05 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...HİDAD (YAS TUTMA) HAKKINDA BIR FASIL


HİDAD (YAS TUTMA) HAKKINDA BIR FASIL


METİN
Hidad kelimesi eadde, medde ve ferra bâblarından gelir. Kelime cim'la da rivayet edilmiştir. Nitekim Kâmûs'ta belirtilmiştir. İddet için zîneti terk etmek mânâsına gelir. Şer'an talâk-ı bâin veya ölüm iddeti bekleyen bir kadının zînet ve benzeri şeyleri terk etmesidir. Müslüman ve mükellef bir kadın velev ki cariye olsun sahih nikâhla cima edilmişse bâin talâk veya ölüm iddeti beklerken zînet takınmayı, ipekli giymeyi, sık dişli tarakla taranmayı, kokuyu -velev ki ondan başka kazancı olmasın-, hâlis zeytinyağ gibi kokusuz bile olsa yağ sürünmeyi, sürme ve kınayı terk etmek, usfurlu, safranlı, kızıl toprak veya versle boyalı elbise giymemek suretiyle yas tutar. Velev ki boşayan veya ölen kocası bunu terk etmesini tenbihde bulunsun. Çünkü yas tutmak nikâh nimetinin elden gitmesine üzüldüğünü göstermek için şeriatın hakkıdır.
İZAH
Musannıf bizzat iddetin vâcib olduğunu ve bunun keyfiyetini anlattıktan sonra iddet bekleyen kadınlara vâcib olan vazifeyi anlatmaya başladı. Çünkü asıl vücubuna nisbetle bu ikinci derecededir. Fetih.
"Eadde, medde ve ferra bâblarından gelir." Yani mücerred ve mezid bâblardan kullanılır.
"Cim'la da rivâyet edilmiştir." Bu takdirde cedad ve cidad şekillerinde okunur ki, kesmek mânâsından alınmıştır. Sanki kadın zînet ve ihtişamdan kesilmiştir. Nehir.
"İddet için zîneti terk etmek" Yani mutlak surette velev talâk-ı ric'î ile boşansın yahut kadın kâfire veya küçük kız olsun zînetlenmeyi terk etmektir. Böylece lügat mânâsı şer'î mânâdan daha umumi olur.
"Benzeri şeyler" Koku sürünmek, yağlanmak ve sürme çekinmekdir. T.
"Mükellef'den murad âkıl bâliğ olan kadındır. Bununla ve diğer kayıdlarla neden ihtiraz ettiği aşağıda gelecektir.
"Velevki cariye olsun." Çünkü cariye de şeriatın haklarıyla mükelleftir. Elverir ki bununla kul hakkı yenilmiş olmasın. Bahır. Hâsılı yas tutmak cariye sahibinin hakkına tecavüz değildir. Çünkü cariye iddet içinde efendisine haramdır. Kocasının evinde iddet beklemesi bunun hilâfınadır. Nitekim gelecektir.
"Cima edilmişse" Kaydı talâk-ı bâin iddeti bekleyene nisbetle sahihtir. Ölüm iddeti bekleyen kadına ise cima edilmemiş bile olsa iddet vâcibtir. Binaenaleyh yas tutmak da vâcib olur. Şu halde bu kaydı koymamak daha doğru olurdu. Zira iddet bekleyen sözü ona hâcet bırakmazdı.
"Zînet takınmayı" Yani altın, gümüş ve mücevheratın bütün nev'ilerini takınmayı terk eder. Bahır.
"Ipekli elbiseyi" Bütün nev'ileri ve renkleriyle velev ki siyah olsun terk eder. Bahır. İmam Mâlik iddet bekleyen kadının siyah ipekli giymesi mubah olduğunu söylemiştir. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir. Bu izahtan anlaşılır ki, Dürr-ü Müntekâ sahibinin yaptığı gibi siyahı istisna etmek doğru değildir. Çünkü o bizim mezhebimiz değildir.
"Sık dişli tarakla" Taranmaz. Ama seyrek dişli tarakla taranabilir. Bunu Mebsût sahibi söylemiştir. Fetih sahibi bu hususta inceleme yapmıştır. Lâkin Cevhere'den naklen aşağıda gelecektir ki, bu özürle mukayyeddir.
"Kokuyu" Yani kokuyu beden ve elbisede kullanamaz. Kuhistânî. Bahır ve Fetih sahiblerinin: "Koku yapamaz, ticaretinde de bulunamaz." sözleri bundan daha umumidir.
"Kokusuz bile olsa" Yağ sürünmeyi terk eder. Çünkü bu saçı yumuşatır. Binaenaleyh zînet sayılır. Zeylai. Böylece anlaşılır ki, memnu olan zinet vecihle kullanmasıdır. Sıkmak veya satmak yahut yemek için eliyle dokunmaktan men edilmez. Nitekim bunu Rahmetî söylemiştir.
"Usfurlu, safranlı" Elbiseden murad zînet sayılacak yeni elbisedir. Yeni olmazsa giyilmesinde beis yoktur. Çünkü ondan ancak avret yerlerinin örtülmesi kasdedilir. Hükümler maksadlara göre verilir. Kuhistânî.
"Çünkü yas tutmak şeriatın hakkıdır." Binaenaleyh kulun bunu ıskata hakkı yoktur. Bir de bu zikredilen şeyler kadına rağbetin sebebleridir. Halbuki kadın iddet esnasında nikâhtan men edilmiştir. Binaenaleyh haram bir fiile sebeb olmamak için bunlardan kaçınır. Hidâye.
METİN
Ancak bir özürden dclayı yapması müstesnadır. Bu söz zikredilenlerin hepsine şâmildir. Çünkü zaruretler haram olan şeyleri mubah kılar. Siyah, mavi ve kokusu kalmamış usfurlu eski elbise giymekte bir beis yoktur. Yedi kadına yas tutmak yoktur. Bunlar kâfire, küçük kız, deli kadın, âzâd iddeti bekleyen -efendisi ölen ümmüveled gibi-, nikâh-ı fâsid iddeti bekleyen, şübhe ile cima' edilen veya talâk-ı ric'î iddeti bekleyen kadınlardır.
İZAH
"Zikredilenlerin hepsine şâmildir." Kadının gözü ağırırsa sürme çekinebilir. Kaşıntısı varsa ipek elbise giyer. Başından elemi varsa yağ sürünüp zîneti kasdetmemek şartıyla seyrek dişli tarakla taranabilir. Çünkü bu zînet değil tedavidir. Cevhere. Fetih'de şöyle denilmiştir: "Kâfî'de bildirildiğine göre kadının boyalı elbiseden başka giyeceği yoksa onu giymesinde beis yoktur. Zira bunu avret yerini örtmek zaruretinden dolayı yapar. Lâkin zîneti kasdetmez. Hem bundan başka elbise buluncaya kadar diye kayıdlamak gerekir. Başka elbise ya satın alıp parasını vermek yahut kadının malı varsa onun malından vermekle elde edilir."
