İDDET
BÂBI
METİN
İddet lügatta
saymak mânâsına gelir. Kelime uddet şeklinde okunursa bir şeye hazırlanmak
mânâsını ifade eder. Şer'an sebebi bulunduğu vakit kadına veya erkeğe lâzım
gelen bir bekleyiştir. Erkeğin beklediği yerler yirmi olup Hızâne'de
bildirilmiştir. Bunların hepsi: "Bir mâniden dolayı kadını nikâh etmek mümkün
değilse o mâniyi gidermek lâzım gelir." kaidesine râcidir. Mâni karısının kız
kardeşini nikâh etmek ve karısından başka dört kadınla evlenmek gibi şeylerdir.
İZAH
İddet vücudda bütün
nev'ileriyle ayrılmaya terettüb ettiği için musannıf onu hepsinden sonraya
bırakmıştır. Bahır.
«Şer'an bir
bekleyiştir ilh...» Yani evlenme müddetinin bitmesini bek-lemektir. Bunun
hakikatı evlenmeyi ve şer'an lâzım olan zîneti şer'an tâyin edilen bir müddette
terk etmektir. Ulema: "İddetin rüknü ayrılık anında sâbit olan birtakım haram
hükümleridir." demişlerdir. Bu izaha göre tarifte: "Beklemenin lüzumudur." demek
icab eder ki, rüknünün birtakım haram hükümler olması sahih çıksın. Çünkü bu
haram hükümler birtakım lüzumlardır. Yoksa bekleyiş onları yapmaktır. Haram olan
şeyler AIIah Teâlâ'nın hükümleridir. Binaenaleyh bekleyişin kendi olamaz. Tamamı
Fetih'dedir.
Ben derim ki:
Şârihin "kadına lâzım gelen' sözünün yanında lüzum kelimesini takdir etmek zayıf
düşer. Bekleyişten evlenmek ve dışarı çıkmaktan çekinmek gibi bir mânâ
kasdetmeye ne mâni vardır! Haram olan şeylerden murad da bu çekinmeler olur. Şu
delil ile kî iddet kadınla meydana gelen şer'î bir sıfattır. Binaenaleyh onun
rüknü mutlaka kadınla meydana gelmek lâzımdır. Bu izaha göre Sa'diyye
hâşiyelerindeki şu İfadeye hâcet yoktur: "İddetin rüknü haram fiiller olunca onu
bekleyiş diye tarif etmek lazım ile tarif olunur." Bedâyı sahibi iddeti şöyle
tarif etmiştir: "Nikâhın eserlerinden kalanın bitmesi için konulmuş bîr
müddettir." Bedâyı sahibi diyor ki: "Şâfiî'ye göre iddet bekleme fiilinin
ismidir ki, imtina ve çekinmeden İbarettir."
Ben de derim ki;
Sıhâh ve diğer lügat kitablarından naklen yukarıda geçene muvafık olan da budur.
Fetih sahibinin tahkıkı da budur. O: "İddet bekleyen kadın şübhe ile cima
edilirse" dediği yerde şunları söylemiştir: "Hakikatı Allah Teâlâ'nın kitabı
ifade eder ki. o: "Kadınların iddeti üç aydır." buyurmuştur. Bu hususi müddetin
kendisi olup haram fiiller bu müddete teallûk etmiş; bununla kayıdlanmışlardır.
Yoksa bu müddetin içinde sâbit olan haram fiiller değildir. İmtina'ın bulunması
ve bekleyiş de değildir." Kendisine haram fiillerin rükün olması müşkül gelmez.
Çünkü onu men edebilir. Bundan dolayıdır ki bazıları bu fiilleri iddetin hükmü
saymışlardır. Her iki tarife göre en zâhir olan da budur.
Nehir sahlbi diyor
ki: "Bedâyı'ın tarifi küçük kızın iddetine şamildir. Musannıfın tarifi bunun
hilâfınadır. Ulemanın ekserisi kadına vâcibtir sözünü kullanmamışlardır. Onlar
kadın îddet bekler deyip geçmişlerdir. Vûcub ancak velîye râcidir. Iddeti
bitinceye kadar kadını kocaya vermez. Şemsü'l-Eimme'nin söylediğine göre iddet
mücerred müddetin geçmesidir. Onun kadın hakkında sabit olması şeriatın hitabını
kadına tevcihine müeddi olmaz. Müsemmasının müddet olması velîye kadını
evlendirmemek için hitab bulunmamasını gerektirmez; dersen ben de derîm ki:
Böyle olunca iddet İçinde sâbit olan evlenmenin sahih olmamasıdır. Bir kimseye
hitab değildir. Bilâkis şârih evlenme işinî yaparsa bunun sahih olmadığını
vazetmiştir." Bu İfade Fetih'den kısaltılmıştır. Hâsılı küçük çocuk hitablı
vaz'îye ehildir. Bu da ondandır. Nitekîm çocuk telef ettiği şeyleri ödemekle de
mükelleftir. Bu Bahır'da beyan edilmiştir.
«Veya erkeğe
ilh...» Fetih sahibi diyor ki: "Karısının kız kardeşiyle evlenmenîn haram olması
iddetten değil kadının iddeti hükmündendir. Şübhesiz ki onun da iddette
olmasının mânâsı budur. Çünkü îddetîn mânâsı evlenmekle vâcib olan bekleyiştir.
O da müddetin geçmesidir. İddette bu böyledir. Şu kadar var ki, ıstılahta îddet
ismi erkeğin değil kadının bekleyişine mahsustur."
«Erkeğin beklediği
yerler yirmi olup» şunlardır: "Karısının kız kardeşini, halasını, teyzesini,
kardeşi kızını, kız kardeşi kızını nikâh etmek istediğinde, beşinci kadını almak
istediğinde, hürrenin üzerine cariye ile evlenmek istediğinde, nikâh-ı fâsidde
cima edilen kadının kız kardeşini yahut akid şübhesiyle cima edilenin kız
kardeşini nikâh etmek istediğinde ki, dördüncü kadının nikâhı da böyledir. Yani
adamın üç karısı var da dördüncüyü nikâh-ı fâsidle veya akid şübhesiyle cima
etmişse cima'da bulunduğu kadının iddeti geçmedikçe dördüncü bir kadınla
evlenemez. Ecnebî birinden iddet bekleyen bir kadını nikâh için de bekler. Yani
kendi boşadığı kadının ve üç talâkla boşanan kadının hulle yapmadan nikâhı bunun
hilâfınadır. Satın alınan cariye ile istibrâ yapmadan cima'da bulunmak, zinâdan
hamile kalan bir kadınla doğurmadan evlenmek, dar-ı harbde Müslüman olup da
İslâm memleketine hicret eden harbîyye hamile ise doğurmadan onunla evlenmek
isteyen adam iddet bekler. Esir alınan ka-dın hayız görünceye veya küçüklük
büyüklük sebebiyle hayız görmezse bir ay geçinceye kadar cima edilmez,
mükâtebenin ya âzâd olunca veya âciz kalıncaya kadar sahibi tarafından nikâh ve
cima'ı putperest, murted ve mecûsî kadının nikâhı Müslüman oluncaya kadar caiz
değildir." Bu satırlar izah edilerek Bahır'dan alınmıştır.
«Beşinci kadını»
sözünden murad ihtimal dört kadınla evli olup da beşinciyi almak isteyendir.
Böylesi dört kadından birini boşamadıkça beşinciyi almaktan men edilir ve
ihtimal dört karısından birini boşayıp da beşinciyi almak isteyendir. Böylesi
boşadığı kadının iddetibitmedikçe beşinci kadını almaktan men edilir. Bu
meseleden önce geçen beş meselede de söylenecek söz budur. Hürrenin üzerine
cariye ile evlenmek isteyenin hükmü de budur.
«Bir mâniden
dolayı» meselâ gerek akid gerek iddet suretiyle olsun başkasının hakkı geçmek,
cariyeyi hürrenin üzerine almak dört kadından fazla ile evlenmek, haram
kadınları bir nikâhda toplamak birer mânidir.
METİN
Istılahta iddet;
nikâh veya şübhesi ortadan kalktığı vakit kadına veya küçük kızın velisine lazım
gelen bir bekleyiştir. Zinâda iddet yoktur. Nikâh şübhesi fâsid nikâh ve
kocasından başkasının yanına kapanan kadın gibidir. "Veya şübhesi" sözüne "veya
benzeri" kelimesini ilave etmeli ki, Ümmüveledin iddetine de şamil olsun.
Sebeb-i vücubu teslim ve onun yerini tutan ölüm veya halvet-i Sahiha ile kuvvet
bulan nikâh akdidir. Binaenaleyh ferci yapışık kadınla halvette bulunmakla iddet
lâzım gelmez.
İZAH
«Istılahta» Yani
fukahanın ıstılahında demektir ki, bu yukarıda geçen şer'î mânâdan daha
hususidir. Biliyorsun ki iddet ismi erkeğin değil kadının bekleyişine tahsis
edilmiştir.
«Küçük kızın
velîsine» iddet şu mânâya vâcibdir ki, ona bekletecektir. Yani onu iddet
bekleyen kadınların sıfatı ile vasıflandıracaktır. Çünkü iddet kadının
sıfatıdır, velîsinin sıfatı değildir. Kadın boşanır veya kocası ölürse velîsinin
iddet beklemesi vâcib olur demek doğru değildir. Yukarıda geçti ki ulema: Kadın
iddet bekler, vücub ancak velîsine aiddir. Onu iddeti bitinceye kadar kocaya
vermeyecektir demişlerdir. Düşün! Deli kadın küçük kız gibidir.
«Nikâh ortadan
kalktığı vakit» ifadesine şöyle itiraz olunmuştur: Talâk-ı ric'îde nikâh ancak
iddetin bitmesiyle ortadan kalkar. Binaenaleyh evlâ olan tarif Bedâyı'ın
yukarıda naklettiğimiz tarifidir. Küçük kızla yapılan itiraz ondan def edilir.
Çünkü onda lüzum zikredilmemiştir. İbn-i Kemâl'in tarifi ondan daha da güzeldir.
O şöyle demiştir: "İddet bir müddetin ismidir ki, bu müddet nikâhın eserlerinden
kalanı yok etmek için konulmuştur. Yahut firâşın eserlerinden demeli, tâ ki
Ümmüveledin iddetine şâmil olsun. T.
«Zinâda iddet
yoktur.» Kendisiyle zinâ edilen kadını hamile bile olsa almak câizdir. Lâkin
doğuruncaya kadar cima'dan men edilir. Aksi takdirde istibrâ yapmak mendûb olur.
T. Babın sonunda gelecektir ki, bir kimse başkasının karısıyla evlenir de
bildiği halde onunla cima'da bulunursa kocasına o kadının cima'ı haram olmaz.
Çünkü yaptığı zihâdır.
«Veya şübhesi»
ifadesi nikâh üzerine değil zevali üzerine mâtuftur. Çünkü nikâh üzerine mâtuf
olsa iddetin ancak şübhe ortadan kalktığı vakit vâcib olması gerekir. Halbuki
öyle değildir. Bahır'da böyle denilmiştir. Muradı Fetih sahibinin sözünü
reddetmektir. Zira o bu kelimenin nikâh üzerine atfedildiğini söylemiştir.
Ben derim ki:
Erkeğin sıfatı olan şübhe sâbık cima olup kendisinden ayrılmaz. Zira ayrılsa
onunla had vâcib olur. Evet, onu meydana getirenin ortadan kalkması kasdedilirse
yahut şübhesini sözünü nikâh üzerine atıf sahih olur. Sebebi aşağıda gelecektir
ki, fâsid nikâhta iddetin başı hâkim tarafından araları ayrıldıktan veya
birbirlerini terk ettikten sonradır. Fâsid nikâh olan iddet menşei bununla
ortadan kalkar. Şüpheyle cima'da ise cima sona ermesiyle ve hal anlaşılmakla
başlar.
«Ümmüveledin
iddetine de şâmil olsun.» Çünkü onun da hürre gibi firâşı vardır. Velev ki
hürrenin firâşından daha zayıf olsun. Âzâd olmakla bu ortadan kalkmıştır. Bahır.
«Nikâh akdidir.»
Yani velevki fâsid olsun. Bahır.
«Teslim» den murad
cimadır.
«Ve onun yerini
tutan» cümlesi teslim üzerine atfedilmiştir. Evlâ olan veya kelimesiyle
atfetmektir. Çünkü kuvvet bulmak ikiden biriyle olur. Bu sahih nikâha mahsustur.
Nikâh-ı fâsidde ise iddet ancak cimayla vâcib olur. Nitekim mehir bâbında
geçmişti. ileride de gelecektir.
Ben derim ki:
Teslim yerini tutan şeylerden biri kadının erkek menîsini fercine sokmak
istemesidir. Nitekim Bahır sahibi bunu incelemiştir. Bâbın sonundaki fer'î
meselelerde de gelecektir.
«Halvet-ı sahiha
ile» ifadesi söz götürür. Çünkü mehir bâbında geçtiğine göre mezheb halvet-i
sahiha veya fâside ile iddetin vâcib olmasıdır. Kudûrî demiştir ki: "Fesad oruç
gibi şer'î bir mâniden ileri gelirse iddet vâcib olur. Ferc yapışıklığı gibi
hissî bir mâniden ileri gelirse vâcib olmaz. Şu halde şârihin sözü bu iki
kavilden hiç birine uymamıştır." H.
Ben derim ki: Onu
ikinci kavle yorumlamak mümkündür. Şer'î mâni yokmuş gibi sayılır, onu bozmaz ve
onunla iddet sahih olur. Bozan sadece hissî mânidir. Ferci yapışık kadınla
yapılan halvete iddet yoktur demesi bunu gösterir.
METİN
İddetin şartı
ayrılmak, rüknü; onunla sâbit olan evlenmenin ve dışarı çıkmanın haram olması
gibi haram fiiller ve iddet içinde talâkın sahih olmasıdır. Hükmü; karısının kız
kardeşiyle evlenmenin haram olmasıdır. Nev'ileri; hayız, aylar ve doğurmaktır.
Nitekim musannıf bunları şöyle ifade etmiştir: İddet hayız gören hürre hakkında
Müslümanın nikâhı altında olmak şartıyla, velev ki kitabîyye olsun talâk -velev
ric'î olsun- veya bütün sebebleriyle fesh için -ki kocasının oğlunun öpmesiyle
hâsıl olan ayrılma da bundandır. Nehir.- hakikaten veya hükmen cimadan sonra ise
tam üç hayızdır. Çünkü bir hayız parçalanmaz. Musannıf şerhde hakikaten veya
hükmen sözünü atmış, aşağıda gelen "kadın cima edilmişse"sözünün hepsine râci
olduğuna kesinlikle hükmetmiştir.
«Şartı ayrılmak»
Yani nikâh veya nikâh şübhesinin ortadan kalkmasıdır. Nitekim Fatih'de
bildirilmiştir.
«Rüknü haram
fiillerdir.» Yani Fetih'den naklen yukarıda geçtiği gibi birtakım lüzumlardır.
Haram kılmanın kendisi değildir. Yani kadına lâzım gelen birtakım şeylerdir ki,
bunları yapmak kadına haram olur. Onunla sabit olan sözünde mukadder muzaf
vardır. Yani onun sebebiyle şartı bulunduğu vakit sâbit olan demektir. Aksi
takdirde bir şeyin kendi kendine» sübutu lâzım gelir. Zira bir şeyin rüknü onun
mahiyetidir.
«Evlenmenin» yani
kadına başkasıyla evlenmenin haram olması gibi ki, bu kadına haramdır. Erkeğin o
kadının kız kardeşiyle veya ondan başka dört kadınla evlenmesi bunun
hilâfınadır. Çünkü bu erkeğin üzerine haramdır. Binaenaleyh iddetten değil onun
hükmünden sayılır. Nitekim Fetih'de ifade edilmiştir.
«Dışarı çıkmanın»
yani kadının boşandığı evden dışarı çıkmasının haram olması gibi şeylerdir. Geri
kalan haram fiiller yas tutma faslında gelecektir.
«İddet içinde
talâkın sahih olmasıdır.» Bunu iddetin rüknü saymanın bir mânâsı yoktur. O
iddetin hükümlerindendir. Nitekim Dürer sahibi bu yoldan yürümüştür. Şu da var
ki bâinden sonraki bâin iddetinde ve üç talâk iddetinde bu tehakkuk etmez.
Binaenaleyh onu burada zikretmek bir kalem hatasıdır. Zâhire bakılırsa
musannıfın muradı iddetin hükmü bir takım haram fiillerdir ilh... demektir.
Fakat bir kalem hatası olarak onun rüknü deyivermiştir. Onunla sâbit olan
tâbirini kullanması bunu gösterir. Çünkü sâbit olmak rükne değil hükme
münasibtir. Bu haram fiilleri Dürer sahibine ve başkalarına uyarak hüküm saymak
rükün saymaktan daha zâhirdir.
«Hükmü karısının
kız kardeşiyle ilh...» Yani hükümlerinden biri budur. Kız kardeşten murad
kadının bütün zîrahm-ı mahrem akrabalarıdır, Erkeğin müddet beklediği
meselelerden bir çoğu da iddetin hükümlerindendir. Bunlardan biri de bildiğin
gibi iddet içinde talâkın sahih olmasıdır.
«Velev kitabiyye
olsun» üç tam hayızdır. Çünkü kitabîyye de Müslüman kadın gibidir. Hürresi hürre
gibi cariyesi de Müslüman cariyesi gibidir. Bahır. Musannıf bu sözle zimmîyyenin
zimmî nikâhında bulunmasından ve iddete inanmamasından ihtiraz etmiştir. Nitekim
bâbın sonunda metinde gelecektir
«Talâk veya fesh
için...» Velî bâbında manzum olarak hangi nikâh ayrılmalarının fesh,
hangilerinin talâk sayıldığı geçmişdi.
«Bütün
sebebleriyle» ifadesinden murad bulûğ ve âzâdlık muhayyerliği ile nikâhın
feshedilmesi, kefâet bulunmaması ile, karı-kocadan birinin diğerine mâlik
olmasıyla, bazı suretlerde dinden dönmekle, nikâh fâsidden ayrılmakla ve
şübheyle cima'dan ayrılmaklanikâhın feshedilmesidir. Lakin sonuncusu fesh
değildir. Bu mutlak söze memleketlerinin birbirine zıd olmasıyla, esir edilen
kadının nikâhının feshi ve Müslüman yahut zımmî olarak İslâm diyarına hicret
eden kadının nikâhının feshi ile itiraz olunur. Zira hamile kalmadıkça bunlardan
birine iddet yoktur. Nitekim musannıf babın sonunda söyleyecektir.
Şürunbulâliyye sahibi karı-kocanın birbirlerine mâlik olmaları sözünü: "Kadın
kocasına mâlik olursa" diye kayıdlamış, bundan kocası karısına mâlik olursa
suretini çıkarmak istemiştir. Lâkin Zeylaî yas tutma faslında ve neseb bahsinde
buna muhâlif beyanda bulunmuştur. Muhammed Ebussûud ikisinin arasını bularak:
"Kocası karısına mâlik olursa kadın onun için iddet beklemez, başkası için
olursa bekler. Bir de kadın kocasına mâlik olur da onu âzâd ederek evlenirlerse,
ulemanın sözlerinden anlaşıldığına göre bu kadına yine iddet yoktur." demiştir.
Ben derim ki:
Bahır'da şu ifade vardır: "Bir kimse cimadan sonra karısını satın alırsa kadına
bu adamdan iddet yoktur. Başkası için iddet bekler. Ama kadın iki hayiz
görmedikçe onu başka kocaya veremez. Bundan dolayıdır ki, kadını bu iddetin
içinde sahibi boşasa talâk vâki olmaz. Çünkü kadın başkası için îddet
beklemektedir. Onun için kadın ona milk-i yeminle helâl olur." Tamamı oradadır.
«Öpmesiyle hâsıl
olan ayrılma da bundandır ilh...» ifadesi İbn-i Kemâl'in sözünü red içindir. O:
"Talâk için yahut fesh veya ref için" diyerek ref kelimesini ziyade etmiş ve
şunları söylemiştir: "Bilmiş ol ki nikâh tamam olduktan sonra bize göre feshi
taşımaz. İmdi nikâh tamam olmazdan önce bulûğ veya âzâd muhayyerliği yahut
kefâet bulunmamak gibi talâksız her ayrılık feshtir. Tamam olduktan sonra ise
karı-kocadan birinin diğerine mâlik olması yahut kocasının oğlunun öpmesi gîbi
sebeblerle ayrılmalar ref'dir. (Nikâhın hükmünü kaldırmaktır.) Bu fenden nasibi
olan bir kimse için bu açıktır. "Nehir sahibi diyor ki:" Bu taksimi mu'temed
ulemanın yaptığını görmedik. Söz sahiblerinin söylediği şudur: Taksim ikilidir
ve öpmek suretiyle ayrılmak evvelce orz ettiğimiz gibi feshten
sayılır."
«Veya hükmen»
sözünden murad halvettir. Velev ki fâsid olsun. Nitekim geçmişti ve gelecektir.
«Hepsi râci
olduğuna» yani gerek hayızla, gerek aylarla iddet bekleyenlerin hepsine râci
olduğuna kesinlikle hükmetmiştir. Bunun mutlaka hükmen cima'a şâmil olduğunu
iddia etmek gerekir ki, "veya hükmen" sözüne hâcet kalmasın.
TENBİH: -Kadının
kanı kesilir de ilâç sürer ve hayız günlerinde sarı renkte akıntı görürse
ulemadan bazıları bununla iddetin bittiğini söylemişlerdir. Nitekim hayız
bâbında Sirâç'tan naklen arz etmiştik.
«Çünkü bir hayız
parçalanmaz.» sözü üç tam hayzın illetidir. Hatta kadın hayız esnasındaboşanırsa
o hayzı dördüncü hayzın bir kısmıyla tamamlaması icab ederdi. Lâkin parçalanmayı
kabul etmeyince tamamını nazar-ı itibara ' alırız. Nitekim usül kitablarında
beyan edilmiştir. Dürer. Lâkin metinde gelecektir ki, boşandığı hayız sayılmaz.
Bunun muktezası iddetin ondan sonraki hayızdan başlamasıdır. Parçalanmamaya
münasib olan da budur. Tâ ki üç hayız tam olsun.
