktan sonra" İfadesi Tatarhâniyye'de "Kocası çocuğun nesebini iddia ve hâkim çocuğun nesebini isbat ederse" şeklindedir. Burada da atıfla ifade etse rekâket (eksiklik) kalmazdı. Tahtâvî diyor ki: "Dâvâ ile kayıdlaması kocası iddia eder de karısı açıkça iddiasını teslim ederse hakkı sâkıt olur, şeklindeki tevehhümü gidermek içindir. Yoksa nesebin kocasından sâbit olması dâvâya bağlı değildir. Nitekim Hindiyye'nin ibâresi de bunu ifade etmektedir."
Ben derim ki: Az ileride Tatarhâniyye'den nakledeceğimiz ibâre de bunu ifade etmektedir. Bahır sahibinin Hâkim'in Kâfîsi'nden naklen iddet bâbında bildirdiğine göre çocuk ve iddet hakkında enenmiş kimsenin hükmü sağlam gibidir. Menîsi gelirse âleti kesilenin hükmü de böyledir. Menîsi gelmezse çocuk ona aid olmaz ve o kimse çocukla iddet hakkında sabî mesabesindedir.
"Çocuğun nesebi sâbit olur." Yani onunla halvette kalmışsa demek istiyor. Tatarhâniyye'de şöyle denilmiştir: "Koca âleti kesik çıkar da hâkim aralarını ayırırsa, bundan sonra kadın altı ay geçmeden bir çocuk doğurduğu takdirde o kadınla halvette kalsın kalmasın çocuk kendisine aid olur. Bu Ebû Yusuf'a göredir. Ebû Hanife halvette kalmışsa iki seneye kadar çocuğun o adama aid olacağını söylemiştir. Ayırmanın hükmü hilâfsız geçerlidir."
"Ayırdıktan sonra diye" Yani hâkim aralarını ayırdıktan sonra kadın cimayı ikrar ederse ayırma hükmü bâtıl olmaz. Bahır. Binaenaleyh kocanın burada beyyine getirmesine hâcet yoktur.
"Çünkü töhmet vardır." Yani kadının yalan söylemiş olması ihtimali vardır. Hatta kadın bununla çelişkiye düşmüştür. Fetih.
"Zeylaî'nin itirazı sâkıt olur." Zeylaî'nin itirazı şudur: "Hâkimin ayırmasiyle talâk meydana gelmiştir. Hem bu talâk bâindir. O halde nesebin sübutu ile nasıl bâtıl olur? Görmüyor musun kadın ayrıldıktan sonra ikrar etse de bana yakınlıkta bulunmuştu dese ayırma hükmü bâtıl olmaz." Cevabı şudur: Aleti kesik olandan nesebin sübutu sürterek menî indirdiğine göredir. Karı-kocanın arasını ayırmak ise âletin kesikliği itibariyledir. Bu mevcuddur. İnnînden nesebinin sâbit olması bunun hilâfınadır. Çünkü çocuk doğmakla o kimsenin innîn olmadığı anlaşılır. Aralarını ayırmak da buna göredir. Zeylaî'nin istişhad ettiği ikrar meselesi bunun hilâfınadır. Çünkü mahkeme hükmünü ibtal hususunda kadın müttehemdir. Zira yalansöylemiş olması ihtimali vardır. Bu suretle anlaşılır ki, inceleme hakikatten uzaktır. Nitekim Fethü'I-Kadir'de beyan edilmiştir. Bahır.
Ben derim ki: Lâkin innînin kalkınamaması devam etmekle beraber yine sürtüşmekle yahut uğraşarak sokmakla nesebin kendisinden sâbit olması bunu yaklaştırır. Kalkınamamazlığının bununla giderilmiş olması lâzım gelmez. Meğerki şöyle denilsin: Âletin mevcud olması çocuğun cimayla hâsıl olduğuna delildir. Çünkü asıl ve gâlib olan budur. Zaruret yokken nâdire bakılmaz.
METİN
Kadın kocasını innîn veya enenmiş, âleti kalkmaz halde bulursa bir sene te'cil edilir; İnnîn hastalıktan veya yaşlılıktan yahut sihirden dolayı kadınlara yakınlık edemeyen kimsedir. Buna bağlı da derler. Vehbâniyye. Enenmişin âleti kalkarsa kadın muhayyer olmaz. Bahır. Bu izaha göre bu kelime hâssı âm üzerine atıf kabîlindendir. Çünkü gizlilik vardır. Velevki yahut edatıyla atfetmiş olsun. Çünkü fukaha bu hususta müsamaha gösterirler. Nehir. Bir sene te'cil edilmesi sene dört mevsime şâmil olduğu içindir. O yerin hâkiminden başkasının te'ciline itibar yoktur. Mezhebe göre sene kamerî aylarla itibar edilir ki, üç yüz elli dört gün ve küsur eder.
