İNNİN
VE BAŞKALARI
METİN
Lügaten innîn
cimaya kâdir olamayan kimsedir. Fi'îl vezninde mef'ul mânâsınadır. "Unun"
şeklinde cem'lenir. Şer'an karısının fercine cimaya kâdir olamayan demektir ki,
yaşlılık veya sihir gibi erkek tarafından bir mâniden ileri gelir. Ferci yapışık
kadının muhayyerliği yoktur. Çünkü mâni ondan gelmektedir. Hâniyye. Kadın
kocasını âleti ve yumurtalıkları kesik yahut sadece âleti kesik veya pek küçük
düğme gibi bulursa, hürre bâliğa olup ferci yapışık ve boynuzlu olmamak,
nikâhtan önce kocasının halini bilmemek, nikâhtan sonra da razı olmamak şartıyla
hâkim kadının isteğiyle derhal aralarını ayırır. Velevki aleti kesilen koca
küçük olsun. Çünkü te'cılde bir fayda yoktur. Ama âleti kısa olup fercin içine
sokmak mümkün olmazsa kadının ayrılık istemeye hakkı yoktur. Bahır. Fakat bu söz
götürür. Burada şöyle denilebilir: Aleti kesik kimse âleti kalkmayan gibidir.
Bundan ancak iki mesele müstesnadır ki, onlar da te'cil ve çocuk doğması
meseleleridir.
İZAH
Musannıf burada
nikâha teallûku olan bir hastalığa tutulan kimsenin halini beyana başlıyor.
İnnîn ve başkaları diyeceğine innîn ve benzerleri dese daha iyi olur ve karısı
ile cimaya kadir olamayan âleti kesik, enen miş, büyülenmiş, geçkin ihtiyar ve
şekkâz gibiler dahil olurdu. Şekkâz;
kadınla
konuştuğunda cimaya başlamadan hemen menîsi gelen kimsedir. Kâmûs.
"Cima'a" Yani gerek
karısı ile gerek başkasıyla cimaya kâdir olamayan demektir ki, bu mânâ innînin
şer'î mânâsından eamdır.
"Karısının fercine
cima'a kâdir olamayan" Yani âleti mevcud olup kalksın kalkmasın cima edemeyen
demektir. Bu tarif dübürü hariç bırakır. Aleti dübüre girmekle bir adam innîn
olmaktan kurtulamaz. Hanbelîlerden İbn-i Akîl buna muhâliftir. Mi'râc. Zira
dübüre sokmak daha zor ise de bazen sihir sebebiyle ferce sokamaz. Kendi
karısıyla cimaya kâdir olamayıp başkalarıyla cimaya kâdir olan yahut bâkireyle
cima edemeyip bâkire olmayan kadınla cima eden dahi tariften hariçtir. Mi'râc'da
şöyle denilmektedir: "Yalnız sünnet mikdarını sokabilen innîn sayılmaz. Sünnet
mikdarı kesilmişse âletin kalan kısmını mutlaka sokmak gerekir." Bahır'da da:
Âleti kesilmişse kesilen yer kadarıyla yetinmek gerekir. Zekeri kesilmişse hükmü
ne olacağını görmedim. Ama mecbûb (âleti kesik) kelimesi mutlak olarak buna
şâmildir. Ancak ulemanın kadın buna razıysa muhayyerliği yoktur, sözleri buna
aykırıdır. Bunun iki benzeri vardır. Biri kiracının haneyi harap etmesi,
ikincisi satıcının malı teslim etmeden itlafıdır." denilmektedir. Yani hane
sahibi icareyi feshedemez. Mûşteri de verdiği parayı geri alamaz demek
istemiştir.
"Veya sihir
gibi..." Bahır sahibi diyor ki: "Kadına yakınlık edememek hususunda sihirli
kimseinnîn gibidir. Çünkü kadın hakkında maksad hâsıl değildir. Zira bize göre
sihrin vücudu ve tasavvuru haktır. Eseri de zâhir olur. Nitekim Muhît'ta
belirtilmiştîr."
"Yahut sadece âleti
kesik..." Nehir sahibi diyor ki: "Ulema bunu zik-retmemişlerdir. Ama zâhire
bakılırsa bu hüküm verilir." Bunda şübhe yoktur.
"Erkek tarafından
bîr mâniden" Kaydıyla kadın tarafından veya karı ile kocanın her ikisinden gelen
bir mâni hariç kalmıştır. Nitekim gelecektir. T.
"Hürre bâliğa
olursa" Kocasından ayrılmayı isteyebilir. Fakat cariye olursa muhayyerlik
sahibîne aid olur. Nitekim metinde gelecektir. Kadın küçük ise mecbûb ve innînde
bülûğa ermesi beklenir. Çünkü bu hallere razı olması ihtimali vardır. Akıl şart
değildir. Deli kadının velîsinîn isteğiyle araları ayrılır. Yahut velî yerine
hâkim birini nasbeder, ayrılmalarını o ister. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir.
Kitabımızda da gelecektir.
"Ferci yapışık ve
boynuzlu olmamak şartıyla" Demesi yapışık ve boynuzlunun muhayyerliği olmadığı
içindir. Çünkü mâni kendilerindendir. Nitekim yukarıda geçti. Bir de böylelerin
cimaya hakkı yoktur. Bahır'da Tatarhâhiyye'den naklen: "Karı-koca fercin yapışık
olup olmadığında ihtilâf ederlerse hâkim onu kadınlara gösterir" denilmiştir.
"Kocasının halini
bilmemek şartıyla" Demesi mezhebe göre bilirse muhayyerlik olmadığı içindir.
Nitekim gelecektir. Kadın nikâhtan sonra buna razı olursa yine muhayyerliği
yoktur.
"Kadının isteğiyle
hâkim derhal aralarını ayırır." Fakat bu istek derhal değil mühletle meşrudur.
Nitekim beyanı gelecektir. Bu ayırmanın hükmü innînde olduğu gibi talâk-ı
bâindir. Hâniyye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Kadın bütün mehrini alır.
Şayet kendisiyle halvette kaldıysa iddet beklemesi de icab eder. İmameyn'e göre
kadına mehrinin yarısı verilir. Nasıl ki halvet yapmamışsa hüküm budur. Bedâyı.
"Velavki âleti
kesilen koca küçük olsun." Âleti kesik diye kayıdlaması şundandır: İnnîn küçük
olursa bülûğa ermesi beklenir. Bu mutlak söz deliye de şâmildir. Bahır'da
Fetih'den naklen şöyle denilmiştir: "Karı-kocadan biri deli olursa âleti kesikle
kalkınamayanı âkıl bâliğ oluncaya kadar tehir etmez. Zira bunda bir fayda
yoktur. Âleti kesik olanı derhal karısından ayırır. Kalkınamayanı îse te'cil
müddeti geçtikten sonra ayırır. Çünkü delilik şehveti yok etmez."
