HADÂNE
BÂBI
METİN
Hadâne veya hidâne
çocuk terbiyesi demektir ki, neseben anneye sâbit olan bir haktır. Velevki
kitabîyye veya mecusîyye olsun yahut kocasından ayrılmış bulunsun. Ancak dinden
dönmüşse Müslüman oluncaya kadar bu hak onun değildir. Çünkü hapsedilir yahut
zinâ, şarkıcılık, hırsızlık ve yasçılık gibi çocuğu zâyi edecek şekilde fâcire
ise hak yine onun değildir. Nitekim Bahır ve Nehir'de inceleme yoluyla beyan
edilmiştir. Musannıf diyor ki: "Zâhir olan ulemanın mutlak sözleriyle amel
etmektir. Nitekim Şâfiî'nin mezhebi de budur. Namazı terk etmekle fâsık olan bir
kadın için hadâne hakkı yoktur. Kınye'de: Çocuk için anne daha haklıdır. Velev
ki tutumu kötü, kendisi fücurla meşhur olsun. Elverirki çocuk bunu akıl etmesin,
denilmiştir."
İZAH
Musannıf iddet
bekleyen kadının hallerinden sonra nesebin sübutundan bahsedince çocuğun kimin
yanında kalacağını da beyan ediyor. Fetih.
"Hadâne veya
hidâne..." Misbâh'da ve Muğrib'ten naklen Bahır'da bu şekilde tesbit edilmiştir.
Lâkin Kâmûs'ta hidn ve hîdâne, kelimelerinin çocuğu kucağına almak veya onu
terbiye etme manasına geldiği, hadn ve hadânenin ise onu kendisinden
uzaklaştırmak mânâsında kullanıldığı bildirilmiştir.
"Çocuk terbiyesi
demektir." Mutlak olan bu söz kelimenin lügat mânâsıdır. şer'î mânâsı ise çocuğu
terbiyeye hakkı olan kimsenin terbiye etmesidir. Nitekim bunu Kuhistânî
söylemiştir.
"Anneye sâbit olan
bir haktır." Bazıları çocuğa sabit olan bir haktır demişlerdir. Bu hususta
ileride söz gelecektir. Remlî diyor ki; "Çocuğu terbiye eden kadının hür, âkıl
baliğ, güvenilir ve muktedir olması, ecnebî bir kocaya varmamış bulunması
şarttır. Son şarttan maada bütün şartlar erkek terbiyecide de aranır. Ulemanın
sözlerinden anlaşılan budur."
Ben derim ki: Hür
kelimesinden sonra "Yahut kitabette doğmuş mükâtebe olması" ifadesi ziyade
edilmelidir. Kezâ "Zirahmi mahrem olmalı, dinden dönmüş bulunmamalı, çocuğu
ondan hoşlanmayan birinin evinde tutmamalı; baba fakir olursa çocuğu meccanen
terbiyeden çekinmemeli." Kayıdlarını ziyade etmelidir. Bütün bunların izahı
ileride gelecektir. Annenin güvenilir olmasından murad çocukla meşgul olmayıp
çocuk her zaman onun evinden çıkmakla zâyi olmamalı demektir. Bazı müteehhirin
ulema mürâhikanın hadâne hakkı olduğuna fetva vermişlerdir. Çünkü Aynî:
"Mürâhikların (bulûğa yaklaşan çocukların) sair tasarruflar hususunda hükümleri
bulûğa erenlerin hükümleri gibidir." demiştir.
Ben derim ki: Bu
sözün bulûğ iddia edildiği zaman söylendiği bellidir. Yoksa mürâhik kusurlu
hükmündedir. Nitekim biz bunu Tenkihû'l'Hamidiyye'de tahkîk ettik. Hayreddin-i
Remlî de bununla fetva vermiştir. Acaba annenin gözleri görmesi de şart mıdır?
Eşbâh'ınkörlerin hükmü bâbında şöyle denilmiştir: "Mürâhikin hayvan kesmesi, av
avlaması, çocuk terbiyesi, vasfetmekle satın aldığı bir malı görmesi gibi
şeylerin hükmü ne olacağını görmedim. Ama hayvan kesmesinin mekrûh olması
gerekir. Çocuk terbiyesine gelince; Terbiye ettiği çocuğu koruması mümkünse
terbiyeye ehildir. Aksi takdirde ehil değildir." Bu güzel bir incelemedir ve
Remlî'nin; "muktedir olması" sözünden anlaşılır. Nitekim annenin hasta veya
yaşlı ve âciz olmasının hükmü de ondan anlaşılır.
"Neseben" Kaydıyla
süt anneden ihtiraz etmiştir. Süt annenin hadâne hakkı yoktur. H. Süt kız kardeş
ve benzerleri de öyledir.
"Velev ki kitabiyye
veya mecusiyye olsun." Çünkü şefkat dinin değiş-mesiyle değişen şeylerden
değildir. İkincînin sureti karı-koca Mecusî olup Müslüman mahkemesine
başvurmaları yahut yalnız kocanın Müslüman ol-masıdır. Bunun da çocuk henüz dini
akıl etmiyorsa diye kayıdlanması Iâzım geldiği ileride görülecektir.
"Çünkü hapsedilir."
Yani aynı zamanda dövülür. Binaenaleyh çocuk terbiyesine vakti kalmaz. Bahır.
"Nitekim Bahır ve
Nehir'de inceleme yoluyla beyan edilmiştir." Bahır sahibi şöyle demiştir:
"Ulemanın buradaki fâsıklıktan muradlan zinâ olmak gerekir. Zinâ evden çıkmak ve
benzeri hareketlerle annenin çocukla meşgul olamamasını iktiza eder. Yoksa
fisktan murad namazı terke de sâdık olan mutlak mânâsı değildir. Çünkü göreceğiz
ki, çocuğun dine aklı ermedikçe zimmîyyenin Müslüman olan çocuğunu terbiyeye
kocasından daha çok hakkı vardır. Şu halde fâsık olan Müslüman kadının hakkı
olması evleviyette kalır." Nehir sahibi de şunları söylemiştir: "Ben derim ki:
Fıskı sadece zinâya tahsis etmek kusurlu olur. Çünkü anne hırsız veya şarkıcı
yahut yasçı olursa hüküm yine böyledir. Bu izaha göre fisktan murad çocuğu zâyi
eden fısktır." Bahır sahibinin sözünü de buna yorumlamak mümkündür. Sonra gördüm
ki, Hayreddin-i Remlî böyle cevap vermiştir.
Halebî diyor ki:
"Bu izaha göre anne saliha, namazcı, kendisini Allah'ın muhabbetiyle korkusu
kaplamış bulunur da çocukla meşgul olamayıp onun zâyi olması lâzım gelirse çocuk
anneden alınır. Ama ben bunu bir yerde görmedim."
"Musannıf diyor ki
ilh..." Bahır'ın ibâresini naklettikten sonra musannıf şöyle demiştir: "Lâkin
bence bu söylenenlerle istidlal söz götürür. Çünkü zimmîyye fiskı icab eden
fillini ancak dinen icab ettiğine inandığı için yapar. O halde Müslüman olan
fâsık annenin filli buna nasıl katılabilir. Zâhir olan şudur ki, Kemâl'in ve
diğer ulemanın sözlerini itlakı üzere bırakmaktır. Nitekim Şâfiî (R.A.)'nın
mezhebi de budur. Yani namazı terk etmek suretiyle fâsık olan annenin hadâne
hakkı yoktur. Hükme sebeb çocuğun zâyi olması idiğini bilince anlarsın ki
musannıfın încelemesinîn bir netîcesi yoktur. H.
"Kınye'de îlh..."
İfadesi musannıfın sözünü red içindir.
"Elverirki çocuk
bunu akıl etmesin." Yani elverirki çocuk annesinin halini akıl edecek çağa
varmasın, şayet varırsa o zaman fücuru: "Çocuğun zâyi olmasını gerektirecek
şekilde olmasın." diye kayıdlamak icab eder. Nitekim bu gizli değildir.
Nehîr'de: "Kadın bunu yapmadıkça .." denîlmiş, bu söz: "Annenîn bunu yaptığı
sabit olmadıkça" diye tefsir edilmiştîr ki, bu da doğrudur. H. Yine Nehir'de
bildirildiğine göre Kinye sahibînin "Anne fâcirlikle tanınmışsa" sözü annenin
onu yapmasını gerektirir. T. Binaenaleyh münasib olan birincidir ve fâcire
kitabîyye mesabesinde olur. Çocuk dînlere aklı ermeye başlayıncaya kadar
kitabîyyenin yanında kalır. Nitekim gelecektir. Fâcire de öyledir. Remlî
Nehîr'ln ibâresinîn bozuk olduğuna kesenlikle kâildir.
Hâsılı çocuğu
terbiye edecek kadın onun zâyi olmasını gerektirecek kadar fâsık ise hakkı sâkıt
olur. Aksi takdîrde çocuğun aklı ermeye başlayıncaya kadar ona annesinin bakması
daha münasibdir. Aklı ermeye başladımı kitabîyyeden alındığı gibi çocuk ondan da
alınır.
METİN
Anne güvenilir
değilse meselâ her zaman dışarı çıkıp çocuğu zayi olmaya bırakırsa -bunu Müctebâ
sahibi söylemiştir- veya cariye yahut ümmüveled veya müdebbere yahut mükâtebe
olup bu çocuğu kitabetten önce doğurmuşsa, çocuk terbiye için ona verilmez.
Çünkü cariyeler sahiblerinin hizmetiyle meşguldürler. Lâkin çocuk köle ise
anneleri ona bakmak hususunda daha ziyade hak sahibidirler. Çünkü çocuk
efendisinindir. Müctebâ. Yahut anne küçük çocuğun mahremi olmayan biriyle evli
bulunur veya meccanen çocuğu terbiyeden çekinir de baba fakir olup hala bunu
-yani meccanen terbiyeyi- kabul eder ve çocuğu annesinden men etmezse, mezhebe
göre anneye: "Ya bu çocuğa meccanen bakarsın yahut halaya verirsin." denilir.
Acaba amca ve hala baba zenginlediği vakit Haklarını ondan alabilirler mi?
Bazıları evet alır demişlerdir. Müctebâ.
İZAH
"Her zaman dışarı
çıkıp ilh..." İfadesînden murad çok çıkmasıdır. Çünkü sebeb çocuğu zâyi olacak
şekilde bırakmaktır. Annesinin yanında çocuk emânet hükmündedir. Emâneti zayi
edene güven olmaz. Annenin günâh işlemek için dışarı çıkması lâzım gelmez ki,
üst taraftaki sözlerle buna hâcet yoktur diyelim. Anne mâsiyet olmayan bir iş
için de çıkabilir. Meselâ ebedir veya ölü yıkar yahut tellâk gibi bir şeydir.
Onun için Fetîh sahibi: "Anne fâsık ise yahut her vakit dışarı çıkarsa ilh..."
demiştir. Fâsıkın üzerine atıf yapması bizim söylediğimizi ifade eder.
"Ümmüveled" Yani
kocası tarafından boşanmış ümmüveled ise demek istiyor. Efendisi tarafından âzâd
edilmiş ümmüveled ise boşanmış hür kadın mesabesindedir. NitekimHâkim'in
Kâfîsi'nde belirtilmiştir.
"Bu çocuğu
kitabetten önce doğurmuşsa" Çocuğu terbiyeye hakkı yoktur. Kitabetten sonra
doğurmuşsa annesine verilir. Çünkü kitabette çocuk da dahildir. Bunu Tûhfe'den
Fetih sahibi nakletmiştîr. Bu ifadenîn bir misli de Bahır'dadır. Muktezası şudur
kî; kitabetten sonra daha önce doğan çocuklarda cariyenin bir hakkı kalmaz.
Velev ki efendisinin hizmetiyle bir meşguliyeti kalmasın. Çünkü önce doğan çocuk
carîyenîn kitabetinde dahil değildir. O her cihetten efendisinîn milki olarak
köle kalır ve âzâd edilen hâlis cariyenin doğurduğu çocuk gibi olur. Buna
Kenz'in şu sözü dahi delâlet eder: "Azâd edilmedikçe cariye ile ümmüveledin
hadâne hakları yoktur." Dürer'de: "Âzâd edilirlerse hür olan çocukları hakkında
hadâne haklan vardır. Çünkü hak sâbit olurken kendilerî ve çocukları hürdürler."
denilmiştir.
"Lâkin çocuk köle
ise ilh..." Bahır sahibi diyor ki: "Musannıf cariyenin çocuğunun hadâne hakkı
efendisinin mi başkasının mı olacağından bahsetmemıştir. Hak tafsilâta
gitmektir. Küçük çocuk köle ise babası hür olsun köle olsun hadâne hakkı
efendisinindir. Kezâ annesi doğurduktan sonra âzâd edilirse çocuğun hadânesine
hakkı yoktur. Hak ancak efendisinindir. Cariye ister babasının nikâhlısı olsun,
ister ondan ayrılmış bulunsun fark etmez. Çünkü kendi malıdır. Ama küçük çocuk
hür olur da annesi efendisinin cariyesi ise hadâne hakkı hür olan
akrabalarınındır. Annesinin efendisine aid olmadığı gibi çocuğu âzâd eden
efendinin de değildir. Annesi âzâd edilirse hadâne hakkı onun olur.
"Anneleri daha
ziyade hak sahibidirler" Dürer sahibi: "Annesiyle çocuk milkinde iseler
birbirlerinden ayrılmazlar." demiştîr. Bahır'da da bunun benzeri vardır. Şu
halde daha haklı olmaktan murad anne ile çocuğu birbirinden ayırmamaktır.
Binaenaleyh yukarıda geçen: "Hak efendinindir." ifadesine aykırı değildir.
"Mahremi olmayan
biriyle evli" Yani rahim cihetinden mahremi demek istiyor. Süt amca gibi rahim
cihetinden olmayan yahut neseben rahim cihetinden radâ'an mahremi olan neseben
amcası oğlu, radâ'an amcası gibi birî îse o ecnebî gibidir. T.
