Nitekim
Gâyetü'l-Beyân'da
böyledir.
«Namazı
bozmak ilh...» Gâyetü'l-Beyân'ın ifadesi şöyledir: «Farz olan namazları namaz vaktinde
terketmesi
için birisi zorlansa, o da terketmeyerek ölünceye kadar sabretse, terketmesinin caiz
olduğunu
da bilse, terketmediği için mecur olur.»
Bu
açıktır. Ama namazı ifsad etmeye gelince, fakihler, bır insanın bir dirhem için bile namazını ifsad
edebileceğini zikretmiştir. O dirhem kendisinin olmasa bile. Düşünülsün.
Gâyetü'l-Beyân'ın ifadesine şöyle cevap verilir: Burada söz sabrın ecri bahsindedir. Çünkü adam
sabrederek azimeti tutmuştur. Her ne kadar ruhsatı tutması caiz ise de.
«Haremdeki avı ilh...» Bu ifade, avın Haremde olmasına izafe edilmiştir. «Veya ihramda iken»
ifadesi
de Harem'in üzerine atıftır. Biz Hidaye'den naklen bu husustaki sözü zikrettik.
«Farziyeti
kitapla sabit olan bütün hükümler
ilh...» İtkanî, «Zaruret halinde de o şeyin mübah
olduğuna
bir has da varid olmasa» ifadesini ziyadeleştirmiştir. İtkanî'nin bu
ilavesinde bir görüş
vardır.
Nas, zaruretten az olan bir şey için
de orucu terketmenin mübah olması
hususunda varid
olmuştur.
Ki bu da seferdir. Uygun olan, seferde sabrederse, günahkâr olmasıdır. Ancak şöyle
denilmesi
gerekir: Söz başladıktan sonraki ifsad hususundadır. Orucun terki hususundaki nas ise,
başlamazdan önce yemek hususundadır.
Düşünülsün.
Gâyetü'l-Beyân'da şöyle denilmektedir: «Adam acından İhramlı olduğu halde ölü eti yemek
zaruretinde
kalsa, av avlamaya kudreti olsa, yine av hayvanını öldürmez, ölmüş hayvanın murdar
etini
yer.»
«Yani
mülcî olmayan ikrahla ilh...»
Şarih bu «yani» kelimesiyle öldürülmek veya azanın
kesilmesinin bir kayıd olmadığına işaret etmektedir. Belki göze ve kafaya vurmak gibi mülcî olan
her
şey öldürme aza kesmenin hükmündedir.
Bazı Belh âlimlerinin dedikleri gibi zamanımızın
hapishanesi de mülcî ikrah sayılır. Malının hepsini almakla tehdid de, Kuhistanî'nin bahsettiği gibi
yine
mülcî ikrahtır. T. Bizim yukarıda
zikrettiğimiz gibi Kuhistanî bunu
Zahidî'den nakletmiştir.
Kendisi
bizzat bahsetmemiştir.
«Küfür
kelimesi ile konuşmak ebediyyen helâl değildir ilh...» Musannıfın bu sözü ancak şarihin
geçen,
«Haram olan icraatı terketme» sözüne illet olmaya elverişlidir. O
halde uygun olan. bu sözü
onun
hemen arkasında zikretmesiydi. T.
«Sabrederse o zaman mecur olur ilh...» Çünkü azimet yolunu tutmuştur. Zira
başkasının malını
zalimlerden
almaktadır. Zulmün haramlığı da küfür gibi hiçbir durumda ne kalkar, ne de mübah
olur.
Şârih'n bu sözü başkasının malını telef etmeyi terketmenin daha üstün olduğuna işaret
etmektedir.
İşte bundan dolayı fakihler
başkasının malını yemek, şarap
içmekten haramlık
bakımından
daha şiddetlidir, demişlerdir. Nitekim Keranî'den naklen Kuhisîanî'de de böyledir
Biz,
Hâniye'den naklen zikrettik ki,
burada zorlandığı şeyi yapmak-la terketmek eşittir. Hâniye'de,
«Şiddetli
açlık hâlinde adam mecbur kalsa, bir diğerinin malını almak istese, mal sahibi de ona
engel
olsa, o da almasa, ölse. günahkâr olur» denilmiştir.
İtkanî,
«Fakihler şiddetli açlık hâli ile zorlanma halini birbirinden ayırmışlardır.» demiştir.
Fakih
Ebû İshak' da, «Ancak. şiddetli
açlık meselesinde mal sahibi malının kıymetiyle onu ölümden
kurtaracak kadar verse, o da almasa, öldüğü takdirde günahkâr olur. İkrah meselesinde de eğer
mal
sahibi yine malı ona kıymeti ile vermiş olsa, o da almasa, günahkâr olur» sözünü tevil ederek,
«İki
mesele arasında fark yoktur»
demiştir.
«Zorlanan
bir âlet gibidir ilh...» Bu da şöyledir: Zorlanan kimsenin fiili, zorlayanın âletidir ki,
fiil
zorlayana
intikal eder. Başkasının malını telef etmek de bu kabildendir. Yani onu tutup başkasının
malının
üzerine atarak onu telef etmesi gibi olur. O zaman sanki zorlayan fiili bizzat kendisi yapmış
gibi
olur. O zaman zorlayan kimseye, zorlanan kimsenin telef ettiği malı tazmin etmesi gerekli olur.
Ama
yemek, cinsi tekarrub ve konuşmak
gibi zorlayana âlet olmayan fiillerde hüküm bunun
aksinedir. Bundan dolayı eğer bir köleyi azad etmeye zorlansa, zorlayan zamın olur. Çünkü
zorlanan
itlaf hakkında âlet olmaya uygundur. Ancak şu kadar var ki, azad ettiği kölenin velâsı
kendinindir.
Çünkü zorlanan konuşma hususunda
zorlayana âlet olmaya elverişli değildir. İtkanî.
Şurunbulâliye'de
Siraç'tan naklen şöyle
denilmektedir: «Bir mecusi bir müslümanı başkasının
koyununu kesmesi için zorlasa, müslüman o koyunu kesse, koyunun etini
yemek helâl değildir.
Çünkü
sanki mecusî kesmiş gibidir.» Bu konunun aksi gelecektir.
«Sövmesi
ilh...» Şarihin bu sözü Kuhistanî'de
Muzmarat'tan naklen olan ifadeye muhaliftir. Çünkü
Kuhistanî'de,
«Eğer bir müslümana sövmesi için mülcî ikrahla zorlansa, ona ruhsat vardır. Eğer bir
müslümana
iftira etmesi için yine mülcî
ikrahla zorlansa, rica olunur ki, o onu yapabilir. Zahiriye'de
olduğu
gibi» denilmiştir.
Tatarhâniye'de
de şöyle denilmektedir: «Görülmüyor mu ki birisi telef edici bir şeyle Allah'a iftira
etmeye
zorlansa, onu da yapabilir. O halde müslümana iftira atması öncelikle olur. Ancak şu kadar
var
ki, müslümana iftira atmanın mübah
olmasını «rica olunur» sözüyle talik etmiştir. Allah'a iftira
etmekte
ise «rica olunur» sözüyle talik etmemiştir. Çünkü telefle tehdid edildiği takdirde Allah'a
iftira
atmanın mübah olması nas ile sabittir. Müslümana iftira atmak ise, nassın delaleti ile sabittir.