İZAH
"Kadın kocasını" Yani hür olup ferci yapışık bulunmayan kadın demek istiyor. Nitekim âleti kesik kimsenin karısı hakkında yukarıda geçmişti. Kocası bunak ise onun nâmına bir dâvâlı tâyin edilerek huzurunda te'cil yapılır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Halen te'cil edilmek için kocanın baliğ veya mürâhik (büluğa yaklaşmış) ve sağlam olması, ihramlı bulunmaması şarttır. Nitekim gelecektir. Bu şuna da şâmildir: Kadına bir defa yakınlık eder de sonra talak-ı bâinle boşarsa ve sonra tekrar onunla evlenip ikinci nikâh esnasında kadına cimada bulunamazsa kadının yine dâvâ hakkı vardır. Çünkü akid yenilendikçe kadının cima isteme hakkı da yenilenir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir.
"Kadınlara yakınlık edemeyen kimsedir ilh..." Bu, kelimenin lügat mânâsıdır. Şer'î mânâsına gelince -ki burada murad odur- hastalığından dolayı aleti olduğu halde karısının fercine cima edemeyen kimsedir. Tahtâvî'nin dediği gibi bu cümleyi ibâreden atmak daha iyidir.
"Hastalıkdan" Murad kalkınamama hastalığıdır. Bu hastalık beden sağlam olmakla beraber hassaten cima âletine ârız olur. Binaenaleyh aşağıda gelecek olan: "Hastaya iyileşinceye kadar te'cil yoktur." sözüne aykırı değildir. Çünkü o hastalıktan murad uzuvları zayıflatan hastalıktır ki, bu sebeble âlette de gevşeklik hâsıl olur.
"Yahut sihirden..." İnâye'de buna "Yahut asıl hilkatindeki zayıflıktan veya başka sebebten" ifadesi ziyade edilmiştir.
FAİDE: Tahtâvî'nin Tebyinü'l-Mahârim'den, o da Vehb b. Müneb-bih'in kitabından naklen beyanına göre büyülenmiş ve bağlı kimseye şu ilaç fayda verir: Yedi tane yeşil sidr (nebk) yaprağını iki taş arasında ezerek su ile karışıtrılmalı ve o suyu üzerine serpmeli, kalanı ile de yıkanmalıdır. Allah Teâlâ'nın izniyle bir şey kalmaz.
"Veya enenmiş'den murad yumurtaları çıkarılmış da âleti kalmış kimsedir.
"Bu izaha göre ilh..." Yani âleti kalkmazsa diye kayıdlandığına göre hâssı âm üzerine atıf kabîlindendir. Maksad Bahır sahibinin itirazına cevap vermektir. Bahır sahibi: "Bu kelimeyi innîn üzerine atfetmeye hâcet yoktur. Çünkü enenmiş innînde dahildir." diye itiraz etmiştir. Şârih ona cevaben bunun hâssı âm üzerine atıf kabîlinden olduğunu söylüyor. Lâ' kin bu attın mutlaka bir nüktesi olmalıdır. Nitekim ayeti kerimede Cibril'in melekler üzerine atfedilmesi şerefinin ziyadeliğindendir. Bu nükteyi şârih: "Çünkü gizlilik vardır." sözüyle beyan etmiştir. Yani enenmişin innînde dahil olmasında gizlilik vardır demek istemiştir. Çünkü buna ayrı isim verimiştir. Hâssı âm üzerine atıf meselesinde meşhur olan âdet vav ve hatta edatlarıyla yapmaktır. Nitekim; insanlar öldü, hatta peygamberler, cümlesinde böyledir. Yahut mânâsına gelen "ev" edatıyla atıf yapılmaz. Şârih buna cevaben bu fukahanın bir müsamahasıdır, diyor. Müsamaha alâka ve karine olmaksızın bir kelimeyi başka kelimenin yerinde kullanmaktır. Lâkin buna şöyle itiraz edilebilir: Sahih hadîsde yahut edatı kullanılmıştır. Peygamber (S.A.V.): "Her kimin hicreti dünya İçin olursa ona isabet eder yahut bir kadın içinse onunla evlenir." buyurmuştur. Muhakkık ulemadan bazıları bu atfı sonra mânâsına gelen "sümme" edatıyla dahi câiz görmüşlerdir. Nitekim bir hadîsde: "Hayvan kestiğiniz vakit kesmeyi iyi becersin. Sonra kesen kimse kestiği hayvanı rahatlatsın. Bıçağını da keskinletsin." buyurulmuştur.
"Dört mevsime şâmil olduğu içindir." Çünkü cimaya kâdir olamamak ya ârizî bir hastalık yahut aslî bir âfet dolayısiyledir. Ârizî bir hastalık dolayısiyle ise ya sıcaklığın ya soğukluğun ve ya rutubetin yahut kuru havanın galebe çalmasından ileri gelir. Sene dört mevsime şâmildir. Yaz sıcak ve kuru, güz soğuk ve kurudur. Mevsimlerin en kötüsü budur. Kış soğuk ve rutubetli, bahar sıcak ve rutubetli olur. O kimsenin hastalığı bunlardan birinden ise ilacı ona zıd olan mevsimde tamam olur. İkisinden ise iki zıd mevsimin geçmesiyle tamam olur. Böylece sene tam olarak hali bildiren mi'yar olmuştur. Sene geçer de cimaya kâdir olamazsa hastalığının aslî bir afet olduğu anlaşılır. Ama bu söz götürür. Çünkü arizî hastalığı bir adam senelerce çekebilir. Nitekim büyülenmiş kimse böyledir. Hak söz 'şudur: Karı-kocayı birbirinden ayırmak ya erkek kötürüm olduğu için hastalığı geçmeyeceği kanaatine varmakla yahut aslî afet sebebiyle olur. Senenin geçmesi bunun mûcibidir. Yahut mûcib kadının hakkını ödeyememektir. Sene sabır ve ibtila için şer'an sınır konulmuştur. TamamıFetih'dedir.
