05 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR....NESEBİN SÜBUTU HAKKINDA BİR FASIL


NESEBİN SÜBUTU HAKKINDA BİR FASIL


METİN
Haml müddetinin en çoğu iki senedir. Delili Aişe (R.A.)'nin haberidir. Nitekim radâ bahsinde geçmişti. Üç mezhebin imamlarına göre ise dört senedir. En azı bil icma altı aydır. Binaenaleyh talâkı- ric'î iddeti bekleyen bir kadın çocuğunun nesebi iddetinin geçtiğini ikrar etmedikçe, müddet de ihtimalli bulundukça iki seneden fazlada bile doğursa sâbit olur.- Velev hayızdan kesildiği için aylarla iddet beklesin. Bedâyı'. Bu hususta nikâh-ı fâsid de sahih nikâh gibidir.- Kuhistânî. Velev ki yirmi senede veya daha fazlada doğursun. Çünkü kadının temizlik müddetinin uzaması ve çocuğun iddet esnasında kalması ihtimali vardır.
İZAH
Bu fasıl nesebin ne kadar müddette sâbit olacağını veya olmayacağını beyan hakkındadır. Nehir sahibi şöyle demiştir: "Musannıf iddet bekleyen kadınların nev'ilerini beyandan sonra hâmile olarak iddet bekleyenlere ne lâzım geleceğini izaha geçmiştir ki, o da nesebin sübutudur."
"Delili Âişe (R.A.)'nın haberidir." Darekutnî ile Beyhakî'nin Sünen'lerinde tahriç ettiklerine göre Hz. Aişe: "Bir kadın haml müddetinde iki senenin üzerine el iği direğinin gölgesi kadar bile ziyade etmez." Demiştir. Bir rivâyette hadîs: "Haml iki seneden ziyade olamaz ilh..." diye başlar Tamamı Fetih'dedir. Bahır sahibi diyor ki: "El iğinin gölgesi azlığa misaldir. Çünkü dönerken o başka gölgelerden Daha çabuk yok olur."
"Dört senedir." Zira Darekutnî'nin Mâlik b. Enes'den rivâyet ettiği bir hadîsde Hz. Mâlik: "Bu kadın bizim komşumuzdur. Muhammed b. Acla'nın karısıdır. Sözü doğru bir kadındır. Kocası da doğru sözlüdür. 12 senede üç batın çocuk doğurdu. Her batnı dört senede doğurdu." demiştir. Şübhesiz ki Hz. Aişe'nin sözü ancak işitmekle bilinen şeylerdendir. Binaenaleyh bu habere tercih edilir. Çünkü şâri hazretlerine nisbeti sahih olduktan sonra artık hata olmak ihtimali kalmaz. Bu hikâye onun hilâfınadır. Zira İmam Mâlik'e nisbeti sahih olduktan sonra dahi hata olmak ihtimali vardır. Kadının hayız kanı dört sene kesilip sonra çocuk doğması mümkündür. Temizlik müddetinin iki sene veya daha fazla uzaması, sonra gebe kalması câizdir. Karnında meselâ bir hareket hissetse bile çocuk olduğu hususunda kesin değildir. Tamamı Fetih'dedir.
"Velev aylarla iddet beklesin." Yani hayızdan kesildiğini zannederek aylarla iddet beklesin. Zira çocuğu doğurmakla hayızdan kesilmediği anlaşılmış olur. Bunu Ebussûud'dan naklen Tahtâvî söylemiştir.
Ben derim ki: Bu iddet bekleyen kadını umumileştirmektir. Yani kadın bâin veya ric'î talâkta iddetim hayızlarla veya aylarla beklesin bittiğini ikrar etmedikçe fark etmez. İddetinin bittiğini üç ayla tefsir ederek ikrarda bulunursa hüküm yine budur. Çünkü iddetinin aylarla olmadığımeydana çıkar ve ikrarı sahih olmaz. Üç hayız sığacak bir müddette iddetinin bittiğini mutlak olarak ikrar ederse bakılır: İkrarından itibaren altı aydan daha azda doğurmuşsa neseb sâbit olur. Aksi takdirde neseb sâbit değildir. Çünkü hayızdan kesilmesi bâtıl olunca kadının ikrarı hayızlarla iddetinin bittiğine yorumlanır. Bu mümkün olduğu kadar onun sözünü doğruya yorumlamak içindir. Bu satırlar kısaltılarak Bedâyı'dan alınmıştır. Bahır sahibi onu mânâ bozulacak derecede kısaltmıştır.
"Nikâh-ı fâsid de sahih nikâh gîbîdir." İfadesi söz götürür. Çünkü ule manın: "Kadın çocuğu tam iki senede veya fazlada doğurursa bu ric'at olur.". sözlerine uymaz. Nikâh-ı fâsid iddetinde yapılan cima ric'atı icab etmez. Buna Tahtâvî: "Buradaki işaret ric'ata değil nesebin sübutunadır." diye cevap vermiş, sözüne şöyle devam etmiştir:: "Sonra burada nesebin sübutunun yeri ayrılma vaktinden itibaren iki seneden daha azda doğurmuş olmasıdır, daha fazlada doğurması değildir. iki senenin tamamında doğurursa hükmün ne olacağı araştırılmalıdır." Biz bu husustaki sözün tamamını mehir babında arz etmiştik.
"Müddet de ihtimalli bulundukça" Yani iddetin geçebileceği bir zamansa demektir ki, bu kayıd metnin ibâresinden değil mefhumundan alınmıştır. Çünkü iki seneden fazlada doğurduğunda iddetinin geçtiğini ikrar etmemesini geçmesi ihtimali ile kayıdlamak doğru değildir. Fetih ve diğer kitabların ibâreleri şöyledir: "İddetinin bittiğini ikrar etmedikçe böyledir. Bittiğini ikrar eder de müddet de buna elverişli bulunursa, yani İmam-ı Azam'ın kavline göre altmış gün, İmameyn'in kavline göre otuz dokuz gün olur da sonra çocuğu doğurursa nesebi sâbit olmaz. Meğerki ikrar vaktinden sonra altı aydan azda doğurmuş olsun. O zaman nesebi sâbit olur. Zira ikrar vaktinde hamile bulunduğu kesinleşir ve kadının yalan söylediği anlaşılır. Bu bâin talâkla boşanan hakkında da böyledir. Kocası ölen kadın ise iddetinin bittiğini iddia eder de sonra tam altı ayda bir çocuk doğurursa nesebi sâbit olmaz. Daha azda doğurursa sâbit olur."
METİN
Doğum iki seneden fazlada veya tam iki senede olmuşsa ric'at sayılır. Çünkü çocuk iddet içinde kalmıştır. Daha azda olursa ric'at sayılmaz. Zira nesebi sâbit olsa da şübhe vardır. Nasıl ki talâk-ı bâinle boşanan bir kadın talâk vaktinden itibaren iki seneden azda doğurur da iddetinin geçtiğini ikrar etmezse, ihtiyatan iddiaya hâcet kalmaksızın neseb sâbit olur. Çünkü hamlin talâk vaktinde mevcud olması câizdir. Nitekim geçmişti. İki senenin tamamında doğurursa neseb sâbit olmaz. Bazıları sâbit olduğunu söylemişlerdir. Çünkü talâk halinde gebe kalmak tesavvur olunabilir. Cevhere sahibi doğrusunun bu olduğunu söylemiştir. Ancak kocasının bendendir diye iddiasıyla sâbit olur, Çünkü o bunu iltizam etmiştir. Bu aynı zamanda akid şübhesidir.
İZAH
"Çünkü çocuk iddet içinde kalmıştır." Binaenaleyh cima etmekle bu adam karısına ric'at etmiş olur. Nehir. "Doğum ric'at sayılır." sözünün mânâsı ric'ata delil olur demektir. Çünkü hakikî ric'at doğumla değil sâbık cimayla olmuştur.
"Şübhe vardır." Kadının talâktan önce ve sonra gebe kalmış olması ihtimali vardır. Binaenaleyh şübhe ile ric'at etmiş sayılamaz. Velev ki nesebi sâbit olsun. Nesebinin sâbit olması gebelik nikâh veya iddet halinde bulunduğu içindir. Cevhere.
"Nasıl ki talâk-ı bâinle boşanan bir kadın" Sözü bir ve üç talâk-ı bâine şâmil olduğu gibi hürreye ve mâlik olmamak şartıyla cariyeye de şâmildir. Nitekim gelecektir. Kezâ iddet içinde veya dışında evlenmesine de şamildir. Bahır. Bunun izahı fer'î meselelerde gelecektir. Tahtâvi'nin Hamevî'den, onun da Bercendî'den naklettiğine göre talâk-ı bâinle boşanan kadının cima edilmiş olması şarttır. Cima edilmemişse araları ayrıldıktan sonra altı ayda veya daha fazlada doğurduğu takdirde nesebi sâbit olmaz. Daha azda doğurursa sâbit olur. Yani akid vaktinden itibaren altı ayda veya fazlada doğurursa demek istiyor. Bahır'da şöyle denilmiştir:" Bilmiş ol ki ric'î ve bâin talâkla boşanan kadının doğurduğu çocuğun nesebinin sabit olması aşağıda gelecek doğum şâhidliği veya kocanın gebeliği itirafı yahut zâhir olan gebelikle kayıdlıdır.
"İddetinin geçtiğini ikrar etmezse" İhtiyatan iddiaye hâcet kalmaksızın neseb sâbit olur. İddetinin geçtiğini ikrar ederse talâk-ı ric'î gibi olur. Nitekim Fetih'den naklen arz etmiştik.
"Nitekim geçmişti." Yani ikrar bulunmamasını şart koşmak talâk-ı ric'îde geçen gibidir.
"İki senenin tamamında doğurursa" Diye hâssaten zikretmesi daha fazlada doğurduğunda evleviyetle neseb sâbit olmadığındandır. H.
"Neseb sabit olmaz." Çünkü sabit olsa gebeliğin talâktan önce bulunması lâzım gelir. Zira talâktan sonra cima' helâl değildir. Ric'i talâkla boşanan bunun hilâfınadır. O zaman çocuğun ana karnında iki seneden fazla kalması lazım gelir. Bahır.
"Çünkü talâk hâlinde gebe kalmak tesavvur olunabilir." Yani firâş haIi ortadan kalkmadan gebe kalmış olur. Nitekim bunu Kâdîhân söylemiştir ki güzeldir. O zaman çocuğun ana karnında iki seneden fazla kalması lâzım gelmez. Bunu Nehir sahibi söylemiştir ve Fetih'den alınmıştır.
"Doğrusunun bu olduğunu söylemiştir ' 0 Kudûrî'nin "Sabit olmaz." sözü için kesinlikle yanlıştır demiştir. Çünkü başka kitablarda sâbit olur denilmiştir. Nehir sahibi diyor ki: "Hak atan bunu muhtelif iki rivâyet bulunduğuna yorumlamaktır. Çünkü metînler Kudurî'nin dediği gibi hep sabit olmadığını kaydetmişlerdir. Kenz ve Vâfi sahipleri, kezâ Sadru'ş-Şeria ve Mecma sahibi bu yoldan yürümüşlerdir. Onlar rivâyetî daha iyi bilirler."
"Çünkü o bunu iltizam etmiştir." Yani bunun vechi de vardır. Kadını iddet içinde şübheyle cima etmiş olabilir. Hidâye ve diğer kitablar.
"Bu aynı zamanda akid şübhesidir." Yani fiil şübhesi olduğu gibi aynı zamanda akid şübhesidir. Şârih bu sözle Zeylaî'nin itirazına cevap vermek istemiştir. Onun itirazı şudur: Üç talâkla boşanan bir kadına kocası şübheyle cimada bulunursa bu fiilde şübhe olur. Ulemanın söylediklerine göre fiil şübhesinde neseb sabit olmaz. Velev ki kocası iddia etsin." Bahır sahibi buna şöyle cevap vermiştir: "Üç talâkta boşanan kadın mal karşılığında boşanmışsa onunla cimada bulunmak hâlis fiil şübhesi değildir. Aynı zamanda akid şübhesidir. Binaenaleyh çelişki yoktur. Çünkü nesebin sâbit olması akid şübhesi bulunduğundandır. Şu da var ki, İbn-i Melek'in Mecma şerhînde açıkladığına göre bir kimse yanına zifaf olunan kadınla cimada bulunur ve kendisine bu senin karındır denilirse bu fiilde şübhe olur. Kocası iddia ederse neseb sâbit olur. Bundan anlaşılır ki, her fiil şübhesi neseb iddiasına mâni değildir." İnşallah hudud bahsinde fiil şübhesiyle akid ve mahal şübheleri arasındaki farkın tahkîki gelecektir. H. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
METİN
Ve ancak kadın ikiz doğurur da çocukların biri iki seneden azda, diğeri iki seneden fazlada doğarsa nesebleri sâbit olur. Bir de ancak kocası o kadına malik olursa satın aldığı günden itibaren altı aydan daha azda doğurmak şartıyla nesebi sâbit olur. Velev ki talâk vaktinden itibaren iki seneden fazlada doğursun. Sair ayrılma sebebleri de talâk gibidir. Bedâyı. Lâkin Tahâvî şerhinden naklen Kuhistânî'de bildirildiğine göre iki seneden fazlada doğurursa bendendir diye iddia şarttır. Bir rivâyete göre velev ki kadın onu tasdik etmesin. Bu rivâyet daha güzeldir. Fetih.
