13 Ekim 2012

İKRAH KİTABI BİRİNCİ BÖLÜM


İKRAH KİTABI
METİN
İkrah sözlükte, bir insanı tabiatı icabı veyaşer'î bakımından çirkin gördüğü şeye zorlamaktır.
Bir terim olarak ise; bir kimseyi korkutarak rızası dışında ona istenilen bir fiili zorla yaptırmaktır. Bu
da iki çeşittir:
Birincisi tam zorlamadır ki buna ikrah-ı mülci de denir. Bu, nefsi veya azayı telef etmek, yahut
şiddetli dövmekle yapılan zorlamadır. Eğer yle olmazsa eksik olur ve mülci zorlamaya girmez. Bu
da gayr-i mülci zorlama adını alır.
Zorlamanın dört şartı vardır: Zorlayan kimsenin ister Sultan. ister hırsız ister benzeri olsun,
ylediği şeyi yapabilme gücüne sahip olmasıdır. İkincisi, zorlanan kimsenin (mükreh) zannı
galibine göre kendisine yapılacağı söylenen şeyin o anda yapılmasından korkmasıdır. Ki bu
zorlama mülci olabilsin. Üçüncüsü, onu korkuttuğu şey onun ya nefsini, ya azadını telef etmeli veya
rızayı yok eden bir üzüntüye sebeb olmalıdır. Bu da zorlamanın en aşağı derecesi olup kişiden
kişiye değişir. Zira eşraftan olan kimseler acı bir sözle de üzülürler. Ama bayağı kimseler ise çoğu
kez ancak şiddetli darb ile üzülürler. İbnî Kemâl.
Dördüncüsü, bir fiili işlemesi için zorlanan kişinin zorlanmadan önce o işi yapmaktan kaçınmasıdır.
Ya kendi hakkı için, meselâ malının satışı gibi; veya diğer bir kimsenin hakkı için ki onun malını
telef etmek gibi, veya şeriatın hakkı için, içki içmek ve zina etmek gibi. Öyleyse öldürmekle veya
telef edecek şekilde dövmekle. ama bir veya iki sopa ile de başına veya gözüne vurulmakla veya
uzun zaman hapis veya bağlanmakla tehdit edilse. ikrah kabul edilir. Ama bir gün hapis veya bir
gün bağlama veya şiddetli olmayan bîr vuruşla tehdit olunması yukarıdakilerin aksinedir. Ancak
mevki sahibi bir kimse şiddetli olmayan bir darbla tehdit edilse yine zorlama kabül edilir. Dürer.
Bir kimse malını satması, alması veya bir şeyle ikrar etmesi veya bir malı kiraya vermesi için böyle
zorlansa, zorla yaptığı akti feshedebilir. Bunların birisinin ölümü ile veya alan kimsenin ölümü ile
veya münfasıl bir ziyade ile fesih hakkı bâtıl olmaz. Bu adam haddi aşma ile de zamin olur. İleride
gelecektir ki, her ne kadar sattığı mal el değiştirse veya imza etmiş olsa bile yine sattığını geri alma
hakkına sahiptir. Zira zorlama ister mülci olsun, ister olmasın, insanın rızasını yok eder. Rıza da bu
akitlerin hepsinde geçerlilik şartıdır. Yine ikrarın da sıhhatinin şartıdır. Bundan dolayı da zorlanan
kimseye fesih veya tasdik hakkı tanınmıştır.
Bize göre bu akitler nâfızdir. O zaman bir kimsenin zor altında sattığı malı müşteri kabzettiği
takdirde ona mâlik olur. Köle azad etse, azadı geçerlidir. Yine, nakzı mümkün olmayan tasarrufların
hepsinde akit geçerlidir. Ancak fakir bile olsa azad ettiği kölenin azad sırasındaki kıymetini vermesi
gerekir. Zâhidî. Çünkü azad etmekle fasit akitle onu telef etmiş olur.
Zorlanan kimse sattığı malın semenini alırsa veya mebii isteyerek teslim ederse, akit geçerlidir.
Yani bağlayıcı olur. Zira geçtiği gibi zorlananın akîtleri üç imamımıza göre de geçerlidir. Çünkü rıza
ve icazete bağlı olan akitin gerekliliği olup geçerliliği değildir. Zira lüzum geçerliliğin ötesinde bir
iştir. Nitekim İbni Kemâl de böyle tesbit etmiştir.
Ben derim ki: Zorlamanın kâidesî şudur: Satım alım ve kira gibi şaka ile sahih olmayan akitler
zorlama ile yaptırılırsa, fasit olarak meydana gelir. Yalnız zorlanan onu iptal edebilir. Nikâh, talâk ve
azad gibi şaka ile de sahih olan işlerde zorla akit yaptırılırsa o zaman zorlayan kimse zorla
yaptırdığı şeye zamin olur. Nitekim ileride gelecektir.
Zorlanan kimse sattığı malın kıymetini zorlanarak alırsa akit bağlayıcı olmaz. Geri verebilir. Eğer
semen onun elinde helâk olursa zamin olmaz. Çünkü semen onun elinde emanet hükümlerine
tabidir. Dürer.
Şu kadar var ki, ikrahen yapılan fasit akit dört durumunda fasit satım akdine aykırıdır.
Birincisi, zorlanan kimsenin icazeti ile icazeti ister sözle, ister fiilî olsun, akit caiz olur.
İkincisi, zorla yaptırılan satım akdinde müşteri aldığı malda tasarruf yapmış olsa hatta birkaç el
değiştîrmiş olsa da yine akit bozulur.
Üçüncüsü, zorla yaptırılan azadda, kabız vaktindeki değil, azad ettirme vaktindeki kıymeti itibar
edilir.
Dördüncüsü de, zorla satılan malın kıymeti veya zorla aldırılan mal zorlanan kimsenin elinde
emânettir. Çünkü müşterinin izni ile semeni almıştır. Haddi aşmadığı takdirde zamin de olmaz. Ama
fasit satım akdi bey' bu şekillerin aksinedir. Bezzâziye.


Sultanın emri, herne kadar ölümle tehdit etmese bile zorlamadır. Ama Sultandan başkasının emri
zorlama değildir. Ancak zorlanan kimse hâlin delâleti ite söylenilen işi yapmadığı takdirde
öldürüleceğini veya bir azasının telef edileceğini veya ölüme sebeb olabilecek veya bir azasının
telefine sebep olabilecek şekilde dövüleceğini bilirse, o zaman başkasının emri de zorlama olur.
Minyetü'l-Müftî. Fetvâ da bununla verilir.
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «Koca karısının sultanıdır. Öyleyse kocanın karısına söylediği sözle
zorlama gerçekleşir.»
İZAH
İkrah kitabının muvâlât konusundan sonra yer alması hususunda âlimler tarafından şöyle
denilmiştir: Velâ azad edilmenin eserlerindendir. Azad edilmede ise zorlama etkili olmaz. O halde
zorlamayı velâdan sonra zikretmek uygundur. Veyahut da zorlama da muvâlât gibi nadir
hadiselerden olduğundan onun arkasında zikredilmiştir.
«Bir fiili ilh...» Yani haklı olmayan bir fiil İle. Zira haklı olan bir şeye zorlamak şer'an insanın
ihtiyarını yok etmez. Erkeklik kudreti olmayan bir kimsenin, hâkimin tanıdığı sürenin bitiminden
sonra, hâkimin onu karısından ayrılmaya zorlaması gibi. Çünkü bu bir hakla zorlamaktır.