"Baba fakir olup"
Sözü Hâniyye, Bezzâziye, Hulâsa, Zahiriyye ve diğer bîr çok kitablarda böyle
kayıdlanmıştır. Zâhirine bakılırsa baba zenginleyince zikredilen hüküm değişir.
Çünkü tasnif edilen kitablardaki mefhum hüccettir, onunla amel edilir. Remlî.
Şürunbulâliyye'de şöyle denilmiştîr:
"Çocuğu halaya
vermek için halayı zenginse diye, babayı da fakirse diye kayıdlamak şunu ifade
eder: Küçük çocuğun menfaati için zengin baba anneye ücret vermeye mecbur
edilir."
Ben derim ki: Bu
ücretten murad hadâne ücretlidir. Nitekîm Fetih. Dürer ve Bahır'a uyarak
musannıfın sözünün gelişinden de bu anlaşılmaktadır. Dürer üzerîne yazılan
Azmiyye'nin sözü buna muhâliftir. Orada onun süt emzirme ücreti olduğu, halanın
zenginliğinden deçocuğa nafaka vermeye kudreti kastedilmiştir. Nitekim zâhir
olan da budur. Zira nisabla takdirine yol yoktur.
"Hala meccanen
terbiyeyi kabul eder." Yani haladan ileri hala kadar teberruda bulunmuş kimse
yoksa demektir. Bununla beraber hatanın küçük çocuğa mahrem olmayan biriyle
evlenmemîş olması şarttır. Şürunbulâliyye.
"Ve çocuğu
annesinden men etmezse" Yani annesini görmekten, onunla konuşmaktan men etmezse
demektir.
"Mezhebe göre"
Sözünü başkalarının söylediğini görmedim. Başkaları bu sözün yerine: "Sahih
kavle göre" demişlerdir. Ama bunun mezhebin bir nassı olması lâzım gelmez.
Tahriç de olabilir. Bunun mukabili: "Anne evlâdır." denilmiş olmasıdır.
"Yahut halaya
verirsin denilir." ifadesi açık gösteriyor ki, çocuk anneden alınır. Halbuki
anne emzirmek için ücret isterse parasız emzirecek kadın bulunduğu halde parasız
emziren tercih edilir ve çocuğu annesinin yanında emzirir. Nitekim Bedâyı sahibi
bunu açıklamıştır. Ancak bu söz annenin hadane hakkı kaldığına göredir. Bizim
meselemizde ise onun hakkı sâkıt olmuştur. Onun için de çocuk anneden alınır.
Bunun bir misli de anne ecnebî ile evlenip hadâne hakkının başkasına meselâ kız
kardeşine geçmesidir. Onun çocuğu annesinin yanında terbiye etmesi veya
emzirmesi lâzım gelmez.
"Müctebâ."
Zâhidî'nin Kudûri Muhtasar'ı üzerine yazdığı şerhdir. Zâhidî nafakalar bahsinde
şöyle demiştir: "Acaba baba zenginlediği vakit amca veya hala küçük çocuğa
harcadıklarını ondan alabilirler mi?" Sonra bazı kitablara işaretle babaya veya
oğula verilen nafakadan bir şey istenemeyeceğini söylemiştir. Anne bunun
hilâfınadır. Onun kocası zenginlerse isteyebilir diyenlere işaret etmiş, sonra
bu bâbta ulemanın ihtilâfına işarette bulunmuştur. Bu; baba fakir olduğuna,
çocuğun nafakası amcasına veya halasına yahut annesine vâcib olduğuna göre farz
edilmiştir. Baba zenginlerse anne çocuğa harcadıklarını babadan alır. Amcayla
hala hakkında zikri geçen hilâf vardır. Bunu burada zikretmeye mahal olmadığı
gibi amcanın zikrine de mahal yoktur. Çünkü sözümüz parasız emzirmek için çocuğu
halası alırsa meselesindedir. Onun harcadıklarını istemeye hakkı olursa çocuğu
annesinden almakta bir fayda yoktur. Meğerki onun muradı hadâne ücreti alamaz
denilsin. Çocuğa harcadıkları ise teberru suretiyle değilse onları babadan alıp
alamayacağı ihtilâflıdır. Bazıları evet alır demişlerdir.
METİN
Zâhire göre hala
kelimesi bir kayıd değildir. Münye'de şöyle denilmiştir: "Babası ölen bir
çocuğun annesi evlenir de nafaka takdir etmeksizin çocuğun terbiyesini üzerine
almak ister, vâsisi ise nafakayla terbiyesini dilerse çocuğun malını mevcud
bırakmak için çocuk vasîyedeğil annesine verilir."
İZAH
«Hala kelimesi bir
kayıd değildir ilh...» ifadesi Bahır sahibinin bir in- celemesidir. O bunu
gelecek bâbta zikretmiş ve şöyle demiştir: "Hatta her kadın çocuk bakıcı
evleviyetle böyledir. Çünkü hala annenin akrabasındandır. Teberru ederse ecnebî
kadının da hala gibi olduğunu açıklayan görmedim. Ama o halaya kıyas edilemez.
Çünkü hata bazı yerlerde hadâne sahibidir. Zamanımızda bu mesele çok
sorulmaktadır. Metinlerin zâhirine bakılırsa anne ecr-i misil alır. Ecnebî kadın
anneden evlâ olamaz. Hala bunun hilâfınadır. Meğerki nakil
bulunsun."
Ben derim ki:
Kuhistânî'de bir hayli söz edildikten sonra şöyle denilmiştir: "Burada annenin
mahremden evlâ olduğuna işaret vardır. Velev ki anne ücret istesin de mahrem
istemesin. Esah olan anneye: Ya bu çocuğu tut yahut mahreme ver denilmelidir.
Nitekim Nazım'da bildirilmiştir." Bu da gösterir ki, hala kelimesi bir kayıd
değildir. Diğer mahrem hısımlar da onun gibidir. Mahrem olmayanlar böyle
değildir. Hayreddin-i Remlî'nin Bahır üzerine yazdığı haşiyede: "Bu güzel, sahih
bir fıkıh anlayışıdır." denilmiştir.
Remlî diyor ki:
"Bana sordular: Küçük bir kızın annesi var. Ona bakmak için ecr-i misilden
ziyadesini istiyor. Bir de amcasının oğlunun kızı var. Ona meccanen bakmak
istiyor, dediler. Ben şu cevabı verdim: Küçük kız anneye verilir. Lâkin sadece
ecr-i misille, dedim. Çünkü öteki ecnebî gibidir. Onun hadânede asla hakkı
yoktur. Binaenaleyh teberruuda muteber değildir. Çünkü küçüğü ona vermekte
küçüğe zarar vardır. Bu zararın yanında mal zararı itibara alınmaz. Zira malın
hürmeti bunun hürmetinden aşağıdır. Onun için hüküm vakti hâli varsa hala ve
teyze gibilerde değişir. Küçük onlara verilmez. Çünkü ücret vermek hususunda
zengine bir zarar yoktur. Böylece bu mesele aydınlanmış olur. Bunu ganimet bil!
Bunu düşünüp anlayan azdır."
Ben derim ki: Bunu
şu da te'yid eder ki, baba sağ olur da anne çocuğun malından nafaka ister, baba
ise çocuğu kendi malı ile terbiye etmek isterse annenin hakkı sâkıt olmaz.
Halbuki baba ecnebî kadından daha şefkatlidir. Evet, babanın yanında çocuğu
meccanen terbiye edecek anne veya kız kardeş bulunur da ondan daha haklı olan
ücretsiz terbiyeye razı olmazsa babanın yanında anne veya kız kardeş çocuğu
terbiye edebilir. Bu çok vâki olur. Lâkin anne çocuğun terbiyesi için ücret
istediği zamandır. Çocuğu teberru olarak terbiye eder de emzirdiğine ücret
isterse baba: "Annem veya kız kardeşim onu meccanen emzirir." Dediği takdirde
ona yermek evlâ olur. Lâkin kendisine; Bu çocuğu annesinin evinde emzir denilir.
Zira geçen izahattan anlaşıldığı vecihle bu onun hadâne hakkını ıskat etmez.
Buna dikkat et!
«Nafaka takdir
etmeksizin» yani çocuğa babasından mirâs kalan maldan nafaka istemezse demektir.
Fetih. Zâhirine bakılırsa murad çocuğun nafakasıdır. Ama zâhire göre hadâne
ücreti de öyledir.
«Çocuğun malını
mevcud bırakmak için» ifadesi musannıfın yaptığı bir talildir. Zira musannıf
Minah nâmındaki eserinde Münye'nin sözünü naklettikten sonra şöyle demiştir:
"Bunun güzel bir vechi vardır. Çünkü çocuğun malını mevcud bırakmak için
maslahata riayet ecnebînin elinde kaldığı vakit kendisine zarar gelmemesine
dikkat etmekten evlâdır." Ecnebîden maksad annenin kocasıdır. Ama söz götürür.
Çünkü vasî de annenin kocası gibi ecnebîdir. Zira onun zirahmi mahremi
olduğundan bahsetmemiştir. Şu halde evlâ olan sadece: "Anneye vermekte ziyade
maslahat vardır. Bu da çocuğun malını mevcud bırakmaktır. Binaenaleyh evlâdır."
demekle yetinmektir. Hatta burada başka bir maslahat vardır ki, o da annenin
vasîden daha şefkatli olmasıdır. Anne bazı yerlerde hadâneye ehildir. Vasî bunun
hilâfınadır. Bu az yukarıda Remlî'den naklettiğimize aykırı değildir. Remlî
malda zararı itibara almamıştır. Çünkü o çocuğu hiç hadâne hakkı olmayan ecnebî
bir kadına vermek lâzım geldiği zamandır. Buradaki onun hilâfınadır. Hatta
ecnebî ise evlenen anne takdir edilecek bir nafakayla çocuğu terbiye etmek
istese, vasî ise bunu teberruan yap-sa Remlî'nin söylediğine kıyasen çocuğu yine
anneye vermek gerekir. Vasînin teberruuna itibar yoktur. Sonra gizli değildir
ki, bütün bu söylenenler hadâne ehlinden hala veya teyze gibi bir teberru sahibi
bulunmadığına göredir. Aksi takdirde böylesi anneden de, ecnebîden de daha
lâyıktır.
TENBİH: -Fetva
hadisesi olmuştur. Bana eskiden soruldu: Bir çocuğun annesi ölür de çocuğa mal
bırakırsa çocuğun fakir bir babası, bir de anneannesi ve dedesiyle evli
babaannesi bulunup anneannesi ücretle çocuğun terbiyesini üzerine almak ister,
babaannesi ise buna meccanen razı olursa ne hüküm verirsin? dediler. Ben teberru
suretiyle bakacak olan babaanneye verilir dedim. Cevabı buradaki meseleden
aldım. Çünkü çocuğun malını harcamamak için çocuk hadâne hakkı sâkıt olan
annesine verilince -ki çocuğa ecnebî olan kocasının evinde bakacaktır- çocuğun
malını harcamamak için onu parasız bakacak olan babaannesine vermek evleviyette
kalır. Hem çocuk kendisine şefkatları olan baba ve dede evinde kalacaktır. Ben
bu mesele hakkında bir risale toplamış, ona; "El-İbâne an ahzi-lücreti alel
hadâne" adını vermiştim. Allahu a'lem.
METİN
Hâvî'de şöyle
denilmiştir: "Anne ecnebî biriyle evlenir de çocuğu nafakayla terbiye etmek
ister, bu işi çocuğun amcası oğlu meccanen yapmayı dilerse çocuğun kadın
bakıcısı olmadığı takdirde amcası oğlunun buna hakkı vardır." Hadâne hakkı olan
kadın hadâneyeicbar edilemez. Meğerki bu iş için teayyün etsin. Meselâ çocuk
başkasının memesini emmesin yahut babanın yahut küçüğün malı bulunmasın. Bununla
fetva verilir. Hâniyye. Nafaka bahsinde gelecektir ki, anne kendi hakkını ıskat
ederse ölü veya evlenmiş kadın gibi olur ve hadâne hakkı neneye intikal eder.
Bahır.
İZAH
«Amcası oğlu
meccanen yapmayı dilerse» ifadesinin yerine bazı nüs-halarda: "Amcası oğlu
çocuğu meccanen terbiye etmek isterse" denilmiştir ki daha zâhirdir.
"Kadın bakıcısı
olmadığı takdirde" amcası oğlu alır. Fakat hala veya teyze gibi kadın bakıcısı
bulunursa o annesinden evlâdır. Çünkü ecnebî ile evlendiği için annenin hakkı
sâkıt olmuştur. Hala veya teyze amca oğlundan da evlâdır. Çünkü derecesi ondan
ileridir. Zâhire bakılırsa böylesi nafaka bile istese evlâdır. Çünkü hakikatte
hadâne sahibidir.
«Amcası oğlunun
buna hakkı vardır.» Yani iltizama hakkı vardır. Vechi şudur: Çocuğun bakacak
kimsesi olmadığı, annesinin de hadâne hakkı burada sukut ettiği için amcası
oğlunun hadâne hakkı vardır. Zâhire bakılırsa nafaka istese bile yine hadâne
hakkı onundur. Çünkü hakikatte çocuğa bakacak yalnız o vardır. Sonra gördüm ki
Sâihânî bunu böylece yazmış.
«Hadâneye icbar
edilemez.» Doğrusu çocuğu emzirmeye icbar edilemez demeliydi. Nitekim musannıf
nafaka bâbında bundan bahsedecek;
"Annesi çocuğu
emzirmeye mecbur değildir. Meğerki teayyün etsin." diyecektir. Bu suretle bu
sözle aşağıda gelen»: "Çocuğa bakan kadın küçüğün hakkını ibtale kâdir
değildir." ifadesinin arasındaki zıddiyet giderilmiş olur. Çünkü "kâdir
değildir" ifadesi hadâneye mecbur edilemez mânâsınadır ki, bu meseledeki iki
kavilden biri budur. Nitekim gelecektir. Yoksa birbirine zıd iki kavle nasıl
uyabilir.