İZAH
"Ve ancak kadın ikiz doğurursa ilh..." Meselâ bir kimse bir cariye satar da cariye bu şekilde iki çocuk doğurursa, satan kimse bu çocuklar bendendir diye iddia ettiğinde çocukların nesebi sâbit olur ve satış bozulur. Bu, Şeyhayn'a göredir. İmam Muhammed'e göre nesepleri sâbit olmaz. Çünkü ikinci çocuk bâinle boşadıktan sonra ana rahmine düşmüştür. Birinci de ona tâbi olur. Çünkü ikizdirler. Bazıları doğrusunun bu olduğunu söylemişlerdir. Çünkü carîyenin ikinci çocuğu satmadan önce sahibinin milkinde meydana gelmiş olabilir. Bâinle boşanan kadının ikinci çocuğu bunun hilâfınadır. Fetih.
"Bir de ancak kocası o kadına mâlik olursa..." Ben derim ki: Bu mesele fer'î meselelerin başında gelecektir. Hülasası şudur: Bir adam cariye olan karısını boşar da sonra satın alırsa onu ya cima etmeden yahut cima ettikten sonra boşar. Cimadan sonra boşadığında talâk ya ric'idir yahut bâin; ya bir talâkla boşamıştır yahut iki talâkla. Cima etmeden boşarsa çocuğunnesebi sâbit olmak için talâktan itibaren altı aydan azda doğurması şarttır. Cimadan sonra iki talâkla boşarsa talâktan itibaren iki sene veya daha az geçmesi şarttır. Her iki surette satın alma vakti İtibara alınmaz. Bir talâk-ı bâinle boşarsa hüküm yine böyledir. Talâk-ı ric'î ile boşarsa neseb sâbit olur. Velev ki talaktan sonra on sene geçmiş olsun. Yalnız her İki meselede satın aldıktan sonra altı aydan azda doğurması şarttır. Bu izahtan anlaşılır kî, "Velev iki seneden fazlada olsun." sözü ric'î talâka mahsustur. Bizim sözümüz ise talâk-ı bâin hakkındadır. Şu halde doğrusu "fazla" kelimesini atmaktır. Anla!
"Bedâyı..." Orada şöyle denilmiştir: "Talâk iddeti bekleyen kadın hakkında bildiği her cevap talâktan başka ayrılma sebeblerinden biri ile iddet bekleyen kadın hakkında da cevabdır." Bahır, Yani kocasının dinden dönmesi sebebiyle veya bulûğ yahut âzâdlık muhayyerliği ile yahut küf'u olmaması veya mehri misil bulunmaması gibi bir sebeble ayrılarak iddet beklerse demek istiyor.
"Lâkin Kuhistâni'de bildirildiğine göre" Sözü musannıfın: "İki senenin tamamında doğurursa neseb sâbit olmaz, Ancak kocasının bendendir diye iddiasıyla sâbit olur." ibâresine istidraktir. Kuhıstânî'nin ibâresi: "Lâkin Tahâvî şerhinde bildirildiğine göre çocuk bendendir iddiası iki seneden fazlada doğurduğu zaman şarttır." şeklindedir. Bu ibârenin mefhumu tam iki senede doğurursa bendendir iddiasına hâcet olmadığını gerektirir. Ama Kuhistânî'nin Cevhere'deki rivâyete göre hareket etmiş olması, musannıfın sözü ise Kudûrî'nin rivâyetine göre olması mümkündür. T.
"Bu rivâyet daha güzeldir." Çünkü çocuğun ondan olması mümkün dür. Bendendir diye iddia da etmiştir. İtiraz eden yoktur. Onun içindir ki, bir rivâyette kadının tasdiki şart koşulmamıştır. Onu ancak Serahsî Mebsût'ta ve Beyhâkî Şâmil'de şart koşmuşlardır. Bu da bu rivâyetin zayıf ve garip olduğunu göstermek hususunda zâhirdir. Fetih.
METİN
Cima edilerek boşanan -velev talâk-ı ric'î ile olsun- ve iddetinin bittiğini ikrar etmeyen mürâhikanın ve kezâ altı aydan azda doğurmak şartıyla cima edilmeyenin çocuğunun nesebi ve kezâ iddetin bittîğini îkrar eden kadın, ikrar vaktinden itibaren altı aydan azda doğurmak şartıyla şayet gebelik iddia etmezse boşandıktan itibaren dokuz aydan azda sâbit olur. Çünkü gebelik iddet içinde olmuştur. Aksi takdirde sabit olmaz. Çünkü iddetten sonradır. Kadın küçük olduğu için susması iddetinin bittiğini ikrar gibi sayılır. Gebelik iddia ederse bazı hükümlerde büyük kadın gibidir. Zira bulûğa erdiğini itiraf etmiştir. Ölüm iddeti bekleyen kadının büyük ise çocuğunun nesebi ölüm vaktinden itibaren iki seneden azda sâbit olur. Velev ki cima edilmemiş olsun. Kadın küçük îse on ay on günden daha azda doğurduğu takdirde çocuğunun nesebi sabit olur. Aksi tak- dirde sâbit olmaz. Dört ay ongünden sonra iddetinin geçtiğini ikrar eder de çocuğu altı ayda doğurursa nesebi sâbit olmaz.
İZAH
"Cima edilerek boşanan flh..." Fetih sahibi diyor ki: "Bu meselenin hâsılı şudur: Küçük kız ya cimadan önce yahut sonra boşanır. Cimadan önce boşanır da altı aydan azda çocuk doğurursa çocuğun nesebi sâbit olur. Çünkü talâktan önce çocuğun varlığı kesindir. Altı aydan fazlada doğurursa nesebi sâbit olmaz. Çünkü ona iddet olmadığı farz edilir. İddet lâzım gelmek için talâktan önce olması lâzım gelmez. Cimadan sonra boşarsa üç aydan sonra iddetinin bittiğini ikrar edip ikrar vaktinden itibaren altı aydan daha azda doğurursa çocuğunun nesebi sâbit olur. Tam altı ayda veya daha fazlada doğurursa sâbit olmaz. Çünkü ikrarıyla iddeti bitmiştir. Kesin olarak yalan söylediğine hükmetmek için bundan önce olması lâzım gelmez. İddetinin bittiğini ikrar etmez, gebelik iddiasında da bulunmazsa, Tarafeyn'e göre boşandıktan sonra dokuz ay geçmeden doğurursa nesebi sâbit olur. Aksi takdirde sâbit olmaz. Ebu Yusuf'a göre ise talâk-ı bâinde iki seneye kadar, talâk-ı ric'îde yirmi yedi aya kadar nesebi sâbit olur. Zira kocasının o kadınla üç aydan ibaret olan iddetinin sonunda cimada bulunması ihtimali vardır. Kadın gebelik iddia ederse mutlak değil de iddetinin geçmesi dokuz aydan daha aza münhasır olmaması hususunda büyük kadın gibidir." Tamamı Fetih'dedir. Kocası ölen küçük kızın ise izahı ileride gelecektir.
"Velev talâk-ı ric'i olsun." Bunda mubalega göstermesi bâinin hükmüne kolaylıkla muhalefet gösterdiği içindir. Nitekim evvelce geçti. Burada bâinle birleştiğini anlatmak istemiştir. T.
"Mürâhika" bulûğa yaklaşan kızdır ki, o yaşta bulûğa ermesi mümkündür. Bundan murad dokuz yaş olup kızda hâlâ bulûğ alâmeti görülmemiştir. Dokuz yaşından küçük olan kızda gebelik mümkün değildir.
"Altı aydan azda" Yani talâk vaktinden itibaren altı ay geçmeden doğurursa demektir.
"Kezâ iddetin bittiğini ikrar eden kadın" Yani üç aydan sonra iddetinin bittiğini ikrar eden demektir.
"İkrar vaktinden itibaren altı aydan azda..." Talâk vaktinden itibaren ise dokuz aydan azda doğurursa demektir. Çünkü yalan söylediği kesin olarak meydana çıkmıştır. Nitekim Zeylaî'de bildirilmiştir. O zaman nesebin sâbit olmaması hususunda ikrar etmesiyle etmemesi arasında fark yoktur. Meğerki dokuz aydan azda doğurmuş olsun. İkrar etmedi ise diye kayıdlaması İmam Ebû Yusuf muhalefet ettiği içindir. İkrar etmesi bunun hilâfınadır. Çünkü o zaman bildiğin gibi mesele ittifâkî olur. Bunu Halebî söylemiştir.
"Dokuz aydan azda" sözü "Boşanan mürâhikanın çocuğunun nesebi sâbit olur." cümlesinin kaydıdır. Bu müddette nesebinin sâbit olması kadının iddeti üç ay olduğu içindir. Haml müddetinin en azı do altı aydır. Boşandıktan sonra dokuz ay geçmeden doğurursa kadının iddet bitmeden hamile bulunduğu anlaşılır. Şârihin: "Çünkü gebelik iddet içinde olmuştur." sözünün mânâsı budur.
"Aksi takdirde sâbit olmaz." Yani daha azda değil de dokuz ayda veya daha fazlada doğurursa çocuğun nesebi sâbit olmaz. Çünkü kadın iddetten sonra hamile kalmıştır. Kadın iddetinin geçtiğini ikrar ederse mesele zahirdir. İkrar etmezse kıyasa göre büyük kadın gibi iki seneden azda doğurduğunda nesebi sâbit olmak gerekirdi. Nitekim Ebû Yusuf'un kavli budur. Tarafeyn'e göre fark şudur: Küçük kızın iddetinin bitmesi için şeriatta bir cihet vardır. Onun geçmesiyle şeriat iddetin bittiğine hükmeder. Bu cihet delâlet hususunda ikrardan daha kuvvetlidir. Tamamı Fetih'dedir.
"Bazı hükümlerde" Yani nesebinin sâbit olması hakkında demektir. Çünkü onun hakkında dokuz aydan aza münhasır değildir. Bilâkis talâk bâin ise iki seneden azda, ric'î ise yirmi yedi aydan azda doğurduğu takdirde nesebi sâbit olur. Zira büyük kadının çocuğunun nesebi talâk-ı ric'îde iki seneden fazlada sâbit olur. Velev ki hayızdan kesilme çağına kadar uzasın. Çünkü temizlik müddetinin uzaması, kocasının da onunla bu müddetin sonunda cimada bulunması câizdir. Bahır. Küçük kızın ise iddeti üç aydır. Onunla iddetinin sonunda cima etmiş olabilir. Sonra İki sene gebe kalır. Binaenaleyh ikrar zamanından mutlaka yirmi yedi ay geçmeden olmalıdır.
"Zira bulûğa erdiğini itiraf etmiştir." Bulûğa ermeyen kadın gebe kalmaz.
"Büyük İse" Yani iddetinın bittiğini de İkrar etmediyse demektir. İddetinin bittiğini ikrar ederse o kadın aşağıda gelen: "Kezâ iddetinin bittiğini ikrar ederse ilh..." sözünde dahildir. Bahır.
«Kadın küçük ise» Yani gebeliğini ve iddetinin geçtiğini ikrarda bu-lunmamışsa demek istiyor ki, bu Tarafeyn'e göredir. Ebu Yusuf'a göre iki seneye kadar nesebi sâbit olur. Bunun veçhi talâk bahsinde iddet bekleyen küçük kız hakkında söylediklerimizdir. Zeylaî:
«Çocuğunun nesebi sâbit olur.» Çünkü vefat iddeti bitmeden önce çocuğun mevcud olduğu anlaşılır. Bahır.
«Aksi takdirde sâbit olmaz.» Çünkü iddet bittikten sonra meydana gelmiştir. Bahır.
«İddetinin geçtiğini ikrar eder de ilh...» Burada şu mesele kalır: Küçük kız gebe olduğunu iddia ederse büyük kadın gibi sayılır. Çocuğunun nesebi iki seneye kadar sâbit olur. Çünkü bu hususta söz onundur. Zeylaî.
«Çocuğu altı ayda» veya daha fazlada doğurursa "nesebi sâbit olmaz." Çünkü ikrardan sonra gebe kalmış olması ihtimali vardır. Nitekim gelecektir.
