HİDAD
(YAS TUTMA) HAKKINDA BIR FASIL
METİN
Hidad kelimesi
eadde, medde ve ferra bâblarından gelir. Kelime cim'la da rivayet edilmiştir.
Nitekim Kâmûs'ta belirtilmiştir. İddet için zîneti terk etmek mânâsına gelir.
Şer'an talâk-ı bâin veya ölüm iddeti bekleyen bir kadının zînet ve benzeri
şeyleri terk etmesidir. Müslüman ve mükellef bir kadın velev ki cariye olsun
sahih nikâhla cima edilmişse bâin talâk veya ölüm iddeti beklerken zînet
takınmayı, ipekli giymeyi, sık dişli tarakla taranmayı, kokuyu -velev ki ondan
başka kazancı olmasın-, hâlis zeytinyağ gibi kokusuz bile olsa yağ sürünmeyi,
sürme ve kınayı terk etmek, usfurlu, safranlı, kızıl toprak veya versle boyalı
elbise giymemek suretiyle yas tutar. Velev ki boşayan veya ölen kocası bunu terk
etmesini tenbihde bulunsun. Çünkü yas tutmak nikâh nimetinin elden gitmesine
üzüldüğünü göstermek için şeriatın hakkıdır.
İZAH
Musannıf bizzat
iddetin vâcib olduğunu ve bunun keyfiyetini anlattıktan sonra iddet bekleyen
kadınlara vâcib olan vazifeyi anlatmaya başladı. Çünkü asıl vücubuna nisbetle bu
ikinci derecededir. Fetih.
"Eadde, medde ve
ferra bâblarından gelir." Yani mücerred ve mezid bâblardan kullanılır.
"Cim'la da rivâyet
edilmiştir." Bu takdirde cedad ve cidad şekillerinde okunur ki, kesmek
mânâsından alınmıştır. Sanki kadın zînet ve ihtişamdan kesilmiştir. Nehir.
"İddet için zîneti
terk etmek" Yani mutlak surette velev talâk-ı ric'î ile boşansın yahut kadın
kâfire veya küçük kız olsun zînetlenmeyi terk etmektir. Böylece lügat mânâsı
şer'î mânâdan daha umumi olur.
"Benzeri şeyler"
Koku sürünmek, yağlanmak ve sürme çekinmekdir. T.
"Mükellef'den murad
âkıl bâliğ olan kadındır. Bununla ve diğer kayıdlarla neden ihtiraz ettiği
aşağıda gelecektir.
"Velevki cariye
olsun." Çünkü cariye de şeriatın haklarıyla mükelleftir. Elverir ki bununla kul
hakkı yenilmiş olmasın. Bahır. Hâsılı yas tutmak cariye sahibinin hakkına
tecavüz değildir. Çünkü cariye iddet içinde efendisine haramdır. Kocasının
evinde iddet beklemesi bunun hilâfınadır. Nitekim gelecektir.
"Cima edilmişse"
Kaydı talâk-ı bâin iddeti bekleyene nisbetle sahihtir. Ölüm iddeti bekleyen
kadına ise cima edilmemiş bile olsa iddet vâcibtir. Binaenaleyh yas tutmak da
vâcib olur. Şu halde bu kaydı koymamak daha doğru olurdu. Zira iddet bekleyen
sözü ona hâcet bırakmazdı.
"Zînet takınmayı"
Yani altın, gümüş ve mücevheratın bütün nev'ilerini takınmayı terk eder. Bahır.
"Ipekli elbiseyi"
Bütün nev'ileri ve renkleriyle velev ki siyah olsun terk eder. Bahır. İmam Mâlik
iddet bekleyen kadının siyah ipekli giymesi mubah olduğunu söylemiştir. Nitekim
Fetih'de beyan edilmiştir. Bu izahtan anlaşılır ki, Dürr-ü Müntekâ sahibinin
yaptığı gibi siyahı istisna etmek doğru değildir. Çünkü o bizim mezhebimiz
değildir.
"Sık dişli tarakla"
Taranmaz. Ama seyrek dişli tarakla taranabilir. Bunu Mebsût sahibi söylemiştir.
Fetih sahibi bu hususta inceleme yapmıştır. Lâkin Cevhere'den naklen aşağıda
gelecektir ki, bu özürle mukayyeddir.
"Kokuyu" Yani
kokuyu beden ve elbisede kullanamaz. Kuhistânî. Bahır ve Fetih sahiblerinin:
"Koku yapamaz, ticaretinde de bulunamaz." sözleri bundan daha umumidir.
"Kokusuz bile olsa"
Yağ sürünmeyi terk eder. Çünkü bu saçı yumuşatır. Binaenaleyh zînet sayılır.
Zeylai. Böylece anlaşılır ki, memnu olan zinet vecihle kullanmasıdır. Sıkmak
veya satmak yahut yemek için eliyle dokunmaktan men edilmez. Nitekim bunu
Rahmetî söylemiştir.
"Usfurlu, safranlı"
Elbiseden murad zînet sayılacak yeni elbisedir. Yeni olmazsa giyilmesinde beis
yoktur. Çünkü ondan ancak avret yerlerinin örtülmesi kasdedilir. Hükümler
maksadlara göre verilir. Kuhistânî.
"Çünkü yas tutmak
şeriatın hakkıdır." Binaenaleyh kulun bunu ıskata hakkı yoktur. Bir de bu
zikredilen şeyler kadına rağbetin sebebleridir. Halbuki kadın iddet esnasında
nikâhtan men edilmiştir. Binaenaleyh haram bir fiile sebeb olmamak için
bunlardan kaçınır. Hidâye.
METİN
Ancak bir özürden
dclayı yapması müstesnadır. Bu söz zikredilenlerin hepsine şâmildir. Çünkü
zaruretler haram olan şeyleri mubah kılar. Siyah, mavi ve kokusu kalmamış
usfurlu eski elbise giymekte bir beis yoktur. Yedi kadına yas tutmak yoktur.
Bunlar kâfire, küçük kız, deli kadın, âzâd iddeti bekleyen -efendisi ölen
ümmüveled gibi-, nikâh-ı fâsid iddeti bekleyen, şübhe ile cima' edilen veya
talâk-ı ric'î iddeti bekleyen kadınlardır.
İZAH
"Zikredilenlerin
hepsine şâmildir." Kadının gözü ağırırsa sürme çekinebilir. Kaşıntısı varsa ipek
elbise giyer. Başından elemi varsa yağ sürünüp zîneti kasdetmemek şartıyla
seyrek dişli tarakla taranabilir. Çünkü bu zînet değil tedavidir. Cevhere.
Fetih'de şöyle denilmiştir: "Kâfî'de bildirildiğine göre kadının boyalı
elbiseden başka giyeceği yoksa onu giymesinde beis yoktur. Zira bunu avret
yerini örtmek zaruretinden dolayı yapar. Lâkin zîneti kasdetmez. Hem bundan
başka elbise buluncaya kadar diye kayıdlamak gerekir. Başka elbise ya satın alıp
parasını vermek yahut kadının malı varsa onun malından vermekle elde edilir."
Ben derim ki:
Şâfiilerden bazıları özürden dolayı sürme çekinmeyi:"Geceleyin sürünürsonra
ertesi gün onu siler." diye kayıdlamışlardır. Nitekim hadîsde böyle vârid
olmuştur. Hadîsi Fetih sahibi dahi tahriç etmiştir. Ama ben bizim ulemamızdan
bununla kayıdlayan görmedim. Her halde "Zaruretler kendi mikdarlarınca takdir
olunur." kaidesinden bilindiği için kayıdlamamış olsalar gerektir. Lâkin gece
veya gündüz sürme çekinmek kadına kâfi geliyorsa yalnız geceyle iktifa eder,
aksini yapmaz. Çünkü sürme zîneti için gece daha gizlidir. Hadîs de buna
yorumlanmıştır. Allahu a'lem.