Görülmüyor mu ki, borçlu olan kimseyi hâkım malını satması için zorlasa. onun zorla satışı nafiz
olur. Hakim onu haklı olarak zorlamıştır. Veya bir zımmînin kölesi müslüman olsa, zımmîye
müslüman olan kölesinin satışı için zorlanmış olsa, yine onun satışı nafiz olur. Ama haksız olarak
bir şeyi satmaya zorlamak bunun aksinedir. Minah, Meçmaü'l-Fetâva'dan.
Buradaki fiil, hükmen fiil olanı kapsamına alır. Birisi, hiçbir şeyle tehdit etmeden bir adamı diğerini
öldürmesi için emretse. ancak emrolunan kişi halin delâleti ile eğer öldürmezse kendisine emreden
kişinin kendisini öldüreceğini veya bir azasını telef edeceğini bilse, bu da zorlama olur. Kuhistânî.
Bu konu ileride gelecektir.
Bu fiil, sözle yapılan tehdidi de kapsamına alır. Bundan dolayı da Dürer'de «Buradaki fiil kelimesi
lafızdan ve diğer azaların amelinden daha geneldir» denilmiştir.
«Zorla yaptırmak ilh...» Öyle ki, o zorlama ile zorlama cebir sınırına ulaşmasa da, zorlanan kimsenin
rızası yok olur. Bu yok oluş onun ihtiyarını ifsad eder. O zaman bu tarif zorlamanın iki kısmını da
kapsamına alır. Nitekim yakında açıklama olacaktır.
«İki çeşittir ilh...» Bunların her iki çeşidi de insanın rızasını yok eder. Şu kadar var ki, tam ikrah fiili
yapmayı gerektirir ve ihtiyarı da ifsad eder. O halde rızanın yok olması insan ihtiyarını ifsad
etmekten daha geneldir. Rıza, kerâhet karşılığıdır. İhtiyar ise cebrin karşılığıdır. O halde hapis veya
dövmekle zorlamakta sahih ihtiyar gerçekleşse de kerahetin ve razı olmamanın bulunmasında
şüphe olmaz. Çünkü ihtiyarın fesadı ancak bir nefsi veya azayı yok etmekle korkutmakla olur.
Bunun hükmü ise mülci ikrahla hasıl olduğu takdirde yapılan fiil, fiili yaptırana nakledilir.
Zorlamanın zorlayana alet olması sahih olan hususlarda. Nasıl, sanki adam öldürmek ve malı yok
etmek gibi bir fiili kendisi yapmış gibi olur. Zorlanan eğer zorlayan kimseye alet olacak yerde ise, o
zaman o fiil yalnız zorlanan kimsenin üzerine ihtisar edilir. Sanki o kendi ihtiyarıyla yapmış gibi
olur. Yemek ve konuşmak gibi. Çünkü insan başkasının dili ile konuşamaz. başkasının ağzı ile
yiyemez. O halde yemek ve konuşmak fiili yiyen ve konuşandan başkasına izafe edilemez. Ancak
onda telef olursa o zaman nefsi veya azayı telef etme tehdidi ile yapılan fiil zorlayan kimseye izafe
edilir. Çünkü bu fiilde zorlanan kimse zorlayan kimseye âlet olması mümkündür. Meselâ. kölenin
azadı üzerine zorlasa, kölenin azadı vaki olur. Kendi ihtiyarıyla yapılan azad gibi olur. Azad edilen
kölenin velâsı da onundur. Ama kendi nefsinin ve azasının telef olmasından korktuğu için azad
ettiğinden bu azad etme fiili zorla azad ettiren kimseye izafe edilir. Azad eden kimse rücu ederek
kölenin kıymetini ondan alır. Bu konunun tamamı Tebyîn adlı eserdedir.
«Azayı telef etmek ilh.. » Parmak ucu gibi, bir azanın bir kısmının telefi ile tehdit edilmesi de bir
azanın telefi ile tehdit edilme gibidir. Şurunbulâliye.
«Şiddetli dövmekle ilh...» Şurunbulâliye'de Burhan adlı eserden naklen. «Veya öyle bir darbla ki o
darbla nefsinin veya bir azanın telef olmasından korkar» sözü ile tabir edilmiştir.
«Böyle olmazsa eksiktîr ilh...» Hapis, bağlamak ve az bir dövmekle korkutmak gibi. İtkanî.
«İster Sultan, ister hırsız ilh...» Sultan ve başkasının zorlayıcı olmaları İmameyne göredir. İmam Ebû
Hanîfe'ye göre ise zorlama ancak sultandan gerçekleşebilir. Zira kudret engelsiz olmaz. Engel de
ancak sultanın elindedir. Fakihlere göre imamlar arasındaki ihtilaf hüccet ve delilden dolayı olan
ihtilaf değil, asır ve zamandan ileri gelen ihtilaftır. Çünkü İmam-ı Azam zamanında Sultandan


başkasında kimse ikrah ettirdiği şeyi tahakkuk ettirme gücüne sahip değildi. O da zamanında
müşahede ettiğine göre cevap vermiştir. İmameynin zamanında ise, fesat açığa çıkmış ve her zorba
istediğini yapabilme gücüne ulaşmıştır. O zaman zorlama herkes için gerçekleşmektedir. Fetvâ
imameynin görüşü üzerine verilir, Hülâsa adlı eserde deyledir. Dürer.
Kuhistanî de buradaki hırsız kelimesini Sultandan başka olan zalim zorbalar şeklinde tefsir etmiştir.
Hatta şöyle demiştir: Burada hırsız kelimesini zikretmesi, îmam Muhammed'in ifadesi ile teberrük
etmek içindir. Bundan dolayı da İmam Muhammed'i çekemeyenlerin bazıları halifeye giderek «İmam
Muhammed kitabında sana hırsız diyor» demişlerdi. Bunun tamamı Kuhistanî'dedir.
«İster benzeri ilh...» Bizim Kuhistânî'den naklen zikrettiğimize binâen bu görüşe hiç ihtiyaç yoktur.
«Halen yapılmasından ilh...» Burhan adlı eserden naklen Şurunbulâliye'de de böyledir. Açık olan,
bu sözün zikredilmesi ittifaklıdır. Zira bir süre sonra telef edilecek bir şeyle tehdit etmiş olsa,
tehditle zorlanan kimsenin gâlip zannı üzere zorlayanın onu yapacağını bilse, yine mülcî ikrah olur.
Düşünülsün.
Şu kadarı var ki şârih, sonunda zikredecektir ki, onun gâlip zannı üzere zorlananın yapması ancak
zorlayanın yanında hazır olduğu sürece mübahtır. Yoksa onu yapması helâl olmaz. Düşünülsün.
«Mülcî olabilsin ilh...» Bu şartlar yalnız mülcî ikrahın değil, mutlak ikrahın şartlarıdır. Öyleyse en
uygunu Dürer'in, «Zorlanan kimse ondan istenilen fiili mehmul olabilsin.» tabiridir. Biz yukarıda
zikrettik ki, hamilden maksat da rızayı yok eden bir hamildir. O zaman bu tarif ikrahın her ikisini de
kapsar.
«Nefsini ilh...» İster hakikaten, ister hükmen olsun. Meselâ malının hepsini telef etmesi gibi. Zira
malının hepsini telef etmek de canın kardeşidir. Zahidî'de olduğu gibi. Kuhistanî.
Kuhistanî'nin malın tamamı ile kayda bağlaması, şârihin son olarak Kınye'den naklettiğine işaret
ettiği ifadeye aykırıdır. Nitekim Allah dilerse ileride bunu açıklayacağız.
«Rızayı yok eden bir üzüntüye sebep olmalıdır ilh...» Yani zorlanan kimsenin sahih ihtiyarının
devamı ile rızayı yok eder. Yoksa, telefle zorlamak yine rızayı yok eder. Şu kadar var ki telefle
zorlama, ihtiyar da ifsad eder. Yukarıda zikrettiğimiz gibi.