Bu
meselenin arkasında İmam Muhammed şöyle demiştir: «Görülmüyor mu ki, eğer telef edici bir
şey
ile Muhammed (s.a.v.)'e sövmek için zorlanılmış olsa, inşaallah bu tehdidle sövdüğü takdirde
mübah
olur.» Bunun mûbah olma yolu da bizim söylediğimizdir. Eğer sabrederek öldürülünceye
kadar
sövmese, Allah katında mecur olur ve daha da efdaldir.»
«Azasını kesmesi ilh...» Eğer eli kesilecek kimse ona izin verirse, o zaman zorlanmış olmaz. Kestiği
takdirde
günahkâr olur. Zorlayana da tazmin
yoktur. Çünkü adam izin vermiştir.
Eğer bir kimseyi
katletmesi
için zorlanmış olsa, öldürülecek odam öldürmesi için ona izin verse. o da öldürse,
öldüren
günahkâr olur. Onun diyeti de emredenin malından verilir. Tatarhânîye.
Şu
kadar var ki Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Sultan birisine diğerinin elini kesmesini söylese,
kesmezse kendisini öldüreceğini söylese, onun elini kesmesi ona mübahtır. İmameyne göre eli
kesilen
kimsenin kısası da elin kesilmesini emreden içindir. İmam Ebû Yusuf'tan bu hususta bir
rivayet yoktur.»
Sonra
ben, Turî'nin bu iki rivayet arasını şöyle telif ettiğini gördüm: «Eğer bir müslümanın elini
kesmesi için el kesilmekten daha ağır bir şeyle tehdit edilerek zorlanırsa, yapabilir. Ama elinin
kesilmesi veya bundan az bir şeyle tehdit edilirse, yapamaz. Düşün.»
Turî
burada başkasına raci olarak zamir ite ifade etmiştir. Çünkü Hindiye'de şöyle bir ifade yardır:
«Bir
kimsenin elini kesmesi için ölümle tehdid edilse, elini kesebilir. Kısası da onu zorlayanın
üzerinedir.
Ama nefsinin katlı üzerine tehdid
edilirse, o da kendi kendini öldürürse, zorlayanın
üzerine
bir şey yoktur.»
Mecma
adlı eserde de şöyle denilmektedir: «Eğer bir kimse, diğerinin elini kesmesi için zorlansa, o
da
kesse, sonra eli kesilen adamın onun arzusuyla ayağını kesse, adam da ölse, Ebû Yûsuf diyeti
her
ikisinin malından gerekli olur demiştir. İmameyn ise, kısas her ikisinin üzerine vacib olur,»
demiştir.
«Kasden
öldürmede zorlayan kısas edilir
ilh...» Yani mülcî ikrah ile adam öldürmek mübah değildir.
Eğer
öldürürse, günahkâr olur. Onu
zorlayan kimse de kısas edilir. Eğer baliğ ise kısas edilen
kimse
mirastan mahrum edilir. Zorlanan da zorlayandan kısasını alır. Her ikisi de varis olurlar.
Şurunbulâlîye.
Sureti
şudur: Birisi kardeşini oğlunu öldürmekle tehdit etse, o da öldürse, zorlayandan kısas alır,
oğlu
ile zorlayan kardeşinin de mirasını
alır.
«Nihâye'de
olanın aksine olarak ilh...» Yani âmir ister baliğ olsun, ister olmasın, ister akıllı, ister
bunak
olsun. kısas âmirin üzerinedir. Nihâye bunu Mebsut'a nisbet
etmiştir. İnâye'de ise Miraç
sahibi
Şeyh Sekkakî'ye uyarak o da kendi şeyhi Alâeddin Abdülazîz'den naklen. Mebsut'ta olan
«Zorlanan
ister âkil olsun, ister olmasın» sözüyle Nihâye'de olan reddedilmiştir. Nihaye sahibi bunu
kesre
ile hareketi sanarak bunun âmir olarak ifade etmiştir. Bu sehvdir. Ebû'l-Yüsr'ûn Mebsut'unda
söylediği bunu destekler. Ebû'l-Yüsr'ün sözü şöyledir:
«Zorlayan âmir eğer çocuk veya akıl hastası
ise.
kısas hiç kimse üzerine vacib olmaz. Zira gerçekte katil çocuk veya delidir. Bunlar da cezanın
kendilerine vacib olmasını ehil değillerdir.»
Ben
derim ki: Şarihler bu durumda diyetin hükmünü zikretmemişlerdir. Hâniye'de şöyle denilmiştir:
«Diyet, üç sene içinde zorlayanın âkilesi üzerine vâcıbtir»
«Çünkü
katil âlet gibidir ilh...» Âlet olmaya elverişli olan yerde böyledir. Alet olmaya elverişli olacağı
yer
de itlaftır. Ama günah bunun aksinedir. Çünkü başkasının dini üzerine cinayet işlemiştir. Hiç
kimse
de başkasının dini üzerine cinayet işlemeye kadir değildir. Bir müslüman, bir mecusiyi diğer
birisinin
koyununu kesmesi için zorlasa, itlaf
hakkında o mecusinin kesme fiili, kesmeyi emreden
müslümana
intikal eder. O hayvanın bedelinin tazmini de müslümanın üzerine vacibtir. Ama
kesişteki helâllik hakkında ise intikal etmez. Bunun aksine mecusi müslümanı zorlamış olsa,
müslümanın
zorla kestiği hayvanın eti helâl olur. Bunun misli Miraç'ta da
vardır.
Şurunbulâliye'de
olan. «Bunun aksi hüküm,
nakildeki sehvden ileri gelmektedir.
«
İmam Ebû Yûsuf, her ikisinden
de diyeti kaldırmıştır ilh...» Şu kadar var ki Ebû Yusuf da üç sene
içerisinde diyeti âmire gerekli görmüştür. Hâniye.
«Şüphe
olduğundan ilh...» Yani ademi katlin şüphesi. Çünkü birisi hükmen değil, hakikaten katildir.
Diğeri
ise, hakikaten değil, hükmen katildir.
İmam
Züfer de, «Katli yapan kimse kısas edilir. Çünkü yapan odur»
demiştir.
«Zina
etmesi için zorlansa ilh...» Yani mülcî ikrah ile zorlansa. Gelecek ifade de buna delâlet eder.
«Nefsîn
zayi olması ile ilh...» Çünkü veledi
zina hükmen helâk olmuştur. Çünkü onu terbiye edecek
kimse
yoktur. O halde zina da katil gibi
hiçbir zaruretle mübah kılınmaz. Dürer.
«Belki
mehrini verir ilh...» Ölüm
tehdidi ile zina eden kimse, zina yaptığı kadının mehrini verdiği
takdirde
onu zina ile zorlayan kimseye rücu
ederek geri alamaz. Çünkü cinsi temasın menfaati
zaniye hasıl olmuştur. Nasıl ki, aç olduğu halde kendi yemesi için zorlansa, yediği takdirde, o
yemeğin
bedelini yemeğe zorlayan kimseden olamadığı gibi. Tatarhâniye.
«Çünkü
mehirle had ilh...» Dârü'l-İslâmda birlikte sakıt olmazlar.
«Vurulacak had ondan sakıt olur ilh...» Yani mülcî olmayan zorlama ile zorlanırsa. Çünkü mülcî
ikrah
kadının zinası için ruhsattır. Öyleyse mülcî olmayan ikrah da kadın için şüphedir. Şüphe ile de
had
vurulmaz.