Nehir'de de şöyle
denilmektedir: "Koca bazen delirir bazen ayılırsa ayılması beklenir mi beklenmez
mi?Bu meseleyi bir yerde görmedim. Söylenmesi gereken şudur: Deliren koca ise
beklenmez, kadınsa beklenir. Çünkü ayrılığında bu hale razı olması ihtimali
vardır. Nasıl ki bülûğa ermemiş olsa beklenirdi." Bedâyı'da sahih olarak kabul
edildiğine gön deliye te'cil yoktur. Çünkü talâka mâlik değildir. Lâkin Bahır'da
Mi'râc dan naklen şöyle denilmektedir: "Küçük çocuk burada âlet keslkliği
meselesinde talâka ehil sayılmaktadır. Çünkü başkasıtarafından kendi aleyhine
hak edilir. Nitekim akrabasını âzâd hususunda da ehil sayılır. Ulemadan bazıları
bunu talâksız ayrılma saymışlardır. Ama esah olan birincisidir."
T E T i M M E :
Karı-koca aletin kesik olup olmadığında ihtilâf ederlerse bakılır: Elbise
dışından yoklamakla bilinmezse hâkim emin bir adama onun avretine bakmasını
emreder. O da bakarak halini haber verir, çünkü zarurette bu mübahdır.
Hâniyye.
"Ama bu söz
götürür." Bununla şârih Şürunbulâlî'nin Vehbâniyye şer-hindeki şu ifadesine
işaret etmiştir: "Ben derim ki: Bu halde olan kimse innînin halinden daha
aşağıdır. Çünkü innînin kalkınmaması düzelebilir ve kadına yaklaşır. Burada ise
bu imkânsızdır. Binaenaleyh bunun hükmü âleti kesik olanın hükmü gibidir. Şundan
dolayı ki, kısa olan âletini fercin içine sokması mümkün değildir. O halde
bundan kadına hâsıl olacak zarar âleti kesilenin zararına müsavîdir. Onun için
kadın ayrılık isteyebilir. Bununla anlaşılır ki, ayırmak yoktur demek
mânâsızdır. Bunu Kınye sahibi söylemiştir ki teslim
edilemez."
Ben derim ki: Lâkin
bu sözü yalnız Kınye sahibi söylememiştir. Onu Fetih ve Bahır sahibleri de
Muhît'ten nakletmişlerdir. En iyisi şöyle cevap vermektir: Fercin dahilinden
murad âdeten ulaşılabilen sonudur. Onun için Bahır sahibi: "Zâhirine göre
âletini sokmak hiç mümkün değilse o kimse âleti kesilen gibidir. Çünkü dahille
kayıdlomuştur." demiştir. Biz sünnet mikdarının girmesi şart olduğunu açıkça
arzetmiştik.
"Te'cil ve çocuk
doğması meseleleridir." Yani âleti kesik kimse te'cil edilmez. Derhal karısı
ondan ayrılır. Karısı ayrıldıktan sonra doğurursa bu ayırma bâtıl olmaz. Nitekim
gelecektir. Bahır'da iki mesele daha ziyade edilmiştir ki, onlar da erkek hasta
olursa bülûğunun beklenmemesi ve iyileşmesinin beklenmemesi meseleleridir.
METİN
Erkek kadına bir
defa yakınlık ettikten sonra delirir veya innîn olursa araları ayrılmaz. Çünkü
bir defa cimayla kadının hakkı yerine gelmiştir. Âleti kesik kimsenin karısı bir
çocuk doğurur do akid zamanında aletinin kesik olduğunu bilmez bulunursa ve
kocası çocuk bendendir diye iddia edip nesebi sâbit olduktan sonra kadın
aletinin kesikliğini öğrenirse ayrılık istemeye hakkı vardır. Tatarhâniyye.
Hâkim aralarını ayırdıktan itibaren iki seneye kadar doğurursa çocuğun nesebi
sâbit olur. Çünkü sürtmek suretiyle menîsini indirmiştir. Alet kesikliği bâkî
olduğu için ayırma hükmü de hali üzere bâkîdir. Ama kocası innîn ise ayırma
hükmü bâtıl olur. Çünkü çocuğun nesebi sâbit olmakla onun kalkınamamazlığı
ortadan kalkmıştır. Nitekim aralarını ayırmadan cimayı kadının ikrar ettiğine
beyyine bulunursa ayırma hükmü batıl olur. Ayırdıktan sonra diye beyyine
bulunursa bâtıl olmaz. Çünkü töhmet vardır. Böylece Zeylaî'nin itirazı sâkıt
olur.
İZAH
"Kadının hakkı
yerine gelmiştir." Fazlası diyaneten kadının hakkıdır, kazaen hakkı değildir.
Bunu Kâdîhân'ın Câmi'inden Bahır sahibi nakletmiştir. Erkek cimaya kudreti
varken inadına diyâneti terk ederse günâha girer. T.
"Âletin kesik
olduğunu bilmez bulunursa" Diye kayıdlaması kadına muhayyerlik sabit olmak
içindir.
"İddia edip nesebi
sabit olduktan sonra" İfadesi Tatarhâniyye'de "Kocası çocuğun nesebini iddia ve
hâkim çocuğun nesebini isbat ederse" şeklindedir. Burada da atıfla ifade etse
rekâket (eksiklik) kalmazdı. Tahtâvî diyor ki: "Dâvâ ile kayıdlaması kocası
iddia eder de karısı açıkça iddiasını teslim ederse hakkı sâkıt olur, şeklindeki
tevehhümü gidermek içindir. Yoksa nesebin kocasından sâbit olması dâvâya bağlı
değildir. Nitekim Hindiyye'nin ibâresi de bunu ifade
etmektedir."
Ben derim ki: Az
ileride Tatarhâniyye'den nakledeceğimiz ibâre de bunu ifade etmektedir. Bahır
sahibinin Hâkim'in Kâfîsi'nden naklen iddet bâbında bildirdiğine göre çocuk ve
iddet hakkında enenmiş kimsenin hükmü sağlam gibidir. Menîsi gelirse âleti
kesilenin hükmü de böyledir. Menîsi gelmezse çocuk ona aid olmaz ve o kimse
çocukla iddet hakkında sabî mesabesindedir.
"Çocuğun nesebi
sâbit olur." Yani onunla halvette kalmışsa demek istiyor. Tatarhâniyye'de şöyle
denilmiştir: "Koca âleti kesik çıkar da hâkim aralarını ayırırsa, bundan sonra
kadın altı ay geçmeden bir çocuk doğurduğu takdirde o kadınla halvette kalsın
kalmasın çocuk kendisine aid olur. Bu Ebû Yusuf'a göredir. Ebû Hanife halvette
kalmışsa iki seneye kadar çocuğun o adama aid olacağını söylemiştir. Ayırmanın
hükmü hilâfsız geçerlidir."