Ben derim ki: Şâfiilerden bazıları özürden dolayı sürme çekinmeyi:"Geceleyin sürünürsonra ertesi gün onu siler." diye kayıdlamışlardır. Nitekim hadîsde böyle vârid olmuştur. Hadîsi Fetih sahibi dahi tahriç etmiştir. Ama ben bizim ulemamızdan bununla kayıdlayan görmedim. Her halde "Zaruretler kendi mikdarlarınca takdir olunur." kaidesinden bilindiği için kayıdlamamış olsalar gerektir. Lâkin gece veya gündüz sürme çekinmek kadına kâfi geliyorsa yalnız geceyle iktifa eder, aksini yapmaz. Çünkü sürme zîneti için gece daha gizlidir. Hadîs de buna yorumlanmıştır. Allahu a'lem.
"Siyah, mavi ilh.. giymekte bir beis yoktur." Fetih sahibi diyor ki: "Yas tutan kadının siyah elbise giymesi dört mezhebin imamlarına göre mubahdır. Zâhirîler onu kırmızı ve yeşil gibi saymışlardır." Zeylaî siyah giymenin caiz olduğunu: "Çünkü ondan zînet kasdedilmez." sözüyle ta'Iil etmiştir.
Ben derim ki: Maksad ipeksiz siyah giymektir. İmam Mâlik buna muhaliftir. Nitekim yukarıda geçmişti. Maviyi inceleme suretiyle Nehir sahibi zikretmiştir. Bu zâhirdir. Meğerki rengi berrak ve saf olsun. Nitekim Şâfiîler bunu söylemişlerdir. Çünkü o zaman ekseriyetle zînet kasdedilir. Bahır'da şöyle denilmiştir: "Usfurlu ve safranlı elbiseden kokusu kalmamış eski olanlar istisna edilir. Zira böylesi câizdir. Nitekim Hidaye'de bildirilmiştir." Anla!
Rahmetî diyor ki: "Kokusu kalmamış elbiseden murad zînetlenilmeyen elbisedir. Zira mâni koku değil zîhettir. Görülmüyor mu ki toprakla boyanmış elbise giymek memnu'dur. Halbuki kokusu yoktur."
Ben derim ki: Zeylaî'nin sözü bundan daha şumullüdür. O şöyle demiştir: "Hulvânî'nin beyanına göre zikri geçen giysilerden murad yeni olanlardır. Zînet olamayacak gibi eski ise giyilmesinde beis yoktur." Yukarıda Kuhistânî'den nakledilen de böyledir.
T E N B î H : Ulemanın yas tutan kadına yalnız zikri geçen şeylerin men edildiğini söylemekle yetinmelerinin muktezası şudur: Yas tutmak bedene mahsustur. Binaenaleyh kadın yatağını ve ev eşyasını süslemekten ve ipekli üzerine oturmaktan men edilmez. Nitekim Şâfiîler bunu bildirmişlerdir. Mi'râc; sahibi üç mezhebin imamlarına göre yas tutan kadının hamama girebileceğini, başını hatmi ve sidrle yıkayabileceğini nakletmiş, fakat bize göre hükmünün ne olacağından bahsetmemiştir. Bahır sahibi: "Musannıfın bu söylenenleri zikretmemesi yas tutan kadının hamama girebileceğini ifade eder." demiştir.
"Yedi kadına yas tutmak yoktur." Yani vâcib değildir. Nitekim Zeylaî'de böyle denilmiştir. Bu sözle musannıf yukarıda geçen kayıdların ihtiraz yerlerini izaha başlıyor. Sekizinci bir kadın daha vardır ki, o da cimadan önce boşanandır. Musannıf: "Bâinden iddet bekleyen" sözüyle bundan ihtiraz etmiştir.
"Kâfire, küçük kız, deli kadın" bunlardandır. Lâkin kâfire iddet içinde Müslüman olursa iddetin kalan kısmında yas tutması lâzım gelir. Nitekim Cevhere'den naklen geçmişti. Küçükkız bülûğa erer, deli kadın ayılırsa aynı şeyi onlar hakkında da söylemek gerekir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. Bu gibilere yalnız iddet lâzım gelip yas tutmak vacib olmaması yas tutmak Allah Teâlâ'nın hakkı olduğu içindir. Burada mutlaka mükellef olmak lâzımdır. Zira giyinmek ve koku surünmek hissî birer fiildir. Onların haram olduğuna hüküm verilmiştir. îddet bunun hilâfınadır. Çünkü o müsebbebleri sebeblere bağlamak kabîlindendir. Şu mânâya kî, karı-koca birbirlerinden ayrılırken şer'an muayyen bir müddet kadının nikâhı sahih olmaz. Binaenaleyh bu yokluğa dair bir hükümdür. Mükellef olmaya bağlı değildir. Nitekim Fetih sahibi izah etmiştir.
"Âzâd iddeti bekleyen" den murad sahibi kendisini âzâd eden ümmüveleddir. Efendisi ölen ümmüveled de onun gibidir. Çünkü onun ölümüyle âzâd olur. Böylesinin dahil olup olmadığı biraz gizli kaldığı için şârih onu açıklamış, birinciden bahsetmemiştir. Çünkü o açıktır.
"şübhe ile cima edilen" Sözünden musannıf nikâhlı tâbiriyle ihtiraz etmiştir. Münasib olan bunu âzâd iddeti bekleyen kadının yanında zikretmek idi. H.
"Veya talâk-ı ric'î" Sözünün yanında cimadan önce boşananı da zik-retmeliydi. Çünkü bunların İkisi "Talâk-ı bâin iddeti bekleyen" ifadesiyle hariç kalmışlardır. Bunu Halebî söylemiştir.
METİN
Akrabaya yas tutmak yalnız üç gün mubahdır. Kocası karısını bundan men edebilir. Çünkü zînet onun hakkıdır. Fetih. Ama koca razı olduğu yahut kadın evli bulunmadığı vakit üç günden ziyade yas tutmanın da helâl olması gerekir. Nehir. Tatarhâniyye'de bildirildiğine göre siyah giymek hususunda kadın mazur olamaz. günâhkârdır, Bundan ancak kocası hakkında yas tutan eşi müstesnadır. O üç güne kadar mazurdur. Bahır sahibi diyor ki: "Bunun zâhirine bakılırsa kadın kocasının ölümüne üzülerek üç günden fazla siyah giymekten men edilir." Nehir'de: "Kadın iddet beklerken bulûğa ererse kalan kısmında yas tutması lâzım gelir." denilmiştir.
İZAH
"Üç gün mubahdır ilh..." Yani bu hususta sahih hadîs vardır. Peygamber (S.A.V.): "Allah'a ve âhiret gününe imânı olan bir kadının üç günden fazla yas tutması helâl olamaz. Ancak kocasına yas tutması müstesna. Zira ona dört ay on gün yas tutar." buyurmuştur. Bu hadîs üç gün yas tutmanın helâl olduğuna, fazlasının helâl olmadığına delâlet eder. İmam Muhammed'in Nevâdir'deki: "Helâl değildir." sözü buna yorumlanmıştır. Nitekim Fetih sahibi beyan etmiştir. Bahır'da Tatarhâniyye'den naklen: "Kadının bunu terk etmesi müstehabdır." denilmiştir. Bundan maksad yas tutmayı tamamen terk etmektir.
"Kocası karısını bundan men edebilir İlh..." Feth'in ibaresi şöyledir:
"Kadın akrabası için üç gün yas tutmak isterse, kocası bulunduğu takdirde onu bundan men etmesi gerekir. Çünkü zînet onun hakkıdır. Hatta kocası istediği halde zînetlenmezse onu dövebilir. Bu yas tutmak ise kadına vâcib değil mubahtır. Yas tutmakla kocasının hakkı zâyi olur." Bahır sahibi bu sözü tasdik etmiştir.
