05 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...İDDET BÂBI


İDDET BÂBI


METİN
İddet lügatta saymak mânâsına gelir. Kelime uddet şeklinde okunursa bir şeye hazırlanmak mânâsını ifade eder. Şer'an sebebi bulunduğu vakit kadına veya erkeğe lâzım gelen bir bekleyiştir. Erkeğin beklediği yerler yirmi olup Hızâne'de bildirilmiştir. Bunların hepsi: "Bir mâniden dolayı kadını nikâh etmek mümkün değilse o mâniyi gidermek lâzım gelir." kaidesine râcidir. Mâni karısının kız kardeşini nikâh etmek ve karısından başka dört kadınla evlenmek gibi şeylerdir.
İZAH
İddet vücudda bütün nev'ileriyle ayrılmaya terettüb ettiği için musannıf onu hepsinden sonraya bırakmıştır. Bahır.
«Şer'an bir bekleyiştir ilh...» Yani evlenme müddetinin bitmesini bek-lemektir. Bunun hakikatı evlenmeyi ve şer'an lâzım olan zîneti şer'an tâyin edilen bir müddette terk etmektir. Ulema: "İddetin rüknü ayrılık anında sâbit olan birtakım haram hükümleridir." demişlerdir. Bu izaha göre tarifte: "Beklemenin lüzumudur." demek icab eder ki, rüknünün birtakım haram hükümler olması sahih çıksın. Çünkü bu haram hükümler birtakım lüzumlardır. Yoksa bekleyiş onları yapmaktır. Haram olan şeyler AIIah Teâlâ'nın hükümleridir. Binaenaleyh bekleyişin kendi olamaz. Tamamı Fetih'dedir.
Ben derim ki: Şârihin "kadına lâzım gelen' sözünün yanında lüzum kelimesini takdir etmek zayıf düşer. Bekleyişten evlenmek ve dışarı çıkmaktan çekinmek gibi bir mânâ kasdetmeye ne mâni vardır! Haram olan şeylerden murad da bu çekinmeler olur. Şu delil ile kî iddet kadınla meydana gelen şer'î bir sıfattır. Binaenaleyh onun rüknü mutlaka kadınla meydana gelmek lâzımdır. Bu izaha göre Sa'diyye hâşiyelerindeki şu İfadeye hâcet yoktur: "İddetin rüknü haram fiiller olunca onu bekleyiş diye tarif etmek lazım ile tarif olunur." Bedâyı sahibi iddeti şöyle tarif etmiştir: "Nikâhın eserlerinden kalanın bitmesi için konulmuş bîr müddettir." Bedâyı sahibi diyor ki: "Şâfiî'ye göre iddet bekleme fiilinin ismidir ki, imtina ve çekinmeden İbarettir."
Ben de derim ki; Sıhâh ve diğer lügat kitablarından naklen yukarıda geçene muvafık olan da budur. Fetih sahibinin tahkıkı da budur. O: "İddet bekleyen kadın şübhe ile cima edilirse" dediği yerde şunları söylemiştir: "Hakikatı Allah Teâlâ'nın kitabı ifade eder ki. o: "Kadınların iddeti üç aydır." buyurmuştur. Bu hususi müddetin kendisi olup haram fiiller bu müddete teallûk etmiş; bununla kayıdlanmışlardır. Yoksa bu müddetin içinde sâbit olan haram fiiller değildir. İmtina'ın bulunması ve bekleyiş de değildir." Kendisine haram fiillerin rükün olması müşkül gelmez. Çünkü onu men edebilir. Bundan dolayıdır ki bazıları bu fiilleri iddetin hükmü saymışlardır. Her iki tarife göre en zâhir olan da budur.
Nehir sahlbi diyor ki: "Bedâyı'ın tarifi küçük kızın iddetine şamildir. Musannıfın tarifi bunun hilâfınadır. Ulemanın ekserisi kadına vâcibtir sözünü kullanmamışlardır. Onlar kadın îddet bekler deyip geçmişlerdir. Vûcub ancak velîye râcidir. Iddeti bitinceye kadar kadını kocaya vermez. Şemsü'l-Eimme'nin söylediğine göre iddet mücerred müddetin geçmesidir. Onun kadın hakkında sabit olması şeriatın hitabını kadına tevcihine müeddi olmaz. Müsemmasının müddet olması velîye kadını evlendirmemek için hitab bulunmamasını gerektirmez; dersen ben de derîm ki: Böyle olunca iddet İçinde sâbit olan evlenmenin sahih olmamasıdır. Bir kimseye hitab değildir. Bilâkis şârih evlenme işinî yaparsa bunun sahih olmadığını vazetmiştir." Bu İfade Fetih'den kısaltılmıştır. Hâsılı küçük çocuk hitablı vaz'îye ehildir. Bu da ondandır. Nitekîm çocuk telef ettiği şeyleri ödemekle de mükelleftir. Bu Bahır'da beyan edilmiştir.
«Veya erkeğe ilh...» Fetih sahibi diyor ki: "Karısının kız kardeşiyle evlenmenîn haram olması iddetten değil kadının iddeti hükmündendir. Şübhesiz ki onun da iddette olmasının mânâsı budur. Çünkü îddetîn mânâsı evlenmekle vâcib olan bekleyiştir. O da müddetin geçmesidir. İddette bu böyledir. Şu kadar var ki, ıstılahta îddet ismi erkeğin değil kadının bekleyişine mahsustur."
«Erkeğin beklediği yerler yirmi olup» şunlardır: "Karısının kız kardeşini, halasını, teyzesini, kardeşi kızını, kız kardeşi kızını nikâh etmek istediğinde, beşinci kadını almak istediğinde, hürrenin üzerine cariye ile evlenmek istediğinde, nikâh-ı fâsidde cima edilen kadının kız kardeşini yahut akid şübhesiyle cima edilenin kız kardeşini nikâh etmek istediğinde ki, dördüncü kadının nikâhı da böyledir. Yani adamın üç karısı var da dördüncüyü nikâh-ı fâsidle veya akid şübhesiyle cima etmişse cima'da bulunduğu kadının iddeti geçmedikçe dördüncü bir kadınla evlenemez. Ecnebî birinden iddet bekleyen bir kadını nikâh için de bekler. Yani kendi boşadığı kadının ve üç talâkla boşanan kadının hulle yapmadan nikâhı bunun hilâfınadır. Satın alınan cariye ile istibrâ yapmadan cima'da bulunmak, zinâdan hamile kalan bir kadınla doğurmadan evlenmek, dar-ı harbde Müslüman olup da İslâm memleketine hicret eden harbîyye hamile ise doğurmadan onunla evlenmek isteyen adam iddet bekler. Esir alınan ka-dın hayız görünceye veya küçüklük büyüklük sebebiyle hayız görmezse bir ay geçinceye kadar cima edilmez, mükâtebenin ya âzâd olunca veya âciz kalıncaya kadar sahibi tarafından nikâh ve cima'ı putperest, murted ve mecûsî kadının nikâhı Müslüman oluncaya kadar caiz değildir." Bu satırlar izah edilerek Bahır'dan alınmıştır.
«Beşinci kadını» sözünden murad ihtimal dört kadınla evli olup da beşinciyi almak isteyendir. Böylesi dört kadından birini boşamadıkça beşinciyi almaktan men edilir ve ihtimal dört karısından birini boşayıp da beşinciyi almak isteyendir. Böylesi boşadığı kadının iddetibitmedikçe beşinci kadını almaktan men edilir. Bu meseleden önce geçen beş meselede de söylenecek söz budur. Hürrenin üzerine cariye ile evlenmek isteyenin hükmü de budur.
«Bir mâniden dolayı» meselâ gerek akid gerek iddet suretiyle olsun başkasının hakkı geçmek, cariyeyi hürrenin üzerine almak dört kadından fazla ile evlenmek, haram kadınları bir nikâhda toplamak birer mânidir.
METİN
Istılahta iddet; nikâh veya şübhesi ortadan kalktığı vakit kadına veya küçük kızın velisine lazım gelen bir bekleyiştir. Zinâda iddet yoktur. Nikâh şübhesi fâsid nikâh ve kocasından başkasının yanına kapanan kadın gibidir. "Veya şübhesi" sözüne "veya benzeri" kelimesini ilave etmeli ki, Ümmüveledin iddetine de şamil olsun. Sebeb-i vücubu teslim ve onun yerini tutan ölüm veya halvet-i Sahiha ile kuvvet bulan nikâh akdidir. Binaenaleyh ferci yapışık kadınla halvette bulunmakla iddet lâzım gelmez.
İZAH
«Istılahta» Yani fukahanın ıstılahında demektir ki, bu yukarıda geçen şer'î mânâdan daha hususidir. Biliyorsun ki iddet ismi erkeğin değil kadının bekleyişine tahsis edilmiştir.
«Küçük kızın velîsine» iddet şu mânâya vâcibdir ki, ona bekletecektir. Yani onu iddet bekleyen kadınların sıfatı ile vasıflandıracaktır. Çünkü iddet kadının sıfatıdır, velîsinin sıfatı değildir. Kadın boşanır veya kocası ölürse velîsinin iddet beklemesi vâcib olur demek doğru değildir. Yukarıda geçti ki ulema: Kadın iddet bekler, vücub ancak velîsine aiddir. Onu iddeti bitinceye kadar kocaya vermeyecektir demişlerdir. Düşün! Deli kadın küçük kız gibidir.
«Nikâh ortadan kalktığı vakit» ifadesine şöyle itiraz olunmuştur: Talâk-ı ric'îde nikâh ancak iddetin bitmesiyle ortadan kalkar. Binaenaleyh evlâ olan tarif Bedâyı'ın yukarıda naklettiğimiz tarifidir. Küçük kızla yapılan itiraz ondan def edilir. Çünkü onda lüzum zikredilmemiştir. İbn-i Kemâl'in tarifi ondan daha da güzeldir. O şöyle demiştir: "İddet bir müddetin ismidir ki, bu müddet nikâhın eserlerinden kalanı yok etmek için konulmuştur. Yahut firâşın eserlerinden demeli, tâ ki Ümmüveledin iddetine şâmil olsun. T.
«Zinâda iddet yoktur.» Kendisiyle zinâ edilen kadını hamile bile olsa almak câizdir. Lâkin doğuruncaya kadar cima'dan men edilir. Aksi takdirde istibrâ yapmak mendûb olur. T. Babın sonunda gelecektir ki, bir kimse başkasının karısıyla evlenir de bildiği halde onunla cima'da bulunursa kocasına o kadının cima'ı haram olmaz. Çünkü yaptığı zihâdır.
«Veya şübhesi» ifadesi nikâh üzerine değil zevali üzerine mâtuftur. Çünkü nikâh üzerine mâtuf olsa iddetin ancak şübhe ortadan kalktığı vakit vâcib olması gerekir. Halbuki öyle değildir. Bahır'da böyle denilmiştir. Muradı Fetih sahibinin sözünü reddetmektir. Zira o bu kelimenin nikâh üzerine atfedildiğini söylemiştir.
Ben derim ki: Erkeğin sıfatı olan şübhe sâbık cima olup kendisinden ayrılmaz. Zira ayrılsa onunla had vâcib olur. Evet, onu meydana getirenin ortadan kalkması kasdedilirse yahut şübhesini sözünü nikâh üzerine atıf sahih olur. Sebebi aşağıda gelecektir ki, fâsid nikâhta iddetin başı hâkim tarafından araları ayrıldıktan veya birbirlerini terk ettikten sonradır. Fâsid nikâh olan iddet menşei bununla ortadan kalkar. Şüpheyle cima'da ise cima sona ermesiyle ve hal anlaşılmakla başlar.
«Ümmüveledin iddetine de şâmil olsun.» Çünkü onun da hürre gibi firâşı vardır. Velev ki hürrenin firâşından daha zayıf olsun. Âzâd olmakla bu ortadan kalkmıştır. Bahır.
«Nikâh akdidir.» Yani velevki fâsid olsun. Bahır.
«Teslim» den murad cimadır.
«Ve onun yerini tutan» cümlesi teslim üzerine atfedilmiştir. Evlâ olan veya kelimesiyle atfetmektir. Çünkü kuvvet bulmak ikiden biriyle olur. Bu sahih nikâha mahsustur. Nikâh-ı fâsidde ise iddet ancak cimayla vâcib olur. Nitekim mehir bâbında geçmişti. ileride de gelecektir.
Ben derim ki: Teslim yerini tutan şeylerden biri kadının erkek menîsini fercine sokmak istemesidir. Nitekim Bahır sahibi bunu incelemiştir. Bâbın sonundaki fer'î meselelerde de gelecektir.
«Halvet-ı sahiha ile» ifadesi söz götürür. Çünkü mehir bâbında geçtiğine göre mezheb halvet-i sahiha veya fâside ile iddetin vâcib olmasıdır. Kudûrî demiştir ki: "Fesad oruç gibi şer'î bir mâniden ileri gelirse iddet vâcib olur. Ferc yapışıklığı gibi hissî bir mâniden ileri gelirse vâcib olmaz. Şu halde şârihin sözü bu iki kavilden hiç birine uymamıştır." H.
Ben derim ki: Onu ikinci kavle yorumlamak mümkündür. Şer'î mâni yokmuş gibi sayılır, onu bozmaz ve onunla iddet sahih olur. Bozan sadece hissî mânidir. Ferci yapışık kadınla yapılan halvete iddet yoktur demesi bunu gösterir.
METİN
İddetin şartı ayrılmak, rüknü; onunla sâbit olan evlenmenin ve dışarı çıkmanın haram olması gibi haram fiiller ve iddet içinde talâkın sahih olmasıdır. Hükmü; karısının kız kardeşiyle evlenmenin haram olmasıdır. Nev'ileri; hayız, aylar ve doğurmaktır. Nitekim musannıf bunları şöyle ifade etmiştir: İddet hayız gören hürre hakkında Müslümanın nikâhı altında olmak şartıyla, velev ki kitabîyye olsun talâk -velev ric'î olsun- veya bütün sebebleriyle fesh için -ki kocasının oğlunun öpmesiyle hâsıl olan ayrılma da bundandır. Nehir.- hakikaten veya hükmen cimadan sonra ise tam üç hayızdır. Çünkü bir hayız parçalanmaz. Musannıf şerhde hakikaten veya hükmen sözünü atmış, aşağıda gelen "kadın cima edilmişse"sözünün hepsine râci olduğuna kesinlikle hükmetmiştir.
«Şartı ayrılmak» Yani nikâh veya nikâh şübhesinin ortadan kalkmasıdır. Nitekim Fatih'de bildirilmiştir.
«Rüknü haram fiillerdir.» Yani Fetih'den naklen yukarıda geçtiği gibi birtakım lüzumlardır. Haram kılmanın kendisi değildir. Yani kadına lâzım gelen birtakım şeylerdir ki, bunları yapmak kadına haram olur. Onunla sabit olan sözünde mukadder muzaf vardır. Yani onun sebebiyle şartı bulunduğu vakit sâbit olan demektir. Aksi takdirde bir şeyin kendi kendine» sübutu lâzım gelir. Zira bir şeyin rüknü onun mahiyetidir.
«Evlenmenin» yani kadına başkasıyla evlenmenin haram olması gibi ki, bu kadına haramdır. Erkeğin o kadının kız kardeşiyle veya ondan başka dört kadınla evlenmesi bunun hilâfınadır. Çünkü bu erkeğin üzerine haramdır. Binaenaleyh iddetten değil onun hükmünden sayılır. Nitekim Fetih'de ifade edilmiştir.
«Dışarı çıkmanın» yani kadının boşandığı evden dışarı çıkmasının haram olması gibi şeylerdir. Geri kalan haram fiiller yas tutma faslında gelecektir.
«İddet içinde talâkın sahih olmasıdır.» Bunu iddetin rüknü saymanın bir mânâsı yoktur. O iddetin hükümlerindendir. Nitekim Dürer sahibi bu yoldan yürümüştür. Şu da var ki bâinden sonraki bâin iddetinde ve üç talâk iddetinde bu tehakkuk etmez. Binaenaleyh onu burada zikretmek bir kalem hatasıdır. Zâhire bakılırsa musannıfın muradı iddetin hükmü bir takım haram fiillerdir ilh... demektir. Fakat bir kalem hatası olarak onun rüknü deyivermiştir. Onunla sâbit olan tâbirini kullanması bunu gösterir. Çünkü sâbit olmak rükne değil hükme münasibtir. Bu haram fiilleri Dürer sahibine ve başkalarına uyarak hüküm saymak rükün saymaktan daha zâhirdir.
«Hükmü karısının kız kardeşiyle ilh...» Yani hükümlerinden biri budur. Kız kardeşten murad kadının bütün zîrahm-ı mahrem akrabalarıdır, Erkeğin müddet beklediği meselelerden bir çoğu da iddetin hükümlerindendir. Bunlardan biri de bildiğin gibi iddet içinde talâkın sahih olmasıdır.
«Velev kitabiyye olsun» üç tam hayızdır. Çünkü kitabîyye de Müslüman kadın gibidir. Hürresi hürre gibi cariyesi de Müslüman cariyesi gibidir. Bahır. Musannıf bu sözle zimmîyyenin zimmî nikâhında bulunmasından ve iddete inanmamasından ihtiraz etmiştir. Nitekim bâbın sonunda metinde gelecektir
«Talâk veya fesh için...» Velî bâbında manzum olarak hangi nikâh ayrılmalarının fesh, hangilerinin talâk sayıldığı geçmişdi.
«Bütün sebebleriyle» ifadesinden murad bulûğ ve âzâdlık muhayyerliği ile nikâhın feshedilmesi, kefâet bulunmaması ile, karı-kocadan birinin diğerine mâlik olmasıyla, bazı suretlerde dinden dönmekle, nikâh fâsidden ayrılmakla ve şübheyle cima'dan ayrılmaklanikâhın feshedilmesidir. Lakin sonuncusu fesh değildir. Bu mutlak söze memleketlerinin birbirine zıd olmasıyla, esir edilen kadının nikâhının feshi ve Müslüman yahut zımmî olarak İslâm diyarına hicret eden kadının nikâhının feshi ile itiraz olunur. Zira hamile kalmadıkça bunlardan birine iddet yoktur. Nitekim musannıf babın sonunda söyleyecektir. Şürunbulâliyye sahibi karı-kocanın birbirlerine mâlik olmaları sözünü: "Kadın kocasına mâlik olursa" diye kayıdlamış, bundan kocası karısına mâlik olursa suretini çıkarmak istemiştir. Lâkin Zeylaî yas tutma faslında ve neseb bahsinde buna muhâlif beyanda bulunmuştur. Muhammed Ebussûud ikisinin arasını bularak: "Kocası karısına mâlik olursa kadın onun için iddet beklemez, başkası için olursa bekler. Bir de kadın kocasına mâlik olur da onu âzâd ederek evlenirlerse, ulemanın sözlerinden anlaşıldığına göre bu kadına yine iddet yoktur." demiştir.
Ben derim ki: Bahır'da şu ifade vardır: "Bir kimse cimadan sonra karısını satın alırsa kadına bu adamdan iddet yoktur. Başkası için iddet bekler. Ama kadın iki hayiz görmedikçe onu başka kocaya veremez. Bundan dolayıdır ki, kadını bu iddetin içinde sahibi boşasa talâk vâki olmaz. Çünkü kadın başkası için îddet beklemektedir. Onun için kadın ona milk-i yeminle helâl olur." Tamamı oradadır.
«Öpmesiyle hâsıl olan ayrılma da bundandır ilh...» ifadesi İbn-i Kemâl'in sözünü red içindir. O: "Talâk için yahut fesh veya ref için" diyerek ref kelimesini ziyade etmiş ve şunları söylemiştir: "Bilmiş ol ki nikâh tamam olduktan sonra bize göre feshi taşımaz. İmdi nikâh tamam olmazdan önce bulûğ veya âzâd muhayyerliği yahut kefâet bulunmamak gibi talâksız her ayrılık feshtir. Tamam olduktan sonra ise karı-kocadan birinin diğerine mâlik olması yahut kocasının oğlunun öpmesi gîbi sebeblerle ayrılmalar ref'dir. (Nikâhın hükmünü kaldırmaktır.) Bu fenden nasibi olan bir kimse için bu açıktır. "Nehir sahibi diyor ki:" Bu taksimi mu'temed ulemanın yaptığını görmedik. Söz sahiblerinin söylediği şudur: Taksim ikilidir ve öpmek suretiyle ayrılmak evvelce orz ettiğimiz gibi feshten sayılır."
«Veya hükmen» sözünden murad halvettir. Velev ki fâsid olsun. Nitekim geçmişti ve gelecektir.
«Hepsi râci olduğuna» yani gerek hayızla, gerek aylarla iddet bekleyenlerin hepsine râci olduğuna kesinlikle hükmetmiştir. Bunun mutlaka hükmen cima'a şâmil olduğunu iddia etmek gerekir ki, "veya hükmen" sözüne hâcet kalmasın.
TENBİH: -Kadının kanı kesilir de ilâç sürer ve hayız günlerinde sarı renkte akıntı görürse ulemadan bazıları bununla iddetin bittiğini söylemişlerdir. Nitekim hayız bâbında Sirâç'tan naklen arz etmiştik.
«Çünkü bir hayız parçalanmaz.» sözü üç tam hayzın illetidir. Hatta kadın hayız esnasındaboşanırsa o hayzı dördüncü hayzın bir kısmıyla tamamlaması icab ederdi. Lâkin parçalanmayı kabul etmeyince tamamını nazar-ı itibara ' alırız. Nitekim usül kitablarında beyan edilmiştir. Dürer. Lâkin metinde gelecektir ki, boşandığı hayız sayılmaz. Bunun muktezası iddetin ondan sonraki hayızdan başlamasıdır. Parçalanmamaya münasib olan da budur. Tâ ki üç hayız tam olsun.
