05 Ekim 2012

NAFAKA BÂBI


NAFAKA BÂBI


METİN
Lügatta nafaka insanın çoluk çocuğuna harcadığı şeylerdir. Şer'an ise yiyecek, giyecek ve meskendir. Örfen nafaka yiyecek demektir. Bir insanın nafakası üç sebeble başkasına vâcib olur. Bunlar evlilik, akrabalık ve milktir. Musannıf işe evlilikten başlamıştır. Çünkü bundan önceki bâblarla münasebeti vardır yahut çocuğun aslı odur diye evlilik nafakasından işe başlamıştır. Sahih nikâhla evlenen kadının nafakası kocasına vâcibdir. Şayet nikâhın fâsid veya bâtıl olduğu anlaşılırsa kadın aldığı nafakayı kocasına iade eder. Bahır. Çünkü nafaka eve kapanmanın karşılığıdır. Başkasının menfaati için kapanan her insanın nafakası kapayana lâzımdır. Misâli müftî, hâkim ve vasîdir. Zeylaî.
ÎZAH
Nafaka kelimesi nufuk kökünden alınmadır. Nufuk helâk demektir. Arablar: "Nefekati'd-dabbetü" derler ki, hayvan helâk oldu demektir. Yahut nefâktan alınmıştır. Nefâk geçerli olmak mânâsınadır. "Nefekati's-sil'atü" derler ki, mal revaç buldu, geçerli oldu demektir.
«Şer'an ise yiyecek ilh...» Hişam: Nafaka nedir, diye sorduğu vakit İmam Muhammed onu burada beyan edilen üç şeyle tefsir etmiştir. Nitekim Hulâsa'dan naklen Bahır'da böyle denilmiştir.
«Örfen» yani şeriat ulemasının dilinde örf ve âdet olan mânâsı sadece yiyecektir. Onun için giyecek ve meskeni nafakanın üzerine atfederler. Atıf başka başka olmayı gerektirir. Rahmetî. Kenz, Mültekâ ve diğer metinlerin ibâresi bu şekildedir.
«Ve milktir.» sözü köle ve cariyelere, hayvanlara, akara şâmildir. Nitekim Dürr-ü Müntekâ'da belirtilmiştir, Lâkin milk meselesinde mahkeme tarafından cebir yoktur. Akrabalık meselesinde de hilâf vardır. Nitekim bu bâbın sonunda gelecektir.
«Bundan önceki» nikâh, talâk ve iddet gibi bâblarla münasebeti vardır. Bahır.
«Yahut çocuğun aslı odur diye» yani akrabalık ancak doğum sebebiyle olur. Oğul, baba, kardeş ve amca gibi insanların asılları ancak evlilikle meydana gelir. Bu sebeble musannıf söze evlilikten başlamıştır, Çünkü o hepsinden önce gelir.
«Sahih nikâhla» demesi fâsid nikâhda Müslüman kocaya nafaka lâzım gelmediği içindir. Çünkü vücüb sebebi yoktur. Vücud sebebi kocanın nikâhla kadının üzerinde sâbit olan eve kapanma hakkıdır. O kocadan beklenen iddette de öyledir. Eve kapanma hakkı sâbit olsa da nikâhla sâbit olmuş değildir. O menîyi korumak içindir. Bir de iddet hali nikâh halinden daha kuvvetli değildir. Bedâyı'.
«Şayet nikâhın fâsid olduğu ilh...» Burada Bahır sahibi bâtıl kelimesinden bahsetmemiştir. İddet bahsinde Fetih ve diğer kitablardan naklen nikâhın fâsidi ile bâtılı arasında farkolmadığını söylemiştik. Satış bunun hilâfınadır. Hindiyye'de Zahîre'den naklen şöyle denilmiştir: "Nikâh zâhire bakarak sahih görünür de hâkim kadına nafaka tâyin ederse ve kadın bir ay nafaka aldıktan sonra nikâhın fâsid olduğu anlaşılırsa -ki bu şâhidlerin: Bu kadın onun süt kız kardeşidir diye şâhidlik etmesiyle olur. Hâkim onları ayırdıktan sonra- kocası kadına verdiği nafakayı geri alır. Hâkim nafaka tâyin etmeden vermişse hiç bir şey geri alamaz." Fetih'de de böyle denilmiştir. Yine Hindiyye'de Hulâsa'dan nakle',: "Şâhidsiz kıyılan nikâhda kadının nafakaya müstahak olduğunda bütün ulema müttefiktir." denilmiştir. Tahtâvî diyor ki: "Hamevî burada itiraz ederek bunun fâsid nikâh ferdlerinden olduğunu söylemiştir."
Ben derim ki: Bunun bir misli de Nehir'dedir. Zâhire bakılırsa doğrusu nafakaya müstehak değildir demek lâzım gelir. Çünkü fasid nikâhda kadının eve kapanması yoktur.
«Kocasına iade eder.» Velev ki köle olsun. Hatta kadının nafakası için köle satılır.
«Müfti ve hâkimdir.» Yani vâlidir. Bunlara ve nafakalarını verdikleri kimselere beytülmalden yetecek kadar maaş verilir. Çünkü Müslümanların yararı için kendilerini hapsetmişlerdir. Rahmeti.
«Ve vasidir.» Vasiye beytülmalden nafakasıyla gördüğü işin ücretinden hangisi azsa o verilir. Rahmetî. Zâhirine bakılırsa vasî zengin de olsa, ölenin vasîsi de olsa maaşını alır. Ama bu söz götürür. inşaallah kitabımızın sonunda vasî bâbında görülecektir.
«Zeylaî» demesi Zeylaî'nin yalnız bu üç kişiyi söylediğini îham etmektedir. Halbuki o altı kişi zikretmiş, bunlara vâliyi de ilave etmiştir. H.
METİN
Sadaka memuru, düşmana karşı müdafaada bulunan askerler ve ortağının malı ile sefere çıkan ortakçı da bunlardandır. Rehin de var diye itiraz edilemez. Çünkü rehin iki tarafın menfaati için hapsedilir. Koca çok küçük olup cimaya kudreti olmasa bile karısının nafakası onun malından verilir, babasının malından verilmez. Meğerki babası bunu üzerine almış olsun. Nitekim mehir bâbında geçmişti. Çünkü mâni koca tarafından gelmektedir. Koca fakir de olsa karısının nafakası üzerine vacibdir.
İZAH
«Düşmana karşı müdafaada bulunan» yani kendilerini bu işe verip düşmanın öncülerini gözeten askerlerin ve çocuklarının nafakasını vermek vâcib olur.
«Ortakçı» nın nafakası kendisi seferde bulunduğu müddetçe ortak maldan çıkarılır. Çünkü kendini bu işe tahsis etmiştir. İki kişiyle veya daha çok kimselerle ortaklık yaparsa nafakası mala göre verilir. Rahmetî.
«Rehin de var diye itiraz edilemez.» Bahır sahibi diyor ki: "Buna itirazla: Rehin mürtehinin(yani rehin alanın) hakkı için hapsedilir. Bu hak alacağını tamamen almaktan ibarettir. Onun içindir ki, rehin aldığı malda sair alacaklılardan daha fazla hak sahibidir. Halbuki rehinin nafakası verene düşer denilmiştir. Bunun cevabı şudur: Rehin verilen mal aynı zamanda verenin hakkı için de hapsedilmiştir. Bundan murad rehin helâk olursa borcun ödenmiş sayılmasıdır. Halbuki milk kendisinindir." "Halbuki milk onundur." sözü nafakanın yalnız rehini verene vâcib olması hususunda rehin verenin tarafını tercih etmektir. Halbuki mal her iki tarafın hakkı için hapsedilmiştir. Şârih bu mânâyı bozmuştur. H.
Ben derim ki: Şârih bunu terketmekle mânâ bozulmuş değildir. Çünkü muhakkık âlim İbn-i Hümam bunu zikretmemiştir. Hapsetmenin faydası başkasına mahsus değilse nafaka da ona vâcib değildir. O müşterek malda çalışan çırak gibidir ki, ücrete hakkı yoktur. Çünkü bir cihetten kendisi için çalışmaktadır.
«Babasının malından verilmez ilh...» Bu ibâre Hâkim-İ Şehid'in Kafîsi'nde de böyledir. O şöyle demiştir: "Koca küçük olup malı yoksa karısının nafakası babasından alınmaz. Meğerki üzerine almış olsun." Hâniyye'de de şöyle denilmiştir: "Kadın büyük olup küçük olan kocasının malı olmazsa nafakası babasına vâcib değildir. Babası onun nâmına ödünç alır sonra oğlu zenginlediğinde bunu ondan ister." Bunu Bahır ve Nehir sahibleri Hulâsa'ya da nisbet etmişlerdir. Remlî: "Bunun misli Zeylaî ve diğer bir çok kitablarda mevcuddur." diyor.
Ben derim ki: Mehir bâbında musannıf ile şârih de buna kesinlikle kâil olmuşlardır. Biliyorsun ki Kâfî mezhebin nassıdır. Bahusus ekseri kitablarda da mesele onun dediği gibidir. Binaenaleyh şârihin fer'î meselelerde Muhtar ile Mültekâdan naklen söyleyeceği: "Babasına vâcibdir." sözüne tercih, edilir. Ancak onun vâcibdir sözü sonra oğlundan almak şartıyla ödünç almak vâcibdir mânasına yorumlanırsa bir diyeceğimiz kalmaz.
TENBİH: Şürunbulâliyye sahibi Hâniyye'nin sözünü naklettikten sonra şunları söylemiştir: "Ben derim ki: Bu küçük kızı evlendirmekte bir yarar bulunduğu zamandır. Meme emen bir çocuğu şehvet haddine ermiş cimaya dayanabilir bir kadınla çok mehir vererek evlendirmekte bir yarar yoktur. Nafakanın lüzumu hâkimin hükmüyle karar kılar ve çocuğun malı varsa bütün malını kaplar yahut çok borca girer. Mezhebin kaidesine göre baba edepsizliği ile meşhur ise yaptığı akid bil ittifak bâtıl olur. Bunu Bahır sahibi ve başkaları açıklamışlardır. Musannıf da velî bâbında zikretmiştir.
Ben derim ki: Metin ve şerhlerde açıklanan şudur: "Baba küçük oğlanla küçük kızı dengi olmayan bir adama mehr-i misil almaksızın fahiş surette aldanarak evlendirebilir. Çünkü babanın kemal-i şefkati o işte yarar bulunduğuna delildir. Yeter ki sarhoş veya kötü tutumuyla meşhur olmasın. Çünkü bu yarar düşünmediğine delildir. Biliyorsun ki şart olanakidden önce kötü tutumuyla meşhur olmamasıdır. Mücerred akidle onun kötüyü seçtiği sâbit olmaz. Aksi takdirde fazla aldanmak suretiyle yaptığı akdin ve kızı denginden başkasına vermesinin tesavvur edilememesi lâzım gelir. Nitekim izahı velî bâbında geçmişti. Böylece anlaşılır ki, kötülükle meşhur değilse küçük çocuğuna bir kadın nikâhlaması mutlak surette sahih olur. Nitekim bu mezhebimizin bilumum kitablarında yazılmıştır. Babanın şefkati yararlı iş yerini tutar.
«Çünkü mâni koca tarafından gelmektedir.» Bunda âleti kesik, âleti kalkmayan ve cimaya kudreti olmayan hasta dahildir. Nitekim Hindiyye'de açıklanmıştır.
«Fakir» den murad karısının nafakasını vermeye muktedir olmayan kişidir. Minah. Karısı hakimin emriyle onun nâmına borç alır. T. Bu ileride gelecektir.
METİN
Kadının Müslüman, kâfir, büyük veya küçük olması müsavîdir. Yalnız küçüğün cimaya dayanabilmesi yahut ferçten başka bir yerine cimada bulunmak için kendisine şehvet duyulması şarttır. Böyle olmazsa mâni onun tarafından gelmiş olur ve kendisine nafaka verilmez. Nitekim karı-koca ikisi de küçük olurlarsa kadına nafaka yoktur. Kadının fakir veya zengin, cima edilmiş veya edilmemiş olması hep birdir. Meselâ kocası küçük olur yahut kendisi ferci yapışık veya boynuzlu yahut bunak veya cima edilemeyecek derecede yaşlı olursa mehrini alır. Kezâ küçük olan kadın hizmete veya mahabbete yarar da kocası onu evinde alıkoyarsa İmam Ebû Yusuf'a göre bu hükümdedir. Tûhfe sahibi bunu ihtiyar etmiştir. Velev ki kadın mehrini almak için kocasına teslim olmasın. Bu hususta cima edilmiş veya edilmemiş kadın fark etmez. İmam Ebû Yusuf'a göre mehrinin hepsi müeccel de olsa yine nafaka alır. Fetva buna göredir. Nitekim Bahır ile Nehir'de beyan edilmiştir. Eşbâh'a hâşiye yazan zât da bunu kabul etmiştir. Çünkü bu bir hak sebebiyle imtinadır. Binaenaleyh kadın na-fakaya müstehak olur. Nafaka karı-kocanın hallerine göredir. Bununla fetva verilir.
İZAH
«Yalnız küçüğün cimaya dayanabilmesi» yani gerek kocasiyle gerekse başkasiyle cimaya dayanabilmesi şarttır. Nitekim Fetih sahibinin sözü de bunu ifade eder. Musannıf burada Zeylaî'nin şu sözüne işaret etmektedir: "Sahih olan yaşla takdir edilmemesidir. Çünkü şişman ve semiz bir kadın yaşı küçük de olsa cimaya dayanır."
«Kendisine şehvet duyulması şarttır.» Çünkü zâhire göre böyle olan bir kız aşağı yukarı cimaya dayanır demektir. Velev ki hususî bir adamın meselâ kocasının cimasına dayanamasın. Fetih.
«Kendisine nafaka verilmez.» Yani onu evinde hizmet veya mahabbet için alıkoymadıkça nafaka verilmez. Nitekim az ileride gelecektir.
«Nitekim karı-koca ikisi de küçük olurlarsa kadına nafaka yoktur.» Çünkü cimaya mâni kadından gelmektedir. Aynı zamanda kocasından da gelmiş olması zarar etmez. Elverirki kadın tarafından nafakayı icab edecek teslim bulunmasın.
«Meselâ kocası küçük olur ilh...» cümlesi "veya edilmemiş olması" sözüne misâldir. Şârih bununla şunu ifade etmek istemiştir: Kadının cima edilmemiş olmasında erkek tarafından hiç bir mâni bulunmamakla bulunması arasında fark olmadığı gibi kadın tarafından mâni bulunmanın meselâ kadının ferci yapışık olmasının da ehemmiyeti yoktur. Elverirki kadın şehvetlenilecek yaşta olsun. Çünkü nafaka vâcib olmak için itibara alınacak cihet kadının evine kapanmasıdır. Bundan maksad da cima veya cima'ın mukaddimeleridir. Onun içindir ki, şehvet çağına gelmiş küçük kızla fercinden başka bir yerine cima etmekle mehir vâcib olur. Nitekim evvelce geçmişti.
«Yahut bunak...» Burada Tatarhâniyye sahibi şöyle demiştir: "Deli bir kadın kocasına haklı olarak kendini teslim etmezse ona nafaka verilir."
«Küçük olan kadın» dan murad kendisine karşı asla şehvet duyulmayandır. Velev ki ferçten başka yerine olsun. Aksi takdirde evinde alıkoysun koymasın nafakasını vermek lâzım gelir. Nitekim biraz yukarıda geçmişti.
«Kocası onu evinde alıkoyarsa» cevab şârihin dediği gibidir. Fakat geri çevirirse ona nafaka yoktur. Bedâyı'. Bunun hülasası şudur: Koca muhayyerdir. Ama şehvet duyulan kadın meselesinde muhayyer değildir. Bilakis mutlak surette nafakasını vermesi tâzım gelir. Nitekim gördün.
«Mehrini almak için» ifadesinden murad peşin vermek âdet olan mikdarıdır. Çünkü kadın hakkıyla imtina etmiştir. Kusur kocasından gelmektedir. Onun için bununla kadının nafakası sâkıt olmaz. Zeylaî.
«Cima edilmiş veya edilmemiş» sözü imtinayı umumileştirmektir. Yani bu suretle cimadan imtina eden kadına nafaka verilir. Cimadan önce veya sonra olması fark etmez. Lâkin kocası kadının rızasıyla cima ettiyse, İmam Ebû Yusuf'a göre imtina halinde hakkı sâkıt olur.