"Başkasının teciline itibar yoktur." Çünkü bu ancak hâkim huzurunda olacak işin başlangıcıdır ki, o da ayrılmaktır. Onun başlangıcı da öyledir. Valvalciyye. Binaenaleyh kadının ve başkalarının tecili muteber değildir. Bunu Bahır sahibi Hâniyye'den nakletmiştir. Hâkimden başkasının -kim olursa olsun- te'cili de mu'teber değildir. Fetih. Zâhirine bakılırsa velevki hakem tâyin edilmiş olsun. Bahır'da: "Hâkim te'cil ettikten sonra azl olunursa yerine gelen ilk te'cilin üzerine bina eder." denilmiştir.
"Kamerî aylarla itibar edilir." Bunun vechi şudur: Hz. Ömer ve başkaları gibi ashabdan sene ismi sâbit olmuştur. Şeriat uleması ise ay ve seneleri ancak hilâlla bilirler. Sene denilince hilâfı açıklanmadıkça bu anlaşılır. Fetih.
"Küsur" Günden murad sekiz saat kırk sekiz dakikadır. Kuhistânî. Bu bir günün üçte biriyle onda birinin üçte biri eder.
METİN
Bazıları günlerle şemsî sene itibar edileceğini söylemişlerdir. Bu ötekinden on bir gün fazladır. Bununla fetva verildiği söylenmiştir. Ayın içerisinde tecil yapılırsa bil ittifak günlerle hesap edilir. Ramazan ve kadının hayız günleri kezâ erkeğin haccı ve kaybolduğu günler seneden sayılır. Kadının hacc müddeti ile kaybolduğu günler erkeğin ve kadının mutlak surette hastalıkları sayılmaz. Bununla fetva verilir. Valvalciyye. Koca sabî veya hasta yahut ihramlı olmadıkça dâvâ vaktinden itibaren tecil edilir. Aksi takdirde sabî bulûğa erdikten, hasta iyileştikten, ihramlı ihramdan çıktıktan sonra tecil olunurlar. Zıhâr yapmış olup köle azadına kudret bulamıyorsa bir sene İki ay te'cil olunur. Ondan sonra bir defa ci-mada bulunursa ne âlâ. Aksi takdirde kocası boşamaya razı olmazsa hâkimin ayırması ile kocasından bâin olur.
İZAH
"Günlerle şemsi sene itibar edileceğini söylemişlerdir." Bu kavli Şem-sü'l-Eimme Serahsî, Kâdîhân ve Zahîruddin ihtiyar etmişlerdir. İmam Hasan'ın Ebû Hanife'den rivâyeti budur. Fetih. İmam Muhammed'den bir rivâyete göre itibar sayı hesabına göredir ki, bu üç yüz altmış gündür. Kuhistâni.
"On bir gün fazladır." Beş saat elli beş dakika yahut kırk dokuz dakika da fazlası vardır. Tamamı Kuhistânî'dedir.
"Bil ittifak günlerle hesap edilir." Bu mutlak sözün zâhirine bakılırsa sayı itibariyle senenin her ayı otuz gün olacaktır ve birinci ayın otuzuncu günü ertesi aydan tamamlanmayacaktır. Kalan aylar hilâl hesabiyle olacaktır. Nitekim İmameyn'in icare hakkındaki kavli budur. Ulema İmam-ı Azam'la İmameyn arasındaki bu hilâfı iddette de yürütmüşlerdir. Bazıları iddette bilittifak günler muteber olacağını, hilâfın sadece icareye mahsus olduğunu söylemişlerdir. Musannıfın iddet bahsindeki mutlak sözünün gereği de budur.
"Hayız günleri" Kezâ nifâsı seneden sayılır. Bunu Bahır'dan naklen Tahtâvî söylemiştir. Lâkin ben bunu Bahır'da göremedim. Başka nüshasına bakmalıdır.
"Seneden sayılır." Yani kocanın aleyhine seneden sayılır. Yerine bedel kabul edilmez.
"Haccı ve kaybolduğu günler" dahi böyledir. Çünkü acz erkeğin fiiliyle gelmiştir. Kadını beraberinde sefere çıkarması yahut hacc ve gaybeti tehir etmesi mümkündür. Fetih. Hacc fevri (mühletsiz) vâcib olur diyenlere göre ve kadını beraberinde götürmeye imkân bulamazsa mazur görülür denilemez. Çünkü hacc Allah Teâlâ'nın hakkıdır. Onunla kulun hakkı sâkıt olmaz.
"Kadının hacc müddeti ile kaybolduğu günler sayılmaz." Yani erkeğin aleyhine hesab edilmez. Çünkü acz kadından gelmiştir. Bu bir özürdür, bedeli verilir. Kezâ koca hapsedilirse velev ki kadının mehrine karşılık olsun, kadın da hapishaneye razı olmazsa yine bedel verilir. Kadın hapishaneye gitmekten çekinmez de kocasının orada bir halvet yeri bulunursa aleyhine hesap edilir. Fetih.