Nehir sahibi diyor ki: "Hadîsin muktezası erkeğin buna hakkı olmamasıdır. Şâfiî kitablarında yazılanlarsa hakkı olduğunu gösterir. Bizim kaidelerimiz de buna aykırı değildir. O zaman hadîsdeki helâl olma işi kocasının men etmediğine yorumlanır." Yani hadîsden anlaşılan helâllık kocası men etmediğine yorumlanır. Çünkü bir şeye sâbit olan her helâllık ona mâni yoksa diye kayıdlanır. Aksi takdirde helâl olmaz. Burada da öyledir. Fetih sahibinin incelemesi ulemanın: "Zîneti terk ettiği için kocası karısını dövebilir." sözünde dahil olduğu için nakledilene muvafıktır. Ondan sonra gelenler de bunu kabul etmiştir. Onun için şârih kesin söylemiştir. İnceleme yalnız Nehir sahibine mahsus değildir.
"Üç günden ziyade yas tutmanın da helâl olması gerekir ilh..." İfadesi söz götürür. Çünkü zikri geçen hadîs üç günden fazlanın helâl olmadığında açıktır. Hadîsde sâbit olan üç gün helâlığı kocası razı olursa diye kayıdlamakla bundan onun rızasının helâl olmayanı da yani üç günden fazla yas tutmayı da mubah kılması lâzım gelmez. Nitekim gizli değildir.
Rahmetî diyor ki: "Hadîs mutlaktır. Onu Peygamber (S.A.V.)'in zevceleri mutlak kabul etmiş, Ümmü Habîbe babası öldükten üç gün sonra güzel koku getirilmesini istemiştir. Zeyneb dahi kardeşi öldükten sonra böyle yapmış ve her biri: Benim kokuya ihtiyacım yok. Şu kadar var ki, Rasûlüllah (S.A.V.)'!: Allah'a ve âhiret gününe imânı olan bir kadına üç günden fazla yas tutmak helâl değildir ilh... buyururken işittim, demişlerdir. Nasıl lâzım gelsin ki, İmam Muhammed babası veya oğlu ölen kadına yas tutmanın helâl olmadığını mutlak olarak ifade etmiş: O yalnız kocaya mahsustur, demiştir."
"Tatarhâniyye'de ilh..." İbâresi şöyledir: "Ebu'l-Fadl'a kocası veya babası yahut başka bir yakını ölen bir kadın elbisesini siyaha boyayarak ölene üzüldüğünü göstermek için üç dört ay onu giyiyor. Bunda mazur mudur diye sorulmuş da hayır diye cevap vermiş. Aynı mesele AIi b. Ahmed'e sorulmuş o da: Mazur değildir, günâhkâr olur. Bundan yalnız kocasına yas tutan kadın müstesnadır. Çünkü o üç güne kadar mazurdur, cevabını vermiştir."
"Siyah giymekten men edilir ilh..." Yani bununla yukarıda geçen, "Siyah giymekte bir beis yoktur." şeklindeki mutlak söz kayıdlanır. Tahtâvî buna cevap vermiş: "Ulemanın ibâreleri birbirini tutsun diye buradaki yas tutmak için boyadığına, oradaki ise kocası ölmeden boyandığına yorumlanır." demiştir. Lâkin üç gün içinde mubah kılınması buna aykırıdır.
"Nehir'de ilh..." Bahsedilen incelemeyi ondan önce Bahır sahibi Cev-here'den olarak yapmıştır. Nitekim kâfirede arz etmiştik.
METİN
İddet bekleyen kadının -yani hangi iddeti beklerse beklesin demektir. Aynî. Binaenaleyh âzâdlık iddeti bekleyenle nikâh-ı fâsid iddeti bekleyene de şâmildir.- kocaya istenmesi haramdır. Nikâh ve iddetten hali olan kadın ise başkası istememiş bulunmak ve o kocaya razı olmak şartıyla istenilebilir. Ses çıkarmazsa iki kavil vardır. Kadın vefat iddeti bekliyorsa: Ben evlenmek istiyorum, gibi ta'riz yoluyla istemek sahihtir. Fakat boşanan kadın bil ittifak istenemez. Çünkü bu boşayanın düşmanlığına sebeb olur. Bunun ifade ettiği mânâ âzâdlık, nikâh-ı fâsid ve şübheyle cima iddetlerinden birini bekleyen kadının istenmesi câiz olmaktır. Lâkin Kuhistânî'de Muzmerât'tan naklen ta'rizin dışarı çıkmaya mebnî olduğu bildirilmiştir.
İZAH
"Nikâh-ı fâsid iddeti bekleyene de şâmildir." Onu da kocaya istemek haramdır. Çünkü zâhire bakılırsa bu kadın o adamla evlenmeye fâsid nikâhla razı olduğuna göre sahih nikâhla evlenmeye de razıdır.
"Başkası istememiş bulunmak ilh..." İfadesini Bahır sahibi Şâfii kitab-larından nakletmiş ve şunları söylemiştir: "Ben bunu bizim ulemamızdan kimsenin söylediğini görmedim. Ama aslı şu sahih hadîsdir:" Sizden birîniz din kardeşînin dünürlüğü üzerine dünür göndermesin! "Bu hadîs izin vermediyse diye kayıdlanmıştır." Yani birinci dünür gönderen izin vermediyse demek istemiştir. Bu bizim kitablarımızda nakledilmiştir.
Remlî diyor ki: "Zahire'de bildirildiğine göre Peygamber (S.A.V.) boş-kasının pazarlığı üzerine pazarlıkta bulunmayı nasıl yasak ettiyse başkasının dünürlüğü üzerine dünür göndermeyi de yasaklamıştır. Bundan murad kadının kalbi ilk dünürüne yatışmasıdır. Tatarhâniyye'nin kerâhiyyeî bâbında böyle denilmiştir Anla!"
"Ses çıkarmazsa iki kavil vardır." Yani Şâfiilerce İki kavil vardır. Hayreddin-i Remlî diyor ki: "Şâfiîlerin susan kimseye söz nisbet edilmez demeleri caiz olduğunu tercihi gerektirir."
Ben derim ki: Bu hal karineleriyle kadının ilk dünüre kalbi yattığı bilinmezse zâhirdir. Aksi takdirde razı olduğunu açık söylemiş gibi olur.
"Ben evlenmek istiyorum gibi..." Beyhakî'nin Said b. Cübeyr'den tahric ettiği bir hadîsde: Meğerki yerli yerinde bir söz söylemiş olsun, âyet-i kerîmesi hakkında: Ben sana rağbet ediyorum, ben bir araya gelmemizi pek arzu ediyorum gibi sözler söyler, demiştir. Bunda evlenmek ve nikâh gibi şeyleri açıklamak yoktur. Sen gerçekten güzelsin veya elverişlisin gibi sözler de böyledir. Burada Bedâyı sahibine red cevabı vardır. O: "Bir araya gelmemizi istiyorum; sen gerçekten güzelsin gibi sözler söyleyemez. Çünkü hiç bir kimsenin ecnebî bir kadının yüzüne karşı bunları söylemesi helâl değildir." demiştir.