"Ayırdıktan sonra
diye" Yani hâkim aralarını ayırdıktan sonra kadın cimayı ikrar ederse ayırma
hükmü bâtıl olmaz. Bahır. Binaenaleyh kocanın burada beyyine getirmesine hâcet
yoktur.
"Çünkü töhmet
vardır." Yani kadının yalan söylemiş olması ihtimali vardır. Hatta kadın bununla
çelişkiye düşmüştür. Fetih.
"Zeylaî'nin itirazı
sâkıt olur." Zeylaî'nin itirazı şudur: "Hâkimin ayırmasiyle talâk meydana
gelmiştir. Hem bu talâk bâindir. O halde nesebin sübutu ile nasıl bâtıl olur?
Görmüyor musun kadın ayrıldıktan sonra ikrar etse de bana yakınlıkta bulunmuştu
dese ayırma hükmü bâtıl olmaz." Cevabı şudur: Aleti kesik olandan nesebin sübutu
sürterek menî indirdiğine göredir. Karı-kocanın arasını ayırmak ise âletin
kesikliği itibariyledir. Bu mevcuddur. İnnînden nesebinin sâbit olması bunun
hilâfınadır. Çünkü çocuk doğmakla o kimsenin innîn olmadığı anlaşılır. Aralarını
ayırmak da buna göredir. Zeylaî'nin istişhad ettiği ikrar meselesi bunun
hilâfınadır. Çünkü mahkeme hükmünü ibtal hususunda kadın müttehemdir. Zira
yalansöylemiş olması ihtimali vardır. Bu suretle anlaşılır ki, inceleme
hakikatten uzaktır. Nitekim Fethü'I-Kadir'de beyan edilmiştir.
Bahır.
Ben derim ki: Lâkin
innînin kalkınamaması devam etmekle beraber yine sürtüşmekle yahut uğraşarak
sokmakla nesebin kendisinden sâbit olması bunu yaklaştırır. Kalkınamamazlığının
bununla giderilmiş olması lâzım gelmez. Meğerki şöyle denilsin: Âletin mevcud
olması çocuğun cimayla hâsıl olduğuna delildir. Çünkü asıl ve gâlib olan budur.
Zaruret yokken nâdire bakılmaz.
METİN
Kadın kocasını
innîn veya enenmiş, âleti kalkmaz halde bulursa bir sene te'cil edilir; İnnîn
hastalıktan veya yaşlılıktan yahut sihirden dolayı kadınlara yakınlık edemeyen
kimsedir. Buna bağlı da derler. Vehbâniyye. Enenmişin âleti kalkarsa kadın
muhayyer olmaz. Bahır. Bu izaha göre bu kelime hâssı âm üzerine atıf
kabîlindendir. Çünkü gizlilik vardır. Velevki yahut edatıyla atfetmiş olsun.
Çünkü fukaha bu hususta müsamaha gösterirler. Nehir. Bir sene te'cil edilmesi
sene dört mevsime şâmil olduğu içindir. O yerin hâkiminden başkasının te'ciline
itibar yoktur. Mezhebe göre sene kamerî aylarla itibar edilir ki, üç yüz elli
dört gün ve küsur eder.
İZAH
"Kadın kocasını"
Yani hür olup ferci yapışık bulunmayan kadın demek istiyor. Nitekim âleti kesik
kimsenin karısı hakkında yukarıda geçmişti. Kocası bunak ise onun nâmına bir
dâvâlı tâyin edilerek huzurunda te'cil yapılır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir.
Halen te'cil edilmek için kocanın baliğ veya mürâhik (büluğa yaklaşmış) ve
sağlam olması, ihramlı bulunmaması şarttır. Nitekim gelecektir. Bu şuna da
şâmildir: Kadına bir defa yakınlık eder de sonra talak-ı bâinle boşarsa ve sonra
tekrar onunla evlenip ikinci nikâh esnasında kadına cimada bulunamazsa kadının
yine dâvâ hakkı vardır. Çünkü akid yenilendikçe kadının cima isteme hakkı da
yenilenir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir.
"Kadınlara yakınlık
edemeyen kimsedir ilh..." Bu, kelimenin lügat mânâsıdır. Şer'î mânâsına gelince
-ki burada murad odur- hastalığından dolayı aleti olduğu halde karısının fercine
cima edemeyen kimsedir. Tahtâvî'nin dediği gibi bu cümleyi ibâreden atmak daha
iyidir.
"Hastalıkdan" Murad
kalkınamama hastalığıdır. Bu hastalık beden sağlam olmakla beraber hassaten cima
âletine ârız olur. Binaenaleyh aşağıda gelecek olan: "Hastaya iyileşinceye kadar
te'cil yoktur." sözüne aykırı değildir. Çünkü o hastalıktan murad uzuvları
zayıflatan hastalıktır ki, bu sebeble âlette de gevşeklik hâsıl olur.
"Yahut sihirden..."
İnâye'de buna "Yahut asıl hilkatindeki zayıflıktan veya başka sebebten" ifadesi
ziyade edilmiştir.
FAİDE: Tahtâvî'nin
Tebyinü'l-Mahârim'den, o da Vehb b. Müneb-bih'in kitabından naklen beyanına göre
büyülenmiş ve bağlı kimseye şu ilaç fayda verir: Yedi tane yeşil sidr (nebk)
yaprağını iki taş arasında ezerek su ile karışıtrılmalı ve o suyu üzerine
serpmeli, kalanı ile de yıkanmalıdır. Allah Teâlâ'nın izniyle bir şey kalmaz.
"Veya enenmiş'den
murad yumurtaları çıkarılmış da âleti kalmış kimsedir.
"Bu izaha göre
ilh..." Yani âleti kalkmazsa diye kayıdlandığına göre hâssı âm üzerine atıf
kabîlindendir. Maksad Bahır sahibinin itirazına cevap vermektir. Bahır sahibi:
"Bu kelimeyi innîn üzerine atfetmeye hâcet yoktur. Çünkü enenmiş innînde
dahildir." diye itiraz etmiştir. Şârih ona cevaben bunun hâssı âm üzerine atıf
kabîlinden olduğunu söylüyor. Lâ' kin bu attın mutlaka bir nüktesi olmalıdır.
Nitekim ayeti kerimede Cibril'in melekler üzerine atfedilmesi şerefinin
ziyadeliğindendir. Bu nükteyi şârih: "Çünkü gizlilik vardır." sözüyle beyan
etmiştir. Yani enenmişin innînde dahil olmasında gizlilik vardır demek
istemiştir. Çünkü buna ayrı isim verimiştir. Hâssı âm üzerine atıf meselesinde
meşhur olan âdet vav ve hatta edatlarıyla yapmaktır. Nitekim; insanlar öldü,
hatta peygamberler, cümlesinde böyledir. Yahut mânâsına gelen "ev" edatıyla atıf
yapılmaz. Şârih buna cevaben bu fukahanın bir müsamahasıdır, diyor. Müsamaha
alâka ve karine olmaksızın bir kelimeyi başka kelimenin yerinde kullanmaktır.