"Siyah, mavi ilh..
giymekte bir beis yoktur." Fetih sahibi diyor ki: "Yas tutan kadının siyah
elbise giymesi dört mezhebin imamlarına göre mubahdır. Zâhirîler onu kırmızı ve
yeşil gibi saymışlardır." Zeylaî siyah giymenin caiz olduğunu: "Çünkü ondan
zînet kasdedilmez." sözüyle ta'Iil etmiştir.
Ben derim ki:
Maksad ipeksiz siyah giymektir. İmam Mâlik buna muhaliftir. Nitekim yukarıda
geçmişti. Maviyi inceleme suretiyle Nehir sahibi zikretmiştir. Bu zâhirdir.
Meğerki rengi berrak ve saf olsun. Nitekim Şâfiîler bunu söylemişlerdir. Çünkü o
zaman ekseriyetle zînet kasdedilir. Bahır'da şöyle denilmiştir: "Usfurlu ve
safranlı elbiseden kokusu kalmamış eski olanlar istisna edilir. Zira böylesi
câizdir. Nitekim Hidaye'de bildirilmiştir." Anla!
Rahmetî diyor ki:
"Kokusu kalmamış elbiseden murad zînetlenilmeyen elbisedir. Zira mâni koku değil
zîhettir. Görülmüyor mu ki toprakla boyanmış elbise giymek memnu'dur. Halbuki
kokusu yoktur."
Ben derim ki:
Zeylaî'nin sözü bundan daha şumullüdür. O şöyle demiştir: "Hulvânî'nin beyanına
göre zikri geçen giysilerden murad yeni olanlardır. Zînet olamayacak gibi eski
ise giyilmesinde beis yoktur." Yukarıda Kuhistânî'den nakledilen de
böyledir.
T E N B î H :
Ulemanın yas tutan kadına yalnız zikri geçen şeylerin men edildiğini söylemekle
yetinmelerinin muktezası şudur: Yas tutmak bedene mahsustur. Binaenaleyh kadın
yatağını ve ev eşyasını süslemekten ve ipekli üzerine oturmaktan men edilmez.
Nitekim Şâfiîler bunu bildirmişlerdir. Mi'râc; sahibi üç mezhebin imamlarına
göre yas tutan kadının hamama girebileceğini, başını hatmi ve sidrle
yıkayabileceğini nakletmiş, fakat bize göre hükmünün ne olacağından
bahsetmemiştir. Bahır sahibi: "Musannıfın bu söylenenleri zikretmemesi yas tutan
kadının hamama girebileceğini ifade eder." demiştir.
"Yedi kadına yas
tutmak yoktur." Yani vâcib değildir. Nitekim Zeylaî'de böyle denilmiştir. Bu
sözle musannıf yukarıda geçen kayıdların ihtiraz yerlerini izaha başlıyor.
Sekizinci bir kadın daha vardır ki, o da cimadan önce boşanandır. Musannıf:
"Bâinden iddet bekleyen" sözüyle bundan ihtiraz etmiştir.
"Kâfire, küçük kız,
deli kadın" bunlardandır. Lâkin kâfire iddet içinde Müslüman olursa iddetin
kalan kısmında yas tutması lâzım gelir. Nitekim Cevhere'den naklen geçmişti.
Küçükkız bülûğa erer, deli kadın ayılırsa aynı şeyi onlar hakkında da söylemek
gerekir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. Bu gibilere yalnız iddet lâzım gelip
yas tutmak vacib olmaması yas tutmak Allah Teâlâ'nın hakkı olduğu içindir.
Burada mutlaka mükellef olmak lâzımdır. Zira giyinmek ve koku surünmek hissî
birer fiildir. Onların haram olduğuna hüküm verilmiştir. îddet bunun
hilâfınadır. Çünkü o müsebbebleri sebeblere bağlamak kabîlindendir. Şu mânâya
kî, karı-koca birbirlerinden ayrılırken şer'an muayyen bir müddet kadının nikâhı
sahih olmaz. Binaenaleyh bu yokluğa dair bir hükümdür. Mükellef olmaya bağlı
değildir. Nitekim Fetih sahibi izah etmiştir.
"Âzâd iddeti
bekleyen" den murad sahibi kendisini âzâd eden ümmüveleddir. Efendisi ölen
ümmüveled de onun gibidir. Çünkü onun ölümüyle âzâd olur. Böylesinin dahil olup
olmadığı biraz gizli kaldığı için şârih onu açıklamış, birinciden
bahsetmemiştir. Çünkü o açıktır.
"şübhe ile cima
edilen" Sözünden musannıf nikâhlı tâbiriyle ihtiraz etmiştir. Münasib olan bunu
âzâd iddeti bekleyen kadının yanında zikretmek idi. H.
"Veya talâk-ı
ric'î" Sözünün yanında cimadan önce boşananı da zik-retmeliydi. Çünkü bunların
İkisi "Talâk-ı bâin iddeti bekleyen" ifadesiyle hariç kalmışlardır. Bunu Halebî
söylemiştir.
METİN
Akrabaya yas tutmak
yalnız üç gün mubahdır. Kocası karısını bundan men edebilir. Çünkü zînet onun
hakkıdır. Fetih. Ama koca razı olduğu yahut kadın evli bulunmadığı vakit üç
günden ziyade yas tutmanın da helâl olması gerekir. Nehir. Tatarhâniyye'de
bildirildiğine göre siyah giymek hususunda kadın mazur olamaz. günâhkârdır,
Bundan ancak kocası hakkında yas tutan eşi müstesnadır. O üç güne kadar
mazurdur. Bahır sahibi diyor ki: "Bunun zâhirine bakılırsa kadın kocasının
ölümüne üzülerek üç günden fazla siyah giymekten men edilir." Nehir'de: "Kadın
iddet beklerken bulûğa ererse kalan kısmında yas tutması lâzım gelir."
denilmiştir.
İZAH
"Üç gün mubahdır
ilh..." Yani bu hususta sahih hadîs vardır. Peygamber (S.A.V.): "Allah'a ve
âhiret gününe imânı olan bir kadının üç günden fazla yas tutması helâl olamaz.
Ancak kocasına yas tutması müstesna. Zira ona dört ay on gün yas tutar."
buyurmuştur. Bu hadîs üç gün yas tutmanın helâl olduğuna, fazlasının helâl
olmadığına delâlet eder. İmam Muhammed'in Nevâdir'deki: "Helâl değildir." sözü
buna yorumlanmıştır. Nitekim Fetih sahibi beyan etmiştir. Bahır'da
Tatarhâniyye'den naklen: "Kadının bunu terk etmesi müstehabdır." denilmiştir.
Bundan maksad yas tutmayı tamamen terk etmektir.
"Kocası karısını
bundan men edebilir İlh..." Feth'in ibaresi şöyledir:
"Kadın akrabası
için üç gün yas tutmak isterse, kocası bulunduğu takdirde onu bundan men etmesi
gerekir. Çünkü zînet onun hakkıdır. Hatta kocası istediği halde zînetlenmezse
onu dövebilir. Bu yas tutmak ise kadına vâcib değil mubahtır. Yas tutmakla
kocasının hakkı zâyi olur." Bahır sahibi bu sözü tasdik etmiştir.