Reddin vechi şudur: Bu rivâyet edilmiş bir tefsirdir. Hidâye sahibi ve başkaları gibimezhebimiz uleması bunu kabul etmişlerdir. Evlenmek istemek için bu ta'riza izin verilmiştir. Memnu olan buna mâni olmaktır. Zira bir kimse açıkça evlenme ve nikâh sözleriyle ecnebî bir kadına dünürlükte bulunsa câiz olur. Buna bir mâni yoktur. O halde ta'rizda bulunmak evleviyetle câizdir. Evet, bu sözlerle dünürlük yoluyla olmayarak o kadına hitab etmek yasaktır. Ama sözümüz orada değildir. Anla!
"Ta'riz yoluyla istemek sahihtir." Ta'riz açık konuşmanın hilafıdır. Ku-histânî diyor ki: "Tahkîka göre ta'riz bir sözden onun hakikî veya mecazî yahut kinâye mânâsını kasdetmek, sözün gelişinden de arz ettiği mânâyı kasdetmektir. Binaenaleyh gerek kelimenin mânâsı, gerekse arz etmek istediği mânâ ikisi de maksuddur. Lâkin o söz arz ettiği mânâda kullanılmaz. Meselâ bir şey istemeye gelen kimse: Sana selâm vermeye geldim der de sözden selâmı, sözün gelişinden de bir şey istemeyi kasdeder."
"Fakat boşanan kadın bil ittifak istenemez." Bu ifadeyi Bahır ve Nehir sahibleri Mi'râc'dan nakletmişlerdir ki, talâk-ı bâine de şâmildir. Bunu Zeylaî açık söylemiştir. Fetih'de şöyle denilmektedir: "Boşanan kadın hakkında ta'riz bil ittifak câiz değildir. Çünkü onun asla evinden çıkması câiz değildir. Binaenaleyh herkese gizli kalmayacak şekilde ta'riz yapmaya imkân bulamaz. Bir de bu boşayan şahsın düşmanlığını kazandırır." Bil ittifak demesi ihtiyarda nakledilen ifadeye aykırıdır. Orada şöyle denilmiştir: Bütün bunlar bâinle boşanan ve kocası ölen kadın hakkındadır. Talâk-ı ric'i ile boşanana gelince: Onu açıkça istemek câiz olmadığı gibi işaret yoluyla istemek de caiz değildir. Çünkü ilk kocasının nikâhı bâkîdir.
"Bunun ifade ettiği mânâ" Yani boşayanın düşmanlığı diye kayıdlayarak yaptığı ta'lil demek istiyor.
"Câiz olmaktır." Sözündeki zamir ta'riza râcidir. Bu suretle dünürlük ve ta'riz arasında fark yapılmış olur. T. Yani şârih yukarıda âzadlık ve nikâh-ı fâsid iddeti bekleyen kadına dünürlük yollamanın câiz olmadığını söylemişti. Ama dünürlük başka ta'riz başka demek istiyor.
"Lâkin Kuhistâni'de ilh..." Şu ibâre vardır: "Âzâdlık iddeti bekleyenler hakkında nass yoktur. Bunların ilk ikisine ta'riz caiz olmak gerekir. Son ikisi bunun hilâfınadır. Zahîriyye'de bildirildiğine göre bunların evden çıkmaları câiz değildir. ilk ikisi böyle değildir. Muzmerat'ta ta'rizin dışarı çıkmaya bina edildiği bildirilmiştir."
Hâsılı ilk ikisine yani âzâdlık ve şübheyle cima iddeti bekleyenlere ta'riz câizdir. Çünkü onlar iddet bekledikleri evden çıkabilirler. Ayrılma yani fesh iddeti bekleyenle nikâh-ı fasid iddeti bekleyen bunun hilâfınadır. Onlar evden çıkamadıkları için kendilerine ta'rizda bulunmak câiz değildir. Çünkü ta'rizin câiz olması dışarı çıkmanın câiz olmasına bağlıdır. Zira dışarı çıkamayan kadına ta'rizda bulunmak imkânı yoktur. Lâkin Hâkim Kâfî adlı eserinde azâdlık iddeti bekleyenle nikah-ı fâsid iddeti bekleyen kadının dışarı çıkabileceklerini söylemiştir. Evet, âzâdlık iddeti bekleyen kadın hakkında bu müşkildir. Zira gördün ki, ta'rizda bulunmanın haram kılınması boşayan kimsenin düşmanlığına sebeb olur. Âzâdlık iddeti bekleyen kadında bu vardır. Çünkü onu âzâd eden efendisidir. Onunla kendisi evlenmek isterse bu hususta başkasına düşman kesilir. Meğerki âzâdlık iddeti bekleyenden sahibi ölen kasdedilsin. O zaman işkâl kalmaz. Çünkü kadın vefat iddeti bekler. Kuhistânî'nin nüshasında âzâd iddeti bekleyen düşmüştür. Hâşiye yazarının nüshasında ise mevcuddur. Onun için sözünü muradından başkaya yorumlamıştır. Anla!
METİN
Talâk-ı ric'i ve bâin iddeti bekleyen bir kadın mükellef ve hür ise yahut kendisine velev fâsid nikâhtan olsun ev hazırlanmış cariye ise, Zahîriyye'de bildirildiğine göre nasıl ayrılırsa ayrılsın velev iddetinin nafakası yahut mesken karşılığında hul' yapmış olsun esah kavle göre -İhtiyar- gece ve gündüz asla evinden çıkıp başkasının evi bulunan avluya gidemez. Velev ki kocasının izniyle olsun. Çünkü bu Allah Teâlâ'nın hakkıdır. Kocasının evini kiralaması lâzım gelir. Mi'râc. Cariye gibisi bunun hilâfınadır. Çünkü kul hakkı önce gelir.
İZAH
"Mükellef" tâbiri küçük kız ile deli ve kâfir kadını hariç bırakmıştır. Bahır'da Bedâyı'dan naklen şöyle denilmiştir: "Bunların ilk ikisine teklif hükümlerinden bir şey teallûk etmez. Kitabîyyeye gelince: O da şeriat hakkıyla muhatab değildir. Lâkin koca kendi menîsini korumak için deli veya kitabîyye olan karısını dışarı çıkmaktan men edebilir. Kezâ mecûsiyenin kocası Müslüman olur da kendisi Müslümanlığı kabul etmezse hüküm budur." Yine Bahır'da Mi'râc ile Nikaye şerhinden naklen: "Çıkmaktan men hususunda mürâhika bulûğa eren kız gibidir. Yas tutmak vâcib olmaması hususunda ise kitabîyye gibidir." denilmektedir. Yani boşanmadan önce kocasından gebe kalmış olması ihtimali vardır. Binaenaleyh kocası menisini korumak için onu men edebilir demek istemiştir.
"Ve hür ise" dışarı çıkamaz. Hür değilse talâk ve vefat iddetinde dışarı çıkabilir. Çünkü böylesinin nikâh halinde bile kocasının evinde oturması lâzım değildir. Nikâhtan sonra da hüküm budur. Bir de hizmet velînin hakkıdır. Onu iptal etmek câiz değildir. Meğerki kendisine bir ev hazırlamış olsun. O zaman dışarı çıkamaz. Kocasının dönmeye hakkı da vardır. Nikâhda cariyeye ev hazırlar da sonra boşanırsa cariyeyi efendisi isteyinceye kadar kocası dışarı çıkmaktan men edebilir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir.