METİN
Birinci hayız rahimin boş olduğunu anlamak içindir. İkincisi nikâh haram olmak için, üçüncüsü de hürriyetin fazileti içindir. Sahibi ölen veya kendisini âzad eden Ümmüveledin iddeti de böyledir. Çünkü hamile olmadıkça veya hayızdan kesilmedikçe yahut o kimseye haram olmadıkça Ümmüveledin de hürre gibi firâşı vardır. Sahibi ile kocası ölürler de hangisi önce öldüğü bilinmezse dört ay on gün yahut iki müddetin uzununu iddet bekler. Bahır. Kocasının öldüğü gün hür olup olmadığı tehakkuk etmediği için ona mirâsçı olamaz. Cariye ve müdebbereye cima etmekle iddet yoktur. Zira bunlarla firâş yoktur. Cevhere.
İZAH
«Birinci hayız ilh...» Sözü üç olmasının hikmetini beyandır. Halbuki iddetin meşru olması rahimin boş olduğunu anlamak içindir. Bu ise bir hayızla anlaşılır. Onun için şârih ikinci hayzın hikmetini beyanla hürmet ve itibarını göstermek için olduğunu bildirmiştir. Yani nikâhın eseri gerek hürrede gerekse cariyede bir hayızla sona ermez. Hürrede üçüncü bir hayzın ziyade edilmesi ise onun faziletinden dolayıdır.
«Ümmüveledin iddeti de böyledir.» Yani hayız görenlerdense iddetin tam üç hayız olması hususunda hürre gibidir. Dürer ve diğer kitablar.
«Çünkü hamile olmadıkça...» şayet hamile ise iddeti doğurmakla biter. Bahır. Hayızdan kesilmişse iddeti üç aydır. Bahır. 0 kimseye haram ise iddet lâzım gelmez. Çünkü fırâşı kalmamıştır. Kuhistânî. 0 kimseye haram olmasının sebebleri üçtür: Başkasına nikâhlanmak, başkasının iddetini beklemek ve efendisinin oğlunun öpmesidir. Binaenaleyh efendisinin ölmesiyle veya oğlu öptükten sonra âzâd etmesiyle bu kadına iddet yoktur. Nitekim Hâniyye'de beyan edilmiştir. Bahır.
«Ümmüvledin de firâşı vardır.» Yani bu firâş ortadan kalkmakla Iddet vâcib olmuştur. Binaenaleyh nikâh iddetine benzer. Bizim burada imamımız Hz. Ömer (R.A.) dır. Çünkü o; "Ümmüveledin iddeti üç hayızdır." demiştir. Hidâye'de de böyledir. Bir de Ümmüveledin firâşı vardır. Efendisi susmakla doğurduğu çocuğun nesebi ondan sâbit olur. Ancak hürrenin firaşından daha zayıftır. Onun için mücerred çocuk benden değildir demekle nesebi nefyedilmiş olur, liana hâcet kalmaz. Derler ki Şemsü'l-eimme hapisten çıkarıldıktan sonra zamanın sultanı Ümmüveledlerini hür olan hizmetçilerine nikâhlamış. Ulema bunu hoşgörmüşler. Fakat Şemsü'l-eimme: "Her hizmetçinin bir hür karısı var. Bu hürre üzerine cariyeyi almaktır." diyerek yapılan işin hata olduğunu söylemiş. Bunun üzerine sultan: "Ben onları azâd eder ve akdi tazelerim." demiş. Ulema bu sözü beğenmişler. Fakat Şemsü'l-eimme bunun da hata olduğunu söyleyerek:
"Azad edildikten sonra bu kadınlara iddet lâzımdır." demiş. Hatta hapsine sebeb budur derler. Hapsolunmasını hâkim teşvik etmiş, talebesi derse gelmekten vazgeçmedikleri için Şemsü'l-eimme'ye kitablarını vermemişler, o da Mebsût'u talebesine ezberden yazdırmış.
«Sahibi ile kocası ölürler de ilh...» Yani sahibi onu âzâd ettikten sonra ölürlerse demek istiyor. Bilmelisin ki bu meselenin üç veçhi vardır.
Birincisi: Sahibi ile kocasının ölümleri arasında iki ay beş günden az olduğu bilinirse bu cariyenin dört ay on gün iddet beklemesi icab eder. Çünkü sahibi evvel öldüyse kocası o hürre olduktan sonra ölmüş demektir. Sahibinin ölümüyle bir şey lâzım gelmez. Vefat iddeti olan dört ay on günü bekler. Evvela kocası ölmüşse kadın cariyedir, iki ay beş gün beklemesi lâzım gelir. Sahibinin ölmesiyle ona bir şey lâzım gelmez. Çünkü kocasının iddetini beklemektedir. Demek ki bir hale göre dört ay on gün, bir hale göre bunun yarısını beklemek lâzım geliyor. Onun için ihtiyatan fazla olanı beklemesi lâzım gelir. İkinci ihtimale göre iddeti intikal etmez. Çünkü ölümde iddetin intikal etmediğini söylemiştik.
İkincisi: Sahibiyle kocasının ölümleri arasında iki ay beş gün veya daha fazla olduğu bilinir. Bu takdirde dört ay on gün bekler. Bu müddette ihtiyatan üç hayız da bulunmalıdır. Çünkü ilk ölen sahibi ise cariyenin iddet beklemesi lâzım gelmez. Zira nikâhlıdır. Kocası öldükten sonra dört ay on gün beklemesi gerekir. Çünkü hürredir. İlk ölen kocası ise iki ay beş gün beklemesi lâzım gelir. Ondan olan iddeti de bitmiştir. Çünkü ikisinin ölümü arasında bu müddet veya daha fazlası tasavvur olunmuştur. Ondan sonra sahibinin ölmesi ile cariyeye üç hayız beklemek vâcib olur. Binaenaleyh ihtiyatan bunların ikisi bir araya getirilir.
Üçüncüsü: Kocası ile efendisinin ölümleri arasında ne kadar vakit geçtiği ve hangisinin evvel öldüğü bilinmez. Bu takdirde İmam'ı Azam'a göre meselenin cevabı birincisi gibidir. İmameyn'e göre ise ikincisi gibidir. Mi'râc ve diğer kitablarda böyle denilmiştir. Bahır. Üçüncünün izahı Bahır'dan naklen Halebi'de zikredilmiştir. Ona müracaat edebilirsin. Şârihin sözünde bu üç veche işaret vardır. Birinci ile üçüncüye "Dört ay on gün iddet bekler." diyerek işaret etmiş, üçüncüye de "Yahut iki müddetin uzun olanıyla" ifadesiyle işarette bulunmuştur.
«Cariye ve müdebbereye cima etmekle iddet yoktur.» Yani sahibleri ölür veya kendilerini âzâd ederse bil ittifak iddet beklemezler. Bahır. Musannıf: "Ümmüvled de böyledir." sözüyle bundan ihtiraz etmiştir.
METİN
Kezâ şübheyle cima edilen meselâ kocasından başkasının yanına zifaf olunan yahut muvakkat nikâh gibi fâsid nikâhla cima olunan kadının hükmü de ölüm ve ayrılmada böyledir. İki surete birden teallûk eder. Hürre olsun ümmüveled olsun dokuz yaşına varmayan küçük kız yahut hayız dan kesilme çağına varan yaşlı kadın veya yaşça bulûğa ermiş ve hayzını görmemiş kadın hakkında iddet ay başında ise hilâl hesabıyla üç aydır. Değilse günlerledir. Bahır ve diğer kitablar. Hayzını görmemiş kaydıyla temizlik müddeti uzayan genç kadın hariç kalmıştır. Meselâ hayzını görür de sonra temizlik müddeti uzar gider. Böylesi hayızdan kesilme çağına varıncaya kadar hayızla iddet bekler. Cevhere ve diğer kitablar. Vehbâniyye şerhinde bunun iddeti dokuz ayda biter denilmesi garip olup bütün rivâyetlere muhâliftir. Onunla fetva verilmez. Nasıl verilsin ki Hulasa'nın nikâh bahsinde şöyle denilmektedir: "Bir Hanefiye filan meselede İmam şâflî'nin mezhebi nedir denilse, Ebû Hanife şöyle demiştir şeklinde cevap vermesi icab eder.
Evet, Mâlikî bir hâkim bununla hüküm verirse geçerli olur. Nitekim Bahır ve Nehir'de bildirilmiştir. Bunu üstadımız Hayreddin-ı Remlî tenkidden salim bir şekilde nazma çekerek şöyle demiştir: "Temizlik müddeti uzun süren kadın için Mâlikî bir hâkim dokuz ay iddet takdir ederse yeter. Ondan sonra bozmaya yol yoktur. Böyle denilir. Tenkid ve itiraz yapılmaz." Hayzı uzayan kadına gelince: Fethü'l-Kadir'in hayız bâbında beyan edildiği gibi müftâbih kavil onun temizlik müddetini iki ayla takdir etmektir. Böylece altı ay temizlik müddeti, ihtiyat'ûn bir ay da üç hayız müddeti olmuş olur.
İZAH
«Kezâ şübheyle cima edilen yani gerek şübheyle cima edilenin, gerekse fâsid nikâhla cima edilenin iddetleri üç hayızdır. Musannıf bu meseleyi bir daha tekrarlayacaktır. Biz de onun üzerinde o zaman söz edeceğiz.
LATİFE: -Mebsût'ta hikâye edildiğine göre bir adam iki oğluna iki kız nikâhlamış. Ama kadınlar yanlışlıkla bir kardeşin karısını öteki kardeşin yanına zifaf etmişler. Ulemaya soruldukta: Gelinler zifaf edildikleri şahısların yanından alınarak iddet beklerler ve sonra kocalarına verilirler, şeklinde cevap vermişler. Ebû Hanife (R.A.) ise: "Her biri cima'da bulunduğu gelinden razı ise karısını boşar, cima ettiği ile nikâhlanır ve derhal onunla zifaf olur. Çünkü iddetin sahibi odur." demiş. Bunun üzerine damadlar onun dediğini yapmış, ulema da onun cevabına dönmüşler.
«Ölüm ve ayrılmada böyledir.» Ölüm iddeti vâcib olmaması şundandır: Ölüm iddeti ancak ölünceye kadar beraber yaşadığı kocasına üzüldüğünü göstermek için vâcib olmuştur. Burada ise karı-kocalık yoktur. Bahır.
«İki surete birden teallûk eder» Yani ölüm ve ayrılmada ifadesi hem şübhe ile cima hem de nikâh-ı fâsid suretlerine bağlıdır.
«Hürre olsun ümmüveled olsun.» Musannıf burada iddet nev'ilerinin ikincisine başlıyor ki, o da aylarla iddet beklemektir. Aylarla beklemek hususunda hürre ile ümmüveled arasında fark yoktur. Görülecektir ki, bunların her ikisi üç ay iddet beklerler. Yalnız bu sahibi ölen veya kendisini âzâd eden ümmüveled hakkındadır. Şayet nikâhlı olursa onun iddeti gerek ölümde gerekse talâkda hayız görsün görmesin hürre iddetinin yarısıdır. Nitekim gelecektir. Sonra ümmüveled ancak büyük olur. Musannıfın "küçük kız için" sözü hürreye mahsustur. "Yaşlı kadın" tâbiri her ikisine şâmildir. Nitekim âşikârdır.
«Dokuz yaşına varmayan...» Bazıları: Yedi yaşına varmayan küçük kız demişlerdir. Fetih'de birinci kavlin esah olduğu bildirilmiştir. Bu bir kızın bulûğa erebileceği en az yaşı beyandır. Şârihin bununla kayıdlaması Fetih, Bahır ve Nehir'e uyarak olmuştur. Bundan dokuz yaşını geçip de yaşla bulûğa ermeyen kızın hükmü anlaşılmamaktadır. Böylesine mürâhika derler. Fetih'de zikredildiğine göre onun iddeti dahi üç aydır. Şârih küçük kız sözünü mutlak bırakarak yaşça bâliğ olmayan diye tefsir etse mürâhikaya ve daha küçük yaşta olana şâmil olurdu. Ama şöyle denilebilir: Onun muradı kasden mürâhikayı çıkarmaktır. Çünkü Bahır sahibi: "İmam Fazlı'dan rivâyet edildiğine göre küçük kız mürâhik ise iddeti ayarla geçmez. O cima'dan gebe kalıp kalmadığı anlaşılıncaya kadar durulur. Gebe kaldığı anlaşılırsa doğurmakla iddeti biter. Aksi takdirde iddetini aylarla bekler. Fetih sahibi diyor ki: "Durulup beklendiği zaman onun iddetinden sayılır. Çünkü bu onun hali anlaşılsın diye idi. Gebelik zuhur etmeyince iddetinden sayılır." demiştir.
Ben derim ki: Yani gebe olmadığı anlaşılınca geçen üç ayla iddetinin bittiğine hükmolunur. Ondan sonraki bekleme hükümsüz kalır. Hatta o zaman evlenirse akdi sahih olur. Fethü'l-Kadir'in nafakalar bahsînde şu fer'î mesele vardır: "Hulâsa'da beyan edildiğine göre küçük kızın iddeti üç aydır. Meğerki mürâhika olsun. Bu takdirde rahminin boş olduğu anlaşılmadıkça ona nafaka verir. Muhît'ta böyle denilmiştir. Yani hilâf zikredilmeksizin beyan edilmiştir ki güzeldir." Fetih'in sözü burada sona erer. Lâkîn bu fetvayı ihtiyaten akidden önce vermek gerekir. Yani beklemeden akdi yapmamalı. Fakat ulema gebeliğin anlaşılacağı bekleme müddetinîn ne kadar olacağını söylememişlerdir. Hâmidiyye'de Bezzâziye'nin satışlar bahsinden naklen bildirildiğine göre bir rivayette carîyeyi satın aldıktan dört ay on gün geçmişse o kimsenin gebelik dâvâsı tasdîk edilir. Daha az geçmişse tasdik edilmez. Diğer bir rivâyette iki ay beş gün geçmiçse tasdik edilîr. Halk bununla amel ederler. Hâmîdiyye sahibi bu son söze göre hareket etmiştir, ama söz götürür. Çünkü bizim meselemizde murad üç ay geçtikten sonra durup beklemekdi. Binaenaleyh birinci rivâyetleamel evlâdır. Dört ay on gün geçer de gebelik zuhur etmezse, anlaşılır ki üç ay geçmekte îddet bitmîştir.
«Hayızdan kesilme çağı» nın takdiri metinde gelecektir. Bu hususta sözün tamamı da orada görülecektîr.
«Yaşca bulûğa ermîşse» yani on beş yaşına varmışsa demektir. Bunu Nihâye'den naklen Tahtâvî söylemiştîr. Bu müddetten önce menîsi gelmek suretiyle bulûğa eren de bunun gibidir.
«Hayzını görmemiş» sözü hiç hayız görmeyene ve hayzını görüp de müddeti tamam olmadan kesilene şamildir. Bahır'da Tatarhânîyye'den naklen şöyle denîlmîştir: "Kız bülûğa ererek bîr gün kan görür de sonra kesilir ve aradan bir sene geçerse bundan sonra kocası onu boşadığında aylarla iddet bekler." Sârihin Bahır'dan naklen zikredeceğîne göre otuz yaşına varır da hâlâ hayız görmezse hayızdan kesildiğîne hükmolunur. Beyanı ileride gelecektir.
«Değilse günlerledir.» Muhît'ta şöyle denilmiştir: "Talâk ve ölüm iddetî ay başına rastlarsa aylar hilâl itibariyle sayılır. Velev kî sayıca noksan olsun. Ayın ortasına rastlarsa aylar hilâl itibarîyle sayılır. Velev ki sayıca noksan olsun. Ayın ortasına rastlarsa imamı Azam'a göre günlerle itibar edilir ve talâkda doksan gün, ölümde yüz otuz gün iddet bekler. İmameyn'e göre ise birincinin noksanını sonuncudan tamamlar. İkisinin arasını hilâl hesabıyla İtibar eder. İlâ ve fülanla konuşmayacağım diye yemin müddeti dört aydır. İcare müddeti ayın ortasında ise bir senedir. Ay içinde doğan bir kimsenin yaşı ile ay İçinde oruca başlayan kimsenin oruç keffâreti bu hilâfa göredir." Müctebâ'dan naklen arzetmiştik ki, innînin te'cili ay ortasında ise bil ittifak günlerle mu'teberdir. Bahır. Bahır sahibi bundan sonra şöyle demiştir: "Suğra'da beyan edildiğine göre iddetin günlerle itibar edilmesi bil ittifaktır. Hilâf yalnız icarededir. Kuhistânî bunu müşkil görmüş, Muhît. Hâniyye, Mebsût ve diğer kitablarda birincinin zikredildiğini söylemiştir."
«Hayzını görür de» meselâ üç gün hayız görür de sonra temizlik müddeti uzarsa demek istiyor ki, bu bir sene veya daha fazla olabilir. Bahır.
«Dokuz ayda biter.» Bunun altı ayı hayızdan kesilme müddeti, üç ayı da iddet içindir, denilmiştir. Üstadlarımızın üstadı Sâihânî'nin el yazısıyla gördüm ki, Mâlikîlerce mu'temed olan kavle göre iddet bitmek için mutlaka tam bir sene lâzımdır. Bunun dokuz ayı hayızdan kesilme müddetî için, üç ayı da iddetin bitmesi içindir.
Ben derim ki: Onun için Mecma'da sene tâbiri kullanılmıştır.
«Onunla fetva verilmez.» İtiraz bu kavil Mâlik'indir diye yapılmaktadır. Taklid telfik yapılmamak şartıyla câizdîr. Nitekim Hasan-ı Şürunbulâlî bunu bir risalede beyan etmiştir. Hatta telfikle bile câizdir. Nitekîm Molla İbn-i Ferruh bunu bir risalede beyan etmiştîr.
«Ben derim ki: İbn-i Ferruh'un sözünü Seyyidî Abdülgânî hususi bir risalede reddetmiştir. Taklid şartını haiz oldukta câizse de kendisi amel etmek icindir. Başkasına fetva veren için câîz değildîr. Binaenaleyh kendi mezhebinde tercih edilmeyen bir kavilde fetva verilemez. Çünkü şarih Resmü'l-Müftî'de şöyle demişdi: "Şeyh Kâsım'ın sahîh kabul ettiği kavil hakkında söylediklerinin hâsılı şudur: Müftü iIe hâkim arasında fark yoktur. Şu kadar var ki müftü bir hükmü haber verir. Hâkim îse o hükmü ilzam eder. Terkedilmiş bir kaville hüküm ve fetva vermek cehalettir, icma'a karşı gelmektir. Müleffak (karma) hüküm bil ittifak bâtıldır. Amel ettikten sonra taklidden dönmek de bil ittifak bâtıldır IIh..." Bunun üzerine biz de orada söz etmiştik.
«Ebû Hanife şöyle demiştir, şeklinde ilh.,.» Bu ifade bazı usulü fıkıh ulemasının: "Daha iyisi varken terk edilen kavil taklid câiz değildir." sözüne mebnîdir. Yine bu söze binaen: "Bîr kimsenin mezhebinî doğru ama hataya İhtimalli olduğuna, başkasının mezhebinin hata fakat doğruya ihtimalli olduğuna itikad etmesi vâcibdir. Bir hüküm sorulursa ona ancak kendince doğru olan cevabı verir. Başkasının mezhebiyle cevap vermesi câiz olmaz." demişlerdir. Biz kitabın başında bu husustaki sözün tamamını arz etmiştik.
«Mâliki bir hâkim bununla hüküm verirse geçerli olur.» Çünkü ictihad götüren bir yerdir. Bütün bunlar Bezzaziye'nin ifadesine reddiyedir. Allâme diyor ki: "Bizim zamanımızda fetva Mâlik'in kavline, bir de Câmiu'l-Fûsuleyn'in ifadesine göredir. Orada: "Kadının dokuz ay geçtikten sonra iddetinin bittiğine bir hâkim hükmederse geçerli olur." denilmektedir. Çünkü mu'temed kavle göre hâkim kendi mezhebinden başkasıyla hüküm veremez. Bahusus zamanımızın hâkimleri bunu yapamazlar.
«Ondan sonra bozmaya yol yoktur.» Yani Mâlikî hâkimin bu mikdarla hüküm vermesinden sonra Hanefî bir hâkim onun hükmünü bozamaz. Çünkü bu ictihad götürür bir fasıldır. Onun hükmü hilâfı kaldırır. H. Bazı nüshalarda Mâlikî hâkim ikrar olunur denilmiştir. Lâkin biliyorsun ki Mâlikîlerce mu'temed olan kavîl müddetin bir seneyle takdiridir. Bunu Bahır sahibi dahi Mâlik'e nisbet eden Mecma'dan nakletmiştir.
«Böyle denilir.» Yani tenkid ve itirazdan hali olan bu söz gibi söylemek gerekir. Bazılarının dediği gibi: "Bununla zarurette fetva verilir." dememelidir. H.
Ben derim ki: Lâkin bu söz Mâlikî bir hâkimin hüküm vermesi veya hakem kılınması mümkün olan yerde zâhirdir. Fakat hüküm verecek Mâlikî bulunmayan yerlerde zaruret tahakkuk etmiştir. Bezzâziye ile Câmîu'l-Fûsuleyn'den yukarıda nakledilenin vechi de buydu. Binaenaleyh Nehir sahibinin: "Hüküm verecek bir Mâlikînin huzurunda dâvâ imkânı varken bizim itikadımızca onun mezhebi hatadır amma doğruya ihtimali vardır, diye fetva vermeyebir sebeb yoktur." sözü vârid değildir. Onun içîndir ki Zâhidî: "Bazı ulemamız zaruretten dolayı bu meselede İmam Mâlik'in kavliyle fetva verirlerdi." demiştir. Sonra gördüm ki, benim bahsettîğimi aynen Miskîn hâşiyecisi Hamevî'den naklen zikretmiştir. Bu meselenin bîr eşi kaybolan kimsenin karısı bahsinde gelecektir. Orada şöyle denilmiştir: "îmam Mâlik'in kavliyle fetva verilir ve kadın dört sene geçtikten sonra vefat iddeti bekler denilir.