«Mülcî
ikrahta bile erkeğin zinasına ruhsat verilmediğine göre ilh...» Bu söz, musannıf «Erkeğin
zinası
değil» sözünün illetidir. İkrahı mülcî ile de erkeğin zinasına ruhsat verilmediğine göre, zina
yapması
halinde günahkâr olur. Ama kadın
günahkâr olur mu, olmaz mı?
Şeyhülislâm şöyle der:
«Eğer
kadın erkeğe zina imkânı vermese fakat zorla zina yapılsa, kadın günahkâr olmaz. Bu da eğer
ikrah
mülcî ise böyledir. Eğer mülcî
ikrah ile zorlanmamışsa, ihtilafsız olarak zina eden erkek
üzerine
had vardır. Kadın üzerine had yoktur. Yalnız şurası muhakkakki kadın da günahkâr olur.
METİN
BİR
UYGULAMA MESELESİ: Fâkihlerin illetlerinin zahirine göre, livatanın hükmü ise, zinaya
zorlanan
kadının hükmü gibidir. Çünkü onda
çocuk yoktur. Mülcî ikrah ile ona ruhsat verilir. Ancak
şu
kadar var ki. haramlık bakımından bu zinadan daha şiddetli olduğundan zina ile livatanın arası
tefrik
edilir. Çünkü livata hiçbir yolla mübah değildir. Hem de, aklen de kabihtir. Bundan dolayı da
sahih
kavle göre, cennette livata yoktur. Bunu musannıf
söylemiştir.
Ama
zorlanan kimsenin nikâhı, azadı, boşaması geçerlidir. Eğer ikrah fiille değil, sözle olursa.
Yakın
akrabasını olması için zorlandığında, yakın akrabasının azadı nasıl kerhen geçerli ise, İbnî
Kemâl.
Zorlanan kimse zorlayandan kölenin kıymetini, eğer cinsi tekarrub olmamışsa müsemma
olan
mehrin yarısını alır.
Zorlama
sözle ve fiilen de olsa zorlanan kimsenin adağı, yemini, ziharı, ricati, ilası, iladan dönmesi
eğer
zımmî ise müslüman olması sahihtir. Meşayihin çoğunluğunun sözleri de böyledir.
Hâniye'de
olan
ayrıntı ise kıyasa göredir. İstihsâna göre ise mutlaka geçerlidir. Bunların hepsi, ölümle tehdit
edilmese de geçerlidir.
Zorla
müslüman olan zımmî rücu ederse, öldürülmez. Çünkü bunda şüphe vardır. Nitekim mürted
babında
da geçti.
Zorlanan
kimsenin azad ve talâkla vekâlet vermesi de geçerlidir. Eşbâh'ın «Sahih değildir» sözü ise
kıyasa
göredir. İstihsan o şeyin vukuu
üzerinedir.
Bize
göre bunda asıl şudur: Şaka ile geçerli olan hüküm, ikrah ile de geçerlidir. Zira şaka ile geçerli
olan
bir şey, feshi ihtimal etmez. Feshi
ihtimal etmeyen bütün hükümlerde de ikrah tesir etmez. Bu
meseleleri Ebûlleys Hizânetü'l-Fıkıh'ta on
sekiz olarak saymıştır. Biz de talâk babında nazmen yirmi
olarak
saydık.
Zorlanan
kimsenin borçlusunu ibrası, mafî veya nefsî kefaletle kefil olduğu kimseyi ibra etmesi
sahih
değildir. Çünkü beraet şaka ile sahih değildir. Ortak, şuf'a talebinde bulunmaması için
zorlansa,
o da sükût etse, onun şuf'a hakkı bâtıl olmaz.
Kalbi
mutmain olduğu halde dili ile mürted
olması da geçerli değildir. O halde onun karısı ondan
bâin
olmaz. Çünkü onunla kafir olmaz. Bu
hususta muteber olan söz de erkeğindir.
Ben
derim ki Biz Nevâzil isimli kitaptan
yukarıdaki görüşün aksini naklettik. Umulur ki, bu hilaf
kıyasa
göredir. Düşünülsün.
Hakimi
bir kimseyi hırsızlık yaptığını
veya kasden bir kimseyi öldürdüğünü veya ondan bir kimsenin
elini
kestiğini ikrar etmesi için zorlasa, o da ikrar etse, ikrarına binaen öldürülse veya eli kesilse,
bakılır:Eğer ikrar eden salâh hâl ile mevsuf olan bir kimse ise, Kadı kısas edilir. Yok eğer hırsızlık,
öldürmek
gibi işlerle maruf bir kimse ise, Kadı istihsanen kısas edilmez. Çünkü burada şüphe
vardır.
Adam,
«Ya bağını satarsın, ya da şu
meşrubatı içersin» diye zorlansa, bu
ikrahtır. Eğer meşrubat
şarapgibi
içilmesi haram olan birşeyse. Eğer helâl olan bir içecekse, ikrah olmaz. Kınye.
Kınye sahibi şöyle demiştir: «Zina ve diğer haram olan şeyler de bunun
gibidir.»
Sultan
birisinden para istese, ama şu malını sat diye tayin etmese, o da malını satsa, satışı
geçerlidir.
Bunda
şer'î hile şudur: Adam, «Ben nereden
getireyim, malım yok» dese, o zaman zalim, «Şunu
sat.»
dese, o zaman zorlanmış olur.
Bezzâziye.
Koca
karısını mehrini kendisine hibe etmesi için dövmekle tehdit etse, o da hibe etse, eğer koca
dövmeye muktedir ise hibe sahih olmaz. Ama boşayacağı, üzerine evleneceği veya bir cariye
alacağı
şeklinde tehdid etse, bu zorlama sayılmaz. Hâniye.
Mecmaü'l-Fetâvâ'da
şöyle denilmiştir: «Hasta olan
karısını mehrini hibe etmesi için babasının evine
göndermese,
kadın da mehrinin bir kısmını hibe etse. hibesi bâtıldır. Çünkü kadın mükreh gibidir.»
Ben
derim ki:Mecmâü'l-Fetâvâ'nın bu
ifadesinde şu fetvâ hâdisesinin
cevabı vardır: Bir kimse
bâkire
olan kızını evlendirse, kızı zifafa gireceği zaman. annesinin mirasını tam olarak aldığını
şahitler
önünde söylemesi için, zifafa
girmesine engel olsa, kızı da ikrar etse, sonra zifafa
girmesine
izin verse, kızının ikrarı sahih değildir. Çünkü bu durumda kız mükreh sayılır. Rum
müftüsü
Ebussuud da bununla fetva vermiştir. Musannıf da manzemesinin şerhinde bunu
zikretmiştir.
Tuhtefü'l-Ekrân. Hibe
bahsi.
Birşeyi
alması için zorlanan kimse eğer aldığı zaman sahibine reddetme niyeti ile almışsa, aldığına
zamin
olmaz. Yok eğer sahibine vermek
niyetinde değilse zamindir. Eğer
mal sahibi ile zorlanan
kimse
niyet hususunda ihtilaf etseler,
makbul olan söz, yemini ile birlikte
zorlanan kimsenindir ve
zamin
de olmaz.
Müctebâ.
Müctebâ'da
şöyle denilmektedir: «Bir şeyi
alması veya vermesi için zorlanan kimsenin o işi ancak
zorlandığı
kimse yanında hazır olduğu sürece yapması caiz olur. Eğer yanında hazır değilse,
uzaklığından
dolayı kudret ve zorlaması zail
olduğundan alması veya vermesi helâl olmaz.» .