"Ev hazırlanmış cariye ise" Yani sahibi cariyeye kocasının evinde bir yer tahsis etmiş de kendisini istememişse demektir.
"Nasıl ayrılırsa ayrılsın ilh..." Yani velev ki kocasının oğlu öpmek suretiyle ayrılmaya sebeb günâh olan bir fiil teşkil etsin demektir. Bunu Bedâyı'dan naklen Bahır sahibi söylemiştir. Nehir sahibi diyorki: "Talâk iddeti bekleyen diye kayıdlaması cima iddeti bekleyen kadın dışarı çıkmaktan men edilmediği içindir. O âzâdlık iddeti bekleyenle nikâh-ı fâsid ve şübheyle cima iddeti bekleyen gibidir. Meğerki kocası kendi menîsini korumak İçin onu çıkmaktan men etmiş olsun. Bedâyı'da böyle denilmiştir. Zahîriyye'de ise bunun hilâfı bildirilmiştir. Orada: "Sahih veya fâsid nikâhtan iddet icab eden sair fark vecihleri hep birdir. Yani evinden çıkmasının haram olması hakkında müsavîdir." denilmiş, kadının koca evinde iddet beklemeyeceği hususunda Özcendî'nin fetvası hikâye edilmiştir."
"Kadının" zamiri fâsid nikâhla alınan kadına râci'dir. Çünkü onun üzerinde kocasının milki yoktur. Bahır. Yani nikâh-ı fâsid aralarını ayırmadan dışarı çıkmasına mâni değildir. Ayırdıktan sonra da öyledir demek istiyor. Şârih faslın sonunda hilâfı nakledecek, Bedâyı' sahibinin sözünden çıkarılan arabulmayı da söyleyecektir. Tamamı gelecektir.
"Yahut mesken karşılığında hul' yapmış olsun." Zeylaî diyor ki: "Bi-naenaleyh kadın mesken istemeyeceğine hul' yapmış gibi olur. Çünkü mesken masrafı kocasından sâkıt olur, kocasının evini kiralamak kadına lâzım gelir. Oradan çıkması helâl değildir." Fetih'de de böyle denilmiştir. Yani kocasının evinde oturması şer'an kadına vâcibtir. Kadın bunu ıskat edemez. Yalnız masraflarını ıskat eder. Zâhirine bakılırsa mesken masrafı diye açıklamak lâzım değildir. Mücerred mesken karşılığında hul' olması mesken masraflarını düşürür. Nitekim biz buna hul' babında tenbihde bulunmuştuk.
"Esah kavle göre..." Çünkü kadın kendi hakkını kendisi iptal etmek istemiştir. Bununla onun üzerinde borç olan hak bâtıl olmaz. Nitekim Zeylaî'de bildirilmiştir. Bunun mukabili: "Kadın gündüzün dışarı çıkabilir. Zira bazen buna muhtaç olur. Kocası ölen kadın böyledir." diyenlerin sözüdür. Fetih sahibi diyor ki: "Hak şudur: Müfti olaylara bir bakar. Şayet bir vak'ada bu hul' yapan kadının çıkmadığı takdirde âciz kalacağını görürse çıkması helâldır diye fetva verir. Kâdir olduğunu görürse haramdır fetvasını verir." Nehir ve Şürunbulâliyye sahibleri de bunu kabul etmişlerdir.
"Evinden" Murad ayrılık ve ölüm anında kadına izafe edilen meskendir. Hidâye. Kocasının milki olmuş olmamış fark etmez. Hatta kocası orada bulunmaz da kadın kirasını verebildiği bir hanede bulunursa oradan dışarı çıkamaz. Kirasını verir, orada hâkimin izniyle oturursa sonra kocasından alır. Bahır ve Zeylaî.
"Başkasının evi bulunan avluya gidemez." İfadesinden murad kocasının olmayan evdir. Oradaki evler kocasına aid ise onlara gidebilir ve hangisinde isterse geceyi geçirebilir. Çünkü onlar mesken olarak kadına izafe edilirler. Zeylaî.
"Cariye gibisi bunun hilâfınadır." Cariyeden muradı hâlis cariyedir. Gibisinden muradı ise müdebbere, ümmüveled ve mükâtebedir. Maksad yer tahsis edilmediği zamandır. Çünkühizmet, sahibinin hakkıdır. Nitekim geçmişti. Evden çıkmamak ise Allah Teâlâ'nın hakkıdır, Binaenaleyh kulun hakkı öne alınır. Çünkü o muhtaçtır.
METİN
Ölüm iddeti bekleyen kadın gece ve gündüz dışarı çıkar. Fakat gecenin ekserisini evinde geçirir. Çünkü nafakası kendine aiddir. O dışarı çıkmaya muhtaçtır. Hatta yanında kendisine yetecek nafakası bulunursa boşanan kadın gibi olur ve dışarı çıkması helâl olmaz. Fetih. Kınye'de kadının vekili yoksa kendisine mutlaka lâzım olan ziraat gibi bir işi yoluna koymak için çıkabileceği bildirilmiştir. Kadın oturduğu evden başka yerde boşanır veya o ziyarette iken kocası ölürse derhal evine döner. Çünkü bu ona vâcibdir. Talâk ve ölüm iddeti bekleyen kadınlar iddetin vâcib olduğu evde iddet beklerler, ondan çıkarılmazlar. Ancak ev yıkılır veya yıkılacağından yahut malının telef olacağından korkarsa yahut evin kirasını veremezse bu gibi zaruri hallerde çıkarak en yakın bir yere gidebilir. Talâkta ise kocasının istediği yere gider. Kadına hanedeki hissesi yetmezse başkalarından satın alır. Müctebâ. Bu sözün zâhirine bakılırsa kadın muktedir olduğu vakit satın almak veya kira ile tutmak kendisine vâcib olur. Bahır. 'Bu sözü Bahır sahibinin kardeşi ile musannıf kabul etmişlerdir.
Ben derim ki: Lâkin benim Müctebâ'nın iki nüshasında gördüğüme göre kadın perde arkasına çekilir. Kelime istirâdan değil istıbar aslından gelmiştir. Bu kaydedilmelidir.
İZAH
"Çünkü nafakası kendine aiddir." Yani nafakası kendi ihtiyari ile sâkıt olmamıştır. Hul' olan kadın bunun hilâfınadır. Nitekim geçti. Ölüm iddeti bekleyenle talâk iddeti bekleyen kadın arasında fark budur. Hidâye sahibi diyor ki: "Kocası ölen kadına gelince: Ona nafaka olmadığı için geçim derdiyle gündüzün dışarı çıkmaya muhtaçtır. Bu bazen karanlık basıncaya kadar uzayabilir. Boşanan kadın böyle değildir. Çünkü onun nafakası kocasının malından gelmektedir."