«Başkasının
memesini emmesin ilh...» ifadesini Hâniyye sahibi emzir-mek için kadın teayyün
ettiği yerde zikretmiştir .Bizim doğru bulduğumuzu bu da teyid etmektedir.
Şârihin: "Nafaka bahsinde gelecektir ki" sözü dahi bizim söylediğimizi teyid
etmektedir. Çünkü orada gelecek olan da budur.
«Hadâne hakkı
neneye intikal eder.» Yani hadâne hakkı anneden sonra gelene intikal eder ve
şayet varsa neneye, o da yoksa ondan sonra gelene verilir. Rahmetî bu ıskatın
devam etmeyeceğini zâhir bulmuştur. Kadının dönmeye hakkı vardır. Çünkü onun
hakkı azar azar sâbit olur ve meydana gelen hakkı sâkıt olur, gelecekteki hakkı
sâkıt olmaz. Yani bu iş kadının ortağı için kasm hakkını ıskat etmesine benzer.
Binaenaleyh sâkıt olan bir şey geri dönemez diye itiraz edilemez. Çünkü geri
dönen başka, sâkıt olan başkadır. Şuf'a hakkını ıskat etmek bunun hilâfınadır.
Sonra ulemadan birinin el yazısıyla müftü Ebussûud'dannaklen şöyle yazıldığını
gördüm: "Bir adam karısını boşar da kadının ondan doğurduğu küçük bir çocuğu
bulunur ve kadın hadâne hakkından vazgeçerse, hâkim de buna hüküm verirse kadın
çocuğu almak için sözünden dönebilir mi? Evet dönebilir. Çünkü hadâne hususunda
iki hakkın en kuvvetli olanı küçüğündür. Kadın kendi hakkını ıskat etse bile
çocuğun hakkını ebediyyen ıskat edemez.
METİN
Her iki surette
çocuğa bakan kadın küçük çocuğun hakkını ibtal edemez. Hatta çocuğunu kocasına
bırakmak şartıyla hul' yapsa hul' sahih, şart bâtıl olur. Çünkü hadâne çocuğun
hakkıdır. Kadının şartla onu ibtal etmeye hakkı yoktur. O kadından başka çocuğa
bakacak kimse yoksa kadın bakmaya hilâfsız mecbur edilir. Fetih. Bu söz
bulunupda kabul etmeyene de şâmildir. Bahır. 0 zaman kadına ücret verilmez.
Cevhere.
İZAH
«Çocuğa bakan kadın
onun hakkını ibtal edemez.» Hadâne çocuğa bakan kadının mı yoksa çocuğun mu
hakkı olduğu hususunda ihtilâf edilmiştir, Bazıları kadının hakkı olduğunu
söylemişlerdir. Bu takdirde kadın çocuğa bakmak istemezse buna mecbur edilemez.
Bir çok ulema bu kavli tercih etmişlerdir. Fetva da buna göredir. Birtakımları
çocuğun hakkı olduğunu söylemişlerdir. Şu halde kadın icbar edilir. Bu kavli üç
fakîh yani Ebu'l-Leys, Hinduvânî ve Hâherzâde ihtiyar etmişlerdir. Fetih sahibi
dahi Hâkim-i Şehid'in Kâfî'deki kavliyle bunu teyid etmiş: "Hâkim'in fukahanın
sözü demesi bunun zâhir rivâyet olduğunu ifade etmiştir." demiştir.
Bahır sahibi diyor
ki: "Şu halde tercih muhteliftir. Evlâ olan üç fakîhin kavliyle fetva vermektir.
Lâkin Zahîriyye sahibi bunu küçük çocuğun zirahim akrabası olmamakla
kayıdlamıştır. Böyle akrabası yoksa çocuk zâyi olmamak için anne mecbur edilir.
Anne çocuğu kabul etmez, fakat çocuğun nenesi bulunur da ona bakmaya razı olursa
çocuk ona verilir. Çünkü hadâne hakkı annenin idi. Onun kendi hakkını ıskat
etmesi sahihtir. Bu tafsilat üç fakîhe nisbet edilmiştir. Muhit sahibi bunu
talil ederken: "Çünkü anne kendi hakkını ıskat edince çocuğun hakkı kalır ve
anne ölü yahut evlenen kadın mesabesinde olur. Bu suretle nene evleviyet
kazânır." demiştir. Bu satırlar kısaltılarak Bahır'dan alınmıştır.
Ben derim ki:
Bundan iki kavlin arasını bulma hükmü çıkarılır. Şöyle ki: Muhît'in ibâresi
bakıcı kadınla çocuğun her ikisinin hadâne hakkı olduğunu bildirir. Müftü
Ebussûud'dan naklettiğimiz söz de böyledir. Şu halde: "Hadâne bakıcı kadının
hakkıdır. Binaenaleyh kadın çocuğa bakmaya mecbur edilemez." diyenlerin sözü
çocuğa bakmak için o kadın teayyün etmediği zamana yorumlanır. Kadının hakkıdır
demekle yetinmeleri, bu takdirde çocuğun hakkı zâyi olmadığı içindir. Çünkü
kadından başka çocuğa bakacak kimse vardır. "Hadâneçocuğun hakkıdır. Binaenaleyh
kadın ona bakmaya mecbur edilir." diyenlerin sözü ise kadın teayyün edip ondan
başka çocuğa bakacak kimse bulunmadığına yorumlanır. Bunların sadece hadâne
çocuğun hakkıdır demekle yetinmeleri kadından başka çocuğa bakacak kimse
bulunmadığı içindir. Buna delil yine Zahîriyye'den naklettiğimiz sözdür ki,
kadın cebredilir diyen üç fakîhe nisbet ederek: "Onlara göre kadından başka
bakacak bulunmazsa kadın mecbur edilir. Başkası bulunursa mecbur edilmez."
demiştir. Nehir sahibinin: "Zahîriyye'nin sözü zâhir değildir. Çünkü Fetih'de
beyan edildiğine göre o kadından başka çocuğa bakacak kimse bulunmazsa kadın
hilâfsız mecbur edilir." şeklindeki ifadesi söz götürür. Çünkü gördüğün bu
yatıştırma ile hilâf aslından ortadan kalkar. Velev ki her iki kavli hikâye
etmek hilâfın çocuğa bakacak başka kimse bulunduğu zamana aid olduğunu
göstersin. İki kavlin arasını bulmak mümkün olunca bunu yapmak evlâdır. O zaman
hilâf sözden ibaret kalır. Bunun nice benzerleri vardır. Bu izahı ganimet
bil.
«Bakmaya hilâfsız
mecbur edilir.» Başkası bulunursa söylediğimiz arabuluculuğa göre hilâfsız
mecbur edilmez.
«Bu söz ilh...»
Yani o kadından başkası bulunmazsa sözü hakikaten ve hükmen bulunmama hallerine
şâmildir. O kadından başkası bulunur da çocuğa bakmayı kabul etmezse hükmen
bakacak bulunmamış demektir. Bahır'ın ibâresi şöyledir: "Ulemanın zâhir olan
sözlerine göre anne çocuğu kabul etmezse ondan sonraki kadına arz edilir, o da
kabul etmezse anne kabule mecbur kılınır. Ondan sonraki kadın mecbur edilmez."
«O zaman» yani o
kadından başkası bulunmadığı zaman kadına ücret verilmez. Çünkü şer'an kendisine
vâcib olan bir işi yapmaz. T. Cevhere'rinin ibaresi şöyledir. "Kadından başkası
bulunmazsa helâktan kurtarmak için çocuğu emzirmeye icbar edilir. Şu halde
kendisine ücret de verilmez." Görülüyor ki Cevhere'nin sözü çocuğu emzirme
hakkındadır. Her halde şârih hadâneyi buna kıyas etmiş olacaktır. Lâkin zâhire
bakılırsa Cevhere'nin ifadesi Cevhere sahibinin bir incelemesidir. Nitekim "Şu
halde kendisine ücret de verilmez." demesi bunu gösterir. Hindiyye ve diğer
kitabların ifadesi buna muhâliftir. Bunlarda şöyle denilmiştir: "Çocuğa bir
aylığına ücretle bir süt ana tutulur da ondan sonra çocuk başkasının memesini
emmezse, kadın icarenin devamına mecbur edilir." Zira bu söz kadının ücret
almaya hakkı olduğunu gösterir. Böyle olmasa meccanen emzirmeye mecbur edilir
denilirdi. Üstadlarımızın üstadı Sâihanî'nin el yazısıyla şöyle yazıldığını
gördüm: "Bercendî'nin söylediğine göre annenin kocası yoksa anne çocuğa bakmaya
mecbur edilir. Nafaka çocuğun babasına aiddir." Mansuriyye'de şu satırlar
vardır: "Küçük kızın annesi onu kabule razı olmaz da annenin kocası da
bulunmazsa kabule mecbur edilir. Fetva buna göredir." Fakîh Ebû Cafer: "Kadın
mecbur edilir. Nafakası küçük kızın malından verilir." demiştir. Fakîh
Ebu'l-Leys bununla amel etmiştir. Bu söz ücretin zorla alınacağı hususunda
nassdır. Beyanı az ileride gele-cektir.
METİN
Bakıcı kadın
nikâhlı veya çocuğun babasından iddet bekler değilse hadâne için ücret almaya
hakkı vardır. Hadane ücreti emzirme ücretiyle emzirme nafakasından başkadır.
Nitekim Sirâciyye'den naklen Bahır'da böyle denilmiştir. Musannıfın
Cevâhiru'l-Fetâvâ'dan naklettiği bunun hilâfınadır. Bâkânî'nin Nikaye şerhinde
Bahır-ı Muhît'ten naklen şöyle denilmiştir: "Ebû Hafs'a çpcuğa bakmaya hakkı
olup çocukla birlikte oturacak meskeni bulunmayan kadının hükmü sorulmuş da her
ikisinin meskeni babaya aiddir cevabını vermiştir."
İZAH
«Nikâhlı veya
çocuğun babasından iddet bekler değilse...» Bu ifade kadının hadâne hakkı
olduğuna göre kayıddır. Kadının hadâne hakkı yoksa zâhire göre hadâne ücreti
almaya evleviyetle hakkı vardır. "Çocuğun babasından." sözü başka birinin
nikâhında veya iddetinde bulunmaktan "ihtirazdır. Çünkü böylesi hadâne için
ücret almayı hak eder. Lâkin kadını nikah eden kimsenin çocuğa mahrem olması
şarttır. Aksi takdirde kadına hadâne hakkı yoktur. Nitekim yukarıda geçti. Şu da
var ki, musannıf Minah nâmındaki eserinde şöyle demiştir: "Bence nikâhlı veya
iddet bekler değilse demeye hâcet yoktur. Çünkü zâhire göre kadın hadâneye ehil
ise ona hadâne ücreti vermek vâcibdir. Bu söylenen ancak ona emzirme ücreti
vermenin vücubu için şarttır. Çünkü kadın ancak nikâhlı veya iddet bekler
değilse bu iş için ücretle tutulur. Hayreddin-i Remlî Minah hâşiyesinde
kendisiyle münakaşa ederek: "Nikâhlı kadına ve ric'î talâk iddeti bekleyene
emzirme ücreti vermenin vâcib olmaması emzirmek diyâneten kadına vâcib olduğu
içindir. Bu hadânede de mevcuddur. Hatta bunda evleviyet iddiası bile uzak
görülemez..." demiştir.
Ben derim ki:
Yukarıda arz ettiklerimizden anladığına göre ücret cebren de hak edilir.
Binaenaleyh vücuba aykırı değildir. Bunun vechi şu olsa gerekir: Küçük çocuğun
nafakası babası zengin ise babasına, değilse küçüğün malından vâcib olduğuna
göre çocuğa bakmak için evlenmekten vazgeçen bakıcı kadına verilecek nafaka da
bu cümledendir. Emzirme ücreti de bunun gibidir. Her cihetten hâlis bir ücret
değildir ki, vücub ona aykırı düşsün. Onun ücrete de nafakaya da benzeyen
yerleri vardır. Binaenaleyh kadın nikâhlı ise yahut çocuğun babasından iddet
bekliyorsa gerek hadâne gerekse emzirme için ücret almaya hakkı yoktur. Çünkü
diyâneten bunların ikisi de ona vâcibdir. Bir de kadına bunlarsız da nafaka
sâbittir. İddet bittikten sonraki hal bunun hilâfınadır. Zira kadın ücrete
benzerliği ile amel edilerek bunu hak eder. Bundan dolayıdır ki ric'î talâk ile
bâin talâk iddeti bekleyenkadınlar arasında fark yapmamak daha güzeldir. Nitekim
Kenz'in mutlak sözü bunu iktiza etmektedir. Hidâye'nin zâhir olan sözü bunu
tercih ettiğini göstermektedir. Çünkü Hidâye sahibi radâ bahsinde bâin iddeti
bekleyen kadın hakkında iki rivâyet olduğunu söylemiş, câiz değildir rivâyetinin
delilini sonra zikretmiştir. Lâkin Cevhere ve diğer kitablarda beyan edildiğine
göre câizdir rivâyeti sahih bulunmuştur. Tamamı bundan sonraki bâbta gelecektir.
"Hadâne ücreti
emzirme ücretiyle emzirme nafakasından başkadır."
Bahır sahibi diyor
ki: "Şu halde babaya biri emzirme, biri hadâne, biri de çocuk nafakası ücreti
olmak üzere üç tane ücret vâcib olmaktadır." Bu ifadenin bir misli de
Şürunbulâliyye'dedir.