METİN
Birinci hayız
rahimin boş olduğunu anlamak içindir. İkincisi nikâh haram olmak için, üçüncüsü
de hürriyetin fazileti içindir. Sahibi ölen veya kendisini âzad eden Ümmüveledin
iddeti de böyledir. Çünkü hamile olmadıkça veya hayızdan kesilmedikçe yahut o
kimseye haram olmadıkça Ümmüveledin de hürre gibi firâşı vardır. Sahibi ile
kocası ölürler de hangisi önce öldüğü bilinmezse dört ay on gün yahut iki
müddetin uzununu iddet bekler. Bahır. Kocasının öldüğü gün hür olup olmadığı
tehakkuk etmediği için ona mirâsçı olamaz. Cariye ve müdebbereye cima etmekle
iddet yoktur. Zira bunlarla firâş yoktur. Cevhere.
İZAH
«Birinci hayız
ilh...» Sözü üç olmasının hikmetini beyandır. Halbuki iddetin meşru olması
rahimin boş olduğunu anlamak içindir. Bu ise bir hayızla anlaşılır. Onun için
şârih ikinci hayzın hikmetini beyanla hürmet ve itibarını göstermek için
olduğunu bildirmiştir. Yani nikâhın eseri gerek hürrede gerekse cariyede bir
hayızla sona ermez. Hürrede üçüncü bir hayzın ziyade edilmesi ise onun
faziletinden dolayıdır.
«Ümmüveledin iddeti
de böyledir.» Yani hayız görenlerdense iddetin tam üç hayız olması hususunda
hürre gibidir. Dürer ve diğer kitablar.
«Çünkü hamile
olmadıkça...» şayet hamile ise iddeti doğurmakla biter. Bahır. Hayızdan
kesilmişse iddeti üç aydır. Bahır. 0 kimseye haram ise iddet lâzım gelmez. Çünkü
fırâşı kalmamıştır. Kuhistânî. 0 kimseye haram olmasının sebebleri üçtür:
Başkasına nikâhlanmak, başkasının iddetini beklemek ve efendisinin oğlunun
öpmesidir. Binaenaleyh efendisinin ölmesiyle veya oğlu öptükten sonra âzâd
etmesiyle bu kadına iddet yoktur. Nitekim Hâniyye'de beyan edilmiştir. Bahır.
«Ümmüvledin de
firâşı vardır.» Yani bu firâş ortadan kalkmakla Iddet vâcib olmuştur.
Binaenaleyh nikâh iddetine benzer. Bizim burada imamımız Hz. Ömer (R.A.) dır.
Çünkü o; "Ümmüveledin iddeti üç hayızdır." demiştir. Hidâye'de de böyledir. Bir
de Ümmüveledin firâşı vardır. Efendisi susmakla doğurduğu çocuğun nesebi ondan
sâbit olur. Ancak hürrenin firaşından daha zayıftır. Onun için mücerred çocuk
benden değildir demekle nesebi nefyedilmiş olur, liana hâcet kalmaz. Derler ki
Şemsü'l-eimme hapisten çıkarıldıktan sonra zamanın sultanı Ümmüveledlerini hür
olan hizmetçilerine nikâhlamış. Ulema bunu hoşgörmüşler. Fakat Şemsü'l-eimme:
"Her hizmetçinin bir hür karısı var. Bu hürre üzerine cariyeyi almaktır."
diyerek yapılan işin hata olduğunu söylemiş. Bunun üzerine sultan: "Ben onları
azâd eder ve akdi tazelerim." demiş. Ulema bu sözü beğenmişler. Fakat
Şemsü'l-eimme bunun da hata olduğunu söyleyerek:
"Azad edildikten
sonra bu kadınlara iddet lâzımdır." demiş. Hatta hapsine sebeb budur derler.
Hapsolunmasını hâkim teşvik etmiş, talebesi derse gelmekten vazgeçmedikleri için
Şemsü'l-eimme'ye kitablarını vermemişler, o da Mebsût'u talebesine ezberden
yazdırmış.
«Sahibi ile kocası
ölürler de ilh...» Yani sahibi onu âzâd ettikten sonra ölürlerse demek istiyor.
Bilmelisin ki bu meselenin üç veçhi vardır.
Birincisi: Sahibi
ile kocasının ölümleri arasında iki ay beş günden az olduğu bilinirse bu
cariyenin dört ay on gün iddet beklemesi icab eder. Çünkü sahibi evvel öldüyse
kocası o hürre olduktan sonra ölmüş demektir. Sahibinin ölümüyle bir şey lâzım
gelmez. Vefat iddeti olan dört ay on günü bekler. Evvela kocası ölmüşse kadın
cariyedir, iki ay beş gün beklemesi lâzım gelir. Sahibinin ölmesiyle ona bir şey
lâzım gelmez. Çünkü kocasının iddetini beklemektedir. Demek ki bir hale göre
dört ay on gün, bir hale göre bunun yarısını beklemek lâzım geliyor. Onun için
ihtiyatan fazla olanı beklemesi lâzım gelir. İkinci ihtimale göre iddeti intikal
etmez. Çünkü ölümde iddetin intikal etmediğini söylemiştik.
İkincisi: Sahibiyle
kocasının ölümleri arasında iki ay beş gün veya daha fazla olduğu bilinir. Bu
takdirde dört ay on gün bekler. Bu müddette ihtiyatan üç hayız da bulunmalıdır.
Çünkü ilk ölen sahibi ise cariyenin iddet beklemesi lâzım gelmez. Zira
nikâhlıdır. Kocası öldükten sonra dört ay on gün beklemesi gerekir. Çünkü
hürredir. İlk ölen kocası ise iki ay beş gün beklemesi lâzım gelir. Ondan olan
iddeti de bitmiştir. Çünkü ikisinin ölümü arasında bu müddet veya daha fazlası
tasavvur olunmuştur. Ondan sonra sahibinin ölmesi ile cariyeye üç hayız beklemek
vâcib olur. Binaenaleyh ihtiyatan bunların ikisi bir araya getirilir.
Üçüncüsü: Kocası
ile efendisinin ölümleri arasında ne kadar vakit geçtiği ve hangisinin evvel
öldüğü bilinmez. Bu takdirde İmam'ı Azam'a göre meselenin cevabı birincisi
gibidir. İmameyn'e göre ise ikincisi gibidir. Mi'râc ve diğer kitablarda böyle
denilmiştir. Bahır. Üçüncünün izahı Bahır'dan naklen Halebi'de zikredilmiştir.
Ona müracaat edebilirsin. Şârihin sözünde bu üç veche işaret vardır. Birinci ile
üçüncüye "Dört ay on gün iddet bekler." diyerek işaret etmiş, üçüncüye de "Yahut
iki müddetin uzun olanıyla" ifadesiyle işarette bulunmuştur.
«Cariye ve
müdebbereye cima etmekle iddet yoktur.» Yani sahibleri ölür veya kendilerini
âzâd ederse bil ittifak iddet beklemezler. Bahır. Musannıf: "Ümmüvled de
böyledir." sözüyle bundan ihtiraz etmiştir.
METİN
Kezâ şübheyle cima
edilen meselâ kocasından başkasının yanına zifaf olunan yahut muvakkat nikâh
gibi fâsid nikâhla cima olunan kadının hükmü de ölüm ve ayrılmada böyledir. İki
surete birden teallûk eder. Hürre olsun ümmüveled olsun dokuz yaşına varmayan
küçük kız yahut hayız dan kesilme çağına varan yaşlı kadın veya yaşça bulûğa
ermiş ve hayzını görmemiş kadın hakkında iddet ay başında ise hilâl hesabıyla üç
aydır. Değilse günlerledir. Bahır ve diğer kitablar. Hayzını görmemiş kaydıyla
temizlik müddeti uzayan genç kadın hariç kalmıştır. Meselâ hayzını görür de
sonra temizlik müddeti uzar gider. Böylesi hayızdan kesilme çağına varıncaya
kadar hayızla iddet bekler. Cevhere ve diğer kitablar. Vehbâniyye şerhinde bunun
iddeti dokuz ayda biter denilmesi garip olup bütün rivâyetlere muhâliftir.
Onunla fetva verilmez. Nasıl verilsin ki Hulasa'nın nikâh bahsinde şöyle
denilmektedir: "Bir Hanefiye filan meselede İmam şâflî'nin mezhebi nedir
denilse, Ebû Hanife şöyle demiştir şeklinde cevap vermesi icab eder.
Evet, Mâlikî bir
hâkim bununla hüküm verirse geçerli olur. Nitekim Bahır ve Nehir'de
bildirilmiştir. Bunu üstadımız Hayreddin-ı Remlî tenkidden salim bir şekilde
nazma çekerek şöyle demiştir: "Temizlik müddeti uzun süren kadın için Mâlikî bir
hâkim dokuz ay iddet takdir ederse yeter. Ondan sonra bozmaya yol yoktur. Böyle
denilir. Tenkid ve itiraz yapılmaz." Hayzı uzayan kadına gelince:
Fethü'l-Kadir'in hayız bâbında beyan edildiği gibi müftâbih kavil onun temizlik
müddetini iki ayla takdir etmektir. Böylece altı ay temizlik müddeti, ihtiyat'ûn
bir ay da üç hayız müddeti olmuş olur.
İZAH
«Kezâ şübheyle cima
edilen yani gerek şübheyle cima edilenin, gerekse fâsid nikâhla cima edilenin
iddetleri üç hayızdır. Musannıf bu meseleyi bir daha tekrarlayacaktır. Biz de
onun üzerinde o zaman söz edeceğiz.
LATİFE: -Mebsût'ta
hikâye edildiğine göre bir adam iki oğluna iki kız nikâhlamış. Ama kadınlar
yanlışlıkla bir kardeşin karısını öteki kardeşin yanına zifaf etmişler. Ulemaya
soruldukta: Gelinler zifaf edildikleri şahısların yanından alınarak iddet
beklerler ve sonra kocalarına verilirler, şeklinde cevap vermişler. Ebû Hanife
(R.A.) ise: "Her biri cima'da bulunduğu gelinden razı ise karısını boşar, cima
ettiği ile nikâhlanır ve derhal onunla zifaf olur. Çünkü iddetin sahibi odur."
demiş. Bunun üzerine damadlar onun dediğini yapmış, ulema da onun cevabına
dönmüşler.
«Ölüm ve ayrılmada
böyledir.» Ölüm iddeti vâcib olmaması şundandır: Ölüm iddeti ancak ölünceye
kadar beraber yaşadığı kocasına üzüldüğünü göstermek için vâcib olmuştur. Burada
ise karı-kocalık yoktur. Bahır.
«İki surete birden
teallûk eder» Yani ölüm ve ayrılmada ifadesi hem şübhe ile cima hem de nikâh-ı
fâsid suretlerine bağlıdır.
«Hürre olsun
ümmüveled olsun.» Musannıf burada iddet nev'ilerinin ikincisine başlıyor ki, o
da aylarla iddet beklemektir. Aylarla beklemek hususunda hürre ile ümmüveled
arasında fark yoktur. Görülecektir ki, bunların her ikisi üç ay iddet beklerler.
Yalnız bu sahibi ölen veya kendisini âzâd eden ümmüveled hakkındadır. Şayet
nikâhlı olursa onun iddeti gerek ölümde gerekse talâkda hayız görsün görmesin
hürre iddetinin yarısıdır. Nitekim gelecektir. Sonra ümmüveled ancak büyük olur.
Musannıfın "küçük kız için" sözü hürreye mahsustur. "Yaşlı kadın" tâbiri her
ikisine şâmildir. Nitekim âşikârdır.
«Dokuz yaşına
varmayan...» Bazıları: Yedi yaşına varmayan küçük kız demişlerdir. Fetih'de
birinci kavlin esah olduğu bildirilmiştir. Bu bir kızın bulûğa erebileceği en az
yaşı beyandır. Şârihin bununla kayıdlaması Fetih, Bahır ve Nehir'e uyarak
olmuştur. Bundan dokuz yaşını geçip de yaşla bulûğa ermeyen kızın hükmü
anlaşılmamaktadır. Böylesine mürâhika derler. Fetih'de zikredildiğine göre onun
iddeti dahi üç aydır. Şârih küçük kız sözünü mutlak bırakarak yaşça bâliğ
olmayan diye tefsir etse mürâhikaya ve daha küçük yaşta olana şâmil olurdu. Ama
şöyle denilebilir: Onun muradı kasden mürâhikayı çıkarmaktır. Çünkü Bahır
sahibi: "İmam Fazlı'dan rivâyet edildiğine göre küçük kız mürâhik ise iddeti
ayarla geçmez. O cima'dan gebe kalıp kalmadığı anlaşılıncaya kadar durulur. Gebe
kaldığı anlaşılırsa doğurmakla iddeti biter. Aksi takdirde iddetini aylarla
bekler. Fetih sahibi diyor ki: "Durulup beklendiği zaman onun iddetinden
sayılır. Çünkü bu onun hali anlaşılsın diye idi. Gebelik zuhur etmeyince
iddetinden sayılır." demiştir.
Ben derim ki: Yani
gebe olmadığı anlaşılınca geçen üç ayla iddetinin bittiğine hükmolunur. Ondan
sonraki bekleme hükümsüz kalır. Hatta o zaman evlenirse akdi sahih olur.
Fethü'l-Kadir'in nafakalar bahsînde şu fer'î mesele vardır: "Hulâsa'da beyan
edildiğine göre küçük kızın iddeti üç aydır. Meğerki mürâhika olsun. Bu takdirde
rahminin boş olduğu anlaşılmadıkça ona nafaka verir. Muhît'ta böyle denilmiştir.
Yani hilâf zikredilmeksizin beyan edilmiştir ki güzeldir." Fetih'in sözü burada
sona erer. Lâkîn bu fetvayı ihtiyaten akidden önce vermek gerekir. Yani
beklemeden akdi yapmamalı. Fakat ulema gebeliğin anlaşılacağı bekleme müddetinîn
ne kadar olacağını söylememişlerdir. Hâmidiyye'de Bezzâziye'nin satışlar
bahsinden naklen bildirildiğine göre bir rivayette carîyeyi satın aldıktan dört
ay on gün geçmişse o kimsenin gebelik dâvâsı tasdîk edilir. Daha az geçmişse
tasdik edilmez. Diğer bir rivâyette iki ay beş gün geçmiçse tasdik edilîr. Halk
bununla amel ederler. Hâmîdiyye sahibi bu son söze göre hareket etmiştir, ama
söz götürür. Çünkü bizim meselemizde murad üç ay geçtikten sonra durup
beklemekdi. Binaenaleyh birinci rivâyetleamel evlâdır. Dört ay on gün geçer de
gebelik zuhur etmezse, anlaşılır ki üç ay geçmekte îddet bitmîştir.
«Hayızdan kesilme
çağı» nın takdiri metinde gelecektir. Bu hususta sözün tamamı da orada
görülecektîr.
«Yaşca bulûğa
ermîşse» yani on beş yaşına varmışsa demektir. Bunu Nihâye'den naklen Tahtâvî
söylemiştîr. Bu müddetten önce menîsi gelmek suretiyle bulûğa eren de bunun
gibidir.
«Hayzını görmemiş»
sözü hiç hayız görmeyene ve hayzını görüp de müddeti tamam olmadan kesilene
şamildir. Bahır'da Tatarhânîyye'den naklen şöyle denîlmîştir: "Kız bülûğa ererek
bîr gün kan görür de sonra kesilir ve aradan bir sene geçerse bundan sonra
kocası onu boşadığında aylarla iddet bekler." Sârihin Bahır'dan naklen
zikredeceğîne göre otuz yaşına varır da hâlâ hayız görmezse hayızdan kesildiğîne
hükmolunur. Beyanı ileride gelecektir.
«Değilse
günlerledir.» Muhît'ta şöyle denilmiştir: "Talâk ve ölüm iddetî ay başına
rastlarsa aylar hilâl itibariyle sayılır. Velev kî sayıca noksan olsun. Ayın
ortasına rastlarsa aylar hilâl itibarîyle sayılır. Velev ki sayıca noksan olsun.
Ayın ortasına rastlarsa imamı Azam'a göre günlerle itibar edilir ve talâkda
doksan gün, ölümde yüz otuz gün iddet bekler. İmameyn'e göre ise birincinin
noksanını sonuncudan tamamlar. İkisinin arasını hilâl hesabıyla İtibar eder. İlâ
ve fülanla konuşmayacağım diye yemin müddeti dört aydır. İcare müddeti ayın
ortasında ise bir senedir. Ay içinde doğan bir kimsenin yaşı ile ay İçinde oruca
başlayan kimsenin oruç keffâreti bu hilâfa göredir." Müctebâ'dan naklen
arzetmiştik ki, innînin te'cili ay ortasında ise bil ittifak günlerle
mu'teberdir. Bahır. Bahır sahibi bundan sonra şöyle demiştir: "Suğra'da beyan
edildiğine göre iddetin günlerle itibar edilmesi bil ittifaktır. Hilâf yalnız
icarededir. Kuhistânî bunu müşkil görmüş, Muhît. Hâniyye, Mebsût ve diğer
kitablarda birincinin zikredildiğini söylemiştir."
«Hayzını görür de»
meselâ üç gün hayız görür de sonra temizlik müddeti uzarsa demek istiyor ki, bu
bir sene veya daha fazla olabilir. Bahır.
«Dokuz ayda biter.»
Bunun altı ayı hayızdan kesilme müddeti, üç ayı da iddet içindir, denilmiştir.
Üstadlarımızın üstadı Sâihânî'nin el yazısıyla gördüm ki, Mâlikîlerce mu'temed
olan kavle göre iddet bitmek için mutlaka tam bir sene lâzımdır. Bunun dokuz ayı
hayızdan kesilme müddetî için, üç ayı da iddetin bitmesi içindir.
Ben derim ki: Onun
için Mecma'da sene tâbiri kullanılmıştır.
«Onunla fetva
verilmez.» İtiraz bu kavil Mâlik'indir diye yapılmaktadır. Taklid telfik
yapılmamak şartıyla câizdîr. Nitekim Hasan-ı Şürunbulâlî bunu bir risalede beyan
etmiştir. Hatta telfikle bile câizdir. Nitekîm Molla İbn-i Ferruh bunu bir
risalede beyan etmiştîr.
«Ben derim ki:
İbn-i Ferruh'un sözünü Seyyidî Abdülgânî hususi bir risalede reddetmiştir.
Taklid şartını haiz oldukta câizse de kendisi amel etmek icindir. Başkasına
fetva veren için câîz değildîr. Binaenaleyh kendi mezhebinde tercih edilmeyen
bir kavilde fetva verilemez. Çünkü şarih Resmü'l-Müftî'de şöyle demişdi: "Şeyh
Kâsım'ın sahîh kabul ettiği kavil hakkında söylediklerinin hâsılı şudur: Müftü
iIe hâkim arasında fark yoktur. Şu kadar var ki müftü bir hükmü haber verir.
Hâkim îse o hükmü ilzam eder. Terkedilmiş bir kaville hüküm ve fetva vermek
cehalettir, icma'a karşı gelmektir. Müleffak (karma) hüküm bil ittifak bâtıldır.
Amel ettikten sonra taklidden dönmek de bil ittifak bâtıldır IIh..." Bunun
üzerine biz de orada söz etmiştik.
«Ebû Hanife şöyle
demiştir, şeklinde ilh.,.» Bu ifade bazı usulü fıkıh ulemasının: "Daha iyisi
varken terk edilen kavil taklid câiz değildir." sözüne mebnîdir. Yine bu söze
binaen: "Bîr kimsenin mezhebinî doğru ama hataya İhtimalli olduğuna, başkasının
mezhebinin hata fakat doğruya ihtimalli olduğuna itikad etmesi vâcibdir. Bir
hüküm sorulursa ona ancak kendince doğru olan cevabı verir. Başkasının
mezhebiyle cevap vermesi câiz olmaz." demişlerdir. Biz kitabın başında bu
husustaki sözün tamamını arz etmiştik.
«Mâliki bir hâkim
bununla hüküm verirse geçerli olur.» Çünkü ictihad götüren bir yerdir. Bütün
bunlar Bezzaziye'nin ifadesine reddiyedir. Allâme diyor ki: "Bizim zamanımızda
fetva Mâlik'in kavline, bir de Câmiu'l-Fûsuleyn'in ifadesine göredir. Orada:
"Kadının dokuz ay geçtikten sonra iddetinin bittiğine bir hâkim hükmederse
geçerli olur." denilmektedir. Çünkü mu'temed kavle göre hâkim kendi mezhebinden
başkasıyla hüküm veremez. Bahusus zamanımızın hâkimleri bunu yapamazlar.
«Ondan sonra
bozmaya yol yoktur.» Yani Mâlikî hâkimin bu mikdarla hüküm vermesinden sonra
Hanefî bir hâkim onun hükmünü bozamaz. Çünkü bu ictihad götürür bir fasıldır.
Onun hükmü hilâfı kaldırır. H. Bazı nüshalarda Mâlikî hâkim ikrar olunur
denilmiştir. Lâkin biliyorsun ki Mâlikîlerce mu'temed olan kavîl müddetin bir
seneyle takdiridir. Bunu Bahır sahibi dahi Mâlik'e nisbet eden Mecma'dan
nakletmiştir.
«Böyle denilir.»
Yani tenkid ve itirazdan hali olan bu söz gibi söylemek gerekir. Bazılarının
dediği gibi: "Bununla zarurette fetva verilir." dememelidir. H.
Ben derim ki: Lâkin
bu söz Mâlikî bir hâkimin hüküm vermesi veya hakem kılınması mümkün olan yerde
zâhirdir. Fakat hüküm verecek Mâlikî bulunmayan yerlerde zaruret tahakkuk
etmiştir. Bezzâziye ile Câmîu'l-Fûsuleyn'den yukarıda nakledilenin vechi de
buydu. Binaenaleyh Nehir sahibinin: "Hüküm verecek bir Mâlikînin huzurunda dâvâ
imkânı varken bizim itikadımızca onun mezhebi hatadır amma doğruya ihtimali
vardır, diye fetva vermeyebir sebeb yoktur." sözü vârid değildir. Onun içîndir
ki Zâhidî: "Bazı ulemamız zaruretten dolayı bu meselede İmam Mâlik'in kavliyle
fetva verirlerdi." demiştir. Sonra gördüm ki, benim bahsettîğimi aynen Miskîn
hâşiyecisi Hamevî'den naklen zikretmiştir. Bu meselenin bîr eşi kaybolan
kimsenin karısı bahsinde gelecektir. Orada şöyle denilmiştir: "îmam Mâlik'in
kavliyle fetva verilir ve kadın dört sene geçtikten sonra vefat iddeti bekler
denilir.
"Hayzı uzayan
kadına gelince..." Evlâ olan burada kan görmesi yahut istihazası uzun süren
demekdi. Bundan murad âdetini unutan mütehayyire (şaşırmış kadın) dır. Fakat
kanı devam eder de kadın âdetini bilirse âdetine döner. Nitekim Bahır'da
bildirilmiştir.