"Erkek ve kadının hastalıkları"ndan murad cimaya mâni olan hastalıktır. Fetva buna göredir. Bunu Hızâne'den naklen Kuhistânî söylemiştir.
"Mutlak surette" Yani ister bir ay olsun ister daha az veya daha çok olsun hesaba katılmaz. Nitekim Valvalciyye'nin sözüne müracaatla anlaşılır. Bahır sahibi diyor ki: "Hâniyye'de sahih kabul edildiğine göre bir ay hesaba katılmaz, daha azı katılır. Muhît'ta esah rivâyet Ebû Yusuf'un kavli olduğu bildirilmiştir ki, o da yarım aydan fazla olan müddetin hesaba katılmamasıdır."! Bu mutlak sözde kocanın hastalığı cimaya mâni olsun olmasın dahildir, demek doğru değildir. Çünkü cimanın mümkün olduğu hastalık günlerini hesaba katmamanın bir mânâsı yoktur. Zira bunun kusurudur. Şu halde bunların yerine nasıl bedel verilebilir. Anla! Zâhire bakılırsa Kuhistânî'nin yukarıda geçen "fetva buna göredir" sözü Hâniyye ile Muhît'ta zikredilen tafsilâtın mukabilidir. Şu halde meselede fetva ihtilâfı yoktur. İhtilâf sadece sahiplemededir. Zâhire göre şârihin söylediği tercih olunur. Çünkü fetva sözü tercih kelimelerinin en kuvvetlisidir. Binaenaleyh Hâniyye ve Muhît'in ifadelerine tercih olunur. Hidâye, Mültekâ, Vikâye ve diğer metinlerin mutlak olan sözleri de bunu iktiza eder,
"Sabî olmadıkça" Yani cimaya kâdir olmayan sabî değilse demek istiyor. Çünkü Fetih'de Kâdîhân'dan naklen şöyle denilmiştir: "On dört yaşına varan çocuk karısına yakınlık edemez de başkasına yakınlık ederse tecil olunur." Düşün!
"Bir sene iki ay..." Evlâ olan iki aydan sonra bir sene te'cil edilir demektir. Yani oruç için te'cil edilir mânâsınadır. Fetih'de şöyle denilmiştir: "Kocası kendisine zıhâr yapmışken kadın onudâvâya verirse kocası köle âzâdına kâdir olduğu takdirde müddet dâvâ zamanından itibar olunur. Âciz ise hakim ona keffâretin iki ayı için mühlet verir. Sonra tecil eder. Bu suretle tecili bir sene iki ayı bulur. Tecilden sonra zıhâr yaparsa buna bakılmaz. Müddetin üzerine de ziyade edilmez." Kadın onu ramazanda dâvâya vermişse ramazanla ondan sonra iki ay mühlet vermesi gerekir. Çünkü bu müddette keffâret orucunu tutması mümkün değildir.
"Hâkimin ayırması ile kocasından bâin olur." Çünkü bu ayrılık hakikî cimadan öncedir. Binaenaleyh talâk-ı bâin olur. Kadına mehrinin tamamı verilir. Halvet-i sahiha bulunduğu için iddet beklemesi de vâcib olur. Bahır. Çünkü iyilikle nikâhında tutmaktan âciz kalınca tatlılıkla ayrılmak kocasına vâcibdir. Buna razı olmazsa zâlim sayılır ve yaptığına tevbe eder. Fiili kendisine izafe olunur. Bazıları kadının kendisini ihtiyar etmesi kâfidir. Mahkeme kararına hâcet yoktur. Bu âzâdlık muhayyerliği gibidir demişlerdir ki, esah kavlin bu olduğu söylenir. Gayetü'l-Beyân'da böyle denilmiştir. Mecmâ'da birinci kavil İmam-ı Azam'ın ikincisi İmameynin olduğu bildirilmiştir. Nehir. Bedâyı'da Muhtasar-ı Tahâvî şerhinden naklen ikinci kavlin zâhir rivâyet olduğu bildirilmiş, sonra Bedâyı sahibi: "Bazı yerlerde zâhir rivayet hakkında söylenen İmameyn'in kavli olduğu bildirimiştir." demiştir.
METİN
Ayırmak kadının isteği ile olur. Bu bütün fiillere taallûk eder. Binaenaleyh yukarıda geçtiği gibi âleti kesik kimsenin karısına da şâmildir. Kadın deli olursa velîsinin isteği ile veya hâkimin nasbettiği şahsın isteği ile olur. Kadın cariye ise muhayyerlik efendisinindir. Çünkü çocuk onundur. Bu yani bu muhayyerlik fevrî (hemen) değil terahi (mühlet) iledir, Kadın kocasını innîn veya mecbûb bulur da bir zaman dâvâ etmezse hakkı bâtıl olmaz. Kezâ dâvâya verir de sonra bir müddet bırakırsa ayrılık istemeye hakkı vardır. Velev ki bu günler zarfında kocasıyla beraber yatmış olsun, Hâniyye. Nasıl ki kocasını bir hâkime dava eder de o da bir sene tecil ettikten sonra sene geçer ve kadın bir zaman dâvâcı olmazsa hakkı bâtıl olmaz. Zeylaî, Kocası cimayı iddia eder de karısı inkârda bu-lunursa güvenilir bir kadın -iki kadın olması daha ihtiyattır- bu kadın bâkiredir derse yahut fercine, bir yumurta içi sokulursa bulunduğu mecliste muhayyer bırakılır. Bâkireliği duvara bevletmekle bilinir.