Nehir sahibi diyor
ki: "Hadîsin muktezası erkeğin buna hakkı olmamasıdır. Şâfiî kitablarında
yazılanlarsa hakkı olduğunu gösterir. Bizim kaidelerimiz de buna aykırı
değildir. O zaman hadîsdeki helâl olma işi kocasının men etmediğine yorumlanır."
Yani hadîsden anlaşılan helâllık kocası men etmediğine yorumlanır. Çünkü bir
şeye sâbit olan her helâllık ona mâni yoksa diye kayıdlanır. Aksi takdirde helâl
olmaz. Burada da öyledir. Fetih sahibinin incelemesi ulemanın: "Zîneti terk
ettiği için kocası karısını dövebilir." sözünde dahil olduğu için nakledilene
muvafıktır. Ondan sonra gelenler de bunu kabul etmiştir. Onun için şârih kesin
söylemiştir. İnceleme yalnız Nehir sahibine mahsus
değildir.
"Üç günden ziyade
yas tutmanın da helâl olması gerekir ilh..." İfadesi söz götürür. Çünkü zikri
geçen hadîs üç günden fazlanın helâl olmadığında açıktır. Hadîsde sâbit olan üç
gün helâlığı kocası razı olursa diye kayıdlamakla bundan onun rızasının helâl
olmayanı da yani üç günden fazla yas tutmayı da mubah kılması lâzım gelmez.
Nitekim gizli değildir.
Rahmetî diyor ki:
"Hadîs mutlaktır. Onu Peygamber (S.A.V.)'in zevceleri mutlak kabul etmiş, Ümmü
Habîbe babası öldükten üç gün sonra güzel koku getirilmesini istemiştir. Zeyneb
dahi kardeşi öldükten sonra böyle yapmış ve her biri: Benim kokuya ihtiyacım
yok. Şu kadar var ki, Rasûlüllah (S.A.V.)'!: Allah'a ve âhiret gününe imânı olan
bir kadına üç günden fazla yas tutmak helâl değildir ilh... buyururken işittim,
demişlerdir. Nasıl lâzım gelsin ki, İmam Muhammed babası veya oğlu ölen kadına
yas tutmanın helâl olmadığını mutlak olarak ifade etmiş: O yalnız kocaya
mahsustur, demiştir."
"Tatarhâniyye'de
ilh..." İbâresi şöyledir: "Ebu'l-Fadl'a kocası veya babası yahut başka bir
yakını ölen bir kadın elbisesini siyaha boyayarak ölene üzüldüğünü göstermek
için üç dört ay onu giyiyor. Bunda mazur mudur diye sorulmuş da hayır diye cevap
vermiş. Aynı mesele AIi b. Ahmed'e sorulmuş o da: Mazur değildir, günâhkâr olur.
Bundan yalnız kocasına yas tutan kadın müstesnadır. Çünkü o üç güne kadar
mazurdur, cevabını vermiştir."
"Siyah giymekten
men edilir ilh..." Yani bununla yukarıda geçen, "Siyah giymekte bir beis
yoktur." şeklindeki mutlak söz kayıdlanır. Tahtâvî buna cevap vermiş: "Ulemanın
ibâreleri birbirini tutsun diye buradaki yas tutmak için boyadığına, oradaki ise
kocası ölmeden boyandığına yorumlanır." demiştir. Lâkin üç gün içinde mubah
kılınması buna aykırıdır.
"Nehir'de ilh..."
Bahsedilen incelemeyi ondan önce Bahır sahibi Cev-here'den olarak yapmıştır.
Nitekim kâfirede arz etmiştik.
METİN
İddet bekleyen
kadının -yani hangi iddeti beklerse beklesin demektir. Aynî. Binaenaleyh âzâdlık
iddeti bekleyenle nikâh-ı fâsid iddeti bekleyene de şâmildir.- kocaya istenmesi
haramdır. Nikâh ve iddetten hali olan kadın ise başkası istememiş bulunmak ve o
kocaya razı olmak şartıyla istenilebilir. Ses çıkarmazsa iki kavil vardır. Kadın
vefat iddeti bekliyorsa: Ben evlenmek istiyorum, gibi ta'riz yoluyla istemek
sahihtir. Fakat boşanan kadın bil ittifak istenemez. Çünkü bu boşayanın
düşmanlığına sebeb olur. Bunun ifade ettiği mânâ âzâdlık, nikâh-ı fâsid ve
şübheyle cima iddetlerinden birini bekleyen kadının istenmesi câiz olmaktır.
Lâkin Kuhistânî'de Muzmerât'tan naklen ta'rizin dışarı çıkmaya mebnî olduğu
bildirilmiştir.
İZAH
"Nikâh-ı fâsid
iddeti bekleyene de şâmildir." Onu da kocaya istemek haramdır. Çünkü zâhire
bakılırsa bu kadın o adamla evlenmeye fâsid nikâhla razı olduğuna göre sahih
nikâhla evlenmeye de razıdır.
"Başkası istememiş
bulunmak ilh..." İfadesini Bahır sahibi Şâfii kitab-larından nakletmiş ve
şunları söylemiştir: "Ben bunu bizim ulemamızdan kimsenin söylediğini görmedim.
Ama aslı şu sahih hadîsdir:" Sizden birîniz din kardeşînin dünürlüğü üzerine
dünür göndermesin! "Bu hadîs izin vermediyse diye kayıdlanmıştır." Yani birinci
dünür gönderen izin vermediyse demek istemiştir. Bu bizim kitablarımızda
nakledilmiştir.
Remlî diyor ki:
"Zahire'de bildirildiğine göre Peygamber (S.A.V.) boş-kasının pazarlığı üzerine
pazarlıkta bulunmayı nasıl yasak ettiyse başkasının dünürlüğü üzerine dünür
göndermeyi de yasaklamıştır. Bundan murad kadının kalbi ilk dünürüne
yatışmasıdır. Tatarhâniyye'nin kerâhiyyeî bâbında böyle denilmiştir Anla!"
"Ses çıkarmazsa iki
kavil vardır." Yani Şâfiilerce İki kavil vardır. Hayreddin-i Remlî diyor ki:
"Şâfiîlerin susan kimseye söz nisbet edilmez demeleri caiz olduğunu tercihi
gerektirir."
Ben derim ki: Bu
hal karineleriyle kadının ilk dünüre kalbi yattığı bilinmezse zâhirdir. Aksi
takdirde razı olduğunu açık söylemiş gibi olur.
"Ben evlenmek
istiyorum gibi..." Beyhakî'nin Said b. Cübeyr'den tahric ettiği bir hadîsde:
Meğerki yerli yerinde bir söz söylemiş olsun, âyet-i kerîmesi hakkında: Ben sana
rağbet ediyorum, ben bir araya gelmemizi pek arzu ediyorum gibi sözler söyler,
demiştir. Bunda evlenmek ve nikâh gibi şeyleri açıklamak yoktur. Sen gerçekten
güzelsin veya elverişlisin gibi sözler de böyledir. Burada Bedâyı sahibine red
cevabı vardır. O: "Bir araya gelmemizi istiyorum; sen gerçekten güzelsin gibi
sözler söyleyemez. Çünkü hiç bir kimsenin ecnebî bir kadının yüzüne karşı
bunları söylemesi helâl değildir." demiştir.