Fetih'de şöyle denilmiştir: "Hâsılı kadının dışarı çıkmasının helâl olması maişet derdiyle uğraşmasına bağlıdır. Binaenaleyh o mikdar takdir edilir. Ne zaman ihtiyacı biterse ondan sonra evinin dışında vakit geçirmesi helâl olmaz." Bu izahla Bahır sahibinin itirazı def edilmiş olur. O şöyle demiştir: "Ulemanın sözlerinden anlaşılan vefat iddeti bekleyen bir kadının dışarı çıkabilmesidir. Velev ki yanında nafakası bulunsun. Aksi takdirde talâk veya ölüm iddeti bekleyen bir kadın ancak zaruret için dışarı çıkabiIir derlerdi. Zira boşanan kadın zaruret dolayı siyle gece ve gündüz dışarı çıkabilir." İtirazın def'i şöyledir: Ölüm iddeti bekleyen kadın âdeten nafakasını kazanmak için dışarı çıkmaya muhtaç olunca ulema onun gündüzleri ve gecenin bir kısmında dışarı çıkabileceğini söylemişlerdir. Boşanan kadın bunun hilâfınadır. Zaruretten dolayı çıkmaya gelince: Bu hususta aralarında fark yoktur. Nitekim aşağıda gelen meselede bunu bildirmişlerdir. Şu halde burada murad zaruret olmayan yerdir. Onun için Hâkim Kafi'de boşanan kadının dışarı çıkmasının mutlak olarak memnu olduğunu söyledikten sonra: "Kocası ölen kadın gündüzün çıkabilir. Çünkü ihtiyacı vardır. Ama evinden başka yerde gecelemez." demiştir. Bu aralarında fark olduğunu açık olarak gösterir. Evet, metinlerin ibârelerine bakılırsa zâhirleri Bahır sahibinin sözünü iham eder. Kâfî sahibinin yaptığı gibi kadının çıkmasını hâcetle kayıdlasalar daha zâhir olurdu.
"Kınye'de kadının vekili yoksa ilh..." İfadesi hakkında Nehir sahibi:"Bunu mutlaka kocasının evinde geceler diye kayıdlamak lâzımdır." demiştir.
"Talâk ve ölüm iddeti bekleyen kadınlar" Hakkında Cevhere'de şöyle denilmiştir: "Bu talâk ric'î olduğuna göredir. Bâin olursa mutlaka bir perde lâzımdır. Ancak erkek fâsık ise o zaman kadın çıkar." Bu ifadeden anlaşılır ki, ric'î talâkla boşanan kadın kocası fâsık bile olsa evinden çıkamaz, perde çekmesi de vâcib değildir. Çünkü aralarında evlilik devam etmektedir. Bir de bu kadınla cima'da bulunursa nihayet ric'at etmiş sayılır.
"İddetin vâcib olduğu evde" Sözünden murad araları ayrılmazdan önce her ikisine nispet edilen meskendir. Velev ki kocasının evi olmasın. Nitekim yukarıda geçti. Bu söz çadırlara da şâmildir. Nitekim Şürunbulâliyye'de belirtilmiştir.
"Telef olacağından korkarsa çıkarılabilir." Burada ve daha sonra tesniye zamiri kullanarak çıkarılabilirler dese daha iyi olur ve hem kocasının zulmen çıkarmasına hem de kirayı veremediği için ev sahibinin çıkarmasına ve kadının hissesi kendisine yetmediği vakit mirâsçının evinden çıkarmasına şâmil olurdu. Bahır.
"Yahut evin kirasını veremezse" Sözünden anlaşılıyor ki, kirayı verebilirse kendi malından ödemesi lâzım gelir. Boşanan kadın hâkim izniyle orada oturursa ödediği kirayı sonra kocasından alır. Nitekim yukarıda geçti.
"Bu gibi haller" den biri de Zahîriyye'de kaydedilen şu haldir: "Kadın geceleyin ölüden veya ölümden korkar da yanında kimsesi bulunmazsa çok korktuğu takdirde başka yere gidebilir, aksi takdirde gidemez."
"Talâkta ise ilh..." Sözü mahzuf üzerine atfedilmiştir. Takdiri şudur: Bu ölümdedir. Talâkta ise kocasının istediği yere gider. Talâkta ikinci evin tâyini kocaya, ölümde ise kadına aiddir. Fetih. Kezâ kadını kendisi orada yokken boşarsa tâyin kadına aiddir. Mi'râc. Yine Mi'râc'da bildirildiğine göre ölüm halinde ev yıkılırsa en yakın muayyen bir yere gitmesi, talâk halinde ise istediği yere gitmesi câizdir. Bahır. Bu gösterir ki, en yakın yerin tâyini kadına bırakılmıştır. Anla! Taşındığı yerin hükmü aslî meskeninin hükmü gibidir. Kadın oradan dışarı çıkamaz. Bahır.
"Bu kaydedilmelidir." Ben derim ki: Benim Mûctebâ'nın iki nüshasında gördüğüm "satınalır" şeklinde (şirâ') aslından gelmektedir. Bunu şu da te'yid eder ki; bu ifade Müctebâ'da: "Kadın ecnebîlerden ve adamın büyük çocuklarından satın alır." şeklindedir. Zira kadının kocasının büyük çocuklarından perdeyle örtünmesi vâcib değildir. Lâkin ben Hâkim'in Kafîsi'nde şöyle denildiğini gördüm: "Kocası boşadığı vakit kadının bir odadan başka yeri bulunmazsa kocasının kendisiyle kadın arasına perde çekmesi gerekir. Ölüm halinde de öyledir. Kocasının başka kadından büyük oğulları varsa onlarla kadının arasına perde çekilir ve kadın orada oturur. Aksi takdirde başka yere taşınır." Biliyorsun ki, bu zâhir rivâyetin ibâresidir. Ona müracaat icab eder. Vechi her halde fitne olsa gerektir. Zira çocuklar yetişmiş adamlar olup kadınla birlikte bir evdedirler. Velev ki kocasının oğulları olmakla kadına mahrem bulunsunlar. Nasıl ki ulema genç kaynana ile baş başa kalmanın mekrûh olduğunu söylemişlerdir. Bahır'da. Mı'râc'dan naklen: "Kocası ölür de yabancı büyük çocukları kalırsa perdenin hükmü yine böyledir." denilmiştir. Söylediğimiz sebebten dolayı onlara yabancı demiştir. Bu da şârihin nüshasını te'yid eder. Müctebâ'da meselenin kadının hissesi kendisine yetmezse diye farz edilmiş olması buna aykırı değildir. Ona yetmeyince perdeyle kadının yanında durmak nasıl emredilir! Çünkü murad yalnız olduğu halde kadına yetmemesidir. Onun için mesele Kâfî'de bir evde diye farz edilmiştir. Sonra Kâfî'nin: "Aksi takdirde başka yere taşınır." demesi gösteriyor ki, satın almak kadına lâzım değildir. Bu sözün bir misli de Hâniyye'den naklen Nehir'de ve başka kitablardadır ki: "Mirâsçılar arasında kadına mahrem olmayan kimseler bulunur da kadının hissesi kendine yetmezse onlar çıkarmasa bile kadın oradan çıkabilir." şeklindedir. Bu da şârihin nüshasını tey'id eder. Bu izahla bütün hâşiye yazarlarının şârihe olan hücumları sukut eder. Anla!