İZAH
"Kadının istegi ile olur." Bundan murad ikinci isteğidir. Birincisi tecil için, ikincisi de ayrılmak içindir. Kadın bulunmadığı vakit vekilinin istemesi kendi istemesi gibidir. Yalnız burada hilâf vardır. Ama bunu imam Muhammed zikretmemiştir. Bahır.
"Bu bütün fiillere teallûk eder." Bunlardan murad birbirlerinden ayrılmaları kocanın tecili ve kadının bâin olmasıdır. Bunu Halebî Nehir'den nakletmiştir.
"Yukarıda geçtiği gibi" Sözünden murad musannıfın: "Kadının isteği ile hâkim ayırır." sözüdür. H..
"Velisinin isteği ile" Demesi gösteriyor ki, kadın akıllansın diye işi sonraya bırakmaz. Çünkü bu iş için malum bir sınır yoktur. Küçük kız bunun hilâfınadır. Hâkim o bulûğa erinceye kadar tehir eder. Çünkü kocasının o haline razı olması ihtimali vardır. Nitekim yukarda geçmişti. Evet, Nehir sahibinin bahsettiği vâriddir. O: "Bazen ayılırsa tehir eder." demişti. Nitekim arz etmiştik. Anla!
"Hâkimin nasbettiği şahıs" Yani kadının velîsi yoksa hâkim onun yerine kadına hasım olacak birini tâyin eder ve ayrılmalarını o ister. Nitekim Fetih'de bildirilmiştir.
"Muhayyerlik efendisinindir." Yani azlde olduğu gibi burada da hak efendisinindir. İmam Ebû Yusuf'a göre kadınındır. Onun azl hakkında dahi kavli budur. Ama fetva birinci kavle göredir. Valvalciyye.
"Çünkü çocuk onundur." Bu talilin muktezası şudur: Çocuğun hür olması şart kılınırsa efendisinin muhayyerlik hakkı yoktur. Lâkin Bedâyı sahibinin bundan sonra şöyle bir ta'lili vardır: "Bir de ayrılmayı istemek veya kocasıyla kalmak kadın tarafından kendisi hakkında bir tasarruftur. Halbuki kendisi ve bütün cüzleri efendisinin milkidir. Binaenaleyh tasarruf velâyeti efendinindir."
"Yani bu muhayyerlik" Sözüyle yaptığı işaret bu bâbın yani innîn ve benzerlerinin kadınlarının muhayyerliğidir. Şârih bununla bulûğ muhayyerliğinden ihtiraz''etmiştîr. Zira o fevrîdir. Öyle olunca müddetten evvel de sonra da isteme muhayyerliğine şâmildir. Nitekim metinde açıkça mevcuddur. Fetih'de şöyle denilmiştir: "Müddetten önce dâvâya vermeyi geciktirmekle kadının ayrılık îsteği hakkı sâkıt olmaz. Tecilden sonra sene geçmekle dahi ne kadar gecikirse geciksîn hakkı bâtıl olmaz. Çünkü bu bazen razı olduğu için değil de denemek ve cîmayı ummak için yapılabilir. Binaenaleyh şübheyle kadının hakkı bâtıl olmaz." Ama bu hâkimin kadına muhayyerlik vermesinden öncedir. Sonra olursa fevrîdir. Nitekim izahı gelecektir. Anla!
"Hakkı bâtıl olmaz." Yani onunla beraber kalmaya razıyım demedikçe kadının hakkı bâkîdir. Tatarhâniyye sahibi Muhît'ten naklen bunu burada ve aşağıda gelen: "Nasıl ki kocasını bir hâkime dâvâ eder de ilh..." dediği yerde böyle kayıdlanmıştır.
"Sonra bir müddet bırakırsa" Yani dâvâ etmeden ve te'cil yapılmadan önce bırakırsa demektir.
"Kocası cima'ı iddia eder de ilh..." Sözü te'cilden önceye ve sonraya şâmildir. Lâkin şârihin aşağıda gelen: "Bulunduğu mecliste" sözü ikinciyi tâyin etmektedir. Hâsılı Mültekâ ve diğer kitablarda da beyan edildiği vecihle karı-koca tecilden önce cima olup olmadığında ihtilâf ederlerse bakılır: Evlendiği zaman kadın dul yahut bâkire olup kadınlar şimdi duldur derlersesöz yeminiyle beraber kocasınındır. Bâkiredir derlerse tecil edilir. Kezâ koca yemînden çekinirse hüküm yine budur. Tecilden sonra ihtilâf ederler de kadın dul veya bâkire olup kadınlar duldur derlerse söz kocasınındır. Bâkiredir derler veya koca yemin etmezse kadın muhayyer bırakılır. Hülasasa Bahır'da da belirtildiği gibi kadın dulsa söz başında yeminiyle kocasınındır. Başında yeminden çekinirse tecil edilir. Sonunda yeminden çekinirse ayrılmak için kadın muhayyer bırakılır. Kadın bâkire ise başında tecil yapılır, sonunda araları ayrılır.