Lâkin buna şöyle itiraz edilebilir: Sahih hadîsde yahut edatı kullanılmıştır.
Peygamber (S.A.V.): "Her kimin hicreti dünya İçin olursa ona isabet eder yahut
bir kadın içinse onunla evlenir." buyurmuştur. Muhakkık ulemadan bazıları bu
atfı sonra mânâsına gelen "sümme" edatıyla dahi câiz görmüşlerdir. Nitekim bir
hadîsde: "Hayvan kestiğiniz vakit kesmeyi iyi becersin. Sonra kesen kimse
kestiği hayvanı rahatlatsın. Bıçağını da keskinletsin." buyurulmuştur.
"Dört mevsime şâmil
olduğu içindir." Çünkü cimaya kâdir olamamak ya ârizî bir hastalık yahut aslî
bir âfet dolayısiyledir. Ârizî bir hastalık dolayısiyle ise ya sıcaklığın ya
soğukluğun ve ya rutubetin yahut kuru havanın galebe çalmasından ileri gelir.
Sene dört mevsime şâmildir. Yaz sıcak ve kuru, güz soğuk ve kurudur. Mevsimlerin
en kötüsü budur. Kış soğuk ve rutubetli, bahar sıcak ve rutubetli olur. O
kimsenin hastalığı bunlardan birinden ise ilacı ona zıd olan mevsimde tamam
olur. İkisinden ise iki zıd mevsimin geçmesiyle tamam olur. Böylece sene tam
olarak hali bildiren mi'yar olmuştur. Sene geçer de cimaya kâdir olamazsa
hastalığının aslî bir afet olduğu anlaşılır. Ama bu söz götürür. Çünkü arizî
hastalığı bir adam senelerce çekebilir. Nitekim büyülenmiş kimse böyledir. Hak
söz 'şudur: Karı-kocayı birbirinden ayırmak ya erkek kötürüm olduğu için
hastalığı geçmeyeceği kanaatine varmakla yahut aslî afet sebebiyle olur. Senenin
geçmesi bunun mûcibidir. Yahut mûcib kadının hakkını ödeyememektir. Sene sabır
ve ibtila için şer'an sınır konulmuştur.
TamamıFetih'dedir.
"Başkasının
teciline itibar yoktur." Çünkü bu ancak hâkim huzurunda olacak işin
başlangıcıdır ki, o da ayrılmaktır. Onun başlangıcı da öyledir. Valvalciyye.
Binaenaleyh kadının ve başkalarının tecili muteber değildir. Bunu Bahır sahibi
Hâniyye'den nakletmiştir. Hâkimden başkasının -kim olursa olsun- te'cili de
mu'teber değildir. Fetih. Zâhirine bakılırsa velevki hakem tâyin edilmiş olsun.
Bahır'da: "Hâkim te'cil ettikten sonra azl olunursa yerine gelen ilk te'cilin
üzerine bina eder." denilmiştir.
"Kamerî aylarla
itibar edilir." Bunun vechi şudur: Hz. Ömer ve başkaları gibi ashabdan sene ismi
sâbit olmuştur. Şeriat uleması ise ay ve seneleri ancak hilâlla bilirler. Sene
denilince hilâfı açıklanmadıkça bu anlaşılır. Fetih.
"Küsur" Günden
murad sekiz saat kırk sekiz dakikadır. Kuhistânî. Bu bir günün üçte biriyle onda
birinin üçte biri eder.
METİN
Bazıları günlerle
şemsî sene itibar edileceğini söylemişlerdir. Bu ötekinden on bir gün fazladır.
Bununla fetva verildiği söylenmiştir. Ayın içerisinde tecil yapılırsa bil
ittifak günlerle hesap edilir. Ramazan ve kadının hayız günleri kezâ erkeğin
haccı ve kaybolduğu günler seneden sayılır. Kadının hacc müddeti ile kaybolduğu
günler erkeğin ve kadının mutlak surette hastalıkları sayılmaz. Bununla fetva
verilir. Valvalciyye. Koca sabî veya hasta yahut ihramlı olmadıkça dâvâ
vaktinden itibaren tecil edilir. Aksi takdirde sabî bulûğa erdikten, hasta
iyileştikten, ihramlı ihramdan çıktıktan sonra tecil olunurlar. Zıhâr yapmış
olup köle azadına kudret bulamıyorsa bir sene İki ay te'cil olunur. Ondan sonra
bir defa ci-mada bulunursa ne âlâ. Aksi takdirde kocası boşamaya razı olmazsa
hâkimin ayırması ile kocasından bâin olur.
İZAH
"Günlerle şemsi
sene itibar edileceğini söylemişlerdir." Bu kavli Şem-sü'l-Eimme Serahsî,
Kâdîhân ve Zahîruddin ihtiyar etmişlerdir. İmam Hasan'ın Ebû Hanife'den rivâyeti
budur. Fetih. İmam Muhammed'den bir rivâyete göre itibar sayı hesabına göredir
ki, bu üç yüz altmış gündür. Kuhistâni.
"On bir gün
fazladır." Beş saat elli beş dakika yahut kırk dokuz dakika da fazlası vardır.
Tamamı Kuhistânî'dedir.
"Bil ittifak
günlerle hesap edilir." Bu mutlak sözün zâhirine bakılırsa sayı itibariyle
senenin her ayı otuz gün olacaktır ve birinci ayın otuzuncu günü ertesi aydan
tamamlanmayacaktır. Kalan aylar hilâl hesabiyle olacaktır. Nitekim İmameyn'in
icare hakkındaki kavli budur. Ulema İmam-ı Azam'la İmameyn arasındaki bu hilâfı
iddette de yürütmüşlerdir. Bazıları iddette bilittifak günler muteber olacağını,
hilâfın sadece icareye mahsus olduğunu söylemişlerdir. Musannıfın iddet
bahsindeki mutlak sözünün gereği de budur.
"Hayız günleri"
Kezâ nifâsı seneden sayılır. Bunu Bahır'dan naklen Tahtâvî söylemiştir. Lâkin
ben bunu Bahır'da göremedim. Başka nüshasına bakmalıdır.
"Seneden sayılır."
Yani kocanın aleyhine seneden sayılır. Yerine bedel kabul edilmez.
"Haccı ve
kaybolduğu günler" dahi böyledir. Çünkü acz erkeğin fiiliyle gelmiştir. Kadını
beraberinde sefere çıkarması yahut hacc ve gaybeti tehir etmesi mümkündür.