"Müftâbih kavil
ilh..." İfadesinin hâsılı şudur: Bu kadının iddeti yedi ayla biter. Üç ayla
biteceğini söyleyenler de olmuştur.
METİN
Bunların hepsinde
kadının cima edilmiş olması şarttır. Velev ki halvet gibi hükmen olsun. Velev ki
halveti fâside olsun. Nitekim geçmişti. Erkek memede bile olsa iddet vâcibdir,
mehir vâcib olmaz. Kınye. Ölüm için iddet ay başında ise sahih nikâhın ölünceye
kadar devamı şartıyla mutlak surette dört ay on gündür. Yani cima edilsin
edilmesin, velev kadın küçük yahut kitabîyye olsun fark etmez. Yeter ki köle
bile olsa bir Müslümanın nikâhında bulunsun. Bundan yalnız hamile hariç kalır.
Ben derim ki: Musannıfın sözü emzikli kadın gibi temizlik müddeti uzayana da
şamildir. Bu fetva vakasıdır. Ama şimdiye kadın onu bir yerde görmedim. Sen
araştır.
İZAH
"Bunların hepsinde"
Yani yukarıda geçen bütün hayızla iddet ve aylarla iddet meselelerinde cima
edilmiş olmak kaydı şarttır.
"Velev ki "halvet-i
fâside olsun." Sözü mutlaktır. Binaenaleyh halvetin fesadı hissî veya şer'î bir
mâniden ileri gelme hallerine şâmildir. Hak olan budur.
"Nitekim geçmişti."
Yani mehir bâbında geçmişti. Bu bâbta geçmemiştir. Zira bu bâbta geçen halvetin
sahih kaydıyla kayıdlanmasıdır. T.
"Erkek memede bile
olsa ilh..." Sözünde müsamaha vardır. Çünkü sözümüz cima edilen kadın
hakkındadır. Meme emen çocuktan karısı ile cima tesavvur edilemez. Onun için
evlâ olan: "Velev ki mürâhik olmasın." demekti. Kınye'nin ibâresi: "Sabi-i
mürâhik olan kocasının cima etmesiyle iddet vâcib olur." şeklindedir.
Cürcânî'nin Âhâd'ında: "Ebû Hanife'yle Ebû Yusuf'un kavline göre mehir ve iddet
sahibinin cima'ıyla vâcib olurlar. İmam Muhammed'in kavline göre ise iddet vâcib
olur, mehir vâcib olmaz." denilmektedir. Cürcânî bundan sonra şunları
söylemiştir: "îmamlar arasında hilâf yoktur. Çünkü Şeyhayn gebe bırakması
tesavvur olunan mürâhik hakkında, İmam Muhammed ise tesavvur olunmayan hakkında
cevapvermişlerdir. Çünkü İmam Muhammed onu çocuğun parmağının hükmünde
zikretmiştir." Bahır'da bundan önce bildirildiğine göre ulema çocuğun halveti
fâsid olduğunu, fakat çocuğun halvetine de şamil olan halvet-i fâside ile iddet
lâzım geldiğini, nikâh-ı fâsid ile cima ederse iddet vâcib olacağını
açıklamışlardır. Sahihi ile vâcib olması Ise evleviyette kalır. Bundan sonra
Bahır sahibi şöyle demiştir: "Hâsılı sahih ve fâsid nikâhlarda, şübheyle cimada,
ölümde, talâkda ve ayrılmada, çocuk doğurmada sabi bulûğa ermiş gibidir. Nitekim
gizli değildir. Bellenmelidir." Sabinin karısı ermiş gibidir. Nitekim gizli
değildir. Bellenmelidir." Sabinin karısı çocuk doğurursa iddetinin ne olacağı
meselesi az ileride gelecektir. Cima'dan sonra iddet beklemesini icab eden
talâkın sureti kocası zimmî olup karısının Müslümanlığı kabul etmesi, velîsinin
de çocuğun Müslüman olmasına karşı gelmesidir. Yahut küçük olduğu halde kadınla
halvette bulunması ve kadını büyüdükten sonra boşamasıdır. Ayırmanın sureti de
kadına fâsid akidle cimada bulunmasıdır.
"Ölüm için
îddet..." Bundan murad hür kadının kocasının ölmesidir. Cariyenin hükmü biraz
sonra gelecektir.
"Sahih nikâhın
ölünceye kadar devamı şartıyla..." Çünkü fâsid nikâhda iddet gerek ölüm gerek
başkası için olsun üç hayızdır. Nitekim yukarıda geçti. Bahır sahibi diyor ki:
"Onun için demiştik ki, mükâteb karısını satın alır da sonra ödeyerek ölürse
vefat iddeti vâcib olmaz. Onunla cima'da bulunmadıysa hiç iddet lâzım değildir.
Bulundu da kadın ondan doğurduysa iki hayız iddet bekler. Çünkü ölümden önce
nikâh fâsid olmuştur. Ödeyecek mal bırakmazsa kadın vefat iddeti olarak iki ay
beş gün bekler. Çünkü karı koca ikisi de sahiblerinin memlûkudur. Nitekim
Hâniyye'de belirtilmiştir."
"Dört ay on
gündür." Tabii ki geceleri ile beraberdir. Nitekim Müctebâ'da açıklanmıştır.
Gurarü'l-Ezkâr'da: "Yani beşinci aydan günleriyle beraber on gecedir. Evzâî'den
nakledildiğine göre burada on gece mukadderdir." Kadın onuncu gün evlenebilir.
Biz deriz ki:
"Günlerle gecelerin hepsinin lafzan veya takdiren cem sîgasıyla zikredilmesi
istikranın hizasına geleni dahil olmasını gerektirir." denilmiştir. Bunun bir
misli de Fetih'dedir. Evzâî'den nakli geçen ifadeyî Hâniyye sahibi İbnü'I-Fadl'a
nisbet etmiş ve: "Bu daha ihtiyattır. Çünkü bir gece fazlalığı vardır."
demiştir. Yani fecir doğmazdan önce ölse onuncu günden sonra mutlaka bir gecenin
geçmesi lâzımdır demek istemiştir. Umumun sözüne göre ise güneşin batmasıyla
biter. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Ama söz götürür. Bilâkis umumun sözüne
müsavîdir. Biliyorsun ki takdir on gün on geceyledir. Güneş battıktan sonra
öldüğü farzedilirse umumun kavlinden azalır bile. Binaenaleyh ihtiyat Evzâî'nin
değil umumun kavlindedir.
"Velev kadın küçük"
Diyeceğine evlâ olan "velev ki büyük olsun" demekdi. Çünkü muradölüm iddetinin
dört ay on gün olmasıdır. Velev ki kadın hayız görenlerden olsun. Aylarla hesap
edilenlerden olursa evleviyette kalır.
"Köle bile olsa"
Yani hürrenin kocası köle bile olsa demektir.
"Bir Müslümanın
nikâhında bulunsun." Kâfirin nikâhında bulunursa dinlerinde iddet yoksa iddet
beklemez. Nitekim bunu musannıf söyleyecektir.
"Bundan yalnız
hamile hariç kalır." Çünkü hamilenin ölüm için iddeti çocuğunu doğurmasıdır.
Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. Bu karısı hamile iken kocası öldüğüne göredir.
Kocası öldükten sonra iddet içinde hamile kalırsa sahih kavle göre değişmez.
Nitekim yakında gelecektir.
"Temizlik müddeti
uzayana da şâmildir ilh..." Zâhire bakılırsa bu me-selenin yeri temizlik müddeti
uzayan genç kadın meselesidir. Yani talâk için aylarla değil de hayızla iddet
beklemesi hususunda bu onun gibidir. Burada onun zikrine yer yoktur. Çünkü kan
gören kadın ölüm için dört ay on gün bekler. Kan görmeyen ise aylarla bekler.
Hayızlarla beklemiyeceği evleviyette kalır. Çünkü hayzın vefat iddetinde tesiri
yoktur. Bir de "Bundan yalnız hamile hariç kalır." sözü bu hususta açıktır.
Sonra gördüm ki Rahmetî bunun bir kısmını ifade etmiş. Biz evvelce Sirâc'dan
naklen şârihin bahsettiklerini anlatan sözler arz etmiştik ki şunlardır: Emzikli
bir kadın ilaçla hayız görse hayız günlerinde sarı renkli akıntıyı gördümü
onunla iddet biter. Bu gösterir ki, emzikli kadının hayız görmesi mutlaka
lâzımdır. Velev ki ilâç kullanmakla olsun. Bundan daha açığı Müctebâ'nın şu
sözüdür: "Ulemamızın söylediklerine göre boşanan bir kadının hayzı ârızî yahut
başka bir sebeble gecikirse ya hayzını görünceye yahut hayızdan kesilme çağına
ulaşıncaya kadar iddetli kalır."
METİN
Hayız gören cariye
hakkında talâk veya fesh için îddet iki hayızdır. Zira hayız parçalanmayı kabul
etmez. Hayız görmeyen veya kocası ölen cariye hakkında talâk veya fesh için
iddet hürrenin yarısıdır. Çünkü yarılanmayı kabul eder. Hamile hakkında mutlak
surette velev cariye yahut kitabîyye veya zinâdan doğma olsun -meselâ zînâdan
gebe kalan bir kadın evlenir de kocası onunla cimada bulunduktan sonra ölür veya
onu boşarsa doğurmakla iddeti biter. Cevahiru'l-Fetâvâ- Karnındakinin hepsini
doğurmasıdır. Çünkü hamil bütün karnındakinin adıdır. Bahır'da: "Çocuğun
ekserisinin çıkması bütününün çıkması gibidir." denilmiştir.
İZAH
"Cariye hakkında"
Sözü mutlaktır. Binaenaleyh İmam-ı Azam'a göre hâlis cariye olan karısına,
ümmüvelede, müdebbereye, mükâtebeye ve çalıştırılan cariyeye şâmildir. Cariye
hakkında cima kaydı mutlaka lâzımdır. Bundan yalnız kocası ölen müstesnadır.
Bahır. Karısıdiye kayıdlaması milk-i yeminle cima edilirse iddet lâzım
gelmeyeceği içindir. Yalnız ümmüveled olup efendisi ölür veya âzâd ederse onun
iddeti üç hayızdır. Nitekim yukarıda geçti.
"Zira hayız
parçalanmayı kabul etmez." Yani kölelik yarılayıcıdır. Bunun muktezası cariyeye
bir buçuk hayız iddet lâzım gelmesidir. Lâkin hayız bölünmeyi kabul etmediğinden
iki hayız beklemesi icab eder.
"Talâk yeya fesh
içîn..." Veya nikâh-ı fâsid veya şübheyle cima için iddet hürrenin yarısı
kadardır. Yani talâk ve benzerlerinde "bir buçuk ay ölümde iki ay beş gündür.
"Hamile hakkında"
Yani nikâhtan ise velev ki fâsid nikâhtan olsun ço- cuğunu doğurmasıdır, Zinâdan
hamile kalan kadına ise asla iddet yoktur Bahır.
"Mutlak surette"
Yani iddet ister talâktan, ister ölümden ve ister birbirlerini bırakmaktan ister
şübheyle cimadan lâzım gelsin fark etmez. Nehir.
"Velev cariye" Yani
nikâhlı kadın ister hâlis cariye, ister müdebbere veya mükâtebe yahut ümmüveled
yahut çalıştırılan cariye olsun fark etmez. Bunu Tahtâvî Hindiyye'den
nakletmiştir. Nikâhlının benzeri sahibi ölen veya kendisini âzâd eden
ümmüveleddir. Nitekim Hâkim'in Kâfîsi'nde belirtilmiştir.
"Yahut kitabiyye
olsun." Burada yukardaki gibi Müslümanın nikâhında dememiştir. Çünkü burada
Müslümanın nikâhında olmakla zımmînin nikâhı altında olması arasında fark
yoktur. Nitekim metinde gelecektir.
"Veya zinâdan doğma
olsun ilh..." Hamlin iddette olması da bunun gibidir. Nitekim Kuhistâni ile
Dürr-ü Müntekâ'da beyan olunmuştur. Zâhidî'nin Hâvîsi'nde şöyle denilmektedir:
"İddet bekleyen kadın hamile kalır da doğurursa iddeti onunla biter. İddeti
boşayandan olsun, zinâdan olsun fark etmez. Ondan bir rivâyete göre de zinâdansa
doğurmakla iddeti bitmez. Gebeliği fâsid nikâhtan ise birbirlerini bıraktıktan
sonra doğurduğu takdirde doğurmakla iddeti biter. Terk etmeden önce ise bitmez."
Lâkin az ileride geleceği vecihle sabi olan kocası öldükten sonra hamile kalan
kadın ölüm iddeti bekleyecektir. Şu halde "İddet bekleyen kadın hamile kalırsa"
sözünden murad talâk iddeti bekleyen kadındır. Buna karine sözün bundan
sonrasıdır. Sonra Nehir'de aşağıda gelen mirâs kaçıran meselesinde gördüm ki
şöyle denilmiş: "Bilmiş ol iddet bekleyen kadın iddeti içinde hamile kalırsa
Kerhî'nin söylediğine göre onun iddeti çocuğunu doğurmasıdır. Kerhî tafsilât
vermemiştir. İmam Muhammed'in söylediğine göre bu talâk iddetindedir. Vefat
iddetinde ise hamille değişmez. Sahih kavil budur. Bedâyı'da böyle denilmiştir."
Şübheyle cimadan dolayı iddet bekleyen kadın iddet içinde gebe kalır da sonra
doğurursa iddeti biter." Yine Bahır'da Hâniyye'den naklen: "Kocası ölen bir
kadın ölümden itibaren iki seneden fazlada doğurursa doğumdanaltı ay veya daha
ziyade önce iddeti geçtiğine hükmolunur ve sanki bu kadın iddeti bittikten sonra
başka bir kocaya varmış da ondan gebe kalmış gibi tutulur." denilmiştir.
"Meselâ zinâdan
gebe kalan bir kadın evlenirse ilh..." İfadesi gösteriyor ki, iddet zinâ için
lâzım gelmez. Zira zinâdan hamile kalana aslâ iddet olmadığını evvelce
görmüştük. İddet ancak kocanın ölümü veya boşaması sebebiyle vâcih olur. Rahmeti
diyor, ki: "Hamlin zinâdan olduğu kadının akidden itibaren altı ay geçmeden
doğurmasıyla bilinir."
"Cimada bulunduktan
sonra" Sözü kocası ölmeyenin kaydıdır. Zira yukarıda geçmişti ki, ölüm iddeti
için cima şart değildir. Kadına zifaf ya halvetle yahut haram olmakla beraber
cimayladır. Zira zinâdan gebe kalan kadının nikâhı câiz ise de cima'ı helâl
değildir. Rahmeti. Bu meseleyi Bahır sahibi Bedâyı'dan cima Kaydı olmaksızın
nakletmişlerdir.
"Doğurmakla iddeti
biter." Yani müddet takdiri yoktur. İster talâktan sonra doğursun ister ölümden
bir gün veya bir günden daha az sonra doğursun fark etmez. Cevhere. Hamilden,
murad bazı uzuvları veya bütün âzâsı belli olan çocuktur. Bazısı belli olmazsa
iddet geçmez. Çünkü hamil değişen menînin adıdır. Kan pıhtısı veya et parçası
olmakla değişmez. Yüzde yüz değişmiş olduğu ancak bazı uzuvlarının belli
olmasıyla bilinir. Bunu Muhît'ten Bahır sahibi nakletmiştir. Yine Bahır'da
belirtildiğine göre azânın belli olması ancak yüz yirmi günde olur. Yine
Bahır'da Müctebâ'dan naklen: "Bazı uzuvları belli olan çocukta muteber olan
müddet dört aydır. Uzuvlarının tam yaratılması altı ayda olur." denilmiştir.
Hayız bâbında Bahır sahibinin bunu müşkil saydığını ve: "Müşahedeyle bilinen,
âzânın dört aydan önce meydana gelmesidir. Zâhire bakılırsa murad can
verilmesidir. Çünkü daha önce bu olmaz." dediğini ve meselenin tamamını arz
etmiştik.
"Çünkü hamil
ilh..." İfadesi bütün kelimesini takdir için illettir. Kadın doğurur da karnında
bir çocuk daha kalırsa iddeti kalanın doğması ile biter. Bazı uzuvları belli
olan bir çocuk düşürürse onunla iddeti biter. Çünkü düşen çocuktur. Uzuvları
belli olmamışsa iddeti bitmez.
"Çocuğun
ekserisinin çıkması bütününün çıkması gibidir." Bu söz
"Karnındakinin
hepsini doğurmasıdır" ifadesine aykırıdır. Meğerki hepsini kelimesinden bütün
cüzler değil de bütün ferdler kasdedilmiş olsun. Burada şöyle denilebilir:
"Ancak kadının kocalara helâl olması hususunda müstesnadır." sözü çocuğun
ekserisinin çıkmasıyla iddetinin bitmemesini iktiza eder. Yine burada şöyle
denilebilir: İddeti bitmemiş olsa çocuğun kalan kısmı çıkmadan kadına ric'at
sahih olurdu. Şu halde murad bir vecihten iddet biter, bir vecihten bitmez demek
olur. Onun için Bahır sahibi şöyle demiştir: "Hâruniyat'ta beyan edildiğine göre
çocuğun ekserisi çıkarsa ric'at sahih olmaz. Ama kadın kocalara helâl olmadığını
söylemişlerdir. Çünkü ekserisinin çıkması ric'atın kesilmesihakkında ihtiyatan
bütünü hükmünde tutulmuştur. Kocalara helâl olması hakkında ihtiyatan bütünü
hakkında sayılmamıştır."
METİN
Bu bütün hükümler
hakkında böyledir. Ancak kocalara helâl olması hakkında ihtiyatan ekserisinin
çıkması bütünü yerini tutmaz. Başın çıkmasına itibar yoktur. Velev ki az
kısmıyla beraber olsun. Binaenaleyh başı kesmekle kısas yoktur. Talâk-ı bâinle
boşanan kadının doğurduğu çocuğun başı iki seneden azda, geri kalan uzuvları iki
seneden fazlada çıkarsa nesebi sâbit olmaz. Kadının ölen kocası mürâhik olmamış
küçük çocuk dahi olsa, onun ölümünden itibaren yarım seneden azda doğurursa esah
kavle göre doğurmakla iddet biter. Çünkü hamileler âyeti umumîdir. Sabi öldükten
sonra hamile kalan ve yarım senede veya daha fazlada doğuran hakkında bil
ittifak ölüm iddeti vardır. Çünkü ölüm anında hamilelik yoktur. Her iki halinde
de neseb sâbit olmaz. Çünkü sahibinin menîsi yoktur. Evet, mürâhik sabiden
ihtiyatan nesebin sâbit olması gerekir. Çocuk kadının karnında ölürse dışarı
çıkıncaya kadar yahut kadın hayızdan kesilme haddine varıncaya kadar iddetinin
kalması gerekir. Nehir.
İZAH
"Bu bütün hükümler
hakkında böyledir." Yani ric'atın kesilmesinde ko-dının doğurmasına muallak
talâk veya âzadlığın vukuunda ve kadının nifâslı olmasında böyledir. Sözün
mutlak olması bunu gerektirir.
"Velev ki az
kısmıyla beraber olsun." Bazı nüshalarda az kısmıyla beraber dahi muteber
değildir, denilmiştir ki doğurusu da odur. Bahır'ın ibâresi: "Yalnız başın
çıkması yahut bedenin az kısmıyla birlikte çıkması muteber değildir."
şeklindedir. Bu cümleden önce Bahır sahibi Nevâdir'den naklen bedeni; budlardan
omuzlara kadar olan kısımdır, diye tefsir etmiş. Yalnız başla ve yalnız
ayaklarla beden sayılmayacağını söylemiştir.
"Başı kesmekle
kısas yoktur." Ama diyet vardır. Bahır.
"Nesebi sâbit
olmaz." Nesebinin sâbit olması için başıyla bedeninin yarısı iki seneden azda
çıkmalıdır. Bahır.
"Mürâhik olmamış"
Yani on iki yaşına varmamış demektir. Kuhistânî.
"Esah kavle göre"
ifadesinin mukabili İmam Ebû Yusuf'tan şazz olarak rivâyet edilen ölüm iddeti
bekler sözüdür. Nehir.
"Her iki halinde"
Yani çocuğun ölümünün her iki halinde yahut hamileliğin çocuğun ölümünde bulunup
bulunmaması hallerinde demektir.
"Çünkü sabinin
menîsi yoktur." Binaenaleyh ondan gebe kalması ta-savvur olunamaz. Doğulu bir
adamın batılı bir kadından çocuğunun nesebi sâbit olması akid gebelik
yerinetutulduğu içindir. Çünkü hakikaten tasavvur edilebilir. Sabî bunun
hilâfınadır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir.
"Evet ilh..."
Burada Feth'in ibâresi şöyledir: "Sonra bu çocuğun mürâhik olmaması icab eder.
Mürâhik olursa ondan nesebin sâbit olması gerekir. Meğerki akidden itibaren altı
aydan azda doğurmak suretiyle mümkün olmasın." Bahır sahibi: "Onun için Hâkim-i
Şehid Kâfî'de bu meseleyi çocuk süt emerse diye tasvir etmiştir." diyerek
teyidde bulunmuştur. Şübhesizki rivâyetin mefhumu mu'teberdir.
"Hayızdan kesilme
haddine varıncaya kadar iddetinin kalması gerekir." Yani o zaman kadın aylarla
iddet bekler. Burada şöyle denilebilir: Bu söz Teâlâ Hazretlerinin: "Hamilelerin
iddeti çocuk doğurmakla biter."âyet-i kerîmesine aykırıdır. H.