Reddin vechi şudur:
Bu rivâyet edilmiş bir tefsirdir. Hidâye sahibi ve başkaları gibimezhebimiz
uleması bunu kabul etmişlerdir. Evlenmek istemek için bu ta'riza izin
verilmiştir. Memnu olan buna mâni olmaktır. Zira bir kimse açıkça evlenme ve
nikâh sözleriyle ecnebî bir kadına dünürlükte bulunsa câiz olur. Buna bir mâni
yoktur. O halde ta'rizda bulunmak evleviyetle câizdir. Evet, bu sözlerle
dünürlük yoluyla olmayarak o kadına hitab etmek yasaktır. Ama sözümüz orada
değildir. Anla!
"Ta'riz yoluyla
istemek sahihtir." Ta'riz açık konuşmanın hilafıdır. Ku-histânî diyor ki:
"Tahkîka göre ta'riz bir sözden onun hakikî veya mecazî yahut kinâye mânâsını
kasdetmek, sözün gelişinden de arz ettiği mânâyı kasdetmektir. Binaenaleyh gerek
kelimenin mânâsı, gerekse arz etmek istediği mânâ ikisi de maksuddur. Lâkin o
söz arz ettiği mânâda kullanılmaz. Meselâ bir şey istemeye gelen kimse: Sana
selâm vermeye geldim der de sözden selâmı, sözün gelişinden de bir şey istemeyi
kasdeder."
"Fakat boşanan
kadın bil ittifak istenemez." Bu ifadeyi Bahır ve Nehir sahibleri Mi'râc'dan
nakletmişlerdir ki, talâk-ı bâine de şâmildir. Bunu Zeylaî açık söylemiştir.
Fetih'de şöyle denilmektedir: "Boşanan kadın hakkında ta'riz bil ittifak câiz
değildir. Çünkü onun asla evinden çıkması câiz değildir. Binaenaleyh herkese
gizli kalmayacak şekilde ta'riz yapmaya imkân bulamaz. Bir de bu boşayan şahsın
düşmanlığını kazandırır." Bil ittifak demesi ihtiyarda nakledilen ifadeye
aykırıdır. Orada şöyle denilmiştir: Bütün bunlar bâinle boşanan ve kocası ölen
kadın hakkındadır. Talâk-ı ric'i ile boşanana gelince: Onu açıkça istemek câiz
olmadığı gibi işaret yoluyla istemek de caiz değildir. Çünkü ilk kocasının
nikâhı bâkîdir.
"Bunun ifade ettiği
mânâ" Yani boşayanın düşmanlığı diye kayıdlayarak yaptığı ta'lil demek istiyor.
"Câiz olmaktır."
Sözündeki zamir ta'riza râcidir. Bu suretle dünürlük ve ta'riz arasında fark
yapılmış olur. T. Yani şârih yukarıda âzadlık ve nikâh-ı fâsid iddeti bekleyen
kadına dünürlük yollamanın câiz olmadığını söylemişti. Ama dünürlük başka ta'riz
başka demek istiyor.
"Lâkin Kuhistâni'de
ilh..." Şu ibâre vardır: "Âzâdlık iddeti bekleyenler hakkında nass yoktur.
Bunların ilk ikisine ta'riz caiz olmak gerekir. Son ikisi bunun hilâfınadır.
Zahîriyye'de bildirildiğine göre bunların evden çıkmaları câiz değildir. ilk
ikisi böyle değildir. Muzmerat'ta ta'rizin dışarı çıkmaya bina edildiği
bildirilmiştir."
Hâsılı ilk ikisine
yani âzâdlık ve şübheyle cima iddeti bekleyenlere ta'riz câizdir. Çünkü onlar
iddet bekledikleri evden çıkabilirler. Ayrılma yani fesh iddeti bekleyenle
nikâh-ı fasid iddeti bekleyen bunun hilâfınadır. Onlar evden çıkamadıkları için
kendilerine ta'rizda bulunmak câiz değildir. Çünkü ta'rizin câiz olması dışarı
çıkmanın câiz olmasına bağlıdır. Zira dışarı çıkamayan kadına ta'rizda bulunmak
imkânı yoktur. Lâkin Hâkim Kâfî adlı eserinde azâdlık iddeti bekleyenle nikah-ı
fâsid iddeti bekleyen kadının dışarı çıkabileceklerini söylemiştir. Evet,
âzâdlık iddeti bekleyen kadın hakkında bu müşkildir. Zira gördün ki, ta'rizda
bulunmanın haram kılınması boşayan kimsenin düşmanlığına sebeb olur. Âzâdlık
iddeti bekleyen kadında bu vardır. Çünkü onu âzâd eden efendisidir. Onunla
kendisi evlenmek isterse bu hususta başkasına düşman kesilir. Meğerki âzâdlık
iddeti bekleyenden sahibi ölen kasdedilsin. O zaman işkâl kalmaz. Çünkü kadın
vefat iddeti bekler. Kuhistânî'nin nüshasında âzâd iddeti bekleyen düşmüştür.
Hâşiye yazarının nüshasında ise mevcuddur. Onun için sözünü muradından başkaya
yorumlamıştır. Anla!
METİN
Talâk-ı ric'i ve
bâin iddeti bekleyen bir kadın mükellef ve hür ise yahut kendisine velev fâsid
nikâhtan olsun ev hazırlanmış cariye ise, Zahîriyye'de bildirildiğine göre nasıl
ayrılırsa ayrılsın velev iddetinin nafakası yahut mesken karşılığında hul'
yapmış olsun esah kavle göre -İhtiyar- gece ve gündüz asla evinden çıkıp
başkasının evi bulunan avluya gidemez. Velev ki kocasının izniyle olsun. Çünkü
bu Allah Teâlâ'nın hakkıdır. Kocasının evini kiralaması lâzım gelir. Mi'râc.
Cariye gibisi bunun hilâfınadır. Çünkü kul hakkı önce gelir.
İZAH
"Mükellef" tâbiri
küçük kız ile deli ve kâfir kadını hariç bırakmıştır. Bahır'da Bedâyı'dan naklen
şöyle denilmiştir: "Bunların ilk ikisine teklif hükümlerinden bir şey teallûk
etmez. Kitabîyyeye gelince: O da şeriat hakkıyla muhatab değildir. Lâkin koca
kendi menîsini korumak için deli veya kitabîyye olan karısını dışarı çıkmaktan
men edebilir. Kezâ mecûsiyenin kocası Müslüman olur da kendisi Müslümanlığı
kabul etmezse hüküm budur." Yine Bahır'da Mi'râc ile Nikaye şerhinden naklen:
"Çıkmaktan men hususunda mürâhika bulûğa eren kız gibidir. Yas tutmak vâcib
olmaması hususunda ise kitabîyye gibidir." denilmektedir. Yani boşanmadan önce
kocasından gebe kalmış olması ihtimali vardır. Binaenaleyh kocası menisini
korumak için onu men edebilir demek istemiştir.
"Ve hür ise" dışarı
çıkamaz. Hür değilse talâk ve vefat iddetinde dışarı çıkabilir. Çünkü böylesinin
nikâh halinde bile kocasının evinde oturması lâzım değildir. Nikâhtan sonra da
hüküm budur. Bir de hizmet velînin hakkıdır. Onu iptal etmek câiz değildir.
Meğerki kendisine bir ev hazırlamış olsun. O zaman dışarı çıkamaz. Kocasının
dönmeye hakkı da vardır. Nikâhda cariyeye ev hazırlar da sonra boşanırsa
cariyeyi efendisi isteyinceye kadar kocası dışarı çıkmaktan men edebilir.
Nitekim Bahır'da belirtilmiştir.