"Sirâciyye'den"
Burada murad Kâri-i Hidâye Sirâcuddin'in Fetâvâsı'dır. Çünkü bundan sonraki
bâbta bunu açık olarak ona nisbet etmiştir. Binaenaleyh musannıfın: "Bununla
meşhur Fetâvâ-i Sirâciyye'yi murad etmiş olması ihtimali vardır. Lâkin ben orada
buna vakıf olmadım." diyerek tereddütte bırakmasına mahal yoktur. Lâkin "Bakıcı
kadın nikâhlı veya çocuğun babasından iddet bekler değilse" ifadesini Bahır
sahibi Sirâciyye'den nakletmiştir. Fakat ben onu Sirâciyye'de görmedim. Kâri-i
Hidâye Fetâvâsı'nın ibâresi şöyledir: "Boşanan kadın çocuğunu emzirmeksizin sırf
ona baktığı için ücret alabilir mi diye sorulmuş: Evet, hadâne için ücreti hak
eder. Kezâ hizmetçiye muhtaçsa hizmetçi tutması lâzım gelir, diye cevap
verilmiştir." Bahır sahibi dahi Fetâvâ'sında bununla fetva vermiştir.
Hayriyye'de de öyledir. Nehir sahibi dahi bu yoldan yürümüştür. Evvelce arz
etmiştik ki, bu hüküm ulemanın baba fakir ise hala meselesindeki sözlerinden
anlaşılmıştır.
"Musannıfın
Cevâhiru'l-Fetâvâ'dan naklettiği bunun hilâfınadır." Orada Kâri-i Hidâye'nin
sözünü naklettikten sonra şöyle demiştir: "Lâkin bu itlak karşısında
Cevâhiru'l-Fetâvâ'nın sözü müşkil kalır. Orada şöyle denilmiştir: "Kâdi'l-Kudât
Fahruddin Kâdîhân'a talâk-ı bâinle boşanan bir kadın çocuk memeden kesildikten
sonra hadâne ücreti alabilir mi diye sorulmuş da hayır cevabını vermiştir.
Allahu a'lem."
Ben derim ki: Bu
söz az yukarıda arz ettiğimiz gibi talâk-ı bâin hakkındaki iki rivâyetten birine
göredir. Lâkin çocuk memeden ayrıldıktan sonra diye kayıdlamasının bence vechi
zâhir değildir. Her halde fetva hadisesi olduğu için kayıdlamış olsa gerektir.
METİN
Necmü'l-eimme
demiştir ki: "Muhtar olan kavle göre hadânede mesken bulmak babaya düşer." Kezâ
küçük çocuk hizmetçiye muhtaç ise babasına bu lâzım gelir. Şâfiîlerin
kitablarında beyan edildiğine göre hadâne masrafı, varsa çocuğun malından
verilir. Yoksa çocuğun nafakası kime düşerse o verir. Üstadımız: "Bizim
kaidelerimiz de bunu gerektirir ve bununla fetva verilir." demiş, sonra
hadânenin radâ gibi olduğunu izah etmiştir. Allahu a'lem.
İZAH
"Hadânede mesken
bulmak babaya düşer." Bahır'ın nafakalar bahsinde müteferrik meselelerden naklen
şöyle denilmiştir: "Hadânede mesken ücreti vâcib değildir. Başkaları çocuğun
malı varsa vâcib olduğunu, aksi takdirde çocuğun nafakası kime düşerse ona vâcib
olduğunu söylemişlerdir." Nehir'de de: "Vâcib olmadığını tercih gerekir. Çünkü
ücretin vâcib olması meskenin de vâcib olmasını gerektirmez. Nafaka bunun
hilâfınadır." denilmiştir.
Ben derim ki: Nehir
sahibi tercih ehlinden değildir. Binaenaleyh onun tercihi Necmü'l-eimme'nin
tercihine karşı duramaz. Bahusus talili de zayıftır. Çünkü mesken ücreti
vacibdir sözü hadâne ücreti vâcibdir sözüne mebnî değildir. Bilâkis çocuğun
nafakasının vâcib olmasına meünidir. Çocuğa bakan kadının bazen hiç meskeni
olmayabilir, başkasının yanında oturur. O halde çocuğu terbiye etmek için mesken
kiralaması ona nasıl lâzım gelebilir. İşin mâkul ciheti çocuğun nafakası kime
lâzım gelirse mesken kirasının da ona lâzım gelmesidir. Çünkü mesken nafakadan
sayılır. Hayreddin-i Remlî'nin musannıftan naklettiğine göre meskenin lüzumu
hususunda ihtilâf edilmiştir. Zâhir olan kavle göre lâzımdır. Nitekim bazı
mu'teber kitablarda bildirilmiştir. Remlî diyor ki: "Bu ulemanın: küçük çocuk
hizmetçiye muhtaç ise hizmetçi tutmak babaya lâzım gelir. Çünkü çocuğun meskene
ihtiyacı tekerrür etmiştir, demelerinden anlaşılır."
Ben derim ki: İbn-i
Şihne buna itimad ederek İbn-i Vehbân ile onun üstadı Tarsûsî'nin ihtiyar
ettiklerine muhalefet göstermiştir. Hâsılı en iyisi lâzımdır demektir. Lâkin bu
ancak kadının meskeni yoksa zâhirdir. Kadının meskeni var da içinde çocuğu
terbiyeye imkân bulur ve çocûk onunla beraber kalabilirse zahir değildir. Çünkü
çocuğun buna ihtiyacı yoktur. Binaenaleyh iki kavlin arasını böyle bulmak
gerekir. Ebû Hafs'ın "Kadının meskeni yoksa" sözü buna işaret etmektedir. İki
taraf için de en münasibi bu olduğu gizli değildir. Amel de buna göre oluversin.
Muvaffakiyeti veren Allah'dır.
"Kezâ ilh..."
Sözünü Kâri-i Hidâye Fetâvâsı'ndan naklen yukarıda arz ettik.
"Üstadımız" Yani
Hayreddin-i Remlî bu sözü Bahır üzerine yazdığı hâşiyelerde söylemiştir.
"Bizim kaidelerimiz
de bunu gerektirir, demiştir." Ben derim ki: Az yu-
karıda
üstadlarımızın üstadı Sâihânî'nin el yazısından naklettiğimiz bu hususta
açıktır. Üstadımızın incelemesi menkule uydu demektir.
"Sonra hadânenin
radâ gibi olduğunu izah etmiştir," Yani kadın ni-kâhlıysa veya iddet bekliyorsa
kendisine ücret verilmeyeceğini, böyle değilse çocuğun malı bulunduğu takdirde
kendisine onun malından ücret verileceğini, malı yoksa babasının yahut çocuğun
nafakasını veren kimsenin malından verileceğini anlatmıştır. Uzun uzadıya söz
ettikten sonra reyinin karar kıldığı hükmün hülasası budur. Bunun Sâihânî'den
naklettiğimiz ifadeyle te'yidkazandığını biliyorsun.
Ben derim ki: Bütün
bu sözler hadâne vazifesini teberru suretiyle yapacak bulunmadığına göredir.
Şayet bulunursa o kimse küçük çocuğun ya yabancısıdır ya değildir. Her iki
takdire göre çocuğun babası ya fakirdir ya değildir ve her iki takdire göre
çocuğun ya malı vardır ya yoktur. Çocuğa teberru suretiyle bakacak olan kimse
ona yabancı ise çocuk misil ücretiyle bakmak için akrabasına verilir. Velev ki
bu ücret çocuğun malından verilsin. Teberru suretiyle bakan çocuğun yabancısı
değilse baba fakir olduğu takdirde küçüğün malı olsun olmasın annesine: "Ya bu
çocuğa meccanen bakarsın yahut onu teberru suretiyle bakacak olan meselâ
halasına verirsin." denilir. Bu çocuğun malı varsa onu korumak için yapılır.
Babası zengin çocuğun da malı varsa hüküm yine budur. Bu takdirde ücret çocuğun
malından verilir. Babası zengin olur da küçüğün malı yoksa anne tercih edilir.
Velev ki ücret istesin. Bu çocuğun faydasınadır. Malına da bir zararı yoktur.
Hadânenin radâ gibi olması üzerine bu fakir bunu yazabilmiştir. Tamamı "El-İbâne
an ahzi'l-ücreti alel-Hadâne" adlı risalemizdedir.
METİN
Bundan sonra yani
anneden sonra -şayet anne ölür veya kabul etmezse yahut hakkını ıskat eder veya
ecnebî biriyle evlenirse- annenin annesi gelir. Daha yakının ehliyeti yoksa
yukarıya doğru çıksa da hak anneannenindir. Sonra babanın annesine sıra gelir.
Velev ki zikredilen şartla yukarıya doğru çıksın. Annenin babasının annesi ise
babanın annesinden sonra gelir. Hatta haladan da sonradır. Bahır. Ondan sonra
anne-baba bir kız kardeş, daha sonra anne bir kız kardeş gelir. Çünkü bu hak
anne akrabalığından ileri gelir. Sonra baba bir kız kardeş, sonra anne-baba bir
teyze, sonra anne bir teyze. sonra baba bir teyze, sonra baba bir kız kardeşin
kızı, sonra kardeş kızları, sonra halalar yine bu tertip üzere gelirler. Sonra
anne bir teyze, sonra baba bir teyze yine bu tertip üzere, sonra annelerin ve
babaların halaları bu tertip üzere gelirler. Sonra asabeler mirâs tertibine göre
gelirler ve evvela baba, sonra dede, sonra anne-baba bir kardeş; sonra baba bir
kardeş, sonra onun oğulları bu tertip üzere gelirler.
İZAH
"Veya kabul etmez
yahut hakkını ıskat ederse" Sözü cebir kullanılma-yacağına mebnîdir. Nitekim
gizli değildir. H. Bu hususta evvela söz geçti:
"Veya ecnebi
biriyle evlenirse" İfadesinden Bahır sahibinin sözü daha şümullüdür. O: "Yahut
hadâne için ehil değilse" demiştir. Çünkü onun sözünde kadının fâcire olması
veya itimada şâyân olmaması da dahildir.
"Daha yakının
ehliyeti yoksa" Sözü "Yukarı doğru çıksa da" ifadesinin kaydıdır. Çünküyakın
olanın ehliyeti varsa uzak kadın için hadâne hakkı yoktur.
"Zikredilen şart"
dan murad yakın olanın ehliyeti bulunmamasıdır.
"Bahır" Yani bunu
Hassaf'ın sözünden alarak Bahır sahibi nakletmiştir. Hassaf: "Annenin babasının
annesi annenin annesi tarafından akrabalığı mertebesinde değildir. Annenin
babası tarafından gelenler de öyledir." demiştir. Valvalciyye sahibi: "Çünkü bu
hak anne akrabalığından ileri gelir." ifadesini ziyade etmiştir. Bahır sahibi
diyor ki: "Bunun zâhirine bakılırsa annenin babasının annesi babanın annesinden
hatta teyzeden de sonra gelir. Bu fetva hadisesi olmuştur." Tahtâvî'nin beyanına
göre bunun vechi şudur: Anne bir kız kardeş ile teyzeler babanın annesinden
sonra gelirler. Bunlar annenin akrabası oldukları için annenin babasının
annesinden önce gelirlerse onlardan önce gelenler -yani babanın annesi-
evleviyetle önce gelir.
"Ondan sonra
anne-baba bir kız kardeş" Yani küçük çocuğun kız kardeşi gelir demek istiyor.
Çünkü baba akrabalığının muteber olan yerde -yani anne vasıtasiyle olan
nisbette- bir tesiri yoksa da tercihe yarar. İmam Züfer'in kavli buna
muhâliftir. O: "Anne bir kız kardeşle müşterek olur," demiştir. Bunu Zeylaî
söylemiştir.
"Sonra baba bir kız
kardeş gelir." Metin yazarları baba bir kız kardeşi teyzeden önce saymışlardır.
Çünkü onun akrabalık yakınlığını ve anne vasıtasiyle olan nisbetin -aynı
mertebede bulundukları vakit baba vasıtasiyle olan nisbetten yakınlıkça önce
geldiğini itibara almışlardır. Bahır sahibi: "Kitabü'n-Nikâh'ın rivâyeti budur.
Kitabü't-Talâk'ın rivâyetinde ise teyze evvel gelir. Çünkü o anne vasıtasıyla,
bu ise baba vasıtasiyle nisbet olunurlar." demiştir.
"Sonra anne-baba
bir kız kardeşin kızı, sonra anne bir kız kardeşin kızı gelir." Bunlar bütün
rivâyetlerin ittifakıyla teyzeden önce gelirler. Baba bir kız kardeşin kızı ise
bir rivâyette önce gelir. Sahih kavle göre teyze bunların ikisinden de önce
gelir. Nitekim Bahır ve Zeylaîden beyan edilmiştir.
"Sonra baba bir kız
kardeşin kızı gelir." Bu ifade bazı nüshalardan düşmüştür ki, münasib olan da
budur. Zira sahih olan bunun hilâfıdır. Hem ondan sonra gelene de muhâliftir.
"Sonra teyzeler"
Yani küçüğün teyzeleri gelir demek istiyor.
"Sonra baba bir kız
kardeşin kızı gelir." Ki, bildiğin gibi sahih olan da budur, Hâniyye'de dahi
açıklanmıştır.
"Sonra kardeş
kızları" Yani anne-baba bir kardeş kızı, sonra anne bir kardeş kızı,sonra baba
bir kardeş kızı gelir. Zâhir olan bu tertibdir. H. Zeylaî diyor ki: "Kız kardeş
kızları kardeş kızlarından evlâdır. Çünkü kız kardeşin hadâne hakkı vardır,
kardeşin yoktur. Binaenaleyh kız kardeş vasıtasiyle nisbet olunan önce gelir."
"Sonra halalar yine
bu tertip üzere gelirler." Yani anne-baba bir hala önce gelir. Ondan sonra anne
bir hala, ondan sonra baba bir hala gelir. Şârih teyze ve hala kızlarını
zikretmemiştir. Zira onların hakkı yoktur. Onlar mahrem değillerdir. Bahır.
İleride bu hususta söz gelecektir.
"Sonra annelerin ve
babaların halaları gelir." Teyzeler hakkında söy-lediklerine kıyasen annenin
halaları babanın halalarından önce gelir. Bu hakkın anne akrabalığından ileri
gelmesi de bunu ifade eder. Hâkim'in Kâfîsi'ndeki: "Anne tarafından gelen her
yakın, baba tarafından gelenden daha öncedir." sözü de bunu ifade eder.