"Hayzı uzayan kadına gelince..." Evlâ olan burada kan görmesi yahut istihazası uzun süren demekdi. Bundan murad âdetini unutan mütehayyire (şaşırmış kadın) dır. Fakat kanı devam eder de kadın âdetini bilirse âdetine döner. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir.
"Müftâbih kavil ilh..." İfadesinin hâsılı şudur: Bu kadının iddeti yedi ayla biter. Üç ayla biteceğini söyleyenler de olmuştur.
METİN
Bunların hepsinde kadının cima edilmiş olması şarttır. Velev ki halvet gibi hükmen olsun. Velev ki halveti fâside olsun. Nitekim geçmişti. Erkek memede bile olsa iddet vâcibdir, mehir vâcib olmaz. Kınye. Ölüm için iddet ay başında ise sahih nikâhın ölünceye kadar devamı şartıyla mutlak surette dört ay on gündür. Yani cima edilsin edilmesin, velev kadın küçük yahut kitabîyye olsun fark etmez. Yeter ki köle bile olsa bir Müslümanın nikâhında bulunsun. Bundan yalnız hamile hariç kalır. Ben derim ki: Musannıfın sözü emzikli kadın gibi temizlik müddeti uzayana da şamildir. Bu fetva vakasıdır. Ama şimdiye kadın onu bir yerde görmedim. Sen araştır.
İZAH
"Bunların hepsinde" Yani yukarıda geçen bütün hayızla iddet ve aylarla iddet meselelerinde cima edilmiş olmak kaydı şarttır.
"Velev ki "halvet-i fâside olsun." Sözü mutlaktır. Binaenaleyh halvetin fesadı hissî veya şer'î bir mâniden ileri gelme hallerine şâmildir. Hak olan budur.
"Nitekim geçmişti." Yani mehir bâbında geçmişti. Bu bâbta geçmemiştir. Zira bu bâbta geçen halvetin sahih kaydıyla kayıdlanmasıdır. T.
"Erkek memede bile olsa ilh..." Sözünde müsamaha vardır. Çünkü sözümüz cima edilen kadın hakkındadır. Meme emen çocuktan karısı ile cima tesavvur edilemez. Onun için evlâ olan: "Velev ki mürâhik olmasın." demekti. Kınye'nin ibâresi: "Sabi-i mürâhik olan kocasının cima etmesiyle iddet vâcib olur." şeklindedir. Cürcânî'nin Âhâd'ında: "Ebû Hanife'yle Ebû Yusuf'un kavline göre mehir ve iddet sahibinin cima'ıyla vâcib olurlar. İmam Muhammed'in kavline göre ise iddet vâcib olur, mehir vâcib olmaz." denilmektedir. Cürcânî bundan sonra şunları söylemiştir: "îmamlar arasında hilâf yoktur. Çünkü Şeyhayn gebe bırakması tesavvur olunan mürâhik hakkında, İmam Muhammed ise tesavvur olunmayan hakkında cevapvermişlerdir. Çünkü İmam Muhammed onu çocuğun parmağının hükmünde zikretmiştir." Bahır'da bundan önce bildirildiğine göre ulema çocuğun halveti fâsid olduğunu, fakat çocuğun halvetine de şamil olan halvet-i fâside ile iddet lâzım geldiğini, nikâh-ı fâsid ile cima ederse iddet vâcib olacağını açıklamışlardır. Sahihi ile vâcib olması Ise evleviyette kalır. Bundan sonra Bahır sahibi şöyle demiştir: "Hâsılı sahih ve fâsid nikâhlarda, şübheyle cimada, ölümde, talâkda ve ayrılmada, çocuk doğurmada sabi bulûğa ermiş gibidir. Nitekim gizli değildir. Bellenmelidir." Sabinin karısı ermiş gibidir. Nitekim gizli değildir. Bellenmelidir." Sabinin karısı çocuk doğurursa iddetinin ne olacağı meselesi az ileride gelecektir. Cima'dan sonra iddet beklemesini icab eden talâkın sureti kocası zimmî olup karısının Müslümanlığı kabul etmesi, velîsinin de çocuğun Müslüman olmasına karşı gelmesidir. Yahut küçük olduğu halde kadınla halvette bulunması ve kadını büyüdükten sonra boşamasıdır. Ayırmanın sureti de kadına fâsid akidle cimada bulunmasıdır.
"Ölüm için îddet..." Bundan murad hür kadının kocasının ölmesidir. Cariyenin hükmü biraz sonra gelecektir.
"Sahih nikâhın ölünceye kadar devamı şartıyla..." Çünkü fâsid nikâhda iddet gerek ölüm gerek başkası için olsun üç hayızdır. Nitekim yukarıda geçti. Bahır sahibi diyor ki: "Onun için demiştik ki, mükâteb karısını satın alır da sonra ödeyerek ölürse vefat iddeti vâcib olmaz. Onunla cima'da bulunmadıysa hiç iddet lâzım değildir. Bulundu da kadın ondan doğurduysa iki hayız iddet bekler. Çünkü ölümden önce nikâh fâsid olmuştur. Ödeyecek mal bırakmazsa kadın vefat iddeti olarak iki ay beş gün bekler. Çünkü karı koca ikisi de sahiblerinin memlûkudur. Nitekim Hâniyye'de belirtilmiştir."
"Dört ay on gündür." Tabii ki geceleri ile beraberdir. Nitekim Müctebâ'da açıklanmıştır. Gurarü'l-Ezkâr'da: "Yani beşinci aydan günleriyle beraber on gecedir. Evzâî'den nakledildiğine göre burada on gece mukadderdir." Kadın onuncu gün evlenebilir.
Biz deriz ki: "Günlerle gecelerin hepsinin lafzan veya takdiren cem sîgasıyla zikredilmesi istikranın hizasına geleni dahil olmasını gerektirir." denilmiştir. Bunun bir misli de Fetih'dedir. Evzâî'den nakli geçen ifadeyî Hâniyye sahibi İbnü'I-Fadl'a nisbet etmiş ve: "Bu daha ihtiyattır. Çünkü bir gece fazlalığı vardır." demiştir. Yani fecir doğmazdan önce ölse onuncu günden sonra mutlaka bir gecenin geçmesi lâzımdır demek istemiştir. Umumun sözüne göre ise güneşin batmasıyla biter. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Ama söz götürür. Bilâkis umumun sözüne müsavîdir. Biliyorsun ki takdir on gün on geceyledir. Güneş battıktan sonra öldüğü farzedilirse umumun kavlinden azalır bile. Binaenaleyh ihtiyat Evzâî'nin değil umumun kavlindedir.
"Velev kadın küçük" Diyeceğine evlâ olan "velev ki büyük olsun" demekdi. Çünkü muradölüm iddetinin dört ay on gün olmasıdır. Velev ki kadın hayız görenlerden olsun. Aylarla hesap edilenlerden olursa evleviyette kalır.
"Köle bile olsa" Yani hürrenin kocası köle bile olsa demektir.
"Bir Müslümanın nikâhında bulunsun." Kâfirin nikâhında bulunursa dinlerinde iddet yoksa iddet beklemez. Nitekim bunu musannıf söyleyecektir.
"Bundan yalnız hamile hariç kalır." Çünkü hamilenin ölüm için iddeti çocuğunu doğurmasıdır. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. Bu karısı hamile iken kocası öldüğüne göredir. Kocası öldükten sonra iddet içinde hamile kalırsa sahih kavle göre değişmez. Nitekim yakında gelecektir.
"Temizlik müddeti uzayana da şâmildir ilh..." Zâhire bakılırsa bu me-selenin yeri temizlik müddeti uzayan genç kadın meselesidir. Yani talâk için aylarla değil de hayızla iddet beklemesi hususunda bu onun gibidir. Burada onun zikrine yer yoktur. Çünkü kan gören kadın ölüm için dört ay on gün bekler. Kan görmeyen ise aylarla bekler. Hayızlarla beklemiyeceği evleviyette kalır. Çünkü hayzın vefat iddetinde tesiri yoktur. Bir de "Bundan yalnız hamile hariç kalır." sözü bu hususta açıktır. Sonra gördüm ki Rahmetî bunun bir kısmını ifade etmiş. Biz evvelce Sirâc'dan naklen şârihin bahsettiklerini anlatan sözler arz etmiştik ki şunlardır: Emzikli bir kadın ilaçla hayız görse hayız günlerinde sarı renkli akıntıyı gördümü onunla iddet biter. Bu gösterir ki, emzikli kadının hayız görmesi mutlaka lâzımdır. Velev ki ilâç kullanmakla olsun. Bundan daha açığı Müctebâ'nın şu sözüdür: "Ulemamızın söylediklerine göre boşanan bir kadının hayzı ârızî yahut başka bir sebeble gecikirse ya hayzını görünceye yahut hayızdan kesilme çağına ulaşıncaya kadar iddetli kalır."
METİN
Hayız gören cariye hakkında talâk veya fesh için îddet iki hayızdır. Zira hayız parçalanmayı kabul etmez. Hayız görmeyen veya kocası ölen cariye hakkında talâk veya fesh için iddet hürrenin yarısıdır. Çünkü yarılanmayı kabul eder. Hamile hakkında mutlak surette velev cariye yahut kitabîyye veya zinâdan doğma olsun -meselâ zînâdan gebe kalan bir kadın evlenir de kocası onunla cimada bulunduktan sonra ölür veya onu boşarsa doğurmakla iddeti biter. Cevahiru'l-Fetâvâ- Karnındakinin hepsini doğurmasıdır. Çünkü hamil bütün karnındakinin adıdır. Bahır'da: "Çocuğun ekserisinin çıkması bütününün çıkması gibidir." denilmiştir.
İZAH
"Cariye hakkında" Sözü mutlaktır. Binaenaleyh İmam-ı Azam'a göre hâlis cariye olan karısına, ümmüvelede, müdebbereye, mükâtebeye ve çalıştırılan cariyeye şâmildir. Cariye hakkında cima kaydı mutlaka lâzımdır. Bundan yalnız kocası ölen müstesnadır. Bahır. Karısıdiye kayıdlaması milk-i yeminle cima edilirse iddet lâzım gelmeyeceği içindir. Yalnız ümmüveled olup efendisi ölür veya âzâd ederse onun iddeti üç hayızdır. Nitekim yukarıda geçti.
"Zira hayız parçalanmayı kabul etmez." Yani kölelik yarılayıcıdır. Bunun muktezası cariyeye bir buçuk hayız iddet lâzım gelmesidir. Lâkin hayız bölünmeyi kabul etmediğinden iki hayız beklemesi icab eder.
"Talâk yeya fesh içîn..." Veya nikâh-ı fâsid veya şübheyle cima için iddet hürrenin yarısı kadardır. Yani talâk ve benzerlerinde "bir buçuk ay ölümde iki ay beş gündür.
"Hamile hakkında" Yani nikâhtan ise velev ki fâsid nikâhtan olsun ço- cuğunu doğurmasıdır, Zinâdan hamile kalan kadına ise asla iddet yoktur Bahır.
"Mutlak surette" Yani iddet ister talâktan, ister ölümden ve ister birbirlerini bırakmaktan ister şübheyle cimadan lâzım gelsin fark etmez. Nehir.
"Velev cariye" Yani nikâhlı kadın ister hâlis cariye, ister müdebbere veya mükâtebe yahut ümmüveled yahut çalıştırılan cariye olsun fark etmez. Bunu Tahtâvî Hindiyye'den nakletmiştir. Nikâhlının benzeri sahibi ölen veya kendisini âzâd eden ümmüveleddir. Nitekim Hâkim'in Kâfîsi'nde belirtilmiştir.
"Yahut kitabiyye olsun." Burada yukardaki gibi Müslümanın nikâhında dememiştir. Çünkü burada Müslümanın nikâhında olmakla zımmînin nikâhı altında olması arasında fark yoktur. Nitekim metinde gelecektir.
"Veya zinâdan doğma olsun ilh..." Hamlin iddette olması da bunun gibidir. Nitekim Kuhistâni ile Dürr-ü Müntekâ'da beyan olunmuştur. Zâhidî'nin Hâvîsi'nde şöyle denilmektedir: "İddet bekleyen kadın hamile kalır da doğurursa iddeti onunla biter. İddeti boşayandan olsun, zinâdan olsun fark etmez. Ondan bir rivâyete göre de zinâdansa doğurmakla iddeti bitmez. Gebeliği fâsid nikâhtan ise birbirlerini bıraktıktan sonra doğurduğu takdirde doğurmakla iddeti biter. Terk etmeden önce ise bitmez." Lâkin az ileride geleceği vecihle sabi olan kocası öldükten sonra hamile kalan kadın ölüm iddeti bekleyecektir. Şu halde "İddet bekleyen kadın hamile kalırsa" sözünden murad talâk iddeti bekleyen kadındır. Buna karine sözün bundan sonrasıdır. Sonra Nehir'de aşağıda gelen mirâs kaçıran meselesinde gördüm ki şöyle denilmiş: "Bilmiş ol iddet bekleyen kadın iddeti içinde hamile kalırsa Kerhî'nin söylediğine göre onun iddeti çocuğunu doğurmasıdır. Kerhî tafsilât vermemiştir. İmam Muhammed'in söylediğine göre bu talâk iddetindedir. Vefat iddetinde ise hamille değişmez. Sahih kavil budur. Bedâyı'da böyle denilmiştir." Şübheyle cimadan dolayı iddet bekleyen kadın iddet içinde gebe kalır da sonra doğurursa iddeti biter." Yine Bahır'da Hâniyye'den naklen: "Kocası ölen bir kadın ölümden itibaren iki seneden fazlada doğurursa doğumdanaltı ay veya daha ziyade önce iddeti geçtiğine hükmolunur ve sanki bu kadın iddeti bittikten sonra başka bir kocaya varmış da ondan gebe kalmış gibi tutulur." denilmiştir.
"Meselâ zinâdan gebe kalan bir kadın evlenirse ilh..." İfadesi gösteriyor ki, iddet zinâ için lâzım gelmez. Zira zinâdan hamile kalana aslâ iddet olmadığını evvelce görmüştük. İddet ancak kocanın ölümü veya boşaması sebebiyle vâcih olur. Rahmeti diyor, ki: "Hamlin zinâdan olduğu kadının akidden itibaren altı ay geçmeden doğurmasıyla bilinir."
"Cimada bulunduktan sonra" Sözü kocası ölmeyenin kaydıdır. Zira yukarıda geçmişti ki, ölüm iddeti için cima şart değildir. Kadına zifaf ya halvetle yahut haram olmakla beraber cimayladır. Zira zinâdan gebe kalan kadının nikâhı câiz ise de cima'ı helâl değildir. Rahmeti. Bu meseleyi Bahır sahibi Bedâyı'dan cima Kaydı olmaksızın nakletmişlerdir.
"Doğurmakla iddeti biter." Yani müddet takdiri yoktur. İster talâktan sonra doğursun ister ölümden bir gün veya bir günden daha az sonra doğursun fark etmez. Cevhere. Hamilden, murad bazı uzuvları veya bütün âzâsı belli olan çocuktur. Bazısı belli olmazsa iddet geçmez. Çünkü hamil değişen menînin adıdır. Kan pıhtısı veya et parçası olmakla değişmez. Yüzde yüz değişmiş olduğu ancak bazı uzuvlarının belli olmasıyla bilinir. Bunu Muhît'ten Bahır sahibi nakletmiştir. Yine Bahır'da belirtildiğine göre azânın belli olması ancak yüz yirmi günde olur. Yine Bahır'da Müctebâ'dan naklen: "Bazı uzuvları belli olan çocukta muteber olan müddet dört aydır. Uzuvlarının tam yaratılması altı ayda olur." denilmiştir. Hayız bâbında Bahır sahibinin bunu müşkil saydığını ve: "Müşahedeyle bilinen, âzânın dört aydan önce meydana gelmesidir. Zâhire bakılırsa murad can verilmesidir. Çünkü daha önce bu olmaz." dediğini ve meselenin tamamını arz etmiştik.
"Çünkü hamil ilh..." İfadesi bütün kelimesini takdir için illettir. Kadın doğurur da karnında bir çocuk daha kalırsa iddeti kalanın doğması ile biter. Bazı uzuvları belli olan bir çocuk düşürürse onunla iddeti biter. Çünkü düşen çocuktur. Uzuvları belli olmamışsa iddeti bitmez.
"Çocuğun ekserisinin çıkması bütününün çıkması gibidir." Bu söz
"Karnındakinin hepsini doğurmasıdır" ifadesine aykırıdır. Meğerki hepsini kelimesinden bütün cüzler değil de bütün ferdler kasdedilmiş olsun. Burada şöyle denilebilir: "Ancak kadının kocalara helâl olması hususunda müstesnadır." sözü çocuğun ekserisinin çıkmasıyla iddetinin bitmemesini iktiza eder. Yine burada şöyle denilebilir: İddeti bitmemiş olsa çocuğun kalan kısmı çıkmadan kadına ric'at sahih olurdu. Şu halde murad bir vecihten iddet biter, bir vecihten bitmez demek olur. Onun için Bahır sahibi şöyle demiştir: "Hâruniyat'ta beyan edildiğine göre çocuğun ekserisi çıkarsa ric'at sahih olmaz. Ama kadın kocalara helâl olmadığını söylemişlerdir. Çünkü ekserisinin çıkması ric'atın kesilmesihakkında ihtiyatan bütünü hükmünde tutulmuştur. Kocalara helâl olması hakkında ihtiyatan bütünü hakkında sayılmamıştır."
METİN
Bu bütün hükümler hakkında böyledir. Ancak kocalara helâl olması hakkında ihtiyatan ekserisinin çıkması bütünü yerini tutmaz. Başın çıkmasına itibar yoktur. Velev ki az kısmıyla beraber olsun. Binaenaleyh başı kesmekle kısas yoktur. Talâk-ı bâinle boşanan kadının doğurduğu çocuğun başı iki seneden azda, geri kalan uzuvları iki seneden fazlada çıkarsa nesebi sâbit olmaz. Kadının ölen kocası mürâhik olmamış küçük çocuk dahi olsa, onun ölümünden itibaren yarım seneden azda doğurursa esah kavle göre doğurmakla iddet biter. Çünkü hamileler âyeti umumîdir. Sabi öldükten sonra hamile kalan ve yarım senede veya daha fazlada doğuran hakkında bil ittifak ölüm iddeti vardır. Çünkü ölüm anında hamilelik yoktur. Her iki halinde de neseb sâbit olmaz. Çünkü sahibinin menîsi yoktur. Evet, mürâhik sabiden ihtiyatan nesebin sâbit olması gerekir. Çocuk kadının karnında ölürse dışarı çıkıncaya kadar yahut kadın hayızdan kesilme haddine varıncaya kadar iddetinin kalması gerekir. Nehir.
İZAH
"Bu bütün hükümler hakkında böyledir." Yani ric'atın kesilmesinde ko-dının doğurmasına muallak talâk veya âzadlığın vukuunda ve kadının nifâslı olmasında böyledir. Sözün mutlak olması bunu gerektirir.
"Velev ki az kısmıyla beraber olsun." Bazı nüshalarda az kısmıyla beraber dahi muteber değildir, denilmiştir ki doğurusu da odur. Bahır'ın ibâresi: "Yalnız başın çıkması yahut bedenin az kısmıyla birlikte çıkması muteber değildir." şeklindedir. Bu cümleden önce Bahır sahibi Nevâdir'den naklen bedeni; budlardan omuzlara kadar olan kısımdır, diye tefsir etmiş. Yalnız başla ve yalnız ayaklarla beden sayılmayacağını söylemiştir.
"Başı kesmekle kısas yoktur." Ama diyet vardır. Bahır.
"Nesebi sâbit olmaz." Nesebinin sâbit olması için başıyla bedeninin yarısı iki seneden azda çıkmalıdır. Bahır.
"Mürâhik olmamış" Yani on iki yaşına varmamış demektir. Kuhistânî.
"Esah kavle göre" ifadesinin mukabili İmam Ebû Yusuf'tan şazz olarak rivâyet edilen ölüm iddeti bekler sözüdür. Nehir.
"Her iki halinde" Yani çocuğun ölümünün her iki halinde yahut hamileliğin çocuğun ölümünde bulunup bulunmaması hallerinde demektir.
"Çünkü sabinin menîsi yoktur." Binaenaleyh ondan gebe kalması ta-savvur olunamaz. Doğulu bir adamın batılı bir kadından çocuğunun nesebi sâbit olması akid gebelik yerinetutulduğu içindir. Çünkü hakikaten tasavvur edilebilir. Sabî bunun hilâfınadır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir.
"Evet ilh..." Burada Feth'in ibâresi şöyledir: "Sonra bu çocuğun mürâhik olmaması icab eder. Mürâhik olursa ondan nesebin sâbit olması gerekir. Meğerki akidden itibaren altı aydan azda doğurmak suretiyle mümkün olmasın." Bahır sahibi: "Onun için Hâkim-i Şehid Kâfî'de bu meseleyi çocuk süt emerse diye tasvir etmiştir." diyerek teyidde bulunmuştur. Şübhesizki rivâyetin mefhumu mu'teberdir.
"Hayızdan kesilme haddine varıncaya kadar iddetinin kalması gerekir." Yani o zaman kadın aylarla iddet bekler. Burada şöyle denilebilir: Bu söz Teâlâ Hazretlerinin: "Hamilelerin iddeti çocuk doğurmakla biter."âyet-i kerîmesine aykırıdır. H.