"Ev hazırlanmış
cariye ise" Yani sahibi cariyeye kocasının evinde bir yer tahsis etmiş de
kendisini istememişse demektir.
"Nasıl ayrılırsa
ayrılsın ilh..." Yani velev ki kocasının oğlu öpmek suretiyle ayrılmaya sebeb
günâh olan bir fiil teşkil etsin demektir. Bunu Bedâyı'dan naklen Bahır sahibi
söylemiştir. Nehir sahibi diyorki: "Talâk iddeti bekleyen diye kayıdlaması cima
iddeti bekleyen kadın dışarı çıkmaktan men edilmediği içindir. O âzâdlık iddeti
bekleyenle nikâh-ı fâsid ve şübheyle cima iddeti bekleyen gibidir. Meğerki
kocası kendi menîsini korumak İçin onu çıkmaktan men etmiş olsun. Bedâyı'da
böyle denilmiştir. Zahîriyye'de ise bunun hilâfı bildirilmiştir. Orada: "Sahih
veya fâsid nikâhtan iddet icab eden sair fark vecihleri hep birdir. Yani evinden
çıkmasının haram olması hakkında müsavîdir." denilmiş, kadının koca evinde iddet
beklemeyeceği hususunda Özcendî'nin fetvası hikâye
edilmiştir."
"Kadının" zamiri
fâsid nikâhla alınan kadına râci'dir. Çünkü onun üzerinde kocasının milki
yoktur. Bahır. Yani nikâh-ı fâsid aralarını ayırmadan dışarı çıkmasına mâni
değildir. Ayırdıktan sonra da öyledir demek istiyor. Şârih faslın sonunda hilâfı
nakledecek, Bedâyı' sahibinin sözünden çıkarılan arabulmayı da söyleyecektir.
Tamamı gelecektir.
"Yahut mesken
karşılığında hul' yapmış olsun." Zeylaî diyor ki: "Bi-naenaleyh kadın mesken
istemeyeceğine hul' yapmış gibi olur. Çünkü mesken masrafı kocasından sâkıt
olur, kocasının evini kiralamak kadına lâzım gelir. Oradan çıkması helâl
değildir." Fetih'de de böyle denilmiştir. Yani kocasının evinde oturması şer'an
kadına vâcibtir. Kadın bunu ıskat edemez. Yalnız masraflarını ıskat eder.
Zâhirine bakılırsa mesken masrafı diye açıklamak lâzım değildir. Mücerred mesken
karşılığında hul' olması mesken masraflarını düşürür. Nitekim biz buna hul'
babında tenbihde bulunmuştuk.
"Esah kavle
göre..." Çünkü kadın kendi hakkını kendisi iptal etmek istemiştir. Bununla onun
üzerinde borç olan hak bâtıl olmaz. Nitekim Zeylaî'de bildirilmiştir. Bunun
mukabili: "Kadın gündüzün dışarı çıkabilir. Zira bazen buna muhtaç olur. Kocası
ölen kadın böyledir." diyenlerin sözüdür. Fetih sahibi diyor ki: "Hak şudur:
Müfti olaylara bir bakar. Şayet bir vak'ada bu hul' yapan kadının çıkmadığı
takdirde âciz kalacağını görürse çıkması helâldır diye fetva verir. Kâdir
olduğunu görürse haramdır fetvasını verir." Nehir ve Şürunbulâliyye sahibleri de
bunu kabul etmişlerdir.
"Evinden" Murad
ayrılık ve ölüm anında kadına izafe edilen meskendir. Hidâye. Kocasının milki
olmuş olmamış fark etmez. Hatta kocası orada bulunmaz da kadın kirasını
verebildiği bir hanede bulunursa oradan dışarı çıkamaz. Kirasını verir, orada
hâkimin izniyle oturursa sonra kocasından alır. Bahır ve Zeylaî.
"Başkasının evi
bulunan avluya gidemez." İfadesinden murad kocasının olmayan evdir. Oradaki
evler kocasına aid ise onlara gidebilir ve hangisinde isterse geceyi
geçirebilir. Çünkü onlar mesken olarak kadına izafe edilirler. Zeylaî.
"Cariye gibisi
bunun hilâfınadır." Cariyeden muradı hâlis cariyedir. Gibisinden muradı ise
müdebbere, ümmüveled ve mükâtebedir. Maksad yer tahsis edilmediği zamandır.
Çünkühizmet, sahibinin hakkıdır. Nitekim geçmişti. Evden çıkmamak ise Allah
Teâlâ'nın hakkıdır, Binaenaleyh kulun hakkı öne alınır. Çünkü o muhtaçtır.
METİN
Ölüm iddeti
bekleyen kadın gece ve gündüz dışarı çıkar. Fakat gecenin ekserisini evinde
geçirir. Çünkü nafakası kendine aiddir. O dışarı çıkmaya muhtaçtır. Hatta
yanında kendisine yetecek nafakası bulunursa boşanan kadın gibi olur ve dışarı
çıkması helâl olmaz. Fetih. Kınye'de kadının vekili yoksa kendisine mutlaka
lâzım olan ziraat gibi bir işi yoluna koymak için çıkabileceği bildirilmiştir.
Kadın oturduğu evden başka yerde boşanır veya o ziyarette iken kocası ölürse
derhal evine döner. Çünkü bu ona vâcibdir. Talâk ve ölüm iddeti bekleyen
kadınlar iddetin vâcib olduğu evde iddet beklerler, ondan çıkarılmazlar. Ancak
ev yıkılır veya yıkılacağından yahut malının telef olacağından korkarsa yahut
evin kirasını veremezse bu gibi zaruri hallerde çıkarak en yakın bir yere
gidebilir. Talâkta ise kocasının istediği yere gider. Kadına hanedeki hissesi
yetmezse başkalarından satın alır. Müctebâ. Bu sözün zâhirine bakılırsa kadın
muktedir olduğu vakit satın almak veya kira ile tutmak kendisine vâcib olur.
Bahır. 'Bu sözü Bahır sahibinin kardeşi ile musannıf kabul etmişlerdir.
Ben derim ki: Lâkin
benim Müctebâ'nın iki nüshasında gördüğüme göre kadın perde arkasına çekilir.
Kelime istirâdan değil istıbar aslından gelmiştir. Bu kaydedilmelidir.
İZAH
"Çünkü nafakası
kendine aiddir." Yani nafakası kendi ihtiyari ile sâkıt olmamıştır. Hul' olan
kadın bunun hilâfınadır. Nitekim geçti. Ölüm iddeti bekleyenle talâk iddeti
bekleyen kadın arasında fark budur. Hidâye sahibi diyor ki: "Kocası ölen kadına
gelince: Ona nafaka olmadığı için geçim derdiyle gündüzün dışarı çıkmaya
muhtaçtır. Bu bazen karanlık basıncaya kadar uzayabilir. Boşanan kadın böyle
değildir. Çünkü onun nafakası kocasının malından gelmektedir."
