13 Ekim 2012

HACR KİTABI


HACR KİTABI

METİN
Hacr sözlükte mutlaka engel olmak anlamındadır. Bir terim olarak ise, bir kimseyi fiilî değil, kavlî
tasarruflarından men etmektir. Çünkü vukuundan sonra fiilin reddi mümkün değildir. O halde fiilden
men etmek tasavvur edilemez.
Ben derim ki: Kölenin durumu bu söze itiraz olarak vârid olabilir. Çünkü köle halen fiilî
tasarruflarının geçerliliğinden men edilebilir. Belki azaddan sonra da nâfiz olur. Nitekim Bedâyî de
bunu belirtmiştir.
Ey Allah'ım sen muaheze etme, bu müşkile cevaben ancak şöyle denilebilir: Onda asıl olan hâlen
nüfuzdur. Şu kadar var ki, engel olunduğundan azadından sonraya tehir edilmiştir. Düşünülsün.
Engel olmanın sebebi ise, çocukluk ve akıl hastalığıdır. Akıl hastalığı, akıl zayıflığını da kapsamına
alır. Aklı zayıf olan kimsenin hükmü ise mümeyyiz küçükler gibidir. Bu konu mezun kitabında
gelecektir.
Engel olmanın bir sebebi de köleliktir. O halde çocuğun, ve akıl hastasının boşaması sahih değildir.
Fakat akıl hastalığı sürekli olmayan. bazen akıllanan kimsenin hükmü mümeyyizin hükmü gibidir.
Nihâye.
Çocuk ve akıl hastasının köle azadı ve ikrarı da kendilerine nazarla sahih değildir Kölenin ise
boşaması efendisinin değil yalnız kendi nefsi hakkında ikrarı sahihtir. O halde köle üzerinde bir mal
olduğunu ikrar etse, eğer bu ikrarı efendisi için değilse azadına tehir edilir. Ama ikrarı efendisi için
olursa, o zaman heder olur.»
Köle, had ve kısas ikrahında bulunsa, filhal ikâme edilir. Çünkü köle, kısas ve had hususunda asıl
hürriyeti üzerine devam eder.
Hacir altında bulunan bir kimse akit yapsa, yaptığı akit menfaatle zarar arasında gidip gelse bu akti
yaparken satımın mülkiyeti elden çıkardığını satın almanın da mülk kazandırdığını bilse, onun velisi
dilerse reddeder. Eğer alım satımın anlamını bilmezse, o zaman akti bâtıl olur.
Hacir altında olan bir kimse; mal veya nefisten, kıymetli bir şeyi telef etse telef ettiğinin zarar
olduğunu ister bilsin, ister bilmesin -Dürer- ona zamin olur. Çünkü fiillerde hacr yoktu. Şu kadar var
ki, kölenin tazmini azaddan sonradır Nitekim yukarıda geçmişti.
Eşbah'ta şöyle denilmiştir: «Hacredilen çocuk kendi fiilleriyle sorumlu tutulur, O halde telef ettiği
malı peşin olarak tazmin eder. Hacir altındaki çocuk bir adam öldürse, öldürdüğü adamın diyeti
çocuğun âkilesi üzerine gerekli olur. Ancak birkaç mesele de çocuk zamin değildir. Velisinden
izinsiz olarak, çocuk ödünç para aldığını, ona emanet olarak verileni, sattığı malı telef ettiği
takdirde, zamin olmaz. Ona yapılan vediadan şu mesele müstesnadır: Hacir altındaki bir çocuk,
kendisi gibi mahcur bir çocuğa başkasına ait bir malı emânet verse, o mal da telef olsa, mal sahibi
malı emanet edene de, alana do tazmin ettirir.»
İZAH
Musannıf bu konuyu ikrahtan sonra ele almıştır. Çünkü ikrah ve hacrde serbest karar verebilme
velâyeti ortadan kalkmaktadır. Zorlama daha kuvvetlidir. Çünkü zorlama tam bir velâyeti ve sağlam
bir ihtiyarı yok etmektir. O halde ikrahı hacrden önce zikretmek daha uygundur.
«Hacr sözlükte engel olmak anlamındadır ilh...» Yani kişiyi tasarruftan men etmektir. Hatim'e hacr
denilmesi ve Kâbeye engel olmasındandır. Akla da hacir denilir. Çünkü akıl da çirkin şeye engel
olur.
«Mutlaka ilh...» Yani vetev ki, fiilden men olmuş olsa. Veyahutta matlub olan şeyden men etmektir.
T.
«Şeriatta ise ilh...» Sözü tasarruflarından men etmektir. Zira mahcurun akti onu temsil edenin
icazetine bağlı olarak münakit olur. Burada nâfiz kelimesinin kullanılması, lazım kelimesinden daha
geneldir. Kuhistânî.
Biz ikrah bahsinde nifaz ile nüfuz hakkındaki açıklamayı zikrettik. Velhasıl hacr, tasarrufun
hükmünün sübutunu men etmektir. O halde mahcur kimsenin kabzı mülkiyet ifade etmez. Bunda da
şu görüş vardır: Bu söz, menfaat ile zarar arasında gidip-gelen akitlerden başkasını kapsamına
almaz. Halbuki söz, bazen asıl bakımından da geçersiz olur. Çocuğun boşaması gibi. Bazen de
kölenin talakı gibi geçerli olur. Öyleyse uygun olan şeriata göre hacr tarifinde İzâh'ta olanı almaktır.
İzâh' ta şöyle denilmektedir: «Hacr, fakihlerin ıstılahında belirli bir şahsı özel bir tasarruftan veya



onun geçerliliğinden men etmekten ibarettir.» Bunun açıklaması ise, köleyi, zararlı olan fiilî
tasarrufunun nüfuzundan bir malı peşinen ikrar etmesinden men etmektir. Çocuk ve deli için eğer
sırf zarar ise, onun sözü tasarrufunu aslından men etmektir. Eğer tasarruf menfaat ile zarar
arasında gidîp geliyorsa, o zaman da nâfiz olma özelliğinden men etmektir.
İzâh adlı eserin hâmişinde de şöyle denilmektedir: «Hacr birkaç derecedir: En kuvvetlisi, tasarrufu
aslından yok saymaktır. Orta dereceli, tasarrufun nafiz olma vasfını yok saymaktır. Zayıf olanı ise,
onun halen geçerli olmasından, yani vasfının vasfından men etmektir.»
Görülüyor ki. İzah sahibi bilindiği gibi, fiilden men etmeyi de hacrin tarifine katmıştır. O halde çocuk
ve akıl hastası hakkında zina ve katil de tarifin içine girmiştir. Çünkü akıl hastası ile çocuk zina ve
katlin hükmü olan had ve kısasa göre mahcurdurlar. Cevhere'de olduğu gibi.
Kanaatımızca, İzah'ın yaptığı bu tarif, tahkikli bir tariftir. Çünkü İzah sahibi hacri tasarrufun
hükmünün sübutundan men olarak tarif etmiştir. Artık buna göre hacri sözlü hacirle takyit etmenin
ve fiilî nefyetmenin anlamı nedir? Halbuki her ikisinin de hükümleri ayrıdır. İşte bu izah'ın bu
ifadesiyle şarihin yukarıdaki «müşküldür» demesi, ortadan kalkmaktadır.