Bu
açıklamadan anlaşılıyor ki, emîrin elçisinin gaib olduğu zaman, o zalim emrin yardımcılarının
almalarında özürleri makbul olmaz, aldıklarına zamin olurlar.
PRATİK MESELELER:
Birisi
kendi ekmeğini yemesi üzerine
zorlansa, yiyen adam aç ise, yediği ekmeğin kıymetini rücu
ederek
zorlayan kimseden alamaz. Eğer tok ise, yediği ekmeğin kıymetini rücu ederek mükrehten
alır.
Çünkü birincisinde yemenin menfaati
kendi şahsınadır. Ama tokluk hali
böyle
değildir.
Harbîler
bir peygamberi yakalasalar ve ona, «Eğer peygamber değilim dersen bırakırız, demezsen
öldürürüz»
deseler, peygamberin «Peygamber değilim» demesi caiz olmaz. Ama başka birisi onun
peygamber olmadığını ikrar etmesi için peygamberi öldürme tehdidiyle
zorlansa, onun «Peygamber
değildir»
demesi câizdir. Çünkü yalan söylemek peygamberlere
mümtenidir.
Harbî,
bir kimseye «Bana cariyeni ver, onunla zina edeyim.
Karşılığında da sizden
aldığımız bin
köleyi
serbest bırakayım» dese, onun cariyeyi vermesi helâl olmaz.
Birisi
kölesini zorla azad ettiğini ikrar etse, kölesi azad olmaz.
Başkasının malını almak üzere yapılan zorlama, şer'an muteber sayılır mı? Kınye adlı eserin açık
anlamına
göre, evet, muteber
sayılır.
Vehbâniye'de
şöyle denilir: «Borçlu alacaklısına, «Beni ibra et yoksa seni hâkime çıkaracağım»
dese,
burada manâ bakımından zorlama tasavvur olunur.Buradaki «seni hâkime çıkarırım» sözü
sahihtir.
Ben
Vehbâniye'nin beytini şu şekle çevirdim: Borçlu alacaklısına. «Alacağını bana hibe et, yoksa
seni
hakime çıkarırım» dese, yine zorlama tasavvur edilir.
İstihsâna
göre, zorlanan kimsenin İslâma girmesi sahihtir. Daha sonra dinden çıkarsa öldürülmez.
İslâma
girmeye
zorlanır.
İZAH
«Fakihlerin illetlerinin açık anlamına göre ilh...» Yani onların illeti, bir erkek zina yapması için mülcî
ikrah
ile zorlansa, ona zina yapması için ruhsat verilmez. Çünkü
manâ itibariyle zinada bir nefsi
öldürmek
vardır. Ama zorlanan kadın olsa, kadına ruhsat verilir. Çünkü kadının zinadan doğuracağı
çocuğun
nesebi kadından kesilmez.
«Mülci
ikrahla ona ruhsat verilir ilh...» Netif adlı kitabın ikrah bahsinde şöyle denilir: «Bir adam zina
veya livata yapması için zorlansa, bu zorlama onun ölümüne kesin olarak sebep olsa bile yine de
yapması
caiz değildir.»
Nefsin
katline veya firaşın ifsadına sebep
olmasa bile livâta yine men edilmiştir. Seriyüddin.
Netif
kitabının ifadesinin açık anlamı hem aktifi, hem de pasifi kapsamına alır. T. Netif'in ifadesi
Minah'ta
da zikredilmiştir.
«Livata
hiçbir yolla mübah değildir ilh...» Ama kadınla cinsel tekarrüb bunun aksinedir. Çünkü bu
nikâhla
veya cariye edinmekle mübah olur.
«Aklen de çîrkindir ilh...»Zira livatada mefulü zelil etmek vardır. Akıl da buna engeldir. Bunun aklen
çirkin
olmasına, insan tabiatına çirkin gelmesi de eklenir. Zira livata, necaset ve neaseti çıkarma
yeridir.
Tohum ekme yeri ve temiz değildir. Bunun aklen ve teban çirkin olması, şer'an çirkin
olmasına
eklenince onun haramlığı zinanın haramlığından daha şiddetli olur. T.
«Zorlanan
kimsenin nikâhı ilh...» Eğer fazla bir mehirle evlenmeye zorlanırsa.. Mehrin fazlalığı bâtıl
olur.
Tahavî, «O fazlalığı vermesi de
vâcibtir. Ancak vermiş olduğu
fazlalığı rücu ederek zorlayan
kimseden
geri alır» demiştir. Bezzâziye.
«FiiIlie
değiI, sözle olursa ilh...» Musannıf burada da bu sözü İbni Kemâl'e uyarak zikretmiştir.
Doğrusu
ise, bu sözü «Azad ettiği kölenin kıymetini rücu ederek zorlayandan alır» sözünden sonra
zikretmesiydi.
Çünkü fiil ile söz arasındaki fark edip etmemesinde hasıl olur. Azadın sıhhatinde
değil.
Bunun için burada bir karışıklık vardır. Eşbah'ın ifadesi ise, bu karışıklıktan salimdir. Zira
Eşbâh
sahibi şöyle demiştir: «Adam kölesini azad etmeye zorlansa, zorlanan kimse, zorlayandan
azad
ettiği kölenin kıymetini tazmin
ettirme hakkına sahiptir. Ancak mülkü'l-yeminle veya azad
edilecek bir kölenin alınması için zorlanırsa, aldığı takdirde köle azad edilir, kölenin kıymetini de
zorlayandan
tazmin edemez.»
Bezzâziye'de
şöyle denilmiştir «Bir kimse kıymeti bin dirhem olan yakın bir akrabasını veya aldığı
takdirde
azad edeceğine yemin ettiği bir
köleyi on bin dirheme alması için
zorlansa, aldığı takdirde
köle
azad edilir. Ancak onun on bin değil, bin dirhem vermesi gerekir. Çünkü onda vacib olan
bedeli
değil, kıymetidir. Zorlayan kimseye rücu ederek hiçbir şey de alamaz. Çünkü aldığı, elinden
çıkmazdan
önce eline girmiştir.»
«Kölenin
kıymetini olır ilh...» Yani köleyi azad etmesi için zorlandığında. Zira, kölesini azad etmesi
için
zorlanan kimse, telef bakımından zorlanana âlet olmaya elverişlidir. Alet
olmaya elverişli
olması,
telefe eklenir. İbni Kemal. Ancak zorla azad edilen kölenin velâsı da azad edenindir. Zira
yukarıda
İtkanî'den naklen bunun illeti geçmiştir. Zorlayan fakir dahi olsa. Zira bu tazmin, telef
ettirme
tazminatıdır. Zorlayan tazmin ettiğini rücu edip köleden alamaz. Çünkü bu tazminat üzerine
kendi
fiili ile vâcib olmuştur. Köle bu
tazminatı ödemek için çalışmaz. Bu konunun tamamı
Zeylâî'dedir.
«Eğer
cinsi temasta bulunmamışsa tespit edilen mehrin yarısını ilh...» Çünkü onun üzerine vacib
olan
mehir, kadının irtidadı, kocasının eski karısından oğlunu öpmek gibi bir günahından dolayı,
ayrılış vaki olursa, düşer. Ama burada öyle bir şey yoktur. Burada ise üzerine vacib olan talâkla
tekit
edilmiştir. Talâkla tekit edilen mehir, bu yönden mali takrirdir. Malın takriri de zorlayana izafe
edilir.
Takrir de icap gibi onun malını telef etmiş olur. Bu yüzden telef ettiği malı
rücu ederek
zorlayandan
alır.