Fetih'de şöyle
denilmiştir: "Hâsılı kadının dışarı çıkmasının helâl olması maişet derdiyle
uğraşmasına bağlıdır. Binaenaleyh o mikdar takdir edilir. Ne zaman ihtiyacı
biterse ondan sonra evinin dışında vakit geçirmesi helâl olmaz." Bu izahla Bahır
sahibinin itirazı def edilmiş olur. O şöyle demiştir: "Ulemanın sözlerinden
anlaşılan vefat iddeti bekleyen bir kadının dışarı çıkabilmesidir. Velev ki
yanında nafakası bulunsun. Aksi takdirde talâk veya ölüm iddeti bekleyen bir
kadın ancak zaruret için dışarı çıkabiIir derlerdi. Zira boşanan kadın zaruret
dolayı siyle gece ve gündüz dışarı çıkabilir." İtirazın def'i şöyledir: Ölüm
iddeti bekleyen kadın âdeten nafakasını kazanmak için dışarı çıkmaya muhtaç
olunca ulema onun gündüzleri ve gecenin bir kısmında dışarı çıkabileceğini
söylemişlerdir. Boşanan kadın bunun hilâfınadır. Zaruretten dolayı çıkmaya
gelince: Bu hususta aralarında fark yoktur. Nitekim aşağıda gelen meselede bunu
bildirmişlerdir. Şu halde burada murad zaruret olmayan yerdir. Onun için Hâkim
Kafi'de boşanan kadının dışarı çıkmasının mutlak olarak memnu olduğunu
söyledikten sonra: "Kocası ölen kadın gündüzün çıkabilir. Çünkü ihtiyacı vardır.
Ama evinden başka yerde gecelemez." demiştir. Bu aralarında fark olduğunu açık
olarak gösterir. Evet, metinlerin ibârelerine bakılırsa zâhirleri Bahır
sahibinin sözünü iham eder. Kâfî sahibinin yaptığı gibi kadının çıkmasını
hâcetle kayıdlasalar daha zâhir olurdu.
"Kınye'de kadının
vekili yoksa ilh..." İfadesi hakkında Nehir sahibi:"Bunu mutlaka kocasının
evinde geceler diye kayıdlamak lâzımdır." demiştir.
"Talâk ve ölüm
iddeti bekleyen kadınlar" Hakkında Cevhere'de şöyle denilmiştir: "Bu talâk ric'î
olduğuna göredir. Bâin olursa mutlaka bir perde lâzımdır. Ancak erkek fâsık ise
o zaman kadın çıkar." Bu ifadeden anlaşılır ki, ric'î talâkla boşanan kadın
kocası fâsık bile olsa evinden çıkamaz, perde çekmesi de vâcib değildir. Çünkü
aralarında evlilik devam etmektedir. Bir de bu kadınla cima'da bulunursa nihayet
ric'at etmiş sayılır.
"İddetin vâcib
olduğu evde" Sözünden murad araları ayrılmazdan önce her ikisine nispet edilen
meskendir. Velev ki kocasının evi olmasın. Nitekim yukarıda geçti. Bu söz
çadırlara da şâmildir. Nitekim Şürunbulâliyye'de belirtilmiştir.
"Telef olacağından
korkarsa çıkarılabilir." Burada ve daha sonra tesniye zamiri kullanarak
çıkarılabilirler dese daha iyi olur ve hem kocasının zulmen çıkarmasına hem de
kirayı veremediği için ev sahibinin çıkarmasına ve kadının hissesi kendisine
yetmediği vakit mirâsçının evinden çıkarmasına şâmil olurdu. Bahır.
"Yahut evin
kirasını veremezse" Sözünden anlaşılıyor ki, kirayı verebilirse kendi malından
ödemesi lâzım gelir. Boşanan kadın hâkim izniyle orada oturursa ödediği kirayı
sonra kocasından alır. Nitekim yukarıda geçti.
"Bu gibi haller"
den biri de Zahîriyye'de kaydedilen şu haldir: "Kadın geceleyin ölüden veya
ölümden korkar da yanında kimsesi bulunmazsa çok korktuğu takdirde başka yere
gidebilir, aksi takdirde gidemez."
"Talâkta ise
ilh..." Sözü mahzuf üzerine atfedilmiştir. Takdiri şudur: Bu ölümdedir. Talâkta
ise kocasının istediği yere gider. Talâkta ikinci evin tâyini kocaya, ölümde ise
kadına aiddir. Fetih. Kezâ kadını kendisi orada yokken boşarsa tâyin kadına
aiddir. Mi'râc. Yine Mi'râc'da bildirildiğine göre ölüm halinde ev yıkılırsa en
yakın muayyen bir yere gitmesi, talâk halinde ise istediği yere gitmesi câizdir.
Bahır. Bu gösterir ki, en yakın yerin tâyini kadına bırakılmıştır. Anla!
Taşındığı yerin hükmü aslî meskeninin hükmü gibidir. Kadın oradan dışarı
çıkamaz. Bahır.
"Bu
kaydedilmelidir." Ben derim ki: Benim Mûctebâ'nın iki nüshasında gördüğüm
"satınalır" şeklinde (şirâ') aslından gelmektedir. Bunu şu da te'yid eder ki; bu
ifade Müctebâ'da: "Kadın ecnebîlerden ve adamın büyük çocuklarından satın alır."
şeklindedir. Zira kadının kocasının büyük çocuklarından perdeyle örtünmesi vâcib
değildir. Lâkin ben Hâkim'in Kafîsi'nde şöyle denildiğini gördüm: "Kocası
boşadığı vakit kadının bir odadan başka yeri bulunmazsa kocasının kendisiyle
kadın arasına perde çekmesi gerekir. Ölüm halinde de öyledir. Kocasının başka
kadından büyük oğulları varsa onlarla kadının arasına perde çekilir ve kadın
orada oturur. Aksi takdirde başka yere taşınır." Biliyorsun ki, bu zâhir
rivâyetin ibâresidir. Ona müracaat icab eder. Vechi her halde fitne olsa
gerektir. Zira çocuklar yetişmiş adamlar olup kadınla birlikte bir evdedirler.
Velev ki kocasının oğulları olmakla kadına mahrem bulunsunlar. Nasıl ki ulema
genç kaynana ile baş başa kalmanın mekrûh olduğunu söylemişlerdir. Bahır'da.
Mı'râc'dan naklen: "Kocası ölür de yabancı büyük çocukları kalırsa perdenin
hükmü yine böyledir." denilmiştir. Söylediğimiz sebebten dolayı onlara yabancı
demiştir. Bu da şârihin nüshasını te'yid eder. Müctebâ'da meselenin kadının
hissesi kendisine yetmezse diye farz edilmiş olması buna aykırı değildir. Ona
yetmeyince perdeyle kadının yanında durmak nasıl emredilir! Çünkü murad yalnız
olduğu halde kadına yetmemesidir. Onun için mesele Kâfî'de bir evde diye farz
edilmiştir. Sonra Kâfî'nin: "Aksi takdirde başka yere taşınır." demesi
gösteriyor ki, satın almak kadına lâzım değildir. Bu sözün bir misli de
Hâniyye'den naklen Nehir'de ve başka kitablardadır ki: "Mirâsçılar arasında
kadına mahrem olmayan kimseler bulunur da kadının hissesi kendine yetmezse onlar
çıkarmasa bile kadın oradan çıkabilir." şeklindedir. Bu da şârihin nüshasını
tey'id eder. Bu izahla bütün hâşiye yazarlarının şârihe olan hücumları sukut
eder. Anla!
METİN
Talâk-ı bâinde
aralarında mutlaka bir perde bulunmak lâzım gelir. Tâ ki ecnebî kadınla halvette
kalmış olmasın. Bu şunu ifade eder ki, aradaki perde haram olan halvete mânidir.