"Güvenilir bir kadın" Sözüyle musannıf Kâfî'nin "Adâleti şarttır." ifadesine işaret etmektedir. Düşün!
"İki kadın olması daha ihtiyattır." Bedâyı'da bunun yerine "Daha gü-venilir.", Isbîçâbî'de ise "efdal" tâbirî kullanılmıştır. Bahır.
"Yumurta İçî sokulursa ilh..." Yani fercine yumurta sokmakla deneme yapılır. Yumurta girmezse kadın bâkiredir.
"Bulunduğu mecliste muhayyer olur." Bahır sahibi diyor ki: "Fetva buna göredir. Nitekim Muhît ve Vâkıat'ta böyle denilmîştir. Bedâyı'da İse zâhir rîvâyete göre meclise bağlı olmadığı bildirilmiştir." Fetih sahibi birinci kavle göre hareket etmiştir. Sonra bilmelisin ki, yukarıda geçen "Kadının muhayyerliğî mühletlidir, ani değildir." sözü buradakine aykırı değildir. Çünkü o söz te'cilden önceki muhayyerlik hakkındaydı. Yahut et'cilden sonra dâvâdan önce idi. Buradaki ise te'cilden ve ikinci dâvâdan sonraki hakkındadır. Yanî kadın kocasını innîn bulursa ona bir sene mühlet vermesi içîn hâkime dâvâ açabilir. Uzun müddet susarsa bakılır: Hâkim tecil eder de sene geçerse kadın onu ikînci defa dâvâya vererek aralarının ayrılmasını isteyebilir. Sene geçtikten sonra ikinci defa dâvâya vermeden uzun müddet susarsa hâkime dâvâ edip de kocasının bu kadına yakınlık edemedîği sâbit olursa hâkim kadını muhayyer bırakır. Kadın o meclisde kendini ihtiyar ederse hâkim kocasına onu boşamasını emreder. Bedâvı'da şöyle deniliyor: "Hâkim kadını muhayyer bırakır da kadın onunla kalır ve gönül rızasıyla yatar kalkarlarsa, bu razı olduğuna delildir. Fakat kadın bunu müddet geçtikten sonra hâkim muhayyer bırakmadan yaparsa rıza sayılmaz. Kerhî'nîn Ebû Yusuf'tan rivâyetine göre hâkim kadını muhayyer bırakır da kadın bulunduğu mecliste ihtiyar etmeden önce kalkarsa yahut hâkim kalkarsa veya kadını bulunduğu meclisten hâkimin yardımcıları kaldırır da kadın bir şey söylemezse muhayyerliği yoktur. Kaadî'nin bildirdiğine göre bu zahir rivâyette meclise mün-hasır değildîr." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Bu açık gösteriyor ki, bizim dediğimiz gibi kadına hâkîmin muhayyer bırakmasından önce sabit olan muhayyerlik terahi üzerinedir (mühletlidir). Kocasıyla yatıp kalkmakla bâtıl olmaz. Fakat hâkim muhayyer bıraktıktan sonra yatıp kalkmak gibi şeylerle bâtıl olur. Kezâ ayrılığı ihtiyar etmeden meclisten kalkmasıyla da bâtıl olur ki, fetva bunun üzerinedir. Ben bunu naklinigörmeden önce böyle anladım. Hamd Allah'a mahsustur. Sen de anla!
"Muhayyer bırakılır." Yani söz kadının olur. Hâkim onu muhayyer bırakır. Nehir sahibi: "Sözünün zâhirine bakılırsa hâkim ona yemin de ettirmez." demiştir.
Ben derim ki: Bedâyı sahibi Tahâvî şerhinden naklen bunu açık söylemiş ve şöyle talil etmiştir: "Bu kadında bekâret asıldır. O kadınların şehâdetiyle yok olur. Fetih'de bildirildiğine göre kadın kendini ihtiyar etti mi hâkim kocasına onu boşamasını emreder. Boşamazsa aralarını ayırır."
"Duvara bevletmekle bîlinîr ilh..." Fetih'de şöyle denilmiştir: "Bâkire olduğunu bilmenin yolu fercine en küçük tavuk yumurtası sokmakla olur. Kolayca girerse kadın duldur, girmezse veya kırılırsa bâkiredir. Yahut yumurta kırılarak fercine akıtılır. Girerse dul, girmezse bâkiredir. Bazıları: Duvara bevledebilirse bâkiredir, edemezse duldur, demişlerdir."