METİN
Hayızdan kesilen kadına gelince: Onun hükmü hayız gören gibidir. Çünkü ölüm iddeti bütün kadınlar hakkında aylarladır. Bundan yalnız hamile müstesnadır. Zeylai. Çocuğu ölüm vaktinden itibaren İki seneden fazlada doğurmuş gibi olur. Bunu inceleme neticesi Bahır sahibi söylemiştir. Kezâ iddetinin bittiğini ikrar eden kadın şayet ikrar vaktinden itibaren haml müddetinin en azında doğurmuşsa ve bâin talâk vaktinden itibaren haml müddetinin çoğu geçmemişse çocuğunun nesebi sâbit olur. Çünkü yalan söylediği kesinlikle anlaşılır. Aksi takdirde çocuğun nesebi sâbit olmaz. Çünkü ikrardan sonra meydana gelmesi ihtimali vardır.
İZAH
«Hayızdan kesilen kadına gelince ilh...» Bilmelisin ki şarih burada küçük kız ile hayızdan kesilen hakkında verdiği izahatta Zeylaî'ye tâbi olmuştur. Nehir sahibi dahi bu yolu tâkip etmiştir. Sâbık mürâhika meselesinde Bahır sahibi dahi aynı yolu tâkip etmişse de burada muhalefet ederek şöyle demiştir: "Kadının hem hayızlarla hem aylarla iddet bekleyenine şâmildir. Lâkin Bedâyı sahibi bunu hayız görenler diye kayıdlamış, aylarla iddet bekleyenlerden ise hayızdan kesilmiş olsun küçük olsun ölüm halinde hükmü talâktaki hükmü gibidir. Biz talâktaki halini zikretmiştik." demiştir. Nehir sahibi bunu Bedâyı'da görmediğini söylemiştir.
Ben derim ki: İhtimal onun nüshasından düşmüştür. Onu Bedâyı'da ben de gördüm.
«Bundan yalnız hamile müstesnadır.» Hamilenin iddeti gerek ölüm gerek başkası hususunda çocuğunu doğurmakla biter.
«Daha fazlada doğurmuş gibi olur» Bu talâk-ı bâin iddetini bekleyen kadına kıyasendir. Lâkin burada iki muhtelif rivâyet olduğunu görmüştük.
"Çocuğunun nesebi sâbit olur." Yani ister bain ister ric'î veya ölüm iddeti beklesin mutlak surette çocuğunun nesebi sâbit olur. Nitekim Hidâye'de bildirilmiştir. Lâkin Hâniyye'de: "Boşanan kadın hayızdan kesilmişse çocuğunun nesebi iki seneye kadar sâbit olur. Velev ki iddetinin geçtiğini ikrar etsin." denilmektedir. Bu mutlak söz mürâhikaya da şâmildir. Nitekim Miskîn şerhinde belirtilmiştir .Onun için İbn-i Şilbî Kenz üzerine yazdığı şerhte: "Faslın başından buraya kadar söylenenler iddetin geçtiğini itiraf etmezden öncedir." demiştir.
«Çünkü yalan söylediği kesinlikle anlaşılır.» Bu meseleyi Zeylâi müşkül görmüştür. Şöyle ki: "Kadın meselâ bir sene geçtikten sonra iddetinin bittiğini ikrar eder de sonra ikrar vaktinden altı aydan azda ayrılma vaktinden iki seneden azda çocuk doğurursa, bu kadının iddeti iki ayda veya üç ayda geçmesi muhtemeldir. Bundan uzun bir zaman sonra ikrarda bulunsa onun bu ikrarından iddetin o vakitte bitmiş olması lâzım gelmez. Binaenaleyh kadının yüzde yüz yalan söylediği anlaşılmış değildir. Meğerki iddetîm şu saatte bitti desin de sonra oandan itibaren altı ayda doğursun." Bahır sahibi bunu daha zâhir görmüş ve: "Ulemanın sözlerini buna yorumlamak icab eder. Nitekim Gâyetü'l-Beyân'dan anlaşılmaktadır." demiştir. Nehir ve Şürunbulâliyye sahibleri de ona tâbi olmuşlardır. "Neseb mutlak söylendiği vakit sâbit olur. Çünkü o çocuğun hakkıdır. Binaenaleyh çocuğun menfaatına onun isbatı hususunda ihtiyat gösterilir." denilemez. Çünkü biz söyle diyoruz: Bu akid varken böyledir. Akid ortadan kalktıktan sonra böyle değildir. Burada kadın iddetin geçtiğini ikrar edince ve bu hususta söz de kadının olunca akid aslı itibariyle ortadan kalkmıştır. İkrarını bozacak ve yüzde yüz yalan söylediğini bildirecek bir şey bulunmadıkça şeriatın hükmü bu kadının başka kocaya varmasını helâl kılmaktadır. Mutlak söylenildikte bu yoktur. Aksi takdirde çocuğu ikrar vaktinden itibaren altı aydan fazlada doğursa bile nesebi sâbit olmak lâzım gelir. Halbuki ulema bunun hilâfına ittifak etmişlerdir. Çünkü çocuğun sonradan olma ihtimali vardır.
«Aksi takdirde çocuğun nesebi sâbit olmaz.» Yani altı aydan azda do-ğurmaz da ikrar vaktinden itibaren tam altı ayda veya daha fazlada doğurursa yahut altı aydan azda talâk-ı bâinden itibaren iki seneden fazlada doğurursa nesebi sâbit olmaz. Şârihin: "Çocuğun ikrardan sonra meydana gelmesi ihtimali vardır." sözü birinciye göre yetersizdir. İkincide ise illet çocuğun ana karnında iki seneden fazla kalmamasıdır. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
METİN
Ölüm veya talâk iddeti bekleyen bir kadının doğurduğu inkâr edilirse çocuğunun nesebi tam huccetle sâbit olur. İmameyn ebe kadınla iktifa edilir demişlerdir. Bazıları bir de erkek lâzım olduğunu söylemişlerdir. Yahut gebelik zâhır olmalıdır. Acaba gebelik zâhir idi diye yapılan şahitlik kâfî midir? Bahır'da inceleme neticesi evet diye cevap verilmiştir. Yahut neseb kocasının gebeliği ikrarı ile sâbit olur. Çocuğun tayini İnkâr olunursa ebe kadının şâhidliği bil ittifak kâfi gelir. Nitekim ric'î talâk iddeti bekleyen bir kadın iki seneden fazlada doğurursa orada da ebe kadının şehâdeti kâfidir. Daha azda doğurursa kâfi değildir.
İZAH
«Ölüm veya talâk iddeti» Yani gerek bain gerekse talâk-ı ric'İ iddeti bekleyen demek istiyor. Fahru'l-İslâm bunu açık söylemiştir. Kâdîhân dahi bu yolu tâkip etmiştir. Serahsî ise talâk-ı bâinle kayıdlamıştır.
Bahır sahibi diyor ki: "Hak şudur: Ric'î talâkta kadın çocuğu iki seneden fazlada doğurursa bâinde olduğu gibi şâhidliğe muhtaç olunur. Daha azda doğurursa çocuğun nesebi bil ittifak ebe kadının şâhidliği İle sâbit olur. Çünkü firâş mevcuddur. Nehir. Şârih de bu yolu tâkip etmiştir." Nitekim aşağıda gelen: "Ric'î talâk iddeti bekleyen hakkında kâfidir." sözünde gelecektir. Binaenaleyh buradaki talâk bâine yorumlanır, Tâ ki buradaki sözüyle aşağıdakisözü birbirini tutsun.
«Doğurduğu inkâr edilirse» ölüm halinde doğurduğunu mirâsçılar, talâk halinde ise kocası inkâr eder. H.
«Tam huccetle sâbit olur.» Tam huccetten murad iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şâhidlikleridir. Bu şöyle tasvir olunur: Kadın şâhidlerin huzurunda bir eve girer. Şâhidler o evde kadından başka kimse olmadığını bilirler. Sonra kadın çocuk kucağında çıkınca doğurduğunu anlarlar. Bu kasden değil de rasgele bakarak görmekle de olur. Bu suretle: "Erkeklerin şâhidliği fâsık olmalarını istilzam eder. Binaenaleyh kabul edilemez." şeklindeki itiraz def edilmiş olur. Fetih ve Nehir.
«Ebe kadınla iktifa edilir.» Yani ebe kadın hür, Müslüman ve âdil ise şahidliği kâfidir. Nitekim Nesefî'de bildirilmiştir.
«Bir de erkek lâzım olduğunu söylemişlerdir.» Yani İmameyn'in kavline göre bir de erkek lâzımdır. Şârih burada Fetih ve diğer kitablara uyarak "bazıları" demiş, bununla söylediklerinin zayıflığına işaret etmiştir. Lâkin Cevhere ve Hulâsa'da kavillerin en sahihine göre kabul edilir denilmiştir. Müstesfa'da da öyledir. Bunun vechi her halde bir erkeğin şâhidliği iki kadının şâhidliğinden daha kuvvetli olmasıdır.
«Yahut gebelik zâhir olmalıdır.» Gebeliğin zâhir olması altı aydan azda doğurmakladır. Nitekim Sirâc'da bildirilmiştir. Şeyh Kâsım: "Gebeliğin zu- hurundan murad hamilelik emarelerinin kadını her gören kimsede hamile olduğu kanaatını verecek dereceye varmasıdır." demiştir. şürunbulâliyye. Nehir sahibi bu ikinci tarifi benimseyerek: "Yahut herkesin bileceği şekilde zâhir gebelik bulunmalıdır." demiştir. Bu gösterir ki, gebelik bazen doğurmadan dahi sâbit olur ve bizim ric'at babında söylediklerimizi te'yid eder.
«Acaba şâhidlik kâfi midir?» Yani kadın doğurur da kocası doğurduğunu ve gebeliğin zâhir olduğunu inkâr ederse zâhir idiğine şâhidlik kâfi midir demektir. Çünkü münazaa vaktinde gebelik mevcud değildir. Bahır. Bunun hâsılı şudur: Doğumdan önce herkesin bileceği şekilde gebelik zâhir ise isbatına hâcet yoktur. Doğumdan sonra ise Bahır sahibinin incelemesine göre gebelik zâhir idi diye şâhidlik kâfidir. Bu zâhirdir.
«Çocuğun tâyini inkâr olunursa» sözü hem kocanın hem mirasçıların inkârlarına şâmildir. H. Yani kocası doğumu itiraf eder de çocuğun tâyinini inkârda bulunursa çocuğun tâyini bil ittifak ebe kadının şâhidliği ile sâbit olur. Onun şâhidliği olmaksızın bil ittifak sübut bulmaz. Çünkü doğan çocuğun bu tâyin edilenden başkası olması ihtimali vardır. Bahır.
TENBİH: Şârih kocanın gebeliği itiraf etmesi halini gebeliğin zâhir, firâşın kâim olduğu halleri zikretmemiştir. Acaba bu hallerde nesebin sâbit olması için ebe kadının çocuğu tâyin için şâhidliğine hâcet var mıdır? Kenz ve Hidâye sahiplerinin yaptıkları gibi musannıfın zâhirolan sözünden de hâcet olmadığı anlaşılır. Bedayı sahibi bunu açık söylemiştir. Sürûcî dahi Gâye adlı kitabında bunu açıklamış, Mülteka'l-Bihâr sahibinin: "Ebû Hanife'ye göre bu şarttır." sözünü reddetmiştir. Lâkin onun sözünü de Zeylâi yanlıştır diye reddetmiş, bütün suretlerde çocuğun bil ittifak tâyin edilmesi için bunun mutlaka lâzım olduğunu söylemiştir.
Zeylaî bu hususta hayli sözler söylemiştir. İbn-i Kemâl de kesinlikle onun söylediğine kâil olmuştur. Bunun bir misli de Cevhere'dedir ki orada:
"Ebe kadının şâhidliği mutlaka lâzımdır. Zira çocuk ölü doğmuş olabilir de kadın onun yerine başka bir çocuğu ilzama kalkışabilir." denilmiştir. Hidâye sahibinin son sözü de açıkça budur, Kâfî, İhtiyar, Fetih ve diğer kitabların sözleri de öyledir. Bahır sahibi iki sözün arasını bulmuştur. Nehir sahibi ise bunun tahkikten uzak olduğunu söylemiştir. Bunu Mekdisî dahi şerhinde reddetmiştir.