Ben derim ki: Şeyh
Hayreddin'in Bahır hâşiyesinde şöyle denilmektedir: "Çocuk varken iddet
bitmiştir demenin bir mânâsı yoktur. Çünkü rahim çocukla meşguldür." Şâfiîlerin
kitablarında böyle denilmiştir. Remlî Minhâc şerhinde şunları söylemiştir:
"Çocuk ölür de dört seneden fazla ana karnında kalırsa onu doğurmadıkça iddet
bitmez. Çünkü âyet umumîdir. Nitekim pederim de bununla fetva vermiştir. Kadının
bundan zarar görmesine bakılmaz." İbn-i Kâsım da şerhü'l-Menhec hâşiyesinde
şöyle demiştir: "Üstadımız Tablâvî diyor ki: Zamanınız uleması iddetin bitmesi
çocuğun çıkmasına bağlıdır diye fetva verdiler. Ben diyorum ki: Çıkacağından
ümid kesilirse bağlı değildir. Çünkü kadın kocaya varmaktan men edilmekle zarar
görecektir. Bizim kaidelerimizde Şâfiîlerin sözünü def eden bir şey yoktur. Bunu
bil! Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Bununla anlaşılıyor ki, "Hayızdan
kesilme haddine varıncaya kadar" sözünden murad çocuğun çıkmasından ümidi
kesmektir. Acaba bundan hamilelik müddetinin sonu mu kasdediliyor -ki Şafiîlere
göre dört, bize göre iki senedir- yoksa bundan daha umumî bir mânâ mı murad
edilmektedir? İkisine de ihtimal vardır. Cemaatın kavliyle amel gerekir. Çünkü
bu kavil âyetin sarahatına uymaktadır.
METİN
Mirâs kaçıranın
karısı hakkında talâk-ı bain için iddet -şayet kadın iddet beklerken kocası
ölürse- ihtiyatan vefat iddetiyle talâk iddetinin uzun olanıdır. Meselâ ölümden
itibaren dört ay on gün bekler. Bunun içinde talâktan itibaren üç hayız da
vardır. Şümunnî. Ama bu ifadede kusur vardır. Çünkü kadın bu muddet zarfında
hayız görmezse ondan sonra üç hayız iddet bekler. Hatta temizlik müddeti uzun
sürerse iddeti hayızdan kesilme çağına kadar devam eder. Talâk-ı bâinle
kayıdlaması şundandır: Çünkü talâk-ı ric'î ile boşanan kadın için bil ittifak
ölüm iddeti vardır. Talâk-ı bâin ve ölüm iddetinde değil de talâk-ı ric'î
iddetinde âzâd edilen bir cariye hakkında iddet hürre iddeti gibi
tamamlamasıdır. Bunlardan birinde yani bâin veya ölüm iddetinde âzâd edilirse
cariye iddeti gibi tamamlar. Çünkü talâk-ı ric'îde nikâh bâkîdir, diğerlerinde
değildir. Bazen iddet altıya intikal eder. Nikâhlı küçük cariye gibi ki, talâk-ı
ric'î ile boşanır da bir buçuk ay iddet bekledikten sonra hayzını görürse iddeti
iki hayız olur. Ondan şonra âzâd edilirse üç hayız olur. Sonra temizlik müddeti
hayızdan kesilme çağına kadar uzarsa iddeti aylarla olur. Tekrar kan görürse
iddeti hayızla olur. Sonra kocası ölürse iddeti dört ay on gün olur.
İZAH
"Mirâs kaçıranın
karısı hakkında" Sözünden murad ölüm hastalığında karısının rızası olmadan onu
talâk-ı bâinle boşamasıdır. Böylesi mirâs kaçıran olur. Kendisi kadının iddeti
içerisinde ölürse İmam-ı Azam'la İmam Muhammed'e göre kadın iki iddetin uzun
olanını bekler. Ebû Yusuf buna muhâliftir. Zira talâkla nikâh bağı hakikaten
kesilmişse de mirâs hakkında hükmen bâkîdir. Binaenaleyh talâk iddetiyle vefat
iddeti ihtiyaten biraraya getirilir. Tamamı Fetih'dedir.
Ben derim ki: Bu
adam hastalığı esnasında karısını onun rızasıyla bâin olarak boşarsa mirâs
kaçıran olmayıp kadın yalnız talâk iddeti bekler. Bu açıktır ve fetva vakasıdır.
Bellenmelidir. Şu suret dahi hariçtir: Bu adam sağlam İken karısını talâk-ı
bâînle boşar da sonra ölürse kadının iddeti intikal etmez ve bil ittifak ondan
mirâsçı olamaz. Bunu Fetih sahibi açıklatmıştır. Çünkü bu adam mirâs kaçıran
değildir.
"Şayet kadın iddet
beklerken kocası ölürse" Bu kocası ölmeden üç hayız görmediğine göredir. O
ölmeden üç hayız görürse iddeti bitmiş olur ve bu meseleye dahil olmaz. Çünkü
iddet bitmeden kocası ölmezse kadına mirâs yoktur. Bu mesele düşüncesizlikten
dolayı zamanımızın bazı Hanefilerine müşkül görünmüştür.
Bahır.
"Bu ifadede kusur
vardır." Çünkü "Bunun içinde üç hayız da vardır." sözü üç hayzın veya bir
kısmının mutlaka dört ay on gün zarfında bulunmasını iktiza eder.
"İddeti hayızdan
kesilme çağına kadar devam eder." Hayızdan kesilme çağına vardımı artık iddetini
aylarla bekler. Nitekim bunu da Fetih sahibi açıklamıştır.
"Talâk-ı bâinle
kayıdlaması şundandır." Bu meselenin hâsılı şudur:
Bir adam sağlam
veya hastayken karısını boşar da kadın iddet beklemeye başlarsa, iddet içinde
adam öldüğü takdirde kadının iddeti bil ittifak ölüm iddetine döner. Çünkü kadın
onun karısıdır ve ona mirâsçı olur. Fakat iddet bitmişse onun karısı değildir.
Bu adamın ölmesiyle kadına bir şey vâcib olmaz. Ona mirasçı da olamaz. Kezâ
sağlamken talâk-ı bâinle boşar da sonra kadın iddet beklerken ölürse hüküm yine
budur. Nitekim geçmişti. Sonra aşikârdır ki, bu kadın hastalığı esnasında
talâk-ı bâinle boşayıp iddeti içinde öldüğü takdirde mirâs kaçıranın karısı
olur. Talâk-ı ric'î ile boşamışsa ona bu hüküm verilemez. İmdi musannıfın Kenz
ve diğer kitablara uyarak; "Talâk-ı ric'î ile boşanan kadın İçin" sözünü
"talâk-ı bâiniçin" sözü üzerine atfetmesi mirâs kaçıranın karısı bazen bâin,
bazen ric'î talâkla boş düşeceğini gerektirir. Halbuki talâk-ı bâinle boşanırsa
kadın iki müddetin uzun olanını iddet bekleyecektir. Bu yukarıda geçti. Buradaki
ise ric'î talâkla boşanmasının hükmüdür. Şübhesizki talâk-ı ric'î ile boşanan
kadına mirâs kaçıranın karısı denilirse bundan bir takım bâtıl lâzımlar doğar.
Bunları Şürunbulâlî zikretmiş ve bu hususta bir risale telif ederek bu îhamın
bir çok kitablarda yapıldığını söylemiş, onun hata olduğuna hüküm vermiştir.
Şübhesiz burada mirâs kaçıranın karısı üzerine atıfta müsamahadan başka bir şey
yoktur. Onu da musannıf anlaşıldığına itimad ederek kısaltmak için yapmıştır.
İddet içinde erkeğin ölümü kaydını koymaktan kurtulmak istemiştir.
"Hürre iddeti gibi
tamamlamasıdır." Sözüyle musannıf bu kadına yeniden başlayarak hürre iddeti
vâcib olmadığına İşaret etmiştir. Bilâkis onun iddeti hür kadınların jddetine
intikal eder ve geçmişin üzerine bina ederek üç hayzı yahut hayız
görmeyenlerdense üç ayı tamamlar.
"Ric'i iddetinde
âzâd edilirse" Demesi gösteriyor ki, âzâd edilmesi kocasının boşamasından
sonradır. Çünkü önce olsa kadına baştan hürre iddeti lâzım gelir ve bu iddet
âzâdlık iddeti değil talâk iddeti olur. Zira bu kadın onun ümmüveledi olup
başkasının nikâhlısı iken efendisi onu âzâd ederse iddet beklemesi gerekmez.
Zira yukarıda da geçtiği gibi kendisine haramdır. İddetin bâkî olduğunu da ifade
eder. Zira efendisi onu iddeti bittikten sonra âzâd etse yahut ölse üç hayız
beklemesi lâzım gelir. Çünkü onun firâşına dönmüştür. Nitekim Cevhere'den
anlaşılmaktadır.
"Cariye iddeti gibi
tamamlar." Yani ya iki hayız, ya bir buçuk veya iki ay beş gün iddet bekler.
İddeti hür kadın iddetine dönmez. Kuhistânî.
"Çünkü talâk-ı
ric'îde nikâh bâkîdir." Sözü farkı beyandır. Fark şudur: Talâk-ı ric'îden sonra
nikâh her vecihle bâkîdir. Azad etmekle kocasının onun üzerindeki milkini
tamamlamış olur. Kâmil milkde iddet şeran üç hayızla takdir edilmiştir. Talâk-ı
bâinden veya ölümden sonraki bunun hilâfınadır.
"Bazen iddet altıya
intikal eder." Bunu altı yapması kendisinden intikal edeni itibara aldığı
içindir. Yoksa intikaller beştîr. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
"Talâk-ı ric'î ile
boşanır da" Diye kayıdlaması azâd edilmek ve ölmekle intikali mümkün olsun
diyedir. Bu cihet Miskîn hâşiyecisine gizli kalmıştır. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
"Hayzını görürse"
Yani iddet tamam olmadan görürse demektir. Ondan sonrakiler hakkında dahi aynı
şey söylenir. T.
"Üç hayız olur."
Yani hür kadınların iddetine intikal eder. Zira bildiğin gibi onun talâkı
ric'îdir.
"İddeti aylarla
olur." Hayız görmezden önce küçüklük halinde geçirdiği günler itibara alınmaz.
T.
"Tekrar kan
görürse..." Gebe kalması da öyledir. Şârih bunu da söylemiş olsaydı misâl
iddetin bütün nevilerini içine almış olurdu. İddet hayızla aylarla ve doğurmakla
olmak üzere üç nevidir. Lâkin kocası ölürse doğurmakla biten iddeti bâkîdir,
aylara intikal etmez.
"İddeti hayızla
olur." Sözü aşağıda gelen kavillerden birine mebnîdir.
"İddeti dört ay on
gün olur." Çünkü talâk-ı ric'î iddetini beklemektedir. Böylesine ölüm iddeti
vardır. Nitekim geçmişti.
Ben derim ki: Bu
misâl küçük kızın, büyük kadının, cariyenin, hürrenin, hayız görenin, hayızdan
kesilenin, boşananın, kocası ölenin ve âzâd olanın iddetlerine şâmildir. Bir de
onuncu ziyade edilir ki, o da söylediğimiz vecihle gebenin iddetidir.
METİN
Hayızdan kesilen
bir kadın aylarla iddet bekler de sonra eski âdeti vecihle tekrar kan görür veya
başka bir kocadan gebe kalırsa iddeti bâtıl, nikâhı fâsid olur. Yeniden hayızla
iddet bekler. Çünkü halef olmanın şartı asıldan ümidin kesilmesidir. Bu ölüme
kadar devam eden aczle olur. Zâhir rivâyet budur. Nitekim Gâye'de beyan
edilmiştir. Hidâye sahibi de bunu ihtiyar etmiştir. Binaenaleyh onunla amel
taayyün eder. Bunu Bahır sahibi sahihlenen altı kavli hikâye ettikten sonra
söylemiş, musannıf da ikrar etmiştir. Lâkin Behensî Şehid'in İhtiyar ettiğini
tercih eylemiştir ki şudur: Kadın kanı dört ay tamamlamadan görürse iddete
yeniden başlar. Tamamladıktan sonra görürse başlamaz.
Ben derim ki:
Sadru'ş-Şeria'nın ve Molla Hüsrev'le Bâkânî'nin ihtiyar ettikleri de budur.
Musannıf hayız bâbında bunu ikrar etmiştir. Bu kavle göre nikâh câizdir. Kadın
gelecekte hayızla iddet bekler. Nitekim Hulâsa sahibiyle başkaları bunu
sahihlemişlerdir. Cevhere ile Müctebâ'da beyan edildiğine göre sahih ve muhtar
olan kavil budur. Fetva buna göredir. Kudûrî'nin Tashihi'nde: "Bu sahihleme
Hidâye'nin sahihlemesinden daha iyidir." denilmiştir. Nehir'de ise rivâyetlerin
en doğrusu bu olduğu kaydedilmektedir. Tamamı Mültekâ üzerine yazdığım
hâşiyededir.
İZÂH
"Sonra tekrar kan
görürse" Yani aylarla beklerken yahut aylar geçtikten sonra tekrar kan görürse
demektir. Buna delil: "Yahut başka bir kocadan gebe kalırsa" demesidir. Çünkü
başka kocadan gebe kalması ancak aylar geçtikten sonra olur. Mukabili de buna
delâlet eder. Bundan murad: "Lâkin Behensî ilh..." sözüdür. H.
"Sonra eski âdeti
vecihle" Sözünün muktezası âdetin kendisini itiba-ra almaktır. Kavillerden biri
bu ise de mu'temed değildir. Böyle diyeceğine âdete göre dese daha iyi olurdu.
Nitekim Hidâye sahibi öyle yapmıştır. Bahır sahibi diyor ki: "Ulema âdete göre
kanı görürse sözünün mânâsın-da ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre bunun
manâsı akıcı ve çok ise de-mektir. Bukadının az bir ıslaklık görmesinden ihtiraz
içindir. Bir takımla-rına göre bu sözün mânâsı hem yukarda söylenen, hem de
kanın kırmızı veya kara olmasıdır. Sarı, yeşil veya toprak rengi olması
değildir. Bu sözün mânâsı cari âdete göre olmaktır diyenler de vardır. Hatta
hayızdan kesilmezden önce kadının âdeti sarı renkli görmek olur da yine böyle
gö-rürse bozulur. Fetih'de böyle denilmiştir." Mi'raçta fetvanın birinci kavle
göre olduğu açıklanmıştır. Sonuncusu şârihin söylediğidir.
"Çünkü halef
olmanın şartı" Yani ayların hayıza halef olması asıldan ümidin kesilmesiyledir.
Asılla amel imkânı kalmazsa halefe ancak o za-man gidilir. Geçkin ihtiyar
hakkında fidye vermek bu kabîldendir. Bedele gelince: O mestler üzerine mesh
gibidir ki, bu söylediğimiz onda şart de-ğildir. Bunu Tahtâvî
söylemiştir.
"Sahihlenen altı
kavil"den birincisi: Mutlak surette bozulmasıdır. Hidâye sahibi bunu ihtiyar
etmiştir.
İkincisi: Mutlak
surette bozulmamasıdır. İsbîcâbî bunu ihtiyar etmiştir.
Üçüncüsü: Aylarla
iddet tamam olmadan kanı görürse bozulması, ta-mam olduktan sonra görürse
bozulmamasıdır, Sadru'ş-Şehid bununla fet-va vermiştir. Müctebâ'da sahih ve
fetva için muhtar olan budur denilmiştir.
Dördüncüsü:
Hayızdan kesilmek için mukadder zaman yoktur rivâye-tine göre bozulmasıdır.
Zâhir rivâyet budur. Mesele ancak kadının zannı-na göre sâbit olmuştur. Hayız
görünce hata ettiği anlaşılmıştır. Hayızdan kesilmenin mukadder zamanı vardır
rivâyetine göre bozulmaz. İzâh sahibi bunu ihtiyar etmiş, Hâniyye sahibi yalnız
bunu söylemekle yetinmiş, Ku-dûrî ile Cessâs kesinlikle buna kâil olmuşlardır.
Bedâyı sahibi de bunlarla beraberdir.
Beşincisi: Kadının
hayızdan kesildiğine hüküm verilmemişse bozulur, verilmişse bozulmaz diyenlerin
kavlidir. Meselâ karı-kocadan biri nikâhın fâsid olduğunu İddia eder de bunun
sahih olduğuna hüküm verilirse bo-zulmaz. Muhammed b. Mukatil'in kavli budur.
İhtiyar sahibi bunu sahih bulmuştur.
Altıncısı: Gelecek
hakkında bozulur ve kadın ondan sonra boşanırsa ancak hayızlarla iddet bekler.
Geçmiş hakkında bozulmaz. Binaenaleyh aylarla iddet bekledikten sonra yapılan
nikâhlar fâsid değildir. Nevâzil sahibi bunu sahihlemiştir.
"Bu kavle göre
nikâh câîzdir." Çünkü ancak dört ay tamam olduktan sonra yapılmaktadır.
Binaenaleyh şartı mevcud olduğu içîn muteber sayılır. Şartı hayızdan
kesilmektir. Sebebi de mevcuddur. Sebebi ekseriyetle hayzın sona erdiği müddette
kanın kesilmesîdir. Bundan murad elli beş yaştır. Kadın gelecekte ancak
hayızlarla iddet bekler. Çünkü mutad kan tahakkuk etmiştir. O da kanın ferçten
çıkması ve bir bozukluktan neş'et etmeyip mutadvecihle gelmesidir. Her ne zaman
hayızdan kesilme tehakkuk ederse hükmü de tehakkuk eder. Hayız tehakkuk ederse
onun hükmü de tehakkuk eder. Kanın kesilmesinîn bu halînde ölünceye kadar
devamını şart koşmak içîn ise bir delil yoktur. Bazen bir şeyden ümid kesildiği
tehakkuk eder de sonra o şey bulunur. Tamamı Fetih'dedir. Gördüğün gibî bu dahi
bu kavil tercihtir.
METİN
Küçük bir kız
aylarla iddet tamam olduktan sonra hayız görürse yeniden iddet beklemez. Meğerkî
aylarla beklerken hayız görmüş olsun. O zaman yeniden hayızla iddet beklemeye
başlar. Nasıl ki bîr veya İkî hayız gören sonra hayızdan kesilirse îddeti
yenîden aylarla bekler. Bu asılla bedeli bir yere getirmekten korunmak İçindir.
Hayızdan kesilmenin senesi rumîyye içîn olsun başka kadın için olsun Cumhura
göre elli beş senedîr. Fetva buna göredir. Bazıları fetvanın elli sene üzerine
olduğunu söylemişlerdir. Nehîr. Bahır'da Câmi'den naklen: "Küçük bîr kız otuz
yaşına varır da hayız görmezse kesildiğine hüküm verilir."
denilmiştir.
İZAH
"Yeniden iddet
beklemez." Çünkü hayızla daha önceden kendisinin hayız görenlerden olduğu
anlaşılmamıştır. Hayızdan kesilen bunun hilâfınadır. T.
"Aylarla beklerken"
Yani tamam olmadan velev bîr saat önce olsun hayız görürse iddete yeniden
hayızla başlar.
"Sonra hayızdan
kesilirse" Yani iki hayız gördükten sonra kesilme Çağına varır da kanı kesilirse
demektîr. Fetih.
"Rumîyye için olsun
başka kadın için olsun elli beş senedir." Bazıları rumîyye için elli beş, başka
kadın için altmış sene olduğunu söylemişlerdir. Mutlak surette altmış sene
olduğunu söyleyenler olduğu gibi yetmiş senedir diyenler de vardır. Zâhir
rivâyete göre bu hususta takdir yoktur. Kadın emsalinin hayız görmediği yaşa
varmakla hayızdan kesilmiş olur. Bu çalışmakla, bedenin terkibi hususunda
birbirine benzemekle, semizlik ve zayıflıkla bilinir. Bunu Bahır'dan Halebî
nakletmiştir. Kuhistânî'de otuz sene olduğunu söyleyenler de vardır denilmiştir.
"Bazıları fetvanın
elli sene üzerine olduğunu söylemişlerdir." Kuhistânî: "Bugün bununla fetva
verilir. Nitekim Mefatih'de belirtilmiştir." demektedir.
"Bahır'da Câmi'den
naklen ilh..." İfadesi otuz seneyle takdir edilen kavle göre söylenmiş olabilir.
Lâkin hayız görmemişse demesi gösterîyor ki, evvelden hiç hayız görmemiştir.
Böylesi yaşla bulûğa eren genç kadındır. Hükmü evvelce geçmişti. Bunu
Tatarhâniyye'nin Yenâbi'den naklettiği şu ifade de te'yid etmektedir: "Bir kadın
meselâ otuz yaşına varır dahâlâ hayzını görmezse, yalnız bir gün kan görüp başka
görmeden kocası boşadığı takdirde bu kadın hayızdan kesilmiş değildir. Ebu Cafer
aylarla iddet bekleyeceğini söylemiş: "Çünkü bu kadın hayız görmeyenlerdendir.
Biz bu kaville amel ederiz." demiştîr.
T E N B İH: Küçük
bir kız büyüdükten sonra: Ben bulûğa erdim demekle sözü kabul edildiği gibi, ben
hayızdan kesilme çağına ulaştım demekle acaba sözü kabul edilir mi, yoksa
mutlaka beyyine mi lâzım gelîr? Ulemamızdan bunu açıklayan kimse görmedim. Bir
müddetle takdir edilir rivâyetine göre kabul edilmesi gerekir. Takdir edilmez
rivayetine göre işe muteber olan re'yin içtihadıdır. Nitekim yukarıda geçti.
TETİMME: Manzume-I
Nesefiyye şerhi Hâkâyık'ta imam Mâlik bâbında şöyle denilmiştir: "Bize göre
kadın hayızdan kesilme çağına varmadıkça aylarla iddet beklemez. Bunun haddi
elli beş senedir. Muhtar olan budur. Lâkin bu müddette hayızdan kesildiğine
hükmetmek için uzun bir müddet kanın kesilmesi şarttır. Esah kavle göre bu altı
aydır. Sonra acaba altı ay kesilmenin kesîlme müddetinden sonra olması mı
şarttır? Esah kavle göre bu şart değildir. Hatta hayızdan kesilme müddetinden
önce kan gelmez olsa, sonra kesilme müddeti tamam olarak kocası boşasa hayızdan
kesîldiğine hüküm olunur ve kadın üç ay iddet bekler. Şifa'nın hayız bahsinde
yazılan budur. Bu bellenecek bîr İnceliktir." Bu ibareyi şihab Ahmed b. Yunus
eş-Şilbî Kenz üzerine yazdığı şerhde Allâme Bâkir'in yazısından nakletmiş, fakat
kîmseye nisbet etmemiştîr. Tahtâvî onu Sey-yid Hamevî'den nakletmiştir.
METİN
müveledin hayızdan
kesilen ve hamile olanından maadasının iddetleri ölüm müveledin hayızdan kesilen
ve hamile olanından maadasının iddetleri ölüm yani cima edenin ölümü; ve
ayrılmak, birbirini terk etmek gibi ölümden başkaları için hayızdır. Çünkü
böylelerin iddeti rahmin temizliğini bilmek içindir. Bu hayızla olur ve
ihtiyatan bir hayızla iktifa edilmez. Bâtıl nikâhda ve kezâ icaze vermeden önce
mevkuf nikâhta iddet yoktur. İhtiyar. Lâkin doğrusu iddet ve neseb sabittir.