METİN
Kadın duldur yahut dulmuş derse kocası yeminiyle tasdik edilir. Baştan yeminden cayarsa tecil edilir. Sonunda cayarsa kadın muhayyer bırakılır. Nasıl ki kadın dul çıkar da bekâretinin onun cima'ından başka bir sebeble meselâ parmağı ile bozulduğunu söylerse tasdik olunur. Çünkü zâhir budur. Asıl olan başka sebeblerin bulunmamasıdır. Mirâc. Kocasını ihtiyar ederse -velev delâleten olsun- kadının hakkı bâtıl olur. Nasıl ki kadından ayrılmaktan vazgeçtiğini gösteren bir delil bulunursa meselâ meclisinden kalkar veya kendisini hâkimin memurları kaldırırsa yahut kadın bir şey ihtiyar etmeden hâkim kalkarsa kadının hakkı bâtıl olur. Bununla fetva verilir. Vâkıât. Çünkü kalkarken ihtiyar mümkündür. Ayrılığı ihtiyar ederse kocası onu boşar yahut hâkim ayırır. Bu adam ilk karısı ile yahut onun halini bilen başka bir kadınla evlenirse müftâbih mezhebe göre kadına muhayyerlik yoktur. Bunu Bahır sahibi Muhît'ten nakletmiştir. Hâniyye'nin sahihlemesi bunun hilâfınadır. Karı-kocadan biri diğerinîn kusuru ile muhayyer bırakılmaz. Velev ki delilik, cüzâm, baras, ferc yapışıklığı ve boynuz gibi aşırı olsun. Üç mezhebin İmamları kocada olursa bu beş şeyde muhalefet etmişlerdir. İadesine hüküm verilirse sahih olur. Fetih.
İZAH
«Yahut dulmuş» yanı evlenirken dulmuş derse kocası yeminiyle tasdik edilir. Yani cima'da bulunduğuna yemin ettirilir. Çünkü ayrılma istihkakını inkâr etmektedir. Asıl olan selâmettir.
«Baştan» yani tecilden önce cayarsa demektir.
«Çünkü zâhir budur.» Yani zahir bekâretinin cimayla bozulmasıdır. Başka bir sebeble bozulması aslın hilâfınadır. Şimdi bu kalır: Kocası bekâretini parmağı ile bozduğunu ikrar eder de cima'ına da kâdir olduğunu ve cima ettiğini iddiada bulunursa acaba kadının muhayyerlîği kalır mı kalmaz mı? Zâhir olan kalmamasıdır. Çünkü maksad hâsıl olmuştur. Velev ki kocasının bu hareketi memnu olsun. Zira cinayetlerde küçüklerin ahkamı bahsinde bildirildiğine göre kocası karısının bekâretini parmakla bozsa ödemez. Ama tâzir olunur.
«Kocasını ihtiyar ederse» yani sene tamam olduktan ve hâkim muhayyer bıraktıktan sonra demek istiyor. Buna karine bundan sonraki sözüdür. Hâkim muhayyer bırakmazdan önce ise tecilden önce veya sonra olsun açıkça razı olmadıkça kadının hakkı bâtıl olmaz. Meclisle mukayyed de değildir. Nitekim izahı geçmişti.
«Velev delâleten olsun» Yani ihtiyar etmeyi meclisten kalkıncaya veya kaldırılıncaya kadar geciktirmek suretiyle olsun demektir. İnâye. Bu ifadenin bir misli de Bahır ve Nehir'dedir.
«Ayrılmaktan vazgeçtiğini gösteren bir delil bulunursa ilh...» Sözü delâleten ihtiyarı beyandır. Zira ayrılmaktan vazgeçtiğini gösteren delil kocasını seçtiğine delîldir.
«Yahut hâkîm ayırır.» Yani kocası boşamazsa hâkim ayırır.
«Onun halini bilen» sözü başka kadının kaydıdır. Birinci kadının onun halini bildiği mâlumdur. H.
«Hâniyye'nin sahihlemesi bunun hilâfınadır.» Hâniyye'de şöyle denilmiştir: "Hâkim innîn ile karısını birbirinden ayırır da sonra adam kendi halini bilen başka bir kadınla evlenirse bu hususta rivâyetler muhteliftir. Sahih olana göre ikinci kadının husumet hakkı vardır. Çünkü bir İnsan bazen bir kadınla cima'dan âciz olur da başka kadınla cimadan aciz olmayabilir." H. Rahmetî Hâniyye'nin sözünü daha zâhir görerek: "Birincil kadına yakınlık edememesi yalnız ona karşı sihirlendiğinden olabilir." demiştir.
Ben derim ki: Müftâbıh kavlin vechi şudur: Kadın bunun aczi tahakkuk ettiğini bilip aczinin birinci karısına mahsus olduğunu bilmezse onunla evlenmeye razı olur. Onunla birleşmek istemesi rızasını te'kid eder.
«Muhayyer bırakılmaz ilh...» Yani Şeyhayn'a göre karı-kocadan birine diğerinin kusuru sebebiyle nikâhı fesh etme hakkı yoktur. Atâ, Nehaî, Ömer b. Abdilaziz, Ebû Ziyad, Ebû Kılâbe, İbn-i Ebi Ceyla, Evzâi, Sevrî, Hattâbî, Dâvûd-u Zâhiri ve ona tâbi olanların kavli budur. Mebsût'ta bunun Hz. Ali ile İbn-i Mes'ud (R.A.)'nın mezhebleri olduğu kaydedilmiştir. Fetih.
«Cüzâm» bir hastalıktır ki, ondan cild çatlar ve kokar, et parçalanır. «Baras cildde zâhir olan beyaz lekelerdir (ki, buna dilimizde abraş denir.) Bu kötüye yorumlanır. Kuhistânî.