Musannıf
burada tesbit edilen mehir ile kaydetmiştir. Eğer zorla boşadığı kadının müsemması
yoksa,
o zaman da, boşayan üzerine vacib
olan mut'ayı rücu ederek zorlayandan alır. İbni Kemâl.
Musannıf
burada «cinsî temasta bulunmamışsa» kaydı ile kayıtlamıştır. Zira eğer cinsî temasta
bulunmuşsa,
o zaman rücu ederek mehri zorlayandan alamaz. Çünkü burada mehir talâk ile değil,
zifafla
kesinleşmiştir. Burada cinsî temas, sahih halveti de kapsamına alır. Bu görüş zorlayan
kimsenin
bir yabancı olduğuna işaret
etmektedir. Ama eğer zorlayan kimse onun kendi karısı ise, o
zaman
kadının kocası üzerine vacib olan bir hakkı yoktur. Bu da eğer kadın mülcî bir ikrahla
zorlanırsa
böyledir. Eğer mülcî olmayan ikrahla
zorlamışsa, o zaman kocanın mehrin yarısını
vermesi
vacip olur. Zahiriye adlı eserde olduğu gibi. Kuhistanî.
«Zorlanan
kimsenin adağı ilh...» Yani oruç, sadaka, azad ve diğer ibadet olan şeylerde zorla
yapılan
adak
geçerli olur. Çünkü adak, feshi kabul etmez. O halde ikrahın eseri de onda hasıl olmaz.
Kuhistanî.
Zira adak, şakası da ciddi olan şeylerdendir. Adakla üzerine vacib olan sadaka ve
benzeri
şeyleri verdikten sonra da zorlayana rücu edemez. çünkü adadığı nâfile ibadetler dünyada
ondan
talep edilmemiştir. O halde, bunları yapmak hususunda karşılığını da dünyada hiçkimseden
talep
edemez.
«Yemini,
ziharı ilh...» Yani taat veya masiyet üzerine yemin etmesi. Yeminin
ve ziharın geçerli
olması,
sabittir. Çünkü yemin ve ziharda zorlama etkili olmaz. Çünkü bunlar feshi kabul etmezler.
Yemin
ve ziharda şaka ile ciddi eşittir. Zeylâî.
«Ricatı
ilh...» Zira ricat, nikâhın devamını istemektir. Nikâhın devamını istemek de nikâha ilhak
olunur.
Zeylâî.
«İlâsı, ilâdan dönmesi ilh...» Çünkü ilâ hâlen yemin, gelecekte talâktır. İlâdan dönmek ise, nikâhın
devamında
ricat gibidir. Öyleyse ilânın süresi olan dört ay bittikten sonra kadın
talâk bâin olursa,
koca
duhul yapmamışsa, kocaya mehrin yarısını vermek gerekli olur. Koca vermiş olduğu yarı
mehri
rücu edip zorlayandan alamaz. Çünkü ilânın süresi olan dört ayda dönme imkanı vardı.
Hulu'da
da böyledir. Zira hulu erkekten
yana talâk veya yemindir. Bunların hiçbirisinde ikrah tesir
etmez.
Eğer kadın zorlama ile muhâlea yapmamışsa, kocasına hulû bedelini vermesi gerekir. Zeylâî.
Bezzâziye'de
şöyle denilmiştir: «Kadın bir dirheme kocasından hulû yoluyla bir talâkını almaya
zorlansa,
vaki olan bir talâk, rıc'i talâktır ve kadının onun bedelini vermesi gerekmez.»
«Söz
ve fiil olarak ilh...» Musannıf yine
Mülteka üzerine yazmış olduğu şerhte de böyle demiştir.
Hidâye şerhleri Kenz şerhleri, Dürer ve Minah gibi bütün kitaplarda
ise yalnız söze tahsis edilmiştir.
Umulur
ki, bu kitaplardaki ifadenin şekli kavillerin zorlamada etkisi olmadığı bahisler hakkındadır.
Yoksa
takyid fiilden kaçınmak için
ihtirazî bir kayıt değildir. Çünkü fiil sözden daha kuvvetlidir.
Sözün
feshi kabul etmemesi halinde fiilin feshi kabul etmesi daha uygundur. Ricatta da böyle
denilir.
Çünkü ricat da sözü ve fiili
kapsar.
Düşünülsün.
«Hâniye'de
olan açıklama ilh...» «Müslüman olmaya zorlanan kimse eğer harbî bir münkir ise, sahih
olur.
Zimmî olursa, sahih olmaz. Hâniye'de olanın misli Mebsut'tan naklen Mecmaü'l-Fetâvâ'da da
mevcuttur.
Müste'mini de Mecmaü'l-Fetâvâ zımmî gibi kılmıştır.
Minah'ta
Zımmî ile harbî arasındaki farkın şekli beyan edilmiştir. Harbiyi İslâma
girmekle zorlamak
ikrah
değildir. Haktır. Ama zımmi bunun
aksinedir. Zira zımmi İslam olması için zorlanılmaz.
İstihsana
göre ise zımmînin de zorla müslüman olması sahihtir.
Remlî
şöyle demektedir: «Araştırma ile anlaşıldı ki, istihsanla amel etmek vacibtir. Ancak birkaç
mesele
değil. Bizim bu meselemizde istihsanın vacib olmadığı meselelerden değildir. O halde
burada
istihsana dayanılır.»
İslâm
ile küfür arasındaki fark, İslâmın hiçbir şey kendisinin üzerine yükselmeyecek kadar yüksek
olmasıdır.
Zımmînin zorla müslüman olması da hükmendir. Yoksa onunla AIIah'ın arasına
gelince,
zorlamakla müslüman olmaz. Sâyıhânî.
«Azâd ve talâk ile vekâlet ilh...» Musannıfın bu sözünün gereği şudur: Eğer adama nikâha vekâlet
vermesi
için zorlanırsa, o da verse kıyılan
nikâh meydana gelir ve sahihtir. Şu kadar var ki bu
konuda
ben bir nakil görmedim. Ebussuud'un Eşbâh üzerindeki haşiyesinde de Şeyh Sâlih'in
hâşiyesinden
naklen böyledir.
Remlî'nin
Minah üzerinde olan hâşiyesindeki
ifâde ise buna aykırıdır. Zira Remlî
şöyle demektedir:
«Ben
diyorum ki, Musannıf başkaları gibi
nikâhtan bahsetmemiştir. Nikâhla açıklayanı da ben
görmedim.
Açık olan odur ki, fakihlerin nikâhtan bahsetmemesi, onda istihsanın olmadığının açık
oluşundandır.
Belki nikâh kıyas
üzerinedir.»
Ben
derim ki: İstihsânın illeti, vekâletin bütün çeşitlerini kapsamına alır. Çünkü fakihler demişlerdir
ki
«Kıyas, zorla verilen vekaletin sahih olmamasıdır. Çünkü vekâlet şaka ile verilirse bâtıldır. O
halde
satım akdi ve benzerleri gibi şeylerde de vekâletin zorlama ile verilmesi bâtıldır. İstihsânın
şekli
ise, satış için zorlamak, satımın inikadına engel değildir. Şu kadarı var ki, satımda zorlamak
fesadı
gerektirir. Öyleyse zorla verilen vekâlet de münakit olur. Fasit şartlar ise, vekâlette etkili
olmaz.