Bahır. Başkasının karısı ile onun halini bilmeden evlenmek şübheyle cimadan
sayılır. Nitekim gelecektir. Şübheyle cima edilen kadın ilk kocasıyla
oturabilir. İddet içinde onun izniyle dışarı çıkar. Çünkü aralarında nikâh
mevcuddur, Yalnız cima haram olmuştur. Hatta kadının nafakası ve giyeceği o
adama lâzımdır. Bahır. Yani kadın bilmez ve razı olmazsa demek istiyor. Nitekim
gelecektir. Müdebbere ile âzâd edilen cariyeye iddet yoktur. Hayızdan kesilenle
hamilenin iddetleri ise birincinin aylarla, ikincinîn doğurmakla biter.
İZAH
"Fâsid nikâhla
alınan ilh..." Cümlesine hâcet yoktur. Çünkü musannıfın evvelce geçen: "Kezâ
efendisi ölen veya âzâd eden ümmüveledin, şübheyle yahut nikâh-ı fâsidle
cimaedilen kadının ölüm ve ayrılma hallerinde iddetleri üç hayızdır." ifadesi
buna hâcet bırakmamıştır. Şu da var kî, buradaki sözü nikâh-ı fâsidde velev ki
cimadan önce olsun iddet vâcib olacağı vehmini vermektedir. Halbuki öyle
değildir. Fâsîd nikâhta iddet ancak halvette hatta önden cimayla vâcib olur.
Nitekim mehir bâbında geçmişti.
Fâsid nikâh
şahidsiz kıyılan nikâhdır. Evli olduğunu bilmeyerek başkasının karısını nikâh
etmek, helâl olmadığını bildiği halde haram kadınla evlenmek İmam-ı Azam'a göre
fâsid, İmameyn'e göre fâsid değildir. Fetih.
"Şübheyle cima
edilen kadın" Kocasından başkasının yanına zifaf olunan ve geceleyin erkeğin
döşeğinde bulup şübhe iddia ettiği kadın gibidirler. Fetih'de böyle denilmiştir.
Nehir sahibinin inceleme neticesi ifade ettiğine göre fetvası sorulan şu kadın
da bu nev'idendir: Bir kimse bir cariye satın alır da onunla cimada bulunur;
sonra kadın aslının hürre olduğunu isbat ederse ne olur? Bu zâhirdir. Bir
kimsenin boşayıp iddet beklemekte olan karısıyla şübhe ederek cimada bulunması
da bu kabîldendir ve ileride gelecektir. Şâfiî kitablarındaki şu mesele de
öyledir: Kadın kocasının veya efendisinin menîsi zannederek fercine bir menî
akıtırsa şübheyle cima edilen gibi iddet beklemesi lâzım gelir. Bahır sahibi
diyor ki "Ben bunu bizim ulemamızdan bir yerde görmedim. Ama kaideler buna
aykırı değildir. Çünkü iddetin vâcib olması rahimin temizliğini bilmek içindir."
"Cima edenin ölümü"
Yani her üç meselede üç hayızdır. Hayız gör-meyenlerdense aylarla yahut
doğurmakla iddet bekler. Bu gösterir ki, yukarda arz ettiğimiz gibi cimasız
nikâh-ı fâsidde iddet yoktur. Son meseledeki cima edenden murad cariyenin ölen
veya âzâd eden efendisidir. Fakat cimada bulunan kocası ise iddeti nikâhlı
cariye iddetidir.
"Çünkü böylelerin
iddeti ilh..." Cümlesi bir suale cevabdır. Sual şudur: Bunların iddetleri neden
hayızla olmuş da haklarında vefat iddeti itibara alınmamıştır? T.
"Rahimin
temizliğini bilmek içindir." Yani rahimde çocuk olmadığını bilmek îçindir. Yoksa
nikâhın hakkını ödemek için değildir. Zira sahih yoktur. Maruf olan hayızdır.
Bir hayızla yetinmemesi nikâh-ı fâsid ihtiyaten sahih nikâhla katıldığı içindir.
"Bâtıl nikâhda
Iddet yoktur." Burada şöyle denilebilir: Nikâhın fâsîdi ile bâtılı arasında fark
yoktur. Satış bunun hilâfınadır. Lâkin Bahır'da Mücteba'dan naklen şöyle
denilmektedir: "Şâhidsiz nikâhta olduğu gibi ulemânın cevazında ihtilâf
ettikleri her nikâhta cima iddet beklemeyi icab eder. Başkasının nikâhlısını ve
iddet bekleyen karısını nikâh etmeye gelince: Burada şayet kadının başkasına aid
olduğunu bilirse cima iddeti icab etmez. Çünkü bunun câiz olduğunu söyleyen
yoktur. Binaenaleyh asla mün'akid olmamıştır. Bu izaha göre iddet hususunda
nikâhın fasidi ile bâtılı arasında fark vardır. Onun içindir ki, haram olduğunu
bilerek aldıysa had vurmak vâcib olur. Çünkü zinâdır. Nitekîm Kınye ve diğer
kitabtardabildirilmiştir."
Ben derim ki: Buna
göre helâl olmadığını bilerek haram bir kadınla evlenmek müşküldür. Bu bildiğin
gibi fâsîddir. Bununla beraber Müslümanlardan hiç kimse caiz olduğunu
söylememiştîr. Mehir bâbında geçmîşti kî, fâsid nikâhta cima' hem îddeti hem
nesebin sübutunu icab eder. Bahır sahibi orada buna misâl olarak şâhidsiz
evlenmeyi, iki kız kardeşi bir nikâhla olmayı, karısının iddetînde onun kız
kardeşiyle evlenmeyi, dördüncü kadının iddeti içinde beşinci iIe evlenmeyi ve
hür kadın üzerine carîye ile evlenmeyi göstermişdi.
"İhtiyar..." Bu
sözün bir mîsli de Muhît'tedir. Orada: "Çünkü bunda neseb sabit olmaz. Zira
mevkuftur. Onun hakkında mün'akid değildir. Binaenaleyh milk şübhesinin tesiri
yoktur." şeklinde illetlendîrilmiştir.
"Lâkin doğrusu
ilh..." Zeylaî nikâh-ı fâsidde şunu nakletmiştir: "Aslın dâvâ bahsinde
zikrolunduğuna göre bir kadın velisinin izni olmadan evlenir de kocası
kendisiyle cimada bulunarak altı ayda bir çocuk doğurursa çocuğu hem mevlâsı hem
kocası iddia ettiği takdirde çocuk kocasının oğlu olur. İmam Muhammed bunu cima
vaktinden değil nikâh vaktinden saymıştır. Hilâftan da bahsetmemiştir. Hulvânî
bu meselede nikâh-ı fâsidde bizzat akidle firâş mün'akid olduğuna delil olduğunu
söylemiştir. Bazılarının: Firâş ancak cimayla mün'akid olur demeleri bunun
hilâfınadır." Bu nikâh-ı fâsidde nesebin sübut bulacağı hususunda açıktır.
İddetin vâcib olması da ona bağlıdır. şu halde Muhît ve İhtiyar'ın ifadeleri
yanlıştır. Bahır.
Ben derim ki: Lâkin
bunun karşısında ulemanın: Nikâh-ı fâsidde ancak mehr-i misil ve iddet cimayla
vâcib olur. Mücerred akid ve halvetle vâcib olmaz. Çünkü bu halvette cimaya
imkân bulamadığı içîn o fasiddir. Hayızlı kadınla halvette bulunmak gibidir,
cima yerini tutamaz diye acıklamaları müşkil kalır. Nitekim bunu Fetih ve Bahır
sahibleriyle başkaları mehir bâbında açıklamışlardır. Meğerki firâşın bizzat
akidle mün'akid olması sadece nesebe nisbetledir. Çünkü çocuğu ihya için onun
isbatında ihtiyat gösterilir, denilsin. Sonra bilmelisin ki, Bahır'da
zikredildîğine göre altı ay olan neseb müddeti îmam Muhammed'e göre cima
vaktînden İtibar edilir. Fetva da buna göredir. Çünkü nikâh-ı fâsid cimaya sebeb
değildir. Akdi cima yerine saymak İse akid cimaya sebeb olduğu içindir.
Şeyhayn'a göre sahih nikâha kıyasen müddetin başı akid zamanından itibar olunur.
Ulema İmam Muhammed'in kavliyle fetva vermişlerdir. Çünkü zikrî geçen kıyas
sahih değildir. Hilâfın faydası kadın akid zamanından itibaren altı ayda cima
vaktinden ise altı aydan daha azda çocuk doğurduğu zaman görülür. Çünkü müftâbih
kavle göre çocuğun nesebi sâbît olmaz. Bunu öğrendikten sonra ihtiyar ve
Muhît'in ifadelerini İmam Muhammed'in kavline yorumlamak ve: "Nesebin sâbit
olmamasından murad cima zamanından itibaren altı aydan daha azda
doğurduğunagöredir. Velev ki akid vaktinden itibaren altı aydan fazla geçmiş
olsun." demek mümkündür. Yukarıda Zeylaî'den nakledilen söz de Şeyhayn'ın
kavline yorumlanır. Buna delil meselenin evlendiğinden itibaren altı ayda
doğurduğuna göre farz edilmesidir. Cima vakti itibara alınmamıştır. Sözün tamamı
buna karinedir. Şübhesiz ki aralarını bulmak hatadan evlâdır.
"Başkasının karısı
ile evlenmek şübheyle cimadan sayılır." Nehir sahibi diyor ki: "Semerkandî'nin
şerhinde başkasının nikâhlısı şâbheyle cima edilen kadından sayılmıştır. Çünkü
şöyle denilmiştir: "Yani milk veya akid şübhesiyle cîma etmiştir. Adamın yanına
karısından başkası zifaf edilmiştir. O da onunla cîmada bulunmuştur. Yahut
başkasının nikâhlısıyla evlenmiş de kadının halini bilmemiştir. Bilirsin ki bu
fâsid nikâhla alınan kadına hâcet bırakmamayı gerektirir. Çünkü şübhesiz bu
kadın da akid şübhesiyle cima edilmiştir. Hatta o buna başkasının nikâhlısından
evlâdır. Zira nikâhta şehâdetin şart kılınması ulema arasında ihtilâflıdır.
Başkasının nikâhından ayrılmak bunun hilâfınadır." Bunu görünce anlarsın ki,
şârih Semerkandî şerhindeki ifadeye muhâlif değil ona tâbi olmuştur. Çünkü
muhalefet kasdetse başkasının karısı ile evlenmek meselesini nikâh-ı fâsidle
alınan kadından sonra zikretmesi lâzım gelirdi. Şübheyle cima edilenden sonra
zikretmezdi. Ama Semerkandî nâmına şöyle cevap vermek mümkündür: O nikâh-ı
fâsidle almayı mahalliyyet bulunduktan sonra sıhhat şartı bulunmayan nikâha
yorumlamıştır. Nasıl ki muvakkat nikâh ile şâhidsiz nikâh böyledir. Başkasının
nikâhlısına gelince: O nikâha mahal değildir. Çünkü bir şey üzerinde bir anda
iki milkin bir araya gelmesi mümkün değildir. O halde akid fâsid milke tesir
etmemiştir. O ancak şübhenin bulunmasına tesir etmîştir. Şârih Nehir sahibine
çok tâbi olur. İhtimal burada bu söylediğimize işaret için ona muhalefette
bulunmuştur.
"Nitekim
gelecektir." Bâbın sonunda metinde gelecektir.
"Yani kadın bilmez
ve razı olmazsa demek istiyor" Bu ifade dahi Ba- hır'da mevcuddur. Bahır sahibi
buna Hâniyyenîn şu sözüyle şâhid getirmiştir: "Nikâhlı bir kadın bir adamla
evlenir de onunla cimada bulunarak sonra araları ayrılırsa iddeti içinde
nafakası ilk kocasına vâcib olmaz. Çünkü kadına iddet vâcib olunca o kaçak
sayılır." Nitekim fer'î meselelerden önce gelecektir.
"Müdebbere ile âzâd
edilen cariyeye iddet yoktur" Âzâd edilen cariye yerine sadece cariye demesi
münasip olurdu. Bahır'da şöyle denilmiştir:"Ümmüveled diye kayıdlaması müdebbere
ile cariyeye âzâd edildikleri veya sahibleri öldükleri vakit bil ittifak iddet
olmadığındandır. Nitekim bunu isbîcâbî söylemiştir." Yani şârihin dediği gibi
bunların firâşı yoktur demek istemiştîr.
METİN
İçerisinde
boşandığı hayızda bil ittifak iddet yoktur. İddet bekleyen bir kadın-
velevkiboşayanın iddetinî beklesin- şübheyle cima edilirse ikinci bir iddet
beklemesi vâcib olur. Çünkü sebeb yenilenmiştir. Ama iki iddet iç içe girerler.
Görülen hayız her ikisinden sayılır. Birinci iddet biterse kadının ikinciyi
tamamlaması gerekir. Aylarla yahut vefat iddetini bekler de hem aylarla hem
hayızla iddet beklerse hüküm yine budur. Musannıf; "Görülen hayız her ikisinden
sayılır." sözünü atsaydı hem her ikisine hem de hâile şâmil olurdu. Hâil (gebe
olmayan kadın) gebe kalırsa iddeti çocuk doğurmakla biter. Bundan yalnız vefat
iddeti bekleyen müstesnadır. O hamile kalmakla iddeti değişmez. Nitekim
geçmişti. Bedâyı sahibi bu kavli sahihlemiştir.
İZAH
"İçerisinde
boşandığı hayızda bil ittifak iddet yoktur." Çünkü boşanmadan önce gördüğü kan
iddetten sayılmaz. Bunun sebebi hayızın parçalanmayı kabul etmemesidir. Sayılmış
olsa dördüncü hayızdan tamamlanması icab ederdi. Yine hayız parçalanmadığı için
onun da bütünü vâcib olurdu. Nehir. Dürr-ü Müntekâ'dan: "İçinde ayrılma vâki
olan hayızda dese daha şumüllü olurdu." denilmiştir.
"İddet bekleyen bir
kadın" Talâktan dolayı olsun başka bir sebeble olsun kezâ nikahlı kadın şübheyle
cima edilip de sonra kocası boşasın ikinci bir iddet beklerler ve iki iddet
içice girerler. Nitekim Fetih ve diğer kitablarda bildirilmiştir.
"Şübheyle cîmaya"
Misâl üç talâkla boşandıktan sonra iddeti içinde kocasının o kadınla cimada
bulunmasıdır. Yahut nikâh bulunmaksızın erkek: Ben bu kadını bana helâl sandım
diyerek cima eder veya kadını kinâye sözlerle boşadıktan sonra onunla cimada
bulunur. Tamamı Fetih'dedir. Bundan şu anlaşılır ki, kadını üç defa boşadıktan
sonra iddeti içînde haram olduğunu bile bile onunla cimada bulunursa ikinci bir
iddet lâzım gelmez. Çünkü bu zinâdır.
Bezzâziye'de şöyle
denilmiştir: "Kadını ûç defa boşar da haram olduğunu bildiği halde iddeti içinde
onunla cimada bulunursa yeniden üç hayız iddet beklemez. İkisi de haram olduğunu
bilirler ve ihsan şartları da bulunursa recm edilirler. Erkek boşadığını inkâr
ederse kadının iddeti geçmez. Şübhe iddia ederse iddete yeniden başlar. Nevâzii
nam kitabta talâk-ı bâin üç talâk gibi sayılmıştır. Sadr sahibi ise mal
karşılığı talâkı ve hul'u üç talâk gibi saymamış, kadınla hul yapar veya mal
karşılığı boşar da sonra haram olduğunu bildiği halde iddet içinde onunla cimada
bulunursa kadın her cima içîn yeni iddet bekler ve birinci iddet bitinceye kadar
iki iddet içice girer. Ondan sonra ikinci ve üçüncü cima iddeti olur, talâk
iddeti olmaz. Hatta o iddette başka bir talâk vaki olmaz, nafaka da vâcib olmaz
demiştir." Sadr sahibinin sözü yukarıda Fetih'den nakletti-ğimizin aynıdır.
Kinâye sözlerle boşandıktan sonra yapılan cimayı şübheyle cima saymıştır. Çünkü
bazı İmamlar onlarla bain talâk vâkiolmayacağını söylemişlerdir. Bu hilâf
şübheye sebeb olmuştur.
"Velevki boşayanın
iddetini beklesin." Burada evlâ olan: "Velev ki bo-şayanın iddetini beklemesin."
demekdi. Çünkü Fetih'de: "Cima eden boşayan ise İmam Şâfiî iki kavlinden birinde
bizimle beraberdir." denilmiştir. Bundan anlaşılır ki, hilâfın yeri boşamayan
kimsedir. Münasip olan bunu söylemekti. Tâ ki boşayan evleviyetle dahil olsun.
Dürer'de şöyle denilmektedir: "Bilmiş ol ki kadına iki iddet vâcib olursa,
bunlar ya iki adamdan yahut bir adamdandır. İkincide şübhesiz iki iddet içice
girerler. Birincide iddetler iki ayrı cinstendir, Meselâ kocası ölen kadın
şübheyle cima edilir yahut ikisi bir cinsten olur. Boşanan kadın iddeti içinde
evlenir de ikinci kocası onunla cimada bulunur. Araları ayrıldığında bize göre
iki iddet içice girer ve kadının gördüğü hayız her iki iddetten sayılır. Birinci
iddet biter de ikincisi tamam olmazsa kadının onu tamamlaması icab eder.
"Göüilen hayız her
ikisinden sayılır ilh..." Sözü içice germenin beyanı dır. Kadın bir hayız
gördükten sonra cima edilirse birinci iddeti tamamlamak için iki hayız daha
görmesi lâzım gelir. Bu İki hayız İkincî iddetten de sayılır. Onlardan sonra bir
hayız daha gördümü ikinci iddet dahi tamam olur. Nehir. Bahır'da Cevhere'den
naklen şöyle denilmektedir: "Sonra iki iddet içice girer de talâk-ı ric'î iddeti
olurlarsa kadına hiç birinden nafaka yoktur. Talâk-ı bâin iddeti iseler kadının
nafakası birinciye aid olur."
Ben derim ki:
Talâk-ı bâinde fark şundan olsa gerektir: Mâni ikîncinin iddetinden değil
birinci talâkın bâin olmasından ileri gelir. Talâk-ı ric'î bunun hilâfınadır.
Bunda cima edene nafaka vâcib olmaması bu iddet cima iddeti olduğundandır. Cima
iddetinde nafaka yoktur.
TENBİH: İki iddetin
beraberce bitmeleri mümkündür. Meselâ aylarla vefat iddeti bekleyen bir kadın o
iddetin içinde şübheyle cima edilirse üç hayız gördümü her iki iddet biter.
îkinci iddetin birinciden önce bitmesi de mümkündür. Meselâ dört ay on sün
geçmeden hayız tamam oluverir. İkinci iddetin tamamiyle birinciden geri kalması
da mümkündür. Meselâ aylarla beklediği iddet bittikten sonra hayız görür.
"Aylarla" İddet
beklemeye misâl hayızdan kesilen bir kadının aylarla iddet beklerken, şübheyle
cima edilmesidir. Bu kadın ikinci iddetini de aylarla tamamlar. Nehir.
"Hem aylarla hem
hayızla" îddet beklemenin misâli yukarki tenbihde söylediğimizdir. Burada "Yahut
doğurmakla iddeti biter." cümlesini ziyade etse daha iyi olurdu ki, bu aşağıda
gelen hail meselesidir.
"Görülen hayız her
İkisinden sayılır sözünü atsaydı" demesi bu söz yalnız hayza münhasır kaldığı
içindir. Ama şöyle cevap verilebilir: Görülenden murad gözle görülen değil
bilinendir. T.
"Hem her ikisine"
Yani hem iki iddeti aylarla bekleyene, hem de vefat iddetini aylarla, şübheyle
cima iddetini hayızlarla bekleyene şâmil olurdu.
"Eam da hâile şâmil
olurdu." Hâil gebe olmayan kadındır. İddet içinde gebe kalırsa onun iddeti
doğurmakla biter. İddeti boşayan kocasından ve zinâdan yahut nikâh-ı fâsidden
olsun fark etmez. Elverir ki nikâh-ı fâsidde birbirlerini terk ettikten sonra
doğursun. Terk etmeden doğurursa iddeti bitmez. Nitekim Hâvî'den naklen arz
etmiştik.
"Bundan yalnız
vefat iddeti bekleyen müstesnadır." Böylece anlaşılıyor ki, hailden murad talâk
veya feshten dolayı iddet bekleyen kadındır. Vefattan dolayı iddet bekleyen
bunun hilâfınadır. Nehir sahibi şöyle demektir: "Hulâsa'da beyan edildiğine göre
iddeti içinde hamile kalan her kadının doğurmakla iddeti biter. Kocası ölen
kadın ise o öldükten sonra hamile kalırsa aylarla iddet bekler." Bunu Bedâyı'dan
da nakletmiştik. Biz onu hamilenin iddetinde musannıfın "yahut zinâdan" dediği
yerde yazmıştık. Orada musannıf: "Vefat iddetinde ise doğurmakla değişmez. Sahih
olan budur." demişdi. Yani onun iddeti dört ay on gün olarak kalır demek
istemişli.
"Nitekim geçmişti."
Yani musannıfın: "Ölüm için iddet mutlak surette dört ay on gündür." dediği
yerde geçmişti. Şârih orada: "Bundan yalnız hamile hariç kalır." demişdi. Yani
karısı hamile iken kocası ölürse demek istemişdi. Bundan anlaşılır ki, kocası
ölürken kadın hamile olmaz da sonra hâmile kalırsa mutlak sözde dahildir. Onun
iddeti değişmez, aylarla bekler. Lakin zâhire bakılırsa bu vefata bakarak tır.
Kadının gebe kaldığı cima iddeti ise şübheyle yapıldığı takdirde ancak çocuğu
doğurmakla biter. Çünkü çocuğun nesebi sâbittir. Zinâdan gebe kalması bunun
hilâfınadır. Çünkü zinâda asla iddet yoktur.