«Fetva buna göredir.» Yani buna istihsanen fetva verilir. Çünkü koca mehrin hepsini müeccel yapmak isteyince o kadından faydalanma hakkını ıskata razı olmuş demektir. Hulâsa'da: "Üstad Zahîruddin bu kadının cimadan imtinaya hakkı yoktur, diye Sadru'ş-Şehid ise vardır diye fetva verirmiş." denilmiştir. Şu halde fetva muhtelif demektir. Bahır sahibi mehir bâbında böyle demiştir. Biz orada istihsanın tercih edileceğini söylemiştik. Onun için şârih bunu kesin ifade etmiştir. Bahır'da Fetih'den naklen şöyle denilmektedir: "Bütün bunlar müddet gelmeden cimayı şart koşmadığına göredir. Koca bunu şart koşar kadın da razı olursa, İmam Ebû Yusuf'un kavline göre cimadan imtinaya hakkı kalmaz," Bu husustakisözün tamamını biz orada arz etmiştik.
«Binaenaleyh kadın nafakaya müstehak olur.» Yani mehir istemeye hakkı olmasa da nafakasını alır.
«Bununla fetva verilir.» Hidâye'de böyle denilmiştir. Hassaf'ın kavli de budur. Valvalciyye'de: "Sahih olan budur. Fetva buna göredir." denilmiştirtir. Zâhir rivâyete göre ise yalnız kocanın hali itibara alınır. Ulemadan bir çoklarının kavli de budur. İmam Muhammed bunu nassan söylemiştir Tûhfe ile Bedâyı'da sahih olan budur denilmiştir. Bahır. Lâkin metinlerle şerhler birinci kavle göre yazılmıştır. Hâniyye sahibi diyor ki: "Bazı kimseler kadının hali muteberdir demişlerdir." Bahır sahibi şunları söylemiştir: "Karı-koca zengin iseler ulema zengin nafakasının vâcib olduğuna ikisi de fakirse fakir nafakası vâcib olduğuna İttifak etmişlerdir, Ancak biri diğeri fakir ise ihtilâf etmişlerdir. Zâhir rivayete göre erkeğin hali itibara alınır. Erkek zengin kadın fakir ise zengin nafakası verecektir. Hal bunun aksine ise fakir nafakası verir. Fakat fetvaya göre her iki meselede orta bir nafaka vâcib olur. Bundan murad fakir kadın nafakasından çok, zengin kadın nafakasından az olmaktır.
TENBİH: Ulema zenginlikle fakirliği akrabanın nafakasında açıklamışlardır. Ama zevcenin nafakasında bunları açıkladıklarını görmedim. Her halde bunu örfe bırakmış olacaklardır ve nafakayı verip vermemek hususunda hale bakılacaktır. Bunu Bedâyi' sahibinin şu sözü te'yid etmektedir: "Hatta erkek çok zengin olur da francalı ekmeği ve tavuk eti yerse, kadın da son derece fakir olup evinde arpa ekmeği yerse bu kadına buğday ekmeği ile koyun eti verir."
METİN
Erkek gücünün yettiği mikdarla muhatab olur. Kalan kısım zenginlikten sonra ödemek üzere borç olur. Erkek zengin kadın fakir ise onun nafakasını kendi yediğinden vermesi lâzım değil fakat mendûbtur. Kocası yanına taşınmasını istemedikçe kadın babasının evinde bile olsa nafakasını alır. Bununla fetva verilir. Kezâ kadını çağırır da gelmekten imtina etmezse yahut mehrini almak için imtina ederse veya kadın kocasının evinde hasta olursa istihsanen kendisine nafaka verilir. Çünkü evine kapanma hali mevcuddur. Keza kadın hastalanır da sonra kocasının evine taşınır yahut kendi evinde kalırsa nafakasını alır. Vermediği de kendinin olur. Fetva buna göredir. Nitekim Fetih sahibe izah etmiştir. Hâniyye'de şöyle denilmektedir: "Kadın kocasının yanında hastalanır da babasının evine taşınırsa, taşınması hevdeç ve benzeri bir şeyle mümkün olmadığı, takdirde kendisine nafaka verilir. Aksi takdirde verilmez. Nitekim kadını tedavi ettirmek kocasına lâzım değildir.
İZAH
«Erkek gücünün yettiği mikdarla muhatab olur ilh...» Bunu Hidâye sahibi açıklamıştır. Gâyetü'l-Beyân sahibi ise bundan gâfil" olarâk: "Erkek fakir kadın zenginse, biz de orta nafaka vâcib olduğunu söylersek erkeğe gücü yetmeyeceği yükü yüklemiş oluruz." demiştir.
«Kalan kısım» dan murad orta nafakayı tamamlayan mikdardır.
«Kadın babasının evinde bile olsa» sözü "zevce için vâcib olur" sözünü umumileştirmektir. Zâhir rivâyet budur. Binaenaleyh nafaka sahih akidden itibaren vacib olur. Kocası çağırmadıkça kadın onun evine taşınmasa bile nafakasını alır. Müteehhirin ulemadan bazıları: "Kocasının evine zifaf edilmedikçe nafaka vâcib olmaz." demişlerdir. Bu Ebû Yusuf'tan bir rivâyettir. Kudûrî bu kavli tercih etmiştir. Ama fetva ona göre değildir. Tamamı Fetih'dedir.
«Çünkü evine kapanma hali mevcuddur.» Kocosı onunla mahabbet eder, ona dokunur, kadın evi muhafaza eder, Mâni geçicidir: Binaenaleyh hayza benzer. Hidâye.
«Kezâ kadın hastalanır da sonra kocasının evine taşınırsa...» Bu ifade musannıfın "yahut kadın kocasının evinde hastalanırsa" sözünden anlaşılan mefhuma muhâliftir. Musannıf "sağlamken kendini teslim ederse" demek istemiştir. Bunun mefhumu: Hasta iken kendisini teslim ederse nafaka alamaz mânâsınadır. Çünkü teslim sahih olmamıştır. Nitekim Hidâye'de beyan edilmiştir. Lakin Fetih sahibinin tahkîkına göre bu nafakanın vâcib olması için teslimi şart koşan bazı kimselerin kavline göredir. Biliyorsun ki bu kavil müftâbih kavle muhâliftir. Müftâbih kavle göre nafaka teslimle değil sahih akidle lâzım gelir. Şu halde muhtar olan kavil nafakanın vâcib olmasıdır. Çünkü eve kapanma mevcuddur.
«Aksi takdirde verilmez.» Yani kocasının evine hevdeç veya benzen bir şeyle taşınmak mümkün olur da taşınmazsa kadına nafaka verilmez. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. Çünkü kadın taşınmak elinde iken bunu yapmamıştır. Hiç kâdir olamaması bunun hilâfınadır. Lâkin ileride göreceğiz ki, kocasıyla taşınmaya asla imkân bulamayan zifaf olunmamış hasta kadına nafaka verilmez. Taşınma imkânı bulmamak nafakanın vâcib olmasına mâni sayılmış demektir. Burada ise nafakayı mûcib sayılmıştır. Bunların aralarında fark vardır diye cevap verilebilir. Fark şudur: Burada kadın kocasının evine taşınınca kendini teslim tehakkuk etti demektir. Bundan sonra kadın kaçak sayılmaz. Meğerki taşınmak elindeyken imtina etmiş olsun. Hiç teslim bulunmamak bunun hilâfınadır. Kadın taşınamayacak derecede hastalanırsa ona nafaka verilmez. Çünkü asla teslim bulunmamıştır. Ne hakikaten ne hükmen teslim yoktur. İleride bunu te'yid edecek sözler gelecektir.
«Nitekim kadını tedavi ettirmek kocasına lâzım değildir.» Yani kadına ilaç parası getirmesi, tabib ücreti, kan aldırma, boynuz vurdurma gibi şeyler lâzım değildir. Bu Sirâc'dan naklen Hindiyye'dedir. Zâhire bakılırsa nifâslı kadının kanı gidermek için kullandığı şeyler de bundadahildir. Ebe kadın ücreti hakkında ise ileride söz gelecektir:
METİN
On bir kadına nafaka yoktur. Bunlar şunlardır: Dinden dönen, kocasının oğlunu öpen, ölüm iddeti bekleyen, nikâh-ı fâsidle alınan ve iddetini bekleyen, sahibi tarafından kendisine gelinlik odası hazırlanmayan cariye, cimaya yaramayan küçük kız, kocasının evinden haksız olarak çıkan kadın, buna nâşize derler ki kocasından haksız yere kaçandır. Evine dönünceye kadar kendisine nafaka verilmez. Kocası sefere çıktıktan sonra dönüp gelirse İmam Şâfiî'nin hilâfı vardır. İtâatsizlik etmediği hususunda söz yeminiyle kadınındır. Kaçaklıkla hâkim tarafından takdir edilen nafaka düşer. Esah kavle göre ödünç alınan nafaka düşmez. O ölüm gibidir.
İZAH
«On bir kadına nafakat yoktur.» Yani fâsid nikâhla alınan kadını ve iddetini bir saydıktan sonra on bir kadına nafaka yoktur. Musannıf burada onlardan beşini zikretmiştir. Altısını da şârih ilave etmiştir. Lâkin şârihin ilave ettiklerini musannıf nikâh-ı fâsidle alınan kadınla iddetinden maadasını ayrı ayrı yerlerde zikredecektir. Fâsid nikâhla alınandan bahsetmemesi o adamın karısı sayılmadığı içindir. Biz de bunlardan yerlerinde bahsedeceğiz. Bunlara şübheyle cima edilen kadını da katmak gerekir. Zira Hulâsa'da: "Şübheyle cima edilen her kadına nafaka yoktur." denilmiştir. Çünkü kocasının bu kadınla cimadan men edilmesi kadın tarafından gelen bir sebebtendir. Bunu itâatsiz kaçak kadına katmak da mümkündür.
«Nikâh-ı fâsidle alınan ve iddetini bekleyen» hakkında evvelce söz etmiştik. Hâniyye'de şöyle denilmiştir: "Kocası kadını bırakarak savuşup gider de kadın başka biriyle evlenir, cimada da bulunursa ilk kocası dönüp geldiğinde araları ayrılır. Bu kadına gerek birinci kocacısından gerekse ikinci kocasından iddet beklerken nafaka verilmez. Fakat cima edilen bir kadını kocası üç defa boşar da kadın iddeti içinde başka kocaya varır ve ikinci kocası onunla cimada bulunursa iş değişir. Böyle bir kadına birinci kocasından beklediği iddet esnasında nafaka ve mesken verilir. "Yani bu kadın ilk kocasından talâk-i bâin iddeti beklemektedir. Öteki kadın ise fâsid nikâhla vardığı ikinci kocasından iddet beklemektedir. Onun için ona nafaka yoktur. Nafaka ikinci kocasına vâcib olmadığı gibi ilk kocasına da vâcib değildir. Çünkü kadın kendi tarafından gelen bir mâni ile nefsini ona teslim etmekten kaçınmıştır. Hindiyye'de beyan edildiğine göre bir adam bir kadınla söylenir de sonra onunla evlenir, fakat kadının kendinden gebe kaldığını inkâr ederse nafaka vermesi vâcib değildir. Çünkü kadından istifade etmesine engel kadın tarafından gelmiştir. Kadının kendinden gebe kaldığını ikrar ederse nafaka vermesi lâzım gelir,
TENBİH: Bir adam bâin iddeti bekleyen bir kadınla evlenirse kadının nafakası sâkıt olmaz. Ancak bunun için kadının iddet beklediği evden çıkmamış olması şarttır. Aksi takdirde kaçak kadın sayılır. Nitekim Zahîre'de beyan edilmiştir.
«Cimaya yaramayan küçük kız» hizmet ve mahabbete yarar da kocası onu evinde alıkoymazsa hüküm yine budur. Nitekim geçmişti.
«Haksız olarak» sözünün muhterezini şârih aşağıda: "Gasb evinden çıkması bunun hilâfınadır ilh...» sözüyle anlatacaktır. Kezâ bu söz kadının mehrini almak için koca evini terk etmesinden de ihtirazdır. Bir kaç yerde kadının koca evini terk etmeye hakkı vardır. Bunlar mehir bâbında geçmişti. Bazıları da musannıfın: "Koca karısını anne ve babasına gitmekten men edemez." dediği yerde gelecektir.
«Buna nâşize derler.» Yani şer'î mânâsıyla bu kadın kaçaktır. Lügatta ise kocasına isyân ve buğz eden mânâsınadır.
«Dönüp gelirse ılh...» kaçak olmaktan çıkar. Bunu Hulâsa'dan naklen Bahır sahibi söylemiştir. Yani nafaka almağa müstehak olur ve kocasına mektup yazılarak karısının nafakasını göndermesi emredilir. Yahut nafaka takdiri için kadının hali mahkemeye arz olunur. Kadın bunlardan birini yapmadan nafakasını kendisi temin ederse artık kocasından bir şey isteyemez. Çünkü ileride görüleceği vecihle mahkeme hükmü veya karı-kocanın anlaşması bulunmazsa nafaka sâkıt olur.
«Söz kadınındır ilh...» Yani erkeğin beyyinesi yoksa demek istiyor. Bunu Bahır sahibi Hulâsa'nın şu ibâresinden almıştır: "Kocası karım kaçaktır derse o kadına nafaka verilmez. Şâhidler kocasının mehr-i muaccelini ödediğine fakat o anda kadının koca evinde bulunmadığına şâhidlik ederlerse kabul edilmez. Çünkü kocasının evinde bulunması ihtimali vardır. O zaman nafaka sâkıt olmaz. Zira kocası ona hâkimdir."
Ben derim ki: Bu ibâreden şu da çıkarılabilir: Söz kadının olması kocasının evinde bulunmakla kayıdlıdır. Karı-koca arasındaki anlaşmazlık kadının halen itâat etmemesi hususunda ise mânâ açıktır. Fakat kocası meselâ geçen ayın belirlenmiş nafakası kadının itâatsizliğinden dolayı sâkıttır diye iddia ederse, zahire göre söz yine kadınındır. Çünkü kadın kendisine dönmenin mûcibini inkâr etmektedir. Kadın kocasının evinden onun izniyle çıktığını ve anne-babasına gittiğini iddia eder de kocası inkârda bulunursa yahut kadının kaçaklığı sâbit olur da sonra kadın kocasının bundan meselâ bir ay sonra kendisine orada kalma izni verdiğini iddia ederse söz hakkı kadının olur mu, olmaz mı? Bunu bir yerde görmedim, Zâhire bakılırsa olmaz. Çünkü nafakayı ıskat eden mûcib tehakkuk etmiştir.
«Kaçaklıkla hâkim tarafından takdir edilen nafaka düşer.» Yani kadının kocası üzerinde belirli bir kaç ayın nafakası bulunur da sonra kadın kaçaklık ederse geçen bu aylarınnafakası sâkıt olur. Fakat hâkim ödünç almasını emretmiş de Kadın kocası hesabına ödünç almışsa nafaka sâkıt olmaz. Nitekim ölüm meselesinde gelecektir. H.
Ben derim ki: Takdir edilmiş nafakanın düşeceği Câmide bildirilmiştir. Ödünç alınan ise Zahîre'de şöyle bildirilmîştir: Ölümle sukut edeceğî hususundaki iki rivâyete göre olmak vâcibdir. Bu rivâyetlerin esah olanı sukut etmediğini gösterir. Bu sözün muktezası şudur: Kadın kocasının evine dönerse sâkıt olan nafaka avdet etmez. Acaba nafaka takdiri de bâtıl olur da kocasının evine döndükten sonra yenilenmesîne hâcet olur mu olmaz mı? Bunu görmedim. Zâhire göre bâtıl olmaz. Çünkü ulemanın sözlerî takdir edilen nafakanın sâkıt olup olmayacağı hakkındadır. Nafaka takdiri hakkında değildir.
METİN
Musannıfın çıkmakla kayıdlaması şundandır: Kadın kocasına cima için mâni olursa kaçak sayılmaz. Bu hükmen çıkmaya da şâmildir. Meselâ kadının kendi evî olur da kocasını o eve girmekten men eder. Bu takdirde şayet kadın kendisinin oradan başka yere taşınmasını îstemediyse kocasının evinden çıkmış gibi olur. Şayet şübheli ise meselâ hükümetin evinde bulunur da kadın kendîni teslimden imtina ederse kaçak gibi olur. Çünkü bizim zamanımızda şübheye itibar yoktur. Gasb evinden çıkması yahut gasb evine gitmekten veya kocasıyla beraber yahut kocasının nakil için gönderdiği bir ecnebî ile sefere çıkmaktan çekinmesi bunun hilâfınadır. Bu suretlerde kadın nafaka alır. Keza kocası şerefli olduğu halde kadın bir çocuğu emzirmek için kendini kiraya verir de evden çıkmazsa hüküm yine budur. Bazıları kaçak sayıldığını söylemişlerdir. Kadın kendini geceleyin kocasına teslim eder de gündüzün teslim etmez yahut bunun aksini yaparsa nafaka alamaz. Çünkü teslim noksandır.