Fetih. Hacc fevri (mühletsiz) vâcib olur diyenlere göre ve kadını beraberinde
götürmeye imkân bulamazsa mazur görülür denilemez. Çünkü hacc Allah Teâlâ'nın
hakkıdır. Onunla kulun hakkı sâkıt olmaz.
"Kadının hacc
müddeti ile kaybolduğu günler sayılmaz." Yani erkeğin aleyhine hesab edilmez.
Çünkü acz kadından gelmiştir. Bu bir özürdür, bedeli verilir. Kezâ koca
hapsedilirse velev ki kadının mehrine karşılık olsun, kadın da hapishaneye razı
olmazsa yine bedel verilir. Kadın hapishaneye gitmekten çekinmez de kocasının
orada bir halvet yeri bulunursa aleyhine hesap edilir. Fetih.
"Erkek ve kadının
hastalıkları"ndan murad cimaya mâni olan hastalıktır. Fetva buna göredir. Bunu
Hızâne'den naklen Kuhistânî söylemiştir.
"Mutlak surette"
Yani ister bir ay olsun ister daha az veya daha çok olsun hesaba katılmaz.
Nitekim Valvalciyye'nin sözüne müracaatla anlaşılır. Bahır sahibi diyor ki:
"Hâniyye'de sahih kabul edildiğine göre bir ay hesaba katılmaz, daha azı
katılır. Muhît'ta esah rivâyet Ebû Yusuf'un kavli olduğu bildirilmiştir ki, o da
yarım aydan fazla olan müddetin hesaba katılmamasıdır."! Bu mutlak sözde kocanın
hastalığı cimaya mâni olsun olmasın dahildir, demek doğru değildir. Çünkü
cimanın mümkün olduğu hastalık günlerini hesaba katmamanın bir mânâsı yoktur.
Zira bunun kusurudur. Şu halde bunların yerine nasıl bedel verilebilir. Anla!
Zâhire bakılırsa Kuhistânî'nin yukarıda geçen "fetva buna göredir" sözü Hâniyye
ile Muhît'ta zikredilen tafsilâtın mukabilidir. Şu halde meselede fetva ihtilâfı
yoktur. İhtilâf sadece sahiplemededir. Zâhire göre şârihin söylediği tercih
olunur. Çünkü fetva sözü tercih kelimelerinin en kuvvetlisidir. Binaenaleyh
Hâniyye ve Muhît'in ifadelerine tercih olunur. Hidâye, Mültekâ, Vikâye ve diğer
metinlerin mutlak olan sözleri de bunu iktiza eder,
"Sabî olmadıkça"
Yani cimaya kâdir olmayan sabî değilse demek istiyor. Çünkü Fetih'de Kâdîhân'dan
naklen şöyle denilmiştir: "On dört yaşına varan çocuk karısına yakınlık edemez
de başkasına yakınlık ederse tecil olunur." Düşün!
"Bir sene iki
ay..." Evlâ olan iki aydan sonra bir sene te'cil edilir demektir. Yani oruç için
te'cil edilir mânâsınadır. Fetih'de şöyle denilmiştir: "Kocası kendisine zıhâr
yapmışken kadın onudâvâya verirse kocası köle âzâdına kâdir olduğu takdirde
müddet dâvâ zamanından itibar olunur. Âciz ise hakim ona keffâretin iki ayı için
mühlet verir. Sonra tecil eder. Bu suretle tecili bir sene iki ayı bulur.
Tecilden sonra zıhâr yaparsa buna bakılmaz. Müddetin üzerine de ziyade edilmez."
Kadın onu ramazanda dâvâya vermişse ramazanla ondan sonra iki ay mühlet vermesi
gerekir. Çünkü bu müddette keffâret orucunu tutması mümkün değildir.
"Hâkimin ayırması
ile kocasından bâin olur." Çünkü bu ayrılık hakikî cimadan öncedir. Binaenaleyh
talâk-ı bâin olur. Kadına mehrinin tamamı verilir. Halvet-i sahiha bulunduğu
için iddet beklemesi de vâcib olur. Bahır. Çünkü iyilikle nikâhında tutmaktan
âciz kalınca tatlılıkla ayrılmak kocasına vâcibdir. Buna razı olmazsa zâlim
sayılır ve yaptığına tevbe eder. Fiili kendisine izafe olunur. Bazıları kadının
kendisini ihtiyar etmesi kâfidir. Mahkeme kararına hâcet yoktur. Bu âzâdlık
muhayyerliği gibidir demişlerdir ki, esah kavlin bu olduğu söylenir.
Gayetü'l-Beyân'da böyle denilmiştir. Mecmâ'da birinci kavil İmam-ı Azam'ın
ikincisi İmameynin olduğu bildirilmiştir. Nehir. Bedâyı'da Muhtasar-ı Tahâvî
şerhinden naklen ikinci kavlin zâhir rivâyet olduğu bildirilmiş, sonra Bedâyı
sahibi: "Bazı yerlerde zâhir rivayet hakkında söylenen İmameyn'in kavli olduğu
bildirimiştir." demiştir.
METİN
Ayırmak kadının
isteği ile olur. Bu bütün fiillere taallûk eder. Binaenaleyh yukarıda geçtiği
gibi âleti kesik kimsenin karısına da şâmildir. Kadın deli olursa velîsinin
isteği ile veya hâkimin nasbettiği şahsın isteği ile olur. Kadın cariye ise
muhayyerlik efendisinindir. Çünkü çocuk onundur. Bu yani bu muhayyerlik fevrî
(hemen) değil terahi (mühlet) iledir, Kadın kocasını innîn veya mecbûb bulur da
bir zaman dâvâ etmezse hakkı bâtıl olmaz. Kezâ dâvâya verir de sonra bir müddet
bırakırsa ayrılık istemeye hakkı vardır. Velev ki bu günler zarfında kocasıyla
beraber yatmış olsun, Hâniyye. Nasıl ki kocasını bir hâkime dava eder de o da
bir sene tecil ettikten sonra sene geçer ve kadın bir zaman dâvâcı olmazsa hakkı
bâtıl olmaz. Zeylaî, Kocası cimayı iddia eder de karısı inkârda bu-lunursa
güvenilir bir kadın -iki kadın olması daha ihtiyattır- bu kadın bâkiredir derse
yahut fercine, bir yumurta içi sokulursa bulunduğu mecliste muhayyer bırakılır.
Bâkireliği duvara bevletmekle bilinir.
İZAH
"Kadının istegi ile
olur." Bundan murad ikinci isteğidir. Birincisi tecil için, ikincisi de ayrılmak
içindir. Kadın bulunmadığı vakit vekilinin istemesi kendi istemesi gibidir.
Yalnız burada hilâf vardır. Ama bunu imam Muhammed zikretmemiştir.
Bahır.