Ev ikisine dar gelir veya koca fâsık olursa kocasının çıkması evlâdır. Çünkü
kadının oturması vâcibtir, erkeğin oturması vâcib değildir. Bunun ifade ettiği
mânâ onunla hüküm vermenin vâcib olmasıdır. Bunu Kemal söylemiştir. Hâkimin karı
ile kocanın aralarına girebilecek güvenilir bir kadın koyması ve bu kadının
rızkının beytülmalden verilmesi iyi olur. Bunu Bahır sahibi Telhisü'l-Cami'den
nakletmiştir. Müctebâ'da: "Efdal olan araya perde çekmektir. Kocası fâsık ise
araya bir kadın koymalıdır." denilmiş ve şöyle devam edilmiştir: "Fitne korkusu
yoksa ve birbirleriyle kârı-koca gibi karşılaşmazlarsa üç hayızdan sonra ikisi
bir evde oturabilirler." Şeyhülislama altmış yaşlarında birbirlerinden ayrılan
ve aralarında çocukları bulunup onlardan ayrılmaları mümkün olmayan karı-kocanın
birbirinden ayılmaları fakat bir evde oturup bir döşekte yatmamaları,
birbirierinin karşısına korı-koca gibiçıkmamaları sorulmuş? Buna hakları var
mıdır denilmiş. Şeyhülislâm evet cevabını vermiş, musannıf da bunu ikrar
etmiştir. Kadını seferde velev bir şehirde boşar veya kendisi ölür de kadınla
varacağı şehrin arasında sefer mesafesi bulunmazsa kadın geri döner. Kadının
şehri ile aralarında sefer müddeti, gideceği yer ile aralarında ise ondan daha
az mesafe bulunursa yoluna devam eder. Sefer mesafesi her İki taraftan mevcud
olur da kadın çölde bulunursa yoluna devam etmekle geri dönmek arasında
muhayyerdir. Sağındaki ve solundaki yerler muteber değildir. Her iki surette
yanında velîsi bulunsun bulunmasın müsavîdir.
İZAH
"Talâk-ı bâinde" Ve
ölümde aralarında mutlaka bir perde bulunmak icab eder. Tâ ki kadın onunla
mahrem olmayan mirâsçılardan örtünsün. Hindiyye. Bu sözün zâhirine bakılırsa
talâk-ı ric'îde perde yoktur. Musannıfın aşağıda gelen: "Ric'î talâkla boşanan
da bâin gibidir." sözü onda da perde lâzım geleceğini ifade eder. Ric'at bâbında
geçen: "Boşanan kadının yanına haber vermeden girmez." sözü dahi bunu te'yid
eder. Sonra zâhire bakılırsa buradaki perde mendubdur. Çünkü kadın ecnebî
değildir. Bu zabdedilmelidir. T.
Ben derim ki: Biz
Cevhere'den naklen talâk-ı ric'îde perde lâzım gel-mediğini ifade eden sözler
arz etmiştik. Velev ki koca fâsık olsun. Çünkü evlilik devam etmektedir. Kadına
yanına girdiğini bildirmesi istemediği halde ric'at etmiş sayılmasın diyedir. Bu
ise yanına girdikten sonra perde kullanmanın vâcib olmasını gerektirmez. Evet,
mendub olmasına bir mâni yoktur.
"Bu şunu ifade eder
ki ilh..." Yani ta'lil oradaki perdenin haram olan halvete mâni olmasını
gerektirir. Ecnebî kadın hakkında da bunu söylemek mümkündür. Velev ki
kendisinden iddet bekleyen olmasın. Ancak bunun hilâfına nakil bulunursa bir
diyeceğimiz kalmaz. Bahır.
"Koca fâsık olursa
kocasının çıkması evlâdır." Çünkü perde İle iktifa edilmesi kocası haram hükmüne
itikad ettiği içindir. Binaenaleyh o haram olan bir şeye cür'et göstermez.
Meğerki fâsık olsun. Fetih.
"Bunun ifade ettiği
mânâ" Yani kadının oturması vâcibdir diye ta'lil de bulunmanın ifade ettiği mânâ
onunla hüküm vermenin yani erkeğin oradan çıkmasına hüküm vermenin vâcib
olmasıdır. Ulemanın: "Erkeğin çıkıması evlâdır." demeleri her halde daha tercih
olunur mânâsınadır. Nitekim "Haram kılanla mubah kılan delil karşı karşıya
geldikleri vakit haram kılan evlâdır yahut daha tercihe şâyândır." denilir ve
bundan vücub murad olunur. Fetih.
"Güvenilir bir
kadın koyması..." Burada şöyle bir itiraz yapılamaz: "Sizin kaidenize göre kadın
araya girmeye elverişli değildir. Hatta siz kadına güvenilir kadınlarla beraber
yolculuk müsaadesi bile vermediniz. Başka kadının katılmasıyla fitne artar
dediniz!" Çünkü biz şöyle diyoruz: Kadın şehirde araya girmeye elverişlidir.
Zira orada kavmü kabileden utanmak veicabında yardım istemek vardır. Çöl bunun
hilâfınadır. Zeylai. Böylece bu söz kadının araya girebilmesinin mânâsı imdat
isteme imkânı olduğunu anlatmaktadır.
"Rızkının
beytülmalden verilmesi iyi olur." Çünkü kadın Allah Teâlâ'nın hakkı için kocayı
karısından men etmekle meşguldür. Bu ferc meselelerine gösterilen ihtiyattandır.
Binaenaleyh nafakası da Allah Teâlâ'nın malından verilir. Zahîre.
"Müctebâ'da ilh..."
Şöyle denilmiştir: "Efdal olan gecelemek hususunda aralarına perde koymaktır.
Ancak koca fâsık olursa aralarına güvenilir bir kadın konulur. Buna da imkân
yoksa kadın çıkmalıdır. Ama erkeğin çıkması daha iyidir." Bu satırlar
kısaltılarak alınmıştır. Burada evvelce geçene muhalefet vardır. Çünkü Hidaye
sahibine uyarak musannıfın da dediği gibi perde koymak mutlaka lâzımdır Zâhir
olan budur. Çünkü ecnebî kadınla halvette kalmak haramdır.
"Şeyhülislâm"
Mutlak olarak söylenince Haherzâde nâmıyla meşhur olan Şeyh Bekr anlaşılır.
Şarih bunu nakletmekle Müctebâ'dan naklettiği" kadınla beraber oturmanın bir
hâcetten dolayı olmasına tahsis etmek istemiştir. Meselâ çocukları olur da
yalnız babalarıyla yahut yalnız anneleriyle kalırlarsa zâyi olacaklarından
korkulur. Yahut kendileri yaşlı olurlar da erkeğin bakacak, kadının yiyecek
satın alacak kimsesi bulunmaz. Zâhire bakılırsa altmış yaşlarında diye
kaydedilmesi ve çocuklar bulunduğunu söylemesi sual hadisesinde böyle
olduğundandır. Nitekim bunu Tahtâvi ifade etmiştir.
"Kadın geri döner."
Yani kadın ister şehirde ister başka bir yerde bulunsun geri döner. Bu varacağı
yer sefer mesafesi olduğuna göredir. Bahır. Yani kadın iddeti içinde mahremsiz
sefere çıkmış olmamak için geri dönmesi icab eder. Kendisiyle varacağı yer
arasında sefer mesafesi bulunursa bunun hilâfınadır. İki rivâyetten birine göre
kadın muhayyerdir. Çünkü sefer yoktur. Anla!
"Kadının şehri ile
aralarında ilh " Meselesi birinci meselenin aksinedir.
"Yoluna devam
eder." Çünkü geri dönmesinde yeni bir sefer ortaya çıkarmak vardır.