Şârihin, «Çünkü meydana gelmesinden sonra fiilin reddi mümkün değildir.» diye talil etmesine
gelince, biz deriz ki, sözümüz burada zatını men etmek değil, hükmünü men etmektir. Söz de fiil
gibi, vukuundan sonra bizzat meni mümkün değildir. Belki onun hükmü reddedilir.
«Musannıfın «sözlü» kelimesi ile takyit etmesi, fiillerin tamamının men edilmeyeceği içindir. Zira
tazmini gerektiren fiillerle sorumlu tutulurlar» denilebilir.
Ben derim ki: Söz de fiil gibidir. Çünkü sözün bazısından da hacredilemez. Hibe sadaka ve
hediyenin kabulü gibi sırf yararına olan şeyler gibi. Ancak bunların azlığı, çokluğu tayin edilebilir.
Düşünülsün.
«Köle halen fiilî tasarruflarının geçerliliğinden men edilebilir ilh...» Meselâ kölenin malları istihlâk
etmesi gibi. Bu bir fiil olup, söz değildir. Daha sonra lüzum ifade etmesi, o durumda men'in var
olmasına aykırı değildir. Eğer gelecekteki lüzumu, halen men'in varlığına zıt olmuş olsa, kölenin
efendisi hakkında bir ikrarda bulunması hususunda mahcurdur sözümüzün geçerli olmaması
gerekir. İşte bu da vasfın vasfını men etmek kısmındandır. Nitekim biz bunu yukarıda zikrettik.
«Belki azaddan sonra ilh...» Yani azat'tan sonra nâfiz olur. Çünkü onun duraksaması efendisinin
hakkından dolayıdır. Azad edildiği zaman da efendisinin hakkı zail olmaktadır. Sonra bil ki. onun
azadına bağlı olan onun ancak mal ikrarıdır. Nitekim gelecektir. Yine, kölenin mehirle mutâlebesi de
eğer efendisinden izinsiz evlenmiş ve evlendiği kadında duhul yapmışsa, azadına bağlı olur.
Nitekim Zeylâî bunu kölenin nikâhı babında zikretmiştir. Öyleyse sanki kadın rızası ile köleyle
evlenmiş ve mehrinin azaddan sonraya tehir edilmesine de razı olmuş gibidir.
Musannıfın İbni Kemâl'e uyarak, Bedâyî'den zikrettiği, «Eğer köle başkasının malını telef ederse, o
malla peşinen sorumlu tutulmaz» sözüne gelince, Tebyin ve Dürer'den ilk bakışta anlaşılan da
budur. Musannıfın İbni Melek'ten naklettiği ise buna aykırıdır. Yani köle istihlâk ettiği şeyle o
zamanda sorumlu tutulur. Bunun benzeri İmâdiye'den naklen köle bahsinde gelecektir.
Remlî, «Bunun benzeri Nihâye, Cevhere, Bezzaâziye, Hülâsa ve Velvaliciye'de de mevcuttur»
dedikten sonra «Velhasıl bu konuda nakil meşhurdur. Yani birisinin malını helâk ederse. peşinen
tazmin ettirilir. Yani ya efendisi onu satar veya kendisi öder» demiştir. Bunun benzeri Siraciye'den
naklen Hamidiye'de de mevcuttur.
Remlî daha sonra da şöyle demiştir: «Tatarhaniye'nin kefalet bahsinde öyle denilmiştir: «Eğer köle
birisinin malını helâk etse, eğer kazancı varsa, kazancından verilir. Yok eğer kazancı yoksa, telef
ettiği malın tazmini için köle satılır. Ancak efendisi onun yerine öderse, o zaman satılmaz.»
Kınye'de başkasına cinayet emri verme babında, Hâherzâde Bekr'e işaretle şöyle denilmektedir:
«Mahcur olan köle birisinin malını telef etse, efendisi onun cinayetini öğrendikten sonra onu satsa,
o mal kölenin rakabesindedir. Alan adam telef ettiği malı ödemek için onu satabilir. Ama eğer
kölenin cinayeti mal değil, nefis ise, bunun aksinedir. Yani bunda âkilesi yanında cinayet îşlediği
efendisi üzerinedir.»
Tatarhâniye'de cinâyetler bahsinin dokuzuncusunda şöyle denilmektedir: «Bir adam üzerine
yapılan cinayet ile mal üzerine yapılan cinayet arasında fark vardır. Eğer köle nefsî cinayet
işlemişse, efendi köleyi cinayet sahiplerine vermekle, diyeti ödemek arasında muhayyerdir.
İkincisinde ise, efendi malı vermek veya köleyi satmak arasında muhayyerdir.»
«Ey Allâh'ım, ancak şöyle denilebilir ilh...» Yani müşkil şeye cevap vermede. Bu, «Ey Allâh'ım»



sigası, zayıf olan cevapların başında kullanılır. Sanki Allahu Teâlâdan bu zayıf cevabın sıhhati
istenmiş olur.
«Onda asıl ilh...» Yani kölenin fiillerindeki asıl olan halen geçerliliktir. Çünkü ileride geleceği üzere,
kölelik hakikaten hacre sebeb değildir.
«Şu kadar var ki ilh...» Yani fiilinin geçerliliğine engel olduğundan -ki efendisinin hakkıdır- azâd
vaktine tehir edilir.
«Çocukluk ve akıl hastalığıdır ilh...» Bil ki, Allâhu Teâlâ hazretleri beşerden bazılarını güçlü
kılmıştır. Bunları da dinin önderi, hidayetin imanı ve karanlıkların aydınlatıcısı yapmıştır. Beşerden
bazısını da dilediği gibi aşağılayıcı sebeblere mübtela kılmıştır. Bunlar çocukluk, akıl hastalığı ve
akıl zayıflığı gibi hacri gerektiren şeylerdir. İşte Cenâb-ı Allah bunların tasarrufunu nâfiz
kılmamıştır. Eğer onların muameleleri nâfiz olsaydı, onlara zarar verirdi. Çünkü onlarla iş yapan
kimse hile ile onların mallarını tamamen ellerinden alırdı. Yine Cenab-ı Allah onların malına bakanı
da baba gibi özel, hâkım de genel kılmıştır. Baba ile hâkimin üzerine onların malına bakmayı da farz
kılmıştır. Çocuklu» ve akıl hastalığı onlara hacr yapılmaya sebeb kılmıştır. Bunların hepsi Allah'ın
lütfu ve rahmetidir. Kölelik ise, gerçekte hacir sebebi değildir. Çünkü köle de hür gibi tam rey
sahibi ve her şeye de muhtaçtır. Şu kadar var ki kölenin kendisi ve elindeki efendisinin mülküdür.
İşte bunun için de efendinin hakkına tecavüz edilmemesi için, onun efendisinin malında tasarrufu
coiz değildir. Bir kimse başkasının mülkünde tasarruftan men edildiği zaman hür gibi hacredilmiş
olmaz. Bununla birlikte başkasının mülkünde tasarruftan da men edilmiştir. Bundan dolayı köle
birine bir mal ikrar ettiği zaman o mal ondan ancak azadından sonra alınır. Çünkü efendisinin hakkı
olan engel olma artık ortadan kalkmıştır. Onun tasarrufunun halen geçersizliği ve azad
edilmesinden sonraya bırakılması köleyi hacredilen kimselerden kılmıştır. Zeylâî.