Hâsılı Zeylaî'de bildirildiği gibi çocuğun tâyini hususunda kadınların şehadeti huccet olamaz. Meğerki gebelik zuhuru veya kocanın itirafı yahut mevcud firâş gibi bir müeyyide ile te'yid edilsin. Bunu Mültekâ'l-Bihâr sahibiyle başkaları söylemişlerdir; Hilâf ancak kadının sözüyle doğumun sübutu hakkındadır. İmam-ı Azam'a göre üç surette sâbit olur. İmameyn'e göre ise ancak ebe kadının şahidliği ile sübut bulur. Kocası karısının talâkını doğurmasına tâlik ederse İmam-ı Azam'a göre kadının doğurdum demesiyle talâk vâki olur. Çünkü kocası gebeliği itiraf etmiştir yahut gebelik zaten zâhirdir. İmameyn'e göre ise ebe kadın şâhidlik etmedikçe kabul olunmaz. Bu İzah, Nihâye ve diğer kitablarda belirtilmiştir. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
«Nitekim ilh...» ifadesi mutlak olan ve hem talâk-ı ric'iye hem de bâine şümulü bulunan "veya talâk" sözünün kaydıdır. Çünkü ric'î talâk iddeti bekleyen bir kadın iki seneden fazlada doğurur da iddetinin bittiğini ikrar etmezse bu ric'at olur. Bunu Halebî söylemiştir. Yani sâbık cimayla ric'at sayılır ve kadın nikâhlı iken doğurmuş olur. Kocası inkâr ettiği vakit doğumun isbatı şahidliğe tevakkuf etmez. Nikâh mevcud olduğu için ebe kadının şâhidliği kâfidir ve neseb firâşla, çocuğun tâyini de ebe kadının şâhidliği ile sâbit olur. Nitekim Zeylaî bunu nikâhlı kadının doğurması babında zikretmiştir.
«Daha azda doğurursa kâfi değildir.» Yani ebe kadının iki seneden daha azda doğurduğuna şehâdet etmesi kâfi değildir. Çünkü kadının iddeti bitmiştir. Artık o adamın karısı değildir. Tam iki senede doğurması dahi böyledir. Nitekim gizli değildir. H.
METİN
Yahut mirâsçıların bazısının tasdiki ile sâbit olur ve ikrar edenler hakkında sübut bulur. Başkaları hakkında hatta bütün insanlar hakkında ancak ikrar edenlerle şâhidliğin nisabı tamamlanırsa neseb sâbit olur. Meselâ tasdike ehil olurlarsa ikrar edeni tasdikte bulunmalarıda öyledir. Neseb sâbit olur, dönmek fayda etmez. Şâhidliğin nisabı tamam olmazsa yalanlayanlara iştirak etmez. Acaba şehâdet lâfzı ve hüküm meclisi şart mıdır? Esah kavle göre şart değildir. Bu ikrara benzediğine bakaraktır. Ulemanın adedi şart koşmaları ise şehâdete benzediğine bakaraktır. Musannıf Zeylaî'den adâletin şart olduğunu ifade eden sözler nakletmiş. sonra: "Üstadımızın: Adâletin şart koşulmaması gerekir, demesi gerekmeyen sözlerdendir," demiştir.
Ben derim ki: Burada "ikrar eden hakkında adalet nasıl şart koşulabilir?" diye itiraz vârid olur. Meğerki "sirayetten dolayı" diye cevap verilsin. Düşün! Bunu araştırmalıdır. Kadın doğurur da karı-koca müddet hakkında ihtilâf ederler ve kadın: Sen beni altı ay evvel nikâh ettin der; kocası daha azı iddia ederse söz yeminsiz kadınındır. İmameyn kadına yemin etti-rileceğini söylemişlerdir. Bununla fetva verilir. Nitekim dava bahsinde gelecektir. Zâhir nikâhtan doğurmakla kadına şehâdet ettiği için çocuk bu adamın oğludur. Kadının hali salâha hamledilir.
İZAH
«Yahut mirâsçılardan bazısının tasdiki ile sâbit olur.» Bazısından murad şehâdetin nisabını tamamlayamayandır ki, âdil bir kişidir yahut âdil olmayan bir kaç kişidir. Nitekim mukabilinden anlaşılmaktadır. H. Meselenin sureti şudur: Vefat iddeti bekleyen bir kadın doğurduğunu iddia eder de mirâsçılar kendisini tasdikte bulunur fakat kimse şâhidlik etmezse, doğan çocuk bütün mirâsçıların sözlerine göre ölenin oğludur. Çünkü mirâs sırf onların hakkıdır. Binaenaleyh bu husustaki tasdikleri kabul edilir. Fetih.
«Ve ikrar edenler hakkında sübut bulur.» İkrar eden hakkında dese daha iyi olurdu. Çünkü bir kişiye de şümulü bulunurdu. Bir de ikrar edenler bir kaç kişi iseler başkaları hakkında da neseb sâbit olur. Meğerki ikrar edenlerin âdil olmadıkları farz edilsin. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
«Başkaları hakkında» yani tasdik etmeyenler hakkında demek istiyor: Bu çocuk ölenin bir adamda alacağı olduğunu iddia ederse, ikinci defa nesebinin ispatına bağlanmaksızın dâvâsı kabul olunur.
«İkrar edenle birlikte başka bir adam şâhidlik eder.» demesinden on-laşılıyor ki, şâhidliğin nisabı tamam olmak için hepsinin mirâsçı .olması şart değildir. Lâkin şâhidlerden biri ecnebî olursa hüküm meclisi, dâvâ ve şehâdet lâfzı gibi şâhidliğin şartları mutlaka lâzımdır. Çünkü ecnebî şâhidler sırf şâhiddirler. Hiç bir vecihle ikrara hakları yoktur. Rahmetî.
«İkrar edeni tasdikte bulunmaları da öyledir ilh...» ifadesi ekseri nüs-halarda böyledir. Bazı nüshalarda: "Bu sözünde onu mirâsçılar tasdik ederse", diğer bazılarında: "İkrar edeni diğer mirâsçılar tasdik ederse" denilmiştir ki, bunlar birinciden daha güzeldir.
«Tasdike ehil olurlarsa» cümlesi yerine "şehâdete ehil olurlarsa" dese daha münasib olurdu. Fetih'de şöyle denilmiştir: "Herkes hakkında zâhir olması için nesebin ölen kimseden sâbit olması hakkında ise ulema şunu söylemişlerdir: "Mirâsçılar şehâdet ehlinden olurlarsa, meselâ erkek-kadın karışık ve hepsi âdil olurlarsa neseb sâbit olur. Çünkü hüccet tamamdır. İkrar edenleri etmeyenleri müştereken ölenin borçlusundan alacağını isterler."
«Şâhidliğin nisabı tamam olmazsa» meselâ tasdik eden bir erkekle bir kadın olursa; keza iki erkek olurlar da âdil değillerse demek istiyor. Nitekim Fetih sahibinin zikredilen ibâresinden ve aşağıda gelen ifadeden anlaşılmaktadır.
«Yalanlayanlara iştirak etmez.» Musannıfın ibaresine münasib olan bu değil, "Neseb sâbit olmaz. Yalanlayanlara da ortak olmaz." demekdi.
«Esah kavle göre şart değildir.» Bu, şâhidler mirasçılar olduğuna göredir. İçlerinde mirâsçı olmayan varsa şehâdet lâfzı, hüküm meclisi ve dâvâ mutlaka şarttır. Çünkü onun hakkında ikrar şübhesi yoktur. Nitekim yukarıda geçmişti. Rahmetî. Murad nisabın mirâsçılardan tamam olmamasıdır. Mirâsçılarla nisab tamam olursa başkalarının şâhidliğine bakılmaz.
«Bu İkrara benzediğine bakaraktır.» Fetih sahibi bunu başka bir illetle talil etmiştir ki, o da şudur: Başkaları hakkında nesebin sâbit olması onların hakkında sâbit olmasına bağlıdır. Tâbi olan için bütün şartlarına riayet olunmaz. Meğerki asaleten sübut bulsun. Bu izaha göre şehâdet ehlinden değillerse neseb ancak ikrar edenler hakkında sâbit olur.
«Zeylai'den» naklettiği sözler şunlardır: "Şehâdet ehlinden iseler meselâ içlerinde iki âdil erkek veya âdil bir erkekle âdil iki kadın bulunursa tasdik edenlerle tekzip edenler ortak olurlar."
«Üstadımızın» tâbirinden murad Bahır sahibi Zeyn b. Nüceym'dir.
«Meğerki sirayetten dolayı diye cevap verilsin.» Yani nesebin sübutu ikrar etmeyene de sirayet edeceği için denilsin. Bu cevap zâhirdir. Teemmüle ve araştırmaya hâcet yoktur. H.
«Nitekim dâvâ bahsinde gelecektir.» Orada altı meselede yemin ver-dirileceği hususunda fetvanın İmameyn kavline göre olduğu bildirilecektir.
«Zâhir kadına şehâdet ettiği için ilh...» Buna da şehâdet eden bir zâhir vardır ki, o da yeni meydana gelen bir şeyin en yeni vaktine izafet edilmesidir. Lâkin buradaki zâhirin tercih edilmesi nesebin isbatında ihtiyat gösterilmesindendir. Nehir. Bu nefy ile kadın o adama haram olmaz. Fetih.
TENBİH : Kocanın beyyinesi ve mirâsçılarının kadının nikâh tarihine dair onun sözüne uygun beyyineleri kabul edilmez. Çünkü manen nefy üzerine şehâdet olur. Binaenaleyh makbul değildir. Nesebin ise mümkün mertebe isbatına çare aranır. Burada imkân gizlice az bir mehirle önceden o kadınla evlenmek, övünmek için ise çok mehirle olduğunu ilânetmektir. Bu çok vuku bulur. Benim hadiseye cevabım budur. Buna dikkat etmelidir. Şürunbulâliyye.
METİN
Bir adam: Ben o kadını nikâh edersem boş olsun der de sonra nikâhlar ve kadın nikâhtan itibaren altı ayda doğurursa, çocuğun nesebi ihtiyaten o adama lâzım olur. Çünkü akid halinde cima tasavvur olunabilir. Altı aydan azda doğurursa neseb sâbit olmaz. Daha fazlada doğurması da öyledir. Velev bir gün olsun. Lâkin Fetih sahibi bu hususta inceleme yapmış, Bahır sahibi de onu ikrar etmiştir.
İZAH
«Altı ayda doğurursa» yani ziyadesi noksanı bulunmazsa demek istiyor. Zeylaî.
«Nesebi lâzım olur.» Çünkü kadın o adamın firâşıdır. Nikâh vaktinden itibaren altı ayda doğurunca talâk vaktinden itibaren altı aydan azda doğurmuş olur. Binaenaleyh gebelik daha önceden nikâh halinde vuku bulmuştur, Bu tesavvur sâbittir ilh... Hidâye.
«Çünkü akid halinde cima tesavvur olunabilir.» Akdi karı-koca cima halindeyken kendileri yapar, şâhidler de sözlerini işitirler. Nikâh menînin indiği ana rastlar. Yahut muayyen bir gecede akid yapmak için birini tevkil ederler, kendileri de o gece cimada bulunurlar. Akdin önceliği bilinmezse bu akidle cima'ın beraberliğine yorumlanır. Nitekim şilbî'nin şerhinde beyan edilmiştir. Yahut şâhidler huzurunda kadınla evlenir, kadın tarafından akdi yapan fuzûli olur da, akdin tamamı cima esnasında kadının rızasiyle olur. Nitekim İbn-i Kemâl'in Menhuvat'ında belirtilmiştir. Fetih sahibi diyor ki: "Hâsılı sübut firâşa bağlıdır. O nikâhla nikâh da gebelikle beraber sübut bulur. Binaenaleyh kadın nikâhlı iken gebe kalır ve çocuğunun nesebi sâbit olur."
«Neseb sâbit olmaz.» Çünkü gebeliğin nikâhtan önce olduğu meydana çıkar. Zeylaî.
«Daha fazlada doğurması da öyledir.» Zira nikâhtan sonra gebe kaldığı anlaşılır. Biz talâk vâki olurken iddet vacib değildir diye hüküm verdik. Çünkü cima ve halvetten öncedir dedik. Bu hükmün bâtıl olduğu anlaşılmamıştı. Zeylaî. Ama çocuğu tam altı oyda doğurunca iddet beklemesi gerekir. Çünkü nesebi sâbit olan bir çocuğa hamiledir. Şürunbulâliyye. Yani kadının talâktan önce nikâh zamanında gebe kaldığına hüküm verilmiştir. Nitekim Hidâye'nin ibâresinden biliyorsun. Talâk kadın hamile iken olmuştur. Şu halde cimadan sonra boşanmış demektir ve doğurmakla iddeti biter. Nehir'de açıklandığına göre bu talâk ric'îdir, iddet de doğurmakla biter.
«Velev bir gün olsun.» Yani bir lahza olsun. H.
«Bahır sahibi de onu ikrar etmiştir.» Ve şöyle demiştir: "Fethü'l-Kadir sahibi kendisini muaheze ederek şunları söylemiştir: "Ulemanın burada çocuk doğmanın tesavvuredilebildiği bir müddette -ki iki senedir- nesebi men etmeleri onun isbatı hususunda gösterilen ihtiyata aykırıdır. Zikredilen ihtimal son derece uzaktır. Zira devam ede gelen âdet hamileliğin altı aydan fazla sürmesidir. Çok defa yüzyıllar geçer de onların içinde altı ayda çocuk doğduğu işitilmez. Binaenaleyh zahir olan çocuğun mevcud olmamasıdır. Mevcud olması bir ihtimaldir. Çocuğun nefyini iktiza eden zayıf bir ihtimalden dolayı karı-koca onu nefy ederlerse nesebini isbat hususunda hangi ihtiyat kalır. Biz onun sübutunu gerektiren zahiri de terk ettik. Keşke iki ihtimalden hangisi daha uzak olduğunu bilsem! Acaba nesebîn sübutu için o adamdan gebe kaldığını farz ettikleri ihtîmal mi daha uzaktır ki, bu ihtimal kadınla cima halinde evlenerek menînin akde tesadüf etmesidir, yoksa hamilelik altı aydan bir gün fazla olursa çocuğun başkasından kalması ihtimali mi? H."