METİN
Talâk-ı bâinde aralarında mutlaka bir perde bulunmak lâzım gelir. Tâ ki ecnebî kadınla halvette kalmış olmasın. Bu şunu ifade eder ki, aradaki perde haram olan halvete mânidir. Ev ikisine dar gelir veya koca fâsık olursa kocasının çıkması evlâdır. Çünkü kadının oturması vâcibtir, erkeğin oturması vâcib değildir. Bunun ifade ettiği mânâ onunla hüküm vermenin vâcib olmasıdır. Bunu Kemal söylemiştir. Hâkimin karı ile kocanın aralarına girebilecek güvenilir bir kadın koyması ve bu kadının rızkının beytülmalden verilmesi iyi olur. Bunu Bahır sahibi Telhisü'l-Cami'den nakletmiştir. Müctebâ'da: "Efdal olan araya perde çekmektir. Kocası fâsık ise araya bir kadın koymalıdır." denilmiş ve şöyle devam edilmiştir: "Fitne korkusu yoksa ve birbirleriyle kârı-koca gibi karşılaşmazlarsa üç hayızdan sonra ikisi bir evde oturabilirler." Şeyhülislama altmış yaşlarında birbirlerinden ayrılan ve aralarında çocukları bulunup onlardan ayrılmaları mümkün olmayan karı-kocanın birbirinden ayılmaları fakat bir evde oturup bir döşekte yatmamaları, birbirierinin karşısına korı-koca gibiçıkmamaları sorulmuş? Buna hakları var mıdır denilmiş. Şeyhülislâm evet cevabını vermiş, musannıf da bunu ikrar etmiştir. Kadını seferde velev bir şehirde boşar veya kendisi ölür de kadınla varacağı şehrin arasında sefer mesafesi bulunmazsa kadın geri döner. Kadının şehri ile aralarında sefer müddeti, gideceği yer ile aralarında ise ondan daha az mesafe bulunursa yoluna devam eder. Sefer mesafesi her İki taraftan mevcud olur da kadın çölde bulunursa yoluna devam etmekle geri dönmek arasında muhayyerdir. Sağındaki ve solundaki yerler muteber değildir. Her iki surette yanında velîsi bulunsun bulunmasın müsavîdir.
İZAH
"Talâk-ı bâinde" Ve ölümde aralarında mutlaka bir perde bulunmak icab eder. Tâ ki kadın onunla mahrem olmayan mirâsçılardan örtünsün. Hindiyye. Bu sözün zâhirine bakılırsa talâk-ı ric'îde perde yoktur. Musannıfın aşağıda gelen: "Ric'î talâkla boşanan da bâin gibidir." sözü onda da perde lâzım geleceğini ifade eder. Ric'at bâbında geçen: "Boşanan kadının yanına haber vermeden girmez." sözü dahi bunu te'yid eder. Sonra zâhire bakılırsa buradaki perde mendubdur. Çünkü kadın ecnebî değildir. Bu zabdedilmelidir. T.
Ben derim ki: Biz Cevhere'den naklen talâk-ı ric'îde perde lâzım gel-mediğini ifade eden sözler arz etmiştik. Velev ki koca fâsık olsun. Çünkü evlilik devam etmektedir. Kadına yanına girdiğini bildirmesi istemediği halde ric'at etmiş sayılmasın diyedir. Bu ise yanına girdikten sonra perde kullanmanın vâcib olmasını gerektirmez. Evet, mendub olmasına bir mâni yoktur.
"Bu şunu ifade eder ki ilh..." Yani ta'lil oradaki perdenin haram olan halvete mâni olmasını gerektirir. Ecnebî kadın hakkında da bunu söylemek mümkündür. Velev ki kendisinden iddet bekleyen olmasın. Ancak bunun hilâfına nakil bulunursa bir diyeceğimiz kalmaz. Bahır.
"Koca fâsık olursa kocasının çıkması evlâdır." Çünkü perde İle iktifa edilmesi kocası haram hükmüne itikad ettiği içindir. Binaenaleyh o haram olan bir şeye cür'et göstermez. Meğerki fâsık olsun. Fetih.
"Bunun ifade ettiği mânâ" Yani kadının oturması vâcibdir diye ta'lil de bulunmanın ifade ettiği mânâ onunla hüküm vermenin yani erkeğin oradan çıkmasına hüküm vermenin vâcib olmasıdır. Ulemanın: "Erkeğin çıkıması evlâdır." demeleri her halde daha tercih olunur mânâsınadır. Nitekim "Haram kılanla mubah kılan delil karşı karşıya geldikleri vakit haram kılan evlâdır yahut daha tercihe şâyândır." denilir ve bundan vücub murad olunur. Fetih.
"Güvenilir bir kadın koyması..." Burada şöyle bir itiraz yapılamaz: "Sizin kaidenize göre kadın araya girmeye elverişli değildir. Hatta siz kadına güvenilir kadınlarla beraber yolculuk müsaadesi bile vermediniz. Başka kadının katılmasıyla fitne artar dediniz!" Çünkü biz şöyle diyoruz: Kadın şehirde araya girmeye elverişlidir. Zira orada kavmü kabileden utanmak veicabında yardım istemek vardır. Çöl bunun hilâfınadır. Zeylai. Böylece bu söz kadının araya girebilmesinin mânâsı imdat isteme imkânı olduğunu anlatmaktadır.
"Rızkının beytülmalden verilmesi iyi olur." Çünkü kadın Allah Teâlâ'nın hakkı için kocayı karısından men etmekle meşguldür. Bu ferc meselelerine gösterilen ihtiyattandır. Binaenaleyh nafakası da Allah Teâlâ'nın malından verilir. Zahîre.
"Müctebâ'da ilh..." Şöyle denilmiştir: "Efdal olan gecelemek hususunda aralarına perde koymaktır. Ancak koca fâsık olursa aralarına güvenilir bir kadın konulur. Buna da imkân yoksa kadın çıkmalıdır. Ama erkeğin çıkması daha iyidir." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Burada evvelce geçene muhalefet vardır. Çünkü Hidaye sahibine uyarak musannıfın da dediği gibi perde koymak mutlaka lâzımdır Zâhir olan budur. Çünkü ecnebî kadınla halvette kalmak haramdır.
"Şeyhülislâm" Mutlak olarak söylenince Haherzâde nâmıyla meşhur olan Şeyh Bekr anlaşılır. Şarih bunu nakletmekle Müctebâ'dan naklettiği" kadınla beraber oturmanın bir hâcetten dolayı olmasına tahsis etmek istemiştir. Meselâ çocukları olur da yalnız babalarıyla yahut yalnız anneleriyle kalırlarsa zâyi olacaklarından korkulur. Yahut kendileri yaşlı olurlar da erkeğin bakacak, kadının yiyecek satın alacak kimsesi bulunmaz. Zâhire bakılırsa altmış yaşlarında diye kaydedilmesi ve çocuklar bulunduğunu söylemesi sual hadisesinde böyle olduğundandır. Nitekim bunu Tahtâvi ifade etmiştir.
"Kadın geri döner." Yani kadın ister şehirde ister başka bir yerde bulunsun geri döner. Bu varacağı yer sefer mesafesi olduğuna göredir. Bahır. Yani kadın iddeti içinde mahremsiz sefere çıkmış olmamak için geri dönmesi icab eder. Kendisiyle varacağı yer arasında sefer mesafesi bulunursa bunun hilâfınadır. İki rivâyetten birine göre kadın muhayyerdir. Çünkü sefer yoktur. Anla!
"Kadının şehri ile aralarında ilh " Meselesi birinci meselenin aksinedir.
"Yoluna devam eder." Çünkü geri dönmesinde yeni bir sefer ortaya çıkarmak vardır.