Müctebâ sahibi diyor ki: "Zamanımızda geçecek bir vakanın cevabı bununla anlaşılır. Şöyle ki: Bir kimse gündüz işinin başında, geceleyin kendi yanında bulunacak sanat sahibi bir kadınla evlenirse kadına nafaka yoktur." Nehir sahibi: "Ama bu söz götürür." demiştir. Hapsedilen kadına da nafaka yoktur. Velev ki zulüm yoluyla olsun. 'Ancak bir alacağından dolayı kocası hapsederse esah kavle göre ona nafaka vardır. Cevhere. Keza hapishanede kadınla birleşmeye muvaffak olursa kadına yine nafaka vardır. Sayrafiyye. Nitekim erkeğin mutlak surette hapsedilmesiyle kadına nafaka vardır. Lâkin Kudûrî'nin Tashih'inde: "Erkek hükümetin hapishanesinde bulundurulursa sahih kavle göre kadının nafakası sâkıttır." denilmiştir.
İZAH
«Cima için mâni olursa kaçak sayılmaz ilh...» Sirâc sahibi bunu: "Ko-casının evinde olur da kocası onunla zorla cimaya kâdirse" diye kayıdlamıştır. Bazıları: "Bu kadına nafaka yoktur. Çünkü kaçaktır demişlerdir. İkinci kavil utanan erkek hakkında güzeldir. Bu kadının kendievinde cimadan imtina etmesinin bil ittifak itâatsizlik olduğuna işaret etmektedir. Sâihâni.
«Kendi evi» yani gerek kendi milki gerekse icarla tuttuğu ev olursa demek istiyor.
«Taşınmasını istemediyse» meselâ beni kendi evine götür yahut bana bir ev kirala, çünkü ben kendi evime muhtacım. Onu kiraya veriyorum! derse kadına nafaka vardır. Bahır.
«Çünkü bizim zamanımızda şübheye itibar yoktur.» Bu sözü Hidâye sahibi Tecnîs'de, Muhît sahibi de Zahîre'de nakletmişlerdir.
«Bunun hilâfınadır ilh...» Çünkü gasbedilen bir evde oturmak haramdır. Haramdan kaçınmak lâzımdır. Şübheden kaçınmak bunun gibi değildir. Zira sadece mendûbtur. Binaenaleyh kocanın vâcib olan hakkı menduba tercih edilir. Bana bir kadın meselesi sordular. Kocası bir kadını dinsiz dürzîler arasına iskân etmiş. Sonra kadın bundan imtina ederek Müslümanlar arasında oturmak istemiş. Çünkü dinim gider diye korkmuş. Bana öyle geliyor ki, kadın bu isteğinde haklıdır. Çünkü zamanımızda durzîlerin memleketleri dar-ı harbe benzemektedir.
«Kocasıyla beraber sefere çıkmaktan çekinmesi bunun hilâfınadır.» Yani müftâbih kavle göre kocası karısını sefere götüremez, Çünkü zaman bozulmuştur. Kadının bundan çekinmesi haklıdır.
«Yahut kocasının nakil için gönderdiği ilh...» cümlesinin mânâsı ev-leviyetle anlaşılır. Çünkü kadın kocasıyla birlikte sefere çıkmaktan imtina ettiği halde kendisine nafaka verilince ecnebî ile çıkmaktan imtina ettiğinde nafakaya evleviyetle müstahak olur. Yahut bu mesele mezhebin aslına binaendir. Mezhebin aslına göre koca karısını sefere götürebilir. Lâkin karısını getirmek için ecnebî birini gönderince kadının onunla seferden çekinmeye hakkı vardır. Onun için ecnebî diye kayıdlamıştır. Zira gönderdiği adam kadının mahremi olursa kadına nafaka yoktur. Çünkü kadının imtinâya hakkı yoktur. Sefer meselesinde söz edilmiştir. Biz onu mehir bâbında anlatmıştık.
«Bazıları kaçak sayıldığını söylemişlerdir.» ifadesiyle şârih bu sözün zayıf olduğuna işaret etmiştir. Bahır sahibi bunu açıkça ifade etmiştir. Lâkin Rahmetî ye diğer ulema bazılarının sözünü kuvvetli bulmuşlardır. Çünkü kocası kadının bütün ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Binaenaleyh onu iplik bükmek ve emsalinden, kına gibi kokusundan hoşlanmadığı şeylerden ve nakışdan men etmeye hakkı vardır. Emzirmekten men etmeye ise evleviyetle hakkı vardır. Çünkü bu iş kadını zayıflatır. Kocası eşraftan ise bundan dolayı ayıplanır.
Ben derim ki: Bütün bunların kadın kaçaktır diye hüküm vermeye delâlet etmediğini sen pekâla biliyorsun. Çünkü kadın haklı olarak çıkmıştır. Nitekim yukarda geçti. Aksi takdirde iplik bükmek, nakış yapmak, kına ve emsali şeylerde kocasına muhalefet etmekle kaçak sayılması gerekir. Halbuki kadın kocasının evindedir. Bunun fâsid olduğu meydandadır. Evet, karısını bu îcardan men etmeye hakkı olduğunu ifade eder. Hatta Hayreddin-i Remlî'ninsöylediğine göre kocasının karısını başka kocasından olma çocuğunu emzirmekten ve terbiye etmekten mene hakkı vardır. Remli bunu Tatarhâniyye'de Kâfi'den nakledilen ifadeden almıştır. Orada süt anne tutmak bâbında şöyle denilmiştir: "Kocası karısını kendi hakkını ihlal eden şeylerden men edebilir." Yine orada Sağnâkî'den naklen şöyle denilmiştir. "Bir de çocuk emzirmek ve uykusuz kalmakla kadın yorulur. Bu ise onun güzelliğini eksiltir. Halbuki kadının güzelliği kocasının hakkıdır. Bundan dolayı onu men edebilir."
«Nehir sahibi: Ama bu söz götürür, demiştir.» İtirazın vechi şudur. Kadın mazurdur, çünkü kendi işleriyle meşguldür. Kıyas edilen mesele bunun hilâfınadır. Çünkü kadının o meselede özrü yoktur. Binaenaleyh kadına nisbet edilen teslim eksiktir. Bunu Halebî söylemiştir. Yine Halebide bildirildiğine göre zulmen hapsedilen kadınla gasbedilen kadın ve başkalarıyla birlikte farz haccını edâya giden kadın mazurdurlar. Ama nafakaları sâkıttır. Hindiyye'de şöyle denilmiştir: "Efendisi cariyeyi yalnız geceleyin kocasına teslim ederse gündüzün nafakasını katlanması icab eder. Gecenin nafakası da kocasına düşer. Buradakinin kıyası da öyledir. T."
Ben derîm ki: Şârih Bahır'dan naklen: "Gaibin karısına nafaka takdir olunur." sözünden az önce: "Kocası karısını iplik bükmekten ve her nevi işten men edebilir. Velev ki ebe veya cenaze yıkayıcı olsun." diyecektir. Sen pekâla bilirsin ki bundan men etmeye hakkı olunca kocasına isyân ederek ondan izinsiz dışarı çıkan kadın dışarıda olduğu müddetçe kaçaktır. Ama men etmezse kaçak sayılmaz. Allahu a'lem.
«Velev ki zulüm yoluyla olsun.» sözü kadının ödemeye kudreti olsun olmasın ve oraya naklînden önce olsun sonra olsun hapsedilmesine şâmildir. itimat bunadır. Zeylaî. Fetva buna göredir. Fetih. Çünkü nafakasının sukutu için muteber olan, eve kapanmanın bulunmaması ve bunun koca tarafından gelmemesidir. Bahır.
«Sayrafiyye...» keza musannıf bunu Minah'da da Sayrafiyye'den nakil ve ikrar etmiş, Şürunbulâliyye sahibi de Hâniyye'den nakletmiştir.
«Mutlak surette» yani velev zulmen olsun yahut bir alacağından dolayı karısı veya bir ecnebî hapsetsin kadına nafaka vardır.
«Lâkin ilh...» Nehir sahibi diyor ki: "Kadın hapsedilirse diye kaydetmesi şundandır: Çünkü erkeğin hapsedilmesi mutlak surette kadının nafakasını ıskat etmez. Bir çok kitablarda böyle denilmiştir. Şu kadar var ki, Kudûri'nin Tashih'inde Kâdîhân'dan naklen: Eğer koca zulmen hükümet hapishanesinde hapsedilmişse ulema ihtilâf etmişlerdir. Sahih kavle göre kadının nafakaya hakkı yoktur, denilmiştir.
Ben derim ki: Hâniyye'nin ibâresini Makdisi de böyle nakletmiş ve Müeyyediyye nüshasında da böyledir demiştir. İhtimal yeni nüshalar ondan yazılmıştır. Benim üzerinde bazı ulemanınyazıları bulunan eski nüshamda ise nefy edatı hazfedilmiştir. (Yani nafakaya hakkı vardır denilmiştir.) Düzeltilmelidir.
Ben derim ki: Ben de elimdeki eski Hâniyye nüshasında böyle nefy edatı hazfedilmiş gördüm. Hindiyye sahibi de Hâniyye'den böyle nakletmiştir. İhtimal Tashih-ı Kudûrî sahibi bunu Müeyyediyye Medresesindeki nüshadan da böyle nakletmiştir. Yahut ondan nakleden nüshadan almıştır. Binaenaleyh sair eski nüshalara uyması için nefy edatı ziyade kabul edilmelidir. Manâ ona da müsaiddir. Çünkü eve kapanmak kadın tarafından değil kocası tarafından gelen bir mânâ sebebiyledir. Meselâ koca hasta veya çok küçük yahut âleti kesik yahut kalkınamaz biridir.
METİN
Bahır'da Meâlü'l-Fetâvâ'dan naklen: "Kadın fesad çıkaracağından korkulursa müteehhirin ulemaya göre kocasıyla birlikte o da hapsolunur." denilmiştir. Zifaf olunmayan hasta kadına da nafaka yoktur. Yani kocasıyla beraber onun evine asla taşınmaya imkân bulamayan kadına nafaka verilmez. Velev ki nefsini teslimden çekinmemiş olsun. Çünkü takdiren teslim yoktur. Bahır. Zorla gasbedilen velev ki nafile olarak başkasıyla hacca giden kadına da nafaka verilmez. Velev ki mahremiyle gitmiş olsun. Çünkü evine kapanma kalmamıştır. Kocasıyla hacca giderse hassaten evîndeyken verdiği nafaka lâzım gelir. Sefer nafakasını ve kirayı ödemesi lâzım gelmez.
İZAH
«Bahır'da ilh...» Ki ibâre şöyledir: "Hulâsa'da beyan edildiğine göre kadın kocasını hapseder de kocası kendisiyle beraber karısının da hapsini isterse kadın hapsedilmez..."
Ben derim ki: Bu hapishanede boş yer olduğuna göredir. Nitekim Ta-tarhâniyye'de zikredilmiştir. Sonra şurası gizli değildir: Kadının fesad çıka-racağından korkulursa diye kayıdlaması açık gösteriyor ki, mesele kocasını hapsettiren kadının ne yapmak istediğini hâkim bildiğine göre kurulmuştur. Hâkim kadının töhmet ve fesad ehlinden olduğunu bilir. Yoksa mücerred kocasının isteğiyle kadın hapsedilir mânâsında değildir. Binaenaleyh hâkimin bu hususu araştırması gerekir. Zamanımızda şu olmuştur: Bir kadın alacağı sebebiyle kocasını hapsettirmîş. Kocası kendisini hapisten çıkarsın da kadının malını yesin diye kadının da kendîsiyle beraber hapsini istemiştir. Şübhesîz ki kadının kocasını hapsettirmesi bir kayıd değildir. Onu başkası da hapsettirse kadının fesad çıkaracağından kor- kulduğunda aynı hüküm verilir. Çünkü illet fesad korkusudur.
«Zifaf olunmayan» sözünden murad kocasının evine taşınmayan kadındır
«Asla imkân bulamayan ilh..:» Bilmelisin ki sahih kabul edilen ve üzerine fetva verilen mezhebe göre ciması mümkün olsun olmasın, beraberinde kocası bulunsun bulunmasınkocasının evine taşındıktan önce veya sonra hasta olan kadına kocasının nafaka vermesi vâcibdir. Elverirki kocası nakletmek istediğinde kadın ona karşı gelmesin. O zaman bu kadınla sağlam kadın arasında fark kalmâz. Çünkü hayızlı ve nifâslı kadında olduğu gibi bunda da kocasına istifade imkânı vardır. O halde bunu nafaka alamayan kadınlar arasına almamak gerekir. Lâkin Tecnîs'in zahirine göre kadının hastalığı kocasının evine taşınmaya mâni ise ona nafaka verilmez. Velev ki nefsini teslimden çekinmesin. Çünkü tam teslim yoktur. İşte hasta ile sağlam kadın arasında fark görenin muradı budur. Musannıfın sozü de buna yorumlanır. Bahır sahibinin yazdıklarının hülasası budur. Şarihimiz de onun yolundan yürümüş, yukarıda kadın kocasının evine taşındıktan sonra onun evinde hastalanırsa yahut taşınmazdan önce hastalanır da kocasının evine giderse veya hiç taşınmayıp kendini teslimden de çekinmezse bu kadına nafaka verileceğini söylemişti, şimdi burada anlattığına göre kocasının evine taşınmadan önce hastalanıp da onunla beraber evine gidemeyen kadına nafaka yoktur. Biz böyle bir kadınla kocasının evinde hastalanıp babasının evine dönen ve koca evine gitmeye imkân bulamayan kadın arasındaki farkı evvelce arz etmiştik.
«Zorla gasb edilen» yani bir adam bir kadını alıp kaçırırsa demek istiyor. Zâhir rivâyete göre bu kadına nafaka yoktur. İmam Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre ise nafaka vardır: Fetva birinci kavle göredir. Çünkü kadının evine kapanmaması erkek tarafından gelmemiştir kî, takdiren vardır sayalım; Hidâye. Zorla diye kayıdlaması kocası gasbetmiş gibi görünerek kadını kendi rızasıyla götürürse hilâfsız nafaka verilmeyeceği içindir Çünkü onun kaçak olduğunda şübhe yoktur.
«Velev ki nafile olarak» tâbirinin yerine "velev ki farz olarak" demesi münasib olurdu. O zaman nafilede vâcib olmadığı evleviyetle anlaşılırdı. Çünkü ittifakîdir. Farza gelince: Bahır'da Zahîre'den naklen şöyle denilmiştir: "Ebû Yusuf'tan bîr rivayete göre bu özürdür. Kadına hadar nafakası verilir. Diğer bir rivâyete göre ise kocasına karısıyla beraber hacca gitmesi ve nafakasını vermesi emrolunur."
«Çünkü evine kapanma kalmamıştır.» sözü on bir kadına nafaka yoktur ifadesinin illetidir.
«Kocasıyla hacca giderse» velev ki nafile olarak haccetsin hassaten evindeyken verdiği nafaka lâzım gelir. Nitekim Hindiyye'de böyle denilmiştir. T.
Ben derim ki: Kezâ kocasıyla ömre veya ticaret için giderse nafakasını alır. Çünkü kocasının yanında bulunmakla evine kapanma mevcud sayılır.
«Sefer nafakasını ve kirayı ödemesi lâzım gelmez.» Yiyeceği de se-ferdekine değil evdeki kıymetine bakarak öder. Bahır.
Ben derim ki: Şübhesiz bu hüküm karısı için sefere çıktığına göredir. Kendisi için karısını sefere götürürse her masrafı erkeğe aid olur.
METİN
Kadın un öğütmekten ve ekmek yapmaktan çekinirse bakılır: Eğer kadın hizmet etmeyenlerden ise yahut kendisinde bir illet bulunursa ona hazır yemek getirmesi kocasına düşer. Aksi takdirde yani kadın kendine hizmet edenlerden olup buna kudreti de varsa vâcib değildir. Kadının bu iş için ücret alması câiz değildir. Çünkü diyâneten onu yapmak kendisine vâcibdir. Velev ki şereflilerden olsun. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Hz. Ali ile Fâtıma arasında işleri taksim etmiş; dış işlerini Ali (R.A.)'a; iç işlerini de Fâtıma (R.A.)'ya vermiştir. Halbuki Hz. Fâtıma bütün cihan kadınlarının hanımefendisidir. Bahır. Un öğütmek ve ekmek karmak için gereken âletlerle su kabı ve tas, tava, tencere, kepçe vesair yemek pişirme âletleri erkeğe vâcibdir. Hasır, keçe ve yaygı gibi diğer ev edevatı ile temizlikte kullanılan ve kiri gidermeye yarayan fırça, çöven gibi şeyler ve kir pas, ayak süprüntüsü gibi şeyleri giderecek âletler de ona aiddir. Tamamı Cevhere ve Bahır'dadır. Bahır'da bildirildiğine göre ebe kadın ücreti onu kiralayan karı veya kocaya aiddir. Kiralamadan gelirse bazılarına göre kocaya, bazılarına göre de kadına aiddir. Kadına her altı ayda bir giyecek takdir edilir. Zira sıcakta veya soğukta bu müddette îhtîyaç tazelenir.