METÎN
Talâk ve ölümde
iddetin başlaması fevrîdir (yani hemen başlar). Kadın bilmese bile bunlarla yani
talâkla ölümle iddet biter. Çünkü iddet müddetten ibarettir. Onun geçtiğini
bilmek şart değildir. Koca talâkı itiraf etsin etmesin müsavîdir. Bir kimse
karısını boşar da sonra İnkâr ederse, bunun üzerine beyyine getirilip hâkim
ayrılmalarına hüküm verdiği takdirde- Meselâ kadın şevvalde iddia edip hâkim
muharremde hüküm verdiğinde iddet talâk vaktinden itibar olunur. Hüküm vaktinden
itibar olunmaz. Bezzâziye. Mübhem talâkta İse beyan vaktinden itibar olunur. İki
şâhid kadının boşandığına şehâdet eder de bir kaç gün sonra tezkiyeleri yapılıp
hâkim ayrılmalarına hüküm verirse iddet şehâdet vaktinden itibar olunur. Hüküm
vaktinden itibar olunmaz. Kadını geçmiş zamanda boşadığını ikrar etmesi bunıun
hilâfınadır. Zira fetvaya göre burada iddet mutlak surette ikrar vaktinden
başlar. Bu muvazaa töhmetini gidermek içindir.
İZAH
"Çünkü iddet
müddetten ibarettir." Müddetin geçtiğini bilmek şart de-ğildir. H.
Umumiyetlenüshalarda tesniye zamiri kullanılarak: "Çünkü bunların ikisi..."
denilmiştir. Bunlardan murad talâk iddetiyle ölüm iddetidir.
Ben derim ki: Bu
Bedâyı sahibinin tarifine göredir. O iddeti: "Nikâhtan kalan eserlerin bitmesi
için konulan bir müddettir." diye tarif etmiştir. Biz bu tarifin tercih
edildiğini söylemiştik.
"Beyan vaktinden
itibar olunur." Çünkü bir vecihten inşâdır. Bahır. Bu cümle "Talâk ve ölümde
iddetin başlaması" sözünden istisna gibidir. H. Şürunbulâliyye'de şöyle
denilmiştir:" İddetin başlaması talâkla ölümün akibindedir sözünden karısını
boşadığını beyan eden istisna edilir. Çünkü bu kadının iddeti beyan vaktinden
başlar. Kocasının: "İkinizden biri boştur." sözünden başlamaz. Beyan etmeden
ölürse her iki kadının ölüm iddeti beklemesi gerekir. Bu müddetin içinde üç
hayzı da tamamlarlar. Nitekim. Bezzâziye'de bildirilmiştir." İleride musannıfın
ifadesinde başka meseleler de istisna edilecektir.
"Şehâdet vaktinden
itibar olunur." Burada muzaf hazfedilmiştir. Yani şehâdeti tahammül vaktinden
itibar olunur. Şehâdetin edâ edildiği vakitten itibar olunmaz. Zira şâhidler
muharrem ayında bu adamın karısını şevvalde boşadığına şâhidlik ederlerse iddet
şevvalden başlar. H.
Ben derim ki:
Zâhire bakılırsa şehâdet vakti zahirine göre murad olunur. Bu da şâhidliğin
edâsı tehammül vaktinde olduğuna binaendir. Çünkü bu şehâdet sevâbına yapılır.
özürsüz geçiktirirse şâhid fâsık olur ve kabul edilmez. Nitekim Bahır sahibi
buna işaret etmiştir.
"Mutlak surette
ikrar vaktinden başlar." Yani kadın tasdik etsin etmesin yahut bilmiyorum desin
müsavîdir. Bahır sahibi diyor ki: "İmam Muhammed'in Mebsût'taki sözünün zâhiri
ve Kenz'in ibâresi talâk vaktinden itibar edileceğini göstermektedir. Şu kadar
var ki, müteehhirin ulema iddetin ikrar vaktinden vâcib olacağını tercih
etmişlerdir. Hatta o kadının kız kardeşiyle ve ondan başka dört kadınla
evlenmesi helâl olmaz. Bu, kadının talâkını gizlemekten onu men etmek içindir.
Muhtar kavil budur. Nitekim Suğra'da beyan edilmiştir." Suğdî arabuluculuk
yaparak İmam Muhammed'in sözünü talâkı isnad ettiği vakitten itibaren
ayrıldıklarına yorumlamıştır. Beraber kalırlarsa her ikisinin yalan söyledikleri
zâhirdir ve isnadda tasdik edilmezler. Bahır sahibi: "inşaallah böylelikle ara
bulunmuş olur." demiştir. Fetih'de bildirildiğine göre müteehhirinin fetvası
dört mezhebin imamlarına ve sahabe ile tâbiinin cumhuruna muhâliftir. Bunların
muhalefeti töhmetten dolayı olduğuna göre töhmetin yerleri ve adamları
araştırılmalıdır. Onun için Suğdî yukarıda geçen sözüyle tafsilde bulunmuştur.
Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır, Bahır ve Nehir sahibleri de Fetih sahibinin
sözünü tasdik etmişlerdir.
"Bu muvazaa
töhmetini gidermek içindir." Muvazaa anlaşma demektir. Yani hasta olankocanın
karısına borç ikrarı sahih olsun diye yahut kocası karısının kız kardeşi ile
veya ondan başka dört kadınla evlenebilsin diye talâk vardır, iddet bitmiştir
şeklinde anlaşma yapmalarını önlemek içindir. Fetih.
METİN
Lâkin kadın bu
isnadda kocasını yalanlar veya bilmiyorum derse iddet ikrar vaktinden vâcib
olur. Kadına da nafaka ve mesken verilir. Kocasını tasdik ederse hüküm yine
böyledir. Şu kadar var ki, bu kadınla cimada bulunursa ikinci bir mehir vermesi
lâzım gelir. İhtiyar. Kadına nafaka ve mesken de verilmez. Çünkü kadının kendi
aleyhindeki sözü kabul edilir. Hâniyye. Yine Hâniyye'de şu ibâre vardır: "Kadını
talâk-ı bâinle boşar da sonra bir zaman onunla beraber yaşarsa talâkını ikrar
ederek yaşadığı takdirde iddeti biter. İnkâr ederek yaşarsa bitmez.
"Cevâhiru'l-Fetâvâ'nın talâk bahsinin başında şöyle denilmektedir" Karısını
talâk-ı bâinle boşar da onunla beraber yaşarsa halk arasında boşadığı şöhret
bulduğu takdirde iddeti biter, şöhret bulmazsa bitmez." Kadına hul' yapması da
böyledir. Halka bildirir ve hul' yaptığına şâhid getirirse iddeti biter. Aksi
takdirde bitmez. Sahih olan budur. Keza boşadığını gizlerse gizlemekten men
etmek için iddet bitmez. O zaman iddetin başlaması sübut ve zuhur vaktinden
itibarendir.
İZAH
"Lâkin ilh..." Sözü
yukardaki söylediklerine istidraktır. Çünkü yukarıda nafaka ve meskenden
bahşetmedi. Zira burada tasdikle tekzib arasında fark vardır. Kısaca: "Zira
fetvaya göre kadın kocasını yalanlarsa ilh..." dese daha iyi olurdu.
"Cimada bulunursa
ikinci! bir mehir vermesi lâzım gelir." Sözünü üç talâktan aşağı boşamışsa diye
yahut üç talâk iddetinde lâkin helâl zannederek diye kayıdlaması gerekir. Zira
Bezzâziye'den naklen arz etmiştik ki, üç talâkla boşayıp haram olduğunu bildiği
halde iddeti içinde cimada bulunursa bu zinâ olur. Şimdi cimaların tekerrürü ile
mehrin tekrarlanıp tekrarlanmayacağı kalır. Bahırın mehir bâbında Hulâsa'dan
naklen şöyle denilmiştir: "Üç talâktan iddet bekleyen karısı ile cimada
bulunurda şübhe iddia ederse bir mehir vermesi mi yoksa her cima için ayrı mehir
mi lâzım gelir? Bazılarına göre üç talâkı birden yapar da bunların vâki
olmadığını zannederse bu yerinde bir zan olur ve bir mehir vermesi lâzım gelir.
Talâkların vâki olduğunu fakat cimaın da helâl olduğunu zannederse bu zan
yerinde değildir. Binaenaleyh her cima için ayrı mehir vermesi lâzım gelir."
"Kadına nafaka ve
mesken de verilmez." Yani geçen zaman iddete yeterse hüküm budur. Fakat iddetin
bir kısmı kalırsa o müddet nafaka ve mesken vermesi vâcib olur. T.
"Çünkü kadının
kendi aleyhindeki sözü kabul edilir." Ve kendisi için kocasına vâcib olan borç
sâkıt olur. Bahır sahibi diyor ki: "Hâsılı kadın isnadda kocasını yalanlar
yahutbilmiyorum derse iddet ikrar vaktinden başlar. Tasdik ederse kadın hakkında
talâk vaktinden, Allah Tealâ hakkında ikrar vaktinden başlar." Yine Bahır'da
beyan edildiğine göre mesken Allah Teâlâ'nın hakkındandır. Bunun muktezası kadın
kocasını tasdik etse de mesken lâzım gelmesidir. T.
Ben derim ki:
Bahırın ibâresinde mesken sözü yoktur. Onun ibâresi:
"Lâkin kocasını
tasdik ederse kadına nafaka ve giyecek yoktur." şeklindedir. Nehir'de de
böyledir. Meselenin aslı Hâniyye'dedir. Nitekim şârih de ona nisbet etmiştir.
İbâresi şöyledir: "Fetvaya göre kadının ikrar vaktinden itibaren iddet beklemesi
lâzım gelir. Boşamasının eseri ancak nafakanın ibtalinde görülür." Böylece
anlaşılır ki, musannıfın ifadesindeki mesken sözü sonradan katmadır.
"Onunla beraber
yaşarsa" Sözü mutlaktır, cima edip etmediği hallere şamildir. T.
"İkrar ederek
yaşadığı takdirde ilh..." Yani iddeti talâktan başlar. Zâhire bakılırsa buradaki
İkrardan murad sadece kadına değil halk orasında ikrarda bulunmasıdır. Bir de
boşadığı anda İkrar etmesidir. Böylece bu meseleyle metindeki mesele arasında
fark anlaşılmış olur. Çünkü metindeki mesele karısını boşadığını gizleyip de bir
zaman sonra ikrar ettiğine göre farz edilmiştir.
"Şöhret bulduğu
takdirde ilh..."' şöhret bulan bu talâktan sonra kadını üç defa boşarsa bu üç
talâk vâki olmaz. Nitekim fer'î meselelerde gelecektir.
"Kadına hul'
yapması da böyledir." Bu söz talâk-ı bâinle boşarsa cümlesinde dahildir. Lakin
talâk-ı bâin bazen kadının haberi yokken de yapılır. Hul' böyle değildir. Şârih
şöhretin şart kılınmasında kadının bilmesiyle bilmemesi arasında fark olmadığına
işaret etmiştir.
"Hul' yaptığına
şâhid getirirse" Sözüyle şöhret bulmanın mutlaka halk arasında ikrar etmekle
olacağına işaret etmektedir. Başkalarından işitmeleri kâfi değildir. Bunda
ikrarın iki adam huzurunda yapılırsa kâfi geleceği" ne de işaret vardır.
Ekseriyetin huzurunda ikrar lâzım değildir. Çünkü şehâdet bir şeyi meşhur
etmektir. Nitekim ulema nikâh bahsinde İmam Mâlik'in şart koştuğu ilân iki
şâhidle hâsıl olur demişlerdir.
"Kezâ boşadığını
gizlerse gizlemekten men etmek için iddet bitmez."
Bu ta'lili Hâniyye
sahibi yapmıştır. Bir ta'lif daha geçmişti ki, o da muvazaa töhmetini gidermek
için olmasıydı. Bu ta'lil Hidâye'de zikredilmiştir. Mesele metindekiyle birlikte
tekrar edilmiştir. Hâsılı boşadığını gizler de bir müddet geçtikten sonra haber
verirse fetvaya göre o kimse isnad hakkında tasdik edilmez. Karısı kendisini
tasdik etsin etmesin iddet ikrar vaktinden vâcib olur. Gizlemez de vaktinde
ikrar ederse halk arasında şöhret bulmadığı takdirde hüküm yine böyledir. şöhret
bulursa iddet talâk vukuundan itibaren vâcib olur ve zamanı geçmişse iddet
biter. Ama bu helâdır zanniyle cima etmediğine göredir. Aksi takdirdecima'la
ikinci bir iddet vâcib olur ve iki iddet içice girerler. Kezâ o kadınla her
cimada bulundukça ayrı bir iddet vâcib olur. Son cima'ın iddeti bitmedikçe
kadının başka kocaya gitmesi helâl olmaz. Cima şübhe üzerine yapılmazsa bunun
hilâfınadır. Çünkü hâlis zinâ olduğu için iddet icab etmez. Nitekim geçmişti.
Kadın başkasıyla evlenebilir. Bunu Tatarhâniyye sahibi talâkın yirmi ikinci
faslında açıklamıştır.
"O zaman iddetin
başlaması sübut ve zuhur vaktinden itibarendir."
Yani bu tafsilâtı
gördükten sonra anlarsın ki, bu meseleler talâk şöhret bulmadığına göredir. O
zaman iddet talâkın sübut ve zuhuru vaktinden başlar.
METİN
Nikâh-ı fâsidde
iddetin başlaması hâkim karı-kocanın arasını ayırdıktan sonradır. Bundan sonra o
kadınla cimada bulunursa kendisine had vurulur. Cevhere ve diğer kitablar. Bahır
sahibi bunu inceleyerek iddetten sonra diye kayıdlamıştır. Çünkü iddet bekleyen
bir kadına cima ile had lâzım gelmez. Yahut iddet mütarekeyle yani kocanın
kadınla cima'ı terk edeceğine azim göstermesiyle meselâ diliyle seni cima
etmeden bıraktım demesi ve buna benzer bir şey söylemesiyle olur. Kadının
huzurunda olursa talâk ve nikâhı ikrar dahi bu kabîldendir. Huzurunda değilse
olmaz. Kadınla cimada bulunmuşsa mücerred azim kâfi değildir. Bulunmamışsa
bedenlerin birbirinden ayrılması kâfidir. Nikâh-ı fâsidde halvet iddeti icab
etmez. Burada talâk boşamanın sayısını eksiltmez. Çünkü feshtir. Cevhere. Kadın
kocasının evinde de iddet beklemez. Bezzâziye.
İZAH
"Nikâh-ı fâsidde
iddetin başlaması ilh..." İmam Züfer'e göre son cimadan itibarendir. Çünkü
iddeti icab eden sebeb cimadır. Bize göre iddeti icab eden sebeb nikâh
şübhesidir. Bu şübheyi ortadan kaldırmak aralarını ayırmakla olur. Görmüyor
musun ayırmadan o kadınla cimada bulunursa had vurmak vâcib değildir. Ayırdıktan
sonra cimada bulunursa had vâcib olur. Şu halde ayırmak süretiyle şübhe ortadan
kalkmadıkça kadın iddet beklemeye başlamış olmaz. Nitekim Kâfî ve diğer
kitablarda belirtilmiştir. Sâihânî.
Ben derim ki:
Akidsiz yapılan şübheli cimada iddetin nereden başlayacağını açıklayan görmedim.
Ama şübhe ortadan kalkınca son cimadan başlaması gerekir. Meselâ o kadının kendi
karısı olmadığını, cima'ı helâl sayılmayacağını öğrenir. Böylece şübhe ortadan
kalkar. Çünkü burada akid yoktur. Binaenaleyh zikri geçen cimadan başka iddet
için bir sebeb kalmaz. Nitekim söylediklerimizden anlaşılmıştır. Allahu a'lem.
"Hâkim ayırdıktan
sonradır." Yani hemen akibinde iddet başlar. Bu iddetin başlamasına zaman
elverişli olduğuna göredir. Binaenaleyh hayız halinde ayırmakla ortaya bir
müşkil çıkmış olmaz. Çünkü iddet hayızdan sonra başlamış sayılır. Kadının üç
hayız beklemesimutlaka lâzımdır. Bunu Kuhistânî söylemiştir. Ayırmaktan murad
hâkimin ayrılmalarına hüküm vermesidir. Nitekim İnâye'den naklen Bahırda
bildirilmiştir.
"İnceleyerek
kayıdlamıştır ilh..." Ben derim ki: Eğer bu zevatın maksadları cima iddetten
sonraysa had vâcib olur demekse bunu söylemekte bir fayda kalmaz. Çünkü sahih
nikâhın hükmü de budur. Ondan fâsid nikâhın hükmü evleviyetle anlaşılır. Allâme
Makdisî bunu şöyle münakaşa etmiştir: "Denilebilir ki, bu iddet bu hüküm
hususunda başkalarına muhâliftir. Çünkü nikâh-ı fâsidin eseridir. Nitekim
kocasının evinde iddet beklememekle dahi başkalarına muhâliftir." Kezâ bunu
Sâihânî dahi reddederek: "Bu incelemede bir çok zevat Bahır sahibine tâbi
olmuşsa da burada meselenin ta'lilini anlamaktan gaflet edilmiştir. Ta'lil İmam
Züfer'e verilen cevabda geçendir ki, o da şübhenin karı-kocayı birbirinden
ayırmakla ortadan kalkmasıdır ilh..." demiştir. Yani ayırdıktan sonra had
vurmayı def edecek bir şey kalmaz demek istemiştir. Bunu Rahmetî dahi
reddetmiştir. Onun sözünün hülasası şudur: Karı-kocayı ayırmadan had vurulmaması
akid şübhesindendir. Ondan sonra iddet beklemek ise şübhenin şübhesi olur. Bu
muteber değildir. Sahih nikâhda helâl zannıyla cima ederse üç hayız iddet lâzım
gelmesi bunun hilâfınadır. Çünkü fiil şübhesidir. Kadın o adamın evinde
mahpustur. Nafakası da yürümektedir. Burada ise ne nafaka vardır, ne de eve
kapanmak!
Ben derim ki: Lâkin
bu izaha göre Bahır ve diğer kitablarda açıklanan şu mesele müşkül kalır: Bir
adam nikâh-ı fâsidle karısının kız kardeşini alsa onun iddeti bitinceye kadar
karısı kendisine haram olur. Bu gösterir ki, bu adama nisbetle o nikâhın bir
eseri kalmıştır. Ama buna şöyle cevap verilebilir: O nikâhın iddetle eseri
kalması yaptığı cima'ın haddi icab eden zinâ olmasına mâni değildir. Nasıl ki üç
talâkla boşadığı karısı iddet beklerken haram olduğunu bile bile onunla cimada
bulunursa kendisine had vurulur. Çünkü bu zinâdır. Halbuki nikâhın eseri kesin
olarak bâkîdir.
"Kocanın" Diye
kayıdlaması şundandır: Çünkü ulemanın zâhir olan sözlerine göre mütareke kadın
tarafından olmaz. Bahır sahibi diyor ki: "Biz mehir bâbında mütarekenin kadın
tarafından da olacağını tercih ettik. Onun için Molla Miskîn mütareke
şekillerinden biri kadının senden ayrıldım demesi olduğunu söylemiştir." Bahır
sahibinin bunu tercih etmesi ulema: "Karı-kocadan her biri bu nikâhı fesh
edebilir." diye ittifak ettiklerindendir. Fesh mütarekedir. Nehir sahibi: "Biz
bunu def eden sözler söylemiştik." demiştir. Yani orada mütarekenin talâk
mânâsına geldiğini binaenaleyh yalnız kocaya mahsus olduğunu söylemişti. Fakat
Hayreddin-i Remlî: "Nikâh-ı fâsidde talâk yoktur." diyerek bunu reddetmiştir.
Tamamı orada geçmişti. Makdisî'nin Bahır sahibine tâbi olduğunu da söylemiştik.
"Ve buna benzer bir
şey söylemesiyle" Meselâ Senin yolunu serbest bıraktım veya sendenayrıldım
demesiyle olur.
"Mücerred azim kâfi
değildir." Zira İnâye'de: "Azim kalb işidir, bilinmez. Ama açık delili vardır. O
da azmi haber vermektir." denilmiştir.
"Bulunmamışsa
bedenlerin birbirinden ayrılması kâfidir." Yani bırakmayı azmederek bedenlerin
ayrılması kâfidir. Bahır sahibi diyor ki: Cima edilmeyen kadına gelince: Onu
terk etmek sözle tehakkuk eder. Bazılarına göre terk etmekle de olur. Bundan
murad bir daha bu kadına dönmemek kasdıyla ondan ayrılmaktır. Bazılarına göre
ise cima edilsin edilmesin her iki surette mütareke ancak sözle olur.
"Nikâh-ı fâsidde
halvet" İster sahih ister fâsid olsun iddeti icab etmez. H. Burada şöyle
denilebilir: Fâsid nikâhta halvet ancak fâsid olur. Çünkü şer'an o kadınla
cimada bulunmak men edilmiştir. Hayızlı kadınla halvette bulunmak gibi olur.
Lâkin murad bu halvetin nikâhın fesadından başka bir mâniden dolayı fâsid
olmasıdır.
"İddeti icab
etmez." Mehri de icab etmez. Çünkü bunlar ancak hakiki cima ile vâcib olurlar.
"Kadın kocasının
evinde de iddet beklemez." Çünkü fâsid nikâhta akid mevcud iken bile erkeğin o
kadını evinde hapsetmeye hakkı yoktur. Akid bozulduktan sonra evleviyetle hakkı
kalmaz. Lâkin bundan sonraki fasılda bunun hilâfı gelecektir. Şu halde buradaki
iki kavilden biri demektir. Tamamı gelecektir.
T E T İ M M E :
Bahır'da beyan edildiğine göre bu iddetten murad mütareke iddetidir. Binaenaleyh
adam ölmekle kadına iddet vâcib olmaz. Yalnız cimadan sonra hayzını görmesi
lâzımdır. Bu iddette yas tutmak ve nafaka da yoktur. Karısının kız kardeşini
nikâh-ı fâsidle alırsa iddeti bitinceye kadar kendi karısı haram olur. Bir de bu
iddetin vâcib olması kazaendir. Diyâneten o kadın son cimadan sonra üç hayız
gördüğünü bilirse ayırma filan olmadan dahi başka kocaya varması helâl olur.
Râcih kavle göre kadının mütarekeyi bilmesi şart değildir.
METİN
Kadın iddetim bitti
der de müddetin buna ihtimali bulunursa kocası yalanladığı takdirde yeminiyle
beraber kadının sözü kabul edilir. Müddetin buna ihtimali yoksa kabul edilmez.
Çünkü güvenilen kimse ancak zâhire muhalefet etmediği vakit tasdik olunur. Sonra
kadın aylarla iddet bekleyenlerdense zikri geçen mukadder zamanı bekler.
Hayızlarla bekleyenlerdense en azı hürre için altmış gün, cariye için kırk
gündür. Fakat bu, kadın çocuk düşürdüğünü iddia etmediğine göredir. Nitekim
ricat bâbında geçmişti. Bir de talâkı doğurmasına tâlik edilmediğine göredir.