"Bu tertip üzere
gelirler." Yani evvela anne-baba bir hala, sonra anne bir hala, sonra baba bir
hala gelir.
"Sonra asabeler"
Yani küçük çocuğun kadınlardan mahremi yoksa sıra asabeleri gelir. Bahır. Yahut
var da hadâne hakkı sâkıt olmuşsa hüküm yine budur. Çünkü o da yok hükmündedir.
Remlî.
"Sonra dede" Yanı
babanın babası velev ki yukarıya doğru çıksın demek istiyor. Bahır.
"Sonra onun
oğulları bu tertip üzere gelirler." Yani anne-baba bir kardeşin oğulları, sonra
baba bir kardeşin oğulları ve kezâ onların çocukları aşağı doğru bu tertip üzere
gelirler. Bahır.
METİN
Sonra amca, sonra
onun oğulları gelir. Hepsi bir arada bulunurlarsa evvela en ziyade takva sahibi
olanı, ondan sonra en yaşlısı gelir. İhtiyar. Fâsık, bunak ve şehvet çağına
gelmiş kız için güvenilemeyen amca oğlu müstesnadırlar. Asabe yoksa sıra
zevil-erhama gelir ve kız çocuğu anne bir kardeşine verilir. Sonra onun oğluna,
sonra anne bir amcasına, sonra anne-baba bir dayısına, sonra anne bir dayısına
sıra gelir. Burhan ve Aynî, Bahır. Hepsi musavî iseler çocuk en sâlih olanına,
sonra en ziyade takva sahibi olana, sonra yaşça en büyük olanlarına verilir.
Amca, hala dayı ve teyze çocukları için hadâne hakkı yoktur. Çünkü bunlar mahrem
değillerdir.
İZAH
"Sonra amca, sonra
onun oğulları gelir." Böyle demek gerekir. Çünkü Bahır ile Fetih'de: "Sonra
babasının anne-baba bir kardeşi amca, sonra baba bir kardeşi amca gelir."
denilmiştir. Bunların çocuklarına gelince: Küçük çocuk erkekse onlara verilir,
kız ise verilmez. Çünkü onlar mahrem değillerdir.
"Hepsi bir arada
bulunurlarsa" Meselâ iki tane amca bir arada bulunursa demek istiyor. T. Fakat
bu ifadeyi atmak ondan sonra gelen sözle yetinmek gerekir. Çünkü hepsine
şâmildir. H.
"Müstesnadırlar."
Yani bunlar asabelerden istisna edilirler. Bahır sahibi şöyle demiştir: "Küçük
çocuk fıtneden korunmak için fâsık asabeye ve mevle'l-atâkâya verilmez."
Bedâyı'da:. "Hatta kardeşler ve amcalar kız çocuğunun nefsi veya malı için
güvenilir değillerse onlara teslim edilmez. Hâkim güvenilir, âdil ve doğru bir
kadın arayarak bulûğa erinceye kadar kızı ona teslim eder." denilmiştir.
"Bunak" yerine bir
nüshada "mu'tik" (âzân eden) denilmiştir; Fetih'de: "Erkek çocuk mevle'l-atâkâya
verilir, Çünkü o asabelerin sonudur. Ama kız ona verilmez." denilmiştir.
Ben derim ki:
Mevle'l-atâkâ kadınsa kızın ona verilmesi, oğlanın ve-rilmemesi gerekir.
TENBİH: - Bedâyı'da
asabede din birliği şart koşulmuştur. Hatta Yahudi bir çocuğun biri Müslüman iki
kardeşi bulunursa çocuk Yahudi olana verilir. Çünkü asabesidir. Müslüman olana
verilmez.
"Şehvet çağına
gelmiş kız için güvenilemeyen amca oğlu müstesna-dır." Fakat kız şehvet çağına
gelmemişse meselâ bir yaşında ise verilmesine mâni yoktur. Çünkü fitne korkusu
yoktur. Kız şehvet çağına varmış fakat amcası oğlu güvenilir bir kimse ise yine
verilmesine mâni yoktur. Bunu inceleme suretiyle Bahır sahibi söylemiş ve
Tûhfe'nin şu ifadesiyle te'yid etmiştir: "Kızın amcası oğlundan başka kimsesi
yoksa mesele hâkimin reyine kalır. Onu daha elverişli görürse kızı kendisine
teslim eder. Aksi takdirde kız çocuğu emin bir kadına teslim edilir."
Ben derim ki:
Tûhfe'nin sözünü Bedâyı' şârihi şöyle ta'lil etmiştir: "Çünkü bu halde velî olma
hakkı onundur. O en münasib olanı yapar." Bu söz amca oğlunun mutlak surette
kızın hadânesinde hakkı olmadığı hususunda zâhirdir. Hâkim kızı ecnebi bir
kadına da verebilir. Velev ki amca oğlu güvenilir olsun. Bir yarar görürse bunu
yapar. Amca oğlunun hakkı olsa hâkimin seçme hakkı olmazdı. Remlî Bahır
sahibinin incelemesini bizim söylediğimize benzer sözlerle, bir de ulemanın:
"Amca oğlu mahrem değildir. Mahrem olmayanın hadâne hakkı yoktur." diye
yaptıkları talille reddetmiştir: "İhtimal bunun vechi şudur: Kız çocuğunun
hadânesi amca oğluna sâbit olsa şehvet çağına kadar onun yanında kalır da
fitneye düşerdi. Bunu aslından yok etmiştir." demiştir.
"Asabe yoksa
ilh..." Sözü asabelerın erkek zevi'l-erhamdan önce geldiğini ifade eder. Maksad
hak sahibi olan asabedir. Zira kız için amcası oğlu gibi hak sahibi olmazsa öyle
bir kimseye anne bir kardeş ve dayı gibiler tercih olunur. Nitekim Bedâyı sahibi
bunu açıklamıştır. Zevi'l-erhamdan murad mahrem olanlarıdır. Bu, hala ve teyze
oğlu gibilerden ihtiraz içindir. Nitekim gelecektir.
"Kız çocuğu anne
bir kardeşine verilir." Şârihin burada evvela anne tarafından dedeyi zikretmesi
gerekirdi. Hindiyye'de onun ana bir kardeşle dayıdan önce geldiği
kaydedilmiştir.
"Sonra anne bir
amcasına sıra gelir." Burhan'dan naklen Şürunbulâ-liyye'de ve kezâFetih'de:
"Sonra baba bir, sonra anne bir amcaya sıra gelir." denilmiştir.
"Burhan ve Aynî,
Bahır." Bazı nüshalarda böyle denilmiştir. Bazılarında ise Bahır kelimesi
düşmüştür. Evlâ olan da odur. Çünkü Bahır sahibi bu sözü Burhan ile Aynî'ye
nisbet etmemiştir.
"Hepsi müsavi
iseler" Meselâ hepsi anne-baba bir kardeş iseler demek istiyor.
"Amca çocukları
ilh..." Yerine amca kızları demesi gerekirdi. Çünkü çocuk kelimesi erkeğe kadına
şâmildir. Yukarıda gördük ki, amca oğlunun erkek çocuğunda hakkı var, kız
çocuğunda yoktur. Şehvet çağına ermiş kızla ermemiş arasındaki farka gelince:
Bunun söz götürdüğünü gördün. Bahır'da şöyle denilmektedir: "Hala ve teyze
kızlarının hakkı yoktur. Çünkü onlar mahrem değillerdir. Amca kızlarıyla dayı
kızları dahi evleviyetle böyledir. Bir çok kitablarda böyle denilmiştir."
Evleviyetin vechi şudur: Hala ile teyze amca ve dayıdan önce gelmektedirler.
Halbuki kızlarının hakkı yoktur. Bu amca kızının, dayı kızının kız çocuğu
üzerinde bir hadâne hakkı olmamasını, hala oğlunun dahi oğlan çocuğun üzerinde
hadâne hakkı olmamasını gerektirir. Bu tafsilâtı burada amca oğlunda da yürütmek
icab eder. Ama ben bundan bahseden görmedim. Bana küçük bir çocuğun annesinin
babasıyla hala kızının hükmü soruldu. Şübhesiz hadane dedenindir. Nitekim
Hindiyye'den naklettiğimiz ifadeden biliyorsun. Fakat küçük çocuk kız ise hala
kızının kız çocuğu üzerinde hakkı vardır dersek onu annenin babası dededen üstün
tutmamız gerekir. Çünkü kadınlar daha beceriklidirler. Lâkin bu Hindiyye'den
naklettiğimize muhâliftir. Düşünülmelidir!
METİN
Zimmî olan hâdine
(çocuk bakıcı) velev mecûsiyye olsun çocuk dini anlamadıkça Müslüman kadın
gibidir. Bunu yedi yaşla sınırlandırmak gerekir. Çünkü çocuğun o zaman Müslüman
olması sahihtir. Nehir. Yahut çocuğun küfre alışmasından korkuluncaya kadar
zimmîyyenin yanında bırakılır. O yaşa vardığında ise dini akıl etmese bile
zimmîyyeden alınır. Bahır. Hâdine küçüğün mahremi olmayan biriyle evlenirse
hakkı sâkıt olur Çocuğa buğz edenlerle beraber yaşaması dahi böyledir. Zira
Kınye'de şöyle denilmiştir: "Anne başka bir adamla evlenir de çocuğu anneannesi
üvey babanın evinde tutarsa babanın çocuğu almaya hakkı vardır." Bahır'da da şu
ibâre vardır: "Çocuğu hala ve benzeri bir kimse kendisi bekâr olduğu halde
ecnebî birinin evinde tutarsa hükmün ne olacağında tereddüt etmiştim. Zâhire
bakılırsa yukarıda geçene kıyasen hakkı sakıt olur. Lâkin Nehirde: Zâhire göre
sâkıt olmaz. Çünkü annenin kocasıyla ecnebî orasında açık fark vardır,
denilmiştir. Nehir sahibi amca oğlu gibi yalnız zirahim olan kimse ecnebî
gibidir, demiştir."
İZAH
"Zimmî olan hâdine"
Sözüyle musannıf Kenz'deki anne kaydının tesadüfî olduğuna işaretetmiştir.
Yalnız anne değil çocuk bakan her zimmîyye böyledir. Nitekim Hızânetü'l-Ekmel'de
açıklanmıştır. Bahır.
"Velev mecûsiyye
olsun." Meselâ kocası Müslüman olmuş karısı olmamış bulunsun.
"Yedi yaşla"
Sınırlandırmanın faydası kız çocuğunda zâhir olur. Çünkü erkek çocuğun hadânesi
yedi yaşında sona erer. Hamevî.
"Küfre alışmasından
korkuluncaya kadar" Sözünü Hidâye sahibi ziyade etmiştir. Zâhire göre çocuğun
küfre alışmasından korkulursa dine aklı ermese bile kadından alınır. Bahır.
Tahtâvî diyor ki: "Ulema küfre alışan çocuk için misâl göstermemişlerdir.
Zâhirine bakılırsa bunu sebebiyle tefsir etmelidir. Meselâ çocuğu kendi
mâbedlerine götürmek gibi şeyler onu küfre alıştırır." Fetih'de: "Zimmîyye,
çocuğa şarab içirmekten, domuz eti yedirmekten men edilir. Bunları yapacağından
korkulursa çocuk Müslüman kimselere verilir." denilmiştir. Bahır'da: "Kadından
alınmaz, ama Müslüman kimseler arasına katılır." denilmişse de cümle kusurludur.
Zâhire bakılırsa alınmaz sözü fazladır. Aksi halde cümle çelişkili olur.
"Küçüğün mahremi
olmayan biriyle evlenirse" Onunla cimada bulunsun bulunmasın hakkı sâkıt olur.
Musannıfın burada neseben mahremi olmayan biriyle demesi gerekirdi. Çünkü
radâ'an mahremi hadâne hakkının sukutu hususunda ecnebî gibidir. Remlî.
Ben derim ki: Şöyle
demek gerekir: Çocuğun iki amca oğlundan başka kimsesi yoksa annesi onlardan
biriyle evlendiği takdirde hadâne hakkı sâkıt olmaz. Çünkü öteki de onun gibi
ecnebîdir. Çocuğu ona vermekde bir fayda yoktur. Annesinin yanında bırakmak daha
iyidir.
"Babanın çocuğu
almaya hakkı vardır." Yani kadının meskeni yoksa çocuğun babasından mesken
istediği takdirde çocuğu babası alabilir. Zira hadâne meselesinde mesken babaya
aiddir. Nitekim geçmişti.
"Açık fark vardır
ilh..." Bu tabiri Hayreddin-i Remlî dahi zâhir bulmuştur. Zira ulema: "Annenin
ecnebî olan kocası çocuğa az yedirir, kötü nazarla bakar. Hâdineye ecnebî olan
bir erkekde bu yoktur." demişlerdir. Tahtâvî diyor ki: "Bu farktan zihnimde bir
gıcık kaldı. Zira üvey baba böyle olursa ecnebî evleviyetle böyledir. Nitekim
müşahede edilen bir şeydir."
Ben derim ki: En
doğrusu tafsilât vermektir. Şöyle ki: Çocuğa bakan kadın yemeğini yalnız yer,
oğlu da yanında bulunursa onun hakkı vardır. Çünkü ecnebînin, ne ona ne oğluna
bir şey yapacağı yoktur. Ama çocuk bu ecnebînin çocukları arasında bulunursa
yahut annesi onun karısı ise iş değişir. Biliyorsun ki hadâne hakkının bununla
sukut etmesi küçük çocuktan zararı def etmek içindir. Binaenaleyh fetva verenin
basiret sahibi olması gerekir. Tâ ki çocuk için en yararlı olana dikkat etsin.