«Kendi hakkı için ilh...» Üzerinde zorlandığı şeyin yapılmasından imtina eden mükrehin kendi halis
hakkı olduğu için imtina etmesidir. Meselâ kendi malının telefi üzerine zorlanması gibi. Velev ki
satış gibi bir ivazla malının telefi için zorlansın. Bundaki ikrah, mülci olmayan ikrah da olabilir. Ama
bundan sonraki kısımlarda ise mülci olmayan bir ikrahla ikrah olmaz. Nitekim gelecektir.
«Telef edecek şekilde dövmekle ilh...» Bunda bir görüş vardır ki, satım akdi ve benzerinde gelecek
tasarruflarda ikrah mülcî olmayan ikrah ile de gerçekleşir. Nitekim yukarıda geçti ve gelecek de.
Çünkü mülcî olmayan ikrah da rızayı yok eder. Telef eden ikrah ise mülcî ikrahtır. O sebeple rızanın
yok olması mülcî ikraha bağlı olmaz. İşte bundan dolayı musannıf ileride «bir gün hapisle tehdit
yukarıdakinin aksinedir» demiştir. Çünkü bir gün hapisle tehdit ederek bir fiili yaptırmak insanın o
fiili yapmasındaki rızasını yok etmez.
«Başına veya gözüne vurmakla ilh...» Çünkü başına veya gözüne vurmakta başın ve gözün telef
olmasından korkulur.
«Uzun zaman hapis veya bağlamakla ilh...» Yani nefsini hapsetmekle. Zeylâî. «Anne ve babasının
veya çocuklarının hapsi ile tehdit ederek bir şeyi yapmaya zorlamak ikrah sayılmaz. Çünkü mülcî
olmayan zorlama olur. Ve rızayı da yok etmez. Ama nefsini hapsetmekle tehdit ederek yaptırmak ise
bunların aksinedir» demiştir.
Şu kadar var ki, Şurunbulâliye'de Mebsût'tan naklen şöyle denilmektedir: «Anne, baba ve
çocukların hapsiyle tehdit ederek zorlama yoluyla bir şey yaptırmak, kıyasen zorlama olmaz.
İstihsâna göre ise, babayı hapsetmekle tehdit ederek zorlamak ikrâhtır.
«Turi de şöyle demektedir: «İstihsânın şeklinde itimad edilen, anne ve babanın hapsi ile çocuğun
hapsi arasında bir fark yoktur.»
Kuhistanî de, «Anne ve babanın, çocuğun ve insanın mahremi olan bunlardan başka yakınlarının
farkı yoktur» diye zîyadeleştirerek bunu Mebsut'a nisbet etmiştir.
«Ama bir gün hapis veya bir gün bağlama ilh...»Bu görüş, uzun hapsin bir günden fazla olan hapis
olduğuna işaret etmektedir. Aynî ve Zeylâî'den de bu anlaşılır T.
Hânîye'de şöyle denilmektedir: «Bir tek sopa vurmak, veya bir gün hapis veya bağlamakla tehdit
ederek bin dirheme borçlu olduğunu ikrar ettirmek .zorlama olmaz.»


Açık olan odur ki, az bir malda da zorlama olur.
«Mevki sahibi bir kimse ilh...» Zira onun zararı şiddetli dövmenin zararından daha çoktur. Onunla
da rızasız yaptığı kabul edilir. Zeylâî.
Muhtaratü'n-Nevâzil'de de, «Zayıf bir kimseyi bir gün hapis, bağlama veya şiddetli olmayan dövme
ile tehdit yine zorlamadır» denilmiştir.
«Zorla yaptığı akti feshedebilir ilh...» Bu görüş, ikrarı kapsamaz. O halde bunu mecaz olarak
ylemiştir. Veya akitlerle yetinmiştir. Nitekim Kuhistânî' de bu hususa dikkat çekmiştir.
MÜKREHİN SATIM AKDİNİN FASİT OLMASI
«Bâtıl olmaz... imza etmiş olsa dahi ilh...» Bu söz musannıfın Minah üzerindeki hâşiyesinden
alınmıştır. Musannıf Minah üzerindeki hâşiyede, «Haddi aşma ile zamin olur» sözünden sonra,
«Düşünülsün» demiştir. Musannıf, «Düşünülsün» sözüyle «Haddi aşma ile zamin olur» sözünü
bilerek zikretmiştir. Bu da güzel bir bilmedir. Zira fakihler, zorlanmış kimsenin satımının fasit
olduğunu açıklıklaylemişlerdir. Ancak dört durum müstesna olup, bunlar metinde gelecektir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de şöyle denilmiştir: «Fasit satılmış bir mebiden olan fazlalıklar hayvan ise
doğurması, ağaç ise meyve vermesi gibi fazlalıklara haddi aşma olmaksızın değil haddi aşma ile
zamin olur. Ama tehditle zorlanarak satılan mal helâk olursa, onu zorla satan kimse mahkeme
yoluyla onun kıymetini ve zâid olan şeyleri alır. Fakat ondan doğmayan ve ayrı olan ziyadeler ise,
bunları da mebi ile birlikte geri alır. Ama o ziyadeler zorla satan adama helâl değildir. Eğer o zevâid
müşterinin elinde helâk olursa müşteri zamin olmaz. Ama eğer müşteri helâk ederse, imameyne
göre zamin olur. Ebû Hanife'ye göre zamin olmaz. Ayrı olan ziyadeler değil de yalnız mebi helâk
olursa yalnız mebi alır. Ziyadeler müşterinin olur. Ama mebîden doğan ziyadeler bunun hilafınadır.»
«Birisinin ölümü ile ilh...» Zorlanan veya zorlayanın ölümü ile. Zira müşterinin varisinin müşterinin
yerine geçmesi gibi zorlama veya zorlayanın varisi de onun yerine geçer.
«Münfasıl bir ziyade ile ilh...» İster o ziyade zorlayarak sattırılsın mebiden olsun, meyve gibi, ister
ondan almasın, zorla sattırılan kölenin kazaya uğraması sebebiyle alınan erşi gibi, yağ gibi ikrahen
sattırılan mebiden doğan muttasıl bir zaid gibi. Ama mebiden doğmayana gelince, zorla sattırılan
kumaşın müşteri tarafından boyanması veya dikilmesi veya yağla karıştırılmış tarhana gibi olursa, o
zaman zorla malını satan kimsenin sattığı malı geri alması ancak müşterinin rızası ile olur. Bu
hüküm, bu şekilde fasit satım akdinde de zikredilmiştir.
Bahır'da şöyle denilmektedir: «Müşteri, zorla satın aldığı malda, gasbta mülkiyet hakkını düşürecek
bir fiil işlese. meselâ buğday olan mebînin müşteri tarafından öğütülmesi gibi, o zaman, zorla satan
kimsenin geri alma hakkı kalmaz.»
«İnsanın rızasını yok eder ilh...» İbni Kemal şerhinin hâmişinde şöyle der: «Sadrı Şerîa, rızanın yok
olmasını mûlcî olmayan ikrah ile tahsis etmesinde hata etmiştir.»
«Fesih ve tasdik hakkı tanınmıştır ilh...» Çünkü sıhhat şartı olan rıza yoktur. O halde, zorla satan
satıcı muhayyerdir. Çünkü rızaya itibar edilmesi gayrin hakkı için değil, satıcının kendi hakkı içindir.
İşte bundan dolayı ikrahen yapılan bir satım akdi diğer fasit satımlara aykırıdır. Çünkü diğer fasit
satımlarda fesih hakkı sıhhat şartı olmayınca vacib olur. Zira diğer fasit satımlarda fesat şerîatın
hakkından dolayı vardır. Fakihler ise açıklıkla zorla yapılan satımın beyin mevkuf satıma da fasit
beye de benzediğini ylemişlerdir.