"Bu bütün fiillere
teallûk eder." Bunlardan murad birbirlerinden ayrılmaları kocanın tecili ve
kadının bâin olmasıdır. Bunu Halebî Nehir'den nakletmiştir.
"Yukarıda geçtiği
gibi" Sözünden murad musannıfın: "Kadının isteği ile hâkim ayırır." sözüdür. H..
"Velisinin isteği
ile" Demesi gösteriyor ki, kadın akıllansın diye işi sonraya bırakmaz. Çünkü bu
iş için malum bir sınır yoktur. Küçük kız bunun hilâfınadır. Hâkim o bulûğa
erinceye kadar tehir eder. Çünkü kocasının o haline razı olması ihtimali vardır.
Nitekim yukarda geçmişti. Evet, Nehir sahibinin bahsettiği vâriddir. O: "Bazen
ayılırsa tehir eder." demişti. Nitekim arz etmiştik. Anla!
"Hâkimin nasbettiği
şahıs" Yani kadının velîsi yoksa hâkim onun yerine kadına hasım olacak birini
tâyin eder ve ayrılmalarını o ister. Nitekim Fetih'de bildirilmiştir.
"Muhayyerlik
efendisinindir." Yani azlde olduğu gibi burada da hak efendisinindir. İmam Ebû
Yusuf'a göre kadınındır. Onun azl hakkında dahi kavli budur. Ama fetva birinci
kavle göredir. Valvalciyye.
"Çünkü çocuk
onundur." Bu talilin muktezası şudur: Çocuğun hür olması şart kılınırsa
efendisinin muhayyerlik hakkı yoktur. Lâkin Bedâyı sahibinin bundan sonra şöyle
bir ta'lili vardır: "Bir de ayrılmayı istemek veya kocasıyla kalmak kadın
tarafından kendisi hakkında bir tasarruftur. Halbuki kendisi ve bütün cüzleri
efendisinin milkidir. Binaenaleyh tasarruf velâyeti efendinindir."
"Yani bu
muhayyerlik" Sözüyle yaptığı işaret bu bâbın yani innîn ve benzerlerinin
kadınlarının muhayyerliğidir. Şârih bununla bulûğ muhayyerliğinden
ihtiraz''etmiştîr. Zira o fevrîdir. Öyle olunca müddetten evvel de sonra da
isteme muhayyerliğine şâmildir. Nitekim metinde açıkça mevcuddur. Fetih'de şöyle
denilmiştir: "Müddetten önce dâvâya vermeyi geciktirmekle kadının ayrılık îsteği
hakkı sâkıt olmaz. Tecilden sonra sene geçmekle dahi ne kadar gecikirse geciksîn
hakkı bâtıl olmaz. Çünkü bu bazen razı olduğu için değil de denemek ve cîmayı
ummak için yapılabilir. Binaenaleyh şübheyle kadının hakkı bâtıl olmaz." Ama bu
hâkimin kadına muhayyerlik vermesinden öncedir. Sonra olursa fevrîdir. Nitekim
izahı gelecektir. Anla!
"Hakkı bâtıl
olmaz." Yani onunla beraber kalmaya razıyım demedikçe kadının hakkı bâkîdir.
Tatarhâniyye sahibi Muhît'ten naklen bunu burada ve aşağıda gelen: "Nasıl ki
kocasını bir hâkime dâvâ eder de ilh..." dediği yerde böyle kayıdlanmıştır.
"Sonra bir müddet
bırakırsa" Yani dâvâ etmeden ve te'cil yapılmadan önce bırakırsa demektir.
"Kocası cima'ı
iddia eder de ilh..." Sözü te'cilden önceye ve sonraya şâmildir. Lâkin şârihin
aşağıda gelen: "Bulunduğu mecliste" sözü ikinciyi tâyin etmektedir. Hâsılı
Mültekâ ve diğer kitablarda da beyan edildiği vecihle karı-koca tecilden önce
cima olup olmadığında ihtilâf ederlerse bakılır: Evlendiği zaman kadın dul yahut
bâkire olup kadınlar şimdi duldur derlersesöz yeminiyle beraber kocasınındır.
Bâkiredir derlerse tecil edilir. Kezâ koca yemînden çekinirse hüküm yine budur.
Tecilden sonra ihtilâf ederler de kadın dul veya bâkire olup kadınlar duldur
derlerse söz kocasınındır. Bâkiredir derler veya koca yemin etmezse kadın
muhayyer bırakılır. Hülasasa Bahır'da da belirtildiği gibi kadın dulsa söz
başında yeminiyle kocasınındır. Başında yeminden çekinirse tecil edilir. Sonunda
yeminden çekinirse ayrılmak için kadın muhayyer bırakılır. Kadın bâkire ise
başında tecil yapılır, sonunda araları ayrılır.
"Güvenilir bir
kadın" Sözüyle musannıf Kâfî'nin "Adâleti şarttır." ifadesine işaret etmektedir.
Düşün!
"İki kadın olması
daha ihtiyattır." Bedâyı'da bunun yerine "Daha gü-venilir.", Isbîçâbî'de ise
"efdal" tâbirî kullanılmıştır. Bahır.
"Yumurta İçî
sokulursa ilh..." Yani fercine yumurta sokmakla deneme yapılır. Yumurta girmezse
kadın bâkiredir.
"Bulunduğu mecliste
muhayyer olur." Bahır sahibi diyor ki: "Fetva buna göredir. Nitekim Muhît ve
Vâkıat'ta böyle denilmîştir. Bedâyı'da İse zâhir rîvâyete göre meclise bağlı
olmadığı bildirilmiştir." Fetih sahibi birinci kavle göre hareket etmiştir.