Zira çocuğun kendisine buğz eden yakını olabilir. Onun ölmesini ister. Üvey
babası ise çocuğa karşı şefkatli olup onu yanından ayırmaya kıyamayabilir. Hal
böyle iken çocuğun yakını ona ve annesine eziyet etmek yahut nafakasını yemek
gibi bir sebeble çocuğu almak isteyebilir. Bu yakının karısı çocuğa üvey
babasından kat kat fazla eziyet edebilir. Yakının çocukları olursa terbiye
ettiği kız çocuğu hakkında onların fitnesinden korkulur. Müftî veya hâkim bu
söylenenlerden bir şey bilirse çocuğu annesinden alması helâl olmaz. Çünkü
hadâne işi çocuğun faydasına istinad eder. Bedâyı'dan naklen geçmişti ki,
kardeşlerle amcalar kız çocuğunun nefsi veya malı hakkında güvenilir kişiler
değillerse kız onlara teslim edilmez. İddet babında da Fetih'den naklen arz
etmiştik ki, müftîye düşen olaylara dikkat etmektir.
"Ecnebi gibidir
demiştir." Bu sözün aslı Bahır sahibine aiddir. O şöyle demiştir: "Mahrem
olmayan sözünde amca oğlu gibi mahrem olmayan zîrahim de dahildir. Burada o
ecnebî gibidir." Yani kadın onunla evlenirse hakkı sâkıt olur. Fakat sen
biliyorsun ki, bu hadâne için ondan daha yakın biri bulunduğuna göre farz
edilmiştir. Bulunmazsa çocuk da erkek ise annesinin yanında kalır. Şehvet çağına
varmayan kız çocuğu da öyledir. Yahut Bahır sahibinin incelediği vecihle amca
oğlu güvenilir bir kişi ise çocuk yine ona verilir.
METİN
Karı-koca talâk-ı
bâinle birbirlerinden ayrılırlarsa hadâne hakkı avdet eder. Çünkü mâni
kalmamıştır. Kocasını nefy hususunda söz kadınındır. Boşaması hususunda dahi
kadın kocasını mübhem söylerse hüküm budur. Tâyin ederse iş değişir. Hâdine
olsun başka kadın olsun oğlan çocuğu kadınlardan müstağnî oluncaya kadar çocuğa
bakmaya daha haklıdır. Bu yedi yaşla takdir edilmiştir. Fetva bununla verilir.
Zira ekseriyetle görülen budur. Karı-koca çocuğun yanında ihtilâf ederlerse
bakılır: Çocuk kendi kendine yer içer, giyinir ve taharetlenirse babasına
verilir. Velev ki cebren olsun. Aksi takdirde ona verilmez. Anne ve nine
-anneanne veya babaanne- küçük kız hayzını görünceye kadar yani zâhir rivâyete
göre bulûğa erinceye kadar ona bakmaya daha haklıdırlar. Karı-koca küçük kızın
hayız görüp görmediğinde ihtilâf ederlerse söz annenindir. Bunu in-celeme
suretiyle Bahır sahibi söylemiştir.
Ben derim ki: Kızın
yaşını hakem yapmak ve gâlibe göre amel etmek gerekir. İmam Mâlik'e göre hadâne
hakkı oğlan bulûğa erinceye ve kız evlenip cima edinceye kadar devam eder. Aynî.
Anne ile neneden başkaları küçük kız şehvet çağına erinceye kadar hadâneye daha
haklıdırlar. Bu dokuz yaşla takdir edilir. Fetva bununla verilir. On bir yaşında
bir kız bil ittifak şehvet çağına ermiştir. Zeylaî.
İZAH
"Talâk-ı bâinle
ayrılırlarsa hadâne hakkı avdet eder." Fakat talâk-ı ric'î ile ayrılırlarsa
mutlakaiddetin bitmesi gerekir. Nehir. Bu sözün muktezası talâk-ı bâinde iddet
bitmeden avdet etmesidir. Halbuki kadın kocasının evinde iddet bekler. Bunun
vechi kadının üzerindeki hâkimiyetinin kalkması olsa gerektir. Onun yanında
çocuğa bir zarar yoktur. Bu da yukarıda arz ettiğimiz tafsilâtı te'yid eder.
Dürr-ü Müntekâ sahibi şöyle demiştir: "Kezâ hadâne hakkı delirmek ve dinden
dönmekle sâkıt olur da sonra mâni ortadan kalkarsa avdet eder. Bunu Avni ve
başkaları söylemişlerdir. Mâni zâil olunca hak avdet eder dese daha güzel
olurdu.
"Çünkü mâni
kalmamıştır." Yani bu sakıt olan hak kabîlinden değildir. Onun için sâkıt olan
hak avdet etmez denilemez. Ulemanın: "Kadının hakkı sâkıt olur." sözlerinin
mânâsı hakkına bir mâni bulunur demektir. Nitekim "Geçimsizlik sebebiyle nafaka
sakıt olur; delirmekle velâyet hakkı sâkıt olur, sonra bunlar ortadan kalkınca
tekrar avdet eder." demeleri de bu kabîldendir. Bunu Nehir sahibi söylemiştir.
Burada şöyle denilebilir:
Sâkıt olan hak geri
dönmüş değil sebebi bulunduğu için yeni bir hak avdet etmiştir. Şufanın sukutu
bunun hilâfınadır. Çünkü evvelce de geçtiği vecihle o tek bir haktır.
"Söz kadınındır
ilh..." Yani kocası onunla evlendiğini iddia eder kadın inkârda bulunursa söz
kadınındır. Kadın evlenmeyi ikrar eder de boşandığını iddiada bulunursa
kocasının kim olduğunu tâyin etmediği takdirde söz kadınındır. Tâyin ederse
kadının değildir. Her iki vecihde de sözün yeminle beraber olması gerekir.
Nehir. Farkın vechi şudur: Kadın boşayan kocasını tâyin edince şeriat kocasının
tasdiki olmaksızın evliliği ibtal etmiştir. Artık kadının sözü asla kabul
olunmaz.
"Kadınlardan
müstağni oluncaya kadar..." Bu yalnız başına yeyip içmek ve taharetlenmekle
olur. Taharetten murad yardımcıya hâcet kalmadan suyla temizlenmektir.
"Yedi yaşla takdir
edilmiştir." Ki bu da birinciye yakın, hatta onun aynıdır. Çünkü yedi yaşına
girince çocuk kendi kendine taharetlenmeye başlar. Görmüyor musun Rasûlüllah
(S.A.V.): "Çocuklarınıza yedi yaşına vardıklarında namazı emredin." buyurmuştur.
Namaz emri ancak taharetlenmeye kudreti olana verilir. Zeylaî.
"Fetva bununla
verilir." Bazıları dokuz sene olduğunu söylemişlerdir.
"Ekseriyetle
görülen" Yani bu yaşta ekseriyetle görülen kadınlardan müstağnî olmalarıdır.
"Kendi kendine yer
içer ilh..." İfadesi gösteriyor ki, hâkim karı-kocadan birine yemin ettirmez.
Sadece zikredilen hususa bakar. Nitekim Zahîriyye'den naklen Bahır'da böyle
denilmiştir. Vechi şudur: Yemin nüku (yani ondan çekinmek) içindir. Karı-kocadan
hiç biri çocuğun yedi yaşından önce annesinin, ondan sonra babasının yanında
kalma hakkını ibtal edemez.
"Velev ki cebren
olsun." Yani çocuk kendi işlerini kendi görmeye başladıktan sonra babası onu
almazsa almak için zorlanır. Nitekim Mültekâ' da da böyle denilmiştir. Feth'in
ibâresi ise: "Çocuk annesinden müstağnî olduktan sonra babası onu almaya
zorlanır. Çünkü nafakası, koruması bilicma kendine aiddir." şeklindedir. Mecma
şerhinde şöyle ifade edilmiştir: "Çocuk hizmetten müstağnî kalınca baba veya
vasî yahut velî onu almaya mecbur edilir. Çünkü ta'lim ve terbiyesine babası
daha muktedirdir. Hulâsa ve diğer kitabların ifadesi de şöyledir: "Oğlan
müstağnî kaldığı, kız da bulûğa erdiği vakit asabeye verilmeleri evlâ olur. En
yakından başlayarak sıra tâkib edilir. Kız çocuğunun hadânesinde amca oğlunun
hakkı yoktur."
Ben derim ki: Şimdi
şu kaldı: Hadâne müddeti sona erer de çocuğun asabesi veya vasîsi bulunmazsa
zâhire göre hâdinenin (bakıcı kadının) yanında bırakılır. Meğerki hâkim ondan
başkasını evlâ görsün. Allahu a'lem.
"Aksi takdirde"
Yani bu dört şeyden hiç birini yahut bazılarını kendi başına yapamazsa çocuk
babasına verilmez. T. "Nene" Yukarıya doğru çıksa bile demek istiyor.
"Bulûğa erinceye
kadar ona bakmaya daha haklıdırlar." Kızın bulûğa ermesi ya hayız görmek veya
menîsi gelmekle yahut yaşla olur. T. Bahır sahibi diyor ki: "Çünkü kız müstağnî
kaldıktan sonra kadınların adâbını öğrenmeye muhtaç olur. Bu işi kadın daha iyi
becerir. Bulûğa erdikten sonra korumaya muhtaç kalır. Bu iş için de baba daha
kuvvetli ve daha münasibdir."
"Zâhir rivâyete
göre" Mukabili aşağıda gelen İmam Muhammed kavlidir.
"Söz annenindir."
Çünkü baba kızın hakkının sâkıt olduğunu iddia et-mektedir. Bahır.
"Ben derim ki
ilh..." İfadesi Nehir sahibine aiddir. şöyle demiştir: "Ben derim ki: Kızın
yaşına bakmak gerekir. Ekseriyetle kızların hayız gördüğü yaşa varmışsa söz
babanın, varmamışsa annenindir." Müracaat edilmesi gereken küçük kızdır. Şayet
ihtimalli bir yaşta bulûğa erdiğini iddia ederse tasdik edilir. Nitekim sair
hükümlerde bu açıklanmıştır. Bunu Rahmetî söylemiştir.
"Bil ittifak şehvet
çağına ermiştir." Hatta Minah'ın nikâhı haram kadınlar bahsinde: Dokuz yaşında
veya daha büyük bir kız bil ittifak şehvet çağına ermiştir. denilmektedir.
Sâihâni.
METİN
İmam Muhammed'den
bir rivâyete göre hüküm anne ile nenede dahi böyledir. Fesad çok olduğu için
bununla fetva verilir. Zeylai. Bu sözüyle musannıf ifade ediyor ki, kız çocuğu
erkeklerin işine yaramadıkça evlense bile hadâne hakkı sâkıt olmaz. Ancak Ebû
Yusuf'tan bir rivayete göre mahabbete yararsa hadâne hakkı sâkıt olur, Nitekim
Kınye'de beyan edilmiştir. Zahîriyye'de şöyle denilmektedir: "Bir kadın birine
bu çocuk benim kızımdan doğan oğlundur. Annesi öldü. Onun için çocuğun
nafakasını bana ver der de o kimse: Doğru söyledin, Ama annesi ölmedi, benim
evimdedir cevabını verir ve çocuğu almak isterse, hüküm çocuğun annesini
öğrenerek huzuruna getirmedikçe ona çocuk teslim etmez veçocuğu annesi alır.
Çünkü bu kadının çocuğun ninesi ve bakıcısı olduğunu ikrar etmiş, sonra
başkasının daha haklı olduğunu iddiada bulunmuştur. Bu ihtimallidir. Baba bir
kadın getirir de: Bu senin kızındır. Bu çocuk da benim ondan doğan oğlum derse;
nine ise: Hayır, bu benim kızım değildir. Bu çocuğun annesi olan kızım ölmüştür,
cevabını verirse söz o adamla yanındaki kadınındır. Çocuk onlara verilir. Çünkü
firâş onlarındır. Çocuk da onların olur. Nasıl ki karı-kocanın aralarında bir
çocuk bulunur da koca bu çocuğun başka kadından doğma oğlu olduğunu iddia eder,
kadınsa aksini iddia ederek o benim oğlumdur, ama bu adamdan değil derse,
çocuğun o karı-kocanın oğlu olduğuna hükmedilir. Çünkü firâş onlarındır. Kezâ
nine "Bu çocuk benim ölen kızımdan doğma oğlumdur" der de baba: Hayır,
başkasındandır cevabını verirse söz babanındır ve çocuğu o kadından alır. Kezâ
bir kadın getirerek benim oğlum bundandır, senin kızından değildir der de nene
kendisini yalanlar, kadın da neneyi tasdikda bulunursa baba çocuğu almaya daha
haklıdır. Çünkü bu çocuk benim şu kadından doğma oğlumdur deyince o kadının
çocuğunun ninesi olduğunu inkâr etmiştir. Binaenaleyh onun hadâne hakkını da
inkâr etmiş olur. Getirdiği kadınsa ona hakkı ikrar etmiştir. Zahîriyye'nin sözü
kısaltılmış olarak burada biter. Bize göre çocuk için mutlak surette yani erkek
olsun kız olsun muhayyerlik yoktur. Şâfiî buna muhâliftir
Ben derim ki: Bu
bulûğa ermedendir. Bulûğa erdikten sonra çocuk anneyle babası arasında muhayyer
bırakılır. Yalnız başına kalmak isterse buna da hakkı vardır. Bunu Münye'ye
nisbet ederek Müeyyedzâde söylemiştir. Musannıf bunu şöyle ifade etmiştir "Kız
kadınlık çağına ererse bakire olduğu takdirde baba onu yanına alır. Ancak
yaşlanır da bir fikir sahibi olursa kendisi için bir korku bulunmamak şartıyla
dilediği yerde yaşar.
İZAH
"Anne ile nenede
dahi böyledir." Yani şehvet çağına erinceye hadâne hakkı onlarındır.
"Bununla fetva
verilir." Bahır sahibi bu kavlin sahih kabul edildiğini naklettikten sonra:
"Hâsılı fetva zâhir rivâyetin hilâfınadır." demiştir.
"Bu sözüyle
musannıf" Yani şehvet çağına erinceye kadar sözüyle demek istiyor.