İZAH
«Kadın un öğütmekten ve ekmek yapmaktan» yerine Hindiyye'de kadın yemek pişirmekten ve ekmek yapmaktan çekinirse denilmiştir.
«Hazır yemek getirmesi» yahut ekmek aş yapacak birini getirmesi kocasına düşer. Hindiyye.
«Vâcib değildir.» Bazı yerlerde kadın buna mecbur edilir denilmiştir. Serahsî diyor ki "Mecbur edilmez; lâkin kadın yemek pişirmezse kocası ona katık vermez." Sahih olan da budur. Fetih'de de öyle denilmiştir. Bazı yerlerden nakledileni Bedâyı' sahibi Ebu'l-Leys'e nisbet etmiştir. Serahsî'nin sahih bulduğu kavle göre erkeğe ekmekten başka bir şey vâcib olmaz. Lâkin Nehir sahibinin ona katık vermez sözünden sonra şöyle dediğini gördüm: "Yani mutlak değil yiyecek sayılan katık vermez demek istemiştir. Nitekim gizli değildir."
«Kadının bu iş îçin» sözünden murad ekmek ve yemek pişirmesidir
«Çünkü diyâneten onu yapmak kendisine vâcibdir.» Binaenaleyh böyle fetva verilir. Fakat kadın yapmazsa mecbur da edilmez. Bedâyı.
«Velev ki şereflilerden olsun.» Bahır sahibi dahi ta'lilden alarak böyle demiştir. Ama bu söz yukarıdakine muhâliftir. Yukarıda: "Kadın hizmet ede- meyenlerdense ona yiyecek getirmesi kocasına aiddir. Aksi takdirde vâcib değildir," demişti. Ekmek ve yemek yapmak diyâneten kadına vâcib olursa iki suretin arasında fark kalmaz. Meğerki "Şerefli kadınların bazısı kendi hizmetini kendisi görür, bazısı görmez." denilsin. Öyle görülüyor ki, kadının zenginlik ve fakirlik hususundaki halî itibara alınacaktır. Şerefliliğine şerefsizliğine bakılmayacaktır. Çünkü fakîr olan şerefli kadın kendi hizmetini kendisi görür. Rasûlüllah (s.a.v.) ile ehli beytinin halleri dünya varlığı cihetinden son derece basit idi. Şu halde zenginin hali ona kıyas edilemez. Hidâye sahibinin Muhtârâtü'n-Nevâzil'deki ibâresi de bunu te'yid etmektedir. Zira şöyle demiştir: "Kadın kendi hizmetini görenlerdense ekmek ve yemek pîşirmesi ona düşer ilh..."
«Tamamı Cevhere'dedir.» Orada şöyle denilmiştir: "Temizlik yapmaya ve kiri pası gidermeye yarayan fırça, yağ, sidr, hatmi, çöven ve sabun gibî şeyler o yerin âdetine göre kocaya vâcibdîr. Kına ve sürme îse lâzım değildir. Kocanın ihtiyarına bakılır. Kokuya gelince: Ter kokusunu kesecek kadarı vâcibdir, fazlası vâcib değildir. Kir pas kokusunu kesecek kadarı da vâcibdir. Fakat hastalık için ilaç, doktor ücreti ve kan aldırma ücreti gibi şeyler vâcib değildir. Su da kadının bedenîni ve elbîsesîni yıkayacak mikdar vâcibdir. Cünüblükten yıkanacak mikdarını satın alması vâcib değildir. Suyu kadının yanına getirir yahut kadının suya gitmesîne izin verir. Kadın zenginse parasıyla kendîsîne su taşıttırır. Ama abdest suyu kocaya aiddîr." Lâkin Hindiyye'de: "Gusül suyunun parası kocaya aîddir. Abdest suyu da öyledir. Belh ulemasıyla Sadru'ş-şehîd'în fetvaları buna göredir. Kâdîhân da bunu ihtiyar etmiştir." denilmektedir. Bezzâziye'de dahi: "Kadın için yemiş satın alması farz değildir." denilmiştir.
TENBİH: Bu söylenenlerden anlaşılır ki, kadının kahvesi, tütünü kocasına vâcib değildir. Velev ki onları bırakınca zarar görsün. Çünkü bunlar ilaç yahut yemiş kabîlindense her ikisi erkeğe vâcib değildir. Nitekim gördün.
«Bazılarına göre kocaya aiddir.» Hulasa'dan naklen Bahır ibâresi şöyledir: "Biri çıkıp kocaya aiddir diyebilir. Çünkü bu cima masraflarındandır. Bir başkası da kadına aiddir diyebilir. Zira doktor ücretine benzer." Başkaları da böyle demişlerdir. Bunun muktezası çifte kıyas yapılmasıdır. Ulemadan kesinlikle birini söyleyen olmamıştır. Şârihin sözünden anlaşılan bunun hilâfınadır. Bana birinci kavil tercih edilecek gibi geliyor. Çünkü ebe kadının umumiyetle faydası çocuğa aiddir. Binaenaleyh babasının ödemesi gerekir.
"Giyecek takdir edilir." Musannıfa düşen giyecek üzerine söylediği sözleri birbirine eklemekti. Ya "kışın bir cübbe ilave edilir" sözünü buraya almalı yahut bu cümleyi oraya bırakmalıydı. T. Bilmelisin ki giyecek takdiri mekân ve âdetlere göre değişir. Onun için hâkime gereken her zaman her yerde âdete göre yeterince elbise takdir etmektir. isterse elbisenin cinsini takdir eder, dilerse kıymetini biçerek kıymetini hükmeder. Müctebâ'da böyle denilmiştir. Bedâyı'da: "Giyecek nafakada olduğu gibi ihtilâflıdır. Yalnız erkeğin hali itibara alınır diyenler olduğu gibi her ikisinin halleri itibara alınır diyenler de vardır. Bahır." denilmiştir.
"Altı ayda bir giyecek takdir edilir." Ancak evlenir de kocası onunla cimada bulunur, fakat ona giyecek göndermezse kadın altı aydan önce istediği takdirde vermeye mecburdur. Müddetin geçmesi şart olmaması hususunda giyecek yiyecek gibidir. Bunu Hulâsa'dan naklen Bahır sahibi söylemiştir. Hülasası şudur: Giyecek müddetin tamamından sonra değil hemen vâcib olur. Bilmelisin ki kadının giydiği elbise eskimedikçe yahut giyme zamanı gelmedikçe giyeceğin yenilenmesi lâzım gelmez. Bunu Hâkim Kâfî'sinde beyan etmiştir. Bu hususta tafsilât vardır. Musannıfın: "Kadının kendi malı olan hizmetçisi için de..." dediği yerden az evvel gelecektir.
METİN
Koca karısının nafakasını bizzat verebilir. Velev ki hâkimin takdirinden sonra olsun. Hulâsa. Ancak hâkim vermediğini anlarsa o zaman kadının isteği ile kocasının huzurunda ona nafaka takdir eder. Kocasının eli açık değil de kadın hakkını geciktirdiğinden şikâyet ederse hâkim ona nafakasını vermesini emreder. Çünkü kocasının izni olmaksızın kadının onun yiyeceğinden yemeye, onun kumaşından elbise yapmaya hakkı vardır. Vermezse hâkim onu hapseder. Kendisinden nafaka sâkıt olmaz. Hulâsa ve diğer kitablar. Nafaka her ay yani her vakit münasib olan müddetinde verilir. Meselâ yevmiyeciye her gün, bekçiye her sene verilir.
İZAH
"Karısının nafakasını bizzat verebilir." Çünkü kadına bakmak onun va-zifesidir. Yoksa bunu artan kısmını geri almak için yapmaz. Zira kadına takdir edilen veya verilen nafaka onun milki olur. Kadının ondan başkasına yedirmeye ve tesadduk etmeye hakkı vardır. Bunun muktezası şudur: Kadın kendisine takdir edilen nafakanın bir kısmını fakirlere vermeyi kocasına emretse kalanı kendinindir. Yahut yiyecek satın almayı emretse artanını kocasının yemeye hakkı yoktur. Hâniyye'de bildirildiğine göre kadın kendi malından yerse kendisi için takdir edilen mikdarı kocasından alabilir. Bu satırlar kısaltılarak Bahır'dan alınmıştır.
"Velev ki hâkimin takdirinden sonra olsun." Cümlesinin burada yeri yoktur. Zira hâkimin şartlarından biri kocanın borcunu uzattığını, nafakayı vermediğini anlamasıdır, Nitekim göreceksin.
"Nafaka takdir eder ilh..." Sözü istisna üzerine tefrî edilmiştir ve onun neticesini beyandır. Lâkin bir faydası yoktur. Musannıf böyle diyeceğine onu karısına vermesini emreder, demeliydi. Yani kocasının kadın için harcamaya hakkı yoktur. Bilâkis kadının kendine harcadığı mikdarı ona vermeye mecburdur. Bunu Bahır sahibinin Hulâsa ve Zahîre'den naklettiği şu söz de izah eder: "Nafakayı veren kocadır. Ancak hâkim onun bu hususta geciktiğini anlarsa o zaman nafakayı kendisi takdir eder ve bunu karısına versin de kendisine nafaka yapsın diye emreder. Bu kadının menfaatinedir. Vermezse hâkim onuhapseder. Kendisinden nafaka borcu düşmez."
"Kocasının huzurunda kadının istemesiyle" Sözü hâkim nafaka takdir edebilmek için lâzım gelen iki şartın beyanıdır. Bunları Bedâyı sahibi bildirmiştir. Lâkin metinde nafaka takdirinin gaib için de yapılacağı gelecektir. Şayet gaibin bir kimsede malı olur da o kimse bu malı ve evliliği ikrar ederse onun malından da nafaka takdir edilir. İmam Züfer'in kavline göre mutlak surette gaibin malından karısı için nafaka takdir edilir. Fetva da onun kavline göredir. Zahîre ile Hulâsa'nın sözlerinden üçüncü bir şart çıkarılmaktadır ki, o da kocanın ödemeyi geciktirdiğinin anlaşılmasıdır.
"Kocasının eli açık değil" Sözü dördüncü bir şartı beyandır. Bunu Gâyetü'l-Beyân sahibi söylemiş: "Kocanın yemeği çok, kendisi de sofrası açık ise kadın kendisine yetecek kadâr oradan yiyebilir ve artık kendisine nafaka takdir edilmesini isteyemez. Koca bu sıfatta değilse kadın onunla beraber yemeye razı olduğu takdirde mesele yoktur. Dâvâ ederse örfe göre kendisine nafaka takdir edilir." demiştir. Bu İfade eli açık, sofrası açık sözlerinden kadın kendisine yetecek mikdar onun yemeğinden yiyebilir mânâsını murad edildiğinde hemen hemen açıktır.
"Onun yiyeceğinden yemeye hakkı vardır ilh.." Sözü dördüncü şarttan anlaşılan mânânın ta'lilidir. Yani kocasının izni olmasa bile ihtiyacı kadar onun malından yemesi kadına helâl olmadığı için buna imkân bulduğunda kadına nafaka takdir edilmez.'
"Vermezse ilh..." Sözü "Kadına vermesini emreder" sözünün üzerine tefrî'dir. Fetih'de şöyle denilmiştir: '"Koca: zengin olduğu halde nafaka vermekten çekinirse karı-kocanın araları ayrılmaz. Hâkim koca hesabına onun malını satar ve kadının nafakasına harcar. Malı yoksa karısının nafakasını verinceye kadar onu hapseder, nikâhı feshetmez. Kocanın evi ve hizmetçisi satılmaz. Çünkü bunlar aslî hâcetlerdendir. Aslî hâcet ise borçlarından önce gelir. Bazıları gömleğinden kalanını satar, yalnız soğuk mevsimde ise satamaz demiş; birtakımları günlük giydiğinden maada giyim eşyasını satabileceğini söylemişlerdir. Hulvâni bu kavle meyletmiştir. Birtakımları günlük iki elbisesinden başkasını satabileceğini söylemişlerdir. Serahsî de buna meyletmiştir. Serpuşu satılamaz. Bunu Muhît'ten naklen Kuhistânî söylemiştir.
"Münasib olan müddetinde verilîr ilh.,." Ulema nafaka takdir ederken en elverişli ve en kolayı itibar olunacağını söylemişlerdir. Meselâ yevmiyecinin hakkı her gün verilir. Çünkü o bazen toptan bir aylık nafakayı elde etmeye kâdîr olamaz. Onun için böylesine hakkı peşin yani her günün akşamı verilir. Tâ ki aldığını o günkü ihtîyaçlarına sarf edebilsin. Tâcir ise nafakası her ay verilir. Bekçi ise nafakası seneden seneye, bir işi haftada bitiren bir sanatçı ise "haftadan haftaya verilir. Fetih ve diğer kitablar.
Ben derim ki ihtiyar sahibiyle diğer ulema musannıfın yaptığı gibi nafaka takdirinin ayla olacağını, söylemişlerdir; Çünkü ay ortadır. İmam Muhammed'in kavli de odur. Evet, Zahîre'de Serahsî'den naklen bildirildiğine göre ayla takdir şart değildir. Müteehhirin ulemadan bazıları kocanın hâli hakkında geçen tafsilâtı itibara almışlardır.
METİN
Koca her günün nafakasını anında verebilir. Nitekim kadın da her akşam ertesi günün nafakasını isteyebilir Kadın kocasının ortadan kaybolacağından korkarak bir aylık veya daha fazla nafaka için İmam Ebû Yusuf'a göre kocasından kefil alabilir. Bununla fetva verilir. Sen diğer borçları da buna kıyas et! Bazı ulema bununla fetva vermişlerdir. Cevâhiru'l-Fetâvâ birinci bâb. Kefil her ay şu kadara diyerek kadına ebedî bir kefâlet yaparsa ebedî olur. Ebedî demezse Ebû Yusuf'a göre yine ebedî olur. Bununla fetva verilir. Bahır.
İZAH
"Koca her günün nafakasını anında verebilir." Bunu Bahır sahibi in-celeme neticesi söylemiş; sonra şöyle demiştir: "Bunun yeri koca razı olduğu zaman olmalıdır. Aksi takdirde koca: Ben her günün nafakasını peşin veririm derse başkasına mecbur edilmez, Çünkü bu ancak ona hafif olsun diye itibar edilmiştir. Zarar verecekse yapamaz. Ulemanın zâhir olan sözlerinden anlaşıldığına göre kocanın haline münasib düşen her müddetin nafakası peşin verilir. Nitekim bunu gün meselesinde açıklamışlardır.
"Nitekim kadın da ilh..." Zahîre'de İmam Muhammed'den nakledilen bir ayla takdir zikredilmiştir. Çünkü alışılan müddetlerin en azı budur. Sonra Zahîre sahibi şöyle demiştir: "Buna şu tefrî edilmiştir: Kadına nafakayı vermez de kadın her günün nafakasını elde etmek isterse bunu ancak akşam olduğunda ister. Çünkü her günün hissesi bellidir. Onu istemek mümkün olur. Bir günden azın hissesi bunun hilâfınadır. Çünkü o saatlerle takdir edilir. Binaenaleyh itibarı mümkün değildir." Bu ifade gösterir ki, kadının her günün nafakasını isteme hakkı kocası aylık nafakasını vermediği zamandır. Binaenaleyh Bahır sahibinin: "Her günün nafakasını vermek hususunda kocaya muhayyerlik verilmiştir." diye yaptığı incelemeye aykırı değildir. Evet, kocaya muhayyerlik verilmesi bazen kadının zararına olabilir. Nitekim görüyoruz. Bu kadını her gün evinden çıkmaya muhtaç ediyor. Kavgaya, gürültüye müncer oluyor, çok defa kadın kocasını bulamıyor. Bulduğunda da istediğini alamıyor. Binaenaleyh zamanımızda evlâ olan Zahîre'den naklettiğimiz ayla takdirdir. Her gün alıp almamak hususunda muhayyerlik kadına aiddir. Lâkin bu mutlak değil söylediğimiz gibi kocası ödemeyi geciktirdiği zamandır. Çünkü kocası her ayın nafakasını verir de kadın buna razı olmayıp her günün nafakasını ayrı ayrı almak isterse inatçılık etmiş, kocasını zarara sokmak istemiş olur. Artık her gün için onun hasmı olur. Binaenaleyh şeriatınkavgayı, gürültüyü kesmek için malûm kaidelerine uygun olan bu tafsilâtı benimsemek gerekir.