"Sefer mesafesi her
iki taraftan mevcud olursa ilh..." Bu üçüncü me-seledir. Bunun aksi de aynı
hükümdedir. Aksi her iki taraftan sefer müddeti bulunmamaktır. O zaman kadın
muhayyer kalır. Ama geri dönmesi daha iyi olur. Kâfî'nin ifadesine göre hüküm
budur. Nihâye ve diğer kitabların ifadelerine göre ise geri dönmesi teayyün
eder. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. İki taraftan biri diğerine tercih
edilmez. Bana ikincisi tercih edilecek gibi geliyor. Çünkü bunda seferi kesmek
vardır. Bu onu tamamlamaktan daha iyidir. Meğerki ikinci meselede olduğu gibi
onu kesmekle yeni bir sefer meydana getirmek lâzım gelsin. Sonra gördüm ki Fetih
sahibi bunun daha güzel olduğunu. Hidâye sahibinin birinci meseledeki geri
dönmeyi mutlak söylemesinin gereği bu olduğunu söylemiştir. .Yani Hidaye
sahibibirinci meseleyi Bahır sahibinin yaptığı gibi
kayıdlamamıştır.
"Sağındaki ve
solundaki yerler" Yani şehir ve köyler muteber değildir. Çünkü bunlar ne
vatandır ne de gitmek istenilen yer! Binaenaleyh onları itibara almakda kadına
zarar vardır.
"Her iki surette"
Yani gerek dönmeyi tâyin, gerekse muhayyer bırakmak suretlerinde yanında velîsi
bulunup bulunmaması müsavîdir.
METİN
Kocasının evinde
iddet beklemek için geri dönmesi daha iyidir. Lâkin yaşamaya elverişli bir yere
uğrarsa -Nitekim Bahır'da ve diğer kitablarda böyle denilmiştir. Nehir'de o yer
ile varacağı yer arasında sefer mesafesi varsa ifadesi ziyade edilmiştir.- yahut
oturmaya elverişli bir kasaba veya köyde bulunursa mahrem bulamadığı takdirde
bil ittifak orada iddetini bekler. İmam-ı Azam'a göre mahrem bulsa da orada
bekler. Sonra varsa bir mahremle yola çıkar. Boşanarak iddet bekleyen bir kadın
boşandığı yerde beklemekten zarar görüyorsa çölde kocasıyla birlikte bir hödüç
veya çadırda Bedevîlerle yolculuk eder. Fetih. Kocası onu götürebilir. Zarar
görmezse götüremez. Kocası velev talâk-ı ric'iden olsun iddet bekleyen karısını
sefere götüremez. Bahır. Geçen hususatta talâk-ı ric'î ile boşanan kadın bâinle
boşanan gibidir. Şu kadar var ki, sefer müddetinde kocasından ayrılmaktan men
edilir. Çünkü evlilik bâkîdir. Bâinle boşanan bunun hilâfınadır. Nitekim
geçmişti.
FER'İ MESELELER:
Bir adam boşadığı karısını yakınına iskan etmesini hâkimden isterse hâkim ona
icabet etmez. Kadın ancak ayrıldığı evde iddet bekler. Zahîriyye.
Kadın kocasının
oğlunu öperse kendisine mesken verilir, nafaka ve-rilmez.Tatarhâniyye. Nikâh-ı
fâsidden iddet bekleyen kadın dışarı çıkmaktan men edilmez. Müctebâ.
Ben derim ki:
Yukarıda Bezzâziye'den naklen bunun hilâfı geçti. Lâkin Bedâyı'da; "Kitabîyye,
deli ve âzâd ettiği ümmüveled gibi kocası menîsini korumak için onu men
edebilir." denilmektedir. Bellenmelidir.
İZAH
"İddet beklemek
için ilh..." Çünkü sefer mesafesi olmak hususunda iki taraf müsavî gelince
dönmek için tercih sebebi vardır. O da aslî vâcibin hâsıl olmasıdır. Binaenaleyh
dönmesi evlâdır. Vâcib olmaması oraya ancak sefer mesafesi yürümekle varılacağı
içindir.
"O yer ile varacağı
yer arasında sefer mesafesi varsa" Cümlesini ziyade etmenin ne faydası olduğunu
sen düşün! Çünkü mesele dönüşde oraya uğrarsa yahut giderken uğrar da iki taraf
arasında sefer mesafesi bulunursa diye farz edilmiştir. Sonra Nehir'e müracaat
ettim. Fakat bunu orada göremedim.
"Yahut oturmaya
elverişli" meselâ malının ve canının emin olduğu ve aradığını bulduğu bir yerde
boşanır veya kocası ölürse orada iddet bekler.
"Kocasıyla
birlikte" Yani hödüç veya çadırın içinde kocasıyla beraber olduğu halde yolculuk
eder. Bahır sahibinin Zahîriyye'den naklettiği ibaresi: "Kadını çölde hödüç veya
çadırda beraberinde iken boşar da kocası ot veya su aramak için bir yerden başka
yere giderse ilh..." şeklindedir.
Ben derim ki:
Zâhire bakılırsa bu hödüç veya çadırda kadının ayrılmasına imkân olmadığı ve
aralarında perde bulunmadığı zamandır. Rahmeti: "Koca fasık ise ikisinin arasına
kudretli bir kadın koymak icab eder." demiştir. Allah'u a'lem.
"Sefere götüremez."
Yani kadını evinde boşarsa onu sefere götüremez. Velev ki talâk-ı ric'î ile
boşamış olsun. Ric'at bahsinde Kemal'in seferi ric'at saydığı geçmişti. T.
"Bâinle boşanan
bunun hilâfınadır." Çünkü o dilediği kimseyle birlikte geriye döner veya yoluna
devam eder. Aralarında nikâh kalmadığı için kocası ecnebî olmuştur. Zeylaî.
"Kendisine mesken
verilir." Çünkü mesken şeriatın hakkıdır, nafaka verilmez. Zira ayrılık kadının
işlediği bir suçtan ileri gelmiştir. T.
"Bezzâziye'den
naklen bunun hilâfı geçti." Yani iddet bâbında: "Koca-sının evinde iddet
beklemez." Bezzâziye. demişdi. Lâkin bu söz Müctebâ'nın ifadesine muhalif değil
muvafıktır. O halde münasib olan: "Zahîriyye'den bunun hilâfı nakledilmişti."
demekdi Yani bu fasılda musannıfın: "Ric'î ve bâin iddeti bekleyen kadın dışarı
çıkamaz." dediği yerde şârih: "Zahîriyye'de beyan edildiğine göre ne şekil
ayılırlarsa ayrılsınlar." demişdi.
"Lâkin Bedâyı'da
ilh..." ifadesiyle şârih iki ibâre arasındaki aykırılığı gidermek istiyor.
Çıkabilmeyi kocasının men etmediğini, çıkamamayı da men ettiğine yorumluyor.
Ben derim ki; Lâkin
bunu kocası yoksa diye kayıdlamak gerekir. Çünkü kocasının hakkı tercih edilir.
Bunu Hâkim'in Kâfîsi'ndeki şu ifade de te'yid eder: "Ümmüveled efendisinden
iddet beklerken ve kezâ bir kadın nikâh-ı fâsidden iddet beklerken bundan
korunmak yoktur. Her ikisi dışarı çıkar ve evlerinden başka bir yerde
geceleyebilirler. Görmüyor musun bir adamın karısı kocaya varır da cima'dan
sonra araları ayrılır ve ilk Kocasına iade edilirse kadın ona süslenip
zînetlenebilir. Ve kadının üç hayızdan ibaret bir iddet beklemesi gerekir."
Allah u a'lem.