«Bize göre bu akitler nâfizdir ilh... » Yani, üç imama göre, nâfizdir, mevkûf değildir.
«O zaman ilh...» Yani biz, bu akitler nâfizdir. mevkuf değildir dediğimiz zaman müşterinin kabzı ile
mülkiyeti ifade eder. Yani zorla yapılan satış ve alışta müşteriye mülkiyet sabit olur. Çünkü o da
diğer fasit satımlar gibi fasit bir satımdır.
İmam Züfer diyor ki: «Zorlama ile yapılan alış ve satışa mebiin mülkiyeti müşteriye sabit olmaz.
Çünkü fasit bir satım değil, mevkuf bir satımdır. Nasıl ki adam muhayyerlik şartı ile satsa ve malı
teslim etse, bunun fasit değil, mevkuf olması gibi.» Zeylâî.
İbni Kemâl da şöyle der: «Zorlama satımın geçerliliğine engeldir diyenler sağlam yoldan
sapmışlardır.» İbni Kemâl. Sadrı Şerîa'nın hata ettiği yerlerde, hâmişınde şöyle yazmıştır: «Sanki
Sadrı Şeria nâfizin mevkuf karşısında olan bir kelime olduğundan gâfildir. O halde nâfiz olmayan
bir satım mevkuf olmuş olur. O zaman onun zikrettiği Züfer'in görüşü üzerine intibak eder.» Biz
bunun cevabını yakında zikredeceğiz.
«Nakzı mümkün olmayan tasarrufların hepsinde akit sahihtir ilh...» Yani tedbir, istilad ve talâk gibi


nakzı mümkün olmayan tasarruflarda akit geçerlidir. Ama satım hibe, sadaka ve benzeri gibi nakzı
mümkün olan tasarruflarda da akit sahih olmaz. Kuhistâni.
«Semenini alırsa ilh...» Musannıfın bu görüşü geçmişte anlaşılan muhayyerlik üzerine tefri
edilmiştir. Muhayyerlik şudur: Satımın tamamı sahihe inkılab etmesi için mükreh olarak satan
adamın icazetine bağlıdır. Zira fesat şeriatın hakkı üzerine değil, onun hakkı üzerine bina
kılınmıştır. O halde sanki musannıf burada o satımın sıhhati, satıcının rıza ve icazeti üzerine
bağlıdır. Zorlamakla malını satan kimse semeni kabzetmekle veya mebii arzusuyla teslim etmekle
rızasını göstermiş olduğundan fasit satım sıhhata inkılab eder demek istemiştir. İbni Kemâl.
«Mebii isteyerek teslim ederse ilh...» Musannıfın burada «mebi» ile kaydetmesi hibeden kaçınılması
içindir. Zira hibe için zorlanmış olsa, zorlayan, «Hibe et» dese, vermeyi zikretmese, o da hibe etse
ve hibe ettiği şeyi verse, bâtıl olur. Çünkü zorlayan kimsenin kasyalnız mücerret lafız değil,
istihkaktır. İstihkak da hibede vermesiyle olur. Satım akdinde ise âkitle olur. O zaman hibe üzerine
zorlamaya teslim de girer. Ama satımda girmez. Hidâye.
Bezzâziye'de de vermenin hibeye girmesi zorlayan kimsenin huzuru ile kaydedilerek şöyle
denilmektedir: «Hibe üzerine zorlamak teslim zamanında zorlayan hazır olursa, teslim etmek üzere
de zorlamadır. Eğer hazır değilse, o zaman hibe üzerine zorlama ne kıyasen, ne de istihsânen
teslim etmeye zorlama değildir.»
Musannıf «Bâtıldır» sözüyle fasit olmasını irâde etmiştir. Çünkü müşteri zorla sattırılan malı
kabzettiği takdirde o mala fasid yolla mâlik olur. İtkanî.
«Akit nâfizdir ilh...» Çünkü rıza mevcuttur.
«Zira geçtiği gibi ilh...» Musannıfın bu sözü «nâfiz»in «lüzum»la tefsir edilmesinin illetidir. Bunun
gerçeği de, nâfız olmakla lüzumun birbirinden ayrı olmalarıdır. O halde nüfuzdan maksat, aktin
bağlanmasıdır. Lüzumdan maksat da satım aktinin sıhhatidir. O zaman zorlananın satımı nâfizdir.
Yani akti bağlanmıştır. Çünkü satım akti, yetkili kimseden yerinde sadır olmuştur. Bu satımın fasidi
de vardır, sahihi de vardır. Bu akit ise sahihtir. Çünkü satan kimsenin rızası satımın sıhhat
şartlarındandır. O da burada yoktur. Bu şart bulunduğu zaman ise sahih ve lüzumlu olur. Bu tefsir
de geçen «nâfiz mevkûfun karşılığıdır.» ifadesine uygun olur. Zira mevkuf Bahır adlı eserin satım
akdi bahsinde olduğu gibi, açık şekilde hükmü olmayandır. Yani üzerinde tevakkuf ettiği şey
bulunmazdan önce satım hükmünü ifade etmez. Bu ise. mülkiyet olan satımın hükmünü ra
olmazdan önce ifade eder, şu kadar var ki, kabzetmek şartı ile. Diğer fasit satımlarda olduğu gibi.
Bize göre. bu akit de diğer fasit satımlardandır. Nitekim bütün fakihler de böyle açıklamış-tır. İmam
Züfer'e hilafen.
İşte bu yazıyla açığa çıkmaktadır ki, lüzum, nâfiz oluşun ötesinde bir şeydir. Nitekim Kemâl de bunu
incelemiştir. Zira o, Tahâvî şerhinden şunu nakletmiştir: «Zorlanarak satılan mebî, birkaç el
değiştirdiği zaman, yine zorlanarak satan adam için bu satışların hepsini fesih hakkı vardır. Ama
bunlardan birisine icazet vermiş olsa, hepsi caiz olur. Çünkü onlar nâfizdirler. Ancak ona rıza
bulunmadığından fesih hakkı vardır.»
İbni Kemâl'in bu nakli geçerliliğin rızadan önce de mevcut olduğunu açıklıkla bildirmektedir.
Zorlanarak satan kimsenin rızasına bağlı olan diğer birşeydir. O da, akitlerin lüzum ve sıhhatidir. O
zaman taayyün etti ki, nüfuz kelimesi lüzumla tefsir edilir. O halde razı olmak nüfuzun değil.
lüzumunun şartıdır. Lakin bu da Tevzih, Telvih, Takrir, Tahrir ve Menar şerhleri gibi fıkıh usulü
kitaplarında olan ifadenin muhalifidir. Zira adı geçen kitapların sahipleri zorlananın satımının fasit
olarak münakit olacağını söylemişlerdir. Zira nâfiz oluşun şartı olan rıza yoktur. O halde zorlama
ortadan kalktıktan sonra semenin kabzı veya mebîi isteyerek teslim etmekle açık olarak veya delâlet
yoluyla icazet vermiş olur ki, satım sahibi olur, Çünkü onun semeni kabzı veya mebiî teslimi rızanın
tam olduğunu gösterir. Fesat ise, bir maksat içindir ki o maksat da ortadan kalkmıştır.
Bu da musannıfın dediğine uygun olduğu gibi Sadrı Şerîa'nın «Zorlama nâfiz oluşa engeldir»
sözüne de uygundur. Zira fıkıh usulü âlimlerinin sözlerindeki hafız oluştan maksat lüzumdur. O
zaman nüfuz ile lüzumun ikisi de bir manâ olan sıhhati ifade ederler. İşte usul âlimlerinin ifadeleri
ile musannıfın dediği ve Tahavî şerhinde olan ifadenin arasında uygunluk meydana gelmektedir.