Ben derim ki: Şeyh Hayreddin'in Bahır hâşiyesinde şöyle denilmektedir: "Çocuk varken iddet bitmiştir demenin bir mânâsı yoktur. Çünkü rahim çocukla meşguldür." Şâfiîlerin kitablarında böyle denilmiştir. Remlî Minhâc şerhinde şunları söylemiştir: "Çocuk ölür de dört seneden fazla ana karnında kalırsa onu doğurmadıkça iddet bitmez. Çünkü âyet umumîdir. Nitekim pederim de bununla fetva vermiştir. Kadının bundan zarar görmesine bakılmaz." İbn-i Kâsım da şerhü'l-Menhec hâşiyesinde şöyle demiştir: "Üstadımız Tablâvî diyor ki: Zamanınız uleması iddetin bitmesi çocuğun çıkmasına bağlıdır diye fetva verdiler. Ben diyorum ki: Çıkacağından ümid kesilirse bağlı değildir. Çünkü kadın kocaya varmaktan men edilmekle zarar görecektir. Bizim kaidelerimizde Şâfiîlerin sözünü def eden bir şey yoktur. Bunu bil! Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Bununla anlaşılıyor ki, "Hayızdan kesilme haddine varıncaya kadar" sözünden murad çocuğun çıkmasından ümidi kesmektir. Acaba bundan hamilelik müddetinin sonu mu kasdediliyor -ki Şafiîlere göre dört, bize göre iki senedir- yoksa bundan daha umumî bir mânâ mı murad edilmektedir? İkisine de ihtimal vardır. Cemaatın kavliyle amel gerekir. Çünkü bu kavil âyetin sarahatına uymaktadır.
METİN
Mirâs kaçıranın karısı hakkında talâk-ı bain için iddet -şayet kadın iddet beklerken kocası ölürse- ihtiyatan vefat iddetiyle talâk iddetinin uzun olanıdır. Meselâ ölümden itibaren dört ay on gün bekler. Bunun içinde talâktan itibaren üç hayız da vardır. Şümunnî. Ama bu ifadede kusur vardır. Çünkü kadın bu muddet zarfında hayız görmezse ondan sonra üç hayız iddet bekler. Hatta temizlik müddeti uzun sürerse iddeti hayızdan kesilme çağına kadar devam eder. Talâk-ı bâinle kayıdlaması şundandır: Çünkü talâk-ı ric'î ile boşanan kadın için bil ittifak ölüm iddeti vardır. Talâk-ı bâin ve ölüm iddetinde değil de talâk-ı ric'î iddetinde âzâd edilen bir cariye hakkında iddet hürre iddeti gibi tamamlamasıdır. Bunlardan birinde yani bâin veya ölüm iddetinde âzâd edilirse cariye iddeti gibi tamamlar. Çünkü talâk-ı ric'îde nikâh bâkîdir, diğerlerinde değildir. Bazen iddet altıya intikal eder. Nikâhlı küçük cariye gibi ki, talâk-ı ric'î ile boşanır da bir buçuk ay iddet bekledikten sonra hayzını görürse iddeti iki hayız olur. Ondan şonra âzâd edilirse üç hayız olur. Sonra temizlik müddeti hayızdan kesilme çağına kadar uzarsa iddeti aylarla olur. Tekrar kan görürse iddeti hayızla olur. Sonra kocası ölürse iddeti dört ay on gün olur.
İZAH
"Mirâs kaçıranın karısı hakkında" Sözünden murad ölüm hastalığında karısının rızası olmadan onu talâk-ı bâinle boşamasıdır. Böylesi mirâs kaçıran olur. Kendisi kadının iddeti içerisinde ölürse İmam-ı Azam'la İmam Muhammed'e göre kadın iki iddetin uzun olanını bekler. Ebû Yusuf buna muhâliftir. Zira talâkla nikâh bağı hakikaten kesilmişse de mirâs hakkında hükmen bâkîdir. Binaenaleyh talâk iddetiyle vefat iddeti ihtiyaten biraraya getirilir. Tamamı Fetih'dedir.
Ben derim ki: Bu adam hastalığı esnasında karısını onun rızasıyla bâin olarak boşarsa mirâs kaçıran olmayıp kadın yalnız talâk iddeti bekler. Bu açıktır ve fetva vakasıdır. Bellenmelidir. Şu suret dahi hariçtir: Bu adam sağlam İken karısını talâk-ı bâînle boşar da sonra ölürse kadının iddeti intikal etmez ve bil ittifak ondan mirâsçı olamaz. Bunu Fetih sahibi açıklatmıştır. Çünkü bu adam mirâs kaçıran değildir.
"Şayet kadın iddet beklerken kocası ölürse" Bu kocası ölmeden üç hayız görmediğine göredir. O ölmeden üç hayız görürse iddeti bitmiş olur ve bu meseleye dahil olmaz. Çünkü iddet bitmeden kocası ölmezse kadına mirâs yoktur. Bu mesele düşüncesizlikten dolayı zamanımızın bazı Hanefilerine müşkül görünmüştür. Bahır.
"Bu ifadede kusur vardır." Çünkü "Bunun içinde üç hayız da vardır." sözü üç hayzın veya bir kısmının mutlaka dört ay on gün zarfında bulunmasını iktiza eder.
"İddeti hayızdan kesilme çağına kadar devam eder." Hayızdan kesilme çağına vardımı artık iddetini aylarla bekler. Nitekim bunu da Fetih sahibi açıklamıştır.
"Talâk-ı bâinle kayıdlaması şundandır." Bu meselenin hâsılı şudur:
Bir adam sağlam veya hastayken karısını boşar da kadın iddet beklemeye başlarsa, iddet içinde adam öldüğü takdirde kadının iddeti bil ittifak ölüm iddetine döner. Çünkü kadın onun karısıdır ve ona mirâsçı olur. Fakat iddet bitmişse onun karısı değildir. Bu adamın ölmesiyle kadına bir şey vâcib olmaz. Ona mirasçı da olamaz. Kezâ sağlamken talâk-ı bâinle boşar da sonra kadın iddet beklerken ölürse hüküm yine budur. Nitekim geçmişti. Sonra aşikârdır ki, bu kadın hastalığı esnasında talâk-ı bâinle boşayıp iddeti içinde öldüğü takdirde mirâs kaçıranın karısı olur. Talâk-ı ric'î ile boşamışsa ona bu hüküm verilemez. İmdi musannıfın Kenz ve diğer kitablara uyarak; "Talâk-ı ric'î ile boşanan kadın İçin" sözünü "talâk-ı bâiniçin" sözü üzerine atfetmesi mirâs kaçıranın karısı bazen bâin, bazen ric'î talâkla boş düşeceğini gerektirir. Halbuki talâk-ı bâinle boşanırsa kadın iki müddetin uzun olanını iddet bekleyecektir. Bu yukarıda geçti. Buradaki ise ric'î talâkla boşanmasının hükmüdür. Şübhesizki talâk-ı ric'î ile boşanan kadına mirâs kaçıranın karısı denilirse bundan bir takım bâtıl lâzımlar doğar. Bunları Şürunbulâlî zikretmiş ve bu hususta bir risale telif ederek bu îhamın bir çok kitablarda yapıldığını söylemiş, onun hata olduğuna hüküm vermiştir. Şübhesiz burada mirâs kaçıranın karısı üzerine atıfta müsamahadan başka bir şey yoktur. Onu da musannıf anlaşıldığına itimad ederek kısaltmak için yapmıştır. İddet içinde erkeğin ölümü kaydını koymaktan kurtulmak istemiştir.
"Hürre iddeti gibi tamamlamasıdır." Sözüyle musannıf bu kadına yeniden başlayarak hürre iddeti vâcib olmadığına İşaret etmiştir. Bilâkis onun iddeti hür kadınların jddetine intikal eder ve geçmişin üzerine bina ederek üç hayzı yahut hayız görmeyenlerdense üç ayı tamamlar.
"Ric'i iddetinde âzâd edilirse" Demesi gösteriyor ki, âzâd edilmesi kocasının boşamasından sonradır. Çünkü önce olsa kadına baştan hürre iddeti lâzım gelir ve bu iddet âzâdlık iddeti değil talâk iddeti olur. Zira bu kadın onun ümmüveledi olup başkasının nikâhlısı iken efendisi onu âzâd ederse iddet beklemesi gerekmez. Zira yukarıda da geçtiği gibi kendisine haramdır. İddetin bâkî olduğunu da ifade eder. Zira efendisi onu iddeti bittikten sonra âzâd etse yahut ölse üç hayız beklemesi lâzım gelir. Çünkü onun firâşına dönmüştür. Nitekim Cevhere'den anlaşılmaktadır.
"Cariye iddeti gibi tamamlar." Yani ya iki hayız, ya bir buçuk veya iki ay beş gün iddet bekler. İddeti hür kadın iddetine dönmez. Kuhistânî.
"Çünkü talâk-ı ric'îde nikâh bâkîdir." Sözü farkı beyandır. Fark şudur: Talâk-ı ric'îden sonra nikâh her vecihle bâkîdir. Azad etmekle kocasının onun üzerindeki milkini tamamlamış olur. Kâmil milkde iddet şeran üç hayızla takdir edilmiştir. Talâk-ı bâinden veya ölümden sonraki bunun hilâfınadır.
"Bazen iddet altıya intikal eder." Bunu altı yapması kendisinden intikal edeni itibara aldığı içindir. Yoksa intikaller beştîr. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
"Talâk-ı ric'î ile boşanır da" Diye kayıdlaması azâd edilmek ve ölmekle intikali mümkün olsun diyedir. Bu cihet Miskîn hâşiyecisine gizli kalmıştır. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
"Hayzını görürse" Yani iddet tamam olmadan görürse demektir. Ondan sonrakiler hakkında dahi aynı şey söylenir. T.
"Üç hayız olur." Yani hür kadınların iddetine intikal eder. Zira bildiğin gibi onun talâkı ric'îdir.
"İddeti aylarla olur." Hayız görmezden önce küçüklük halinde geçirdiği günler itibara alınmaz. T.
"Tekrar kan görürse..." Gebe kalması da öyledir. Şârih bunu da söylemiş olsaydı misâl iddetin bütün nevilerini içine almış olurdu. İddet hayızla aylarla ve doğurmakla olmak üzere üç nevidir. Lâkin kocası ölürse doğurmakla biten iddeti bâkîdir, aylara intikal etmez.
"İddeti hayızla olur." Sözü aşağıda gelen kavillerden birine mebnîdir.
"İddeti dört ay on gün olur." Çünkü talâk-ı ric'î iddetini beklemektedir. Böylesine ölüm iddeti vardır. Nitekim geçmişti.
Ben derim ki: Bu misâl küçük kızın, büyük kadının, cariyenin, hürrenin, hayız görenin, hayızdan kesilenin, boşananın, kocası ölenin ve âzâd olanın iddetlerine şâmildir. Bir de onuncu ziyade edilir ki, o da söylediğimiz vecihle gebenin iddetidir.
METİN
Hayızdan kesilen bir kadın aylarla iddet bekler de sonra eski âdeti vecihle tekrar kan görür veya başka bir kocadan gebe kalırsa iddeti bâtıl, nikâhı fâsid olur. Yeniden hayızla iddet bekler. Çünkü halef olmanın şartı asıldan ümidin kesilmesidir. Bu ölüme kadar devam eden aczle olur. Zâhir rivâyet budur. Nitekim Gâye'de beyan edilmiştir. Hidâye sahibi de bunu ihtiyar etmiştir. Binaenaleyh onunla amel taayyün eder. Bunu Bahır sahibi sahihlenen altı kavli hikâye ettikten sonra söylemiş, musannıf da ikrar etmiştir. Lâkin Behensî Şehid'in İhtiyar ettiğini tercih eylemiştir ki şudur: Kadın kanı dört ay tamamlamadan görürse iddete yeniden başlar. Tamamladıktan sonra görürse başlamaz.
Ben derim ki: Sadru'ş-Şeria'nın ve Molla Hüsrev'le Bâkânî'nin ihtiyar ettikleri de budur. Musannıf hayız bâbında bunu ikrar etmiştir. Bu kavle göre nikâh câizdir. Kadın gelecekte hayızla iddet bekler. Nitekim Hulâsa sahibiyle başkaları bunu sahihlemişlerdir. Cevhere ile Müctebâ'da beyan edildiğine göre sahih ve muhtar olan kavil budur. Fetva buna göredir. Kudûrî'nin Tashihi'nde: "Bu sahihleme Hidâye'nin sahihlemesinden daha iyidir." denilmiştir. Nehir'de ise rivâyetlerin en doğrusu bu olduğu kaydedilmektedir. Tamamı Mültekâ üzerine yazdığım hâşiyededir.
İZÂH
"Sonra tekrar kan görürse" Yani aylarla beklerken yahut aylar geçtikten sonra tekrar kan görürse demektir. Buna delil: "Yahut başka bir kocadan gebe kalırsa" demesidir. Çünkü başka kocadan gebe kalması ancak aylar geçtikten sonra olur. Mukabili de buna delâlet eder. Bundan murad: "Lâkin Behensî ilh..." sözüdür. H.
"Sonra eski âdeti vecihle" Sözünün muktezası âdetin kendisini itiba-ra almaktır. Kavillerden biri bu ise de mu'temed değildir. Böyle diyeceğine âdete göre dese daha iyi olurdu. Nitekim Hidâye sahibi öyle yapmıştır. Bahır sahibi diyor ki: "Ulema âdete göre kanı görürse sözünün mânâsın-da ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre bunun manâsı akıcı ve çok ise de-mektir. Bukadının az bir ıslaklık görmesinden ihtiraz içindir. Bir takımla-rına göre bu sözün mânâsı hem yukarda söylenen, hem de kanın kırmızı veya kara olmasıdır. Sarı, yeşil veya toprak rengi olması değildir. Bu sözün mânâsı cari âdete göre olmaktır diyenler de vardır. Hatta hayızdan kesilmezden önce kadının âdeti sarı renkli görmek olur da yine böyle gö-rürse bozulur. Fetih'de böyle denilmiştir." Mi'raçta fetvanın birinci kavle göre olduğu açıklanmıştır. Sonuncusu şârihin söylediğidir.
"Çünkü halef olmanın şartı" Yani ayların hayıza halef olması asıldan ümidin kesilmesiyledir. Asılla amel imkânı kalmazsa halefe ancak o za-man gidilir. Geçkin ihtiyar hakkında fidye vermek bu kabîldendir. Bedele gelince: O mestler üzerine mesh gibidir ki, bu söylediğimiz onda şart de-ğildir. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
"Sahihlenen altı kavil"den birincisi: Mutlak surette bozulmasıdır. Hidâye sahibi bunu ihtiyar etmiştir.
İkincisi: Mutlak surette bozulmamasıdır. İsbîcâbî bunu ihtiyar etmiştir.
Üçüncüsü: Aylarla iddet tamam olmadan kanı görürse bozulması, ta-mam olduktan sonra görürse bozulmamasıdır, Sadru'ş-Şehid bununla fet-va vermiştir. Müctebâ'da sahih ve fetva için muhtar olan budur denilmiştir.
Dördüncüsü: Hayızdan kesilmek için mukadder zaman yoktur rivâye-tine göre bozulmasıdır. Zâhir rivâyet budur. Mesele ancak kadının zannı-na göre sâbit olmuştur. Hayız görünce hata ettiği anlaşılmıştır. Hayızdan kesilmenin mukadder zamanı vardır rivâyetine göre bozulmaz. İzâh sahibi bunu ihtiyar etmiş, Hâniyye sahibi yalnız bunu söylemekle yetinmiş, Ku-dûrî ile Cessâs kesinlikle buna kâil olmuşlardır. Bedâyı sahibi de bunlarla beraberdir.
Beşincisi: Kadının hayızdan kesildiğine hüküm verilmemişse bozulur, verilmişse bozulmaz diyenlerin kavlidir. Meselâ karı-kocadan biri nikâhın fâsid olduğunu İddia eder de bunun sahih olduğuna hüküm verilirse bo-zulmaz. Muhammed b. Mukatil'in kavli budur. İhtiyar sahibi bunu sahih bulmuştur.
Altıncısı: Gelecek hakkında bozulur ve kadın ondan sonra boşanırsa ancak hayızlarla iddet bekler. Geçmiş hakkında bozulmaz. Binaenaleyh aylarla iddet bekledikten sonra yapılan nikâhlar fâsid değildir. Nevâzil sahibi bunu sahihlemiştir.
"Bu kavle göre nikâh câîzdir." Çünkü ancak dört ay tamam olduktan sonra yapılmaktadır. Binaenaleyh şartı mevcud olduğu içîn muteber sayılır. Şartı hayızdan kesilmektir. Sebebi de mevcuddur. Sebebi ekseriyetle hayzın sona erdiği müddette kanın kesilmesîdir. Bundan murad elli beş yaştır. Kadın gelecekte ancak hayızlarla iddet bekler. Çünkü mutad kan tahakkuk etmiştir. O da kanın ferçten çıkması ve bir bozukluktan neş'et etmeyip mutadvecihle gelmesidir. Her ne zaman hayızdan kesilme tehakkuk ederse hükmü de tehakkuk eder. Hayız tehakkuk ederse onun hükmü de tehakkuk eder. Kanın kesilmesinîn bu halînde ölünceye kadar devamını şart koşmak içîn ise bir delil yoktur. Bazen bir şeyden ümid kesildiği tehakkuk eder de sonra o şey bulunur. Tamamı Fetih'dedir. Gördüğün gibî bu dahi bu kavil tercihtir.
METİN
Küçük bir kız aylarla iddet tamam olduktan sonra hayız görürse yeniden iddet beklemez. Meğerkî aylarla beklerken hayız görmüş olsun. O zaman yeniden hayızla iddet beklemeye başlar. Nasıl ki bîr veya İkî hayız gören sonra hayızdan kesilirse îddeti yenîden aylarla bekler. Bu asılla bedeli bir yere getirmekten korunmak İçindir. Hayızdan kesilmenin senesi rumîyye içîn olsun başka kadın için olsun Cumhura göre elli beş senedîr. Fetva buna göredir. Bazıları fetvanın elli sene üzerine olduğunu söylemişlerdir. Nehîr. Bahır'da Câmi'den naklen: "Küçük bîr kız otuz yaşına varır da hayız görmezse kesildiğine hüküm verilir." denilmiştir.
İZAH
"Yeniden iddet beklemez." Çünkü hayızla daha önceden kendisinin hayız görenlerden olduğu anlaşılmamıştır. Hayızdan kesilen bunun hilâfınadır. T.
"Aylarla beklerken" Yani tamam olmadan velev bîr saat önce olsun hayız görürse iddete yeniden hayızla başlar.
"Sonra hayızdan kesilirse" Yani iki hayız gördükten sonra kesilme Çağına varır da kanı kesilirse demektîr. Fetih.
"Rumîyye için olsun başka kadın için olsun elli beş senedir." Bazıları rumîyye için elli beş, başka kadın için altmış sene olduğunu söylemişlerdir. Mutlak surette altmış sene olduğunu söyleyenler olduğu gibi yetmiş senedir diyenler de vardır. Zâhir rivâyete göre bu hususta takdir yoktur. Kadın emsalinin hayız görmediği yaşa varmakla hayızdan kesilmiş olur. Bu çalışmakla, bedenin terkibi hususunda birbirine benzemekle, semizlik ve zayıflıkla bilinir. Bunu Bahır'dan Halebî nakletmiştir. Kuhistânî'de otuz sene olduğunu söyleyenler de vardır denilmiştir.
"Bazıları fetvanın elli sene üzerine olduğunu söylemişlerdir." Kuhistânî: "Bugün bununla fetva verilir. Nitekim Mefatih'de belirtilmiştir." demektedir.
"Bahır'da Câmi'den naklen ilh..." İfadesi otuz seneyle takdir edilen kavle göre söylenmiş olabilir. Lâkin hayız görmemişse demesi gösterîyor ki, evvelden hiç hayız görmemiştir. Böylesi yaşla bulûğa eren genç kadındır. Hükmü evvelce geçmişti. Bunu Tatarhâniyye'nin Yenâbi'den naklettiği şu ifade de te'yid etmektedir: "Bir kadın meselâ otuz yaşına varır dahâlâ hayzını görmezse, yalnız bir gün kan görüp başka görmeden kocası boşadığı takdirde bu kadın hayızdan kesilmiş değildir. Ebu Cafer aylarla iddet bekleyeceğini söylemiş: "Çünkü bu kadın hayız görmeyenlerdendir. Biz bu kaville amel ederiz." demiştîr.
T E N B İH: Küçük bir kız büyüdükten sonra: Ben bulûğa erdim demekle sözü kabul edildiği gibi, ben hayızdan kesilme çağına ulaştım demekle acaba sözü kabul edilir mi, yoksa mutlaka beyyine mi lâzım gelîr? Ulemamızdan bunu açıklayan kimse görmedim. Bir müddetle takdir edilir rivâyetine göre kabul edilmesi gerekir. Takdir edilmez rivayetine göre işe muteber olan re'yin içtihadıdır. Nitekim yukarıda geçti.
TETİMME: Manzume-I Nesefiyye şerhi Hâkâyık'ta imam Mâlik bâbında şöyle denilmiştir: "Bize göre kadın hayızdan kesilme çağına varmadıkça aylarla iddet beklemez. Bunun haddi elli beş senedir. Muhtar olan budur. Lâkin bu müddette hayızdan kesildiğine hükmetmek için uzun bir müddet kanın kesilmesi şarttır. Esah kavle göre bu altı aydır. Sonra acaba altı ay kesilmenin kesîlme müddetinden sonra olması mı şarttır? Esah kavle göre bu şart değildir. Hatta hayızdan kesilme müddetinden önce kan gelmez olsa, sonra kesilme müddeti tamam olarak kocası boşasa hayızdan kesîldiğine hüküm olunur ve kadın üç ay iddet bekler. Şifa'nın hayız bahsinde yazılan budur. Bu bellenecek bîr İnceliktir." Bu ibareyi şihab Ahmed b. Yunus eş-Şilbî Kenz üzerine yazdığı şerhde Allâme Bâkir'in yazısından nakletmiş, fakat kîmseye nisbet etmemiştîr. Tahtâvî onu Sey-yid Hamevî'den nakletmiştir.