Ben derim ki: Bunun hâsılı altı aydan fazlada doğan çocuğu nesebin sübutu hakkında altı ayda doğana katmaktır. Buna aralarında fark göstererek cevap vermek de mümkündür. O da şudur: Altı ayda doğduğu surette akid zamanında çocuk yüzde yüz mevcuddur. Çocuğun velev uzak bir vecihle olsun akdi yapandan meydana gelmesi mümkünse bunu irtikab teayyün eder. Akidden sonra meydana gelmesi imkânı bunun hilâfınadır. Meselâ altı aydan velev bir gün olsun fazlada doğurursa akid vaktinde çocuğun mevcud olduğu yüzde yüz kestirilemez; ki onun için uzak vecih irtikâb olunsun. Halbuki şeriat kadına çocuğun mevcudiyetine aykırı bir hüküm vermektedir. O da iddetin lâzım gelmemesîdir.
Hâsılı iki suretten her birinde devam ede gelen dâvete aykırı uzak ihtimal vardır. O da altı ayda doğurmasıdır. Lâkin altı aydan meselâ bir gün fazla olursa varlığı da yokluğu da ihtimaldir. İşte mevcudiyet ihtimali iddet lâzım gelmeme hükmüne karşı geldi demektîr. Altı aydan ziyade olmaması bunun hilâfınadır. Çünkü akid vaktinde çocuğun mevcud olduğu kesindir. Buna muarız da yoktur. Buna zâhir olan budur. Sen bunu düşün!
METİN
Kocasını hükmen cima etmiş sayarak kadının mehrini vermesi kendisine lazım gelir. Ama o bununla muhsan sayılmaz. Nihâye. Kadının talâkını doğurmasına tâlik etse bir kadının şâhidliği ile kadın boş düşmez. Bilâkis tam huccet lâzım gelir. İmameyn buna muhâliftir. Nitekim geçmişti. Taliki yapan bununla beraber gebeliği de ikrar eder yahut gebelik zâhir olursa kadın doğurmakla şâhidsiz olarak boş düşer. Çünkü kocası bunu ikrar etmiştir.
Neseb ve ümmüveled olmak gibi nesebin levazımına gelince: Ebe kadının şehâdeti olmaksızın bil ittifak sübut bulmaz. Bahir. Bir adam cariyesine: Karnındaki çocuk ise bendendir yahut cariyede gebelik varsa bendendir der de bir kadın doğuma şâhidlik ederse -bu sözün zâhirî ebe kadına da şamildir- cariye onun sözünden itibaren altı aydan azda doğurduğu takdirde bil ittifak ümmüveledi olur. Fazlada doğurursa olmaz. Çünkü onunsözünden sonra gebe kalma ihtimali vardır. Tâlik ile kayıdlaması şundandır: Çünkü bu cariye benden hâmiledir dese, çocuğun nefy etmedîkçe nesebi iki! seneye kadar sâbit olur. Gâye.
İZAH
«Cima etmiş sayarak» demesi neseb sâbit olmakla o adam hükmen cima etmiş sayıldığındandır. Zeylaî diyor ki: "Orada iki mehir vâcib olmak gereklidir. Bunların biri cima ile, birî de nikâhla vâcib olmalıydı. Nitekim cima halinde bir kadın da evlense hüküm budur." Fetih sahibi buna müşebbeh bih olan fer'i men etmekle cevap vermiştir. Bir de bu müşküldür. Çünkü mezhebin açık kavline muhâliftir. Nesebin sübutunda esah olan kavil cima imkânıdır. Bu ise ancak nikâhtan önce başlanan cima halinde evlenmekle tesavvur olunabilir. Zâhir rivâyette burada bîr mehir lâzım geldiğine hükmolunmuştur. Şu halde müşebbeh bih olan ferde ikî mehir ile hükmetmek buna muhâlif olur.
Ben derim ki: Fer nakledilmiştir. En iyi cevap bizim meselemizde cima'ın evlenme halinde tesavvur edildiğini söylemektir. Nitekim tasviri İbn-i Şilbî ile İbn-i Kemâlden naklen yukarıda geçmişti. Binaenaleyh akidle beraber yapılan cima ile yalnız bir mehir lâzım gelir. Zikri geçen fer bunun hilâfınadır. Çünkü orada akid cimanın üzerine ârız olmuştur. Onun için de iki mehir vâcibdir. Halebî'nin beraberliği tasvir hususunda üstadından naklettiğine göre şöyle denilir: Kocası evvelâ seni tezevvüç ettim der, sonra âletini kadının fercîne sokarak menîsinî indirir, kadın da aynı zamanda kabul ettim der. Böylece cima akidden öncelik ve talâktan gecikme olmaksızın tam akid anında olur. Bizim söylediğimiz akla daha yakındır. Bunların hepsinden Daha güzel bir cevap da verilebilir ki, o da şudur: Hakikaten değil nesebi sübutu zarureti dolayısıyla hükmen adam cima etmiş sayılır. Böylece her iki mehrin mûcibi tehakkuk etmez de ikisinden biri vâcib olur. Zikri geçen fer bunun hilâfınadır.
«O bununla muhsan sayılmaz.» Çünkü bildiğin gibi bu hükmen cimadır. Zinâ ederse dayak vurulur, recm edilmez.
«Bir kadının şâhidliği ile kadın boş düşmez.» Yani kocası inkâr eder de karısının doğurduğuna bir kadın şehâdette bulunursa kadın boş düzmez. Çünkü kadınların şâhidlikleri doğum hakkında zaruridir. Talâk hakkında zâhir değildir. Talâk doğumdan ayrılır. Bahır.
«Nitekim geçmişti.» Şârih musannıfın: "Doğurduğu inkâr olunursa ilh..." dediği yerde "İmameyn ebe kadınla iktifa etmişlerdi." demişdi. Biz orada ebe kadının hür Müslüman ve âdil olmakla kayıtlanacağını söylemiştik.
«Şâhidsiz olarak boş düşer.» Bu İmam-ı Azam'a göredir. İmameyn'e göre ebe kadının şehâdeti şarttır. Bahır.
«Bunu ikrar etmiştir.» Yani hükmen ikrar etmiştir. Zira gebeliğini ikrar etmesi ona vardıran şeyi yani doğumu da ikrar demektir. Gebelik zahir ise talâk yüzde yüz olacak bir şeye taallûk eder ve o hususta kadının sözü kabul olunur. Bahır.
«Neseb ilh...» ifadesi musannıfın: "Kadın boş düşmez." sözünün muhterezidir. O sözle bundan korunmuştur. Yani neseb bir kadının şehâdetiyle sâbit olur. Nesebin levazımından olan ümmüveledlik gibi şeyler de bir kadının şehâdetiyle sâbit olur. Talâkını tâlik ettiği kadın cariye ise ona mâlik olmakla ümmüveledi olur. Çocuğu nefy ettiği zaman liân, liâna ehil değilse had vâcib olması sübut bulur. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Yahut cariyede gebelik varsa bendendir» derse iki sözünün arasında fark kalmaz. Bahır. Bazı nüshalarda burada atıf edatı yoktur. Bazılarında ise şart edatı yoktur. Zâhire bakılırsa bunların ikisi de yanlıştır.
«Bu sözün zâhiri ilh...» diye inceleme yapan Bahır sahibidir. Kardeşi de Nehir'de ona tâbi olmuştur. Bu zahirdir. Burada ebe kadın tâbirinî kullanan ekseriyetle vukua bakmıştır.
«Ümmüveledi olur.» Çünkü nesebin sübutuna sebeb mevcuddur. O da bendendir iddiasıdır ki, sahibinin bendendir demesiyle mevcuddur. Yalnız çocuğun tâyinine hâcet kalır ki, o da bilittifak ebe kadının şahidliği ile sabit olur. Dürer.
«Fazlada doğurursa olmaz» Zeylaî böyle demiş, Fetih, Bahır, Nehir, Gâyetü'l-Beyân,ve Dürer sahibleri: "Yahut iki senenin tamamında doğurursa" sözünü ziyade etmişlerdir. Ama bu söz müşkildir. Çünkü bu takdirde adamın sözünden sonra kadının gebe kalmasına imkân yoktur. Zira geriye altı aydan az kalmıştır. Düşünülmeli ve araştırmalıdır. Rahmetî.
«Çocuğu nefy etmedikçe» ifadesi Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir. Burada şöyle denilebilir: Çocuğu ikrar ettikten sonra nefyde bulunması nasıl sahih olabilir! Düşünülmelidir. Rahmetî.
Ben derim ki: Hatta altı aydan fazlada doğurursa ben çocuğunun nesebi hususunda da duraklarım. Nehir'in döl alma bâbında gördüm ki: "İtiraf vaktinden itibaren altı aydan azda doğurursa diye kayıdlamak gerekir. Fazlada doğurursa cariye ümmüveled olmaz." denilmiştir. Nehir sahibi sonra bunu Muhît'ten nakletmiştir.
METİN
Bir adam bir çocuk için: Bu benim oğlumdur der de ölürse arkacığından aslen hür ve Müslüman olduğu bilinen annesi: Ben onun karısıyım, bu da oğlu derse istihsanen ikisi de o adama mirâsçı olurlar. Kadının hürriyeti veya ümmuveled olduğu bilinmezse mirâsçı olamaz. Musannıfın: "Bunun üzerine mirâsçısı: Sen babamın ümmüveledisin derse" sözü tesadüfî bir kayıddır. Çünkü hiç bir şey demese yahut mirâsçı küçük olsa hüküm yine böyledir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. Yahut o öldüğü vakit sen Hıristiyandın der de kadının o vakit Müslüman olup olmadığı bilinmezse veya mirasçısı onun karısı idi der de kadın cariyeçıkarsa, zikredilen bu suretlerde kadın mirâsçı olamaz. Acaba kendisine mehr-i misil verilir mi? Bazıları evet demişlerdir. Bir adam cariyesini kölesine nîkâhlar da cariye bir çocuk doğurursa, efendisi bu çocuk bendendir diye İddia ettiğî takdirde nesebi sâbit olmaz. Çünkü nikâhın feshi lâzım gelir. Halbuki o feshî kabul etmez. Çocuk âzâd olur, cariye de o adamın ümmüveledi olur. Çünkü ken-disi onun oğlu olduğunu, annesinîn de ümmüveledliğîni İkrar etmiştir.
İZAH
«Bir çocuk için» yani oğlu olabilecek yaşta nesebi bilinmeyen bir çocuk için: Bu benim oğlumdur der çocuk da onu yalanlamazsa demek istiyor. T.
«Aslen hür» tâbirini bazı şârihler kullanmışlardır. İbn-i Şilbi aslen diye kayıdlamanın zahir olmadığını, kadının hür olması kâfi geldiğini söylemiştir. Yani aslen hür sözüyle kadının hür olan babaları kasdedilirse bu şart değildir. Kezâ hür kelimesiyle kadının yaratıldığı andan itibaren hür olduğu kasdedilirse bu da şart değildir. Zira ârızî hürriyet kâfidir. Lâkin şöyle denilebilir. Ârız olan hürriyet kâfi değildir. Meğerki bu çocuğun doğumundan iki sene önce olsun. Çünkü kadının o adamın cariyesi olması ve onu ümmüveled yapması ihtimali vardır. Yahut başkasının cariyesidir. Onunla evlenir ve bu çocuk doğmuş olabilir. Adam da bendendir diye ikrar eder. Bu takdirde cariye mirasçılardan olamaz. Cariyenin iki sene yahut daha fazla önce kendisinin hür olduğunu bilmesi bunun hilâfınadır. Çünkü gebe kaldığı vakit de hür olduğu ve evlenmek suretiyle doğurduğu bilinir. Nitekim gelecektir. Bana zâhir olan budur.
«Bu da oğludur.» diye kayıdlamanın vechini anlayamadım. Çünkü oğulluk ölenin ikrarıyla sâbittir. H.
Ben derim ki: Vechi şu olabilir: Kadın ben onun karısıyım. Bu çocuk da benim başka adamdan oğlumdur dese kocasını yalanlamış olur. Çünkü kocası bu çocuk benim oğlumdur demişdi.