«Zayıf akıl hastalığını da kuvvetli akıl hastalığını da kapsamına alır ilh...» Musannıf bu sözüyle hacr
sebebinin mutlaka akıl hastalığı olduğuna işaret etmektedir. İzah adlı eserde olduğu gibi.
«Kuvvetli»den maksat sürekli akıl hastalığı «Zayıf»tan maksat ise, devamlı olmayan akıt
hastalığıdır. Veya musannıf «kuvvetli»den her iki kısmı, «zayıf»tan da akıl zayıflığını kasdetmiştir.
Âlimler akıl zayıflığının tefsirinde ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda söylenilen en güzel söz, akıl zayıflığı
anlayışı az. konuşması karışık. tedbiri fasit kimsedir. Fakat akıl hastasının yaptığı gibi ne kimseyi
döver. ne de kimseye söver. Dürer.
«Aklı zayıf kimsenin hükmü ise mümeyyiz gibidir ilh...» Yani aklı zayıf kimsenin hükmü.
tasarruflarında ve tekliflerin üzerinden kalkmasında mümeyyiz çocuk gibidir. Zeylâî.
«Çocuğun boşaması geçerli değildir ilh...» Çocuk mümeyyiz de olsa hüküm değişmez.
«Akıl hastalığı gâlib olan kimsenin ilh...» Bu kayıt bazen zikredilir. Bundan akıl hastalığının akıllılık
hâline galib geldiği kastedilir. O zaman kıt akıllıdan kaçınmak için bu kayıt konur. Hidaye'de vaki
olduğu gibi. Zira Hidaye sahibi. «Mağlub olan akıl hastasının tasarrufları hiçbir halde caiz değildir»
demiştir. Bazen de bu kayıttan hiç akıllanmayan, hastalığı devamlı olan kimse kasdedilir. Bu deliliği
ister kuvvetli. ister zayıf olsun. O zaman buna kıt akıllı da girer. O zaman bazen akıllanan, bazen
rahatsız olan kimseden kaçınmak için bu kayıt konulur. Zira ileride geleceği gibi kıt akıllının
tasarrufları da caizdir. Bu kayıttan maksadın kıt akıllıdan kaçınmak olduğunu söyleyen kimse
vehmetmiştir. Çünkü o zannetmiştir ki, iki sözden maksat tektir. Bununla birlikte kıt akıllının telâ
da yine geçerli değildir. İbni Kemâl bu şekilde ifade etmiş, şarih de buna uymuştur.
«Bazen akıllanan kimsenin hükmü, mümeyyiz küçüğün hükmü gibidir ilh...» Bunun benzeri Minah,
Dürer ve Gâyetü'l-Beyân'da da mevcuttur. Miraç'ta da yledir. Zira Miraç sahabi mağlub akıl
hastalığını asla akıllanmayan akıl hastası olarak tefsir ettikten sonra. «Burada mağlub kaydından
maksat, satışı bilen ve satışı kasdeden akıl hastasından kaçınmaktır. Zira onun tasarrufu geleceğe
binaen akıllı çocuğun tasarrufu gibidir ki, velinin icazetine bağlı olunur. Eğer veli icazet verirse caiz
olur, icazet vermese caiz olmaz» demiştir. İşte bu da ancak bizim yukarıda zikrettiğimiz üzere kıt
akıllıdır. Kifâye'de de böyle açıklanmıştır. Zeylâi de bazen akıllanan kimseyi aklı başında olduğu
zaman akıllı kimse gibi saymıştır. Bundan ilk akla gelen de bazen hastalanan, bazen akıllanan
kimse akıllandığı zaman âkil-bâliğ gibidir. Şurunbulâliye, Zeylâî'nin bu ifadesiyle Dürer'e itiraz
etmiştir. O halde onun tasarrufları mevkuf değildir. Rahmeti ve Sâyıhânî. Dürer'in ifadesi ile
Zeylâî'nin ifadesini şöyle uzlaştırmışlardır: «Dürer'in buradaki ifadesinden maksat aklı başına
geldiği zaman da tam akıllı olmaması şeklinde yorumlanır Zeylâî'nin ifadesi ise, aklı başına geldiği
zaman tam akıllı olur şeklinde yorumlanmıştır.»
Şilbî' de Zeylâî'nin hâşiyesinde burada olanı akıllanmasının belli bir vakti olmayanla yorumlamıştır.



Zeylâî'nin şerhinde olanı da akıllanması için bir zaman olan kimse olarak yorumlamıştır. İkisi
arasını böylece uzlaştırmıştır. Zira birincisinde akıllandığı tahakkuk etmez.
Ben derim ki: Buradaki kapalılığın düğümünü açan ancak bizim İbni Kemâl'den naklen zikrettiğimiz
ifadedir. Zira eğer mağlubtan maksat akıl hastalığı gâlib olan, yani asla akıllanmayan kimse ise, o
zaman hastalanan ve akıllanandan maksat aklı noksan olan olur. O da kıt akıllıdır. Nitekim Kifâye
sahibi ve başkaları böyle açıklamışlardır. Zira Kifâye sahibi şöyle demiştir: «Cinnet getiren ve sonra
akıllanan kimse. başkasına vekil olmaya elverişli olan kıt akıllıdır. Çünkü o bazen satımı bilir ve
kasdeder. Her ne kadar maslahat mefsadete tercih edilmemiş olsa da.»
Bu açıklamaya göre onun akıllanmasının anlamı, yani bazı eşyayı aklı ile idrak edebiliyor, bazısını
idrak edemiyor demektir. O zaman kıt akıllı yukarıda geçtiği üzere tasarruflarında mümeyyiz gibi
olur. Bundan dolayı da Hidâye'nin sârihleri kıt akılyı da mümeyyiz gibi kılmışlardır. Eğer
mağlubtan maksat tam veya eksik akıl hastalığından hiç kurtulmayan ise, o zaman mağlubla bazen
akıllanan kimseden sakınılmış olur. Bu da tam olarak aklı başına geldiği zaman tasarruflarında
âkil-bâliğ gibi olduğunu ifade eder. Zeylâî'nin sözünün hamledileceği yer de burasıdır.
Bu karışıklığın kaynağı ise, iki söz arasındaki farkı bilmemektir. Bu araştırmayı ganimet bil.
Muvaffakiyet Allah'tandır.
Bu araştırma ile zahir açığa çıkmaktadır ki, şârihe uygun olan, akıllandığı zaman «Onun hükmü
mümeyyiz gibi» değil, «Onun hükmü âkil gibidir.» demesiydi. Nitekim Zeylâî de 'böyle demiştir.