"Kefil alabilir ilh..." Fetih'in ibâresi şöyledir: "Bir kadın: Kocam benden uzun zaman uzaklarda kalıyor. Onun için ben nafakaya kefil isterim derse Ebû Hanife kadının buna hakkı olmadığını söylemiştir, Ebû Yusuf'a göre istihsanen bir aylık nafakaya kefil alabilir. Fetva buna göredir. Kocasının seferde bir aydan fazla kalacağı bilinirse Ebû Yusuf'a göre bir aydan fazlaya kefil alınabilir." Böylece anlaşılıyor ki, bir aylık nafakaya kefil alma meselesi kocasının seferde ne kadar kalacağı bilinmediği vakittir. Kocası bir aydan az veya çok seferde kalabilir. Binaenaleyh bir ayla yetinilir. Çünkü yukarıda geçtiği gibi bir ay, mutad olan müddetlerin en azıdır. Fazlaya kefil almanın yeri fazla kalacağı bilindiği zamandır. Meselâ kocası hacca gitmiştir. O zaman bütün bu müddet için kefil alınır. Evet, şârihin ibâresinde kısaltma vardır ki, maksadın hilâfını iham etmektedir. Onun ifadesine göre Ebû Yusuf'un hilâfı yalnız birincide değil her iki yerdedir. Feth'in zikri geçen ibâresi bunu açık göstermektedir.
"Sen diğer borçları da buna" Yani nafaka borcuna kıyas et! Nucu'l-Ayn sahibi diyor ki: "Muhît'in kefâlet bahsinin sonunda: Nafaka meselesinde fetva Ebû Yusuf'un kavline göredir. Diğer borçlarda da bir müftî bununla fetva verse insanlara iyi muamele yapmış olmak için güzel olur. denilmiştir. "Akdiye" nâm kitabta kaydedildiğine göre uzun vadeli borcun vakti yaklaşınca borçlu sefere çıkmak isterse kefil vermesi vâcib olmadığına ulema ittifak etmişlerdir. Suğra'da da şöyle denilmiştir: "Borçlu sefere gitmek isterse alacaklının ondan kefil istemeye hakki yoktur; Ama Ebû Yusuf: Biri çıkar da aylık nafakaya kıyasen bunun da kefil istemeye hakkı vardır derse bu söz de yabana atılamaz, demiştir. Müntekâ'da da. şu ibare vardır: Alacaklı hâkime bana borcu olan fülanca gözümden kaybolmak istiyor dese hakim ondan kefil vermesini ister. Velev ki borç mühletli olsun." Sonra gizli değildir ki, burada ayla kayıdlamak münasib değildir. Murad bütün borca kefil almaktır. Çünkü borç borçlunun zimmetinde sâbit ve mukadder bir şeydir. Nafaka bunun hilâfınadır. O müddetin ziyadeleşmesiyle artar. Binaenaleyh kefâlet seferde bulunduğu müddetin mikdarınca kayıdlanır. Evet, borç taksitli ise bulunmadığı müddetin taksidlerine kefil almakla kayıdlamanın mânâsı anlaşılır.
"Kefil her ay şu kadar diyerek ilh..." Bilmelisin ki yukarıda geçen izahat sadece kadın kocasının kaybolacağından korktuğu vakit ondan cebren kefil alabilir mi alamaz mı meselesindeki hilâf hakkındaydı. Şimdi sözümüz ise kefâletin ne kadar müddet için sahih olacağı hakkındadır. Kadına her ay on dirhem için kefil olur da ebediyyen yahut evliliğiniz devam ettiği müddetçe derse bil ittifak kefâlet ebedî olur. Aksi halde Ebû Hanife'ye göre biraya, Ebû Yusuf'a göre ebedî olarak kefil olmuş olur. Bu daha münasibtir. Fetva da buna göredir. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Bu şunu gösterir ki, nafaka takdir edilmeden yahut karı-koca muayyen bir şey üzerine anlaşmadan kefâlet sahih olmaz. Bahır sahibi Zahîre'den naklen "Geçmişin nafakası ancak hâkimin hükmü veya karı-kocanın anlaşmaları ile vâcib olur." sözünü izah ederken şunları söylemiştir: "Lâkin bundan sonra Vâkıat'ta şöyle denilmiştir: Kadın kocam gözden kaybolmak istiyor. Ben ondan kefil isterim! dese buna hakkı yoktur. Çünkü nafaka vâcib olmamıştır. Ebû Yusuf: Bir aylık kefil almayı ben iyi görürüm, demiştir. Fetva da buna göredir. Çünkü nafaka halen vacib olmadıysa sonra vâcib olacaktır. Binaenaleyh bu adam kadının kocası üzerinde biriken alacağına kefil olmuş gibidir ve insanlarâ iyilik olsun diye istihsanen mecbur edilir. Zahîre sahibi nafaka takdir edilmiş olsun olmasın ifadesini ziyade etmiştir."
Ben derim ki: Bu söz üst taraftakine muhâliftir. Orada: "Nafaka takdir edilmeden veya karı-koca muayyen bir şeye razı olmadan kefâlet sahih değildir." denilmişdi. Remlî bu iki sözün arasını bulmuş, üst taraftakini kocanın mevcud olduğu hale, buradakini gözden kaybolmayı istediği hale yorumlamıştır. Binaenaleyh koca orada yokken istihsanen mutlak surette sahih olur. Bu izaha göre evvelce geçen: "Oğlunun karısının nafakası babadan istenemez. Meğerki garanti etmiş olsun." sözü takdir edilmiş yahut hüküm verilmiş nafaka diye kayıdlanır. Bu ulemanın sözlerinin arasını bulmak içindir.
Ben derim ki: Kitabü'l-Akdiye'den naklen Zahîre'de bildirildiğine göre baba nafakayı ve gelinin kocasından alacağı mehri garanti ederse nafakayı garanti etmesi bâtıldır. Meğerki bir şey tesmiye edilmiş olsun. Meselâ karı-koca her ayın nafakası için takdir edilmiş bir şeye razı olsunlar da sonra bir adam bunu ödeyeceğine kefil olsun. Bu câizdir. Çünkü bu anlaşmayla nafaka vacib olur.
Binaenaleyh onu garanti etmek de sahihtir. Lâkin kefilin bir aylık nafakadan fazlasını vermesi lâzım gelmez. Zâhire bakılırsa kıyas budur. Zira vâcib olmayan bir şeyi garanti etmek sahih değildir. Karı-koca ya mahkeme hükmüyle yahut aralarında anlaşmak suretiyle muayyen bir mikdar üzerinde ittifak etmedikçe nafaka vâcib olmaz. Onun için böyle bir şey olmazsa zaman geçmekle nafaka sâkıt olur.
Lâkin yukarda geçenlerden anladın ki istihsan cevazı bildirmektedir. Velev ki hâlen vâcib olmasın. O adam kadının kocası üzerinde biriken bütün alacaklarına kefil olmuş gibi sayılır. Bu şekilde kefâlet nafakadan başkasında câizdir. Nafakada da öyledir. Âşikârdır ki, istihsanın illeti koca mevcud olsun gaib olsun her iki halde câri'dir. Babanın gelininin nafakasını üzerine alması meselesinde ulemanın mutlak ifadeleri buna delâlet eder. Fethü'l-Kadir sahibinin: "Kadına bir senenin nafakasını garanti ederse câiz olur. Velev kivâcib olmasın." sözü de öyledir. Bana zâhir olan muvaffakiyet budur ki, söze değer. Bunu ganimet bil!
T E N B İ H: Bu kefâlet iddet zamanını da içine alır. Çünkü nikâh devam ettikçe o adam kefildir. Nikâh ise iddet içinde her vecihle bâkidir. Nitekim Zahîre'de bildirilmiştir. Bir misli de Fetih'dedir.
Kefil kadına ebediyyen çocuğunun nafakası için veya yaşadığı müddetçe hizmetçisinin nafakası için kefil olsa câiz değildir. Çünkü çocuk zenginlediği veya bulûğa erdiği yahut kadın hizmetçiden müstağnî kaldığı vakit nafaka sâkıt olur. Şu halde vakit meçhuldür. Kadının nafakası bunun hilâfınadır. Zira nikâh devam ettiği müddetçe o vâcibdir. Nitekim Zahîre'de bildirilmiştir. Sonra bilmelisin ki, malla kefâlet sahih olmak için malın sahih borç olması şarttır. Bundan murad ödemekten veya ibrâdan başka bir sebeble sukut etmeyen borçtur. Halbuki nafaka borcu ölümle ve boşamakla sâkıt olur. Şu halde kıyas burada kefâletin sahih olmamasıdır. Galiba ulema istihsanla amel etmişlerdir. Nitekim bunu şârih kefâlet bahsinde zikretmiştir. Anla!
METİN
Yine Bahır'da bildirildiğine göre kadının kocasına borcu olursa her ikisinin borçları kısas suretiyle karşılaştırılmaz. Meğerki kocasının rızası olsun. Çünkü nafaka borcu ölümle sâkıt olur. Sair borçlar bunun hilâfınadır. Yine Bahır'da bildirildiğine göre kadın hanesini kocasına kiralar da karı-koca o hanede otururlarsa kocasına ücret lâzım gelmez. Kadının kirayla oturduğu bir evde onunla cimada bulunur da bir seneden sonra kadından ücret istenir ve kadının kocasına: Ben sana bu evin kira ile tutulduğunu haber vermiştim, kirayı sen ödeyeceksin derse kirayı kadının ödemesi gerekir. Çünkü akdi yapan odur. Bezzâziye.
Bunun mefhumu şudur: Kadın kirasız olarak vakıf veya yetim malı yahut gelir için hazırlanmış bir evde otursa kirası kocasına aid olur. Bellenmelidir. Hâkim nafakayı pahalılık ve ucuzluğa göre takdir eder. Dirhem dinarlarla (gümüş ve altın paralarla) takdir edilmez. Nitekim İhtiyar'da böyle denilmiştir. Musannıf bu sözü kendi yazdığı Mecma şerhine nisbet etmiştir. Lâkin Bahır'da Muhît'ten, sonra Müctebâ'dan naklen: "Hâkim isterse nafakayı nevilere ayırarak takdir eder, dilerse dirhemlerle kıymet biçerek dirhemle takdir eder." denilmiştir. Yine Bahır'da bildirildiğine göre kadın kendine cimrilik ederse, zayıflayacağından korkarak kendisine takdir edilen nafakadan yesin diye kocası onu mahkemeye verebilir. Çünkü bu ona zarar verir. Nitekim kocası onu elbisesini giysin diye de dâvâya verebilir. Zira zînetlenmesi kocanın hakkıdır. Nafakaya kadın isterse kışın bir cübbe ve don ile soğuğu sıcağı önleyen bir şey ve bir yorganla yalnız bir döşek ziyade edilir. Çünkü kadın hayızlı ve hasta olduğu günlerde çok defa erkekten uzak bulunur.
İZAH
"Çünkü nafaka borcu ölümle sakıt olur." Karı-kocadan birinin ölümüyle de sâkıt olur. İhtilâflı olmakla beraber talâkla da sâkıttır. Nitekim gelecektir. Binaenaleyh kocanın borcundan daha zayıftır. Onun mutlaka rızası lâzımdır. H.
"Sair borçlar bunun hilâfınadır." Yani onlarda birbirine denk olmak şartıyla evvela karşılaştırma câizdir. Değişik olurlarsa meselâ biri iyi diğeri kötü ise, iyinin sahibinin mutlaka rızası lâzımdır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. H.
"Yine Bahır'da bildirildiğine göre ilh..." Bu cümle Bahır'ın bazı nüsha-larında mevcud, bazı nüshalarında yoktur.
"Kocasına ücret lâzım gelmez." Çünkü hanenin menfaati kadına aiddir. Lâkin icareler bahsinde gelecektir ki, fetva sahih olduğuna göre verilmiştir. Çünkü mesken hususunda kadın kocasına tâbidir. Bunu Halebî söylemiştir.
"Bunun mefhumu ilh..." Yani Bahır'ın sözünden anlaşılan mefhumu demek istiyor.
"Kirası kocasına aid olur." Çünkü bu üç şey gasb edilirse ödenir. Kadın ise mesken meselesinde kocasına tâbidir. Kendisi bir akid yapmamıştır. Fakat Tahtâvi buna itiraz etmiş: "Erkeğin o hanede oturması kadının gasbı tehakkuk ettikten sonra ârızi bir şeydir. Arızî meskenin erkeğe nisbet edilmesine itibar yoktur. Çünkü fiil kadından tehakkuk etmiştir." demiştir. Buna şöyle cevap verilebilir: "Kadın mesken hususunda kocasına tâbi olunca zilyedlik kocasına geçmiştir ve kocası gâsıbın gâsıbı gibi olmuştur. Lâkin bunun muktezası ücretin erkek tarafından da kadın tarafından da ödenebilmesidir. Nitekim gâsıbda olsun gâsıbın gâsıbında olsun hüküm budur.
"Pahalılık ve ucuzluğa göre takdir eder." Yani her vakit veya mekânda ona munasib olanı yapar. Bezzâziye'de bildirildiğine göre hâkîm nafakayı takdir eder de sonra ucuzluk olursa ziyade hesaptan düşer. Ama hüküm bâtıl olmaz. Aksi olursa kadın ziyadeyi isteyebilir. Kezâ onunla malûm bir şey üzerinde uzlaşırlar da sonra fiyat yükselir veya ucuzlarsa hüküm yine böyledir. Nitekim bunu musannıf da şârih de söyleyeceklerdir.
"Dirhem ve dinarlarla takdir edilmez." Yani her zaman ve her yerde artıp eksilmeyecek şekilde muayyen bir şeyle takdir edilmez. Gerçi İmam Muhammed fakire her ay dört dirhem takdir edilir demişse de bu mutlaka lâzım değildir. İmam Muhammed onu kendi zamanında gördüğüne göre söylemiştir. Zamanımızda hâkime düşen örfe göre yetecek derecede itibar etmektir. Nitekim Zahîre'de bildirilmiştir.
"Lâkin Bahır'da ilh..." Şöyle denilmiştir; "Hâsılı nafaka takdir etmek istediği vakit hâkime düşen vazife o yerli fiyat geçimine ve yine o yerin örfüne göre nafakanın kadına yetecek kadar olmasına bakmaktır. Mal sınıflarını dirhemle kıymetlendirir, sonra nafakayı dirhemlerletakdir eder. Nitekim Muhît'de bildirilmiştir. Bunu ya kocanın haline bakarak yahut her ikisinin hallerini itibara alarak yapar. Nitekim geçmişti.
Bahır sahibi bundan sonra şunu söylemiştir: "Müctebâ'da bildirildiğine göre hâkim isterse kadına nafaka olarak muhtelif malları, dilerse o mallara kıymet biçerek kadına kıymetini takdir eder." Sonra bilmelisin ki, bu şârihin İhtiyar'la Mecma'a nisbet ettiği söze aykırı değildir. Onlarda dirhemlerle takdir olunmaz; yani artıp eksilmeyecek muayyen bir şeyle takdir olunmaz denilmişti. Bilâkis bu o sözü te'kid ve tefsir etmektedir. Binaenaleyh "Lâkin Bahır'da" diyerek istidrak yapmaya hâcet yoktur. Evlâ olan bu istidrakı "Nafakayı pahalılık ve ucuzluğa göre takdir eder." sözü üzerine yapmaktır." Çünkü Bahır'ın sözü "Hâkim böyle yapmakla yîyecekleri sınıflara ayırmak arasında muhayyerdir." mânâsını ifade etmektedir:
Yani yiyecekleri ekmek katık, yağ, sabun gibi sınıflara ayırır. Hâkim kocanın bizzat nafakayı vermediğini anlarsa ya nafakayı yahut kadına yetecek kadar kıymetini vermesini emreder. O zaman istidrak sahih olur.
"Nitekim elbisesini giysin diye de dâvâya verebilir." Böyle diyeceğine:
"Buna delil kocasının onu elbisesini giysin diye dâvâya verebilmesidir." dese daha iyi olurdu ve bunun bir inceleme olduğu anlaşılırdı. Çünkü Bahır sahibi bu meseleyi Hulasa'dan nakletmiş sonra: "Bu gösterir ki ilh.. " demiştir.