Çünkü' vekâlet düşürülmesi mümkün
olan tasarruflardandır. Vekâlet iptal edilmediği sûrece
zorla
vekil edilen kimsenin tasarrufu nafiz olur.
Sonra
ben Remlî'nin Bahır üzerindeki hâşiyesinin sarih talâk babında şunu zikrettiğini gördüm:
«Açık olan odur ki, zorla verilen vekâlet, talâk ve azat gibidir. Zira fakihler üç şeyin zorlama ile
sahih
olduğunu belirtmişlerdir.» Bundan
sonra da bizim arzettiğimizi zikretmiştir. Daha sonra da,
«Talâktaki istihsanın illetine bak. Aynısını nikâhta da bulursun. O zaman nikâhla talâkın hükmü bir
olur»
demiştir. Düşünülsün.
Bilinsin
ki, zorlanan istihsânen zorlayana rücu eder ve ona tazmin
ettirir. Vekilin üzerinde de tazmin
yoktur.
Birisi
bir kimseye kölesini bin dirheme
satması ve köleyi teslim etmesi
için zorlansa, vekil de köleyi
satsa,
bahasını alsa, köle müşterinin yanında helâk olsa, müşteri ile vekil gönüllü oldukları halde o
zaman
zorlanan kimse üç kişiden dilediğine tazmin ettirir. Biri zorlayan, biri müşteri biri de vekil.
Eğer
müşteriye tazmin ettirirse. müşteri
kıymeti ile hiç kimseye rücu edemez. Ancak kölenin bahası
ile
vekile rücu ederek ondan alır. Eğer vekile tazmin ettirirse, vekil kölenin kıymeti ile müşteriye
rücu
eder, müşteri de onun üzerine baha ile rücu eder. İkisi takas yaparlar, hangisi fazla ise
fazlalığı
geri verirler. Eğer zorlayana tazmin
ettirirse, zorla-yan ödedikten sonra ya müşteriye veya
vekile
rücu eder.
Eğer
ikrah mü'cî olmayan bir ikrah
ise, o zaman zorlayan hiçbir şeye
zamin olmaz. Ancak kölenin
sahibi
vekile kölenin kıymetini tazmin
ettirir, vekil de müşteri ile
semenle takas
yapar.
Eğer
müşteriye tazmin ettirirse, müşteri
hiç kimseye rücu edemez. Muhit'ten Hindiye. Özetle.
«Eşbâh'ın
«Sahih değildin» sözü kıyasa göredir ilh...» Yani zorla verilen vekâletle talâk ve azad vâki
olmaz.
«İkrah
ile de sahihtir ilh...» Yani vekâlet meselesinin dışında zira bilindi ki vekâlet meselesi kıyastan
çıkmıştır.
«İkrâh
tesir etmez ilh...» Yani sıhhate engel olma bakımından zorlama tesir etmez. Çünkü ikrah, razı
olmayı
yok eder. Rızanın olmaması da lüzumsuzluğa tesir eder. Lüzumsuzluk da zorlanana fesih
imkânı
verir. O halde ikrah zorlanana tahakkuktan sonra fesih imkânı verir. Feshi ihtimal etmeyen
meselede ikrah etkili olmaz. Minâh.
«Nazmen
ilh...» Nâzım Nehir sahibinindir. Onun Nazmında zorlama ile sahih olan tasarruflar şöyle
sayılmıştır:
«Talâk, ile, zihar, nikâh, ümmü'l-veledlik, kasdi öldürmekte affetmek, süt emzirme,
yeminler,
rücu etmek, zorla yapılan adak. Zorla kabul edilen vedia. Kasdi bir şeyden dolayı yapılan
sulh.
Talâk ile yemin ettirmek. Azad etmek, İslâm'a girmek kölenin tedbiri. Yardım etmek, azad
etmeyi
kabul etmek. Bu saydıklarımız zorlama ile yapılsa da geçerli olur. Ve saydığımızda yirmi
meseledir.»
Ben
derim ki: Araştırıldığı zaman bazı meseleler birbirine uygunluk arzettiğinden ikrah ile sahih
olan
şeyler onbeştir. Zira vedîayı kabul de bu meselelerden değildir. Nehir'de olduğu gibi. Bütün
kitaplarda
zikredilen, ikrarla sahih olan şeylerin on olduğudur. Bu on
şeyi de İbni Hümam nazmen
şöyle saymıştır: «İkrarla azad, talâktan ricat, nikâh, ilâ, talâk, ilâdan ricat, zihar, yemin, adak,
kasden
adam öldürmekte affetmek geçerlidir.»
Ben,
İbni Hümâm'ın nazmı üzerine
geri kalan beş meseleyi de şöyle ekledim: Süt emzirme, tedbir,
sulhu
kabul, ümmü'l-veletlik ve
İslâm.
«Kefil
olduğu kimseyi ibra ilh...» Keza, kefaleti kabul etmek de. Hamidî ve başkalarının fetvâ verdiği
üzere.
Bahır'ın havâleler bahsindeki ifadeye göre de zorla havale kabulü de
sahih değildir. Sayıhânî.
«Berâet
şaka ile de geçerlidir iIh...» Zira ikrah zail olduğu takdirde taleb ederse. edebilir. İkrah zail
olduğu
halde taleb etmezse, o zaman şuf'ası bâtıl olur. Talepten sonra şuf'a hakkını teslime
zorlansa,
yine onun şuf'a hakkı bâtıl olmaz.
Hindiye ve başkaları.
«Mürted
olması da ilh...» Musannıf bu sözü biraz ilerideki «zevcesi ondan bâin olmaz» sözünü tefri
etmek
için zikretmiştir. Yoksa yukarıda buna ihtiyaç bırakmayacak
ifadeler
geçmişti.
«Onunla
kafir olmaz ilh...» Burada musannıf «Onunla» demesinin sebebi, burada irtidad
kelimesinden maksat diliyle telaffuz etmesidir. Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Zira irtidat, itikadla
ilgilidir.
Görülmüyor mu ki, adam dili ile
küfrü gerektirecek bir şeyi telaffuz etse, kalbi imanla
mutmain
ise, kâfir olmaz. Onun itikadında küfür şektir. Kansının ayrılması ise şüphe ile sabit
olmaz.»
«Söz
de erkeğindir ilh...» Yani kadın kocasının itikadının değiştiğini iddia etse, erkek onu inkâr
etse,
makbul olan söz, erkeğindir.
«İstihsanen
ilh...» Kıyas, kadının sözünün
makbul olmasını ve karı-kocanın birbirinden ayrılmasını
gerektirir.
Çünkü küfür kelimesi karı koca arasındaki ayrılığın husulüne sebeptir. O halde küfür
kelimesinde de talâk gibi arzusuyla söyleyenle zorla söyleyen eşittir.
İstihsanın
şekli ise, küfür kelimesi karı ile koca arasındaki ayrılık için vazedilmemiştir. Karı koca
arasındaki ayrılık ancak itikaddaki değişme ile vaki olur. Zorlama ise onun değişmediğini gösterir.
O
halde zorla söylenilen küfür kelimesi ile ayrılık vaki olmaz. İşte bundan dolayı
zorla küfür
kelimesini telaffuz edenin küfrüne hükmedilemez.
«Nevâzil
isimli kitaptan ilh...» Nevâzil'den
nakledilen ifade şudur: «Birisine zorla küfür kelimesi
söyletilmiş olsa, eğer bu sözleri imanını kalbinde koruyarak söyler yani kazaen boş olmuş olur.