Eğer şarih böyle deseydi, akıl hastasını «mağlub»la kaydetmesinin faydası açık olurdu. Zira akıl
hastalığı galib olmayan mümeyyiz gibi olur ki, onun da boşaması azadı geçerli olmaz. Ama şârihin
Nihâye'den nakline gelince. o da Hidâye'nin ifadesine uygundur. Zira Hidâye sahibi de ifadesinde
bazı tasarrufları zikrederek düzeltme yapmamıştır. Velhasıl, Hidâye'nin ifadesinde «mağlup»
kaydıyla kıt akıllıdan kaçınılır, musannıfın ifadesinde ise «mağlub» kaydı ile akıl hastalığı tamamen
zail olan kimseden kaçınılır. Düşün.
«Çocukla akıl hastasının ikrarları da geçerli değildir ilh...» Yani mağlub akıl hastası ile çocuğun
ikrarı. Burada çocuktan maksat da ticaretten men edilen çocuktur. Eğer çocuk ticaretle mezun
olmuş olsa, onun ikrarı da kıt akıllı ile ticaretle mezun olan köle gibi geçerli olur. Nitekim mezun
kitabının sonunda da gelecektir.
«Kölenin boşaması geçerlidir ilh...» Çünkü köle ehildir. Boşamada maslahatın şeklini de bilir.
Kölenin boşamasında efendisinin mülkünü ibtal etmek veya menfaatlerini yok etmek de söz konusu
değildir. Dürer.
«Yalnız kendi nefsi hakkında ilh...» Bâzı alimler tarafından bu sözün düşürülmesi vacibtir. Zira
gelecek açıklama ikrarın sıhhatinin kısalığını beyân etmektedir.
«Efendisinin değil ilh...» Efendinin tarafını gözetmek için. Zira onun ikrarının nâfiz oluşu, onun
rakabesinin veya kazancının borca taalluk etmesinden âri değildir. Bunların her ikisi de efendinin
malını telef etmektir. Dürer.
«Köle üzerinde bir mal olduğunu ikrar etse ilh...» Yani mahcur köle. Zira söz mahcur köle
bahsindedir. Hür çocuğun ikrarı geçerli olmadığından köle çocuğun ikrarının sahih olmadığı
öncelikle bilinir.
«Azat oluşuna tehir edilir ilh...» Zira köle azad edildiği zaman kölenin mal ödeme ehliyeti sabit olur
ve engel de ortadan kalkar.
«Heder olur ilh...» Yani efendisinin üzerinde malı olduğunu ikrar ederse, azad edildikten sonra
efendisine bir şey ödemesi gerekmez. Zira yerinde takarrur ettiği üzere kölenin efendisi kölesinin
üzerine herhangi bir malı gerekli kıldırmaz. Dürer.
«Derhal ikâme edilir ilh...» Eğer ikrar ederse, burada efendisinin hazır olması da şart değildir. Ama
eğer kölenin üzerine delil ikâme edilirse, o zaman bize göre efendisinin hazır olması şarttır. İmam
Ebû Yûsuf'a göre ise şart değildir. Cevhere.
Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Köle kasden bir adamı öldürdüğü için kısas vacib olsa, efendisi
de onu azad etse, efendisine hiçbir şey lazım gelmez. Maktulün iki velisi olsa, bunlardan birisi
köleyi affetse onun hakkı bâtıl olur, diğer velinin payı da kısastan mala dönüşür. Diğer adam köleyi
kıymetînin yarısı kadar çalıştırır. Yine efendisinin üzerine bir şey vacib değildir. Çünkü onun
üzerindeki kısas hürriyetine kavuştuktan sonra mala dönüşmüştür. Burada kıymetinin yarısı
vâcibtir. Zira cinâyetin aslı onun kölelik halinde olmuştur. Köle hatâen bir adamı öldürdüğünü ikrar
etse, efendiye hiçbir şey lazım gelmez. Hataen öldürmenin diyeti kölenin zimmetinde kalır. Azad



edildikten sonra ondan alır. Hacnedî'de de böyledir.»
Kerhî de şöyle demektedir: «Kölenin hataen cinayetle ikran bâtıldır. İster mahcur olsun, ister
mezun. İkrarından sonra azad edilse, cinayetten dolayı ondan hiçbir şey istenmez.» Bu konunun
tamamı inşallah cinayetler kitabında gelecektir.
«Kısas ve had hususunda ilh...» Çünkü kısasla had ademiyetin hususiyetlerindendir. İnsan. insan
olmak haysiyetiyle kimsenin kölesi değildir. Her ne kadar mal olmak haysiyetiyle başkasına mülk
de olsa. Bundan dolayı da efendinin üzerinde kısas ve hadle ikran geçerli değildir. Köle, kısas ve
had hususunda asıl hürriyeti üzerinde devam ettiği için ikrarı da nâfızdir. Çünkü hakkı olan bir şeyi
ikrar etmiştir. Efendisinin hakkının bâtıl olması ise zımnendir. Kifâye.
«Zararla menfaat arasınca gidip gelirse ilh...» Sırf fayda olan bir şeye gelince, hibe ve ücret alması
da istihsânen sahihtir. Mahcur olan kölenin efendisinin izni olmasa bile muhâlea bedelini kabul
etmesi sahihtir. Çünkü sırf menfaattir. Çocuğun başkasının malı hakkındaki konuşması, vekil
olduğu takdirde sahihtir. Çocuğun başkasının talâk ve azadı hakkında konuşması da geçerlidir.
Cevhere.
«Bir mahcur ilh...» Burada mahcurdan maksat çocuk ve köledir. Bazı âlimlere göre ise burada
mahcurdan maksat, köle, çocuk ve aklı başına gelen akıl hastasıdır. Cevhere.
«Satımın mülkiyeti elden çıkardığını ilh...» Mezun bahsinde diğer bir kayıt da gelecektir. Cevhere'de
de, «Baha ile karşılığı olan malın bir mülkte toplanmadığını bilse» sözü ziyadeleştirilmiştir.
Şahan'da da şöyle denilmiştir: «Akılsızlığın belirtilerindendir ki, helvacıya parayı verip helvayı
aldıktan sonra tekrar parasını ister. Eğer parayı geri istemeyerek gitse, o adam akıllı demektir.»
«Velisi dilerse icazet verir ilh...» Eğer onda fâhiş bir aldatma yoksa. Eğer fâhiş bir aldatma varsa,
veli icazet verse de yine sahih değildir. Ama az bir aldatma bunun aksinedir. Cevhere.
Velinin beyanı mezunlar kitabının sonunda gelecektir.Yineileride gelecektir ki, baba izin vermese.
fakat hâkim izin verse,onunsatımı sahih olur.
«Ona zamin olur ilh...» Eğer bir günlük çocuk birisinin şişesinin üzerine düşüp onu kırsa, o
çocuğun üzerine peşin olarak tazmin vacib olur. Yine bunun gibi, akıl hastası veya köle bir şey telef
etseler, peşinen tazmin etmeleri gerekir. Nihâye'de olduğu gibi. Kâfi'de olan da Nihâye'de olana
uygundur. Azmiye.
«Kölenin tazmini azaddan sonradır ilh...» Yani malı telef etmekte. Ama nefsi telef etmekte ise. eğer
kısas edilmeyi gerektiren bir cinayet işlemişse, hemen kısas edilir. Bilerek veya hataen birisinin bir
azasını telef etmesinde de hüküm böyledir. H.