"Kışın bir cübbe ilh..." Yani İmam Muhammed'in giyecek hakkında senede iki gömlek, iki baş örtüsü ve bir çarşaf verilir diye yaptığı takdire ilave edilir. "Zahîriyye sahibi diyor ki:" Bu, o zamanın örfüne göredir. Bizim örfümüze göre ise don, cübbe, döşek ve yorgan vermesi vâcibdir ki, bunlarla soğuk ve sıcağın vereceği eziyeti def etsin. Kışın da ipek bir kaftan, ipek cübbe ve ipekli baş örtüsü vermesi gerekir. "Zahîre'de bildirildiğine göre İmam Muhammed'in söyledikleri o zamanın âdetine göredir. Bu iş yerine göre sıcak, soğuk ve âdetlere göre değişir. Hâkime düşen her zaman ve her yerde örfe bakarak kadına yetecek mikdarı itibara almaktır. Nafaka hakkında bildiğin yalnız erkeğin veya her ikisinin halleri-nin itibara alınması cevabı giyecek hakkında da aynen cevabdır.
METİN
Bu; zenginlik, fakirlik, hal ve belde itibarîyle değişir. İhtiyar. Kadının mesti kocasına aid değildir. Fakat cariyesinin mesti ona aiddir. Müctebâ. Bahır sahibi diyor ki: "Bundan şu çıkarılır: Kadının yaygı ve benzeri eşyası varsa bunlar kocasından sâkıt olmaz. Bilâkis ona vâcib olur. Biz kendisi ve misafirleri için kadına zorla eşyasını yere serdirenler gördük. Bu onun giyeceğini vermemek gibi haramdır." Lâkin mehir bâbında Mübtegâ'dan naklen yine Bahır sahibinin: "Kadın kocasına lâyık çeyizi olmaksızın onun yanına zifaf olunursa kocası babasından parasını isteyebilir." dediğini yazmıştık. Ancak susarsa iş değişir. Şu izaha göreböyle bir çeyizle zifaf olunursa kocasının ondan faydalanması haram değildir. Bizim örfümüzde halk, çeyiz çok olduğu için mehrin çok olmasını, çeyiz azsa mehrin de az olmasını iltizam ederler. Şübhesizki örfen sâbit olan bir şey şart kılınmış gibidir. Binaenaleyh yukarda geçenle amel gerekir. Nehir'de böyle denil-miştir.
İZAH
"Bu; zenginlik, fakirlik ilh..." İtibariyle değişir. Yukarıda Zahîriyye'den naklettiğimiz sözün mânâsı da budur
"Hal itibariyle" Sözünün mânâsı karı-kocanın zenginlik ve fakirlik hu-susundaki halleridir.
"Kadının mesti kocasına aid değildir." Bezzâziye sahibi diyor ki: "Mu-sannıf mest ve gömleği kadının giyeceğinde zikretmemiş, hizmetçinin giyeceğinde zikretmiştir. Böyle yapması onların memleketindeki örfü âdet hükmüne göredir. Bizim memleketimizde ise gömlek, çarşaf ve üzerinde yattığımız şeyi takdir etmekle olur." Serahsî şunu söylemiştir: "İmam Muhammed çarşafı vâcib görmemiştir. Çünkü ona ancak dışarı çıkmak için muhtaç olunur. Kadına ise dışarı çıkmak yasak edilmiştir." Zahîre sahibi:
"Bu ta'lil bizim memleketimizde dahi çarşaf takdir edilmeyeceğine işarettir." demiştir.
Hâsılı çarşafın niçin zikredilmediği hususunda söylenen sözler muhteliftir. Bazıları örfü âdetten dolayı zikredilmediğini, onun için Hassâf'ın onu vâcib gördüğünü söylemişlerdir. Çünkü onun zamanında örf değişmiştir. Birtakımları dışarı çıkmak haram olduğu için zikredilmediğini söylemişlerdir. Birinci kavil daha güzel olsa gerektir. Çünkü örfe göre bazı yerlerde kadının dışarı çıkması helâldir. Binaenaleyh kadına mutlaka örtünecek bir şey lâzımdır. Evvelce geçmişti ki, kadına ayaklarını örtecek galoş almak vâcibdir. Zâhire bakılırsa bundan murad evde giydiği olduğuna göre bu hususta hilâf yoktur. Kışın şiddetli soğuktan korunmak için mest veya çorap giymek de böyledir.
"Bahır sahibi" diyor ki: "Hâsılı kadına vâcib olan sadece kocasının evinde kendini ona teslim etmektir. Kocasına ise hallerine göre yeme, içme, giyinme ve döşeme nâmına bütün ihtiyaçları görmek vâcibdir. Kadının kendi malından faydalanması lâzım gelmediği gibi kocası için de kendi yaygılarından birini yayması gerekmez."
Ben derim ki: Bu şunu ifade eder. Nikâhını kıydığından yahut kadınla cimada bulunduğundan itibaren kadının giyeceği kocasına aiddir. Hulâsa'dan naklen bunun açık izahı da geçti. Bunlar ona hemen vâcibdir. Sene yarısına kadar mühletli olarak vâcib değildir. Kadın kocasının yanına gelinlik elbiseleriyle zifaf edilirse bu elbiseyi kullanması lâzım gelmez. Nitekim bir müddet geçer de kocasının gönderdiği elbiseyi giymezse kocasından başka elbise istemeye hakkı vardır. Bu geçmişti, ilerde de gelecektir. Ve nitekim kadın kendine yetecek kadar yiyeceğe malik olur veya dişinden arttırır da kendisine takdir edilenparalardan bir mikdarı yanında kalırsa başkalarını vermek kocasına vâcib olur.
"Kocasına lâyık çeyizi olmaksızın" Dedikten sonra Bahır sahibi: "Mu'teber olan kadın için değil kocası için yapılan çeyizdir." demiştir. Mehir bâbında arz etmiştik ki, babaya gönderilen bu eşyaya acemlerin örfünde destiman denilir. Kâfi ve diğer kitablarda bu mehr-i muacceldir diye tefsir edilmiştir. Başkaları tafsilât vermiş ve: "Akidde zikri geçmişse mehr-i muacceldir. Hatta onu almak için kadın kendini teslim etmemeye mâliktir. Binaenaleyh kocanın çeyiz istemeye hakkı yoktur. Zira bir şeyin iki tane bedeli olmaz. Şayet akidde sözü geçmemişse bu bedel vermek şartıyla hibe gibidir. Örf ve âdet mikdarınca kocası çeyizi veya destimanı isteyebilir." demişlerdir. İki kavlin arası böyle bulunmuştur.
"Kocası babasından parasını isteyebilir" Bundan murad dâmadın me-hirden sayılmak için değil de çeyizde damad için hazırlananlara karşılık olmak üzere gönderdiği paradır. Gördün ki, bu bedel şartıyla hibedir. Karşılığı olmayınca ondan dönebilir.
"Ancak, susarsa" Yani razı olduğunu gösterecek bir zaman ses çıkarmazsa iş değişir.
"Binaenaleyh yukarda geçenle amel gerekir." Yani kadının izni olmaksızın onunla faydalanmak haram olmaz. Nehir sahibinin orada Bezzâziye'den naklettiği söze gelince: "Sahih kavle göre babadan bir şey isteyemez. Çünkü nikâhda mal maksud değildir." demişti ki, bu söz peşin verilen o malın akde katıldığına mebnîdir. Buna delil; "Mal yani çeyiz nikâhda maksud değildir. Çünkü mehir yalnız cimadan bedel sayılır." şeklinde ta'lilde bulunmasıdır. Burada: "Bu akid esnasında katılsa da örfe göre yine çeyizden bedel sayılır. Binaenaleyh akid her ikisine yapılmıştır." denilemez. Çünkü biz: "Bundan tesmiyenin fâsid olması lâzım gelir. Zira her birine mahsus olan şeyin ne olduğu bilinmemektedir." deriz. Şu da var ki, bunu mehir yaptığım açıkladığına göre -ki cima'ın bedelidir- mânâ muteber değildir. Halbuki bu örf bizim zamanımızda malûm da değildir. Herkes bilir ki çeyiz kadının milkidir. Kocası onu boşarsa bütün çeyizini alır. Kadın ölürse ondan mirâs olarak alınır. Kocasına mahsus bir tarafı yoktur. Örf haline gelen ancak şudur: Gelin çok çeyiz getirsin diye mehri arttırılır. Bundan murad kocasının evini süslemek ve karısının izniyle kocasının ondan faydalanmasıdır. Kadın ölürse ona kocası ve çocukları mirâsçı olurlar. Nitekim bu maksadla zengin kadının mehri de arttırılır. Yoksa çeyizin hepsi veya bir kısmı dâmadın olsun diye arttırılmadığı gibi kadın izin vermese de bundan faydalansın diye dahi arttırılmaz.
METİN
Yine Nehir'de Bahır'ın kaza bahsinden naklen şöyle denilmiştir: "Acaba hâkimin nafakayı takdir etmesi onun tarafından bir hüküm müdür?" Ben derim ki: Evet hükümdür. Çünkü şartiyle birlikte takdir etmesini istemek dâvâdır. Binaenaleyh müddetin geçmesiyle sâkıt olmaz. Kadına her gün veya her ay için nafaka takdir edilirse nikâh devam ettiği müddetçebu bir hüküm sayılır mı? Ben derim ki: Evet sayılır. Meğerki bir mâni bulunsun. Onun için nafaka takdirinden önce ondan ibrâ bâtıldır. Takdirden sonra ise geçmişten de gelecek ay için de ibra sahihtir. Hatta akidde nafaka takdirsiz olacak, elbise kış ve yaz elbisesi olacak diye şart koşulsa bu şart lâzım gelmez. Bundan sonra kadının bunların takdirini istemeye hakkı vardır.
İZAH
"Acaba hâkimin nafakayı takdir etmesi" Yani buna hükmettim demeden takdir etmesi hüküm sayılır mı sayılmaz mı demektir. Bu meseleleri musannıfın aşağıda gelen: "Nafaka ancak mahkeme hükmüyle veya anlaşmakla borç olur." dediği yerde zikretmek gerekirdi.
"Şartiyle" Sözünden murad geciktiriyor diye şikâyet, kocanın orada bulunması ve sofrası açık olmamasıdır. T.
"Bu bir hüküm sayılır mı iih..." Bahır sahibi şöyle demiştir: "Aşağıda gelecek olan ibrâ meselesi gösteriyor ki, takdir edilen nafaka birinci ayda alınır. Sonra ki aylar için muzaftır. Ayın girmesiyle tatbike konur ve böyle devam eder."
"Meğerki bir mâni bulunsun." Meselâ kadın itâatsizlik göstersin. Bu takdirde o müddetin nafakası sâkıt olur. Nitekim geçmişti. Ve meselâ pahalılık, ucuzluk cihetiyle fiyatlar değişsin de bu sebeble eksilsin veya artsın. Bu takdirde hüküm sayılmaz.
"Onun için" Yani yukarıda geçenlerden nafakanın mahkeme hükmüyle borç olduğu ve müddetin geçmesiyle sâkıt olmadığı bilindiği için demektir. T.
"Nafaka takdirinden önce" Sözü takdirin mahkeme kararıyla veya anlaşmak suretiyle olmasına şâmildir. Batıldır demesi zikredildiği şekilde takdir edilmezse borç olmayacağı içindir Binaenaleyh şârihin sözünde kusur yoktur.
TENBİH; Bundan şu istisna edilir: Karısına iddet nafakasından ibrâ etmesi şartıyla hul yaparsa câiz olur. Nitekim bâbında arz etmiştik. Çünkü bu bedel karşılığı bir ibrâdır ve vâcib olmadan önce almaktır. Binaenaleyh caizdir. Birincisi ise bir şeyi vâcib olmadan ıskattır, O câiz değildir. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştîr.
"Gelecek ay îçin de ibrâ sahihtir." Yani nafaka aylarla takdir edilmişse sahihtir. Günlerle takdir edilmişse gelecekte bir günün nafakasından kurtulmuş olur. Senelerle takdir edilmişse, kezâ gelecekte bir senenin nafakasından kurtulmuş olur. Nitekim bu zâhirdir. Anlaşılıyor ki, gelecekten murad evveli girmiş olandır. Çünkü yürürlüğe konması ancak onun girmesiyle olur. Girmezden önceki hükmü sonraki ayların hükmü gibidir. Bunu Bahır'ın şu ifadesi te'yid eder: "Keza kadın seni bir senenin nafakasından ibrâ ettim derse, koca ancak bir ayın nafakasından berî olur. Çünkü hâkim her ayın nafakasını takdir edince bunu ayın yenilenmesiyle yenilenen bir mânâ dolayısiyle yapmıştır. Ay yenilenmeden nafaka takdiri deyenilenmez. Takdir yenilenmeyince ikinci ayın nafakası da vacib olmaz ilh..."
Hâsılı nafaka yenilenen bir ihtiyaçtan dolayı takdir edilir. Her ay şu kadar olacak diye takdir edilince her ay yenilendikçe ihtiyaç da yenilenmiş olur. Ay yenilenmeden nafaka takdiri de yenilenmez ve ondan önce nafaka vâcib olmaz. Vâcib olmayan bir şeyden ibrâ ise sahih değildir. Bunun muktezası şudur: Nafaka her sene şu kadar olacak diye takdir ederse giren senenin nafakasından ibrâ sahih olur. Daha fazlasının ve henüz girmemiş senelerin nafakasından ibrâ sahih değildir. Bana zâhir olan budur.
"Şart koşulsa" Sözü nafaka takdirinin mahkeme hükmünde olduğunun mefhumuna tefrî'dir. H. Mefhum hâkimin takdiri bulunmaksızın lâzım olmamasıdır. Burada şöyle denilebilir: Nafaka karı-kocanın malûm bir mikdar üzerinde anlaşmalarıyla da lâzım gelir ve kocanın zimmetinde borç olur. Şu halde bu tefrî'in: "Nafaka takdirinden önce ibra bâtıldır." sözünün mefhumu üzerine olması teayyün eder. Biliyorsun ki, nafaka takdiri hem mahkeme kararına, hem de karı-kocanın anlaşmalarına şâmildir. Bunun mefhumu mezkûr takdir yapılmadan önce nafakanın lâzım olmamasıdır. Çünkü mezkûr şartta takdir yoktur. Nitekim az ileride anlaşılacaktır. Anla!
"Kış ve yaz elbisesi" Yanı kadına her altı ayda bir lâzım gelen elbiseyi getirir. Bu elbiseyi kıymet biçmeden, parayla takdir etmeden giyecek bedeli olarak verirse demektir.
"Bu şart lazım gelmez ilh..." Bahır sahibi inceleme yaparak böyle demiştir. Vechi şudur: Bu şartın varlığı yokluğu müsavîdir. Zira şart koşsun koşmasın nefsi akidle bu ona vâcibdir. Yalnız ödemeyi sürüncemede bıraktığı anlaşılınca ya muayyen bir şey üzerinde anlaşmaya veya hâkimin hükmüne başvurulur ve bununla nafaka kocanın zimmetine borç olur da müddetin geçmesiyle sâkıt olmaz. Ondan ibrâ da sahihtir. Bu yapılmadan önce biliyorsun ki böyle değildir.
"Bundan sonra kadının ilh..." Yani zikredilen şarttan sonra kadın nafaka ve giyecek takdir edilmesini yukarıdaki şartıyla kocasından veya hâkimden isteyebilir.
METİN
Akdin mûcebi ile bunu câiz gören bir Mâlikî hâkim hüküm verse Hanefî hâkimin nafaka takdirine hakkı vardır. Çünkü dâvâ ve hadise yoktur. Simdi şu kalır: Hanefî bir hâkim nafakanın para olarak takdirine hüküm verirse acaba Şâfiî hâkim ondan sonra erzak olarak verilmesine hüküm verebilir mi? Şeyh Kâsım Mucibetü't-Ahkâm adlı kitabında hayır diye cevap vermiştir. Bu izaha göre Şâfiî bir hakim nafaka erzak olarak verilecek diye hükmederse Hanefî hâkimin bunun hilâfına hüküm vermeye hakkı yoktur. Bellenmelidir. Evet, nafaka takdir edildikten sonra karı-koca anlaşma yaparak kadın nafakayı kocasıyla beraber erzak olarak yerse sâbık nafaka takdiri bâtıl olur. Çünkü kadın buna razı olmuştur. Sirâciyye'de şöyle denilmiştir: "Kadının giyeceği para darak takdir edilir de buna razı olur ve hüküm de verilirse, acaba kadının bundan dönerek elbiseyi kumaş olarak istemeye hakkı olur mu?" Sirâciyye sahibi buna "evet" diye cevap vermiştir.