Bundan da anlaşılmaktadır ki, musannıfın Vikâye ve Dürer sahibi gibi «nâfizdir» demesine hiçbir
itiraz ve kınama olmamıştır. Çünkü kavmin sözüne uygundur. Bu açıklama ile İbni Kemâl'ı'n haddi
aşan kelimelerle Sadn Şerîa'yı ayıplaması da ortadan kalkmıştır. Tevfik Allah'tandır ve O'ndan
başka Râb yoktur.
«Şaka ile sahih olmayan akitler ilh...» Alış-veriş gibi.


«Şaka ile de sahih olan ilh...» Yani ciddiyetle şakanın müsavi olduğu akitler.
«İcâzeti ile ilh...» Yani zorla malını satan kimse icazet verdiği zaman onun fasit akti sıhhate inkılab
eder. Ama diğer fasit satışlar, bir dirhemin iki dirheme satılması gibi, bunun aksine, her iki tarafda
icazet verseler, câiz değildir.
Çünkü burada fesat, satan kimsenin hakkında değil, şeriatın hakkındadır. Yani bunu şeriat
yasaklamıştır.
«İster fiili olsun ilh...» Semeni kabzetmesi veya mebiî isteyerek teslim etmesi gibi.
«Her ne kadar birkaç el de değişmiş olsa ilh...» Zira istirdad, şeriatın hakkı için değil, kendi hak
içindir.
«Kabız vaktindeki değil, azad ettirme vaktindeki kıymeti ilh...» Musannıfın bu ifadesi Bezzâziye'de
olan ifadeye aykırıdır. Bezzâye sahibi şöyle demektedir: Eğer o akit nakzı ihtimal ederse.
zorlanarak satan kimse onu müşteriye teslim ettiği günün kıymetini tazmin ettirir. Dilerse de
müşterinin kabzettiği gün veya müşterinin o mebide nakzı ihtimal, etmeyecek bir tasarruf yaptığı
günün kıymetini alır. Çünkü müşteri nakzı ortadan kaldıran tasarrufu ile mükrehen satan kimsenin
geri isteme hakkını yok etmiştir. Ama fasit o satım alma ile olan müşteri bunun aksinedir. Zira, o,
müşterinin onda nakzı ibtal edecek tasarrufunun gününün kıymetini değil, belki kabzettiği günün
kıymetini alır.»
Bezzâziye'de olan ifadenin misli Gâyetü'I-Beyân'da da vardır. O halde musannıfa lazım olan «Azad
veya kabız gününün kıymetini tazmin ettirir» demesiydi.
«Malın kıymeti ilh...» Malın kıymeti, eğer zorlanan kimse satıcı olursa.
«Zorla aldırılan mal ilh...» Eğer zorlanan kimse müşteri olursa.
«Zorlanan kimsenin elinde emânettir ilh...» Bu da birincisinde satıcı, ikincisinde müşteridir.
«Çünkü müşterinîn izni ile semeni almıştır ilh...» Veya satıcının izni ile. H.
«Fasit satım bu suretlerin aksinedir ilh...» Yani fasit satım yukarıda geçen dört şeklin aksinedir. H.
BİR UYARI: Bir kimse bir kölenin satış ve alışı üzerine, alcın kimseyi alması, sahibinin de satması
üzerine zorlasa, köle ve semen helâk olsa, zorlayan kimse hem köleye, hem de kölenin kıymetine
zamindir. Eğer zorlanan kimselerden birini diğer zorlanana tazmin ettirmek isterse, o zaman her
ikisine de kabzettiği şeyi niçin aldığı sorulur. Eğer alan da satan da zorlandığı için ve kendisine
olsun diye aldığını söylerse, o zaman yapılan satım akdi caizdir, zorlayan kimseye de tazminat
yoktur. Ama bunlara neden kabzettiği sorulduğunda zorlama ile kabzettiğini ve aldığını diğer
zorlanana vermek için aldığını söylerler ve bunun üzerine yemin ederlerse, hiçbirisi diğerine tazmin
ettiremez. Eğer yeminden kaçınan müşteri ise, satıcı zorlayan kimse ile müşteriden dilediğine
tazmin ettirir. Eğer satıcı kölenin kıymetini zorlayan kimseye tazmin ettirirse, o zaman zorlayan
kimse de rücu ederek müşteriden o kıymeti geri alır. Çünkü yeminden o kaçınmıştır. Satıcı eğer
müşteriye tazmin ettirirse, müşteri ödedikten sonra yeminden kaçındığı için ne kıymeti ile
zorlayana rücû eder, ne de semeni ile satıcıya rücû eder.
Eğer yeminden kaçınan satıcı ise, müşteri dilerse zorlayandan satış bedelini alır. Zorlayanda
müşteriye rücu ederek satıcısından alır. Müşteri dilerse de satış bedelini satana tazmin ettirir. Satan
da tazmin ettikten sonra zorlayana rücû edip ondan alamaz. Mebsut'tan naklen Hindiye. Özetle.
«Öldüreceğini ilh...» Bu mülcî olan ikrarda söz konusu olur. Nitekim yukarıda geçmişti.
«Fetvâ da bununla verilir ilh...» Yani sultanın dışındaki kimselerden de zikredilen şartlarla zorlama
hâli tahakkuk eder.
«Koca karısının sultanıdır ilh...» Yani eğer vadettiği şeyi yerine getirmeye gücü yetiyorsa bu
yledir. Nitekim ileride gelecektir. H.
Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Sözün gidişi gösteriyor ki, bu hüküm âlimlerin ittifakıyladır.
İmam Ebû Yûsuf'a göre, eğer koca karısını kılıçla korkutuyorsa, o zaman zorlama olur. İmam
Muhammed'e göre ise, koca karısını zorladığı zaman eğer engel olacak kimsenin bulunmadığı bir
yerde ise, koca sultan gibi olur.»
Ben derim ki: Fakihlerin «Koca kansının sultanıdır» sözünün açık anlamına göre kadının zarardan
korktuğu yerde kocasının yalnız emriyle zorlama gerçekleşir. Şarihin ileride manzumenin şerhinden
naklen zikredeceği de buna delâlet eder. Düşünülsün.
METİN


İhramda olan bir kimse bir av hayvanını öldürmeye zorlansa, o da av hayvanını katletmediği için
kendi katledilse, Allah katında mecur olur. Eşbâh.
Müşteri değil, satıcı satım akdine zorlanmış olsa, mal müşterinin elinde helâk olsa, fasit akitle
kabzettiği malın kıymetini zamin olur. Zorlanan satıcı ise, zorlayandan veya müşteriden dilediğine
tazmin ettirir. Eğer zorlayana tazmin ettirirse, zorlayan rücu ederek ödediği malın kıymetini
müşteriden geri alır. Eğer müşteriye tazmin ettirirse, nâfiz, yani câiz olur. Çünkü yukarıda geçti.
Tazmin ettirmesinden sonraki satışların tamamı caiz olur. Ama tazmin ettirmesinden Önceki
satışlar nâfiz olmaz.
Satıcı eğer ikinci müşteriye tazmin ettirirse, onun mülkü olduğundan, ondan sonraki satışları caiz
olur, önceki değil. Zamin olan müşteri de aldığı malın, malın bedeli ile kendisine satan rücu eder ve
ondan alır. Ama bunun aksine, malik satışlardan birisine icazet verirse, o zaman satışların tamamı
caiz olur. Ancak semeni ilk müşteriden alır. Çünkü icazetle engel ortadan kalkmıştır.