«Nitekim yukarıda geçti ilh...» Yani Bedâyî'den naklen. Bildin ki. Beyî'den naklen geçen Nihaye ve
başkalarında olan ifadeye aykırıdır. T. de her iki ifadenin arasını uzlaştırmıştır. Sâyıhânî de
Bedâyî'de olan ifadeyi, «Eğer onun ikrayla zahir olursa» sözü üzerine yorumlamıştır. Zira Gâye'de
şöyle bir ifade vardır: «Gasb açık olduğu takdirde köleye peşinen tazmin ettirilir. Köle de o gasb
karşılığında satılır. Ama gasb eğer kölenin ikrarı ile zahir olursa, onu ödemesi ancak azad ile vacib
olur. Fakih de böyle demiştir.»
«Mahcur çocuk bir adam öldürse ilh...» Yani mahcur olan çocuk. Burada hacr ile takyit edilmesi
ihtirazî bir kayıt değildir. Katta çocuk ticaretle izinli bile olsa, yine hükmü böyledir. Eşbâh üzerine
Ebussuud.
«Ancak birkaç meselede ilh...» Bu söz, zamin olur sözünden istisna edilmiştir. Yani bu meselelerde
çocuk zamin değildir. Çünkü malik tarafından telef ettiği şeylere musallat edilmiştir. Nitekim
Eşbâh'ta da böyle ifade edilmiştir. Şu kadar var ki Ebussuud Kınye'den naklen şöyle demiştir: «Bu
zımen İmameyne göre akit zımândır. Çocuk da zımâniyetin ilzamı ehlinden değildir. İmam Ebû
Yûsuf'a göre ise, bu zıman fiil zımanıdır. Çocuk da fiili iltizam etme ehlindendir.»
Tatarhâniye'de de şöyle denilmektedir: «Çocuk veya köleye birisi bir malı emânet verse, çocuk veya
köle o malı helâk etse, İmam Muhammed'e göre zamin olmaz. İmam Ebû Yûsuf'a göre ise. köle azad
edildikten sonra tazmin eder, çocuk da hacir üzerinden kalktıktan sonra tazmin eder.»
Biz mezunlar kitabının sonunda bu meseleyi tamamlayıcı bir hüküm zikredeceğiz.
«Borç olarak aldığı ilh...» Ebû Hafs'ın nüshasında cevap mutlak zikredilmiştir. Ebû Süleyman'ın
nüshasında ise, çocuğun zamin olmaması İmameynin görüşüdür. İmam Ebû Yusuf'un sözünde ise.
çocuk zamindir. Sahih olan da ancak Ebû Yûsuf'un görüşüdür. Birî, Zahire'den.
Açık olan, «sahih olan» demesi, ihtilafın nakli içindir, Ebû Yûsuf'un sözü için değildir. Düşün.



Ebussuud, Tenvîrü'l-Ezhân şerhinde. «Eğer çocuk başkasının malını kendisine karz veya vedia
edilmeden telef etse, âlimlerin icmaı ile zamin olur» demiştir.
«Emânet edilen ilh...» Musannıf çocuğun yanına sözü ile. «Eğer bir mal çocuğun babasına vedîa
olarak verilen, çocuk da onu telef etse, babası zamin olur» sözünden kaçınmıştır. Şarih burada
vedia hususunda zamin olmamayı mutlak zikretmiştir. Halbuki köle ve cariyeden başkası ile
mukayyettir. Ama emanet edilen köle veya cariye olsa, çocuk da onları helâk etse, fakihlerin icmaı
ile zamin olur. Bîrî, Bedâyî'den.
Hamevî de Üstürşunî'nin Ahkâmû's-Sığar isimli eserinden buna aykırı olanı zikretmiştir. Zira o şöyle
demektedir: «Mahcur bir çocuğa bir köle vedîa edilse, çocuk bu köleyi katletse çocuğun âkilesi
üzerine onun kıymeti vardır. Eğer çocuğa yenilecek bir şey zamin edilirse, yediği takdirde çocuk
zamin olmaz.»
Ben derim ki: Zıman, fakihlerin icmaı ile âkilenin üzerinedir kaidesi ile yukarıdaki ifadelerin orası
bulunur. Düşünülsün.
«Velisinden izinsiz olarak ilh...» Bu sözün sonrası buna ihtiyaç bırakmamaktadır. Eğer çocuğun
velisi çocuğun emanet almasına izin vermiş olsa, fakihlerin ittifakı ile zamin olur. Nitekim
Musaffa'da da böyledir. Ebussuud.
«Ona yapılan idadan istisna edilir ilh...» Yani yine «vedia edilen eğer bir köle ise» ifadesi de
yukarıdakinden istisna edilir. Bedâyî'de olan ifadeye binâen.
«Mal sahibi malı icta edene de, alana da tazmin ettirir ilh...» Câmi-ü'l-Fusuleyn'de. «Bu mesele
çocuğa ida edilme meselesinin müşküllerindendir. Eşbah'ta da bu müşküle şöyle cevap verilmiştir:
«Eğer mâlik o çocuğu malına musallat etmemişse.» Ama yukarıda geçen bunun aksinedir. Eşbâh'ta
verilen cevaba şöyle itiraz edilir: Birinci çocuğa vermesiyle zaten malik onu malına musallat
etmiştir. Hamevî'de olduğu gibi» denilmiştir.
Ben derim ki: Bu itiraz da def edilir. Eğer malık o malı birinci çocuğa vermiş olsaydı, artık ona
tazmin ettiremezdi. Nitekim istisna edilen meselelerde de bu geçti.
METİN
İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf'a göre ise, sefih kimse, malını tasarruftan hacredilir. Bu konunun
tamamı Eşbah'ın çeşitli faydalar babındadır.
Ebû Hanîfe'ye göre hür-mükellef kimse fısk, borç ve gaflet sebebiyle de hacredilemez. Ama halka
bâtıl hileleri öğreten gâfil müftü, mesela kadına kocasından ayrılması veya zekâtın sakıt olması için
irtidadı öğreten müftü, câhil tabib ve iflas eden kervancı men edilir.
İmameyne göre ise, sefâhet ve gafletle hür kimse üzerine hacr konulur. Fetvâda da, onun malının
korunması amacıyla, İmameynin görüşüne göre verilir. Fetvâ da ancak İmameynin görüşü
üzerinedir. O zaman üzerine hacr konulan kefih kimse hükümlerde çocuk gibidir.
Ebû Hanîfe ite İmameyn arasındaki bu ihtilaf, feshi mümkün olan ve şakanın iptal ettiği
tasarruflardadır. Ama feshi mümkün olmayan, şakanın ibtal etmediği tasarruflara gelince,
imamların icmaı ile hacir konulamaz. Bundan dolayı musannıf, nikâh, talâk ve köle azadında,
üm-mü'l-veled yapmakta, tedbir etmekte, zekât, fitra ve haccın vücubunda, namaz ve oruç gibi diğer
ibadetlerde, baba ve dedesinin velâyetinin üzerinden kalkmasında, ukubatlarla ikrarının sıhhatinde,
infakta, malının üçte birindeki vasiyetlerinin sıhhatinde baliğ gibidir, demiştir. Yani bunlarda
üzerine hacr konulmaz. Yalnız kefaretlerde köle gibidir. Eşbâh.