İZAH
"Bir Mâliki hâkim hüküm verse ilh..." Yani karı-koca akdin sahih olup olmadığından münakaşa ettikten sonra Mâlikî bir hâkimin huzurunda dâvâya çıkarlar da hâkim gerek akdin gerekse şartlarının ve mûcibinin sahih olduğuna hükmettim derse hüküm sahîh olur. Lâkin Hanefî hâkimin nafakayı paraya çevirmeye hakkı vardır. Velev ki Mâlikînin mezhebine göre nafaka erzakla takdir edilmiş olsun. Çünkü Mâlikî hâkimin bu husustaki hükmü sahih değildir. Hüküm sahih olmak için mutlaka dâvâ ve hâdise lâzımdır. Yani karı-kocanın hâkimin hüküm verdiği hâdisede onun huzurunda dâvâya çıkmaları şarttır. Halbuki nafaka erzak olarak verilecek diye şart koşmanın sahih olup olmadığı hususunda karı-koca arasında münakaşa geçmemiştir ki, bununla hüküm vermek sahih olsun. Velev ki hâkim şartlarıyla, mûcibiyle hüküm verdim demiş olsun. Çünkü erzak şar-tının lâzım gelmesi akdin mûcibatından ve lâzımlarından değildir. Binaenaleyh Hanefî hâkim bunun hilâfına hüküm verebilir.
"Hayır diye cevap vermiştir." Yani Şâfiî hâkimin erzak olarak verilecek diye hüküm vermeye hakkı yoktur. Çünkü burada Hanefî hâkimin verdiği hükmü ibtal vardır. T.
"Bu îzaha göre ilh..." İfadesi Nehir sahibinin bir incelemesidir. T.
"Şâfiî bir hâkim erzak olacak diye hüküm verirse" Yani karı-koca Şâfii hâkim huzurunda dâvâya çıkarlar da kadın kocasından nafaka takdir etmesini ister o da razı olmazsa, hâkim de bu adamın borcunu vaktinde ödemediğini bilmeyerek kadına nafakasının erzak olarak verilmesine hükmederse Hanefî hâkim bu hükmü bozamaz.
Ben derim ki: Meğerki bundan sonra onun borcunu oyaladığı anlaşılsın. O zaman para olarak takdir eder. Çünkü bu başka bîr hâdisedir, Şâfiî'nin hükmettiği hâdise değildir.
"Çünkü kadın buna razı olmuştur." Çünkü nafaka takdiri kadına daha faydalı olduğu için onun hakkıdır. Zira takdir etmekle nafaka kocanın boynuna borç olur. Artık zaman geçmekle sâkıt olmaz. Karı-koca gelecekte nafakanın erzak olarak verilmesini anlaşınca bu eski takdirden vazgeçmek olur. Bu meseleyi Bahır sahibî inceleyerek anlatmış ve çok vuku bulduğunu söylemiştir. O bunu Zahîre'nin şu ifadesinden almıştır: "Kadın mahkemenin takdirinden önce veya sonra yahut anlaşmayla her ay kocasının üç dirhem nafaka vermesine razı olursa bu nafaka takdiri olur. Kadın bu bana yetmiyor derse arttırmak, kocası benim buna gücüm-yetmîyor derse hâkim soruşturmakla doğru söylediğini bildiği takdirde azaltmak câizdir. Aksi takdirde azaltılamaz. Çünkü kocanın kendi ihtiyarıyla bunu iltizametmesi ödemeye kudreti olduğuna delildir. Kadın kocasıyla bir elbise veya bir köle gibi hâkimin nafaka olarak takdir edemeyeceği bir şey üzerinde anlaşma yaparsa bakılır: Bu mahkeme kararıyla veya anlaşma suretiyle nafaka takdirinden önce ise yine takdir sayılır. Sonra ise bedel verme kabîlindendir. Üzerine ziyade ve noksan câiz olmaz." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Bahır sahibi diyor kî: "Bundan anlaşıldığına göre karı-kocanın nafaka olmaya yarayacak bir şey üzerinde anlaşmaları hâkimin nafaka takdirini bozar ilh..."
"Sirâciyye'de ilh..." Yani Kâri-i Hidâye Sirâcüddin'in Fetâvâ'sında şöyle denilmiştir: "Bu Şeyh Kâsım'ın söylediğine muhâliftir. Onun nafaka hakkında, bununsa giyecekte takdir edilmesî fark hususunda bir fayda vermez. Düşün!" Buna şöyle cevap verilebilir: O hâkimin takdiri hususunda, bu ise karı-kocanın anlaşmaları hakkındadır. Buna delil kadın razı olursa sözüdür. Hüküm verirse sözünden hakikî mahkeme hükmünü değil sûrî hükmü kasdetmîştir. Çünkü nafaka takdiri mahkemenîn hükmünden önce karı-kocanın anlaşmaları ile sahih olmuştur. Bir de mahkeme hükmünün şartı oyalamanın anlaşılmasıdır. Sadece karı-kocanın anlaşmalarıyla oyalama meydana çıkmış değildir. O zaman kadının dönerek kumaştan giyecek istemesi geçmiş mahkeme hükmünü ibtal değildir. Bilakis bunda kadının hakkından vazgeçmesi vardır. Çünkü karı-kocanın anlaşmalarıyla yapılan nafaka takdiri kadın için daha faydalıdır. Nitekim hâkimin takdiri meselesinde geçmişti. Bundan anlaşılır ki sâbık "Karı-koca anlaşırlarsa ilh..." sözü kayıd değildir. Kadının istemesi kâfidir. Yine bundan anlaşılır ki, kadının mahkeme kararıyla veya anlaşmayla nafaka takdirinden sonra istemesi arasında fark yoktur. Onun için Sirâciyye'nin sözünü "Karı-koca anlaşma yaparlarsa ilh..." İfadesinden sonra zikretmiştir. Lâkin buna göre yukarıda Şeyh Kâsım'dan nakledilen söz müşkil kalır. Çünkü Hanefî hâkim nafakanın parayla verileceğini takdir ettikten sonra Şâfiî hâkimin erzakla verilmesine hükmü sahih olmayınca kadının hükm olunmadan istemesinin sahih olmayacağı evleviyette kalır.
METİN
Ulema demişlerdir ki: "Nafakadan artan kadının olur. Bundan sonra kadına diğer bir nafaka hükmolunur. İsraf, hırsızlık, helâk, ihramlının nafakası ve giyeceği bunun hilâfınadır. Meğerki mutad şekilde kullanmakla eskimiş olsun yahut onunla birlikte kadın başkasını da kullansın. Bu surette başkası takdir edilir." Kadının zâhire göre tamamen kendi milki olup fiilen ona hizmetten başka işi olmayan hizmetçisi için dahi nafaka vâcibdir. Kendi milki değilse yahut kadına hizmet etmiyorsa hizmetçiye nafaka yoktur. Çünkü hizmetçinin nafakası hizmetine karşılık olarak verilir.
İZAH
"Ulema demişlerdir ki ilh..." Asıl şudur: Hâkim nafaka takdirinde hata olduğunu anlarsa onu reddeder. Aksi takdirde reddetmez. Kadına aylık on dirhem nafaka takdir eder de ay geçtikten sonra bundan bir şey artarsa diğer bir on dirhem takdir eder. Zira yüzde yüz takdirde hata ettiği anlaşılmamıştır. Câiz ki kadın dişinden arttırmıştır. Binaenaleyh yapılan muteber olarak kalır ve kadına ikinci ayın nafakasını takdir der. Ama kadının aldığı nafakada israf etmesi veya paranın çalınması yahut vakit geçmeden helâk olması bunun hilâfınadır. Bu takdirde vakit geçmedikçe başka nafaka takdir etmez. Zira hata meydana çıkmamıştır. İhramlının nafaka ve giyeceği de bunun hilâfınadır. Çünkü vakit geçer de bir şey artarsa başka nafakaya hüküm vermez. Onun hakkında nafaka ihtiyacına göredir. Bundan dolayıdır ki, nafakayı kaybederse ona başka bir nafaka takdir eder. Kadın hakkında ise nafaka eve kapanmasının bedelidir.
Kadının giyeceği de bunun hilâfınadır. Zira ikinci defa ona da hüküm verilmez. Meğerki mutad kullanışla müddet bitmeden eskimiş olsun. "Tamamen kendi milki olup" Sözüyle mükâtebe olan karısından ihtiraz etmiştir. Böyle olan karısının bir kölesi varsa onun nafakası kocasına vâcib değildir. Nitekim Zeylaî'nin ve başkalarının hürre diye kayıdlamalarından alarak musannıf Minah'da böyle demiştir. Şimdi şu kalır: Karısı hürre olur da cariyesini mükâtebe yapmış bulunursa zâhire göre hizmetinden vazgeçmemişse nafakası kocaya aiddir. Çünkü hürre diye kayıdlamakla mükâtebe olan cariyeyi ondan çıkarmak lâzım gelmez,
"Fiilen" Demesinden murad nafakaya yalnız hizmet esnasında hak kazanır da hizmetten önce veya sonra hakkı olmaz demek değildir. Bu kimsenin aklına gelmez. Murad hanımına hizmet etmekten kaçınmasıdır. Velev ki hanımına hizmetten başka vazifesi olmasın. Onun için Dürr-ü Müntekâ'da şöyle denilmiştir: "Kadının kendi milki değilse yahut ona hizmetten başka bir vazifesi varsa yahut vazifesi olmadığı halde kadına hizmet etmezse ona nafaka verilmez." Orada bu üç kayıd üzerine tefrî' yapılmıştır. Bahır'da Zahîre'den naklen: "Hizmetçinin nafakası ancak hizmet karşılığında verilir. Ekmek yapmaktan, yemek pişirmekten ve ev işlerinden kaçınırsa nafakası vâcib değildir. Kadının nafakası bunun hilâfınadır. Çünkü o evine kapanmasının mukabilindedir." denilmiştir.
METİN
Karısına bir hizmetçi getirirse ancak kadının rızasiyle kabul olunur. Kadının hizmetçisini evinden çıkarmaya hakkı yoktur. Ancak ondan fazlasını çıkarabilir. Bunu inceleme neticesi Bahır sahibi söylemiştir. Kadına hizmetçi nafakası kadın hür, kocası zengin olduğuna göre lâzımdır. Kadın kendisi cariye ise hizmetçiye mâlik olamayacağından hizmetçisine nafaka yoktur. Cevhere. Esah kavle göre kocası fakir de olmayacaktır. Fakirlik hususunda sözkocanındır. Her ikisi beyyine getirirlerse kadının beyyinesi tercih olunur. Hâniyye. Kocanın çocukları bulunur da bir hizmetçi yetmiyorsa hâkim ona bil ittifak iki veya daha fazla hizmetçi nafakası takdir eder. Fetih. İmam Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre zengin bir kadın kocasına bir çok hizmetçilerle zifaf olursa hepsinin nafakasına hak kazanır. Bunu musannıf zikretmiş, sonra şunu söylemiştir:" Bahır'da Gaye'den naklen biz bununla amel ederiz, denilmiştir." Musannıf demiştir ki: "Sirâciyye'de kadının hizmetçisinin nafakası kocası aleyhine takdir olunur. Kadın şereflilerdense iki hizmetçi nafakası takdir edilir. Fetva buna göredir, denilmiştir."
İZAH
"Karısına bir hizmetçi getirirse ilh..." Yani karısının hizmetçisini evinden koğmak için ona kendisinin bir hizmetçi getirmeye hakkı yoktur. Sahih kavil budur. Hâniyye. Çünkü kocasının getirdiği hizmetçi kadının işine yaramayabilir. Valvalciyye.
Nehir sahibi diyor ki: "Bunun kadının hizmetçisinden zarar görmezse diye kayıdlanması lâzım gelir. Onun hizmetçisinden zarar görürse, meselâ satın aldığı bir şeyin parasından aşırırsa -nitekim memleketimizde küçük kölelerin âdeti budur- kadın onu değiştirmediği takdirde kocası emin bir hizmetçi getirirse kadının rızasına tevakkuf etmez. Burada şöyle denilebilir: Koca alış-verişi kendi hizmetçisi vasıtasıyla yaptırabilir. Çünkü bu ona vâcibtir. Bu kadının hususi hizmetinden sayılmaz. Sözümüz ise kadına teallûk eden hususata dairdir. T. Evet, kadının hizmetçisi kocasının ev eşyasını aşırırsa bu onu koğmak için kocasına bir özür teşkil edebilir."
"İnceleme neticesi Bahır sahibi söylemiştir," İbâresi şöyledir: "Bunun zâhirine bakılırsa yani ulemanın karısının hizmetçisini evinden çıkaramaz sözlerinin zâhirine bakılırsa bir hizmetçiden fazlasını evinden çıkarabilir. Çünkü bu Tarafeyn'in kavline göre ziyadedir. Ebû Yusuf'un aşağıda gelen kavline göre ise çıkaramaz."
"Kadın hür" İfadesine hâcet yoktur. Çünkü metinde memlûk denilmiştir. Nitekim musannıf bunû Minah'da da açıklamıştır. Bunu Halebî söylemiş, şarihimiz de "Kadının milki olmadığı için" diyerek buna işaret etmiştir.
"Kocası zengin olduğuna göre..." Bahır sahibi diyor ki: "Gâyetü'l-Be-yân'da zenginlik sadakanın haram olması nisabıyla takdir edilir. Zekâtın farz olması nisabıyla takdir edilmez denilmiştir." Zahîre'de de şöyle denilmektedir: "Kadının nafakasında zikrettiğimiz vecihle hizmetçinin nafakası parayla takdir edilmez. Ona örfe göre yetecek kadar erzak takdir edilir. Lâkin onun nafakası kadının nafakası kadar olamaz. Çünkü o kadına bağlıdır. Binaenaleyh katık hususunda da nafakası kadınınkinden az olur. İmam Muhammed'in kitabta zikrettiği hizmetçi elbisesi kendi âdetlerine göredir. Bu her vakit değişir. Hâkime düşen her zaman veher yerde nafaka takdir ederken yetecek mikdar erzak takdir etmesidir." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
"Esah kavle göre" İmam Muhammed'in kavli buna muhâliftir. O: "Kocası fakir bile olsa kadının hizmetçisine nafaka takdir edilir." demiştir. Tamamı Fetih ile Bahır'dadır.
"Fakirlik hususunda söz kocanındır." Çünkü o aslı iddia etmektedir. Minah. Bir de vücub sebebini inkâr etmektedir. Bahır sahibi diyor ki: "Meğerki kadın beyyine getirsin. Bu haberde sayı ve adâlet şarttır, şehâdet sözü şart değildir."
"Bir hizmetçi yetmiyorsa" İbaresi yerine Fetih'de "Kendilerine bir hizmetçi yetmiyorsa" denilmiştir.
"İki veya daha fazla hizmetçi nafakası takdir eder.' Zâhirine bakılırsa hizmetçiler kadın içindir. Yani kadın için bir hizmetçiden fazlasının nafakası lâzım gelmez. Meğerki kadın bir kaç hizmetçiye kocanın çocukları için muhtaç olsun. Zira kadının bir kaç hizmetçisi yok da kocasının çocukları birden ziyade hizmetçiye muhtaç olurlarsa bir kaç tane hizmetçi bulmak kocaya lâzım gelir. Çünkü bu çocuklarının nafakası cümlesindendir. Nitekim gizli değildir.
"İmam Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre" Sözüyle şârih bunun İmam Ebû Yusuf'tan ayrıca bir rivâyet olduğuna işaret etmektedir. Çünkü Hidâye ve diğer kitablarda Ebû Yusuf'tan nakledilen söz: "İki hizmetçi için nafaka takdir edilir. Çünkü bunların birine iç hizmetleri, diğerine dış hizmetleri için ihtiyaç vardır, şeklindedir.
"Zifaf olursa" Sözüyle kadının baba evindeki hali itibar edileceğine, kocasının evine vardıktan sonra ârız olacak hale bakılmayacağına işaret etmiştir. Remli.
"Bahır'da ilh..." Bahır'ın ibâresi şöyledir: "Tahâvî diyor ki: İmlâ sahibinin Ebû Yusuf'tan rivâyetine göre kadın bir hizmetçisiyle yetinmeyecek kıymetlilerdense ona yetecek kadar bir veya iki yahut daha fazla hizmetçi nafakası verir. İmlâ sahibi: Biz de bununla amel ederiz. demiştir. Gâyetü'l-Beyân'da da böyle denilmiştir. Zahîriyye ile Valvalciyye'de ise kadın eşraf kızlarından olup bir hizmetçisi varsa kocası iki hizmetçi nafakası vermeye mecbur edilir, denilmektedir." Hâsılı mezheb mutlak surette bir hizmetçiyle yetinmenin lüzumunu göstermektedir. Ulemanın amel ettikleri kavil ise Ebû Yusuf'un kavlidir.
METİN
Kocanın üç nev'i ile nafakadan âciz kalması ve gaibte ise velev zengin olsun kadının hakkını vermemesi sebebiyle karı-kocanın araları ayrılmaz. İmam Şâfiî kocanın fakirlemesi ve onun bulunmamasından dolayı karısının zarar görmesi sebebiyle bunu caiz görmüştür. Buna Hanefî bir hâkim hüküm verirse geçersiz olur. Evet, bir Şâfiî'ye emreder de o hüküm verirse âmir ve memur rüşvet almamak şartıyla geçerli olur. Bahır.