Birisi ölmüş hayvan eti, kan, domuz yemesi veya şarap içmesi için zorlanırsa, fakat bu zorlanma
dövme, hapis ve bağlanma gibi mülcî olmayan zorlama tarzında olsa, yemesi helâl olmaz. Zira,
mülcî olmayan zorlama tarzında olsa, yemesi helâl olmaz. Zira, mülcî olmayan zorlamada zaruret
yoktur. Evet, şu var ki, içki için had de vurulmaz. Çünkü şüphe vardır.
Birisi öldürülmek veya bir azanın telefi veya şiddetli dövmek gibi mülcî ikrahla zorlansa, -İbni
Kemâl- zorlandığı fiili yapması ona helâl, belki farz olur. Eğer sabrederek yemese. öldürülmüş olsa,
günahkâr olur. Ancak, din düşmanlarına olan gayzından dolayı yememişse, o zaman bir sakınca
yoktur. Yine, ikrahla o şeyleri yemesinin mübah olduğunu bilmese, öldürdüğü takdirde günahkâr
olmaz. O zaman cehaletinden dolayı mazur olur. İslâmın başında, veya darü'l-harbte insanın nelerle
muhatap olacağını bilmemesi, kıtlık yılında adı geçen şeyleri yemeye mecbur olduğu halde
yemeyerek ölse, günahkâr olması gibi. Nitekim biz hac bahsinde bunu zikrettik.
Birisi öldürülmek veya azasının kesilmesi tehdidiyle Allah'a küfret-meye, veya Rasûlullâh
aleyhisselâtü vesselâma sövmeye zorlansa. -Mecmâ ve Kudurî,- o zaman kalbi imanla mutmain
olduğu halde emredildiği şeyi dili ile açığa vurma ruhsatı verilmiştir. Ama bu açığa vurma ile birlikte
kullandığı kelimelerle başka bir anlam kasdeder. Eğer başka anlam kasdederse yani tevriye
yaparsa. dinden çıkmaz. Diyaneten değil, kazaen karısı ondan boş olur. Ama tevriye kalbine gelse
de yapmasa, dinden çıkar. Karısı hem diyaneten, hem de kazâen boş olur. Nevâzil ve Celâliye.
Eğer sabrederse, mecur olur. Çünkü haram olan bir işi terk etmiştir. Bunun gibi, Allâh-u Teâlanın
diğer hakları da, meselâ orucu ve namazı bozmak, haremdeki avı veya ihramda iken av öldürmek
gibi farziyeti kitapla sabit olan bütün hükümlerdeyledir.
Öldürme veya aza kesilme tehdidinden başka bir şeyle zorlanmış olsa, o zaman ona bu işleri
yapmak için ruhsat yoktur. İbn-i Kemâl. Zira küfür kelimesi ile konuşmak ebediyyen helâl değildir.
Öldürme veya aza kesilme tehdidiyle yani mülcî olmayan ikrahla bir müslümanın veya bir zımmînın
-ihtiyar- malını telef etmesi için zorlansa, bunları yapması için ruhsat vardır. Eğer sabrederse, o
zaman mecur olur. İbni Melek. Mal sahibi de zorlayana malını tazmin ettirir. Çünkü zorlanan bir âlet
gibidir.
Ama bir müslümanı öldürmesi, sövmesi, azasını kesmesi, boğması, ateşte yakması, boğulması için
suya atması, zina etmesi gibi hiçbir halde mübah olmayan şeyleri yapması için ruhsat verilmez.
Kasden öldürmede zorlayan mükellef bir kimse ise kısas olarak öldürülür. Bu görüş Mebsût adlı
esere dayanır. Nihâye adlı eserde Mebsût'a muhalefet edilmiştir. Çünkü katil alet gibidir. İmam Şafiî
de zorla öldüren de, zorla öldürten de kısas edilir, demiştir. İmam Ebû Yusuf ise, şüphe
olduğundan her ikisinden de kısası kaldırmıştır.
Adam öldürülmek veya azasının kesilmesi tehdidiyle zina etmesi için zorlansa zina etmesi için
ruhsat yoktur. Çünkü onda nefsin zayi olması ile nefsi öldürmek vardır. Şu kadar var ki zina ederse,
istihsanen ona had vurulmaz. Kadın arzusu ile yapmışsa belki mehrini verir. Çünkü mehirle haddin
ikisi birden sakıt olmaz. Vehbâniye Şerhî.
Mulcî ikrah durumunda kadına zina etmesi için ruhsat verilir. Çünkü çocuğun nesebi ondan yana
kesilmiş değildir. O halde zina kadın için öldürme anlamına gelmez. Erkek bunun aksinedir. Ama
mülcî olmayan ikrahta kadına da zina için ruhsat verilmez. Şu kadar var ki, kadın mülcî olmayan
ikrahla zina yapmış olsa, zinasından dolayı vurulacak had ondan sakıt olur. Ama erkeğin
zînasından sakıt olmaz. Zira ikrahta bile erkek için zina ruhsatı verilmediğine göre, gayri mülcî
ikrahta ruhsat verilmeyeceğinde şüphe olmaz.


İZAH
«İkrahta olan bir kimse ilh...» Uygun olan, musannıfın bir meseleyi daha sonra günah üzerine
yapılan zorlamalarla ilgili meselelerle birlikte zikretmesiydi.
«Mecur olur ilh...» Çünkü av hayvanını haremde öldürmemek Kur'-an-ı Kerîm de sobit olan Allahu
Teâlânın haklarındandır. Nitekim şarihin sözünde de gelecektir. Ama ihramda iken av hayvanını
öldürmeye zorlansa, o da öldürse, kıyasen onun üzerine hiçbir şey yoktur. Âmirin üzerine de hiçbir
şey yoktur. İstihsanda ise, katilin kefaret vermesi gerekir. Hem öldüren, hem de öldürten ihramda
iseler, her ikisinin üzerine de kefaret lâzımdır. Eğer her ikiside ihramda iken birisi diğerini hapisle
tehdit ederek av hayvanını öldürmeye zorlasa, kıyasen kefaret yalnız hayvanı öldüren üzerinedir.
İstihsanda ise, her ikisi üzerine de ceza vardır.
Eğer her ikisi Haremde, fakat ihramlı değillerse birisi diğerini öldürmek tehdidiyle hayvanı
öldürmeye zorlasa, o zaman kefâret tehditle zorlayan üzerinedir. Eğer hapisle tehdid etmişse,
kefaret özellikle katilin üzerinedir. Hindiye, Mebsut'tan.
«Müşteri değil ilh...» Satıcının zorlandığı gibi müşteri de zorlansa, musannıfın «semen de
müsemmen de emânettir» sözünde bunun hükmü geçmişti.
Hâniye'de şöyle denilmektedir «Satıcı değil de müşteri bir şeyi almaya zorlansa aldığı şey onun
yanında kastı olmaksızın helâk olsa, emaneten helâk olmuştur. Müşteriye de hiçbir şey lazım
değildir.»
Kuhistanî'de Zahiriye'den naklen şöyle denilmiştir: «Bir malın satışına yalnız satıcı zorlansa,
müşteri onu kabzetmezden önce azad etmesi geçerli değildir. Bunun aksine, yalnız müşteri
zorlanmış olsa, kabızdan önce hangisi azad ederse, onun azadı geçerlidir. Kabızdan önce her ikisi
birlikte azad etmiş olsalar, satıcının azadı daha uygundur.»
«Meb'in kıymetine zamin olur ilh...» Musannıf eğer «kıymet» yerine «bedeline zamin olur» deseydi
daha uygun olurdu. Çünkü o tabir hem mislî olana, hem de kıyemî olan malları kapsardı. Turî.