Tâlik edildiyse İmam-ı Azam nifâs için buna yirmi beş gün ilave eder. Nitekim
hayız bâbında geçmişti.
İZAH
"Kadın iddetim
bitti derse ilh..." Bilmelisin ki iddetin bitmesi yalnız kadının haber vermesine
münhasır değildir. Bilâkis hem onun haber vermesiyle, hem de fiilen olabilir.
İddetin geçebileceği bir müddetten sonra başkasıyla evleniverir. Bundan sonra
kadın iddetinin bitmediğini söylerse tasdik olunmaz. Çünkü evlenmeye teşebbüs
etmesi ikrarın delilidir. Bunu Bedâyı'dan naklen Bahır sahibi söylemiştir.
"Kocası yalanladığı
takdirde" Kadının sözü kabul olunur. Fakat iddetinin geçtiğini kocası iddia eder
de kadın yalanlarsa ne hüküm verileceği fer'î meselelerin sonunda gelecektir.
"Aylarla iddet
bekleyenlerdense ilh..." Bu sözle şârih geçebileceği en az müddeti beyana
başlıyor.
"Zikri geçen
mukadder zamanı bekler." Bundan murad hürrenin üç ay, cariyenin ise onun yarısı
kadar yani bir buçuk ay iddet beklemesidir.
"En azı hürre için
altmış gün" Yani kadını temizlik devresinde (cimadan önce) boşamış farz edilir
ve temizliğin en az müddeti olan on beş gün farz edilir. Zira çoğu için sınır
yoktur. Hayzın ortası beş gündür. Çünkü en azının iki defa bir arada bulunması
nâdirdir. Şu halde üç temizlik müddeti kırk beş gün eder. Üç hayız da on beş gün
eder. Mecmuu altmış gün olur. Bu hesab İmam-ı Azam'ın kavlinin İmam Muhammed
rivâyetine göredir. İmam Hasan rivâyetine göre ise kadının iddetini uzatmaktan
ihtiraz için kocasının onu temizlik devresinin sonunda boşadığı farz edilir ve
temizlik devresinin en azı hayız müddetinin en çoğu ele alınır ki, ikisinin
ortası bulunsun. İki temizlik müddeti otuz, üç hayız müddeti dahi otuz gün eder.
(Mecmuu altmış gün olur.) İmameyn'e göre hür kadının tasdik edileceği en az
müddet otuz dokuz gündür. Üç hayız dokuz gün eder. İki temizlik müddeti de otuz
gündür. (Mecmuu otuz dokuz olur.) Bunu Tahtâvî ifade etmiştir.
"Cariye için kırk
gündür." Bu İmam Muhammed'in rivâyetine göredir. İki temizlik devresi otuz gün
eder, bir hayız da on gündür. (Mecmuu kırk olur.) imam Hasan'ın rivâyetine göre
otuz beş gündür. Bir temizlik devresi on beş gün, iki hayız da yirmi gün eder.
(Mecmuu otuz beş olur.) T. Bahır'ın bazı nüshalarında İmam Hasan'ın rivayetine
göre otuz gündür denilmişse de yanlıştır. Doğrusu otuz beş gündür. Nitekim
Bedâyı' ve diğer kitablarda belirtilmiştir.
"Çocuk düşürdüğünü
iddia etmediğine göredir." Bu söz hem hürre hem cariye hakkında söylenen
müddetin şart kılınması için sınırlıdır. Tahtâvî diyor ki: "Murad uzuvlarının
bazısı belli olan düşüktür. Bunlar belli olacak kadar bir müddetin geçmesi
mutlaka lâzımdır." Yani kadını nikâh eder de meselâ bir aydan sonra boşarsa
kadının sözü kabul edilmez. Çünkü dört ay geçmeden karnındaki çocuğun bazı
uzuvları belli olmaz. Nitekim evvelce geçmişti. Şârih şuna da işaret ediyor ki,
kadın iddetinin bittiğini iddia eder de çocuk düşürdüğünü ikrarda bulunmazsa
tasdik edilmez. Bazıları tasdik edileceğini söylemişlerdir. Çünküihtimaldir.
Nehir sahibi: "Zâhir olan birinci kavildir." demiş, Remlî ikinci kavlin zayıf
olduğunu söylemiştir.
"Nitekim ricat
bâbında geçmişti." Orada şârih şöyle demişti: "Sonra müddet ancak hayızla olursa
muteberdir. Çocuk düşürmeyle olursa muteber değildir. Kocası çocuğun uzuvları
belli olduğuna kadından yemin isteyebilir. Doğurmakla olursa ancak beyyineyle
kabul edilir. Velev ki kadın hurre olsun. Fetih.." Bahır sahibi diyor ki: "Bu
söz götürür. Zira ulemanın sübutu neseb bâbında açıkladıklarına göre kadının
çocuk doğurduğunu ikrar etmesiyle iddeti biter. Velev ki doğum beyyineye bağlı
olsun. Çünkü o ancak nesebin sübutu içindir."
"Nitekim hayız
bâbında geçmişti." Orada şârih şöyle demişti: "Nifâsın azı için sınır yoktur.
Meğerki iddet için buna ihtiyaç olsun. Meselâ kocası: Doğurduğun vakit sen
boşsun der, kadın da iddetim bitti cevabını verirse İmam-ı Azam bunu üç hayızla
birlikte yirmi beş günle takdir etmiştir. İmam Ebû Yusuf on bir günle, İmam
Muhammed bir saatle takdir etmişlerdir.
Ben derim ki: Bu
izaha göre doğurduğunun akabinde boşanırsa nifâs için mutlaka yirmi beş gün
geçmek gerekir. Sonra altmış gün iddet bekler. Nitekim geçmişti. Şu halde İmam-ı
Azam'a göre kadının tasdik edileceği en az müddet seksen beş gün olur. Bu İmam
Muhammed'in rivayetine göredir. İmam Hasan'ın rivâyetine göre ise müddetin en
azı yüz gündür. Nifâs ve temizliği kırk gün takdir edilir. Ebû Yusuf'un kavline
göre müddetin en azı altmış beş gündür. Çünkü nifâs için mutlaka on bir gün
geçmek lâzımdır. Sonra kadın on beş günlük temizlik devresi geçirir. Ondan sonra
otuz dokuz gün îddet bekler. (Mecmuu altmış beş eder.) İmam Muhammedi'n kavline
göre müddetin en azı elli dört günle bir saattir. Bi-naenaleyh nifâs için
mutlaka bir saat, temizlik için de on beş gün geçmesi lâzımdır. Sonra otuz dokuz
gün iddet bekler. Tamamı hayız bâbında geçmişti.
Bir adam iddet
bekleyen karısını -velev ki nikâh-ı fâsid iddeti olsun- sahih nikâhla alır da
-velev hükmen olsun- cimadan önce boşarsa tam mehir vermesi vâcib olur. Kadına
da yeni iddet beklemek lâzım gelir. Çünkü kadın ilk cima ile adamın elinde
sayılır. Zira eseri bâkîdir. O da iddettir. Bu mesele on meselenin biridir ki,
bunlarda birinci nikahdaki cima ikincide de cima sayılır. İmam Zufer'in kavline
göre bu kadına iddet yoktur. Kadın derhal başka kocaya helâl
olur,
İZAH
"İddet bekleyen
karısını" Yani üçten az olarak talâk-ı bâinle boşadığı karısını demek istiyor.
Dürr-ü Müntekâ. Çünkü kadın ric'î talâk iddetini beklemiş olsa ikinci akid
ric'at olur. Üç talâkla boşanmış olsa başka kocaya varmadıkça buna helâl olmaz.
"Velev nikâh fâsid
iddeti olsun." Meselâ nikâh-ı fâsidle evlenir ve cimadan sonra araları ayrılır
da sonra iddeti içinde sahih nikâhla tekrar evlenir. Bunun aksini yaparsa yani
evvelâsahih nikâhla evlenir, cimadan sonra boşayarak iddeti içinde onu fâsid
nikâhla alırsa mehîr lâzım gelmez. Yeni iddet de icab etmez. Kadın bil ittifak
ilk iddetini tamamlar. Çünkü fâsid nikâh da cima imkânı yoktur. Hakikaten imkân
olmayınca hükmen de cima etmiş sayılamaz. Onun için nikâh-ı fâsidde iddet vâcib
olmadığı gibi halvetle mehir de lâzım gelmez. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
"Velev hükmen olsun
cimadan önce boşarsa..." Hükmen cimadan murad halvettir. Musannıf cima ve
halvetten önce boşarsa dernek istemiş tir. H.
"Adamın elinde
sayılır ilh..." Yani bu da ikinci akidle eline geçmenin yerini tutar. Gâsp gibi
ki, elinde bulunan gasp malını satın alırsa mücerred akidle onu teslim almış
sayılır. Böylece buradaki talâk cimadan sonra talâk sayılır. "Cimadan sonra
boşamakla o adam ric'ata mâlik olur. Burada ise ric'at yoktur." denilemez. Çünkü
ikinci akdin mehir ve iddet hakkında cima yerine tutulmasından ric'at hakkında
da cima yerine tutulması lâzım gelmez. Halvet gibi ki mehir ve iddet hakkında
cima yerine tutulur. Fakat ric'at hakkında milk yerine tutulmaz. Tamamı
Minah'dadır.
Ben derim ki: Şu da
var: Birinci talâk bâindir. Nitekim ulema bunu açıklamışlardır. O halde onun
iddetini beklerken ric'ata hasıl hakkı olabilir? Velev ki ikincisi ric'i
olsun.
"Bu mesele on
meselenin biridir." On mesele şunlardır: Bir adam sahih nikâhdan veya fâsid
nikâhtan iddet bekleyen karısı ile evlenirse iki mesele meydana gelir ki,
bunların izahı yukarıda geçmişti.
Üçüncüsü: Kendisi
hasta iken iddet bekleyen karısıyla evlenir ve onu cima etmeden boşarsa mirâs
kaçıran olur.
Dördüncüsü:
Aralarında kefâet bulunmadığı için cimadan sonra ayrılırlar ve iddeti içinde o
kadını nikâh eder de yine cima etmeden araları ayılır.
Beşincisi: Küçük
bir kızla veya cariyeyle evlenerek cimada bulunur, sonra onu talâk-ı bâinle
boşar, sonra iddeti içinde onunla tekrar evlenir. Bu sefer küçük kız bulûğa erer
yahut cariye azad olur ve cimadan önce kendini ihtiyar eder.
Altıncısı: Küçük
bir kızla veya cariyeyle evlenir, cimadan sonra kız bulûğa ererek cariye de âzâd
olarak kendini ihtiyar eder. Sonra iddeti içinde onunla evlenir ve cima etmeden
boşar.
Yedincisi; İddet
bekleyen karısıyla evlenir ve cimadan önce kadın dinden döner. Meselenin geri
kalan suretleri Bahır'da mükerrer olarak zikredilmiştir. Hatta ilk iki sureti de
birdir. Şu halde hakikatte bu meseleler altıdır.
"Bunlarda birinci
nikâhdaki cima ikincide sayılır." Bu Şeyhayn'a göredir. İmam Muhammed'le Züfer'e
göre ikincide cima sayılmaz. Yeni iddet de lâzım gelmez. Mehrinin yarısı vâcib
olur. Lâkin İmam Muhammed'e göre ilk iddeti tamamlamak vâcib olur. Züfer'egöre
vâcib olmaz. H. Yani kadın başka kocaya helâl olur ve böylece muhallil iddetini
düşürmek için bir hile teşkil eder. Cimadan sonra kadını boşar. Sonra tekrar
nikâhlar, sonra cimadan önce boşar ve iddet beklemeden ilk kocasına helâl olur.
METİN
Musannıf Züfer'in
sözünü uzun bir ifadeyle iptal etmiş ve "Mukallid bir hâkim mezhebinin meşhur
kavline muhâlif hüküm verirse esah kavle göre hükmü geçersiz olur." diye kesin
hüküm vermiştir. Nitekim rüşvet alırsa hükmü geçersiz olur. Şu kadar var ki,
sultanın fermanı meşhur olmayan kaville amel edebileceğini bildirirse o zaman
câizdir; ve o kimse Hanefî ve Züferî olur. Bu olmuş değildir. Bilâkis vâki bunun
hilâfıdır. Bellenmelidir.
İZAH
"Musannıf Züferi'n
sözünü uzun bir ifadeyle iptal etmiş." Bunu Halebî olduğu gibi nakletmiştir.
Hülasa olarak şöyle demiştir: "Memleketimizde Allah'dan korkusu olmayan bazı
hakimler dünya malı elde etmek için çok defa Züfer'in kavliyle amel etmişlerdir.
Kemâl, Fetih adlı eserinde şunları söylemiştir:" Züfer'in söylediği fâsiddir.
Çünkü maksudun meşruiyetini bozmayı iktiza eder ki, o da neseblerde şübheye
düşmemektir. Bununla beraber bu içtihad götüren bir şeydir. Hatta
Câmiu'l-Fûsuleyn'de açıklandığına göre bir hâkim bununla hüküm verse hükmü
geçerli olur. Çünkü bunda içtihada müsaade vardır. Hem Allah Teâlâ'nın:
"Kadınlara dokunmadan onları boşarsanız sizin için onların üzerinde bekleyecek
bir iddet yoktur." âyet-i kerîmesinin sarahatına uygundur. Bence bu zamanda
çözüm yolu bunun geçersiz olmasıdır. Çünkü bu ancak mukabilinde mal almak için
yapılan bir şeydir. Nitekim zamanımız hâkimlerinden biliyoruz. Üstadımızın
üstadı Şeyhülislâm Kerhîye bazı hâkimlerin yaptıkları gibi İmam Züfer'in
kavliyle amel ederek iddet lâzım değildir demenin hükmü sorulmuş da şu cevabı
vermiş: Muhakkıklardan bazıları Züfer'in sözü bâtıldır demiş, ulemadan bazıları
ise Züfer'in iddetten önce birinci kocaya cima'ın helâl olmayacağı hususunda üç
imamla birlikte olduğunu söylemişlerdir. Velev ki nikâhı sahih olsun. Çünkü
nikâhın sahih olmasından cima'ın helâl olması lâzım gelmez. Lâkin İmam Züfer'den
meşhur olan birinci kavildir. Zamanımız hâkimlerinin yaptığı da budur. Allah
sayılırını çoğaltmasın! Bunlar müddet tanımadan talâk halinde evlendiriyorlar.
Ulemamızın: "Hâkim bir hadisede rüşvet alırsa hükmü geçersizdir. Mukallid bir
meselede imamına muhalefet ederse esah kavle göre o meselede hükmü geçersizdir."
dediklerine bakmıyorlar. O meselede hâkimin hükmü ge-çerlidir diyenin muradı
müctehid olan hâkimdir. Nitekim muhakkık ulema bunu söylemişlerdir. Şeyh
Hafizuddin şöyle demiştir: Gizli değildir ki, bizim hâkimlerimizin ilmi huccet
olmak şöyle dursun şübhe bile olamaz. O bu sözü kendi zamanının ve memleketinin
hâkimleri hakkında söylemiştir. Bugün ekserisi cahil olan hâkimlere ne
buyurulur? Bir şeybilmeden Allah Teâlâ'nın hükümlerine cüret göstermekten biz
Allah Teâlâ'ya sığınırız. Mukallid olan hâkime mezhebinin meşhur olan kavline
tâbi olmaktan başka çare yoktur. Hele de sultan seni fülanın mezhebi üzerine
hüküm vermek için tâyin ettim derse! Gerçekten müteehhirin ulema bazı malum
meselelerde îmam Züfer'in kavliyle amel etmişlerdir. Çünkü bunlar delile ve örfe
uygundur. Ama bu meselede amelden çekinmişlerdir. Çünkü bunda neseblerin
karışması şübhesi vardır. Ben aşağı yukarı yetmiş seneden beri ilmiyle âmil
büyük âlimlerle sohbet ettim. Amma hiç birinin bu kaville fetva verdiğini,
hükmettiğini ne gördüm ne de işittim! Allah kendilerine hayırlar ihsan etsin.
Ruhları şâd olsun! Zira şübheli işten kaçınmışlar, şübhesiz olana
sarılmışlardır."
"şu kadar var ki
sultanın fermanı ilh..." İfadesi söz götürür. Çünkü bu ifade sultanın fermanı
olursa hâkimin mezhebinde meşhur olan kavle muhalefeti sahih olacağını iktiza
eder. Halbuki biz bu hususta kitabın başında arz etmiştik ki, terkedilmiş bir
kavil ile hüküm ve fetva vermek cehalettir, icma'a karşı gelmektir.
METİN
Zimmînin boşadığı
hamile olmayan bir zimmîyye yahut kocası ölen zimmîyye -şayet itikadlarında
varsa- Ebû Hanife'ye göre iddet beklemez. Çünkü biz onları itikadları üzere
bırakmakla memuruz. Zimmîyye hamile olursa bil ittifak doğurmakla iddet bekler.
Valvalcî bunu itikad ederlerse diye kayıdlamıştır. Zimmîyyeyi Müslüman kocası
boşar veya ölürse bil ittifak mutlak olarak iddet bekler. Çünkü Müslüman buna
itikad eder. Kezâ esir alınan bir kadın iki memleketin dinleri birbirine aykırı
olduğu için kocasından ayrılırsa iddet beklemez. Çünkü iddet vâcib olduğu yerde
ancak kul hakkı olmak üzere vâcib olur. Harbî ise cansız eşyaya mülhaktır.
Bundan ancak hamile müstesnadır. Onunla evlenmek sahih değildir. Ama bu iddet
beklediği için değil, karnında nesebi sâbit bir çocuk bulunduğu içindir.
Harbîyye gibi ki, Müslüman veya zimmî yahut pasaportlu olarak İslâm memleketine
çıkar da sonra Müslüman veya zimmîyye olursa onunla evlenmek sahih değildir.
Zira yukarıda geçtiği vecihle o cansızlara mülhaktır. Meğerki hamile olsun.
Sebebi yukarıda geçti. Kezâ bir kimse başkasının karısıyla evlenir de bunu
bildiği halde onunla cima'da bulunursa kadına iddet yoktur. Cima kaydı mutlaka
lâzımdır. Bununla fetva verilir.
İZAH
"Ebû Hanife'ye göre
iddet beklemez." Boşanır boşanmaz o kadını bir Müslüman veya bir zimmî alırsa
câiz olur. Nitekim Fethü'l-Kadir'de bildirilmiştir. Bahır.
Ben derim ki: Böyle
bir kadınla kocası Müslüman olan kadının iddet beklemesi arasındaki fark iddet
Müslümanın hakkı ve inancı olmasıdır. Yani iddet ancak kocanın hakkı olmak üzere
vâcibdir. Koca kâfir olup iddete itikadı yoksa onun için iddet vâcib değildir.
Velev ki okadınla Müslüman evlensin. Kocanın Müslüman olması bunun hilâfınadır.
Onun hakkı ve itikadı olduğu için iddet vâcibdir. Velevki kadını kendisi gibi
buna itikadı olmayan bir zimmî alsın. Bu izahla Nehir sahibinin kâfirin nikâhı
babındaki incelemesi sakıt olur. Nehir sahibi şöyle demiştir: "Kadını Müslüman
bir kimse alırsa iddetin vâcib olacağında ihtilâf etmemek gerekir. Çünkü
müslüman iddetin vâcib olduğuna itikad eder ilh..." Çünkü şübhesiz Müslüman
iddetin vâcib olduğuna kendisi için, kendi menîsini korumak için itikad eder.
Kâfir için olduğuna itikad etmez. Çünkü o yalnız kendi içtihadınca sâbit olana
itikad eder.
Evet, Hâniyye'de
kâfirin nikâhı bâbında zikredildiğine göre zimmi bir adam zimmî olan karısını
talâk-ı bâinle boşar da kadınla hemen o anda bir müslüman veya zimmî evlenirse
bazı ulemanın söylediklerine göre nikâhı câiz olur. Ama Ebû Hanife'nin kaviline
göre bir hayız bekleterek istibrâ yapmadıkça cima'ı mubah olmaz. İmameyn'in
kavline göre ise üç hayız görmedikçe o kadının nikâhı bâtıldır.
"Çünkü biz onları
itikadları üzere bırakmakla memuruz." Onlar bunun kendileri için bir hak
olduğuna itikad etmezlerse biz de kendilerine ilzam etmeyiz.
"Valvalcî bunu
itikad ederlerse diye, kayıdlamıştır ilh..." Bahır sahibi bu ibâreyi
naklettikten sonra şunları söylemiştir: "Hidâye sahibi bu sözü mutlak bırakmış
ve: Çünkü kadının karnında nesebi sâbit bir çocuk vardır. diye ta'lil etmiştir.
İmam-ı Azam'dan bir rivâyete göre bu kadına nikâh akdi yapmak sahihtir. Ama
zinâdan hamile kalan gibi buna da cima edemez. Esah olan birincisidir."
Hidâye'nin sözü burada sona ermiştir.
"Bil ittifak" Yani
İmam-ı Azam'la İmameyn arasında bil ittifak iddet bekler. Mutlak olarak demesi
hamile olsun olmasın, kadının itikadı bulunsun bulunmasın iddet bekler
mânâsınadır.
"Çünkü müslüman
buna itikad eder." Yani Müslüman nikâhından iddet lâzım geleceğine inanır.
Binaenaleyh bu bir însan hakkı olur. Artık: onunla zimmîyye de muhatabdır. Velev
ki iddette AIIah hakkı dahi bulunsun.
"Harbî ise cansız
eşyaya mülhaktır." Hatta temellüke (yani mal sahibi olmaya) mahaldir. Hidâye.
Yani cansız bir şeyin hakkına riayet yoktur. Velev ki iddete itikadı olsun.
"Ama bu iddet
beklediği için değil ilh..." Allâme Nûh Efendi'nin Dürer hâşiyesinde zikredilen
şudur: "Bu kadın hilâfsız iddet beklemektedir. Bi-naenaleyh doğurmadıkça nikâhı
câiz olamaz. Zira karnında nesebi sâbit bir çocuk vardır. Onun için evlenmekten
men edilir. Nasıl ki hamile olan ümmüveledin evlenmesine sahibi mâni olur. Zira
çocuğun nesebi sâbit olunca firâş mevcud demektir. O kadını nikâh etmek iki
firâşı biraraya getirmeyi istilzam eder." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Anla! İmam-ı Azam'dan bir rivâyete göre bu kadın zinâdan gebe kalmış
hükmündedir. Kerhî bu kavli ihtiyar etmiştir. Kuhistâm
"Harbiyye gibi ki
ilh..." Fakat bunun hilafına olarak kocası Müslüman veya zimmî olduğu halde
yahut pasaportlu olup sonradan Müslümanlığı veya zimmîliği kabul eder de kadını
bırakarak İslâm diyarına göçerse kadına orada bil ittifak iddet yoktur. Hatta o
adam İslâm diyarına gelir gelmez kadının kız kardeşiyle yahut ondan başka dört
kadınla evlenebilir. Çünkü dar-ı harbte Müslüman ahkâmı kendisine tebliğ
edilmemiştir. Yoksa kadın iddetle mükellef olmadığı için değildir. îddet insan
hakkıdır. Kadın onunla mükelleftir. Fetih.