«İstihsanen ikisi de o adama mirâsçı olurlar.» Yani ana-oğul mirâsçı olurlar. Kıyasa göre kadına mirâs yoktur. Çünkü neseb sahih nikâhla sabit olduğu gibi fâsid nikâhla şübhe ile cima ve milk-i yeminle de sâbit olur. Binaenaleyh adamın sözü nikâhı ikrar sayılmaz. İstihsanın vechi şudur:
Mesele kadının hür ve çocuğun annesi olduğu bilindiğine göredir. Gerek vaz ve gerekse âdet yönünden bunun için sahih nikâh teayyün etmiştir. Çünkü çocuk doğurmak için meşru olan odur, başkası değildir. Binaenaleyh bunlar kuvvetli olan zâhirin karşısında muteber olamayan iki ihtimaldir. Sağlamken boşayıp iddetinin geçmiş olması ihtimali de öyledir. Zira nikâh sâbit olunca onun mevcudiyetine hükmetmek vacib olur. Ve bu hal o ortadankalkıncaya kadar devam eder. Bahır'da böyle denilmiştir. H.
«Tesadüfî bir kayıddır.» Bunun faydası mirasçı bunu söyleyebilir demektir. Nitekim Gâyetü'l-Beyân'dan naklen Bahır'da böyle denilmiştir. H. Bu cümleyi musannıfın sözünün sonuna bırakmak gerekirdi.
«Kadın mirâsçı olamaz.» Çünkü memleket itibariyle hür olduğunun anlaşılması cariyeliği def için hüccettir. Mirâsa konmak için hüccet değildir. Hidâye. Bu kadın kayıp kimse hükmündedir. Kaybolan kimse kendi malı hakkında diri sayılır. Malına başkası mirasçı olamaz. Ama başkası hakkında diri sayılamaz ve hiç bir kimseye mirâsçı olamaz. Fetih. 0 anda
Müslüman olması da öyledir. Kocası öldüğü vakit onun mirâsına konmak için kadının Müslümanlığı sâbit olamaz.
«Bazıları evet demişlerdir.» Diyen Timurtâşî'dir. "Çünkü mirâsçılar cimayı ikrar etmişlerdir. Cariyenin ümmüveled olduğu onların sözüyle sâbit olamaz." demiştir. Nihâye ve Fetih sahibleriyle Zeylaî bu sözü beğenmişlerdir.
Bahır sahibi diyor ki: "Gâyetü'l-Beyân sahibi bunu reddederek: Cima ancak nikâh suretinden başka yerde cima şübheli olursa mehr-i misli icab eder. Burada nikâh sâbit olmamıştır. Asıl olan şübhenin bulunmamasıdır. Şu halde buna hangi delille yorumda bulunuluyor. Mehr-i misil vâcib değildir, demiştir. Nehir sahibi de onu tasdik etmiştir. Sen biliyorsun ki bu mirasçının: Sen babamın ümmüveledisin dediği surette mahsustur. Sen Hıristiyan idin derse nikâhı ikrar etmiş olur. Cariye iken onun karısı idi demesi de öyledir. Lâkin böyle derse efendisinin cariye için mehir istemeye hakkı olur."
«Cariye bir çocuk doğurursa» yani evlendikten altı ay yahut daha fazlada doğurursa demektir. Aksi takdirde zâhire göre neseb kendisînden sâbit olur. Zira ulemanın açıkladıklarına göre nikâhlı bir kadın altı "aydan azda doğurursa çocuğunun nesebi kocasından sâbit olmaz ve nikâh fâsid olur. Çünkü kadının zinâdan hamile olması lâzım gelmez, ki nikâh sahih olsun. Bilakis kocasından veya şübheyle cimadan hâmile kalmış olması ihtimali vardır. Burada nikâh fâsid olunca efendisinin iddiası sahih olur. Zira mâni yoktur. Sonra Allâme Nûh Efendi'nin hâşiyesinde bunu Vânî'nin Dürer hâşiyesinden ve başka kitablardan naklettiğini gördüm.
«Halbuki o feshi kabul etmez.» Yani tamam olduktan sonra feshi kabul edilmez demektir. Bu kefaetsizlik, bulûğ ve âzâdlık sebebleriyle feshten ihtiraz içindir. Dinden dönme ve kocasının oğlunu öpme sebeblerine gelince: Bu nikâhın tamamından sonradır. Lâkin fesh değil infisahtır. Yanı kendi kendine bozulur. Bunu Halebî söylemiştir.
METİN
Bir adamın cimada bulunduğu cariyesi bir çocuk doğurursa nesebinin sübutu o adamın iddiasına bağlıdır. Çünkü cariyenin firâşı zayıftır. Meselâ iki kişi arasında ortak bir cariyeyi birisi ümmüveled yapsa -Dürer'in ibâresi "her ikisi onu ümmüveled yapsalar" şeklindedir.- sonra cariye bir çocuk doğursa iddia bulunmaksızın neseb sabit olmaz. Çünkü cariyenin ciması haramdır, O efendisinin mükâtebe yaptığı ümmüveled gibidir. Döl alma bâbında gelecektir ki, firâş dört mertebedir. Ulema cima olmaksızın firâşın bulunması ile iktifa etmişlerdir. Meselâ batılı bir erkek doğulu bir kadınla evlenir de aralarında bir senelik mesafe bulunursa, kadın evlendikten sonra altı ayda doğurduğu takdirde çocuk kocasındandır. Çünkü birleşmenin keramet veya istihdam yoluyla tesavvuru mümkündür. Fetih. Lâkin Nehir'de: "İkinci ile yetinmek evlâdır. Çünkü tayy-i mekân bize göre kerametten değildir." denilmiştir.
Ben derim ki: Lâkin Teftazânî Akâid'inde Müftü's-Sekaleyn (ins ve cinnin müftüsu) Nesefî'ye tebean kesinlikle birinciye kâil olmuştur. Hatta kendisine Kâbe'nin evliyadan birini ziyaret etmesi hikâyesini sormuşlar. Buna kâil olmak câiz midir demişler. Bunun üzerine Nesefî: "Ehl-i sünnete göre velî olanların keramet yoluyla harikulade şeyler göstermesi caizdir." cevabını vermiştir. Kerametle mûcize birbirine karışmaz. Çünkü mûcize peygamberlik dâvâsının eseridir. Bir kimse onu iddia ederse hemen kâfir olur. Keramet diye bir şey kalmaz.
İZAH
"Dürer'in ibâresi: Her ikisi onu ümmüveled yapsalar, şeklindedir." Ya-
ni Dürer sahibi tesniye zamiri kullanmış ve buradaki müfred zamirin bir kalem hatası olduğuna tenbihde bulunmuştur. Çünkü her iki ortak o cariyeden döl almak isterler de cariye çocuk doğurursa, ikisi de çocuğun kendinden olduğunu iddia ettiği takdirde cariye ikisinin de ümmüveledi olur, aralarında müşterek kalır. Daha sonra bir çocuk doğurursa iddia etmeden nesebi sâbit olmaz. Çünkü iki ortaktan hiç birinin cariyeyle ciması helâl olmaz. Ortaklardan birinin cariyeyi ümmüveled yapması bunun hilâfınadır. Cariyenin yarı kıymetini ve mehrinin yarısını ortağına ödemesi lâzım gelir ve cariye hâssaten kendinin olur. Bu takdirde ciması da helâldır. İkincinin çocuğu iddiaya hâcet yoktur. Bunu Rahmetî söylemiştir.
"Efendisinin mükâtebe yaptığı ümmüvled gibidir." Böyle bir cariye çocuk doğurursa nesebi efendisinden sâbit olmaz. Meğerki bendendir diye iddia etmiş olsun. Çünkü ciması efendisine haramdır. H. Oradaki benzetme ikinci çocuğun iddiasız nesebi sâbit olmaması hususundadır. Kitabete kesildikten sonra çocuğun hali kitabetten önceki haline uymaz. Çünkü kitabetten önce iddiasız neseb sâbit olur. T.
"Firâş dört mertebedir." (Firâş döşek demektir. Burada ondan murad ciması helâl olankadındır.) Birincisi: Zayıftır, cariyenin firâşıdır. İddiasız çocuğun nesebi sâbit olmaz. ikincisi: Ortadır. Bu ümmüveledin firâşıdır. İddiasız çocuğun nesebi efendisinden sâbit olur. Lâkin benden değildir demekle nefyedilmiş olur. Üçüncüsü: Kavidir. Nikâhlı kadının ve talâk-ı ric'i iddeti bekleyenin firâşı böyledir. Burada çocuk benden değildir demekle nesebi hemen müntefi oluvermez. Liân gerekir. Dördüncüsü: Daha kavi olandır. Talâk-ı bâin iddeti bekleyen kadının firâşı böyledir. Burada çocuk hiç bir suretle nefy edilemez. Zira çocuğun nefyi liâna bağlıdır. Liânın şartı ise evliliktir. H.
"Cima olmaksızın" Sözünden murad zâhiren nefy etmektir. Yoksa cimanın tesavvuru ve imkânı mutlaka lâzımdır. Onun içindir ki, ulema küçük çocuğun karısının doğurduğu ile altı aydan azda doğan çocuğun nesebini isbat etmemişlerdir. Nitekim tafsili yukarıda geçmişti. Fetih'in ibâresi şöyledir: "Hak şudur ki, tesavvur şarttır. Onun için küçük çocuğun karısı çocuk doğursa nesebi sâbit olmaz. Batılı kadın meselesinde tesavvur sâbittir. Çünkü evliyanın kerametleri ve istihdamlar sabittir. Kocası tayy-i mekân sahibi veya cinnilerden bir hizmetçiye mâlik olabilir."
"Bize göre kerametten değildir." Çünkü İmâdiyye'de bildirildiğine göre Ebû Abdillah Zâferanî'ye İbrahim b. Edhem hikâyesi sorulmuş: "Biz onu terviye günü Basra'da gördük. Aynı gün Mekke'de de görünmüş." demişler. Şu cevabı vermiş: "İbn-i Mukatil buna inanmanın küfür olduğunu söylerdi. Çünkü bu kerametlerden değil mûcizelerdendir derdi. Bana gelince: Ben böylesini cahil sayarım, ona kâfir demem."
"Teftazânî Akâid'inde" Yani Akâid-i Nesefiyye şerhinde Teftazânî'nin söylediklerini kasdediyor ki, maksadı Fetih'de bildirilen tayy-i mekân meselesinin keramet olduğunu anlatmaktır. (Tayy-i mekân: Yolu kısaltmaktır.) Şöyle ki: Teftazânî: "Şaşılacak iş bazı ehl-i sünnet fukahasının yaptıklarıdır ki, İbrahim b. Edhem hikâyesine inananların küfrüne hükmetmişlerdir ilh..." demiş, sonra şöyle devam etmiştir: "İnsaf imam Nesefî'nin söylediğidir. Kendisine sormuşlar: Rivâyete göre Kâbe evliyadan birini ziyaret etmiştir, Buna kâil olmak câiz midir?" demişler. Nesefî şu cevabı vermiş: "Ehl-i sünnete göre velî olan bir kimsenin keramet yoluyla hârika göstermesi câizdir." Allâme İbn-i Şihne de şunları söylemiştir: "Ben derim ki: Nesefî denilen bu zat ins-ü cinnin müftüsü, zamanında evliyanın reisi İmam Necmüddin Ömer'dir." Nesefî'nin Akâid'indeki ibâresi şöyledir: "Evliyanın kerametleri haktır. Bu kerametler velîden harikulade olarak zuhur eder. Az müddette uzak yere varır. İhtiyaç zamanında yiyecek, içecek ve giyecek zuhur. Suda ve havada yürür. Cansız eşya ile dili söylemeyen hayvanlarla konuşur. Teveccüh ettiği kimseden belâ mündefi olur. Dumanların mühim kısmının hakkından gelir vesaire..."
"Hatta kendisine ilh..." Sorulan suale câizdir diye umumi bir cevap vermiştir. Biz kıbleyedönme meselesinde Uddetü'l-Fetâvâ ve diğer kitablardan naklen: "Kâbe bazı velîlerin ziyaretine gitmiş olsa namaz onun ihtiva ettiği havaya doğru kılınır." demiştik. Bu ifadenin bir misli de Valvalciyye'dedir.
"Kerametle mûcize birbirine karışmaz ilh..." İfadesi evliyanın kera-metlerini inkâr eden Mu'tezile taifesine cevabdır. Onlar: "Keramet zuhur ederse mûcize ile karışır ve Peygamber olanla olmayan birbirinden ayrılmaz." demişlerdir. Cevap şudur: Mûcize mutlaka peygamberden sâdır olur ve peygamberlik iddiasını tasdik içindir. Velînin ise mutlaka bir peygambere tâbi olması gerekir. Onun gösterdiği keramet peygamberinin mucizesidir. Çünkü diyanetinde ve peygamberine uymakta haklı olmadıkça velî olamaz. Hatta kendinin bağımsız olduğunu, kimseye tâbi bulunmadığını iddia ederse velî değil kâfir olur. Ondan keramet zahir olmaz.