Sonra bilmelisin ki, yukarıda geçen "Kadının muhayyerliğî mühletlidir, ani
değildir." sözü buradakine aykırı değildir. Çünkü o söz te'cilden önceki
muhayyerlik hakkındaydı. Yahut et'cilden sonra dâvâdan önce idi. Buradaki ise
te'cilden ve ikinci dâvâdan sonraki hakkındadır. Yanî kadın kocasını innîn
bulursa ona bir sene mühlet vermesi içîn hâkime dâvâ açabilir. Uzun müddet
susarsa bakılır: Hâkim tecil eder de sene geçerse kadın onu ikînci defa dâvâya
vererek aralarının ayrılmasını isteyebilir. Sene geçtikten sonra ikinci defa
dâvâya vermeden uzun müddet susarsa hâkime dâvâ edip de kocasının bu kadına
yakınlık edemedîği sâbit olursa hâkim kadını muhayyer bırakır. Kadın o meclisde
kendini ihtiyar ederse hâkim kocasına onu boşamasını emreder. Bedâvı'da şöyle
deniliyor: "Hâkim kadını muhayyer bırakır da kadın onunla kalır ve gönül
rızasıyla yatar kalkarlarsa, bu razı olduğuna delildir. Fakat kadın bunu müddet
geçtikten sonra hâkim muhayyer bırakmadan yaparsa rıza sayılmaz. Kerhî'nîn Ebû
Yusuf'tan rivâyetine göre hâkim kadını muhayyer bırakır da kadın bulunduğu
mecliste ihtiyar etmeden önce kalkarsa yahut hâkim kalkarsa veya kadını
bulunduğu meclisten hâkimin yardımcıları kaldırır da kadın bir şey söylemezse
muhayyerliği yoktur. Kaadî'nin bildirdiğine göre bu zahir rivâyette meclise
mün-hasır değildîr." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Bu açık gösteriyor ki,
bizim dediğimiz gibi kadına hâkîmin muhayyer bırakmasından önce sabit olan
muhayyerlik terahi üzerinedir (mühletlidir). Kocasıyla yatıp kalkmakla bâtıl
olmaz. Fakat hâkim muhayyer bıraktıktan sonra yatıp kalkmak gibi şeylerle bâtıl
olur. Kezâ ayrılığı ihtiyar etmeden meclisten kalkmasıyla da bâtıl olur ki,
fetva bunun üzerinedir. Ben bunu naklinigörmeden önce böyle anladım. Hamd
Allah'a mahsustur. Sen de anla!
"Muhayyer
bırakılır." Yani söz kadının olur. Hâkim onu muhayyer bırakır. Nehir sahibi:
"Sözünün zâhirine bakılırsa hâkim ona yemin de ettirmez." demiştir.
Ben derim ki:
Bedâyı sahibi Tahâvî şerhinden naklen bunu açık söylemiş ve şöyle talil
etmiştir: "Bu kadında bekâret asıldır. O kadınların şehâdetiyle yok olur.
Fetih'de bildirildiğine göre kadın kendini ihtiyar etti mi hâkim kocasına onu
boşamasını emreder. Boşamazsa aralarını ayırır."
"Duvara bevletmekle
bîlinîr ilh..." Fetih'de şöyle denilmiştir: "Bâkire olduğunu bilmenin yolu
fercine en küçük tavuk yumurtası sokmakla olur. Kolayca girerse kadın duldur,
girmezse veya kırılırsa bâkiredir. Yahut yumurta kırılarak fercine akıtılır.
Girerse dul, girmezse bâkiredir. Bazıları: Duvara bevledebilirse bâkiredir,
edemezse duldur, demişlerdir."
METİN
Kadın duldur yahut
dulmuş derse kocası yeminiyle tasdik edilir. Baştan yeminden cayarsa tecil
edilir. Sonunda cayarsa kadın muhayyer bırakılır. Nasıl ki kadın dul çıkar da
bekâretinin onun cima'ından başka bir sebeble meselâ parmağı ile bozulduğunu
söylerse tasdik olunur. Çünkü zâhir budur. Asıl olan başka sebeblerin
bulunmamasıdır. Mirâc. Kocasını ihtiyar ederse -velev delâleten olsun- kadının
hakkı bâtıl olur. Nasıl ki kadından ayrılmaktan vazgeçtiğini gösteren bir delil
bulunursa meselâ meclisinden kalkar veya kendisini hâkimin memurları kaldırırsa
yahut kadın bir şey ihtiyar etmeden hâkim kalkarsa kadının hakkı bâtıl olur.
Bununla fetva verilir. Vâkıât. Çünkü kalkarken ihtiyar mümkündür. Ayrılığı
ihtiyar ederse kocası onu boşar yahut hâkim ayırır. Bu adam ilk karısı ile yahut
onun halini bilen başka bir kadınla evlenirse müftâbih mezhebe göre kadına
muhayyerlik yoktur. Bunu Bahır sahibi Muhît'ten nakletmiştir. Hâniyye'nin
sahihlemesi bunun hilâfınadır. Karı-kocadan biri diğerinîn kusuru ile muhayyer
bırakılmaz. Velev ki delilik, cüzâm, baras, ferc yapışıklığı ve boynuz gibi
aşırı olsun. Üç mezhebin İmamları kocada olursa bu beş şeyde muhalefet
etmişlerdir. İadesine hüküm verilirse sahih olur. Fetih.
İZAH
«Yahut dulmuş» yanı
evlenirken dulmuş derse kocası yeminiyle tasdik edilir. Yani cima'da bulunduğuna
yemin ettirilir. Çünkü ayrılma istihkakını inkâr etmektedir. Asıl olan
selâmettir.
«Baştan» yani
tecilden önce cayarsa demektir.
«Çünkü zâhir
budur.» Yani zahir bekâretinin cimayla bozulmasıdır. Başka bir sebeble bozulması
aslın hilâfınadır. Şimdi bu kalır: Kocası bekâretini parmağı ile bozduğunu ikrar
eder de cima'ına da kâdir olduğunu ve cima ettiğini iddiada bulunursa acaba
kadının muhayyerlîği kalır mı kalmaz mı? Zâhir olan kalmamasıdır. Çünkü maksad
hâsıl olmuştur. Velev ki kocasının bu hareketi memnu olsun. Zira cinayetlerde
küçüklerin ahkamı bahsinde bildirildiğine göre kocası karısının bekâretini
parmakla bozsa ödemez. Ama tâzir olunur.
«Kocasını ihtiyar
ederse» yani sene tamam olduktan ve hâkim muhayyer bıraktıktan sonra demek
istiyor. Buna karine bundan sonraki sözüdür. Hâkim muhayyer bırakmazdan önce ise
tecilden önce veya sonra olsun açıkça razı olmadıkça kadının hakkı bâtıl olmaz.
Meclisle mukayyed de değildir. Nitekim izahı geçmişti.
«Velev delâleten
olsun» Yani ihtiyar etmeyi meclisten kalkıncaya veya kaldırılıncaya kadar
geciktirmek suretiyle olsun demektir. İnâye. Bu ifadenin bir misli de Bahır ve
Nehir'dedir.
«Ayrılmaktan
vazgeçtiğini gösteren bir delil bulunursa ilh...» Sözü delâleten ihtiyarı
beyandır. Zira ayrılmaktan vazgeçtiğini gösteren delil kocasını seçtiğine
delîldir.
«Yahut hâkîm
ayırır.» Yani kocası boşamazsa hâkim ayırır.
«Onun halini bilen»
sözü başka kadının kaydıdır. Birinci kadının onun halini bildiği mâlumdur. H.
«Hâniyye'nin
sahihlemesi bunun hilâfınadır.» Hâniyye'de şöyle denilmiştir: "Hâkim innîn ile
karısını birbirinden ayırır da sonra adam kendi halini bilen başka bir kadınla
evlenirse bu hususta rivâyetler muhteliftir. Sahih olana göre ikinci kadının
husumet hakkı vardır. Çünkü bir İnsan bazen bir kadınla cima'dan âciz olur da
başka kadınla cimadan aciz olmayabilir." H. Rahmetî Hâniyye'nin sözünü daha
zâhir görerek: "Birincil kadına yakınlık edememesi yalnız ona karşı
sihirlendiğinden olabilir." demiştir.