METİN
müveledin hayızdan kesilen ve hamile olanından maadasının iddetleri ölüm müveledin hayızdan kesilen ve hamile olanından maadasının iddetleri ölüm yani cima edenin ölümü; ve ayrılmak, birbirini terk etmek gibi ölümden başkaları için hayızdır. Çünkü böylelerin iddeti rahmin temizliğini bilmek içindir. Bu hayızla olur ve ihtiyatan bir hayızla iktifa edilmez. Bâtıl nikâhda ve kezâ icaze vermeden önce mevkuf nikâhta iddet yoktur. İhtiyar. Lâkin doğrusu iddet ve neseb sabittir. Bahır. Başkasının karısı ile onun halini bilmeden evlenmek şübheyle cimadan sayılır. Nitekim gelecektir. Şübheyle cima edilen kadın ilk kocasıyla oturabilir. İddet içinde onun izniyle dışarı çıkar. Çünkü aralarında nikâh mevcuddur, Yalnız cima haram olmuştur. Hatta kadının nafakası ve giyeceği o adama lâzımdır. Bahır. Yani kadın bilmez ve razı olmazsa demek istiyor. Nitekim gelecektir. Müdebbere ile âzâd edilen cariyeye iddet yoktur. Hayızdan kesilenle hamilenin iddetleri ise birincinin aylarla, ikincinîn doğurmakla biter.
İZAH
"Fâsid nikâhla alınan ilh..." Cümlesine hâcet yoktur. Çünkü musannıfın evvelce geçen: "Kezâ efendisi ölen veya âzâd eden ümmüveledin, şübheyle yahut nikâh-ı fâsidle cimaedilen kadının ölüm ve ayrılma hallerinde iddetleri üç hayızdır." ifadesi buna hâcet bırakmamıştır. Şu da var kî, buradaki sözü nikâh-ı fâsidde velev ki cimadan önce olsun iddet vâcib olacağı vehmini vermektedir. Halbuki öyle değildir. Fâsîd nikâhta iddet ancak halvette hatta önden cimayla vâcib olur. Nitekim mehir bâbında geçmişti.
Fâsid nikâh şahidsiz kıyılan nikâhdır. Evli olduğunu bilmeyerek başkasının karısını nikâh etmek, helâl olmadığını bildiği halde haram kadınla evlenmek İmam-ı Azam'a göre fâsid, İmameyn'e göre fâsid değildir. Fetih.
"Şübheyle cima edilen kadın" Kocasından başkasının yanına zifaf olunan ve geceleyin erkeğin döşeğinde bulup şübhe iddia ettiği kadın gibidirler. Fetih'de böyle denilmiştir. Nehir sahibinin inceleme neticesi ifade ettiğine göre fetvası sorulan şu kadın da bu nev'idendir: Bir kimse bir cariye satın alır da onunla cimada bulunur; sonra kadın aslının hürre olduğunu isbat ederse ne olur? Bu zâhirdir. Bir kimsenin boşayıp iddet beklemekte olan karısıyla şübhe ederek cimada bulunması da bu kabîldendir ve ileride gelecektir. Şâfiî kitablarındaki şu mesele de öyledir: Kadın kocasının veya efendisinin menîsi zannederek fercine bir menî akıtırsa şübheyle cima edilen gibi iddet beklemesi lâzım gelir. Bahır sahibi diyor ki "Ben bunu bizim ulemamızdan bir yerde görmedim. Ama kaideler buna aykırı değildir. Çünkü iddetin vâcib olması rahimin temizliğini bilmek içindir."
"Cima edenin ölümü" Yani her üç meselede üç hayızdır. Hayız gör-meyenlerdense aylarla yahut doğurmakla iddet bekler. Bu gösterir ki, yukarda arz ettiğimiz gibi cimasız nikâh-ı fâsidde iddet yoktur. Son meseledeki cima edenden murad cariyenin ölen veya âzâd eden efendisidir. Fakat cimada bulunan kocası ise iddeti nikâhlı cariye iddetidir.
"Çünkü böylelerin iddeti ilh..." Cümlesi bir suale cevabdır. Sual şudur: Bunların iddetleri neden hayızla olmuş da haklarında vefat iddeti itibara alınmamıştır? T.
"Rahimin temizliğini bilmek içindir." Yani rahimde çocuk olmadığını bilmek îçindir. Yoksa nikâhın hakkını ödemek için değildir. Zira sahih yoktur. Maruf olan hayızdır. Bir hayızla yetinmemesi nikâh-ı fâsid ihtiyaten sahih nikâhla katıldığı içindir.
"Bâtıl nikâhda Iddet yoktur." Burada şöyle denilebilir: Nikâhın fâsîdi ile bâtılı arasında fark yoktur. Satış bunun hilâfınadır. Lâkin Bahır'da Mücteba'dan naklen şöyle denilmektedir: "Şâhidsiz nikâhta olduğu gibi ulemânın cevazında ihtilâf ettikleri her nikâhta cima iddet beklemeyi icab eder. Başkasının nikâhlısını ve iddet bekleyen karısını nikâh etmeye gelince: Burada şayet kadının başkasına aid olduğunu bilirse cima iddeti icab etmez. Çünkü bunun câiz olduğunu söyleyen yoktur. Binaenaleyh asla mün'akid olmamıştır. Bu izaha göre iddet hususunda nikâhın fasidi ile bâtılı arasında fark vardır. Onun içindir ki, haram olduğunu bilerek aldıysa had vurmak vâcib olur. Çünkü zinâdır. Nitekîm Kınye ve diğer kitabtardabildirilmiştir."
Ben derim ki: Buna göre helâl olmadığını bilerek haram bir kadınla evlenmek müşküldür. Bu bildiğin gibi fâsîddir. Bununla beraber Müslümanlardan hiç kimse caiz olduğunu söylememiştîr. Mehir bâbında geçmîşti kî, fâsid nikâhta cima' hem îddeti hem nesebin sübutunu icab eder. Bahır sahibi orada buna misâl olarak şâhidsiz evlenmeyi, iki kız kardeşi bir nikâhla olmayı, karısının iddetînde onun kız kardeşiyle evlenmeyi, dördüncü kadının iddeti içinde beşinci iIe evlenmeyi ve hür kadın üzerine carîye ile evlenmeyi göstermişdi.
"İhtiyar..." Bu sözün bir mîsli de Muhît'tedir. Orada: "Çünkü bunda neseb sabit olmaz. Zira mevkuftur. Onun hakkında mün'akid değildir. Binaenaleyh milk şübhesinin tesiri yoktur." şeklinde illetlendîrilmiştir.
"Lâkin doğrusu ilh..." Zeylaî nikâh-ı fâsidde şunu nakletmiştir: "Aslın dâvâ bahsinde zikrolunduğuna göre bir kadın velisinin izni olmadan evlenir de kocası kendisiyle cimada bulunarak altı ayda bir çocuk doğurursa çocuğu hem mevlâsı hem kocası iddia ettiği takdirde çocuk kocasının oğlu olur. İmam Muhammed bunu cima vaktinden değil nikâh vaktinden saymıştır. Hilâftan da bahsetmemiştir. Hulvânî bu meselede nikâh-ı fâsidde bizzat akidle firâş mün'akid olduğuna delil olduğunu söylemiştir. Bazılarının: Firâş ancak cimayla mün'akid olur demeleri bunun hilâfınadır." Bu nikâh-ı fâsidde nesebin sübut bulacağı hususunda açıktır. İddetin vâcib olması da ona bağlıdır. şu halde Muhît ve İhtiyar'ın ifadeleri yanlıştır. Bahır.
Ben derim ki: Lâkin bunun karşısında ulemanın: Nikâh-ı fâsidde ancak mehr-i misil ve iddet cimayla vâcib olur. Mücerred akid ve halvetle vâcib olmaz. Çünkü bu halvette cimaya imkân bulamadığı içîn o fasiddir. Hayızlı kadınla halvette bulunmak gibidir, cima yerini tutamaz diye acıklamaları müşkil kalır. Nitekim bunu Fetih ve Bahır sahibleriyle başkaları mehir bâbında açıklamışlardır. Meğerki firâşın bizzat akidle mün'akid olması sadece nesebe nisbetledir. Çünkü çocuğu ihya için onun isbatında ihtiyat gösterilir, denilsin. Sonra bilmelisin ki, Bahır'da zikredildîğine göre altı ay olan neseb müddeti îmam Muhammed'e göre cima vaktînden İtibar edilir. Fetva da buna göredir. Çünkü nikâh-ı fâsid cimaya sebeb değildir. Akdi cima yerine saymak İse akid cimaya sebeb olduğu içindir. Şeyhayn'a göre sahih nikâha kıyasen müddetin başı akid zamanından itibar olunur. Ulema İmam Muhammed'in kavliyle fetva vermişlerdir. Çünkü zikrî geçen kıyas sahih değildir. Hilâfın faydası kadın akid zamanından itibaren altı ayda cima vaktinden ise altı aydan daha azda çocuk doğurduğu zaman görülür. Çünkü müftâbih kavle göre çocuğun nesebi sâbît olmaz. Bunu öğrendikten sonra ihtiyar ve Muhît'in ifadelerini İmam Muhammed'in kavline yorumlamak ve: "Nesebin sâbit olmamasından murad cima zamanından itibaren altı aydan daha azda doğurduğunagöredir. Velev ki akid vaktinden itibaren altı aydan fazla geçmiş olsun." demek mümkündür. Yukarıda Zeylaî'den nakledilen söz de Şeyhayn'ın kavline yorumlanır. Buna delil meselenin evlendiğinden itibaren altı ayda doğurduğuna göre farz edilmesidir. Cima vakti itibara alınmamıştır. Sözün tamamı buna karinedir. Şübhesiz ki aralarını bulmak hatadan evlâdır.
"Başkasının karısı ile evlenmek şübheyle cimadan sayılır." Nehir sahibi diyor ki: "Semerkandî'nin şerhinde başkasının nikâhlısı şâbheyle cima edilen kadından sayılmıştır. Çünkü şöyle denilmiştir: "Yani milk veya akid şübhesiyle cîma etmiştir. Adamın yanına karısından başkası zifaf edilmiştir. O da onunla cîmada bulunmuştur. Yahut başkasının nikâhlısıyla evlenmiş de kadının halini bilmemiştir. Bilirsin ki bu fâsid nikâhla alınan kadına hâcet bırakmamayı gerektirir. Çünkü şübhesiz bu kadın da akid şübhesiyle cima edilmiştir. Hatta o buna başkasının nikâhlısından evlâdır. Zira nikâhta şehâdetin şart kılınması ulema arasında ihtilâflıdır. Başkasının nikâhından ayrılmak bunun hilâfınadır." Bunu görünce anlarsın ki, şârih Semerkandî şerhindeki ifadeye muhâlif değil ona tâbi olmuştur. Çünkü muhalefet kasdetse başkasının karısı ile evlenmek meselesini nikâh-ı fâsidle alınan kadından sonra zikretmesi lâzım gelirdi. Şübheyle cima edilenden sonra zikretmezdi. Ama Semerkandî nâmına şöyle cevap vermek mümkündür: O nikâh-ı fâsidle almayı mahalliyyet bulunduktan sonra sıhhat şartı bulunmayan nikâha yorumlamıştır. Nasıl ki muvakkat nikâh ile şâhidsiz nikâh böyledir. Başkasının nikâhlısına gelince: O nikâha mahal değildir. Çünkü bir şey üzerinde bir anda iki milkin bir araya gelmesi mümkün değildir. O halde akid fâsid milke tesir etmemiştir. O ancak şübhenin bulunmasına tesir etmîştir. Şârih Nehir sahibine çok tâbi olur. İhtimal burada bu söylediğimize işaret için ona muhalefette bulunmuştur.
"Nitekim gelecektir." Bâbın sonunda metinde gelecektir.
"Yani kadın bilmez ve razı olmazsa demek istiyor" Bu ifade dahi Ba- hır'da mevcuddur. Bahır sahibi buna Hâniyyenîn şu sözüyle şâhid getirmiştir: "Nikâhlı bir kadın bir adamla evlenir de onunla cimada bulunarak sonra araları ayrılırsa iddeti içinde nafakası ilk kocasına vâcib olmaz. Çünkü kadına iddet vâcib olunca o kaçak sayılır." Nitekim fer'î meselelerden önce gelecektir.
"Müdebbere ile âzâd edilen cariyeye iddet yoktur" Âzâd edilen cariye yerine sadece cariye demesi münasip olurdu. Bahır'da şöyle denilmiştir:"Ümmüveled diye kayıdlaması müdebbere ile cariyeye âzâd edildikleri veya sahibleri öldükleri vakit bil ittifak iddet olmadığındandır. Nitekim bunu isbîcâbî söylemiştir." Yani şârihin dediği gibi bunların firâşı yoktur demek istemiştîr.
METİN
İçerisinde boşandığı hayızda bil ittifak iddet yoktur. İddet bekleyen bir kadın- velevkiboşayanın iddetinî beklesin- şübheyle cima edilirse ikinci bir iddet beklemesi vâcib olur. Çünkü sebeb yenilenmiştir. Ama iki iddet iç içe girerler. Görülen hayız her ikisinden sayılır. Birinci iddet biterse kadının ikinciyi tamamlaması gerekir. Aylarla yahut vefat iddetini bekler de hem aylarla hem hayızla iddet beklerse hüküm yine budur. Musannıf; "Görülen hayız her ikisinden sayılır." sözünü atsaydı hem her ikisine hem de hâile şâmil olurdu. Hâil (gebe olmayan kadın) gebe kalırsa iddeti çocuk doğurmakla biter. Bundan yalnız vefat iddeti bekleyen müstesnadır. O hamile kalmakla iddeti değişmez. Nitekim geçmişti. Bedâyı sahibi bu kavli sahihlemiştir.
İZAH
"İçerisinde boşandığı hayızda bil ittifak iddet yoktur." Çünkü boşanmadan önce gördüğü kan iddetten sayılmaz. Bunun sebebi hayızın parçalanmayı kabul etmemesidir. Sayılmış olsa dördüncü hayızdan tamamlanması icab ederdi. Yine hayız parçalanmadığı için onun da bütünü vâcib olurdu. Nehir. Dürr-ü Müntekâ'dan: "İçinde ayrılma vâki olan hayızda dese daha şumüllü olurdu." denilmiştir.
"İddet bekleyen bir kadın" Talâktan dolayı olsun başka bir sebeble olsun kezâ nikahlı kadın şübheyle cima edilip de sonra kocası boşasın ikinci bir iddet beklerler ve iki iddet içice girerler. Nitekim Fetih ve diğer kitablarda bildirilmiştir.
"Şübheyle cîmaya" Misâl üç talâkla boşandıktan sonra iddeti içinde kocasının o kadınla cimada bulunmasıdır. Yahut nikâh bulunmaksızın erkek: Ben bu kadını bana helâl sandım diyerek cima eder veya kadını kinâye sözlerle boşadıktan sonra onunla cimada bulunur. Tamamı Fetih'dedir. Bundan şu anlaşılır ki, kadını üç defa boşadıktan sonra iddeti içînde haram olduğunu bile bile onunla cimada bulunursa ikinci bir iddet lâzım gelmez. Çünkü bu zinâdır.
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: "Kadını ûç defa boşar da haram olduğunu bildiği halde iddeti içinde onunla cimada bulunursa yeniden üç hayız iddet beklemez. İkisi de haram olduğunu bilirler ve ihsan şartları da bulunursa recm edilirler. Erkek boşadığını inkâr ederse kadının iddeti geçmez. Şübhe iddia ederse iddete yeniden başlar. Nevâzii nam kitabta talâk-ı bâin üç talâk gibi sayılmıştır. Sadr sahibi ise mal karşılığı talâkı ve hul'u üç talâk gibi saymamış, kadınla hul yapar veya mal karşılığı boşar da sonra haram olduğunu bildiği halde iddet içinde onunla cimada bulunursa kadın her cima içîn yeni iddet bekler ve birinci iddet bitinceye kadar iki iddet içice girer. Ondan sonra ikinci ve üçüncü cima iddeti olur, talâk iddeti olmaz. Hatta o iddette başka bir talâk vaki olmaz, nafaka da vâcib olmaz demiştir." Sadr sahibinin sözü yukarıda Fetih'den nakletti-ğimizin aynıdır. Kinâye sözlerle boşandıktan sonra yapılan cimayı şübheyle cima saymıştır. Çünkü bazı İmamlar onlarla bain talâk vâkiolmayacağını söylemişlerdir. Bu hilâf şübheye sebeb olmuştur.
"Velevki boşayanın iddetini beklesin." Burada evlâ olan: "Velev ki bo-şayanın iddetini beklemesin." demekdi. Çünkü Fetih'de: "Cima eden boşayan ise İmam Şâfiî iki kavlinden birinde bizimle beraberdir." denilmiştir. Bundan anlaşılır ki, hilâfın yeri boşamayan kimsedir. Münasip olan bunu söylemekti. Tâ ki boşayan evleviyetle dahil olsun. Dürer'de şöyle denilmektedir: "Bilmiş ol ki kadına iki iddet vâcib olursa, bunlar ya iki adamdan yahut bir adamdandır. İkincide şübhesiz iki iddet içice girerler. Birincide iddetler iki ayrı cinstendir, Meselâ kocası ölen kadın şübheyle cima edilir yahut ikisi bir cinsten olur. Boşanan kadın iddeti içinde evlenir de ikinci kocası onunla cimada bulunur. Araları ayrıldığında bize göre iki iddet içice girer ve kadının gördüğü hayız her iki iddetten sayılır. Birinci iddet biter de ikincisi tamam olmazsa kadının onu tamamlaması icab eder.
"Göüilen hayız her ikisinden sayılır ilh..." Sözü içice germenin beyanı dır. Kadın bir hayız gördükten sonra cima edilirse birinci iddeti tamamlamak için iki hayız daha görmesi lâzım gelir. Bu İki hayız İkincî iddetten de sayılır. Onlardan sonra bir hayız daha gördümü ikinci iddet dahi tamam olur. Nehir. Bahır'da Cevhere'den naklen şöyle denilmektedir: "Sonra iki iddet içice girer de talâk-ı ric'î iddeti olurlarsa kadına hiç birinden nafaka yoktur. Talâk-ı bâin iddeti iseler kadının nafakası birinciye aid olur."
Ben derim ki: Talâk-ı bâinde fark şundan olsa gerektir: Mâni ikîncinin iddetinden değil birinci talâkın bâin olmasından ileri gelir. Talâk-ı ric'î bunun hilâfınadır. Bunda cima edene nafaka vâcib olmaması bu iddet cima iddeti olduğundandır. Cima iddetinde nafaka yoktur.
TENBİH: İki iddetin beraberce bitmeleri mümkündür. Meselâ aylarla vefat iddeti bekleyen bir kadın o iddetin içinde şübheyle cima edilirse üç hayız gördümü her iki iddet biter. îkinci iddetin birinciden önce bitmesi de mümkündür. Meselâ dört ay on sün geçmeden hayız tamam oluverir. İkinci iddetin tamamiyle birinciden geri kalması da mümkündür. Meselâ aylarla beklediği iddet bittikten sonra hayız görür.
"Aylarla" İddet beklemeye misâl hayızdan kesilen bir kadının aylarla iddet beklerken, şübheyle cima edilmesidir. Bu kadın ikinci iddetini de aylarla tamamlar. Nehir.
"Hem aylarla hem hayızla" îddet beklemenin misâli yukarki tenbihde söylediğimizdir. Burada "Yahut doğurmakla iddeti biter." cümlesini ziyade etse daha iyi olurdu ki, bu aşağıda gelen hail meselesidir.
"Görülen hayız her İkisinden sayılır sözünü atsaydı" demesi bu söz yalnız hayza münhasır kaldığı içindir. Ama şöyle cevap verilebilir: Görülenden murad gözle görülen değil bilinendir. T.
"Hem her ikisine" Yani hem iki iddeti aylarla bekleyene, hem de vefat iddetini aylarla, şübheyle cima iddetini hayızlarla bekleyene şâmil olurdu.
"Eam da hâile şâmil olurdu." Hâil gebe olmayan kadındır. İddet içinde gebe kalırsa onun iddeti doğurmakla biter. İddeti boşayan kocasından ve zinâdan yahut nikâh-ı fâsidden olsun fark etmez. Elverir ki nikâh-ı fâsidde birbirlerini terk ettikten sonra doğursun. Terk etmeden doğurursa iddeti bitmez. Nitekim Hâvî'den naklen arz etmiştik.
"Bundan yalnız vefat iddeti bekleyen müstesnadır." Böylece anlaşılıyor ki, hailden murad talâk veya feshten dolayı iddet bekleyen kadındır. Vefattan dolayı iddet bekleyen bunun hilâfınadır. Nehir sahibi şöyle demektir: "Hulâsa'da beyan edildiğine göre iddeti içinde hamile kalan her kadının doğurmakla iddeti biter. Kocası ölen kadın ise o öldükten sonra hamile kalırsa aylarla iddet bekler." Bunu Bedâyı'dan da nakletmiştik. Biz onu hamilenin iddetinde musannıfın "yahut zinâdan" dediği yerde yazmıştık. Orada musannıf: "Vefat iddetinde ise doğurmakla değişmez. Sahih olan budur." demişdi. Yani onun iddeti dört ay on gün olarak kalır demek istemişli.
"Nitekim geçmişti." Yani musannıfın: "Ölüm için iddet mutlak surette dört ay on gündür." dediği yerde geçmişti. Şârih orada: "Bundan yalnız hamile hariç kalır." demişdi. Yani karısı hamile iken kocası ölürse demek istemişdi. Bundan anlaşılır ki, kocası ölürken kadın hamile olmaz da sonra hâmile kalırsa mutlak sözde dahildir. Onun iddeti değişmez, aylarla bekler. Lakin zâhire bakılırsa bu vefata bakarak tır. Kadının gebe kaldığı cima iddeti ise şübheyle yapıldığı takdirde ancak çocuğu doğurmakla biter. Çünkü çocuğun nesebi sâbittir. Zinâdan gebe kalması bunun hilâfınadır. Çünkü zinâda asla iddet yoktur.