Eğer
tevriye kalbine geldiği halde yapmazsa, diyaneten de
karısı ondan boş
olur.»
Biz
de yukarıda üçüncü kısmın kaldığını
takdim etmiştik. Üçüncü kısım şudur: Küfür kelimesini
söylemesi için zorlandığı zaman aklına tevriye gelmese, kalbi imanla mutmain olduğu halde
zorlandığı
şeyi yapsa, o zaman ne adam kâfir olur, ne de karısı ondan ayrılır. Zeylâî de bu
mefhumun
metinde zikredilenden kasdolunan olduğunu açıklamıştır. Nitekim biz zikretmiştik. O
halde
oralarında asla zıtlık yoktur.
«Hakim
zorlasa ilh...» Musannıfın hâkim ile kaydetmesi, âdeten şer'î hadleri ikâme edenin hâkim
olmasındandır.
Yoksa bütün mütegallibenin
zorlaması hâkim gibidir. Hâkimin zorlaması
meselesinde de zorlamanın mülcî veya gayri mülcî olması arasında bir fark yoktur. Zira Tecrid'den
naklen
Tatarhâniye'de şöyle bir ifade vardır: «Eğer adam bir had veya kısası ikrar etmesi için sopa
veya hapisle zorlanılsa. onun o ikrârı bâtıldır. Bu ikrahtan sonra hâkim onu serbest bıraksa, sonra
tutsa,
o da müstakbel bir ikrarla ikrarda bulunsa, ikrarı kabul edilir.
«Hâkim
istihsanen kısas edilmez ilh...» Şu kadar var ki, bunların hepsi hâkimin malından tazmin
edilir.
Muhit'ten naklen Hindiye'de olduğu gibi.
«Şüphe
vardır ilh...» Yani hâlin delâleti
ile onun ikrar ettiğini yapması şüphesi olduğundan.
«Ya
bağını satarsın, ya da şu meşrubatı içersin diye zorlansa ilh...»
Yani
bu iki fiilden birisini yapması için
mülcî bir ikrahla zorlanmış olsa.
«Bu
zorlamadır ilh...» Zorlamanın sona ermesinden sonra zorlanan kimse sattığı bağın satımını
feshetmekle tasdik etmek arasında muhayyerdir. Çünkü içtiği şeyin haram olması kesindir. O do
satışa
razı değildir. Böyle bir teklif
karşısında satımı terkedip içmesi caiz midir? Zahir olan, evet,
içebilir.
Zira zaruret vaktinde haram olan bir şeyi içmek mübahtır. Düşünülsün.
Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Adam ölüm tehdidiyle talâk veya azad üzerine zorlansa, o da
yapmasa,
öldürülse, günahkâr olmaz. Çünkü kendi malının telef olmaması için ölüme sabretse
şehid
olur. O halde kadından nikâhın ibtali hususunda imtina etse, boşanmasa, öldürülse öncelikle
şehid
olur.»
«Zina
ve diğer haram olan şeyler ilh...»
Yani adom, satması veya zina etmesi için zorlansa, o da
satsa,
zorlanmış olur. Bu söz, haram olmayan şey arasında gider gelir. Ama musannıf iki haram
olan
şeyle haram olmayan iki şey arasındaki terdidi zikretmemiştir.
Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Adam mülcî bir ikrahla kâfir olmaya ve ya bir müslümanı öldürmeye
zorlansa,
o da adamı öldürse, istihsânen kısas edilmez. öldürdüğü kimsenin diyetini üç sene içinde
vermesi
vâcibtir. Eğer kalbi mutmain olduğu
halde küfrün icrasının caiz olduğunu
bilmiyorsa. Ama
eğer
biliyorsa, bazı âlimlere göre
kısas edilir, bazı âlimlere göre de kısas edilmez. Eğer zina veya
katilden
birisini yapmaya zorlansa, bunlardan hiçbirisini yapmaz. Çünkü bunlardan her ikisi de
zaruret
halinde mübah değillerdir. Katille zina hususunda zorlandığında zina etse, istihsanen ona
had
vurulmaz ama zina ettiği kadının
mehrini verlr. Eğer öldürürse, âmir
kısas edilir. Çünkü onun
öldürülmesiyle
âmir zorlayan olmaktan çıkmaz. Adam birisini öldürmeye veya malını telef etmeye
zorlansa,
mal diyetten az dahi olmuş olsa, yine başkasının malını telef etmez. Çünkü malı telef
etmek
ruhsattır, mübah değildir. Eğer öldürürse, kendisi de öldürülür. Çünkü adam öldürmeye de
ruhsat
yoktur. Eğer malı telef ederse, onu zorlayan kimse tazmin eder. Eğer adam duhul yapmadığı
bir
kadının talâkına veya kölesinin azadına zorlanırsa, âmir kölenin kıymetinden, kadının mehrinin
yarısından
daha azına borçludur. Eğer kadına duhul yapmışsa, âmire hiçbir şey gerekmez.» özetle.
«Tayin
etmese ilh...» Yani satımı tayin etmese. Çünkü o adamın Sultan'ın talep ettiğini borç alarak
ve
benzeri şekillerde de ödeme imkânı vardır.
«Şer'î
hile ilh...» Yani satımının fasit olmasının hilesi. Yine bunda Sultanın sattırdığı malı teslim
etmesi
ve semeni kabzetmesi üzerine de zorlaması gerekir. Eğer malı teslim ve semenin kabzına
zorlamazsa, satımı nafizdir. Nitekim metin olarak da
geçti.
«Zorlanmış
olur ilh...» Yani satımda zorlanmış olur. Zira yukarıda geçtiği üzere sultanın emri
zorlamadır.
Her ne kadar Sultan onu mülcî bir zorlama ile zorlamasa da hüküm böyledir.
«Dövmekle
tehdid etse ilh...» Hâniye bu sözü
«telef edici» sözü ile kaydetmiştir. Yani nefsini veya
bir
azasını telef edici vuruşla. Açık
olan, bu kayıt ittifaki bir kayıttır.
«Bu
zorlama değildir ilh...» Çünkü bu
fiiilerin herhangi birisini işlemek şer'an caizdir. Şer'an caiz
olan
fiiller de zorlama ite
vasıflanamaz.
T.
Ben
derim ki: Evet, şu kadar var ki,
koca, ben seni boşarım, üzerine başka bir kadın veya cariye
alırım
gibi sözlerle kadının sabrını ifsad edecek bir kedere düşürür. Bu durum kadının özrünü açığa
vurur.
Yukarıda geçtiği gibi, satım akdi ve
benzeri şeyler insanın kaderini
mucib olacak şeylerle
bozar.
Çünkü bu şeylerle razı olunmaz. Buna
da musannıfın daha sonra zikredeceği delâlet eder.
Ama
hasta bir kadını anne ve
babasından, bâkire kızı zifaftan men etmek ise, bu fiillerden daha çok
kederlendirmez. Şu kadar var ki. nakilin bulunduğu bir meselede aklın yeri yoktur. Yukarıda
zikrettiğimiz
gibi fakihlerin «Koca kansının sultanıdır» sözünün açık anlamına göre kocanın
karısına yalnız emretmesi yeterlidir. Çûnkü kadın kocanın eziyetinden korkar. Allah daha iyisini
bilir.
«Ebussuud
da bununla fetvâ vermiştir ilh...» Ebussuud gibi Remli ve başkaları da fetva vermiştir.