"Erkeklerin işine
yaramadıkça hadâne hakkı sâkıt olmaz." Fakat er-keklerin işine yararsa sâkıt
olur. Nafakalar bahsinin başında görüleceği vecihle ferçten başka bir uzvuna
cima için şehvet çağına eren kıza nafakasını vermek lâzım gelir. Hizmete veya
elinde tuttuğu takdirde mahabbete yararsa İmam Ebû Yusuf'a göre hüküm yine
budur. Tûhfe sahibi bunu ihtiyar etmiştir. Muktezası şudur: Erkeklerin işine
yaraması fercten başka bir yerine cima etmekle kâfidir. Onun için nafakasını
vermesi lâzım gelir. Sadece hizmet ve mahabbete yaraması bunun hilâfınadır. O
zaman nafakası lâzım gelmez, Meğerki kocası buna razı olsun veya kızı evinde
tutsun.
"Ancak Ebû
Yusuf'tan bir rivâyete göre ilh..." Sözüyle şârih bu rivâyetin zayıf olduğuna
işaret etmektedir. Zâhirine bakılırsa kız bulûğa ermeden erkeklerin işine yarar
da babası onu evlendirirse annesi için bil ittifak hadâne hakkı yoktur. Ama bu
müftâbih kavle göre zâhirdir. Zâhir rivâyete göre "Hayzını görünceye kadar"
ifadesinden anlaşılmaz. Onun için de evlenmemişse diye kayıd koymaya hâcet
yoktur.
"Çünkü firâş
onlarındır." Zira nikâh birbirlerini tasdik etmekle sâbit olur.
"Kezâ nine" Demesi
kadın kendisini nine olarak takdim ettiği içindir.
"Baba: Hayır,
başkasındandır cevabını verirse" Yani sana ecnebî sa-yılan başka karımdan doğdu
derse ki, bu meseleyle ilk mesele arasında fark budur. Çocuk bu karı-kocanındır
diye hüküm verilir. Birinci meselede ise çocuğun onun kızından doğduğunu ve
kendisinin neneliğini itiraf etmişti.
"Nene kendisini
yalanlar" da: Bu kadın onun annesi değildir. Onun annesi benim kızımdır derse,
"Kadın da neneyi tasdikte bulunursa" yani: Doğru söyledin. Ben bu çocuğun annesi
değilim. Bu adam yalan söyledi. Ama ben onun karısıyım derse, baba çocuğu almaya
daha haklıdır. Zahîriyye.
"Bize göre çocuk
için muhayyerlik yoktur." Yani çocuk anneden alı-nacak yaşa geldiğinde onu
babası alır. Küçük için muhayyerlik yoktur, Zira aklı ermediği için kimin
yanında oynayabilecekse onu seçer. Sahih rivayetle sâbit olmuştur ki, ashab-ı
kirâm küçüklere muhayyerlik vermemişlerdir. Gerçi Peygamber (S.A'V.)'in çocuğu
muhayyer bıraktığını bildiren bir hadîsi vardır. Fakat: "Allahım! Bu çocuğa
yolunu göster." diye dûa buyurmuş, onun dûası bereketiyle çocuk kendisi için
daha elverişli olanı seçmiştir. Tamamı Fetih'dedir.
"Kız kadınlık
çağına ererse" Yani kadınlar neyle bulûğa ererlerse o da onunla meselâ hayız ve
benzeriyle kadınlık çağına ererse demektir. Musannıf bu cümleyi atsa sözü daha
açık olurdu.
"Baba onu yanına
alır." Yani kız genç ise kendisine bir fesadlık ya-pılacağından korkmasa bile
onu yanına alır. Bahır. Baba lafzı kayıd değildir. Çünkü baba bulunmadığı vakit
emin olmak şartıyla kardeş ve amca da böyledir. Kardeşle amca güvenilir kişiler
değillerse hâkim güvenilir ve Müslüman bir kadın bularak kızı ona teslim eder.
Nitekim Hâkim'in Kâfîsi'nde beyan edilmiştir.
METİN
Dul ise onu yanına
almaz. Meğerki kız canından emin olmasın. O zaman babayla dedenin yanlarına
almaya hakları vardır. Başkalarının buna hakkı yoktur. Nitekim ibtida halinde de
böyledir. Bunu Bahır sahibi Zahîriyye'den nakletmiştir. Oğlanın aklı ermeye
başlayıp reyinde kimseye muhtaç olmazsa baba onu yanına alamaz. Meğerki canından
emin olmasın. Ozaman fitne veya rezaleti defy ve bir kabahat işlerse terbiye
için onu yanına alabilir. Babaya nafaka da vacib değildir. Teberru olarak
verirse ne âlâ! Bahır. Bu zikredilen hususatta dede de baba gibidir. Küçük kızın
babası ve dedesi yok da kardeşi veya amcası varsa fesadçı olmamak şartiyle kızı
yanına alabilir. Fesadçı olursa buna müsaade edilmez. Kıza zîrahmi mahrem olan
her asabenin hükmü de böyledir. Babası, dedesi ve onlardan başka asabeleri
bulunmazsa yahut asabeleri bulunur da fesadçı olurlarsa kız hakkında iş hâkime
düşer. Kız güvenilir cinstense onun yalnız başına bir evde oturmasına müsaade
eder. Aksi takdirde onu koruyabilecek emin bir kadının yanına koyar. Bu hususta
bâkire ile dul arasında fark yoktur. Çünkü hâkim Müslümanların işine bakmak için
tâyin edilmiştir. Bunu Aynî ve başkası söylemiştir.
İZAH
"Başkalarının buna
hakkı yoktur." Fark şudur: Babayla dedenin kızı ibtidaen yanlarına almaya
hakları vardır. Binaenaleyh hayat emniyeti yoksa onu kendi yanlarına iade
etmeleri de câizdir. Başkalarının ise kızı ibtidaen yanlarına almaya hakları
yoktur. O halde iadeye de hakları yoktur. Bunu Zahîriyye'den naklen Bahır sahibi
söylemiştir.
Ben derim ki: Bu
söz götürür. Zira metinlerin açıkladığına göre hadâne için kadın bulunmazsa bu
hak tertib üzere asabelerinin olur. Bunda da babayla dededen başkasına yanına
alma hakkı vardır. Meğerki onlardan başkaları sözüyle amca oğlu ve mevle'l-atâkâ
gibi mahrem olmayan asabeleri kasdetmiş olsun. Zira böylelerine kız teslim
edilmez. Nitekim geçmişti. Feth'in ibâresi şöyledir: "Meğerki kız kendine
güvenilir takımından olmasın. O zaman baba onu kendi yanına alabilir. Kezâ
fesadçı olmamak şartiyle kardeşle amcaya da bu hak sâbittir. Fesadçı iseler o
zaman hâkim kızı güvenilir bir kadının yanına koyar." Zeylaî buna: "Kızın
zîrahmi mahremi olan her asabe hakkında da hüküm budur." cümlesini ilave
etmiştir. Sonradan musannıfın tuttuğu yol da budur.
"Oğlanın aklı
ermeye başlarsa ilh..." Musannıfa düşen işe ya oğlan meselesiyle başlamak yahut
onu sona bırakmaktı. Çünkü bu meselenin evveli ve ahiri kız hakkındadır. Sonra
oğlandan murad bulûğa eren gençtir. Çünkü sözümüz bulûğa erdikten sonrası
hakkındadır. Zeylaî'nin ibâresi şöyledir: "Sonra oğlan aklı başında olarak
bulûğa ererse yalnız yaşayabilir. Meğerki fesadçı olup da hayatından korkulsun."
Zeylaî. "Aklı başında olarak" demekle bunaktan ihtiraz etmiştir. Cevhere'de
şöyle denilmiştir: "Bir kimse bunamış olarak bulûğa ererse gerek oğlan gerekse
kız olsun annesinin yanına verilir." Fetih'de: "Bunak muhayyer bırakılmaz. O
annesinin yanında olur." denilmiştir. Bahır sahibi Feth'in ibâresini
naklettikten sonra şunları söylemiştir: "Hem bunun çocuk muhayyer bırakılır
diyenlere göre olması gerekir. Bize göre ise bunak zikredilen yaşa varınca yani
annesinden alındığı yaşa varıncababasına verilir." Nehir sahibi de ona uymuştur.
Kaidelere uygun olan da budur.
"Onu yanına
alabilir." Yani babanın çocuğu yanına almaya hakkı vardır. Zâhire bakılırsa dede
dahi öyledir. Hatta kardeş ve amca gibi asabeleri de öyledir. Ben bunu açık
söyleyen görmedim. İhtimal ulema: "Hâkim ona günâh işleme imkânı vermez." sözüne
itimad etmişlerdir. Bu bizim zamanımızda olacak iş değildir. Binaenaleyh
akrabasından kendilerine güvenilen ve çocuğu koruyabilecek olan herkes çocuğu
yanına alabilir diye fetva vermek teayyün eder. Çünkü münkeri defetmek buna
kâdir olan herkese vâcibdir. Bahusus bundan dolayı ayıplanacak olan kişilere
mutlaka vâcibdir. Bu da en büyük sıle-i rahimdendir. Şeriat sıle-i rahmi ve
mümkün olduğu kadar kötülüğün def'ini emretmiştir. Teâlâ Hazretleri: "Hiç
şübhesiz Allah adâlet, ihsan ve yakınlara yardımı emreder. Kötülüklerden,
münkerattan ve zulümden de nehy eder. Olur ki aklınızı başınıza alırsınız."
buyurmaktadır. Sonra Remlî'nin Bahır haşiyesinde gördüm ki bundan inceleme
suretiyle bahsetmiş ve ben bunu bir yerde görmedim demiş; sonra: "Bu husustaki
nakli gördüm. Minhâc, Hulâsa ve Tatarhâniyye'de mevcuddur." demiş. Onlarda
mevcud olan ibâre şudur: "Çocuğun babası yoksa, hadâne zamanı da geçmişse başka
asabelerin alması evlâdır. Asabelerin en yakınından başlanarak tertib üzere
verilir. Ancak kız mahreminden başkasına verilemez.
Ben derim ki: Bizim
sözümüz bulûğa eren oğlan hakkındadır. Onun naklettiği ise bulûğdan önceye
aiddir. Onun için de güvenilir olup olmaması hususundaki tafsilâttan
bahsetmemiştîr.
"Bu zikredilen
hususatta" Yani bâkire, dul, oğlan ve terbiye hükümlerinde demek istiyor. T.
"Küçük kızı babası
ve dedesi yoksa ilh..." Bildiğin gibi dul da böyledir. Yukarıda Zahîriyye'den
nakledilen bunun hilâfınadır. Musannıf bunu ileride: "Bu hususta dulla bakirenin
arasında fark yoktur." diyerek açıklayacaktır.
T E N B İ H :
Bulûğa eren çocuk hakkında musannıfın söylediklerinin hülasası şudur: Çocuk
bâkire, yaşlı veya dul, güvenilir yahut bunlar tipinde oğlan olursa kendisine
muhayyerlik vardır. Bâkire olup genç veya dul yahut güvenilmeyen oğlansa
böylelerine muhayyerlik yoktur. Onları baba yanına alır.
METİN
Erkek çocuklar
kazanacak yaşa vardıklarında baba onları kazanç getirecek bir işe yahut ücretle
çırak verir. Nafakalarını da ücretlerinden çıkarır. Kızlar bunun hilâfınadır.
Baba müsrif ise oğlunun kazancını emin bir kimseye verir. Nitekim sair milklerde
de böyledir. Bunu Hulâsa'ya nisbet ederek Müeyyedzade söylemiştir.
Talâk-ı bâinle
boşanan bir kadın iddetini bitirdikten sonra çocuğunu alıp uzak mesafeli bir
yere götüremez. Şayet iki belde arasındaki mesafe aynı günde çocuğunu görüp
evinedönmeye müsaid ise mutlak surette bundan men edilmez. Çünkü bu bir
mahalleden başka mahalleye gitmek gibidir. Şümunnî. Ancak köyden kasabaya
gitmesi bundan müstesnadır. Bunun aksi câiz değildir. Çünkü çocuk köy ahlâkını
kapar. Meğerki vardığı yer kadının vatanı olup orda nikâh edilmiş bulunsun. Yani
kocası nikâhını kadının vatanında kıymışsa, esah kavle göre velev ki köy olsun
gidebilir. Ancak dar-ı harbe gidemez. Meğerki karı-koca pasaportlu olsunlar.
İZAH
"Erkek çocuklar
kazanacak yaşa vardıklarında" Yani erkeklerin yaşına varmadan önce demek
istiyor. Çünkü o yaştan sonra kazanç için çocukları babası zorlayamaz.
"Kızlar bunun
hilâfınadır." Baba onları hiç bir iş veya hizmete kirala-yamaz. Tatarhâniyye.
Çünkü kiralayan şahıs kızla baş başa kalır. Şeriatta bu iş çirkin bir şeydir.
Zahîre. Bu şunu ifade eder ki, babası kızı terzilik veya nakış gibi bir sanat
öğrenmek için bir kadının yanına verebilir. Bunda bir mahzur yoktur. Tamamı
nafakalar bahsinde gelecektir.
"Nitekim sair
milklerde de böyledir." Murad çocukların milkleridir. Tatarhâniyye. Yani baba
müsrif ise hâkim çocukların mallarını korumak için bir vasî tâyin eder.
"Talâk-ı bainle
boşanan bir kadın"ın hükmü musannıfın dediği gibidir. Talâk-ı ric'î ile
boşananın hükmüne gelince: O nikâhlı kadın gibidir. Dışarı çıkamaz. Çünkü mesken
hakkı kocanındır. İddet bekleyen kadın ise iddeti bitmeden mutlak surette dışarı
çıkabilir. Bahır. Zâhire bakılırsa kocası ölen kadın da bu hususta boşanan
gibidir. Velîlerin izni olmaksızın dışarı çıkmaya hakkı yoktur. Zira velîleri
babası yerinedir. Çocuğa zarar veren bir şey için çıkamayacağı da zâhirdir.