METÎN
Talâk ve ölümde iddetin başlaması fevrîdir (yani hemen başlar). Kadın bilmese bile bunlarla yani talâkla ölümle iddet biter. Çünkü iddet müddetten ibarettir. Onun geçtiğini bilmek şart değildir. Koca talâkı itiraf etsin etmesin müsavîdir. Bir kimse karısını boşar da sonra İnkâr ederse, bunun üzerine beyyine getirilip hâkim ayrılmalarına hüküm verdiği takdirde- Meselâ kadın şevvalde iddia edip hâkim muharremde hüküm verdiğinde iddet talâk vaktinden itibar olunur. Hüküm vaktinden itibar olunmaz. Bezzâziye. Mübhem talâkta İse beyan vaktinden itibar olunur. İki şâhid kadının boşandığına şehâdet eder de bir kaç gün sonra tezkiyeleri yapılıp hâkim ayrılmalarına hüküm verirse iddet şehâdet vaktinden itibar olunur. Hüküm vaktinden itibar olunmaz. Kadını geçmiş zamanda boşadığını ikrar etmesi bunıun hilâfınadır. Zira fetvaya göre burada iddet mutlak surette ikrar vaktinden başlar. Bu muvazaa töhmetini gidermek içindir.
İZAH
"Çünkü iddet müddetten ibarettir." Müddetin geçtiğini bilmek şart de-ğildir. H. Umumiyetlenüshalarda tesniye zamiri kullanılarak: "Çünkü bunların ikisi..." denilmiştir. Bunlardan murad talâk iddetiyle ölüm iddetidir.
Ben derim ki: Bu Bedâyı sahibinin tarifine göredir. O iddeti: "Nikâhtan kalan eserlerin bitmesi için konulan bir müddettir." diye tarif etmiştir. Biz bu tarifin tercih edildiğini söylemiştik.
"Beyan vaktinden itibar olunur." Çünkü bir vecihten inşâdır. Bahır. Bu cümle "Talâk ve ölümde iddetin başlaması" sözünden istisna gibidir. H. Şürunbulâliyye'de şöyle denilmiştir:" İddetin başlaması talâkla ölümün akibindedir sözünden karısını boşadığını beyan eden istisna edilir. Çünkü bu kadının iddeti beyan vaktinden başlar. Kocasının: "İkinizden biri boştur." sözünden başlamaz. Beyan etmeden ölürse her iki kadının ölüm iddeti beklemesi gerekir. Bu müddetin içinde üç hayzı da tamamlarlar. Nitekim. Bezzâziye'de bildirilmiştir." İleride musannıfın ifadesinde başka meseleler de istisna edilecektir.
"Şehâdet vaktinden itibar olunur." Burada muzaf hazfedilmiştir. Yani şehâdeti tahammül vaktinden itibar olunur. Şehâdetin edâ edildiği vakitten itibar olunmaz. Zira şâhidler muharrem ayında bu adamın karısını şevvalde boşadığına şâhidlik ederlerse iddet şevvalden başlar. H.
Ben derim ki: Zâhire bakılırsa şehâdet vakti zahirine göre murad olunur. Bu da şâhidliğin edâsı tehammül vaktinde olduğuna binaendir. Çünkü bu şehâdet sevâbına yapılır. özürsüz geçiktirirse şâhid fâsık olur ve kabul edilmez. Nitekim Bahır sahibi buna işaret etmiştir.
"Mutlak surette ikrar vaktinden başlar." Yani kadın tasdik etsin etmesin yahut bilmiyorum desin müsavîdir. Bahır sahibi diyor ki: "İmam Muhammed'in Mebsût'taki sözünün zâhiri ve Kenz'in ibâresi talâk vaktinden itibar edileceğini göstermektedir. Şu kadar var ki, müteehhirin ulema iddetin ikrar vaktinden vâcib olacağını tercih etmişlerdir. Hatta o kadının kız kardeşiyle ve ondan başka dört kadınla evlenmesi helâl olmaz. Bu, kadının talâkını gizlemekten onu men etmek içindir. Muhtar kavil budur. Nitekim Suğra'da beyan edilmiştir." Suğdî arabuluculuk yaparak İmam Muhammed'in sözünü talâkı isnad ettiği vakitten itibaren ayrıldıklarına yorumlamıştır. Beraber kalırlarsa her ikisinin yalan söyledikleri zâhirdir ve isnadda tasdik edilmezler. Bahır sahibi: "inşaallah böylelikle ara bulunmuş olur." demiştir. Fetih'de bildirildiğine göre müteehhirinin fetvası dört mezhebin imamlarına ve sahabe ile tâbiinin cumhuruna muhâliftir. Bunların muhalefeti töhmetten dolayı olduğuna göre töhmetin yerleri ve adamları araştırılmalıdır. Onun için Suğdî yukarıda geçen sözüyle tafsilde bulunmuştur. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır, Bahır ve Nehir sahibleri de Fetih sahibinin sözünü tasdik etmişlerdir.
"Bu muvazaa töhmetini gidermek içindir." Muvazaa anlaşma demektir. Yani hasta olankocanın karısına borç ikrarı sahih olsun diye yahut kocası karısının kız kardeşi ile veya ondan başka dört kadınla evlenebilsin diye talâk vardır, iddet bitmiştir şeklinde anlaşma yapmalarını önlemek içindir. Fetih.
METİN
Lâkin kadın bu isnadda kocasını yalanlar veya bilmiyorum derse iddet ikrar vaktinden vâcib olur. Kadına da nafaka ve mesken verilir. Kocasını tasdik ederse hüküm yine böyledir. Şu kadar var ki, bu kadınla cimada bulunursa ikinci bir mehir vermesi lâzım gelir. İhtiyar. Kadına nafaka ve mesken de verilmez. Çünkü kadının kendi aleyhindeki sözü kabul edilir. Hâniyye. Yine Hâniyye'de şu ibâre vardır: "Kadını talâk-ı bâinle boşar da sonra bir zaman onunla beraber yaşarsa talâkını ikrar ederek yaşadığı takdirde iddeti biter. İnkâr ederek yaşarsa bitmez. "Cevâhiru'l-Fetâvâ'nın talâk bahsinin başında şöyle denilmektedir" Karısını talâk-ı bâinle boşar da onunla beraber yaşarsa halk arasında boşadığı şöhret bulduğu takdirde iddeti biter, şöhret bulmazsa bitmez." Kadına hul' yapması da böyledir. Halka bildirir ve hul' yaptığına şâhid getirirse iddeti biter. Aksi takdirde bitmez. Sahih olan budur. Keza boşadığını gizlerse gizlemekten men etmek için iddet bitmez. O zaman iddetin başlaması sübut ve zuhur vaktinden itibarendir.
İZAH
"Lâkin ilh..." Sözü yukardaki söylediklerine istidraktır. Çünkü yukarıda nafaka ve meskenden bahşetmedi. Zira burada tasdikle tekzib arasında fark vardır. Kısaca: "Zira fetvaya göre kadın kocasını yalanlarsa ilh..." dese daha iyi olurdu.
"Cimada bulunursa ikinci! bir mehir vermesi lâzım gelir." Sözünü üç talâktan aşağı boşamışsa diye yahut üç talâk iddetinde lâkin helâl zannederek diye kayıdlaması gerekir. Zira Bezzâziye'den naklen arz etmiştik ki, üç talâkla boşayıp haram olduğunu bildiği halde iddeti içinde cimada bulunursa bu zinâ olur. Şimdi cimaların tekerrürü ile mehrin tekrarlanıp tekrarlanmayacağı kalır. Bahırın mehir bâbında Hulâsa'dan naklen şöyle denilmiştir: "Üç talâktan iddet bekleyen karısı ile cimada bulunurda şübhe iddia ederse bir mehir vermesi mi yoksa her cima için ayrı mehir mi lâzım gelir? Bazılarına göre üç talâkı birden yapar da bunların vâki olmadığını zannederse bu yerinde bir zan olur ve bir mehir vermesi lâzım gelir. Talâkların vâki olduğunu fakat cimaın da helâl olduğunu zannederse bu zan yerinde değildir. Binaenaleyh her cima için ayrı mehir vermesi lâzım gelir."
"Kadına nafaka ve mesken de verilmez." Yani geçen zaman iddete yeterse hüküm budur. Fakat iddetin bir kısmı kalırsa o müddet nafaka ve mesken vermesi vâcib olur. T.
"Çünkü kadının kendi aleyhindeki sözü kabul edilir." Ve kendisi için kocasına vâcib olan borç sâkıt olur. Bahır sahibi diyor ki: "Hâsılı kadın isnadda kocasını yalanlar yahutbilmiyorum derse iddet ikrar vaktinden başlar. Tasdik ederse kadın hakkında talâk vaktinden, Allah Tealâ hakkında ikrar vaktinden başlar." Yine Bahır'da beyan edildiğine göre mesken Allah Teâlâ'nın hakkındandır. Bunun muktezası kadın kocasını tasdik etse de mesken lâzım gelmesidir. T.
Ben derim ki: Bahırın ibâresinde mesken sözü yoktur. Onun ibâresi:
"Lâkin kocasını tasdik ederse kadına nafaka ve giyecek yoktur." şeklindedir. Nehir'de de böyledir. Meselenin aslı Hâniyye'dedir. Nitekim şârih de ona nisbet etmiştir. İbâresi şöyledir: "Fetvaya göre kadının ikrar vaktinden itibaren iddet beklemesi lâzım gelir. Boşamasının eseri ancak nafakanın ibtalinde görülür." Böylece anlaşılır ki, musannıfın ifadesindeki mesken sözü sonradan katmadır.
"Onunla beraber yaşarsa" Sözü mutlaktır, cima edip etmediği hallere şamildir. T.
"İkrar ederek yaşadığı takdirde ilh..." Yani iddeti talâktan başlar. Zâhire bakılırsa buradaki İkrardan murad sadece kadına değil halk orasında ikrarda bulunmasıdır. Bir de boşadığı anda İkrar etmesidir. Böylece bu meseleyle metindeki mesele arasında fark anlaşılmış olur. Çünkü metindeki mesele karısını boşadığını gizleyip de bir zaman sonra ikrar ettiğine göre farz edilmiştir.
"Şöhret bulduğu takdirde ilh..."' şöhret bulan bu talâktan sonra kadını üç defa boşarsa bu üç talâk vâki olmaz. Nitekim fer'î meselelerde gelecektir.
"Kadına hul' yapması da böyledir." Bu söz talâk-ı bâinle boşarsa cümlesinde dahildir. Lakin talâk-ı bâin bazen kadının haberi yokken de yapılır. Hul' böyle değildir. Şârih şöhretin şart kılınmasında kadının bilmesiyle bilmemesi arasında fark olmadığına işaret etmiştir.
"Hul' yaptığına şâhid getirirse" Sözüyle şöhret bulmanın mutlaka halk arasında ikrar etmekle olacağına işaret etmektedir. Başkalarından işitmeleri kâfi değildir. Bunda ikrarın iki adam huzurunda yapılırsa kâfi geleceği" ne de işaret vardır. Ekseriyetin huzurunda ikrar lâzım değildir. Çünkü şehâdet bir şeyi meşhur etmektir. Nitekim ulema nikâh bahsinde İmam Mâlik'in şart koştuğu ilân iki şâhidle hâsıl olur demişlerdir.
"Kezâ boşadığını gizlerse gizlemekten men etmek için iddet bitmez."
Bu ta'lili Hâniyye sahibi yapmıştır. Bir ta'lif daha geçmişti ki, o da muvazaa töhmetini gidermek için olmasıydı. Bu ta'lil Hidâye'de zikredilmiştir. Mesele metindekiyle birlikte tekrar edilmiştir. Hâsılı boşadığını gizler de bir müddet geçtikten sonra haber verirse fetvaya göre o kimse isnad hakkında tasdik edilmez. Karısı kendisini tasdik etsin etmesin iddet ikrar vaktinden vâcib olur. Gizlemez de vaktinde ikrar ederse halk arasında şöhret bulmadığı takdirde hüküm yine böyledir. şöhret bulursa iddet talâk vukuundan itibaren vâcib olur ve zamanı geçmişse iddet biter. Ama bu helâdır zanniyle cima etmediğine göredir. Aksi takdirdecima'la ikinci bir iddet vâcib olur ve iki iddet içice girerler. Kezâ o kadınla her cimada bulundukça ayrı bir iddet vâcib olur. Son cima'ın iddeti bitmedikçe kadının başka kocaya gitmesi helâl olmaz. Cima şübhe üzerine yapılmazsa bunun hilâfınadır. Çünkü hâlis zinâ olduğu için iddet icab etmez. Nitekim geçmişti. Kadın başkasıyla evlenebilir. Bunu Tatarhâniyye sahibi talâkın yirmi ikinci faslında açıklamıştır.
"O zaman iddetin başlaması sübut ve zuhur vaktinden itibarendir."
Yani bu tafsilâtı gördükten sonra anlarsın ki, bu meseleler talâk şöhret bulmadığına göredir. O zaman iddet talâkın sübut ve zuhuru vaktinden başlar.
METİN
Nikâh-ı fâsidde iddetin başlaması hâkim karı-kocanın arasını ayırdıktan sonradır. Bundan sonra o kadınla cimada bulunursa kendisine had vurulur. Cevhere ve diğer kitablar. Bahır sahibi bunu inceleyerek iddetten sonra diye kayıdlamıştır. Çünkü iddet bekleyen bir kadına cima ile had lâzım gelmez. Yahut iddet mütarekeyle yani kocanın kadınla cima'ı terk edeceğine azim göstermesiyle meselâ diliyle seni cima etmeden bıraktım demesi ve buna benzer bir şey söylemesiyle olur. Kadının huzurunda olursa talâk ve nikâhı ikrar dahi bu kabîldendir. Huzurunda değilse olmaz. Kadınla cimada bulunmuşsa mücerred azim kâfi değildir. Bulunmamışsa bedenlerin birbirinden ayrılması kâfidir. Nikâh-ı fâsidde halvet iddeti icab etmez. Burada talâk boşamanın sayısını eksiltmez. Çünkü feshtir. Cevhere. Kadın kocasının evinde de iddet beklemez. Bezzâziye.
İZAH
"Nikâh-ı fâsidde iddetin başlaması ilh..." İmam Züfer'e göre son cimadan itibarendir. Çünkü iddeti icab eden sebeb cimadır. Bize göre iddeti icab eden sebeb nikâh şübhesidir. Bu şübheyi ortadan kaldırmak aralarını ayırmakla olur. Görmüyor musun ayırmadan o kadınla cimada bulunursa had vurmak vâcib değildir. Ayırdıktan sonra cimada bulunursa had vâcib olur. Şu halde ayırmak süretiyle şübhe ortadan kalkmadıkça kadın iddet beklemeye başlamış olmaz. Nitekim Kâfî ve diğer kitablarda belirtilmiştir. Sâihânî.
Ben derim ki: Akidsiz yapılan şübheli cimada iddetin nereden başlayacağını açıklayan görmedim. Ama şübhe ortadan kalkınca son cimadan başlaması gerekir. Meselâ o kadının kendi karısı olmadığını, cima'ı helâl sayılmayacağını öğrenir. Böylece şübhe ortadan kalkar. Çünkü burada akid yoktur. Binaenaleyh zikri geçen cimadan başka iddet için bir sebeb kalmaz. Nitekim söylediklerimizden anlaşılmıştır. Allahu a'lem.
"Hâkim ayırdıktan sonradır." Yani hemen akibinde iddet başlar. Bu iddetin başlamasına zaman elverişli olduğuna göredir. Binaenaleyh hayız halinde ayırmakla ortaya bir müşkil çıkmış olmaz. Çünkü iddet hayızdan sonra başlamış sayılır. Kadının üç hayız beklemesimutlaka lâzımdır. Bunu Kuhistânî söylemiştir. Ayırmaktan murad hâkimin ayrılmalarına hüküm vermesidir. Nitekim İnâye'den naklen Bahırda bildirilmiştir.
"İnceleyerek kayıdlamıştır ilh..." Ben derim ki: Eğer bu zevatın maksadları cima iddetten sonraysa had vâcib olur demekse bunu söylemekte bir fayda kalmaz. Çünkü sahih nikâhın hükmü de budur. Ondan fâsid nikâhın hükmü evleviyetle anlaşılır. Allâme Makdisî bunu şöyle münakaşa etmiştir: "Denilebilir ki, bu iddet bu hüküm hususunda başkalarına muhâliftir. Çünkü nikâh-ı fâsidin eseridir. Nitekim kocasının evinde iddet beklememekle dahi başkalarına muhâliftir." Kezâ bunu Sâihânî dahi reddederek: "Bu incelemede bir çok zevat Bahır sahibine tâbi olmuşsa da burada meselenin ta'lilini anlamaktan gaflet edilmiştir. Ta'lil İmam Züfer'e verilen cevabda geçendir ki, o da şübhenin karı-kocayı birbirinden ayırmakla ortadan kalkmasıdır ilh..." demiştir. Yani ayırdıktan sonra had vurmayı def edecek bir şey kalmaz demek istemiştir. Bunu Rahmetî dahi reddetmiştir. Onun sözünün hülasası şudur: Karı-kocayı ayırmadan had vurulmaması akid şübhesindendir. Ondan sonra iddet beklemek ise şübhenin şübhesi olur. Bu muteber değildir. Sahih nikâhda helâl zannıyla cima ederse üç hayız iddet lâzım gelmesi bunun hilâfınadır. Çünkü fiil şübhesidir. Kadın o adamın evinde mahpustur. Nafakası da yürümektedir. Burada ise ne nafaka vardır, ne de eve kapanmak!
Ben derim ki: Lâkin bu izaha göre Bahır ve diğer kitablarda açıklanan şu mesele müşkül kalır: Bir adam nikâh-ı fâsidle karısının kız kardeşini alsa onun iddeti bitinceye kadar karısı kendisine haram olur. Bu gösterir ki, bu adama nisbetle o nikâhın bir eseri kalmıştır. Ama buna şöyle cevap verilebilir: O nikâhın iddetle eseri kalması yaptığı cima'ın haddi icab eden zinâ olmasına mâni değildir. Nasıl ki üç talâkla boşadığı karısı iddet beklerken haram olduğunu bile bile onunla cimada bulunursa kendisine had vurulur. Çünkü bu zinâdır. Halbuki nikâhın eseri kesin olarak bâkîdir.
"Kocanın" Diye kayıdlaması şundandır: Çünkü ulemanın zâhir olan sözlerine göre mütareke kadın tarafından olmaz. Bahır sahibi diyor ki: "Biz mehir bâbında mütarekenin kadın tarafından da olacağını tercih ettik. Onun için Molla Miskîn mütareke şekillerinden biri kadının senden ayrıldım demesi olduğunu söylemiştir." Bahır sahibinin bunu tercih etmesi ulema: "Karı-kocadan her biri bu nikâhı fesh edebilir." diye ittifak ettiklerindendir. Fesh mütarekedir. Nehir sahibi: "Biz bunu def eden sözler söylemiştik." demiştir. Yani orada mütarekenin talâk mânâsına geldiğini binaenaleyh yalnız kocaya mahsus olduğunu söylemişti. Fakat Hayreddin-i Remlî: "Nikâh-ı fâsidde talâk yoktur." diyerek bunu reddetmiştir. Tamamı orada geçmişti. Makdisî'nin Bahır sahibine tâbi olduğunu da söylemiştik.
"Ve buna benzer bir şey söylemesiyle" Meselâ Senin yolunu serbest bıraktım veya sendenayrıldım demesiyle olur.
"Mücerred azim kâfi değildir." Zira İnâye'de: "Azim kalb işidir, bilinmez. Ama açık delili vardır. O da azmi haber vermektir." denilmiştir.
"Bulunmamışsa bedenlerin birbirinden ayrılması kâfidir." Yani bırakmayı azmederek bedenlerin ayrılması kâfidir. Bahır sahibi diyor ki: Cima edilmeyen kadına gelince: Onu terk etmek sözle tehakkuk eder. Bazılarına göre terk etmekle de olur. Bundan murad bir daha bu kadına dönmemek kasdıyla ondan ayrılmaktır. Bazılarına göre ise cima edilsin edilmesin her iki surette mütareke ancak sözle olur.
"Nikâh-ı fâsidde halvet" İster sahih ister fâsid olsun iddeti icab etmez. H. Burada şöyle denilebilir: Fâsid nikâhta halvet ancak fâsid olur. Çünkü şer'an o kadınla cimada bulunmak men edilmiştir. Hayızlı kadınla halvette bulunmak gibi olur. Lâkin murad bu halvetin nikâhın fesadından başka bir mâniden dolayı fâsid olmasıdır.
"İddeti icab etmez." Mehri de icab etmez. Çünkü bunlar ancak hakiki cima ile vâcib olurlar.
"Kadın kocasının evinde de iddet beklemez." Çünkü fâsid nikâhta akid mevcud iken bile erkeğin o kadını evinde hapsetmeye hakkı yoktur. Akid bozulduktan sonra evleviyetle hakkı kalmaz. Lâkin bundan sonraki fasılda bunun hilâfı gelecektir. Şu halde buradaki iki kavilden biri demektir. Tamamı gelecektir.
T E T İ M M E : Bahır'da beyan edildiğine göre bu iddetten murad mütareke iddetidir. Binaenaleyh adam ölmekle kadına iddet vâcib olmaz. Yalnız cimadan sonra hayzını görmesi lâzımdır. Bu iddette yas tutmak ve nafaka da yoktur. Karısının kız kardeşini nikâh-ı fâsidle alırsa iddeti bitinceye kadar kendi karısı haram olur. Bir de bu iddetin vâcib olması kazaendir. Diyâneten o kadın son cimadan sonra üç hayız gördüğünü bilirse ayırma filan olmadan dahi başka kocaya varması helâl olur. Râcih kavle göre kadının mütarekeyi bilmesi şart değildir.
METİN
Kadın iddetim bitti der de müddetin buna ihtimali bulunursa kocası yalanladığı takdirde yeminiyle beraber kadının sözü kabul edilir. Müddetin buna ihtimali yoksa kabul edilmez. Çünkü güvenilen kimse ancak zâhire muhalefet etmediği vakit tasdik olunur. Sonra kadın aylarla iddet bekleyenlerdense zikri geçen mukadder zamanı bekler. Hayızlarla bekleyenlerdense en azı hürre için altmış gün, cariye için kırk gündür. Fakat bu, kadın çocuk düşürdüğünü iddia etmediğine göredir. Nitekim ricat bâbında geçmişti. Bir de talâkı doğurmasına tâlik edilmediğine göredir. Tâlik edildiyse İmam-ı Azam nifâs için buna yirmi beş gün ilave eder. Nitekim hayız bâbında geçmişti.