Hâsılı velînin gösterdiği harika bir iş peygambere nisbetle mûcizedir,ister peygamberden ister ümmetinden zâhir olsun fark etmez. Velîye nisbetle ise keramettir. Çünkü onda peygamberlik iddiası yoktur. Meselenin tamamı Akaid ve şerhindedir.
METİN
Tamamı Siyer'in Vehbâniyye şerhinde şu beytlerin bulunduğu yerdedir: "Kim bir velî için tayy-i mekân caizdir derse cahildir. Hatta bazıları tekfir etmiştir. "Her harikada keramet isbatı" "'Necmüddin-i Nesefî'den rivâyet olunur. Hem de yardım bulur." Yani bu kavil imam Muhammed'in: "Biz evliyanın kerametlerine inanırız." sözüyle yardım bulur. Bir adam karısını bırakıp kaybolsa kadın da başka biriyle evlenerek bir kaç çocuk doğursa, sonra ilk kocası geldiği takdirde çocuklar İmam-ı Azam'ın döndüğü mezhebe göre ikincinin olur. Fetva da buna göredir. Nitekim Haniyye, Cevhere, Kâfî ve diğer kitablarda beyan edilmiştir. İbn-i Hanbelî'nin Menar Şerhi hâşiyesinde: "Eğer halin buna ihtimali varsa fetva buna göredir." denilmektedir. Lakin Mecma sahibi dava bahsinin sonunda dört kavil hikâye etmiş, sonra musannıfın itimad ettiği kaville fetva vermiştir. İbn-i Melek bunu ta'lil ederek: "Hakikaten istifraş eden odur. Çocuk da hakikî firâşa aiddir. Velev ki fâsid olsun." demiştir. Meselenin tamamı oradadır. Müracaat edebilirsin.
İZAH
"Bu kavil yardım bulur ilh..." Hâsılı tayy-i mekân (uzak mesafeyi az bir zamanda almak) meselesinde ulemamız arasında hilâf vardır. Irak uleması: "Bu ancak mûcize olur. Ona keramet diye inanmak cehalet veya küfürdür." demişlerdir. Horasan ve Mâverâ-i Nehir (Batı Türkistan) uleması ise onu bir keramet olmak üzere isbat etmişlerdir. Bu meselede İmam Muhammed'in bu sözünden başka üç imamımızdan açık bir nass rivâyet edilmemiştir. İmam Muhammed'in kavli ise tefsir edilmemiştir. Bu satırlar kısaltılarak Vehbâniyye şerhindenalınmıştır. Tatarhâniyye'de bildirildiğine göre batılı bir kadının doğulu bir erkekle evlenmesi meselesi kerametin câiz olduğunu te'yid eder. Zira Tatarhâniyye mezhebin nassıdır.
Hâsılı bize göre kerametin sübutunda hilâf yoktur. Hilâf ancak keramet büyük mucizeler cinsinden olduğu zamandır. Mu'temed kavle göre keramet mutlak surette câizdir. Meğerki bir sûre getirmek gibi imkânsızlığı delille sabit olsun. Bu hususta sözün tamamı hâşiyededir.
"Bir adam karısını bırakıp kaybolsa" Sözü kadının onun ölümünü veya boşadığını duyarak iddet beklemesine, sonra başka kocaya varmasına, daha sonra hakikatin anlaşılmasına şâmil olduğu gibi kadının bunları iddia etmesine, sonra hilâfı anlaşılmasına da şamildir. H.
"Menar şerhi hâşiyesinde ilh..." Menar şârihi şöyle demiştir: "Lâkin sahih olan Cürcânî'nin söylediğidir. Yani halin ihtimali varsa çocuklar ikinci kocadandır. İmam-ı Azam bu kavle dönmüştür. Fetva da buna göredir. Nitekim Vâkıât ve Esrar'dan naklen İbn-i Hanbelî hâşiyesinde beyan edilmiştir. Bunu İbn-i Nüceym de Zahîriyye'den nakletmiştir." Hâlin ihtimalinden murad nikâh vaktinden itibaren çocuğu altı ay veya daha fazlada doğurmaktır.
"Dört kavil hikâye etmiştir." İbn-i Melek şerhiyle birlikte onun ibaresinin hülasası şudur: "Çocuklar Ebû Hanife'ye göre mutlak surette ilk kocasına aiddir. Yani ister altı aydan azda ister fazlada doğursun fark etmez. Çünkü ilk nikâh sahihtir. Binaenaleyh onu itibara almak evlâ olur. Bir rivâyette çocuklar ikinci kocanındır. Fetva da buna göredir. Çünkü çocuk hakikî firâştan doğar. Velev ki firâş fâsid olsun. Ebû Yusuf'a göre ikinci akidden itibaren altı aydan azda doğurmuşsa çocuklar ilk kocasınındır. Çünkü ilk kocasından gebe kaldığı yüzde yüz bellidir. Altı aydan fazlada doğurmuşsa çocuklar ikinci kocaya aiddir. İmam Muhammed'e göre ise ikinci cima ile doğum arasında iki seneden az bir müddet bulunduğu takdirde birinci kocanın, iki seneden fazla müddet bulunduğu takdirde ikinci kocanındır. Çünkü birinci kocadan gebe kalmadığı yüzde yüz malûmdur. Gebe kalma ihtimali varken sahih nikâhı itibara almak evlâdır. Meselenin çocuk hakkında farz edilmesi kadın bil ittifak ilk kocasına iâde edileceği içindir."
Ben derim ki: Zâhirine bakılırsa müftâbih kavle göre çocuk mutlak surette ikinci kocanındır. Velev ki nikâh akdinden itibaren altı ay geçmeden doğurmuş olsun. Nitekim ondan önce mutlak demesi, sonra ise tafsilâta geçmesi de bunu gösterir. Bu İbn-î Hanbelî'nin sözünün hilâfınadır. İstidrakın vechi de budur. Lâkin söz götürdüğü meydandadır. Biz az yukarıda söylemiştik ki, nikâhlı bir kadın altı aydan azda doğurursa çocuğunun nesebi kocasından sâbit olmaz ve nikâh fâsid olur. Yani kocasından gebe kalması mutlaka tesavvur edilebilmelidir. Altı aydan azda bu tesavvur edilemez. Hem bu o kadının başka kocası olduğu bilinmediğine göredir. Ya başka kocası olduğu anlaşılınca ne olur? İkincisinden sâbit olmadığında hiç şübhe kalmaz. Onun içindir ki, Dürerü'l-Bihâr şârihi: "Kadın evlendiktensonra altı aydan azda doğurursa bu müşkildir." demiştir. Hak olan itlak murad edilmemesidir. Doğrusu İbn-i Hanbelî'nin naklettiğidir. Böylece anlaşılır ki, müftâbih olarak İmam-ı Azam'dan rivayet edilen bu kaville Ebû Yusuf amel etmiştir. Musannıf ile Mecma sahibinin sözlerini mutlaka İbn-i Hanbelî'nin nakliyle kayıdlamak gerekir. Ona Mecma'ın sözüyle istidrak yapmanın mânâsı yoktur. Allahu a'lem!
METİN
FER'Î M E S E L E L E R : Bir adam bir cariyeyi nikâhlar da sonra boşayarak satın alırsa, cariye aldığından yarım seneden azda doğurduğu takdirde nesebi kendisine lâzım gelir. Aksi takdirde lâzım gelmez. Ancak cimadan önce boşananla iki talâk-ı bainle boşanan müstesnadır. Onlar talâk vaktinden itibar olunurlar. Lâkin ikincide neseb iki sene ve daha azda sabit olur. Her iki meselede cariyeyi satın aldıktan sonra yarım seneden azda olmak şartıyla talâk-ı ric'îde mutlak surette iki seneden fazlada neseb sabit olur.
İZAH
"Bir adam bir cariyeyi nikâhlarsa ilh..." Fetih sahibi diyor ki: "Bir adam bir cariyeyle evlenir de sonra onu boşarsa sözünün mânâsı: Cimadan sonra bir talâk-ı bâin veya bir talâk-ı ric'î ile boşayıp sonra iddetinin bittiğini ikrar etmeden onu satın alması ve cariyenin altı aydan azda çocuk doğurmasıdır. Bu takdirde neseb kendisine lâzım gelir. Cimadan sonra ve bir talâkla diye kayıdlaması cima'dan önce olsa nesebi lâzım gelmeyeceği içindir. Meğerki cariyeden ayrıldıktan sonra altı aydan azda çocuk doğurmuş olsun. Çünkü cariyeye iddet yoktur. Yahut cimadan sonra boşar da talâk iki olursa neseb talâk vaktinden iki seneye kadar sâbit olur. Sonra bu bir talâk ric'î ise çocuk iddet bekleyen kadınındır. Nesebi o adama lâzım gelir. Talâktan on sene sonra veya daha fazlada bile doğurursa satın alma tarihinden altı aydan az olmak şartıyla nesebi lâzım gelir. Yapılan bir talâk bâin ise satın alma tarihinden altı aydan az geçmek şartıyla iki seneden daha aza veya tam iki seneye kadar nesebi sabit olur."
Bahır sahibi diyor ki: "Hâsılı cima'dan önce boşananla iki talâkla boşanan kadında satın alma vaktine itibar edilmez. Talâk vaktine itibar edilir. Birincide çocuğunun nesebi sâbit olmak için altı aydan azda doğurması, ikincide iki senede veya daha azda doğurması şarttır. Eğer talâk ric'î ise talâktan sonra on sene veya daha fazla da geçse neseb sâbit olur. Bir talâk-ı bâin ise her iki meselede satın alma tarihinden altı aydan az geçmek şartıyla iki senenin tamamında veya İki seneden azda doğurması lâzım gelir."
"Sonra boşayarak satın alırsa" Yani cimadan sonra bir talâk-ı bâin veya talâk-ı ric'î ile boşarsa demek istiyor. Buna delil aşağıda gelen istisnadır. Talâk kayıd değildir. Hatta cariyeyi satın alır da boşamazsa hüküm yine budur. Nehir. Satın alırsa tâbirinden muradiddetinin geçtiğini İkrar etmeden herhangi bir sebeble ona mâlik olursa demektir. Çünkü ikrar ederse ikrar vaktinden itibaren altı ay geçmeden doğurması şarttır. Nitekim yukarıda geçti. Burada olduğu gibi satın alma vaktinden itibaren değildir. Nehir.
"Lâzım gelir." Çünkü ondan iddet bekleyenin çocuğudur. Gebeliği satın almazdan önce olduğu tehakkuk etmiştir. Böylesinin iddiaya hâcet kalmaksızın nesebi sâbit olur. Nehir. Velev ki talâk tarihinden itibaren iki senede doğursun. Bahır. Lâkin talâk-ı ric'î ile iki seneden fazlada da doğursa sâbit olur. Nitekim gelecektir.
"Aksi takdirde" Yani tam altı ayda veya daha fazlada doğurursa nesebi kendisine lâzım gelmez. Çünkü milki bulunan cariyenin çocuğudur. Cariyeyi kendinden iddet beklerken satın almıştır, ciması da kendisine helâldır. Talâk-ı ric'îde bu zâhirdir.
Bâine gelince: Cariyenin ondan iddet beklemesi cima'ını ona haram kılmaz. Milkinde iken gebe kalması mümkün olunca ona isnad olunur. Çünkü yeni meydana gelen bir şey en yakın vaktine izafe olunur. Memlûkenin çocuğu bendendir diye iddia etmedikçe nesebi sabit olmaz. Bu beynûnet-i galiza ile bâin olan cariyenin hilâfınadır. Zira onu satın almak cima'ını kendisine helâl kılmaz. Daha önce gebe kaldığı teayyün eder. Nitekim gelecektir.
"Ancak cimadan önce boşananla ilh..." Diyerek istisna yapması şun-dandır: Onu boşarsa sözü bir talâk-ı ric'îye, bir talâk-ı baine, cimadan önce ve sonra iki talâkla boşamaya şâmildir. Bundan önceki hüküm ise cimadan sonra bir talâk-ı ric'î veya bir talâk-ı bâin ile boşadığına mahsus idi. Onun için bu üç sureti istisna etmiştir. İmdi cimadan önce sözü bir talâka, iki talâka ve üçüncü surete şâmildir. İki talâk-ı bâinle boşanandan murad; cimadan sonra boşamasıdır. H. İki talâkla diye kayıdlaması kadın cariye olduğu içindir. Onun beynûnet-i galizası yalnız iki talâktır. Hâsılı suretler beştir. Çünkü cimadan önce ric'î talâk olmaz. Onun için müstesna olan suretler yalnız üç olmuştur .