Remlî. Burada "ölüm îddeti bekleyen kadın gündüzleri ve gecenin bir kısmında
çıkabilir." diye itiraz edilemez. Çünkü burada maksad başka beldeye taşınmaktır.
İddeti içinde kadının buna hakkı yoktur. iddeti bittikten sonra ne hüküm
verileceğini ise görmedim. Remlî'nin: "Çünkü velîler baba yerini tutar." sözü
iddet bittikten sonra dahi çıkamayacağını ifade eder. Lâkin üstadlarımızın
üstadı Molla Ali Türkmânî'ye bir yetim meselesi sorulmuş: Annesinin terbiyesinde
bulunan bir çocuk babasının babası varken annesi onu evlendiği beldeden başka
beldeye götürmek istiyor. Dedesi buna mâni olabilir mi? demişler. Molla Ali şu
cevabı vermîş: "Mezhebin metin ve şerh bütün kitablarında mesele boşanan kadın
ve baba ile kayıdlıdır. Bunların ikisinden başkası hakkında meseleyi yürüten
görmedik." Bu sözün ifade ettiği mânâ dede o kadını men edemez demektir.
Remli'nin söylediği bir nakle müstenid değildir.
Binaenaleyh açık
nakli görünceye kadar beklemek gerekir. Zira ilim emânettir. Merhumun el
yazısıyla gördüğüm ifadenin hülasası budur. Remlî'nin tevakkuf etmesinin vechi
baba ve boşanan kadın diye kayıdlamasıdır. Bunun ihtiraz için olması
muhtemeldir. Buna karineulemanın bu hükmü yalnız boşanan anneye tahsis
etmeleridir. İhtiraz için olmaması da muhtemeldir. Sebebi Remlî'nin dediği gibl
velîlerin baba yerini tutmasıdır. Allahu a'lem.
"Bundan men
edilmez." Meğerki şehirden köye gitmiş olsun. Nitekim gelecektir.
"Mutlak surette"
Demesinden murad kadının vatanı olsun olmasın, akid orada yapılsın yapılmasın
gidebilir demektir. Bahır.
"Bir mahalleden
başka mahalleye gitmek gibidir." Yani bir şehrin bir mahallesinden başka
mahallesine gitmek gibidir. Zâhire bakılırsa iki mahalle arasında mesafe
bulunduğu zaman men edilir.
"Ancak köyden
kasabaya gitmesi bundan müstesnadır." Minah hâşi-yelerinde Remlî şöyle demiştir:
"Bu hatadır. Musannıf bu hususta Bahır sahibine uymuştur. Zira aralarında mesafe
bulunduğu vakit kadının çocuğu köyden şehire nakletmeye hakkı yoktur. Şaşacak
şeydir ki, hiç bir kimsenin söylemediği bir hükmü musannıf mücerred Bahır
sahibini taklid ederek kitabın metnine almıştır." Tahtâvî'de Hindiyye'den naklen
şöyle denilmektedir: "Kadın çocuğu köyden büyük bir şehire nakletmek ister de bu
şehir kadının doğduğu veya nikâhının kıyıldığı şehir olmazsa buna hakkı yoktur.
Meğerki söylediğimiz tefsire göre şehir o köye yakın olsun.
"Bunun aksi câiz
değildir." Yani kadın şehirden köye taşınırsa buna imkân verilmez. Velev ki köy
yakın olsun. Çünkü çocuk köy çocuklarının ahlâkını almak suretiyle zarar görür.
Yani köylülerin tabiatı kaba saba olur.
"Yani kocası
nikâhını kadının vatanında kıymışsa" İfadesinden anlaşılıyor ki, nikâhtan murad
mücerred akiddir. Demek oluyor ki, uzak bir beldeye taşınması câiz olmak için
iki şart lâzımdır. Birincisi o beldenin kadının vatanı olması, ikincisi nikâhın
orada kıyılmasıdır. Câmi-i Sağîr'in rivâyetinde akid şart koşulmuş, vatandan
bahsedilmemiştir. Zeylaî diyor ki: "Birinci kavil esahdır. Çünkü bir yerde
evlenmek örfen orada kalmayı iltizam değildir. Binaenaleyh kadın oraya
taşınamaz."
"Esah kavle göre
velev ki köy olsun." Yani nikâhın kıyıldığı vatan velev ki köy olsun gidebilir
demektir. Bakkâlî şerhinin ifadesi buna muhâliftir. Ama o zayıftır. Nitekim
Bahır'da belirtilmiştir.
"Ancak dar-ı harbe
gidemez." Cümlesi istisnadan istisnadır. Yani kadın nikâh akdinin yapıldığı
vatanına gidebilir. Ancak orası dar-ı harb ise kocası Müslüman veya zimmî olan
kadın oraya gidemez. Karı-koca ikisi de pasaportlu harbî iseler dar-ı harbe de
gidebilir. Nitekim Bedâyı'da beyan edilmiştir. Hâsılı kitabımızın burasında
metin ve şerhin ibâreleri son derece karışık ve uzundur. Daha açık ve kısa
olması için şöyle demelidir: "Boşanan kadın çocuğunu köyden yakın kasabaya
götürebilir. Fakat kasabadan köye götüremez. Birbeldeden nikâhının kıyıldığı
vatanına da gidebilir. Kocası da kendi gibi harbî ise vatanı dar-ı harb bile
olsa bu caizdir." İşte burada söylenecek kısa, faydalı, cami ve mâni ibâre
budur.
METİN
Bu hüküm yalnız
boşanan anneye mahsustur. Başkalarına gelince: Nine ve âzâd edilmiş ümmüveled
gibilerin çocuğu bir yerden başka yere taşımaları için mikdar tâyini yoktur.
Zira aralarında akid bulunmamaktadır. Böyleleri ancak babanın izniyle
çıkabilirler. Nitekim baba dahi hadâne müddeti devam ettikçe annesinin izni
olmaksızın annesinin beldesinden çıkarmaktan men edilir. Boşayan kimse karısı
başkasıyla evlendiği için çocuğu ondan alırsa, annesinin hakkı avdet edinceye
kadar çocuğu sefere götürmesi câiz olur. Nitekim Sirâciyye'de beyan edilmiştir.
Musannıf şerhinde bunu: "Annesinden sonra hadâne hakkının intîkal edeceği bir
kimsesi yoksa" diye kayıdlamıştır. Bu zâhirdir. Hâvî'de şöyle denilmektedir:"
Babası çocuğu annesinin her gün görmesi mümkün olan bir yere çıkarabilir.
Nitekim anne tarafında da hüküm budur. Bellenmelidir.
İZAH
«Bu hüküm» yani
anlattığımız çıkma hükmü ve bu husustaki tafsilât yalnız anneye mahsustur. T.
«Nine» ve onun gibi
hâdineler evleviyetle hükümde dahildirler. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir.
«Zira aralarında
akid bulunmamaktadır.» Çünkü nikâhlanan kadına vatanında akid yapılması kadının
çocuğu ile beraber orada oturmasına razı olduğunun delilidir. Bu adamla nine
arasında ise akid yoktur.
«Ancak babanın
iznîyle» ve kezâ hadâne hakkı olan erkeğin izniyle çıkabilirler. T.
«Çocuğu annesinin
beldesinden» uzak veya yakın olup annesinin gö-rerek dönebileceği bir yere
götüremez. Çünkü annesinin hadâne hakkı devam ettiği müddetçe başka yere
götürmek şöyle dursun çocuğu annesinden alması bile memnu'dur. Burada Nehir
sahibinin Hâvî'nin sözünden alarak uzak yere diye kayıdlaması doğru değildir.
Zâhire bakılırsa anneden başka hâdinelerin hükmü de budur. T.
«Boşayan kimse
çocuğu alırsa ilh...» cümlesi üst tarafından anlaşılan mânâ üzerine tefrî'
edilmiştir, Mecmâ'da şöyle deniliyor: "Çocuk başkasının yardımından müstağnî
olmazdan önce babası onu dışarı çıkaramaz." Kitabın şârihi bu sözü: "Çünkü
hadâne hakkını ibtal ettiği için bunda anneye zarar vardır." şeklinde tefsir
etmiştir. Bahır sahibi diyor ki: "Bu şunu gösterir: Annenin hadâne hakkı sukut
edince çocuğu babasının sefere götürmesi câizdir." Sonra Bahır sahibi
Sirâciyye'nin kitabımızda zikredilen sözünü naklederek: "Bu bizim söylediğimiz
hususta açıktır." demiştir. Lâkin Burhan'dan naklen Şürunbulâliyye'de: "Kezâ
baba çocuğu müstağnî kalacak yaşa varmadan önce bulunduğu yerden çıkaramaz.
Velev kiannesinin hadâne hakkı olmasın. Çünkü mâni ortadan kalkarak bu hakkın
avdet etmesi ihtimali vardır." Aşağıda Remlî'nin Fetâvâsı'ndan nakledeceğimiz
ifadeden anlaşılan da budur. Bildiğin gibi Hâvî'nin ifadesi de buna delâlet
eder. Mecma şerhinin yukarıda geçen sözü buna aykırı değildir. Çünkü hak
kelimesinden hali veya istikbali kasdetmiş olması ihtimali vardır.
«Sirâciyye»'den
murad Kâri-i Hidâye Sırâcüddin'in Fetâvâsı'dır.
«Musannıf...
kayıdlamıştır.» Kezâ Nehir sahibi de kayıdlamıştır. Fakat buna hâcet yoktur.
Çünkü boşanan anne evlenir de onun hadâneye ehil annesi veya başka bir yakını
bulunursa, babasının sefere götürmek şöyle dursun çocuğu ondan almaya bile hakkı
yoktur.
«Babası çocuğu
çıkarabilir ilh...» Sen biliyorsun ki bu annesinin hadâne hakkı olmadığı surete
mahsustur. Çünkü annenin hadâne hakkı varsa çocuğu köye veya uzak yakın bir
beldeye götürmek şöyle dursun ondan almaya bile hakkı yoktur. Yukarıda Nehir'den
naklettiğimiz ibâre bunun hilâfınadır. Sonra bunun Sirâciyye'den naklettiğimize
ve aşağıda onun şeyhi Remli'den nakledeceğimize, hatta Mecma ile Burhan'dan
yukarıda naklettiklerimize muhâlif olduğu gizli değildir. Çünkü Hâvî'nin ibâresi
çocuk müstağnî olduktan sonraki hale şâmildir. Anneye yaraşan da budur.
Tatarhâniyye'nin sözü de bunu te'yid etmektedir. Orada: "Çocuk anne ve
babasından birinin yanında ise diğerinin ona bakması ve görmesi men edilmez."
Şübhesiz sefer görüşmeye en büyük mânidir.
«Nitekim anne
tarafında da hüküm budur.» Yani çocuk annenin yanında ise annesinin onu
babasının her gün görebileceği bir yere çıkarmaya hakkı vardır.
METİN
Ben derim ki:
Sirâciyye'de şöyle denilmiştir: "Annenin hadâne hakkı sâkıt olur da çocuğu
babası alırsa çocuğu annesine göndermeye mecbur edilmez. Bilâkis annesi çocuğu
görmek isterse ona mâni olunmaz. Üstadımız Remlî annenin hadânesi tamam olduktan
sonra babası çocuğu sefere götürebilir. Bir de babadan gayri asabeler baba
gibidir, diye fetva vermiştir." O bunu Hulâsa ile Tatarhâniyye'ye nisbet
etmiştir.
FER'Î MESELE : Baba
çocuğu sefere çıkarır da sonra annesini boşarsa kadın çocuğunu istedikte
bakılır: Eğer çocuğu annesinin izniyle çıkarmışsa çocuğu ona iade etmesi lâzım
gelmez. Ondan izin almadan çıkarmışsa iade etmesi lâzım gelir, Nasıl ki çocuğu
annesiyle beraber çıkarır da sonra anneyi geri çevirir ve boşarsa çocuğu iade
etmesi gerekir. Bahır. Allahu a'lem.
İZAH
«Annesine
göndermeye mecbur edilmez.» Çocuğa annesi bakıyorsa hadânesi zamanındaonun
tarafından da aynı şey söylenir. T. Yukarıda Tatarhâniyye'den naklettiğîmiz söz
de bunu ifade eder.
«Annenin hadânesi
tamam olduktan sonra» ibaresini ben Hayriyye'de bu mahalde görmedim.
«Bir de babadan
gayri asabeler ilh...» ifadesi çocuk babadan başkasının elindeyse o da çocuğu
sefere götürebilir mânâsını îham etmektedir. Ben bundan bahseden kimse görmedim.
Bilâkis Kuhistânî şöyle demiştir: "Çocuğu babası sefere çıkaramaz. Meğerki
yardımdan müstağnî bir yaşa varmış olsun. Babadan gayri hadâne hakkı olan
kimseler dahi onu sefere çıkaramazlar. Bu küçüğü kollamak içîndir." Remlî'nin
Hayriyye adlı kitabında verdiği fetva şudur: "Anne ecnebî biriyle evlenir de
küçüğün amcası oğlu onu almak isterse Minhâc'da şöyle denilmiştir: Çocuğun
babası yoksa hadâne müddeti de bitmişse sıra babadan sonraki asabelere gelir.
Bunlar yakınlık sırasıyla çocuğa bakarlar. Şu kadar var ki, kız çocuğu mahrem
olmayan asabeye verilmez." Bunun bir misli de Hulâsa, Ta-tarhâniyye ve diğer
kitablardadır.
«Çocuğu oha iade
etmesi lâzım gelmez.» Kadına: "Onu git de kendin al." denilir. Nehir.
«İade etmesi lâzım
gelir» Çünkü çocuğu annesinin izniyle çıkarmış da olsa kadın onunla beraber
sefere çıkarken çocuğundan ayrılmaya razı değildi. Kocası yalnız kadını geri
çevirir de sonra boşarsa çocuğu ona iade etmesi gerekir. Kadının yalnız çocuğu
sefere çıkarmasına izin vermesi bunun hilâfınadır. Allahu a'lem.