İZAH
"Kadın iddetim bitti derse ilh..." Bilmelisin ki iddetin bitmesi yalnız kadının haber vermesine münhasır değildir. Bilâkis hem onun haber vermesiyle, hem de fiilen olabilir. İddetin geçebileceği bir müddetten sonra başkasıyla evleniverir. Bundan sonra kadın iddetinin bitmediğini söylerse tasdik olunmaz. Çünkü evlenmeye teşebbüs etmesi ikrarın delilidir. Bunu Bedâyı'dan naklen Bahır sahibi söylemiştir.
"Kocası yalanladığı takdirde" Kadının sözü kabul olunur. Fakat iddetinin geçtiğini kocası iddia eder de kadın yalanlarsa ne hüküm verileceği fer'î meselelerin sonunda gelecektir.
"Aylarla iddet bekleyenlerdense ilh..." Bu sözle şârih geçebileceği en az müddeti beyana başlıyor.
"Zikri geçen mukadder zamanı bekler." Bundan murad hürrenin üç ay, cariyenin ise onun yarısı kadar yani bir buçuk ay iddet beklemesidir.
"En azı hürre için altmış gün" Yani kadını temizlik devresinde (cimadan önce) boşamış farz edilir ve temizliğin en az müddeti olan on beş gün farz edilir. Zira çoğu için sınır yoktur. Hayzın ortası beş gündür. Çünkü en azının iki defa bir arada bulunması nâdirdir. Şu halde üç temizlik müddeti kırk beş gün eder. Üç hayız da on beş gün eder. Mecmuu altmış gün olur. Bu hesab İmam-ı Azam'ın kavlinin İmam Muhammed rivâyetine göredir. İmam Hasan rivâyetine göre ise kadının iddetini uzatmaktan ihtiraz için kocasının onu temizlik devresinin sonunda boşadığı farz edilir ve temizlik devresinin en azı hayız müddetinin en çoğu ele alınır ki, ikisinin ortası bulunsun. İki temizlik müddeti otuz, üç hayız müddeti dahi otuz gün eder. (Mecmuu altmış gün olur.) İmameyn'e göre hür kadının tasdik edileceği en az müddet otuz dokuz gündür. Üç hayız dokuz gün eder. İki temizlik müddeti de otuz gündür. (Mecmuu otuz dokuz olur.) Bunu Tahtâvî ifade etmiştir.
"Cariye için kırk gündür." Bu İmam Muhammed'in rivâyetine göredir. İki temizlik devresi otuz gün eder, bir hayız da on gündür. (Mecmuu kırk olur.) imam Hasan'ın rivâyetine göre otuz beş gündür. Bir temizlik devresi on beş gün, iki hayız da yirmi gün eder. (Mecmuu otuz beş olur.) T. Bahır'ın bazı nüshalarında İmam Hasan'ın rivayetine göre otuz gündür denilmişse de yanlıştır. Doğrusu otuz beş gündür. Nitekim Bedâyı' ve diğer kitablarda belirtilmiştir.
"Çocuk düşürdüğünü iddia etmediğine göredir." Bu söz hem hürre hem cariye hakkında söylenen müddetin şart kılınması için sınırlıdır. Tahtâvî diyor ki: "Murad uzuvlarının bazısı belli olan düşüktür. Bunlar belli olacak kadar bir müddetin geçmesi mutlaka lâzımdır." Yani kadını nikâh eder de meselâ bir aydan sonra boşarsa kadının sözü kabul edilmez. Çünkü dört ay geçmeden karnındaki çocuğun bazı uzuvları belli olmaz. Nitekim evvelce geçmişti. Şârih şuna da işaret ediyor ki, kadın iddetinin bittiğini iddia eder de çocuk düşürdüğünü ikrarda bulunmazsa tasdik edilmez. Bazıları tasdik edileceğini söylemişlerdir. Çünküihtimaldir. Nehir sahibi: "Zâhir olan birinci kavildir." demiş, Remlî ikinci kavlin zayıf olduğunu söylemiştir.
"Nitekim ricat bâbında geçmişti." Orada şârih şöyle demişti: "Sonra müddet ancak hayızla olursa muteberdir. Çocuk düşürmeyle olursa muteber değildir. Kocası çocuğun uzuvları belli olduğuna kadından yemin isteyebilir. Doğurmakla olursa ancak beyyineyle kabul edilir. Velev ki kadın hurre olsun. Fetih.." Bahır sahibi diyor ki: "Bu söz götürür. Zira ulemanın sübutu neseb bâbında açıkladıklarına göre kadının çocuk doğurduğunu ikrar etmesiyle iddeti biter. Velev ki doğum beyyineye bağlı olsun. Çünkü o ancak nesebin sübutu içindir."
"Nitekim hayız bâbında geçmişti." Orada şârih şöyle demişti: "Nifâsın azı için sınır yoktur. Meğerki iddet için buna ihtiyaç olsun. Meselâ kocası: Doğurduğun vakit sen boşsun der, kadın da iddetim bitti cevabını verirse İmam-ı Azam bunu üç hayızla birlikte yirmi beş günle takdir etmiştir. İmam Ebû Yusuf on bir günle, İmam Muhammed bir saatle takdir etmişlerdir.
Ben derim ki: Bu izaha göre doğurduğunun akabinde boşanırsa nifâs için mutlaka yirmi beş gün geçmek gerekir. Sonra altmış gün iddet bekler. Nitekim geçmişti. Şu halde İmam-ı Azam'a göre kadının tasdik edileceği en az müddet seksen beş gün olur. Bu İmam Muhammed'in rivayetine göredir. İmam Hasan'ın rivâyetine göre ise müddetin en azı yüz gündür. Nifâs ve temizliği kırk gün takdir edilir. Ebû Yusuf'un kavline göre müddetin en azı altmış beş gündür. Çünkü nifâs için mutlaka on bir gün geçmek lâzımdır. Sonra kadın on beş günlük temizlik devresi geçirir. Ondan sonra otuz dokuz gün îddet bekler. (Mecmuu altmış beş eder.) İmam Muhammedi'n kavline göre müddetin en azı elli dört günle bir saattir. Bi-naenaleyh nifâs için mutlaka bir saat, temizlik için de on beş gün geçmesi lâzımdır. Sonra otuz dokuz gün iddet bekler. Tamamı hayız bâbında geçmişti.
Bir adam iddet bekleyen karısını -velev ki nikâh-ı fâsid iddeti olsun- sahih nikâhla alır da -velev hükmen olsun- cimadan önce boşarsa tam mehir vermesi vâcib olur. Kadına da yeni iddet beklemek lâzım gelir. Çünkü kadın ilk cima ile adamın elinde sayılır. Zira eseri bâkîdir. O da iddettir. Bu mesele on meselenin biridir ki, bunlarda birinci nikahdaki cima ikincide de cima sayılır. İmam Zufer'in kavline göre bu kadına iddet yoktur. Kadın derhal başka kocaya helâl olur,
İZAH
"İddet bekleyen karısını" Yani üçten az olarak talâk-ı bâinle boşadığı karısını demek istiyor. Dürr-ü Müntekâ. Çünkü kadın ric'î talâk iddetini beklemiş olsa ikinci akid ric'at olur. Üç talâkla boşanmış olsa başka kocaya varmadıkça buna helâl olmaz.
"Velev nikâh fâsid iddeti olsun." Meselâ nikâh-ı fâsidle evlenir ve cimadan sonra araları ayrılır da sonra iddeti içinde sahih nikâhla tekrar evlenir. Bunun aksini yaparsa yani evvelâsahih nikâhla evlenir, cimadan sonra boşayarak iddeti içinde onu fâsid nikâhla alırsa mehîr lâzım gelmez. Yeni iddet de icab etmez. Kadın bil ittifak ilk iddetini tamamlar. Çünkü fâsid nikâh da cima imkânı yoktur. Hakikaten imkân olmayınca hükmen de cima etmiş sayılamaz. Onun için nikâh-ı fâsidde iddet vâcib olmadığı gibi halvetle mehir de lâzım gelmez. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
"Velev hükmen olsun cimadan önce boşarsa..." Hükmen cimadan murad halvettir. Musannıf cima ve halvetten önce boşarsa dernek istemiş tir. H.
"Adamın elinde sayılır ilh..." Yani bu da ikinci akidle eline geçmenin yerini tutar. Gâsp gibi ki, elinde bulunan gasp malını satın alırsa mücerred akidle onu teslim almış sayılır. Böylece buradaki talâk cimadan sonra talâk sayılır. "Cimadan sonra boşamakla o adam ric'ata mâlik olur. Burada ise ric'at yoktur." denilemez. Çünkü ikinci akdin mehir ve iddet hakkında cima yerine tutulmasından ric'at hakkında da cima yerine tutulması lâzım gelmez. Halvet gibi ki mehir ve iddet hakkında cima yerine tutulur. Fakat ric'at hakkında milk yerine tutulmaz. Tamamı Minah'dadır.
Ben derim ki: Şu da var: Birinci talâk bâindir. Nitekim ulema bunu açıklamışlardır. O halde onun iddetini beklerken ric'ata hasıl hakkı olabilir? Velev ki ikincisi ric'i olsun.
"Bu mesele on meselenin biridir." On mesele şunlardır: Bir adam sahih nikâhdan veya fâsid nikâhtan iddet bekleyen karısı ile evlenirse iki mesele meydana gelir ki, bunların izahı yukarıda geçmişti.
Üçüncüsü: Kendisi hasta iken iddet bekleyen karısıyla evlenir ve onu cima etmeden boşarsa mirâs kaçıran olur.
Dördüncüsü: Aralarında kefâet bulunmadığı için cimadan sonra ayrılırlar ve iddeti içinde o kadını nikâh eder de yine cima etmeden araları ayılır.
Beşincisi: Küçük bir kızla veya cariyeyle evlenerek cimada bulunur, sonra onu talâk-ı bâinle boşar, sonra iddeti içinde onunla tekrar evlenir. Bu sefer küçük kız bulûğa erer yahut cariye azad olur ve cimadan önce kendini ihtiyar eder.
Altıncısı: Küçük bir kızla veya cariyeyle evlenir, cimadan sonra kız bulûğa ererek cariye de âzâd olarak kendini ihtiyar eder. Sonra iddeti içinde onunla evlenir ve cima etmeden boşar.
Yedincisi; İddet bekleyen karısıyla evlenir ve cimadan önce kadın dinden döner. Meselenin geri kalan suretleri Bahır'da mükerrer olarak zikredilmiştir. Hatta ilk iki sureti de birdir. Şu halde hakikatte bu meseleler altıdır.
"Bunlarda birinci nikâhdaki cima ikincide sayılır." Bu Şeyhayn'a göredir. İmam Muhammed'le Züfer'e göre ikincide cima sayılmaz. Yeni iddet de lâzım gelmez. Mehrinin yarısı vâcib olur. Lâkin İmam Muhammed'e göre ilk iddeti tamamlamak vâcib olur. Züfer'egöre vâcib olmaz. H. Yani kadın başka kocaya helâl olur ve böylece muhallil iddetini düşürmek için bir hile teşkil eder. Cimadan sonra kadını boşar. Sonra tekrar nikâhlar, sonra cimadan önce boşar ve iddet beklemeden ilk kocasına helâl olur.
METİN
Musannıf Züfer'in sözünü uzun bir ifadeyle iptal etmiş ve "Mukallid bir hâkim mezhebinin meşhur kavline muhâlif hüküm verirse esah kavle göre hükmü geçersiz olur." diye kesin hüküm vermiştir. Nitekim rüşvet alırsa hükmü geçersiz olur. Şu kadar var ki, sultanın fermanı meşhur olmayan kaville amel edebileceğini bildirirse o zaman câizdir; ve o kimse Hanefî ve Züferî olur. Bu olmuş değildir. Bilâkis vâki bunun hilâfıdır. Bellenmelidir.
İZAH
"Musannıf Züferi'n sözünü uzun bir ifadeyle iptal etmiş." Bunu Halebî olduğu gibi nakletmiştir. Hülasa olarak şöyle demiştir: "Memleketimizde Allah'dan korkusu olmayan bazı hakimler dünya malı elde etmek için çok defa Züfer'in kavliyle amel etmişlerdir. Kemâl, Fetih adlı eserinde şunları söylemiştir:" Züfer'in söylediği fâsiddir. Çünkü maksudun meşruiyetini bozmayı iktiza eder ki, o da neseblerde şübheye düşmemektir. Bununla beraber bu içtihad götüren bir şeydir. Hatta Câmiu'l-Fûsuleyn'de açıklandığına göre bir hâkim bununla hüküm verse hükmü geçerli olur. Çünkü bunda içtihada müsaade vardır. Hem Allah Teâlâ'nın: "Kadınlara dokunmadan onları boşarsanız sizin için onların üzerinde bekleyecek bir iddet yoktur." âyet-i kerîmesinin sarahatına uygundur. Bence bu zamanda çözüm yolu bunun geçersiz olmasıdır. Çünkü bu ancak mukabilinde mal almak için yapılan bir şeydir. Nitekim zamanımız hâkimlerinden biliyoruz. Üstadımızın üstadı Şeyhülislâm Kerhîye bazı hâkimlerin yaptıkları gibi İmam Züfer'in kavliyle amel ederek iddet lâzım değildir demenin hükmü sorulmuş da şu cevabı vermiş: Muhakkıklardan bazıları Züfer'in sözü bâtıldır demiş, ulemadan bazıları ise Züfer'in iddetten önce birinci kocaya cima'ın helâl olmayacağı hususunda üç imamla birlikte olduğunu söylemişlerdir. Velev ki nikâhı sahih olsun. Çünkü nikâhın sahih olmasından cima'ın helâl olması lâzım gelmez. Lâkin İmam Züfer'den meşhur olan birinci kavildir. Zamanımız hâkimlerinin yaptığı da budur. Allah sayılırını çoğaltmasın! Bunlar müddet tanımadan talâk halinde evlendiriyorlar. Ulemamızın: "Hâkim bir hadisede rüşvet alırsa hükmü geçersizdir. Mukallid bir meselede imamına muhalefet ederse esah kavle göre o meselede hükmü geçersizdir." dediklerine bakmıyorlar. O meselede hâkimin hükmü ge-çerlidir diyenin muradı müctehid olan hâkimdir. Nitekim muhakkık ulema bunu söylemişlerdir. Şeyh Hafizuddin şöyle demiştir: Gizli değildir ki, bizim hâkimlerimizin ilmi huccet olmak şöyle dursun şübhe bile olamaz. O bu sözü kendi zamanının ve memleketinin hâkimleri hakkında söylemiştir. Bugün ekserisi cahil olan hâkimlere ne buyurulur? Bir şeybilmeden Allah Teâlâ'nın hükümlerine cüret göstermekten biz Allah Teâlâ'ya sığınırız. Mukallid olan hâkime mezhebinin meşhur olan kavline tâbi olmaktan başka çare yoktur. Hele de sultan seni fülanın mezhebi üzerine hüküm vermek için tâyin ettim derse! Gerçekten müteehhirin ulema bazı malum meselelerde îmam Züfer'in kavliyle amel etmişlerdir. Çünkü bunlar delile ve örfe uygundur. Ama bu meselede amelden çekinmişlerdir. Çünkü bunda neseblerin karışması şübhesi vardır. Ben aşağı yukarı yetmiş seneden beri ilmiyle âmil büyük âlimlerle sohbet ettim. Amma hiç birinin bu kaville fetva verdiğini, hükmettiğini ne gördüm ne de işittim! Allah kendilerine hayırlar ihsan etsin. Ruhları şâd olsun! Zira şübheli işten kaçınmışlar, şübhesiz olana sarılmışlardır."
"şu kadar var ki sultanın fermanı ilh..." İfadesi söz götürür. Çünkü bu ifade sultanın fermanı olursa hâkimin mezhebinde meşhur olan kavle muhalefeti sahih olacağını iktiza eder. Halbuki biz bu hususta kitabın başında arz etmiştik ki, terkedilmiş bir kavil ile hüküm ve fetva vermek cehalettir, icma'a karşı gelmektir.
METİN
Zimmînin boşadığı hamile olmayan bir zimmîyye yahut kocası ölen zimmîyye -şayet itikadlarında varsa- Ebû Hanife'ye göre iddet beklemez. Çünkü biz onları itikadları üzere bırakmakla memuruz. Zimmîyye hamile olursa bil ittifak doğurmakla iddet bekler. Valvalcî bunu itikad ederlerse diye kayıdlamıştır. Zimmîyyeyi Müslüman kocası boşar veya ölürse bil ittifak mutlak olarak iddet bekler. Çünkü Müslüman buna itikad eder. Kezâ esir alınan bir kadın iki memleketin dinleri birbirine aykırı olduğu için kocasından ayrılırsa iddet beklemez. Çünkü iddet vâcib olduğu yerde ancak kul hakkı olmak üzere vâcib olur. Harbî ise cansız eşyaya mülhaktır. Bundan ancak hamile müstesnadır. Onunla evlenmek sahih değildir. Ama bu iddet beklediği için değil, karnında nesebi sâbit bir çocuk bulunduğu içindir. Harbîyye gibi ki, Müslüman veya zimmî yahut pasaportlu olarak İslâm memleketine çıkar da sonra Müslüman veya zimmîyye olursa onunla evlenmek sahih değildir. Zira yukarıda geçtiği vecihle o cansızlara mülhaktır. Meğerki hamile olsun. Sebebi yukarıda geçti. Kezâ bir kimse başkasının karısıyla evlenir de bunu bildiği halde onunla cima'da bulunursa kadına iddet yoktur. Cima kaydı mutlaka lâzımdır. Bununla fetva verilir.
İZAH
"Ebû Hanife'ye göre iddet beklemez." Boşanır boşanmaz o kadını bir Müslüman veya bir zimmî alırsa câiz olur. Nitekim Fethü'l-Kadir'de bildirilmiştir. Bahır.
Ben derim ki: Böyle bir kadınla kocası Müslüman olan kadının iddet beklemesi arasındaki fark iddet Müslümanın hakkı ve inancı olmasıdır. Yani iddet ancak kocanın hakkı olmak üzere vâcibdir. Koca kâfir olup iddete itikadı yoksa onun için iddet vâcib değildir. Velev ki okadınla Müslüman evlensin. Kocanın Müslüman olması bunun hilâfınadır. Onun hakkı ve itikadı olduğu için iddet vâcibdir. Velevki kadını kendisi gibi buna itikadı olmayan bir zimmî alsın. Bu izahla Nehir sahibinin kâfirin nikâhı babındaki incelemesi sakıt olur. Nehir sahibi şöyle demiştir: "Kadını Müslüman bir kimse alırsa iddetin vâcib olacağında ihtilâf etmemek gerekir. Çünkü müslüman iddetin vâcib olduğuna itikad eder ilh..." Çünkü şübhesiz Müslüman iddetin vâcib olduğuna kendisi için, kendi menîsini korumak için itikad eder. Kâfir için olduğuna itikad etmez. Çünkü o yalnız kendi içtihadınca sâbit olana itikad eder.
Evet, Hâniyye'de kâfirin nikâhı bâbında zikredildiğine göre zimmi bir adam zimmî olan karısını talâk-ı bâinle boşar da kadınla hemen o anda bir müslüman veya zimmî evlenirse bazı ulemanın söylediklerine göre nikâhı câiz olur. Ama Ebû Hanife'nin kaviline göre bir hayız bekleterek istibrâ yapmadıkça cima'ı mubah olmaz. İmameyn'in kavline göre ise üç hayız görmedikçe o kadının nikâhı bâtıldır.
"Çünkü biz onları itikadları üzere bırakmakla memuruz." Onlar bunun kendileri için bir hak olduğuna itikad etmezlerse biz de kendilerine ilzam etmeyiz.
"Valvalcî bunu itikad ederlerse diye, kayıdlamıştır ilh..." Bahır sahibi bu ibâreyi naklettikten sonra şunları söylemiştir: "Hidâye sahibi bu sözü mutlak bırakmış ve: Çünkü kadının karnında nesebi sâbit bir çocuk vardır. diye ta'lil etmiştir. İmam-ı Azam'dan bir rivâyete göre bu kadına nikâh akdi yapmak sahihtir. Ama zinâdan hamile kalan gibi buna da cima edemez. Esah olan birincisidir." Hidâye'nin sözü burada sona ermiştir.
"Bil ittifak" Yani İmam-ı Azam'la İmameyn arasında bil ittifak iddet bekler. Mutlak olarak demesi hamile olsun olmasın, kadının itikadı bulunsun bulunmasın iddet bekler mânâsınadır.
"Çünkü müslüman buna itikad eder." Yani Müslüman nikâhından iddet lâzım geleceğine inanır. Binaenaleyh bu bir însan hakkı olur. Artık: onunla zimmîyye de muhatabdır. Velev ki iddette AIIah hakkı dahi bulunsun.
"Harbî ise cansız eşyaya mülhaktır." Hatta temellüke (yani mal sahibi olmaya) mahaldir. Hidâye. Yani cansız bir şeyin hakkına riayet yoktur. Velev ki iddete itikadı olsun.
"Ama bu iddet beklediği için değil ilh..." Allâme Nûh Efendi'nin Dürer hâşiyesinde zikredilen şudur: "Bu kadın hilâfsız iddet beklemektedir. Bi-naenaleyh doğurmadıkça nikâhı câiz olamaz. Zira karnında nesebi sâbit bir çocuk vardır. Onun için evlenmekten men edilir. Nasıl ki hamile olan ümmüveledin evlenmesine sahibi mâni olur. Zira çocuğun nesebi sâbit olunca firâş mevcud demektir. O kadını nikâh etmek iki firâşı biraraya getirmeyi istilzam eder." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Anla! İmam-ı Azam'dan bir rivâyete göre bu kadın zinâdan gebe kalmış hükmündedir. Kerhî bu kavli ihtiyar etmiştir. Kuhistâm
"Harbiyye gibi ki ilh..." Fakat bunun hilafına olarak kocası Müslüman veya zimmî olduğu halde yahut pasaportlu olup sonradan Müslümanlığı veya zimmîliği kabul eder de kadını bırakarak İslâm diyarına göçerse kadına orada bil ittifak iddet yoktur. Hatta o adam İslâm diyarına gelir gelmez kadının kız kardeşiyle yahut ondan başka dört kadınla evlenebilir. Çünkü dar-ı harbte Müslüman ahkâmı kendisine tebliğ edilmemiştir. Yoksa kadın iddetle mükellef olmadığı için değildir. îddet insan hakkıdır. Kadın onunla mükelleftir. Fetih.