İZAH
"Kocanın üç nev'i ile nafakadan âciz kalması" Yani yiyecek, giyecek ve meskenden hiç birini verememesi sebebiyle ister orada bulunsun ister bulunmasın araları ayrılmaz.
"Velev zengin olsun." Sözünün yerine münasib olan tâbir "Velev fakir olsun" demekdi. Çünkü bu İmam Şâfiî (R.)'ın hilâfına işarettir. Ona göre esah olan hareket bizim mezhebimizde olduğu gibi zengin koca karısının hakkını vermezse nikâhlarının fesh edilmemesidir.
"Karısının zarar görmesi sebebiyle bunu câiz görmüştür." Yani Şâfii'ye göre koca nafaka sebebiyle fakir düşerse karısı nikâhı fesh edebilir. Keza ortadan kaybolur da alınması imkânı kalmazsa bir çok Şâfiî ulemasına göre nikâhı fesh edebilir. Lâkin Şâfiîlerce mu'temed olan esah kavle göre koca zengin olduğu müddetçe fesh câiz değildir. Velev ki kendisinden haber kesilsin, nafakayı malından almak mümkün olmasın. Nitekim El-Ümm nâmındaki kitablarında açıklanmıştır. Tûhfe sahibi bunu naklettikten sonra diyor ki: "Bizim üstadımızın Menheç şerhinde kendisinden haber kesilmiş hazır malı bulunmayan koca hakkında kesinlikle buna hükmetmesi bildiğin gibi nakledilen rivâyete aykırıdır. Zengin mi fakir mi hali bilinmeyen kimsenin ortadan kaybolmasıyla nikâh feshedilmez. Hatta fakir olarak ortadan kaybolduğuna beyyine şahid olsa bile şimdi fakir bulunduğuna şahidlik etmedikçe nikâh fesh edilemez. Velev ki istishab yoluyla istinadı bilinsin. Nitekim gelecektir.
"Evet, bir Şâfiî'ye emrederse" Yani onun yerine iş görmeye me'zun olmak şartıyla demek istiyor. Hâniyye. Gurarü'l-Ezkâr sahibi şöyle demiştir: "Sonra bilmelisin ki, koca mevcud olup boşamazsa ulemamız Hanefî olan hâkimin karı-kocanın arasını ayırmak için kendi mezhebinden bir naib tâyin etmesini münasib görmüşlerdir. Çünkü daimî bir ihtiyacın giderilmesi ancak ödünç almakla mümkün olur. Zâhire göre kadın kendisine ödünç verecek kimse bulamaz. Kocasının ileride zengin olması ise mevhum bir şeydir. Binaenaleyh kadın istediği vakit aralarını ayırmak zarurîdir. Kocası gaib ise araları ayrılmaz. Çünkü o yokken âciz olup olmadığı bilinmez. Hâkim ayrılmalarına hükmetse bile hükmü geçerli değildir. Çünkü bu hüküm içtihad götüren bir yerde değildir. Âcizlik sâbit olmamıştır." Bahır sahibi ulemanın ihtilâfını nakletmiş ve sahih kavlin Zahîre'de beyan edildiği gibi geçersizlik olduğunu bildirmiştir. Çünkü şâhidlerin hesabsız hareket ettikleri anlaşılmıştır. Nitekim İmâdiyye ile Fetih'de beyan edilmiştir. Eşbâh'ın kaza bahsinde hâkimin geçersiz hükümleri meyanında zikredildiğine göre bunlardan biri de gaibte bulunan koca nafakayı vermekten âcizse sahih kavle göre karısı ile aralarının ayrılmasıdır.
Hâsılı nafakayı vermekten âciz kalmakla karı-kocayı birbirinden ayırmak koca orada bulunmak şartıyla Şâfiî'ye göre câizdir. Koca orada bulunmazsa yahut halen fakir olduğuna beyyine şâhid olmazsa mutlak surette câizdir. Birinci hali ulemamız içtihad götürür hükümsaymışlardır. Onun için birinci halde hüküm geçerlidir, ikincide geçerli değildir. Bundan anlarsın ki, şârihin sözü kusurludur. O her iki halde kesinlikle geçerli olacağını söylemiştir ki, Zahîre'den naklettiğimiz sahih kavlin hilâfınadır. Fetih sahibinin beyanına göre,fesh aczini isbat yoluyla değil de kocanın yokluğu mânâsına alınarak mümkündür Bundan murad kadına nafaka vermek imkânı bulamamaktır. Fakat Bahır sahibi bunu reddederek Şâfiî'-nin mezhebi bu olmadığını söylemiştir.
Ben derim ki: Bizim yukarıda Tûhfe'den naklettiğimiz de bunu te'yid eder. Tûhfe sahibi Menheç şerhinin sözünü reddetmiş, buna sebeb olarak nakledilene aykırı olmasını göstermiştir. Buna kıyasen zamanımızda bazen vuku bulan Şâfiî hâkimin kayıp kocanın nikâhını fesh meselesi sahih değildir. Hanefî hâkimin böyle bir hükmü tenfize hakkı yoktur. Bu ister fakirliğin isbatına, ister kocasının kaybolması sebebiyle kadının nafakasını alamamasına bina edilsin fark etmez. Buna dikkat etmelidir. Evet, İmam Ahmed'e göre ikincisi sahihtir. Nitekim mezhebinin kitablarında beyan edilmiştir. Kâri-i Hidâye'nin Fetâvâsı'ndaki mesele buna yorumlanır. Kendisine kocası ortadan kaybolup nafaka bırakmayan kadının hali sorulmuş da şu cevabı vermiş: "Kadın buna beyyine getirir de nikâhın feshini câiz gören bir hâkimden fesh ister, o da feshederse geçerli olur." Bu, gaib aleyhine hükümdür. Gaib aleyhine hükmün geçerli olup olmadığı hakkında ise bize göre iki rivâyet vardır. Geçerlidir diyen rivayete göre Hanefî hâkim o kadını iddet bekledikten sonra kocaya verebilir. İlk kocası gelir de kadının iddia ettiği gibi onu nafakasız bırakmadığına beyyine getirirse, beyyinesi kabul edilmez. Çünkü ilk beyyine mahkeme hükmüyle tercih edilmiştir. Artık ikinci beyyineyle bozulamaz. Bunun benzerine de başka bir yerde cevap vererek: "Feshi câiz gören bir hâkim nikâhı fesheder de başka bir hakim bunu tenfiz ederek kadın başka kocaya varırsa, fesh, tenfız ve başkasıyla evlenme sahihtir. İlk kocasının gelmesiyle ve yokluğu esnasında karısına nafaka bıraktığını iddia etmesiyle bu geçerlilik kalkmaz "Ih..." demiştir. Şu halde "Bunu câiz gören bir hâkim" sözüyle Hanefî şöyle dursun Şâfiî kasdetmek bile sahih olamaz. Ancak Hanbelî bir hâkim kasdedilebilir.
"Âmir ve memur rüşvet almamak şartıyla geçerli olur." Âmirin rüşvet almaması şarttır. Çünkü rüşvetle hâkım tâyin etmek sahih değildir. Memurun rüşvet almaması da şarttır. Çünkü rüşvetle verdiği hüküm sahih değildir. Velev ki tâyini sahih olsun.
METİN
Nafaka takdirinden sonra hâkim kadına ödünç almasını emreder. Tâ ki kocası kabul etmese bile onun üzerine havale edebilsin. Emirsiz ödünç alırsa, kadın bu borç kocamındır diye açıkladığı yahut niyet ettiği takdirde alacaklı borcunu kadından alır. Fakat borç kocasınındır. Kocası karısının niyetini inkâr ederse söz kendisinindir. Müctebâ.
İZAH
"Nafaka takdirinden sonra" Demekle şârih musannıfın ibâresinde: "Kocası nafaka vermekten âciz kalmakla araları ayrılmaz." İfadesinden sonra hazfedilmiş cümle olduğuna işaret etmiştir. Takdiri şudur: "Bilakis kocası hesabına kadına nafaka takdir edilir." Ve hâkim kadına ödünç almasını emreder. Lâkin nafaka takdiri koca orada bulunduğuna göre tesirini gösterir. Zira gaibte bulunan kocanın mevcud malı yoksa onun hesabına kadına nafaka takdir edilmez. Nitekim Hâkim'in Kâfîsi'nde beyan edilmiştir. Musannıf da ileride söyleyecektir ve müftâbih kavil Züfer'in kavlidir diyecektir.
"Ödünç almasını emreder." Hassâf'ın ve ona uyarak şârihlerin beyanına göre bundan murad parası kocasının malından ödenmek şartıyla veresiye satın almaktır. Müctebâ'da ise bundan murad ödünç almaktır denilmiştir. Bahır. Kuhistânî bu ikinci mânâyı Sadru'ş-şeria'dan nakletmiş: "El-Mugrîb'in sözü de buna işaret etmektedir." demiştir. Ya'kubiyye'de dahi: "Evlâ olan budur. Nitekim gizli değildir." denilmiştir. Dürr-ü Müntekâ'da ise: "Lâkin ödünç almak için vekâlet vermek esah kavle göre doğru değildir. Doğrusu birincisidir." denilmiştir. Bunun bir misli de Bercendî'den naklen Hamevî'dedir.
Ben derim ki: İkincisi kadına daha kolay gelir. Çünkü bazen kadın her gün muhtaç olduğu şeyleri veresiye satan kimse bulamaz. Meselâ bir aylık nafakayı tedarik için ödünç para almak bunun hilâfınadır. Bu bâbtaki itirazın cevabı az ileride gelecektir.
TENBİH: El-Hâvî'z-Zâhidî'nin kaza bahsinde beyan edildiğine göre kadın kocası hesabına kendisine borç para verecek kimse bulamazsa çalışarak kazanır ve harcar. Ama bunu hâkimin emriyle kocasının hesabına geçirir. Kazanmaya kudreti yoksa o gün için dilenebilir. Aldıklarını yine hâkimin emriyle kocasının üzerine geçirir.
"Onun üzerine havale edebilsin." Malûmun olsun ki, ulema şöyle de-mişlerdir: "Hâkim nafakayı takdir ettikten sonra kadın ister kendi malından yesin, ister hâkimin emriyle veya onun emri olmaksızın ödünç alsın nafakayı kocasından alabilir. Ancak emirle ödünç almanın faydası karı-kocadan birinin ölmesiyle nafakanın sukut etmemesidir. Nitekim bunu musannıf: "Karı-kocadan birinin ölmesiyle ve kadının boşanmasıyla takdir edilen nafaka sâkıt olur. Meğerki kadın hâkimin emriyle ödünç almış olsun." diyerek izah edecektir. Şârih burada başka bir faideye işaret etmiştir ki, o da Kudûrî'nin Tecridi ile Hidâye'deki şu ifadedir: "Ödünç alma emrinin faydası alacaklıyı kocasına havale etmesidir. Velev ki kocası razı olmasın. Hâkimin emri olmazsa kadının buna hakkı yoktur. Fetih'de Tûhfe'den naklen bildirildiğine göre bunun faydası alacaklının kocaya veya kadına müracaat edebilmesidir. Bahır sahibi diyor ki: "Zâhirine bakılırsa kadın havale etmese bile alacaklı kocasına müracaat edebilir. Tecrid'in ifadesine bakılırsa havalesiz müracaat edemez."
Ben derim ki: Zâhire göre muhalefet yoktur. İhaleden murad alacağını kocasından istesin diye kadının alacaklıya yol göstermesidir. Meselâ; Benim kocam filandır, alacağını ondan iste der. Zira burada havalenin hakikatini murad etmek mümkün değildir. Buna delil ulemanın: "Alacaklı hakkını kadından da isteyebilir." diye açıklamalarıdır. Kocanın havaleye razı olması şart değildir. Şunu da açıklamışlardır ki, hâkimin emriyle ödünç almak borcu kocanın üzerine geçirmek demektir. Çünkü hâkimin onun üzerinde tam velâyeti vardır. Onun için de alacaklı ona müracaat edebilir.
Hâkimin emri yoksa kocaya müracaat edemez. Sadece kadına müracaat eder. Kadın da kocasına müracaat eder. Bundan anlaşılır ki, hâkimin emriyle ödünç almak kadın için olur ve hâkimin velâyeti sebebiyle borç kocaya vâcib olur. Yoksa kocanın vekili olması dolayısiyle vâcib olmaz. Bu suretle yukarıda geçen: "ödünç almak içîn vekâlet vermek sahih değildir." sözü def edilmîş olur.
"Açıkladığı takdirde ilh..:" Sözünü "Kocamındır diye" Îfadesinin kaydı yapmak doğru olamaz. Çünkü kocasına müracaat hakkı hâkîmin borçlanma emrinden önce sâbittir. Nitekim gördün. Bu söz "Tâ ki onun üzerine havale edebilsin." ifadesinin kaydıdır. Müctebâ'nın ibâresi şöyledir:"Kadın borç aldığı vakit ben bunu kocamın hesabına borçlanıyorum diye açıklayacak mıdır yoksa niyet mi edecektir? Açıklarsa mânâ zahirdir. Niyet ederse dahi öyledir. Fakat açıklamaz niyet de etmezse kocası hesabına borçlanmış olmaz. Kadın kocası hesabına niyet ettiğini iddia eder de kocası inkârda bulunursa söz kocanındır."
Ben derim ki: İnkârının faydası alacaklının kendisine müracaat ede-memesidir. Alacaklı kadına müracaat eder, kadın da kocasına. Karı-kocadan birinin ölümüyle veya kadının boşanmasıyla nafaka sâkıt olur. Nitekim evvelce anlattıklarımızdan anlaşılmıştı. Zâhire bakılırsa kocaya yemin verdirilmez. Karısının niyeti olmadığına kocasından nasıl yemin istenebilir! Onun içindir ki, yeminle kayıdlanmamıştır. Rahmetî'nin naklettiği yeminle kayıdlı ifade bunun hilâfınadır. Onu ben "Müctebâ'da ve Bahır'da görmedim.
METİN
Kadının ve koca olmasa küçük çocuklarının nafakası kime vâcib ise borç vermek de ona vâcib olur. Meselâ kardeş ve amca böyledir. Kardeş ve benzeri kimse vermezse hapsolunur. Çünkü bu iş mâruf kabîlindendir. Zeylai ve İhtîyar. İleride izah edilecektir. Hâkim fakir nafakası takdir eder de sonra koca zenginler ve karısı dâvâcı olursa, hâkim onun gelecekteki nafakasını zengin nafakası olarak tamamlar. Aksi olmuşsa orta nafaka vâcib olur. Nitekim geçmişti. Kadın her ayın nafakası için kocasıyla bir kaç dirheme anlaşır da sonra bu bana yetmiyor derse arttırılır. Kocası benim buna gücüm yetmiyor derse bu lâzımdır. Hiç bir suretle onun sözüne bakılmaz.
İZAH
"Borç vermek de ona vâcib olur ilh .." İhtiyar'da şöyle denilmiştir: "Fakir bir kadının kocası da fakir ise fakat kadının başka kocasından zengin bir oğlu veya zengin kardeşi varsa kadının nafakası kocasına düşer. Oğluna veya kardeşine bu kadına nafaka vermesi emrolunur ve kocası zenginlediği vakit kadına verdiğini ondan alır. Oğul veya kardeş buna razı olmazsa hapsedilir. Çünkü bu mâruf kabîlindendir. Zeylaî diyor ki: Bundan anlaşıldığına göre kocası fakir kadın fakir olduğu vakit kadının nafakası için koca olmasa, nafakası kime vâcib olacaksa borç vermek de ona vâcib olur. Bu izaha göre fakir bir kimsenin küçük çocukları olur da nafakalarını vermeye gücü yetmezse, baba olmasa nafakaları kime vâcib olacaksa yine ona vâcib olur. Anne, kardeş ve amca gibi ki, bunlar baba zenginledikten sonra haklarını ondan alırlar. Büyük çocuklarının nafakası bunun hilâfınadır. Onlar için aldıklarını baba zenginledikten sonra ondan isteyemez. Çünkü fakirlik sebebiyle büyük çocuklarının nafakaları vâcib olmaz. O kimse ölmüş gibidir." Bu hususta Fethü'l-Kadir sahibi de onu tasdik etmiştir. Bahır.
Ben derim ki: Bu sözün muktezası babaya müracaat hakkının sübutu hususunda anneyle başkasının arasında fark bulunmamaktır. Halbuki fer'î meselelerden az önce beyan edeceğine göre sahih olan şudur: Anneden başkası için müracaat hakkı yoktur. Burada söylenecek söz vardır ki, biz onu orada zikredeceğiz.
"Meselâ kardeş ve amca böyledir."

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...