Velhâsıl şaka ile ciddiyetin eşit olduğu tasarruflarda mahcurun tasarrufu geçerlidir. Şaka ile
ciddiyetin eşit olmadığı tasarruflarda ise onun tasarrufu nâfiz değildir. Ancak hâkimin izni ile
geçerlidir. Hâniye.
Çocuk baliğ olsa, fakat reşid olmasa, onun malı yirmibeş yaşın» dolduruncaya kadar kendisine
teslim edilmez. Ama bu yaştan önce yaptığı tasarruflar sahihtir. Yirmi beş seneden sonra malının
ona teslimi gerekir. Yani çocuğun talebinden sonra malı ona teslim edilmese, vasisi ona zamindir.
Fakat taleb etmezden önce helâk olursa, zamin olmaz. Mitekim mücteba ve diğer âlimlerin sözü de
bunu ifade eder. Şeyhimiz böyle demiştir.
Yirmibeş yaşından sonra, reşid olmasa bile malı ona vücuben teslim edilir. İmameyn şöyle
demiştir: Onun malı. onda rûşd görülünceye kadar ona verilmez. Onun malında tasarruf etmesi de
câiz değildir. Onlarda rüşd görürseniz mallarını kendilerine verin.» (Nisâ: 6) âyetindeki «rüşd»den
maksat, yalnız malında maslahata uygun davranmaktır. Kendisi fâsik olsa da hüküm değişmez. İbn



Abbas böyle tefsir etmiştir.
Hâkim borçlu hür kimseyi, malını satıp borcunu ödemesi için hapseder. Ve onun borcunu izin
almaya gerek görmeksizin onun parasından öder. Onun borcu dirhem olsa, elindeki para da dinar
olsa, yine öder. Borcu altın ise, istihsanen, gümüş paralarını satar, altınla borcunu öder. Çünkü
semeniyet (mal değeri) bakımından ikisi de birdir. Ama hâkim onun ev eşyasını ve akarını borcu
için satmaz. İmameyn buna karşı çıkmıştır. Yani akarı da, ev eşyası da borcu için satılır. Fetvâ da
İmameynin görüşü ile verilir. İhtiyâr.
İmâmeynin görüşü Kudurî tarafından da sahih görülmüştür. Borçlu kimsenin halen muhtaç
olmadığı malları satılır, öyleyse eğer bir malı ikrar etmiş olsa, o mal ona borçlardan sonra gerekli
olur. Delil veya hâkimin îlmi He sabit olmadığı sürece, istihlâk ettiği bir mal gibi satılan malında
borçlularına ortak olur. Çünkü fiilde hacr yoktur. Yukarıda geçmişti.
İZAH
«Hür mükellef hacredilmez ilh...» Bazı nüshalarda «Hürrün üzerine hacr konulmaz» denilmiştir. Bil
ki, Ebû Hanîfe'ye göre, Sefâhet, borç, fısk ve gafletten dolayı âkil-bâliğ olan bir hürrün üzerine hacr
konulması caiz değildir. İmameyne göre ise, fısk dışında diğerleri sebebiyle hacr konulması caizdir.
İmam Şâfii'ye göre ise. hepsiyle hacr koymak caizdir. Kifâye.
Gâfil müftü, cahil tabib ve müflis kervancının hacrine gelince, bu ıstılâhî bir hacr değildir. Nitekim
gelecektir.
Dürer'in ifadesine göre ise, yine İmameyne göre, fasık müftü de hacredilir. Bu ifade bütün kitapların
ifadelerine aykırıdır. Azmiye'de de bu muhalefete dikkat çekilmiştir. Burada musannıf ve şârihin
sözü ise kapalıdır. Düşünülsün.
«Malı sarfetmek ilh...» Ama malı yersiz israf etmenin dışında içki ve zina gibi günahları işleyenler
ıstılahî manada sefih değillerdir. Kuhistânî.
Öyleyse buradaki sefihten maksat, reşid olduğu halde sonradan sefih olan kimsedir. Zira metinde
geleceği gibi reşit olmadan baliğ olsa, onun malı teslim edilmez.
«Şer'in veya aklın aksine ilh...» Nafakada israf ve boş yere sarfetmek veya faydasız yere harcamak
veya diyanet ehlinin bir maksat saymadığı bir maksat için sarfetmek gibi. Mesela malını türkücü,
şarkıcı ve oyunculara vermesi gibi. Veya uçan bir güvercini yüksek bir fiyatla alması gibi. Çünkü
ticarette aldanmak makbul bir şey değildir. Hayır ve ihsanda hoşgörü meşrudur, fakat yeme ve
içmedeki gibi israf haramdır. Zira Allahu Teâlâ müslümanları medhederken, «Onlar, sarfettikleri
zaman ne israf ederler ne de cimrilik. İkisi arasında orta bir yol tutarlar.» (Fûrkan : 67) buyurmuştur.
Kifâye.
«İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf'a göre ise, sefih kimse malını tasarruftan hacredilir ilh...» İleride
metinde aynı ifade gelecektir. Bu sebeple bu ifade burada fazladır, şârihin de buradaki fürûu sahih
değildir. H.
«Fısk ilh...» Yani bir kimse malını boş yere sarfetmiyorsa, fıskı sebebiyle hacredilmez. Çünkü fâsık
malını korumasa bile bütün Hanefî imamlarına göre kendi ve çocukları üzerine velâyet ehlindendir.
Kuhıstânî.
«Borç ilh...» Yani her ne kadar borcu malından fazla olsa bile. Alacaklılar da hâkimden onun
hacredilmesini isteseler bile, borcundan dolayı hacredilmez. Kuhistânî.
«Gaflet sebebiyle ilh...» Yani âkil bir kimse gafletinden dolayı hacredilemez. Çünkü gaflet ifsad
edici değildir. Gâfil kimse zaten gafleti de kasdetmez. Gâfil kimse kâr edecek tasarruflar da
yapamaz. Çünkü kal-binin selâmetinden dolayı satışlarında aldatılır. Zeylâî.
«Men edilir ilh...» Musannıf bu sözüyle burada menden maksadın hakiki hacr olmadığına işaret
etmektedir. Hacr, tasarruflarının nüfuzuna engel olan şer'î mendir. Zira müftü hacrdan sonra
isabetli fetvâ verse, fetvâsı caizdir. Tabib de ilaç satsa, satışı nafizdir. Bundan anlaşılıyor ki
musannıfin kullandığı menden maksat his bakımından mendir. Beday'i' den naklen Dürer'de olduğu
gibi.
«Utanmaz ilh...» Cevhere de şöyle denilir: «Bir şey kalınlaştığı veya katılaştığı zaman ona macin
denir. Araplar macin kişi dedikleri zaman bundan onun utanmazlığını, hayasızlığını kasdederler. Bu
kelime hâlis bir Arapça değildir.»İbni Kemâl.
«İrtidadi öğreten ilh...» Ve bir de câhilce fetvâ veren gibi. Şurunbulâliye, Hâniye'den.
«Cahil tabib ilh...» Yani hastalara helâk edici ilaçlar içiren doktor. Verdiği ilaç hastalar üzerinde yan



etki yaptığı zaman onu defetme kudreti de yoktur.