«Fasit akitle kabzettiğı ilh...» Kendi ihtiyarıyla mülk edinme yoluyla fasit akitle kabzetmesi
yüzünden satıcıya tazmin eder.
«Dilediğine tazmin ettirir ilh...» Çünkü zorlayan gasıb gibidir. Müşteri ise gâsıbtan gasbeden gâsıb
gibidir. O halde müşteriye tazmin ettirirse. müşteri zorlayana rücu edemez. Zeylaî.
«Eğer zorlayana tazmin ettirirse, zorlayan rücu ederek ödediğe malın kıymetini müşteriden keri alır
ilh...» Çünkü tazminatı ödemekle o mala mâlik olmuştur. O zaman zorlanan kimse malikin yerine
geçmiş olup vücub sebebine dayanarak mala mâlik olmuştur. Zeylâî. »
«Yani caiz olur ilh...» Burada cevazdan maksat helâl olması aktin geçerli olmasıdır. Nitekim gizli de
değildir.
«Yukarıda geçti ilh...» Yani icazetten önce nafizdir. İcazete bağlı olan da geçerli olma manâsını
taşıyan lüzumdur. Bu ifade Tahavî şerhine dayanır. Bu husustaki söz yukarıda Tahavî şerhinden
naklen geçmişti.
«Sonraki satışların tamamı ilh...» Eğer alışlar birden fazla ise hüküm böyledir. Bunun gibi
müşterinin zorlanandan aldığı da nafiz olur. Bu bir meseledir ki, Zeylâî onu malın el değiştirmesi
meselesinde müstakilen zikretmiştir. Bundan önceki meselenin yeri, alışların birkaç tane. fakat
hepsinin bir alışla alındığı meselesidir. Musannıf bu iki meseleyi özetlemek için kısa ifade
kullanmıştır.
«Eğer meselâ ikinci müşteriye tazmin ettirirse ilh...» Musannıf bu «meselâ» sözüyle şunu ifade
etmek istiyor ki, malını zorla satan kimseye müşterilerden dilediğine tazmin ettirir. Hangisine
tazmin ettirirse, ona mâlik olur. Tebyîn'de olduğu gibi.
«Mâlik satışlardan birisine icazet verirse ilh...» Velev en son akit olsun. Ebussuud.
«İcazetle mani ortadan kalkmıştır ilh...» Zeylâî şöyle demiştir: «Zira satım akdi mevcuttu. Onun
nüfuzuna engel olmak da mal sahibinin hakkı idi. Onun icazeti ile mani ortadan kalkmış ve
satışların hepsi caiz olmuştur. Ama eğer icazet vermeyip tazmin ettirirse, onun hakkı düşmez. Zira
kıymetini almak. malı geriye almak gibidir. O halde tazminattan önceki satışların hepsi bâtıl olur.
Ama fiyatını almak satım akdini geriye çevirmek değildir. Belki satıma icazet vermektir. O zaman
icazetle tazminat birbirinden ayrılmaktadır.»
«Ölmüş hayvan eti ilh...» Günah üzerine zorlamak birkaç türdür. Birisinde onu işlemeye ruhsat
vardır, terketmekte de sevap vardır. Küfür kelimesini icra, Rasûlullâh (s.a.v.)'a küfretmek, namazı


terketmek ve kitapla sabit olan bütün hükümler böyledir. Bir kısmı da vardır ki, onu işlemek
haramdır, yapılması da günahtır. Müslümanı öldürmek, bir azasını kesmek veya öldürecek şekilde
dövmek veya sövmek, eziyet etmek veya zina etmek, gibi. Bir kısmı da vardır ki onun fiili mübahtır,
terki de günahtır, şarap ve onunla zikredilenler gibi. Turî, Mebsut'tan. Haniye'de bunun dördüncü
bir şekli daha zikredilmiştir. O da, fiili ile ademi fiili müsavi olandır. Başkasının malını telef etmek
gibi. Şu kadar var ki bu metinde gelecek olana muhaliftir. Biz de bu muhalefete dikkat çekeceğiz.
«Şarap içmesi ilh...» İbni Kemâl'in ifadesi şöyledir: «Kan veya şarap içmeye zorlansa.» İbni Kemâl
hâmişinde kanın meşrûbattan olduğunu yazmıştır. Mebsut'ta Mesruk'tan naklen şöyle
zikredilmiştir: «ölü etini, domuzu, kayemeye ve içmeye mecbur kalan kimse yemez ve içmez
ölürse, ateşe girer.»
«Hapis ilh...» Meşâyihten bazıları, «İmam Muhammed zamanındaki hapishanelere binaen hapisle
tehdid edilmeyi mülcî olmayan ikrah saymışlardır. Ama zamanımızda ihdas edilen hapishanelere
gelince, saydığımız şeylerin yapılması veya yenilmesi için hapisle tehdit etmek yemeyi mübah
kılar» demişlerdir. Gâyetü'l-Beyân'da olduğu gibi. Şurunbulâliye.
«Darb ilh...» Ancak, başa ve göze vurulan darb, yukarıda geçtiği gibi müstesnadır. Zira başa ve
köze vurulan darbta insanın telefinden korkulur.
«Şiddetli darp ilh...» Âlimlerden bazıları «şiddetli darp» en aşağı sınırı olan kırk sopa ile takdir
etmişlerdir. Bazı âlimler de insanların bünyesi farklı olduğundan bazısı kırk sopadan daha azı ile
ölür. O halde tecrübe edenin reyine başvurmaktan başka bir yolu yoktur. Tebyîn adlı eserde olduğu
gibi.
Bezzâziye'de şöyle denilir: «Mısır cellâtlarından naklen hikâye edilir ki, başı topuzlu bir sopanın bir
vuruşu ile de insan ölür.»
«Zorlandığı fiili yapması ona helâl olur ilh...» Zira öldürmek, azayı telef etmek ve şiddetli dövmek
tehdidi ile yapılan fiiller zaruret olduğundan haramlıktan istisna edilmiştir. Haramdan istisna da fiili
helâl kılar. İbni Kemâl.
«Günahkâr olur olur ilh...» Çünkü mübahtan kaçınarak nefsin veya uzvun telef olmasına sebeb
olmak haramdır. Zeylâî.
«Ancak din düşmanlarına olan gayzından dolayı yememişse, o zaman bir sakınca yoktur ilh...»
Şarih bu görüşü hiç kimseye isnad etmemiştir. Ben usul ve füru kitaplarının birçoğuna
başvurduğum halde bulamadım. Allah daha iyisini bilir. Allah'a hamd olsun ki daha sonra ben onu
Hidaye sahibinin Muhtaratü'n-Nevâzil isimli kitabında buldum.
«İslâmın başında ilh...» Yani peygamber aleyhisselâtü vesselâm zamanında. İtkanî. Yani hükümlerin
yayılmasından önce. Yoksa burada İslâmın başından maksat muhatabın müslüman oluşunun
başları değildir. Zira fakihler «hükümler insana bunların vâcib olduğunu bilmekle veya
darü'l-İslâm'da bulunmakla vacib olur» demişlerdir. Bunun üzerine bizim beldemizde müslüman
olan kimse oruç ve namazı öğrenmeden önce terketmiş olduğu oruç ve namazı kaza etmesi
vacibtir. Onun bilgisizliğinin günahın üzerinden kalkması hususunda özür sayılması hükmü
değiştirmez. Anla.
«Veya dârül harbte ilh...» Yani harbîlerden darü'l-Harbte müslümanın cehâleti.