"Lâkin ikincide neseb iki sene ve daha azda sâbit olur." İstisna meselesi cariyenin boşandıktan sonra altı aydan azda doğurması mu'teber olduğuna göre yapıldığı için şârih bunun cimadan önce bir veya iki talâkla boşanana mahsus olduğunu beyan ediyor. Tam altı ayda veya daha fazlada doğurursa nesebi lâzım gelmez. Çünkü iddet yoktur. Nitekim bâbın başında arz etmiştik. Cimadan sonra iki talâkla, boşanana gelince: Onun çocuğunun nesebi talâk vaktinden itibaren iki senede veya daha azda doğurmakla lâzım gelir. Velev ki satın alma tarihinden sonra altı aydan az geçmiş olsun. Çünkü cariye başka kocaya gitmedikçe ona hörmet-ı galiza ile haramdır. Satın almak onu helâl kılmaz. Binaenaleyh o müddette gebe kalması imkânsızdır. Gebeliğin daha önce olması teayyün eder ve boşadığından itibaren iki seneye kadar çocuğun nesebi bu adama lâzım gelir. Çünkü talâk vaktinde çocuğun ana rahminde mevcud olması câizdir. İki seneden fazlada nesebi lâzım gelmez. Çünkü çocuğunyokluğu kesindir. Lâkin tam iki senede nesebinin sâbit olması Cevhere sahibinin: Doğrusu budur dediği söze mebnîdir. Bu söz iki rivâyetten biridir. Nitekim babın başında arz etmiştik.
"Her iki meselede" Yani gerek ric'î gerekse cimadan sonraki talâk-ı bâin meselesinde demek istiyor. Nitekim Bahır sahibinin yukarıda geçen ibâresinden anlaşılmaktadır. Şârihin sözü ise İki meseleden birinin iki talâkla boşanan olduğu vehmini vermektedir. Çünkü bir talâk-ı bainle boşanan burada zikredilmemiştir. Onun için buna itirazen İki talâkla boşanan kadında satın alma vaktinin asla itibara alınmadığını söylemiştir. Nitekim geçti. Lâkin şârih meselenin başında satın alma vaktinin cimadan sonra bir talâk-ı rlc'î veya bir talâk-ı bâinle boşanana mahsus olduğunu söylemişti. Buna delil ondan sonra yaptığı istisna idi. Nitekim beyan ettik. Burada da ric'îyi zikredince onun karinesiyle ikincinin de onun gibi olduğu"" anlatmak istemiştir. Fakat buradaki kapalılık gözden kaçmaktadır. Hal-buki, bu hükmü evvela her iki meselede açıklamıştır. Tekrarına hâcet yoktu. Bununla beraber hata ettiğine de hüküm verilemez.
"Talâk-ı ric'îde mutlak surette iki seneden fazlada" Yani talâk-ı ric'î de bu fazlalığı bir müddetle kayıdlamadan neseb sâbit olur. Velev ki iki seneden fazlada doğursun.
METİN
Cariyeyi satın aldıktan sonra azâd etmesi de böyledir. Cariyeyi satar da sattığından itibaren en az müddetten fazlada doğurursa efendisi iddia ettiği takdirde acaba müşterinin tasdikine hâcet kalır mı? Burada iki kavil vardır.
Bir adam ümmüveledini bırakarak ölür veya onu âzâd eder de kadın iki seneden azda doğurursa çocuğun nesebi kendisine lazım olur. Daha fazlada doğurursa lâzım olmaz. Meğerki çocuk bendendir diye iddia etsin. Bu ümmüveled iddeti içinde evlenir de efendisinin âzâdı ile ölümünden itibaren iki senede, evlendiğinden itibaren altı ay veya daha fazlada doğurur ve çocuğu ikisi birden iddia ederlerse çocuk bil ittifak efendinin olur. Çünkü kadın iddet beklemektedir. Ümmüveledin efendisinden izinsiz evlenmesi bunun hilâfınadır. Zira çocuk bil ittifak kocasının olur.
Talâk-ı bâin iddeti bekleyen bir kadın evlenir de boşandığından itibaren iki seneden azda, evlendiğinden itibaren az müddetten daha azda doğurursa çocuk birinci kocasınındır. Çünkü ikincinin nikâhı fâsiddir. Boşandığından itibaren iki seneden fazlada, evlendiğinden itibaren altı ayda doğurursa çocuk ikinci kocanın olur. Altı aydan daha azda doğurursa çocuğun nesebi birinciden de ikinciden de sâbit olmaz. Ama nikâh sahihtir. İki seneden azda ve altı ayda doğurursa Bahır'ın iddet bâbında inceleme suretiyle çocuğun birinciye aid olduğu bildirilmiştir. Lâkin Bahır sahibi burada Bedâyı'dan naklen çocuğun ikinci kocaya aid olduğunu söylemiş ve şöyle ta'lil etmiştir: Kadının evlenmeye kalkışması iddetinin bittiğinedelildir. Hatta iddeti içinde olduğu bilinse nikâh fâsid olur. Doğurduğu çocuğun birinci kocadan isbatı mümkün olursa, meselâ boşandığından veya ölümünden itibaren iki seneden azda doğurursa çocuk birinci kocasınındır. Bir kadın nikâh eder de kadın uzuvları belli bir çocuk düşürürse, dört ayda düşürdüğü takdirde çocuk ikinci kocasına aiddir. Dört aydan bir gün eksik doğurursa nesebi birinci kocasına aid olur ve her birinin nikâhı fâsiddir. Bu satırlar Bahır'dan alınmıştır,
Ben derim ki: Mecmau'l-Fetâvâ'da şöyle denilmiştir: "Bir kâfir Müslüman kadınla evlenir de kadın ondan çocuk doğurursa nesebi sabit olmaz. İddet de vâcib değildir. Çünkü bu nikâh bâtıldır."
İZAH
"Cariyeyi satın aldıktan sonra âzâd etmesi de böyledir." Çünkü âzâd edilmesi onun ancak efendisinden uzaklaşmasını arttırmıştır. İmam Mu-hammed'e göre satın aldığından itibaren iki seneye kadar çocuğun nesebi dâvâsız kendisine lâzım gelir. Çünkü satmakla nikâh bâtıl, iddet vâcib olmuştur. Lâkin efendisi mâlik olduğu için bu onun hakkında zâhjr değildi. Âzad edince zâhir olur. İddetinin bittiğini ikrar etmeyen kadının talâk-ı bâin mu'teddesinin hükmü budur. Fetih.
"Burada iki kavil vardır." İmam Ebû Yusuf'a göre tasdika hâcet kalır. Çünkü nikâh bâtıldır. İmam Muhammed'e göre müşterinin tasdikine hâcet yoktur. Ancak burada mutlaka çocuk bendendir diye iddia etmesi lâzım gelir. Çünkü iddet efendisi hakkında zâhir değildir. Âzâd etmesi bunun hilâfınadır. Bunu Fetih sahibi söylemiştir.
"Çocuğun nesebi kendisine lâzım olur." Çünkü ümmüveled çocuk ben-dendir diye iddiaya muhtaç değildir. Lâkin benden değildir derse nesebi müntefi' olur. Acaba burada benden değildir diye nefyde bulunması sahih olur mu? Araştırmalıdır. Rahmetî.
"Daha fazlada doğurursa lâzım olmaz." Şârih tam İki senede doğurmanın hükmünden bahsetmemîştir. Talâk-ı bâin iddeti bekleyen kadın bahsinde iki rivâyet hikâyesi ve ölüm iddeti bekleyen hakkında Bahır sahibinin incelemesi geçmişti. Burada da öyle olmak gerekir. Tam iki senenin hükmü de daha azın hükmü gibi olduğu yakında gelecektir.
"Meğerki çocuk bendendir diye İddia etsin." Yani âzâd ettiği surette demek istiyor.
"Çocuğu ikisi birden iddia ederlerse" Sözü âzâd ettiği surette zahirdir. Ölüm suretinde her halde mirâsçıların iddiası olsa gerektir. Çünkü mirâsçıları onun yerine geçerler.
"Bil ittifak efendinin olur." Bahır'ın iddet bahsinde Hâniyye'den naklen böyle denilmiştir. Şu hâlde tam iki senede doğurmakla burada neseb sâbit oluyor demektir. Tam iki seneye daha azının hükmü verilmiş olur.
"Kadın iddet beklemektedir." Yani efendisinden iddet beklemektedir. Kocasının nikâhıbâtıldır. İddet sahibi çocuğu iddia ederse çocuk onun olur.
"İzinsiz evlenmesi bunun hilâfınadır." Yani izinsiz evlenir de altı ay veya daha fazlada çocuk doğurur ve her ikisi bendendir diye iddia ederlerse çocuk bil ittifak kocanındır. Bunu Bahır sahibi Hâniyye'den nakletmiştir. Vechi şu olsa gerektir: Akid şübhesiyle cima ettiği için iddeti kocasından beklemesi lâzım geldiği ve cima'ı efendisine haram olduğu için nesebin iddet sahibine sâbit olması evlâ görülmüştür. Çünkü fâsid de olsa hakikatte cariye ile cima eden odur. Düşün! Sonra sözümüzün burada efendisi kendisini âzâd etmeyen ümmüveled hakkında olduğu gizli değildir. Anla?
"Çünkü ikincinin nikâhı fâsiddir." Sözü yukarıda geçen: "İtibar hakikî cima'yadır. Velev ki fâsid akidle olsun." ifadesine aykırıdır. Binaenaleyh evlâ olan: "Çocuğun ikinciden sayılmasına imkân yoktur. Çünkü haml müddetinin azı bulunmamıştır." şeklinde ta'lil etmektir. Rahmetî. Şârihin ta'lilini ben Bahırda görmedim.
"Çocuk ikinci kocanın olur." Çünkü buna imkân vardır. Birinciden olması îmkânsızdır.
"Altı aydan daha azda doğurursa" Yani boşandığından itibaren iki seneden fazla geçmekle beraber demek istiyor.
"Birinciden de ikinciden de sâbit olmaz." Çünkü kadınlar iki seneden fazlada ve altı aydan azda çocuk doğurmazlar. Burası Hâkim'în Kâfîsi'nden alınmıştır.
"Ama nikâh sahihtir." Yani Tarafeyn'e göre sahihtir. Ebû Yusuf'a göre fâsiddir. Çünkü çocuk ikinci kocadan sabît olmayınca zinâdan demektir. Tarafeyn'e göre zinâdan hamile kalan bir kadını nikâh etmek sahihtir. Bedâyı'da böyle denilmiştir. Bahır sahibi de ona tâbi olmuştur. Ama benîm için bunun vechi zâhir değildir. Çünkü neseb hiç birinden sâbit olmayınca başkalarından olduğu anlaşılır. Ama zînâdan olması lâzım gelmez. Çünkü şübheyle cîmadan olması ihtimali vardır. Nikâh ise ancak zinâdan olduğu bilinirse sahîhdîr. Zeylaî ve diğer kitablarda şöyle denîlmiştîr: Nikâhlı bîr kadın evlendiğinden itibaren altı ay geçmeden doğurursa neseb sâbit olmaz. Çünkü kadının gebe kalması nîkâhtan öncedir. Nikâh fâsid olur. Zira çocuğun ya sahih nîkâhla veya şübheyle başka kocadan olması ihtîmali vardır." Düşünülmelidir.
"İki seneden azda" Yani talâk vaktinden itibaren iki seneden azda ikincî kocayla evlenme vaktinden itibaren altı ayda doğurursa çocuğu bîrîncî veya ikinci kocadan saymak mümkündür.
"Lâkin Bahır sahibi burada" Yani bu bâbta: "Meğerki çocuk bendendir diye iddia etmiş olsun." sözünden az önce Bedâyı'dan naklen çocuğun ikinci kocaya aid olduğunu söylemiştir. Binaenaleyh onun İncelemesine değil naklettiği nassa uyulur. T.
"İddetinin bittiğine delilidir." Ve iddetinin bittiğini ikrar etmesi mesa-besindedir.
"Birinci kocadan isbatı mümkün olursa" Nesebi ondan sâbit olur. Fakat mümkün olmazsa meselâ boşandıktan sonra iki seneden fazlada, evlendikten sonra altı ayda doğurursa çocuk ikinci kocanın olur. Nitekim Bedâyı'dan naklen Bahır'da böyle denilmiştir.
"Dört ayda düşürdüğü takdirde çocuk ikinci kocasına aiddir." Yani nikâh da câizdir. Bahır.
"Bir gün eksik doğurursa nesebi birinci kocasına aid olur." Çünkü ço-cuğun uzuvları ancak yüz yirmi günde belli olur. Bu yüz yirmi günün kırkında çocuk menî halinde, kırk gününde kan pıhtısı halinde, kırk gününde de et parçası halindedir. Bunu Bahır sahibi Valvalciyye'den nakletmiştir. Biz iddet bahsinde bu hususta söz etmiştik.
"Çünkü bu nikâh bâtıldır." Yani bu nikâhla yapılan cima zinâdır. Onunla neseb sâbit olmaz. Fâsid nikâh bunun hilâfınadır. Çünkü o şübheyle cimadır. Onunla neseb sâbit olur. Onun içindir ki, fâsid nikâhla kadın firâş olur, bâtıl nikâhla olmaz. Rahmetî. Allahu a'Iem. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...