«Müflis kervancı ilh...» Yani parası olmadığından deve kiralayamaz. Kendi devesi de yoktur. Deve
alacak malı da yoktur. Yüklerini taşımak için halktan parayı toplar, taşıma zamanı geldiği zaman
yükü taşımaz, kendisi de saklanır. Cevhere.
0 halde böyle müflis kimseler din, beden ve mal için men edilirler. Bu men etmek de iyiliği
emretmek, kötülükten men etmek kısmındandır. Kuhistanî ve diğer kitaplarda olduğu gibi.
Bazı âlimler tarafından bu üç kimseye diğer üç kimse daha ilhâk edilmiştir. Bunlardan birisi yiyecek
maddelerini stoklayan, ikincisi yiyecek maddelerini kıymetiyle satmayıp zulmeden kimse, üçüncüsü
de yanında müslüman olan kölenin satışına engel olan zımmî. Hâkim bu zımmîyi men eder ve köleyi
satar.
Ben derim ki: Emri bil maruf bundan çok daha geniştir. Uygun olan, hastanın da malının üçte
birden fazlasında tasarrufuna engel olunmanın zikredilmesiydi.
BİR UYARI: Bu ifadelerden anlaşıldı ki, bazı sanat şahiplerinin diğer ehil sanatkârlara engel
olmaları câiz değildir. Nitekim Hâmidiye'de de böyle fetvâ verilmiştir.
«İmameyne göre ise sefahet ve gafletle hür kimse üzerine hacr konulur ilh...» Cevhere'de şöyle
denilir: «Bu ittifaklarından sonra İmam Ebû Yûsuf ile Muhammed kendi aralarında ihtilaf
etmişlerdir. Ebû Yûsuf, sefîh ve gâfil kimsenin ancak hâkım tarafından hacredileceğini ve bu
hacirin yine ancak hakim tarafından kaldırılacağını söyler. İmam Muhammed ise, onun malındaki
fesâdı onu hacreder, malındaki ıslâhı ise hacri kaldırır demiştir. Bu ihtilafın semeresi de, Hâkimin
hacr koymasından önceki satışında açığa çıkar. Ebû Yûsuf'a göre bu satış caiz, Muhammed'e göre
ise caiz değildir.»
«Sefâhet ve gafletle ilh...» Bir de, ileride geleceği üzere borçla. Âlimlerden bazıları gaflet yerine
fesad tabirini kullanmışlardır. Burada fesaddan maksat da fısk değildir.
Dürrü'l-Münteka'da şöyle denilmektedir: «İmameyne göre hacrin sıhhati için o kimsenin iflası ile
hükümden sonra hacredilmesi şarttır. İflasla hüküm, sefihin hacrinde şart değildir. Halbuki sefihlik
malın hepsini kapsar. Borçla hacre gelince, bu yalnız elindeki mala hastır. Onun hacirden sonra
kazandığı malda tasarrufu nâfizdir. Nitekim Kuhistanî ve Bercendî'de de böyle denilmiştir.
Hıfzedilsin.
Tatarhâniye'de de şöyle denilmektedir: «Borç sebebiyle hacredilen kimse üç durumda sefahet
sebebiyle hacredilenden ayrılır. Birincisi, sefihin hacri onda olan bir maksat içindir kis o da onun
sui ihtiyâridir. Yoksa alacaklıların hakkı için değildir. Ama borç sebebiyle hacredilen bunun
aksinedir ki bunun hacri hâkimin hükmüne muhtaçtır. İkincisi, sefahetle hacredilen kimse bir köle
azad etse, köleye de çalışmak vacib olsa, vacib olan şeyi çalışarak edâ etse, efendisinden hacr zâil
olduktan sonra say ederek ödediğim rücu edip efendisinden alamaz. Ama iflasla hacredilen kimse
bunun aksinedir. Üçüncüsü, borç sebebiyle hacredilen kimse, hacrolunduğu halde ikrarda bulunsa,
bu ikrarı üzerinden hacr kalktıktan sonra nâfiz olur. Yine borç sebebiyle hacr edilen kimsenin ikrarı
ne harc hâlinde ne de ondan sonra hazır veya sonradan alacak malı hususunda nâfiz değildir.
Özette.
Ben derim ki: Borç sebebiyle hacredilen kimsenin hacri hüküm üzerine bağlı olur. Bu kayıt geçen
ifade üzerine eklenir. Yani Ebû Yûsuf'un görüşü üzerine. Çünkü onun hacri alacaklıların hakkı
içindir. Ama sefihin hacri bunun aksinedir. Çünkü o kendi hakkı için hacredilmiştir. Onun hacri
hâkimin hükmüne bağlı olmaz. Nitekim ben buna yukarıda da işaret etmiştim.
Fakihlerin sözünün açık anlamı, Ebû Yûsuf'un sözünün Muhammed'in sözü üzerine tercih
edilmesidir.
«İmameynin görüşü üzere ilh...» Kadıhan, Kitâbü'l-Heytan'da imameynin görüşü ile fetvâ
verileceğini açıklıkla söylemiştir. Kadıhan'ın bu açıklaması sarihtir. Bu, sarâhati iltizamdan daha
kuvvetli olur. Şeyh Kâsım Tashih adlı eserinde böyle demiştir. Şeyh Kâsım'ın maksadı şudur:
Metinlerde bulunan «Hür hacredilmez» sözü iltizamla tashih edilmiştir. Kadıhân'da vâki olan,
«Fetvâ onların görüşü üzerinedir» açıklaması ise düzeltmeyi açıklamasıdır. O zaman mutemed
görüş ancak o olur. Mevlâ da Fevâid adlı eserinde «Fetvâ onun üzerinedir» demiştir. Minâh.
Şeyh Salih'in haşiyesinde şöyle denilmektedir: «Muteber kitapların birçoğunda, «Fetvâ imameynin
kavli üzerinedir» sözü açıklıkla zikredilmiştir.»
Kuhistânî'de Tevzîh'ten naklen, «tercih edilen. İmameynin görüşüdür.» denilmiştir. Belî ve
Ebü'l-Kâsım da İmameynin görüşü ile fetvâ vermişlerdir. Nitekim Minâh'ta Hâniye'den naklen,



musannıfın gelecekteki, «Hâkim borçlu olan hür kimseyi hapseder» sözünden hemen önce
zikredilmiştir.
«Çocuk gibidir ilh...» Yani akıllı çocuk gibi. Kıt akıllı baliğ de akıllı çocuk gibidir. Eşbâh
hâşiyelerinde olduğu gibi.
«Nikâhta, talâkta ilh...» Eğer sefih veya gâfil nikâhladığı kadın ile bir mehir konuşursa mehr-i misil
miktarını vermesi câizdir. Fazlası bâtıl olur. Eğer zîfaftan önce boşarsa, mehr-i müsemmânin yarısı
kadar vermesi vâcibtir. Çünkü miktarını belirleme halinde mehr-i misil kadarı geçerli olur. Dört
kadınla evlense veya her gün bir kadınla evlense de hüküm yine böyledir. Zira evlenme onun aslî
ihtiyaçlarındandır. Zeylâî.
«Köle azadında ilh...» İmam Muhammed'e göre kölenin kıymeti kadar çalışması gerekir. Doğru olan
da ancak İmam Muhammed'in görüşüdür. Turi.