«Kıtlık yılında ilh...» Yani şiddetli açlıkta. Şiddetli açlıkta İslâm'da haram olan Teâlânın «Allah size
darda kalmanızın dışında...» (En'âm: 119) âyetine işaret eder. Allahû Teâlânın bu sözü mülcî ikrahı
da kapsar. Zira mülcî ikrah da zarurettendir. Eğer bu âyeti yalnız şiddetli açlığa hasredersek, mülcî
ikrahın hükmü, o zaman da nassın delâleti ile sabit olur. Nitekim biz bunu şârihin Menar Şerhi
üzerindeki hâşiyemizde beyan ettik.
«Mecma ye Kudurî ilh...» Yani sövmek meselesi Mecma ve Kudurî' nin muhtasarında zikredilmiştir.
«Öldürülmek veya azasının kesilmesi tehdidiyle ilh...» Yani teleften korkulacak bir fiil ile tehdid
edilirse.
«Tevriye yapar ilh...» Tevriye, kalbte gizli olanın hilafını açıklamaktır. İtkanî.
İnâye'de şöyle denilmektedir: «Caizdir ki burada tevriyeden maksat kalbin itinanı veya iki manâya
gelebilecek bir kelime telaffuz etmektir.»
İnâye'nin bu sözünde bir görüş vardır. Eğer adam puta secde etmeye zorlansa burada lâfız yoktur.
Öyleyse açık olan, tevriye, açığa vurduğu söz ve fiilin aksini gizlemektir. Zira tevriye, gizlemek
mânâsınadır. O zaman tevriye kalbin işidir. Düşünülsün.


«Tevriye yaparsa dinden çıkmaz ilh...» Meselâ adam puta secde etmeye veya Peygamber
aleyhisselâtü vesselâma sövmeye zorlansa, bu zorlandığı şeyi yapsa, sonrada «Puta secde
ettiğimde Allah için namaz kılmaya niyet etmiştim. Muhammed aleyhisselâma sövmekte de başka
bir Muhammed'i kasdetmiştim» derse, dinden çıkmaz.
«Kazaen karısı ondan boş olur ilh...» Çünkü üzerine zorlanmadığı bir şeyi isteğiyle yaptığını ikrar
etmiştir. Arzusu ile yapanın hükmünü de zikrettik. Hidâye.
«Tevriye kalbine gelse ilh...» Yani puta secde ederken kalbine Allah için namaz kılmak, Rasûlullâh
(s.a.v.) den başkasına sövmek aklına gelse fakat tevriye etmese, yani böyle niyetlenmese, dinden
çıkar. Çünkü üzerinde zorlandığı şeyi def etmek mümkün ve mübtela olduğu bir şeyden çıkış yolu
varken def etmemiştir. Sonra, kalbine geleni terketmiş. Muhammed aleyhhiselâtü vesselâma
sövmüştür. Bu yüzden dinden, çıkar. Zorlayanın zorladığı şeye muvaffakat etmiş olması sonucu
etkilemez. Çünkü zorlandığı şeyden çıkış yolu bulduktan sonra zorlayana muvafakat etmiştir. O
zaman zaruret yoktur.
Mebsut'ta şöyle denilmektedir: «Bu mesele Allah'dan başkasına tazim yoluyla secde etmenin
küfrüne delâlet eder.» Kifâye.
Üçüncü bir kısım kaldı ki, Kifaye'de bu hususta şöyle denilmiştir: «Puta secde etmeye veya
Rasûlullâh (s.a.v.)'a sövmeye zorlansa, secde ederken veya söverken aklına bir şey gelmese, ancak
bunları yaparken, kalbi iman ile mutmainse. onun nikâhlı olan karısı ne kazâen, ne de diyaneten
boş olur. Çünkü onu zorla yapmıştır. Zira onun tehdid edildiği şey taayyün etmiş, tehdid edildiği
şeyi de nefsinden def etmeye imkânı yoktur. Kalbi mutmain olduğu halde bu fiilleri yapmış, kalbine
de bir şey gelmemiştir.»
Bu üçüncüsünden anlaşılmaktadır ki, tevriye yapmak, ancak tevriye kalbine gelirse gerekli olur.
Kalbine geldiği zaman tevriye yaparsa, diyânetten mümin kalır. Yine ortaya çıkmaktadır ki, tevriye
kalbin mutmain olması değildir. Çünkü tevriye üçüncü kısımda yoktur. Halbuki üçüncü kısımda
itminan olmakla beraber bu fiili işlemiştir. Bu da bizim İnâye adlı eserden naklen zikrettiğimize
muhaliftir.
Bilmiş olun ki bu üçüncü kısım musannıfın gelecek, «ne de onun dinden dönmesi» sözünden
murad da ancak bu üçüncü kısımdır. O zaman da zevcesi ondan boş olmaz. Nitekim Zeylâî de bunu
açıklamıştır. O halde, burada olan ifadeye musannıfın gelecek ifadesi zıt düşmez. Bu şârihe gizli
kalmıştır. Nitekim ileride gelecektir.
«Nevâizi ve Celâliye ilh...» En yakını bu sözü Hidâye'ye nisbet etmektir. Zira Hidâye elden ele
dolaşan meşhur kitaplardandır.
«Eğer sabrederse sevaba nâil olur ilh...» Yani şehidlerin ecri ile ecirlenir. Zira rivayet olunur ki,
sahabilerden Habib ile Ammer (Allah onlardan razı olsun) küfür üzerine zorlanmışlardır. Habib
ölünceye kadar sabretmiş, ölünce Rasûlullâh (s.a.v.) ona «şahidlerin efendisi» ismini vermiştir.
Ammar ise kalbi imanla mutmain olduğu halde yapılan işkence karşısında küfrü açığa vurmuştur.
Rasûlullâh (s.a.v.) Ammar'a «Kâfirler sana işkence yaparlarsa, kalbin imanla mutmain olduğu halde
yine küfrü açığa vur» buyurmuştur. İbni Kemâl. Bunların kıssası meşhurdur.
«Çünkü haram olan bir icraatı terketmiştir ilh...» şarih burada «haram olan» kelimesini bu konu ile
bir önceki konu arasındaki farkı ifade etmek için kullanmıştır. Zira önceki meselede hürmet artık
zâil olmuştur. İşte bundan dolayı da sabrettiği takdirde ölse günahkâr olur.
Zaruret halinde ölmüş hayvan eti nasıl istisna edilmişse, burada da zorlama halinin istisna edilmesi
gerekir denilirse, biz deriz ki, ölü eti meselesinde ölmüş etin zaruret halinde helâl olarak yenilmesi
haramlıktan istisna edilmiştir. O halde o istisna onu mübah kılmıştır. Ruhsat değildir. Burada ise,
hiddetten istisna edilmiştir. Hiddet de istisna olunan da yoktur. Müstesnanın yok olmasından
haramın da yok olması lazım gelmez. Öyleyse bu ruhsattır.
Keşşafta şöyle denilmiştir: «Gönlünü kâfirliğe açanlar» (Nahl: 106) âyetindeki «lar» takısı şart ve
mübtedadır. Cevabı ise mahfuzdur. Zira «Gönlünü açanlar»ın cevabı hazfedilen cevaba delâlet
eder. O halde âyetle sanki şöyle denilmektedir: «İnandıktan sonra Allah'ı inkâr edenlere Allah
katında bir gazab vardır. Ancak zor altında inkâr edenlere gazab yoktur. şu kadarı var ki, kimler
gönüllerini küfre açarlarsa onlara Allah'dan gazab vardır.» Kifâye.
«Orucu bozmak ilh...» Yani mukîm, sağlam ve baliğ olan kimse, orucu bozmaya zorlanırsa. Ama bu
kimse misafir veya hasta olursa, -ki bunların orucu yemelerine ruhsat vardır- zorlandığında
yemesinin ruhsat olduğunu bile bile yemez ve bundan dolayı nefsine zarar gelirse, günahkâr olur.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...