«Boynuz» fercte zekerin gireceği yerde bulunan gudde bir et parçasıdır. Bazen kemik olur. Misbah.
«Kocada olursa...» Burada ibârede bozukluk vardır. Çünkü üç mezheb imamlarına göre bu beş şey kadında olursa kocanın muhayyer olmamasını iktiza etmektedir. Halbuki vâki bunun hilâfınadır. Zâhire göre ibârenin aslı şöyle olacaktır: "Üç mezhebin imamları bu beş şeyde mutlak surette muhalefet etmişlerdir. İmam Muhammed ise kocada olursa ilk üçündemuhaliftir." Nitekim Bahır ve diğer kitablardan anlaşılmaktadır. H.
Ben derim ki: Bir nüshada: "İmam Muhammed'e göre şayet kocada olursa" denilmiştir. Lâkin buna "Ferc yapışıklığı ve boynuz kocada bulunmazlar" diye itiraz edilir. Fetih sahibi üç imamın ve İmam Muhammed'in istidlallerini söz götürmez bir şekilde reddetmiştir.
«İadesine hüküm verilirse sahih olur.» Yani bunu caiz gören bir hâkim hüküm verirse demektir ki, bu meselenin ictihad götüren meselelerden olduğunu ifade eder. Bahır sahibi bu meseleyi zikretmişse de Fetîh'de ben onu görmedim. Ancak "bu sahihtir. Yalnız" İmam Ahmed'den bir rivâyete göre sahih olmaz. Liân ayrılığı gibi bu karı-koca bir yere gelemezler. Fakat bu rivâyet bâtıldır, aslı yoktur. Bunu Mi'râc'dan naklen Bahır sahibi söylemiştir.
METİN
İnnîn ile karısı ayrıldıktan sonra ikinci nikâha razı olurlarsa bu sahihtir. Bir adam cariyesinin yapışık fercini yardırabilir. Karısının fercini de yardırır. Acaba kadın buna mecbur edilebilir mi? Zâhire bakılırsa evet edilir. Çünkü kadına vâcib olan teslim işi bunsuz mümkün değildir. Nehir.
Ben derim ki: Behensî'nin ifadesine göre bu adam karısı ile evlenirken kendisinin hür veya sünnî yahut mehir ve nafakaya kâdir olduğunu söyler de aksi çıkarsa yahut damad filan oğlu filandır der de bulma yahut zinâ dölü çıkarsa kadın için muhayyerlik vardır. Bellenmelidir.
İZAH
«Karısının fercini de yardırır.» Lâkin bu ibâre nakledilmemiştir. Nakledilen sadece yapışıklık kusurundan dolayı muhayyerlik olmadığını ta'lil ederken: "Çünkü yarmak mümkündür." ifadesidir. Bu ise kocanın buna hakkı olduğuna delâlet etmez. Onun içindir ki Bahır sahibi zikri geçen talili naklettikten sonra: "Lâkin zorla yarılır mı yarılmaz mı bunu bir yerde görmedim." demiştir.
«Çünkü kadına vâcib olan teslim işi ilh...» Burada şöyle denilebilir:
Teslimin vâcib olmasından bu meşakkatın irtikâbı lâzım gelmez. Meşakkatten dolayı namazda kıyam sakıt olmuştur. Emzikli kadın kendisinin veya çocuğunun telef olacağından korkarsa oruç sâkıt olur. Bunun benzerleri çoktur. Fakat "Bu kullar tarafından isteyeni bulunan bir vâcibtir." diye fark yapılabilir. T.
«Kadın için muhayyerlik vardır.» Yani kefâet (denklik) bulunmadığı için kadın muhayyer olur. Buna bazı üstadlarımızın üstadları itiraz etmiş:
"Muhayyerlik asabenin hakkıdır." demiştir.
Ben derim ki; Bu söz şârihin kefâet bâbının başında söyledlkierine uygundur. Şârih orada: "Kefâet velinin hakkıdır, kadının hakkı değildir." demişdi. Lâkin biz orada yaptığımız tahkîkda kefâetin her ikisinin hakkı olduğunu bildirmiş, Zahîriyye'den şunu nakletmiştik: "Kocası kadına kendi nesebinden başka bir neseb söyler de aksi çıkar ve küfü olmadığı anlaşılırsa her birine fesh hakkı sâbittir. Küf'ü çıkarsa fesh hakkı yalnız kadının olur. Velîlere yoktur. Kadına haber verdiğinden daha âlâ çıkarsa hîç birinin feshe hakkı kalmaz. İmam Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre kadının fesh hakkı vardır. Çünkü ihtimal onunla beraber kalmaktan âciz olur. Meselenin tamamı oradadır. Lâkin bana şimdi zahir olduğuna göre kadına fesh hakkı sâbit olması aldatıldığı içindir, kefâet yok diye değildir. Şu delil ile ki, kocası küf' çıkarsa kadına fesh hakkı sâbit olur. Çünkü kadını aldatmıştır. Velîlere bu hak sâbit olmaz. Zira aldatma onlara olmamıştır. Onların hakkı kefâettedir. O da mevcuddur. Bu İzaha göre bu meselelerde kadına muhayyerlik sabit olmasından kocasının küf'ü çıkmaması lazım gelmez. Allahu a'lem.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...