Remlî
fetavâsında bunu nazım olarak şöyle
ifade etmiştir: «Mehrini hibe
etmesi için kadının kocası
ile
birleşmesine engel olan kimse zorlayıcı olur. Bunun gibi, babanın
kızının kocasının yanına
gitmesine
izin vermemesi de zorlamadır» Remlî daha sonra da şöyle demiştir: «Siz bilirsiniz ki,
satım
alım ve kira ikrar ve hibe
gibidirler. Velilerden kadına engel olma kudretinde olan kimse de
baba
gibidir. Bunu da kapsayan illet için
bu böyledir. O halde burada babayı zikretmek bir kayıt
değildir.
Bunun gibi, bekâret de kayıt olmaz.
Nitekim ülkemizde müşahede edilmektedir ki,
kadınların
mehirlerini onlara zor kullanarak almaktadırlar. Hatta amcasının oğlu bile kadının
mehrini
elinden almaktadır. Kadın mehrini vermese. kadına ya zarar vermekte veya öldürmektedir.»
«Akdığına zamin değildir ilh...» Tazmin âmirin üzerinedir.
«Geçerli olan söz, yemini ile birlikte zorlanan kimsenindir ilh...» Zira tazmini inkâr etmektedir. Bu da
onun
mislidir: Eğer vedîa veya hibenin kabulü üzerine zorlansa, zorlanan kimse onu sahibine geri
vermek
üzere aldığını söylese. yemini ile birlikte söz yine kabzedenindir. Hâniy'de
olduğu gibi.
«Zorlandığı
kimse yanında hazır olduğu sürece
ilh...» Hindiye'de Mebsût'tan naklen
şöyle
denilmektedir: «Birisi zorla bir şey yapmak üzere gönderilse, zorlanan kimse o işi yapmadığı
takdirde
öldürülmesinden korkarsa. yine de o işi yapması ona helâl
olmaz. Ancak âmirin elçisi
onunla
beraber olursa, işi yapmadığı
takdirde kendisini âmirin yanına
götüreceğinden korkarsa, o
zaman
yapması helâl olur. Ama âmir ona bir iş gönderse o da yapmasa ve âmir onu öldürse,
inşaallah Allah'ın vüs'atindedir. Eğer hapis veya bağlamakla tehdid etse, o işi yapması helâl olmaz.»
«Kudret
ve zorlaması zail olduğundan ilh...»
Şu kadar var ki, zâlimin yanına dönmesinden korkulur.
Bununla
da ikrah gerçekleşmez. Bezzâzıye.
«Yediği
ekmeğin kıymetini rücu ederek zorlayan kimseden alamaz ilh...» Eğer, zorla yedirilen
ekmek
başkasının olursa, zorla yediren adam zamin olur. halbuki yemenin menfaati de
yiyenedir.
Bununla
yukarıdaki mesele kapalı olur, denilirse, ben derim ki, söylenilen meselede âmirin taamını
yemiştir.
Çünkü yemek üzerine zorlama kabz
üzerine zorlamadır. Çünkü kabızsız yemek mümkün
değildir.
Çünkü, âmir başkasının yemeğini kabzetmiş ve onu yemesini söylemiştir. Burada ise,
yemekten
önce, âmiri gasıb kılmak mümkün değildir. Çünkü ekmek onun elinde veya ağzındadır. O
halde
adam kendi yiyeceğini yemiş gibi olur. Ancak eğer tok
olursa, o zaman malının telefi üzerine
zorlanmış
olur. Bundan ötürü de âmir zamin
olur. Bezzâziye. Özetle.
«Yalan
söylemek peygamberlere mümtenidir ilh...» Bu söz, musannıfın ona yalan söylemek caiz
değildir
sözünün illetidir. Zira peygamberin
sözü halkın üzerinde delildir.
Yalan onda mübah
değildir.
Peygamberlerden başkası bunun
aksinedir. Onun için onun yalan
söylemesi câizdir.
Hâniye.
«Câriyeyi vermesi helâl olmaz ilh...» Çünkü onun «Bin köleyi azad edeyim» sözü câriyenin zinasına
ruhsat
verdirecek bir zorlama değildir.
Üstelik cariyeyi kendisine vermesi için de zorlamamıştır.
Esirlere gelince, Allahu Teâlâ onları kurtarmaya ve onları esaret belâsı üzerinde sabrettirmeye
kâdirdir.
T.
«Kölesi
azad olmaz ilh...» Zira zorlama ikrarı ifsad eder. Nitekim yukarıda geçmişti. Yine bunun gibi
bir
kimse boşama, adak, had, yol kesmek ve neseb gibi bir şeyi ikrar etmesi için zorlansa. hiçbir
şey
gerekmez. Hâniye.
«Kınye adlı eserin açık anlamına göre evet ilh...» Kınye'nin ifadesi şöyledir:
«Mütegallibe birisine
«Ya
bu binayı bana satacaksın veya ben o binayı senin hasmına veririm.»
dese, o do ona satsa, bu
satışı
mükreh bir satıştır. Eğer zorlanan kimse, zannı gâlibiyle zorlayan kimsenin söylediğini
tahakkuk
ettireceğini bilirse.» Sonra da şöyle demiştir: «Bu sözler malın alınması üzerine şer'an
zorlama
olduğuna işaret sayılır.» BT'de şöyle
denilmiştir: «Yukarıda yazılanlar, delâletleri birbirine
zıt
olan ifadeler olup, ben bu konuda
hiçbir rivayet bulamadım. Ancak bu kadarını
bulabildim.»
Bunun
açık anlamına göre, malının hepsinin alınmasıyla korkutulmak da şart değildir. Biz
Kuhistanî'den
naklen buna aykırı olanı
zikrettik.
Hindiye'de Mebsut adlı eserden naklen şöyle denilmiştir: «Ebülleys şöyle demiştir: «Sultan yetimin
vasisini,
yetimin malını kendisine vermesi için
mülcî ikrahla zorlasa, vasi verdiği takdirde zamin
olmaz.
Velev ki bu korkutma vasinin kendi
malını almak şeklinde de olsa hüküm değişmez. Ama
eğer
malının bir kısmını alacağını geriye kendisine yetecek bir mal bırakacağını bilse, yetimin
malını
vermesi caiz olmaz. Eğer verirse, verdiğinin mislini tazmin eder. Ama eğer malının hepsinin
alınmasından
korkarsa, o zaman mazurdur. Eğer sultan bizzat kendisi elinden alırsa, yukarıda
saydığımız
durumların hepsinde vasi zamin değildir.»
«Seni
hâkime çıkaracağım ilh...» Hâkim, mücerret şikâyetle eziyet veren bir zâlim ise, bu korkutma
sayılır.
Kınye'de olduğu
gibi.
«Beni
ibrâ et ilh...» Bunun açık anlamı murafaaya illetidir, bu da sahih değildir. Çünkü ifadenin
anlamı,
eğer beni borçtan ibra etmezse, seni hakime çıkarırım demektir. O halda murâfaanın illeti
ibra
etmemektir. Bu sözü, «dese» sözüne illet yapmak mümkündür. Şu kadar var ki zahir, o zaman
«Beni
ibra et» yerine, «O ibra etsin» denilmesiydi.
Düşünülsün.
«Sahihtir
ilh...» Şârihin bu sözü kendi beyitlerinin sonuna kadar,
geçen «onun islâmı» sözü ile
birlikte
tekrardır. Yalnız, «İslâm üzerine zorlanır» sözü tekrar değildir. Yani İslâma girmesi için
hapisle
zorlanır. Allah daha iyisini
bilir.