"Müslüman
memleketine çıkarsa..." Hidâye, Muzmerât ve diğer kitabların nikâh bahsinde
İslâm memleketine çıkması şart koşulmamıştır. Onlarda şöyle denilmiştir: "Kadın
dar-ı harbde Müslüman olur da üç hayız geçerse kocasından bâin olur. İmam-ı
Azam'a göre kendisine iddet de lâzım gelmez. İmameyn buna muhâliftir."
Kuhistdnî.
"Sebebi yukarıda
geçti." Yani karnında nesebi sâbit bir çocuk vardır.
METİN
Onun içindir ki,
haram olduğunu bilerek cima ederse kendisine had vurulur. Çünkü zinâdır.
Kendisiyle zinâ edilen kadın kocasına haram değildir. Vehbâniyye şerhinde şöyle
denilmiştir: "Kadın zinâ ederse hayız görmedikçe kocası ona yakınlık edemez.
Çünkü zinâdan gebe kalmak ihtimali vardır. Kocasının suyu başkasının ekinini
sulamamalıdır. Bu garip olduğu için bellenmelidir. Haram olduğunu bilmemesi
bunun hilâfınadır. O zaman kadın ilk kocasına haram değildir. Meğerki iddeti
bitmiş olsun. Birinci kocası için beklediği iddette kadına nafaka yoktur. Çünkü
kadın itâatsizlik etmiştir. Hâniyye.
Ben derim ki: Yani
bilerek ve razı olarak kocaya vardıysa itâatsizlik etmiş olur. Nitekim geçmişti.
FER'Î MESELELER:
Kadın adımın menîsini kendi fercine akıtsa iddet bekler mi beklemez mi? Bahır
sahibi inceleme yaparak evet cevabını vermiştir. Çünkü rahminin temiz olduğunu
anlamak için buna ihtiyacı vardır. Nehir sahibi ise inceleme yaparak: "Hamile
olduğu anlaşılırsa evet, aksi takdirde hayır!" cevabını vermiştir Kınye'de:
"Kadın doğurur da sonra kocası boşayarak yedi ay geçer ve başka kocaya varırsa
bu müddette üç hayız görmedikçe sahih olmaz. Velev ki doğurmadan önce hayız
görmemiş olsun. Çünkü hayız görmeyen kadın hamile kalmaz."
İZAH
"Onun içindir ki"
Yani kadına iddet lâzım gelmediği içindir ki demek istiyor. Çünkü zinâdır sözü
illetin illetidir. Binaenaleyh vasıtayla malûlün da illeti olur. Şârih ikinci
illeti birinciden evvel söylese daha iyi olurdu.
"Kendisiyle zinâ
edilen kadın kocasına haram değildir." Şeyhayn'a göre kocası istibrâ yapmadan
onunla cimada bulunabilir. İmam Muhammed: "İstibrâ yapmadıkça onunlacima'da
bulunmasını iyi görmem." demiştir. Nitekim haram olan kadınlar faslında
geçmişti.
"Kocası ona
yakınlık edemez." Yani hayzını görüp temizlenmedikçe onunla cimada bulunması
haramdır. Nitekim Vehbâniyye şârihi bunu açıklamıştır. Bu, sözün İmam Muhammed
kavline göre yorumlanmasına mânidir. Çünkü o istibrânın müstehab olduğunu
söylüyor. Bunu musannıf dahi Minah'ın haram olan kadınlar faslında böyle
söylemiştir. Biz ondan naklen demiştik ki: "Vehbâniyye şerhindeki ifade için
Netif sahibi: O zayıftır. Meğerki şübheyle cima ettiğine yorumlansın,
demiştir."
"Bu garip olduğu
için bellenmelidir." Şârihin bellenmelidir diye emretmesi itimad etmek için
değil kaçınmak içindir. Buna karine garip olduğu için sözüdür. Zira mezhebimizde
meşhur olan kavle göre zinâ suyunun hörmeti yoktur. Rasûlüllah (S.A.V.), "Karım
kendisine dokunanın elini men etmiyor." diye şikâyet eden zâta: "Onun boşa!"
emrini vermişdi. Bunun üzerine o zât: "Ama ben onu seviyorum. O güzeldir."
deyince Resûlüllah (S.A.V.): "Ondan istifade et!"
buyurmuşlardı.
«Suyu başkasının
ekinini sulamamalıdır.» Cümlesine gelince: Bu da Peygamber (S.A.V.)'den rivâyet
olunmuşsa da ondan murad hamile kadınla cimada bulunmaktır. Çünkü hamile
kalmazdan önce ekin olmaz, dökülmüş su olur. Onun için derler ki: "Bir kimse
zinâdan gebe kalmış bir kadınla evlenirse doğuruncaya kadar ona yaklaşmaz. Tâ ki
suyu başkasının ekinini sulamasın." Çünkü onun menîsiyle çocuğun gözü ve kulağı
kuvvet bulur. Bu izahâtımızla anlaşılır ki, karısını zinâ ederken gören adamın
onunla cimada bulunabilmesi ile, zinâdan gebe kalan bir kadınla evlenip onunla
cimada bulunamaması arasında fark vardır. Bunu ganimet bil!
"Bilerek ve razı
olarak kocaya vardıysa itâatsizlik etmiş olur." Fakat bilmeyerek vardıysa meselâ
kadının haberi yokken ona ric'at etmişse yahut kadını nikâha zorlamışsa kadın
itâatsiz sayılmaz. Çünkü kendini kocasından men etmek istememiştir. Bunu Tahtâvî
söylemiştir.
"Nitekim geçmişti."
Yani musannıfın: "Şübheyle cima edilen kadın" dediği yerde uzun uzadıya
geçmişti. T.
"Kadın adamın
menîsini ilh..." Yani halvet ve cima olmaksızın kocasının menîsini fercine
akıtırsa demektir. Başkasının menîsini akıtırsa ne hüküm verileceğini şübheyle
cima edilen kadın meselesinde arz etmiştik
"İnceleme yaparak
evet cevabını vermiştir." Ve şöyle demiştir: "Kadını dübüründen cima ederse
yahut kadın onun menîsini fercine akıtır da sonra kadını boşarsa fercine
sokmaksızın ne hüküm verileceğini görmedim. Şâfiîlerin Tahrir'inde her iki
surette iddet vâcib olacağı beyan edilmiştir. İkincide mezheb sahibine mutlaka
bununla hüküm vermek gerekir. Çünkümenîyi içeri akıtmak mücerred âleti sokmaktan
daha çok rahimin temizliğini bilmeye muhtaçtır." Demek istiyor ki, birincide
muhtaç değildir. Çünkü dübüre yapılan cima halvette olmuşsa iddet halvetle vâcib
olur. Halvette olmamışsa rahimin temizliğini bilmeye hâcet yoktur. Çünkü suyu
ekin yerinden başkasına dökmüş olur. Bunda gebe kalmak ihtimali yoktur.
"Nehir sahibi ise
ilh..." Şöyle demiştir: "Ben derim ki: hamileliği meydanda ise onun iddeti
doğurmakla biter. Aksi takdirde kadına iddet yoktur demek gerekir. "Ulemadan
bazıları Nehir sahibine şöyle itiraz etmiştir: "Hamileliğin olup olmadığı
anlaşılıncaya kadar beklemek senin kaçtığın iddetin tâ kendisidir. Menîyi içeri
akıttıktan sonra evlenmesini câiz görüyorsan naklî delil göstermeye muhtaçsın!"
Ben derim ki: Döl
alma bahsinde Bahır'dan, o da Muhît'ten naklen şöyle diyeceğiz: "Bir adam
cariyesinin fercten başka bir yerine sürterek menîsini indirir de cariye o
esnada onun menîsini alarak bir şey içinde fercine sokarsa ve bundan gebe
kalarak çocuk doğurursa, çocuk o adamın oğlu, cariye de ümmüveledi olur." Bu
fer'î mesele Bahır sahibinin incelemesini teyid eder. H.
Ben derim ki:
Ulemanın iddeti âleti kesik bir kimsenin halvetiyle isbat etmeleri de bunu teyid
eder. Bu onun sürtmesiyle gebelik tevehhüm edilmesinden başka bir şey değildir.
"Yedi ay geçer."
Yedi değil dokuz ay olsa gerektir. Tâ ki İmam Mâlik'ten manzum olarak geçen
rivâyete işaret olsun. O: "Temizlik müddeti uzayan kadının iddeti dokuz ayla
geçer." demiştir. Mânâ: "Kadın hayız görmedikçe dokuz ay geçse bile sahih
olmaz." demektir.
"Üç hayız
görmedikçe sahih olmaz ilh..." Hayız görmediğini kocası tasdik ederse bu
zâhirdir. Aksi takdirde söz kocasınındır. Zira "kadın iddetim bitti derse"
ifadesinde Bedâyı'dan naklen ve kezâ ric'at bâbında Bezzâziye'den naklen arz
etmiştik ki: "Boşanan kadın ikinci kocasına: Sen beni iddetim içinde aldın derse
talâk ile nikâh arasında iki aydan az müddet bulunduğu takdirde İmam-ı Azam'a
göre kadın tasdik edilir ve nikâh fasid olur. Daha fazla müddet geçmişse tasdik
edilmez. Ama nikâh sahihtir. Çünkü nikâha özenmek iddetin bittiğini ikrar
sayılır."
"Çünkü hayız
görmeyen kadın hamile kalmaz." Yani hamile kalınca anlaşılır ki, kadın hayız
görenlerdendir. Artık onun iddeti ancak üç hayızla biter.
METİN
Yine Kınye'de
bildirildiğine göre kadını üç defa boşar da ben onu bir defa boşamıştım, iddeti
de geçmişti derse, halk arasında iddetin geçtiği bilindiği takdirde üç talâk
vâki olmaz. Bilinmezse olur. Üç talâkın vuku bulduğuna adamın inkârından sonra
beyyine ile hüküm verilirse, o da bundan bir müddet evvel kadını bir talâkla
boşadığına beyyine getirirse kabuledilmez. Bahır. Yine Bahır'da Cevhere'den
naklen bildirildiğine göre kadına güvenilir biri gaibteki kocan öldü yahut seni
üç defa boşadı diye haber verir yahut kadına güvenilir bir kişi eliyle
kocasından bir talâk mektubu gelirse kadının bunun doğru olduğuna gönlü yattığı
takdirde iddet bekleyip evlenmesinde bir beis yoktur. Kezâ bu adamın karısı bir
adama kocam beni boşadı, iddetim de bitti derse o kadını nikâh etmesinde beis
yoktur.
İZAH
"Halk arasında
iddetin geçtiği bilindiği takdirde" Yani kocası boşadığı vakit halk arasında onu
ikrar eder de herkese duyurursa, iddetin geçebileceği bir müddet geçmekle
kadının iddeti biter. Velev ki kadınla beraber yaşasınlar. Çünkü boşadığı şöhret
bulduktan sonra beraber kalmaları sahih kavle göre iddetin bitmesine mâni
değildir. Nitekim şârih bunu Cevâhiru'l-Fetâvâ'dan naklen bildirmişti. Lâkin
haram olduğunu şübhesiz bildiği halde kadınla cimada bulunursa bu zinâ olur ve
ikinci bir iddet lâzım gelmez. Şübheyle cimada bulunursa her cima için ayrı
iddet lâzım gelir ve iddetler, içice girer. Artık son cimanın iddeti bitmedikçe
o kadının başka kocayla evlenmesi helâl olmaz. Kadını ilk talâkın iddeti
bittikten sonra üç defa boşarsa talâk vâki olmaz. Velev ki cima iddetinde
boşamış olsun. Nitekim Bezzâziye'den naklen arz etmiştik. Bununla bir fetva
hadisesine cevap verilmiş olur,
Hadise şudur: Bir
adam karısını haram sözüyle bâin olarak boşar da bir Şâfiî'den fetva isterse, o
da bu talâkın ric'î olduğuna fetva vererek karı-koca bir müddet beraber
yaşadıktan sonra kadını yine bu şekilde boşar da kocası nâmına kadına yine bir
Şâfiî müracaat ederek yine uzun bir müddet geçerse, sonra yine kadını bu şekilde
talâk-ı bâinle boşayarak kendisine bir Şâifî yemin keffâreti vereceksin diye
fetva verirse, sonra kadını o anda üç defa boşarsa, şayet ilk üçü ikrarda
bulunmuş da halk arasında yayılmışsa ve her biri önceki talâkın iddeti bittikten
sonra yapılmışsa yukarıda geçenin muktezasına göre o adamın aleyhine bir
talâktan başka bir şey vâki olmaz. O da şöhret bulduğu cihetle ilk tâlâktır.
Adam bunu ikrar etmiştir. Kadının da iddeti bitmiştir. Artık ikinci ve ondan
sonraki talâklar vâki olmazlar. Velev ki bu müddet zarfında kadınla cima'da
bulunsun. Çünkü bildiğin gibi bu şübheyle cima'dır. Allahu
a'lem.
"Beyyine getirirse
kabul edilmez." Çünkü bildiğin gibi talâk halk arasında meşhur olmadıkça bu
talâkın iddeti bitmez. Meşhur olsa aleyhine üç talâkla hüküm olunmadan önce
onunla istidlal ederdi. Çünkü üç talâkla hüküm vermenin sıhhatına mâni olan o
idi. Onu bırakıp da üç talâkı inkâra gitmesi yalan söylediğine delildir.
Binaenaleyh sözü kabul edilmez. Bu ulemanın: "Hükümden sonra dâvânın def'i
sahihtir." sözüne aykırı değildir. Bana zâhir olan budur.
"Güvenilir bir kişi
eliyle" Sözü kayıd değildir. Nitekim Valvalciyye'de belirtilmiştir.
Câmiu'l-Fûsuleyn'de şöyle denilmektedir: "Kadına bir adam kocasının öldüğünü
veya dinden döndüğünü yahut kendisini boşadığını haber verirse kadının evlenmesi
helâl olur. O adamdan bir başkası işitirse şâhidlik yapabilir. Çünkü bu din
bâbındandır. Binaenaleyh bir kişinin haberiyle sâbit olur. Nikâh ve mezheb bunun
hilâfınadır. Kadına haber veren âdil olsun olmasın ona kocasından talâk mektubu
getirdiğinde mektubun kocasından olduğunu bilsin bilmesin fark etmez. Kadının
gönlüne bu işin doğruluğu yatarsa evlenmesinde beis yoktur." îlâ bâbından az
önce bunun diyâneten böyle olduğu geçmişti. Sonra Sâihânî'nin el yazısıyla
Câmiu'l-Fetâvâ'dan şunu naklettiğini gördüm: "İki kişi gaibin karısını
boşadığına şâhidlik ederlerse gaib aleyhine talâk hükmü vermek için kabul
edilmez. Ama kadın iddet bekleyip başka kocaya varmak için hâkimin ses
çıkarmaması hakkında kabul edilir."
Bunun hâsılı şudur:
Hâkimin sükut etmesi câizdir. Çünkü bu dini bir iştir. Talâk isbatı değildir.
Zira talâk isbatı gaib aleyhine hükümdür. Binaenaleyh sahih olmaz ve öyle
görünüyor ki, iddetin boşlaması talakın vuku bulduğu vakitten itibarendir. İhbar
vaktinden itibaren değildir. Çünkü adam kadınla beraber yaşamamaktadır.
Binaenaleyh töhmet yoktur. Câmiu'l-Fûsuleyn sahibinin: "Evlenmesinde bir beis
yoktur." sözü evlenmemesinin evlâ olduğunu gösterir. Bahır'da şöyle denilmiştir:
"Kadına bir adam kocasının öldüğünü, başka biri sağ olduğunu haber verirse,
öldüğüne veya cenazesinde bulunduğuna şâhidlik eder de kendisi âdil ise, her
ikisi tarih göstermemiş olmak ve sağlık bildiren tarih sonra olmak şartıyla
kadın iddetini bekleyip kocaya varabilir. Kadın evlendikten sonra kendisine bir
cemaat kocasının sağ olduğunu haber verirlerse kadın ilk haberciyi tasdik ettiği
takdirde nikâh sahih olur.
"O kadını nikâh
etmesinde beis yoktur." Hâniyye'de şöyle denilmiştir: "Kadın nikâhtan sonra
kocam dinden döndü derse erkeğin onun haberine itimad ederek kendisiyle
evlenmesi caizdir. Kadın nikâhtan sonra ârız olan bir sebeble meselâ bir süt
meselesi veya benzeri ârız olarak haram olduğunu haber verirse adamın da kalbine
doğru söylediği yatarsa, kadın güvenilir olsun olmasın onunla evlenmesinde bir
beis yoktur. Meğerki kadın benim nikâhım fâsid idi yahut kocam Müslüman değil
idi demiş olsun. Çünkü inkâr edilecek bir haber vermiştir." Çünkü asıl olan
nikâhın sahihliğidir. Sâihânî.
METİN
Yine Bahır'da
Hâkimi'n Kâfîsi'nden naklen bildirildiğine göre kadın kocasının öldüğünde şübhe
ederse ihtiyatan yüzde yüz bildiği bir vakitten itibaren iddet bekler. Yine aynı
kitabda Muhît'ten naklen şöyle denilmiştir: "Kadın ihtimal götüren bir müddet
hakkında kocasını yalanlarsa nafakası sâkıt olmaz. Her ikisinin haberiyle mümkün
olduğu kadar amel etmiş olmak için kocası da onun kız kardeşiyle evlenebilir.
Kadın yarım seneden fazladadoğurursa çocuğunun nesebi sâbit olur ve esah kavle
göre kız kardeşinin nikâhı fâsid olmaz. Ölürse o mirâsçı olur. Fakat iddet
bekleyen mirasçı olamaz.
İZAH
"Şübhe ederse" Yani
kocasının ölüm haberinde şübhe ederse demektir.
"Yine aynı kitabda
Muhit'ten naklen" Sözü yanlıştır. Doğrusu Fetih'den naklendir. İbâresi de
şöyledir: "Fethü'l-Kadir'de bildirildiğine göre koca, karım bana iddetinin
bittiğini haber verdi derse bu müddet onun iddetinin bitmeyeceği kadar az olduğu
takdirde karı-kocanın sözleri kabul edilmez. Meğerki muhtemel olan bir şey
meydana gelsin. Meselâ kadın uzuvları belli olmuş bir çocuk düşürsün. O zaman
kadının sözü kabul edilir. İddetin sığacağı bir müddet ise kadın yalanladığı
takdirde nafakası sâkıt olmaz. Kocası da onun kız kardeşiyle evlenebilir. Çünkü
bu dinî bir iştir. Erkeğin sözü onda kabul edilir."
Hâsılı karı-kocanın
her ikisinin haberleriyle mümkün mertebe amel olunur. Erkeğin ve şeriatın hakkı
olan yerde erkeğin haberiyle, nafaka ve mesken gibi kadının hakkı olan yerde
kadının haberiyle amel olunur. Mesele boşayan kocasıyla kadın arasında ihtilâf
zuhur ettiğine göre farz edilmiştir.
"Çocuğunun nesebi
sâbit olur." Yani neseb hakkında kadının hakkı çocuğun hakkı gibi aslîdir. Zira
babası olmayan bir çocukla kadın ayıplanır. Binaenaleyh erkeğin sözü kabul
edilmez. Bu kadının kız kardeşiyle evlenmesi de geçerli olmaz. Çünkü verdiği
haberde şer'an yalanlanmıştır. Nafaka hükmü verilmesi bunun hilâfınadır. Çünkü
nafaka istihkakı iddetten başka şey için de tesavvur olunabilir ve sanki kadın
hakkında nafaka iddet sebebiyle, çocuk hakkında başka bir sebeble vâcib olmuş
gibidir. Kadının kız kardeşiyle evlenir de ölürse kız kardeşi mirâs alır.
Bazılarına göre bunu sağlamken söylerse kadının kız kardeşine mirâs vardır. Aksi
takdirde mirâs iddet bekleyene verilir. Miras iddet bekleyene hükmolunursa
bazılarına göre kız kardeşin nikâhı fâsid olur. Fakat esah kavle göre fâsid
olmaz. Çünkü mirâs istihkakı karı-kocalıktan başka bir sebeble de tesavvur
edilebilir. Binaenaleyh nafaka istihkakı mesabesindedir. Bu satırlar Muhît'ten
nakleden Bahır'dan kısaltılmıştır. Bunun hülasası iki meseledir.
Birincisi:
Kocasının iddeti bitti diye ikrarda bulunduğu kadın bir çocuk doğurur da çocuğun
nesebi sâbit olursa kız kardeşin nikâhı fâsid olur. Çünkü bu adam şer'an
yalanlanmıştır.
İkincisi: Bunu
ikrar eder de sonra karısının kız kardeşiyle evlenir ve ölürse kız kardeş
kendisine mirâsçı olur, iddet bekleyen mirâsçı olamaz. Bazıları: "Bu sağlamken
ikrar ettiğine göredir. Hastalığında ikrar ederse mirâs kaçıran olur ve iddet
bekleyen kadın ondan mirâs alır. Mirâs aldığına göre esah olan kavil kız
kardeşinin nikâhının fâsıd olmamasıdır. Çünkü onun mirâsçı olmasından bu mirâsın
evlilik yoluyla olması lâzım gelmez ki, kız kardeşinnikâhı fâsid olsun. Miras
başka bir yoldan tesavvur olunabilir. Bu izahla anlaşılır ki, şârihin sözünde
mânâyı bozacak derecede kısalık vardır. Sözün doğrusu: "Adam ölürse kız kardeş
kendisine mirâsçı olur. Bazılarına göre bunu hastalığında söylemişse iddet
bekleyen karısı mirâsçı olur. Ama, esah kavle göre onun kız kardeşinin nikâhı da
fâsid olmaz. Kadın yarım seneden fazlada doğurursa çocuğunun nesebi sâbit olur
ve kız kardeşinin nikâhı da bozulur." şeklindedir. Allahu a'lem!