Ben derim ki:
Müftâbıh kavlin vechi şudur: Kadın bunun aczi tahakkuk ettiğini bilip aczinin
birinci karısına mahsus olduğunu bilmezse onunla evlenmeye razı olur. Onunla
birleşmek istemesi rızasını te'kid eder.
«Muhayyer
bırakılmaz ilh...» Yani Şeyhayn'a göre karı-kocadan birine diğerinin kusuru
sebebiyle nikâhı fesh etme hakkı yoktur. Atâ, Nehaî, Ömer b. Abdilaziz, Ebû
Ziyad, Ebû Kılâbe, İbn-i Ebi Ceyla, Evzâi, Sevrî, Hattâbî, Dâvûd-u Zâhiri ve ona
tâbi olanların kavli budur. Mebsût'ta bunun Hz. Ali ile İbn-i Mes'ud (R.A.)'nın
mezhebleri olduğu kaydedilmiştir. Fetih.
«Cüzâm» bir
hastalıktır ki, ondan cild çatlar ve kokar, et parçalanır. «Baras cildde zâhir
olan beyaz lekelerdir (ki, buna dilimizde abraş denir.) Bu kötüye yorumlanır.
Kuhistânî.
«Boynuz» fercte
zekerin gireceği yerde bulunan gudde bir et parçasıdır. Bazen kemik olur.
Misbah.
«Kocada olursa...»
Burada ibârede bozukluk vardır. Çünkü üç mezheb imamlarına göre bu beş şey
kadında olursa kocanın muhayyer olmamasını iktiza etmektedir. Halbuki vâki bunun
hilâfınadır. Zâhire göre ibârenin aslı şöyle olacaktır: "Üç mezhebin imamları bu
beş şeyde mutlak surette muhalefet etmişlerdir. İmam Muhammed ise kocada olursa
ilk üçündemuhaliftir." Nitekim Bahır ve diğer kitablardan anlaşılmaktadır. H.
Ben derim ki: Bir
nüshada: "İmam Muhammed'e göre şayet kocada olursa" denilmiştir. Lâkin buna
"Ferc yapışıklığı ve boynuz kocada bulunmazlar" diye itiraz edilir. Fetih sahibi
üç imamın ve İmam Muhammed'in istidlallerini söz götürmez bir şekilde
reddetmiştir.
«İadesine hüküm
verilirse sahih olur.» Yani bunu caiz gören bir hâkim hüküm verirse demektir ki,
bu meselenin ictihad götüren meselelerden olduğunu ifade eder. Bahır sahibi bu
meseleyi zikretmişse de Fetîh'de ben onu görmedim. Ancak "bu sahihtir. Yalnız"
İmam Ahmed'den bir rivâyete göre sahih olmaz. Liân ayrılığı gibi bu karı-koca
bir yere gelemezler. Fakat bu rivâyet bâtıldır, aslı yoktur. Bunu Mi'râc'dan
naklen Bahır sahibi söylemiştir.
METİN
İnnîn ile karısı
ayrıldıktan sonra ikinci nikâha razı olurlarsa bu sahihtir. Bir adam cariyesinin
yapışık fercini yardırabilir. Karısının fercini de yardırır. Acaba kadın buna
mecbur edilebilir mi? Zâhire bakılırsa evet edilir. Çünkü kadına vâcib olan
teslim işi bunsuz mümkün değildir. Nehir.
Ben derim ki:
Behensî'nin ifadesine göre bu adam karısı ile evlenirken kendisinin hür veya
sünnî yahut mehir ve nafakaya kâdir olduğunu söyler de aksi çıkarsa yahut damad
filan oğlu filandır der de bulma yahut zinâ dölü çıkarsa kadın için muhayyerlik
vardır. Bellenmelidir.
İZAH
«Karısının fercini
de yardırır.» Lâkin bu ibâre nakledilmemiştir. Nakledilen sadece yapışıklık
kusurundan dolayı muhayyerlik olmadığını ta'lil ederken: "Çünkü yarmak
mümkündür." ifadesidir. Bu ise kocanın buna hakkı olduğuna delâlet etmez. Onun
içindir ki Bahır sahibi zikri geçen talili naklettikten sonra: "Lâkin zorla
yarılır mı yarılmaz mı bunu bir yerde görmedim." demiştir.
«Çünkü kadına vâcib
olan teslim işi ilh...» Burada şöyle denilebilir:
Teslimin vâcib
olmasından bu meşakkatın irtikâbı lâzım gelmez. Meşakkatten dolayı namazda kıyam
sakıt olmuştur. Emzikli kadın kendisinin veya çocuğunun telef olacağından
korkarsa oruç sâkıt olur. Bunun benzerleri çoktur. Fakat "Bu kullar tarafından
isteyeni bulunan bir vâcibtir." diye fark yapılabilir. T.
«Kadın için
muhayyerlik vardır.» Yani kefâet (denklik) bulunmadığı için kadın muhayyer olur.
Buna bazı üstadlarımızın üstadları itiraz etmiş:
"Muhayyerlik
asabenin hakkıdır." demiştir.
Ben derim ki; Bu
söz şârihin kefâet bâbının başında söyledlkierine uygundur. Şârih orada: "Kefâet
velinin hakkıdır, kadının hakkı değildir." demişdi. Lâkin biz orada yaptığımız
tahkîkda kefâetin her ikisinin hakkı olduğunu bildirmiş, Zahîriyye'den şunu
nakletmiştik: "Kocası kadına kendi nesebinden başka bir neseb söyler de aksi
çıkar ve küfü olmadığı anlaşılırsa her birine fesh hakkı sâbittir. Küf'ü çıkarsa
fesh hakkı yalnız kadının olur. Velîlere yoktur. Kadına haber verdiğinden daha
âlâ çıkarsa hîç birinin feshe hakkı kalmaz. İmam Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre
kadının fesh hakkı vardır. Çünkü ihtimal onunla beraber kalmaktan âciz olur.
Meselenin tamamı oradadır. Lâkin bana şimdi zahir olduğuna göre kadına fesh
hakkı sâbit olması aldatıldığı içindir, kefâet yok diye değildir. Şu delil ile
ki, kocası küf' çıkarsa kadına fesh hakkı sâbit olur. Çünkü kadını aldatmıştır.
Velîlere bu hak sâbit olmaz. Zira aldatma onlara olmamıştır. Onların hakkı
kefâettedir. O da mevcuddur. Bu İzaha göre bu meselelerde kadına muhayyerlik
sabit olmasından kocasının küf'ü çıkmaması lazım gelmez. Allahu
a'lem.