"Sefer mesafesi her iki taraftan mevcud olursa ilh..." Bu üçüncü me-seledir. Bunun aksi de aynı hükümdedir. Aksi her iki taraftan sefer müddeti bulunmamaktır. O zaman kadın muhayyer kalır. Ama geri dönmesi daha iyi olur. Kâfî'nin ifadesine göre hüküm budur. Nihâye ve diğer kitabların ifadelerine göre ise geri dönmesi teayyün eder. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. İki taraftan biri diğerine tercih edilmez. Bana ikincisi tercih edilecek gibi geliyor. Çünkü bunda seferi kesmek vardır. Bu onu tamamlamaktan daha iyidir. Meğerki ikinci meselede olduğu gibi onu kesmekle yeni bir sefer meydana getirmek lâzım gelsin. Sonra gördüm ki Fetih sahibi bunun daha güzel olduğunu. Hidâye sahibinin birinci meseledeki geri dönmeyi mutlak söylemesinin gereği bu olduğunu söylemiştir. .Yani Hidaye sahibibirinci meseleyi Bahır sahibinin yaptığı gibi kayıdlamamıştır.
"Sağındaki ve solundaki yerler" Yani şehir ve köyler muteber değildir. Çünkü bunlar ne vatandır ne de gitmek istenilen yer! Binaenaleyh onları itibara almakda kadına zarar vardır.
"Her iki surette" Yani gerek dönmeyi tâyin, gerekse muhayyer bırakmak suretlerinde yanında velîsi bulunup bulunmaması müsavîdir.
METİN
Kocasının evinde iddet beklemek için geri dönmesi daha iyidir. Lâkin yaşamaya elverişli bir yere uğrarsa -Nitekim Bahır'da ve diğer kitablarda böyle denilmiştir. Nehir'de o yer ile varacağı yer arasında sefer mesafesi varsa ifadesi ziyade edilmiştir.- yahut oturmaya elverişli bir kasaba veya köyde bulunursa mahrem bulamadığı takdirde bil ittifak orada iddetini bekler. İmam-ı Azam'a göre mahrem bulsa da orada bekler. Sonra varsa bir mahremle yola çıkar. Boşanarak iddet bekleyen bir kadın boşandığı yerde beklemekten zarar görüyorsa çölde kocasıyla birlikte bir hödüç veya çadırda Bedevîlerle yolculuk eder. Fetih. Kocası onu götürebilir. Zarar görmezse götüremez. Kocası velev talâk-ı ric'iden olsun iddet bekleyen karısını sefere götüremez. Bahır. Geçen hususatta talâk-ı ric'î ile boşanan kadın bâinle boşanan gibidir. Şu kadar var ki, sefer müddetinde kocasından ayrılmaktan men edilir. Çünkü evlilik bâkîdir. Bâinle boşanan bunun hilâfınadır. Nitekim geçmişti.
FER'İ MESELELER: Bir adam boşadığı karısını yakınına iskan etmesini hâkimden isterse hâkim ona icabet etmez. Kadın ancak ayrıldığı evde iddet bekler. Zahîriyye.
Kadın kocasının oğlunu öperse kendisine mesken verilir, nafaka ve-rilmez.Tatarhâniyye. Nikâh-ı fâsidden iddet bekleyen kadın dışarı çıkmaktan men edilmez. Müctebâ.
Ben derim ki: Yukarıda Bezzâziye'den naklen bunun hilâfı geçti. Lâkin Bedâyı'da; "Kitabîyye, deli ve âzâd ettiği ümmüveled gibi kocası menîsini korumak için onu men edebilir." denilmektedir. Bellenmelidir.
İZAH
"İddet beklemek için ilh..." Çünkü sefer mesafesi olmak hususunda iki taraf müsavî gelince dönmek için tercih sebebi vardır. O da aslî vâcibin hâsıl olmasıdır. Binaenaleyh dönmesi evlâdır. Vâcib olmaması oraya ancak sefer mesafesi yürümekle varılacağı içindir.
"O yer ile varacağı yer arasında sefer mesafesi varsa" Cümlesini ziyade etmenin ne faydası olduğunu sen düşün! Çünkü mesele dönüşde oraya uğrarsa yahut giderken uğrar da iki taraf arasında sefer mesafesi bulunursa diye farz edilmiştir. Sonra Nehir'e müracaat ettim. Fakat bunu orada göremedim.
"Yahut oturmaya elverişli" meselâ malının ve canının emin olduğu ve aradığını bulduğu bir yerde boşanır veya kocası ölürse orada iddet bekler.
"Kocasıyla birlikte" Yani hödüç veya çadırın içinde kocasıyla beraber olduğu halde yolculuk eder. Bahır sahibinin Zahîriyye'den naklettiği ibaresi: "Kadını çölde hödüç veya çadırda beraberinde iken boşar da kocası ot veya su aramak için bir yerden başka yere giderse ilh..." şeklindedir.
Ben derim ki: Zâhire bakılırsa bu hödüç veya çadırda kadının ayrılmasına imkân olmadığı ve aralarında perde bulunmadığı zamandır. Rahmeti: "Koca fasık ise ikisinin arasına kudretli bir kadın koymak icab eder." demiştir. Allah'u a'lem.
"Sefere götüremez." Yani kadını evinde boşarsa onu sefere götüremez. Velev ki talâk-ı ric'î ile boşamış olsun. Ric'at bahsinde Kemal'in seferi ric'at saydığı geçmişti. T.
"Bâinle boşanan bunun hilâfınadır." Çünkü o dilediği kimseyle birlikte geriye döner veya yoluna devam eder. Aralarında nikâh kalmadığı için kocası ecnebî olmuştur. Zeylaî.
"Kendisine mesken verilir." Çünkü mesken şeriatın hakkıdır, nafaka verilmez. Zira ayrılık kadının işlediği bir suçtan ileri gelmiştir. T.
"Bezzâziye'den naklen bunun hilâfı geçti." Yani iddet bâbında: "Koca-sının evinde iddet beklemez." Bezzâziye. demişdi. Lâkin bu söz Müctebâ'nın ifadesine muhalif değil muvafıktır. O halde münasib olan: "Zahîriyye'den bunun hilâfı nakledilmişti." demekdi Yani bu fasılda musannıfın: "Ric'î ve bâin iddeti bekleyen kadın dışarı çıkamaz." dediği yerde şârih: "Zahîriyye'de beyan edildiğine göre ne şekil ayılırlarsa ayrılsınlar." demişdi.
"Lâkin Bedâyı'da ilh..." ifadesiyle şârih iki ibâre arasındaki aykırılığı gidermek istiyor. Çıkabilmeyi kocasının men etmediğini, çıkamamayı da men ettiğine yorumluyor.
Ben derim ki; Lâkin bunu kocası yoksa diye kayıdlamak gerekir. Çünkü kocasının hakkı tercih edilir. Bunu Hâkim'in Kâfîsi'ndeki şu ifade de te'yid eder: "Ümmüveled efendisinden iddet beklerken ve kezâ bir kadın nikâh-ı fâsidden iddet beklerken bundan korunmak yoktur. Her ikisi dışarı çıkar ve evlerinden başka bir yerde geceleyebilirler. Görmüyor musun bir adamın karısı kocaya varır da cima'dan sonra araları ayrılır ve ilk Kocasına iade edilirse kadın ona süslenip zînetlenebilir. Ve kadının üç hayızdan ibaret bir iddet beklemesi gerekir." Allah u a'lem. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...