"Müslüman memleketine çıkarsa..." Hidâye, Muzmerât ve diğer kitabların nikâh bahsinde İslâm memleketine çıkması şart koşulmamıştır. Onlarda şöyle denilmiştir: "Kadın dar-ı harbde Müslüman olur da üç hayız geçerse kocasından bâin olur. İmam-ı Azam'a göre kendisine iddet de lâzım gelmez. İmameyn buna muhâliftir." Kuhistdnî.
"Sebebi yukarıda geçti." Yani karnında nesebi sâbit bir çocuk vardır.
METİN
Onun içindir ki, haram olduğunu bilerek cima ederse kendisine had vurulur. Çünkü zinâdır. Kendisiyle zinâ edilen kadın kocasına haram değildir. Vehbâniyye şerhinde şöyle denilmiştir: "Kadın zinâ ederse hayız görmedikçe kocası ona yakınlık edemez. Çünkü zinâdan gebe kalmak ihtimali vardır. Kocasının suyu başkasının ekinini sulamamalıdır. Bu garip olduğu için bellenmelidir. Haram olduğunu bilmemesi bunun hilâfınadır. O zaman kadın ilk kocasına haram değildir. Meğerki iddeti bitmiş olsun. Birinci kocası için beklediği iddette kadına nafaka yoktur. Çünkü kadın itâatsizlik etmiştir. Hâniyye.
Ben derim ki: Yani bilerek ve razı olarak kocaya vardıysa itâatsizlik etmiş olur. Nitekim geçmişti.
FER'Î MESELELER: Kadın adımın menîsini kendi fercine akıtsa iddet bekler mi beklemez mi? Bahır sahibi inceleme yaparak evet cevabını vermiştir. Çünkü rahminin temiz olduğunu anlamak için buna ihtiyacı vardır. Nehir sahibi ise inceleme yaparak: "Hamile olduğu anlaşılırsa evet, aksi takdirde hayır!" cevabını vermiştir Kınye'de: "Kadın doğurur da sonra kocası boşayarak yedi ay geçer ve başka kocaya varırsa bu müddette üç hayız görmedikçe sahih olmaz. Velev ki doğurmadan önce hayız görmemiş olsun. Çünkü hayız görmeyen kadın hamile kalmaz."
İZAH
"Onun içindir ki" Yani kadına iddet lâzım gelmediği içindir ki demek istiyor. Çünkü zinâdır sözü illetin illetidir. Binaenaleyh vasıtayla malûlün da illeti olur. Şârih ikinci illeti birinciden evvel söylese daha iyi olurdu.
"Kendisiyle zinâ edilen kadın kocasına haram değildir." Şeyhayn'a göre kocası istibrâ yapmadan onunla cimada bulunabilir. İmam Muhammed: "İstibrâ yapmadıkça onunlacima'da bulunmasını iyi görmem." demiştir. Nitekim haram olan kadınlar faslında geçmişti.
"Kocası ona yakınlık edemez." Yani hayzını görüp temizlenmedikçe onunla cimada bulunması haramdır. Nitekim Vehbâniyye şârihi bunu açıklamıştır. Bu, sözün İmam Muhammed kavline göre yorumlanmasına mânidir. Çünkü o istibrânın müstehab olduğunu söylüyor. Bunu musannıf dahi Minah'ın haram olan kadınlar faslında böyle söylemiştir. Biz ondan naklen demiştik ki: "Vehbâniyye şerhindeki ifade için Netif sahibi: O zayıftır. Meğerki şübheyle cima ettiğine yorumlansın, demiştir."
"Bu garip olduğu için bellenmelidir." Şârihin bellenmelidir diye emretmesi itimad etmek için değil kaçınmak içindir. Buna karine garip olduğu için sözüdür. Zira mezhebimizde meşhur olan kavle göre zinâ suyunun hörmeti yoktur. Rasûlüllah (S.A.V.), "Karım kendisine dokunanın elini men etmiyor." diye şikâyet eden zâta: "Onun boşa!" emrini vermişdi. Bunun üzerine o zât: "Ama ben onu seviyorum. O güzeldir." deyince Resûlüllah (S.A.V.): "Ondan istifade et!" buyurmuşlardı.
«Suyu başkasının ekinini sulamamalıdır.» Cümlesine gelince: Bu da Peygamber (S.A.V.)'den rivâyet olunmuşsa da ondan murad hamile kadınla cimada bulunmaktır. Çünkü hamile kalmazdan önce ekin olmaz, dökülmüş su olur. Onun için derler ki: "Bir kimse zinâdan gebe kalmış bir kadınla evlenirse doğuruncaya kadar ona yaklaşmaz. Tâ ki suyu başkasının ekinini sulamasın." Çünkü onun menîsiyle çocuğun gözü ve kulağı kuvvet bulur. Bu izahâtımızla anlaşılır ki, karısını zinâ ederken gören adamın onunla cimada bulunabilmesi ile, zinâdan gebe kalan bir kadınla evlenip onunla cimada bulunamaması arasında fark vardır. Bunu ganimet bil!
"Bilerek ve razı olarak kocaya vardıysa itâatsizlik etmiş olur." Fakat bilmeyerek vardıysa meselâ kadının haberi yokken ona ric'at etmişse yahut kadını nikâha zorlamışsa kadın itâatsiz sayılmaz. Çünkü kendini kocasından men etmek istememiştir. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
"Nitekim geçmişti." Yani musannıfın: "Şübheyle cima edilen kadın" dediği yerde uzun uzadıya geçmişti. T.
"Kadın adamın menîsini ilh..." Yani halvet ve cima olmaksızın kocasının menîsini fercine akıtırsa demektir. Başkasının menîsini akıtırsa ne hüküm verileceğini şübheyle cima edilen kadın meselesinde arz etmiştik
"İnceleme yaparak evet cevabını vermiştir." Ve şöyle demiştir: "Kadını dübüründen cima ederse yahut kadın onun menîsini fercine akıtır da sonra kadını boşarsa fercine sokmaksızın ne hüküm verileceğini görmedim. Şâfiîlerin Tahrir'inde her iki surette iddet vâcib olacağı beyan edilmiştir. İkincide mezheb sahibine mutlaka bununla hüküm vermek gerekir. Çünkümenîyi içeri akıtmak mücerred âleti sokmaktan daha çok rahimin temizliğini bilmeye muhtaçtır." Demek istiyor ki, birincide muhtaç değildir. Çünkü dübüre yapılan cima halvette olmuşsa iddet halvetle vâcib olur. Halvette olmamışsa rahimin temizliğini bilmeye hâcet yoktur. Çünkü suyu ekin yerinden başkasına dökmüş olur. Bunda gebe kalmak ihtimali yoktur.
"Nehir sahibi ise ilh..." Şöyle demiştir: "Ben derim ki: hamileliği meydanda ise onun iddeti doğurmakla biter. Aksi takdirde kadına iddet yoktur demek gerekir. "Ulemadan bazıları Nehir sahibine şöyle itiraz etmiştir: "Hamileliğin olup olmadığı anlaşılıncaya kadar beklemek senin kaçtığın iddetin tâ kendisidir. Menîyi içeri akıttıktan sonra evlenmesini câiz görüyorsan naklî delil göstermeye muhtaçsın!"
Ben derim ki: Döl alma bahsinde Bahır'dan, o da Muhît'ten naklen şöyle diyeceğiz: "Bir adam cariyesinin fercten başka bir yerine sürterek menîsini indirir de cariye o esnada onun menîsini alarak bir şey içinde fercine sokarsa ve bundan gebe kalarak çocuk doğurursa, çocuk o adamın oğlu, cariye de ümmüveledi olur." Bu fer'î mesele Bahır sahibinin incelemesini teyid eder. H.
Ben derim ki: Ulemanın iddeti âleti kesik bir kimsenin halvetiyle isbat etmeleri de bunu teyid eder. Bu onun sürtmesiyle gebelik tevehhüm edilmesinden başka bir şey değildir.
"Yedi ay geçer." Yedi değil dokuz ay olsa gerektir. Tâ ki İmam Mâlik'ten manzum olarak geçen rivâyete işaret olsun. O: "Temizlik müddeti uzayan kadının iddeti dokuz ayla geçer." demiştir. Mânâ: "Kadın hayız görmedikçe dokuz ay geçse bile sahih olmaz." demektir.
"Üç hayız görmedikçe sahih olmaz ilh..." Hayız görmediğini kocası tasdik ederse bu zâhirdir. Aksi takdirde söz kocasınındır. Zira "kadın iddetim bitti derse" ifadesinde Bedâyı'dan naklen ve kezâ ric'at bâbında Bezzâziye'den naklen arz etmiştik ki: "Boşanan kadın ikinci kocasına: Sen beni iddetim içinde aldın derse talâk ile nikâh arasında iki aydan az müddet bulunduğu takdirde İmam-ı Azam'a göre kadın tasdik edilir ve nikâh fasid olur. Daha fazla müddet geçmişse tasdik edilmez. Ama nikâh sahihtir. Çünkü nikâha özenmek iddetin bittiğini ikrar sayılır."
"Çünkü hayız görmeyen kadın hamile kalmaz." Yani hamile kalınca anlaşılır ki, kadın hayız görenlerdendir. Artık onun iddeti ancak üç hayızla biter.
METİN
Yine Kınye'de bildirildiğine göre kadını üç defa boşar da ben onu bir defa boşamıştım, iddeti de geçmişti derse, halk arasında iddetin geçtiği bilindiği takdirde üç talâk vâki olmaz. Bilinmezse olur. Üç talâkın vuku bulduğuna adamın inkârından sonra beyyine ile hüküm verilirse, o da bundan bir müddet evvel kadını bir talâkla boşadığına beyyine getirirse kabuledilmez. Bahır. Yine Bahır'da Cevhere'den naklen bildirildiğine göre kadına güvenilir biri gaibteki kocan öldü yahut seni üç defa boşadı diye haber verir yahut kadına güvenilir bir kişi eliyle kocasından bir talâk mektubu gelirse kadının bunun doğru olduğuna gönlü yattığı takdirde iddet bekleyip evlenmesinde bir beis yoktur. Kezâ bu adamın karısı bir adama kocam beni boşadı, iddetim de bitti derse o kadını nikâh etmesinde beis yoktur.
İZAH
"Halk arasında iddetin geçtiği bilindiği takdirde" Yani kocası boşadığı vakit halk arasında onu ikrar eder de herkese duyurursa, iddetin geçebileceği bir müddet geçmekle kadının iddeti biter. Velev ki kadınla beraber yaşasınlar. Çünkü boşadığı şöhret bulduktan sonra beraber kalmaları sahih kavle göre iddetin bitmesine mâni değildir. Nitekim şârih bunu Cevâhiru'l-Fetâvâ'dan naklen bildirmişti. Lâkin haram olduğunu şübhesiz bildiği halde kadınla cimada bulunursa bu zinâ olur ve ikinci bir iddet lâzım gelmez. Şübheyle cimada bulunursa her cima için ayrı iddet lâzım gelir ve iddetler, içice girer. Artık son cimanın iddeti bitmedikçe o kadının başka kocayla evlenmesi helâl olmaz. Kadını ilk talâkın iddeti bittikten sonra üç defa boşarsa talâk vâki olmaz. Velev ki cima iddetinde boşamış olsun. Nitekim Bezzâziye'den naklen arz etmiştik. Bununla bir fetva hadisesine cevap verilmiş olur,
Hadise şudur: Bir adam karısını haram sözüyle bâin olarak boşar da bir Şâfiî'den fetva isterse, o da bu talâkın ric'î olduğuna fetva vererek karı-koca bir müddet beraber yaşadıktan sonra kadını yine bu şekilde boşar da kocası nâmına kadına yine bir Şâfiî müracaat ederek yine uzun bir müddet geçerse, sonra yine kadını bu şekilde talâk-ı bâinle boşayarak kendisine bir Şâifî yemin keffâreti vereceksin diye fetva verirse, sonra kadını o anda üç defa boşarsa, şayet ilk üçü ikrarda bulunmuş da halk arasında yayılmışsa ve her biri önceki talâkın iddeti bittikten sonra yapılmışsa yukarıda geçenin muktezasına göre o adamın aleyhine bir talâktan başka bir şey vâki olmaz. O da şöhret bulduğu cihetle ilk tâlâktır. Adam bunu ikrar etmiştir. Kadının da iddeti bitmiştir. Artık ikinci ve ondan sonraki talâklar vâki olmazlar. Velev ki bu müddet zarfında kadınla cima'da bulunsun. Çünkü bildiğin gibi bu şübheyle cima'dır. Allahu a'lem.
"Beyyine getirirse kabul edilmez." Çünkü bildiğin gibi talâk halk arasında meşhur olmadıkça bu talâkın iddeti bitmez. Meşhur olsa aleyhine üç talâkla hüküm olunmadan önce onunla istidlal ederdi. Çünkü üç talâkla hüküm vermenin sıhhatına mâni olan o idi. Onu bırakıp da üç talâkı inkâra gitmesi yalan söylediğine delildir. Binaenaleyh sözü kabul edilmez. Bu ulemanın: "Hükümden sonra dâvânın def'i sahihtir." sözüne aykırı değildir. Bana zâhir olan budur.
"Güvenilir bir kişi eliyle" Sözü kayıd değildir. Nitekim Valvalciyye'de belirtilmiştir. Câmiu'l-Fûsuleyn'de şöyle denilmektedir: "Kadına bir adam kocasının öldüğünü veya dinden döndüğünü yahut kendisini boşadığını haber verirse kadının evlenmesi helâl olur. O adamdan bir başkası işitirse şâhidlik yapabilir. Çünkü bu din bâbındandır. Binaenaleyh bir kişinin haberiyle sâbit olur. Nikâh ve mezheb bunun hilâfınadır. Kadına haber veren âdil olsun olmasın ona kocasından talâk mektubu getirdiğinde mektubun kocasından olduğunu bilsin bilmesin fark etmez. Kadının gönlüne bu işin doğruluğu yatarsa evlenmesinde beis yoktur." îlâ bâbından az önce bunun diyâneten böyle olduğu geçmişti. Sonra Sâihânî'nin el yazısıyla Câmiu'l-Fetâvâ'dan şunu naklettiğini gördüm: "İki kişi gaibin karısını boşadığına şâhidlik ederlerse gaib aleyhine talâk hükmü vermek için kabul edilmez. Ama kadın iddet bekleyip başka kocaya varmak için hâkimin ses çıkarmaması hakkında kabul edilir."
Bunun hâsılı şudur: Hâkimin sükut etmesi câizdir. Çünkü bu dini bir iştir. Talâk isbatı değildir. Zira talâk isbatı gaib aleyhine hükümdür. Binaenaleyh sahih olmaz ve öyle görünüyor ki, iddetin boşlaması talakın vuku bulduğu vakitten itibarendir. İhbar vaktinden itibaren değildir. Çünkü adam kadınla beraber yaşamamaktadır. Binaenaleyh töhmet yoktur. Câmiu'l-Fûsuleyn sahibinin: "Evlenmesinde bir beis yoktur." sözü evlenmemesinin evlâ olduğunu gösterir. Bahır'da şöyle denilmiştir: "Kadına bir adam kocasının öldüğünü, başka biri sağ olduğunu haber verirse, öldüğüne veya cenazesinde bulunduğuna şâhidlik eder de kendisi âdil ise, her ikisi tarih göstermemiş olmak ve sağlık bildiren tarih sonra olmak şartıyla kadın iddetini bekleyip kocaya varabilir. Kadın evlendikten sonra kendisine bir cemaat kocasının sağ olduğunu haber verirlerse kadın ilk haberciyi tasdik ettiği takdirde nikâh sahih olur.
"O kadını nikâh etmesinde beis yoktur." Hâniyye'de şöyle denilmiştir: "Kadın nikâhtan sonra kocam dinden döndü derse erkeğin onun haberine itimad ederek kendisiyle evlenmesi caizdir. Kadın nikâhtan sonra ârız olan bir sebeble meselâ bir süt meselesi veya benzeri ârız olarak haram olduğunu haber verirse adamın da kalbine doğru söylediği yatarsa, kadın güvenilir olsun olmasın onunla evlenmesinde bir beis yoktur. Meğerki kadın benim nikâhım fâsid idi yahut kocam Müslüman değil idi demiş olsun. Çünkü inkâr edilecek bir haber vermiştir." Çünkü asıl olan nikâhın sahihliğidir. Sâihânî.
METİN
Yine Bahır'da Hâkimi'n Kâfîsi'nden naklen bildirildiğine göre kadın kocasının öldüğünde şübhe ederse ihtiyatan yüzde yüz bildiği bir vakitten itibaren iddet bekler. Yine aynı kitabda Muhît'ten naklen şöyle denilmiştir: "Kadın ihtimal götüren bir müddet hakkında kocasını yalanlarsa nafakası sâkıt olmaz. Her ikisinin haberiyle mümkün olduğu kadar amel etmiş olmak için kocası da onun kız kardeşiyle evlenebilir. Kadın yarım seneden fazladadoğurursa çocuğunun nesebi sâbit olur ve esah kavle göre kız kardeşinin nikâhı fâsid olmaz. Ölürse o mirâsçı olur. Fakat iddet bekleyen mirasçı olamaz.
İZAH
"Şübhe ederse" Yani kocasının ölüm haberinde şübhe ederse demektir.
"Yine aynı kitabda Muhit'ten naklen" Sözü yanlıştır. Doğrusu Fetih'den naklendir. İbâresi de şöyledir: "Fethü'l-Kadir'de bildirildiğine göre koca, karım bana iddetinin bittiğini haber verdi derse bu müddet onun iddetinin bitmeyeceği kadar az olduğu takdirde karı-kocanın sözleri kabul edilmez. Meğerki muhtemel olan bir şey meydana gelsin. Meselâ kadın uzuvları belli olmuş bir çocuk düşürsün. O zaman kadının sözü kabul edilir. İddetin sığacağı bir müddet ise kadın yalanladığı takdirde nafakası sâkıt olmaz. Kocası da onun kız kardeşiyle evlenebilir. Çünkü bu dinî bir iştir. Erkeğin sözü onda kabul edilir."
Hâsılı karı-kocanın her ikisinin haberleriyle mümkün mertebe amel olunur. Erkeğin ve şeriatın hakkı olan yerde erkeğin haberiyle, nafaka ve mesken gibi kadının hakkı olan yerde kadının haberiyle amel olunur. Mesele boşayan kocasıyla kadın arasında ihtilâf zuhur ettiğine göre farz edilmiştir.
"Çocuğunun nesebi sâbit olur." Yani neseb hakkında kadının hakkı çocuğun hakkı gibi aslîdir. Zira babası olmayan bir çocukla kadın ayıplanır. Binaenaleyh erkeğin sözü kabul edilmez. Bu kadının kız kardeşiyle evlenmesi de geçerli olmaz. Çünkü verdiği haberde şer'an yalanlanmıştır. Nafaka hükmü verilmesi bunun hilâfınadır. Çünkü nafaka istihkakı iddetten başka şey için de tesavvur olunabilir ve sanki kadın hakkında nafaka iddet sebebiyle, çocuk hakkında başka bir sebeble vâcib olmuş gibidir. Kadının kız kardeşiyle evlenir de ölürse kız kardeşi mirâs alır. Bazılarına göre bunu sağlamken söylerse kadının kız kardeşine mirâs vardır. Aksi takdirde mirâs iddet bekleyene verilir. Miras iddet bekleyene hükmolunursa bazılarına göre kız kardeşin nikâhı fâsid olur. Fakat esah kavle göre fâsid olmaz. Çünkü mirâs istihkakı karı-kocalıktan başka bir sebeble de tesavvur edilebilir. Binaenaleyh nafaka istihkakı mesabesindedir. Bu satırlar Muhît'ten nakleden Bahır'dan kısaltılmıştır. Bunun hülasası iki meseledir.
Birincisi: Kocasının iddeti bitti diye ikrarda bulunduğu kadın bir çocuk doğurur da çocuğun nesebi sâbit olursa kız kardeşin nikâhı fâsid olur. Çünkü bu adam şer'an yalanlanmıştır.
İkincisi: Bunu ikrar eder de sonra karısının kız kardeşiyle evlenir ve ölürse kız kardeş kendisine mirâsçı olur, iddet bekleyen mirâsçı olamaz. Bazıları: "Bu sağlamken ikrar ettiğine göredir. Hastalığında ikrar ederse mirâs kaçıran olur ve iddet bekleyen kadın ondan mirâs alır. Mirâs aldığına göre esah olan kavil kız kardeşinin nikâhının fâsıd olmamasıdır. Çünkü onun mirâsçı olmasından bu mirâsın evlilik yoluyla olması lâzım gelmez ki, kız kardeşinnikâhı fâsid olsun. Miras başka bir yoldan tesavvur olunabilir. Bu izahla anlaşılır ki, şârihin sözünde mânâyı bozacak derecede kısalık vardır. Sözün doğrusu: "Adam ölürse kız kardeş kendisine mirâsçı olur. Bazılarına göre bunu hastalığında söylemişse iddet bekleyen karısı mirâsçı olur. Ama, esah kavle göre onun kız kardeşinin nikâhı da fâsid olmaz. Kadın yarım seneden fazlada doğurursa çocuğunun nesebi sâbit olur ve kız kardeşinin nikâhı da bozulur." şeklindedir. Allahu a'lem!  

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...