«Ümmü'l-veled yapmakta ilh...» Yani câriyesi doğum yapsa, sefih veya gâfil doğan çocuğun
kendisinden olduğunu iddia etse, çocuğun nesebi sabit olur. Çocuğu doğuran cariye de sefîhin
ümmü'l-veledi olur. O câriye onun ölümüyle de onun malının tümünden azad edilmiş olur. Ne
cariyenin ne de çocuğunun hiçbir şey için çalışması gerekmez. Çünkü çocuğun nesebinin sübutu
cariye için şahit sayılır. Çocuk cariye ile beraber olmadığı halde sefih cariyenin kendisinin
ümmü'l-veledi olduğunu iddia etse. o cariye satılmaz. Cariye sefihin ölümü hâlinde, kıymeti kadar
çalışır. Hastanın ümmü'l-veledinin durumu da böyledir. Zeylâî.
Câriyenin kıymetinîn tümü de sırf câriyeliğinin kıymetinin üçte biridir. Cevhere.
«Tedbir etmekte ilh...» Müdebbere yaptığı kölesi, efendinin reşid olmadan ölmesi halinde
müdebbere olan kıymeti kadar çalışır. Müdebber kölenin kıymeti de müdebber olmayan kölenin
kıymetinin üçte ikisidir. Bazı alimlere göre de yarısı kadardır. Fetvâ da bunun üzerinedir. Cevhere.
Şu kadar var ki, metinde «Onun malının üçte birine kadar vasiyeti geçerlidir» sözü gelecektir.
Tedbir de o vasiyettendir.
Turî'de Muhit adlı eserden naklen şöyle denilmiştir: «Bizim meşâyihimiz demiştir ki: Kölenin
çalışması, ehli salâhın bu vasiyeti israf addetikleri takdirdedir. Eğer salâh ehli o vasiyeti israf
addetmiyor, mahut ve güzel olarak kabul ediyorlarsa, köle malın üçte birinden çıktığı takdirde,
kıymeti için çalışmaz.»
«Zekâtın ilh.. » Hâkim zekâtını dağıtması için malını ona verir. Çünkü zekât ibadettir, onda niyet
gerekir. Yalnız şu kadar var ki, hâkim onunla emin bir adamını gönderir ki, zekâtını uygun olmayan
yerlere sarfetmesin. Hidâye.
«Fıtranın vücubunda ilh...» Fıtrasının vücubunda bir görüş vardır ki, fıtra küçük çocuğa da vacibtir.
Hatta çocuğun velisi onun fıtrasını vermese, baliğ olduktan sonra edâsı vacib olur. Nitekim bu
husus fıtra babında geçmişti. Öyleyse fıtrada sefih çocuğa muhalif değildir. Ancak şu denilir ki, fıtra
ile muhatab çocuk değil, velisidir. Bu itibarla çocuğa muhaliftir. Düşünülsün.
«Haccın vücubunda ilh...» Çünkü hac insanların sun'u olmaksızın Allah'ın gerekli kılmasıyla yine,
ömürde bir defa sefihin umre yapmasına da istihsanen engel olunmaz. Onun kıran haccı yapmasına
da engel olunmaz. Zira: her ikisine ayrı ayrı sefer yapmasına da engel olunamaz. öyleyse ikisini bir
arada yapmasına da engel olunamaz. Zira hac ile umreyi berâber yapmanın vücubu hususunda
görüş ayrılığı vardır. Ancak, telef etmemesi için nafakası doğru bir adama teslim edilir.
Sefih arefe vakfesinden önce karısı ile cinsi temasta bulunsa, hâkim ona dönüş nafakasını da verir.
Kefareti ancak hacir kalktıktan sonra yerine getirir. Sefih umresini ifsad etse, onu hacir kalktıktan
sonra kaza eder. Bu konunun tamamı Cevhere'dedir.
Seflh nâfile hac için ihrama girse. ona evinde yiyeceği kadar nafaka verilir. Ona, dilerse yaya olarak
hacca gitmesi söylenir. Ama eğer hâkim ona nafakasını çok verirse, fazla olan kısmı ile bir hayvan
kiralamak istediği takdirde ona engel olunamaz. Turî.
«Diğer ibadetler ilh...» Yani bedenî ibadetler. Yalnız malî veya hem malî. hem bedenî ibadetler değil.
Haccın ve diğer ibadetlerin istisnasında bir görüş vardır ki bunları çocuk da yapsa büyük gibi
geçerlidir. Ancak şöyle denilebilir: Burada geçerli olmaktan maksat, vâcib olma yoluyla geçerlilik
olup çocuğunkinin geçerli olmasının vücubiyetten dolayı değildir. Düşünülsün.
«Baba ve dedesinin velâyetlerinin üzerinden kalkmasında ilh...»
Yani babası i!e dedesinin sefih ve gâfil üzerinde velâyetleri yoktur. Ama çocuk bunun aksinedir.
Hamevî.



Yani baba ile dedenin velâyeti çocuk üzerine sabittir.
«Suçları ikrarının sahih oluşunda ilh...» Meselâ sefih kısasın üzerine vacib olduğunu ikrar etse. Bu
kısas nefiste veya nefisten aşağıda olsa da, ikrarı geçerlidir. Hamevî.
«İnfakta ilh...» Yani nefsi üzerine, çocuğuna, karısına ve nafakası üzerine vacib olan yakınlarına
infak etmesinde de çocuğa aykırıdır.
Şerhu Tenvîrî'l-Ezhân.
Metnin bazı nüshalarında onun vakıf yapabileceği de zikredilmiştir. Şu kadar var ki Eşbâh'ta. «Onun
vakfı bâtıldır. Ama âlimler sefih ve gâfil hâkimin izni ile malını vakfetmesi hususunda ihtilaf etmiştir.
Belhî bunu sahih görmüştür. Ebu'l-Kâsım da bâtıl kabul etmiştir.»
«Malının üçte birindeki vasiyetlerinin sahih olmasında ilh...» Yani ona varis olduğu takdirde. yasa
göre diğer teberruları gibi onun vasiyetinin de caiz olmaması gerekir. İstihsanın şekli ise, onun
üzerindeki hacr malını korumak amacıyla konulmuştur. Ki, malını telef edip başkalarına yük
olmasın. Bu da ancak sağlığında olabilir. Ama ölümünden sonra maldan müstağni olduğuna göre,
vasiyetinin malının üçte birinde nâfiz olmaması için değil. Bunun bu vasiyeti eğer hac, fakirler,
mescid yapımı, vakıflar, köprü ve geçitler gibi hayır ve salâh ehlinin vasiyetlerine uyarsa geçerli
olur. Ama vasiyetinde Allah'ın rızasını kazanma yoksa, bize göre onun vasiyeti nâfiz olmaz. Turî.
«Baliğ gibidir ilh...» Yani hacîr altında olmayan bâliğ gibidir. Yoksa zaten kendisi bâliğdir. H.
«Kefâretlerde köle gibidir ilh...» Öyleyse eğer yemin etse, yemininde hâni olsa, veya bir kurban
veya sadaka adasa, veya karısına zihar yapsa, onların kefâretini mal olarak vermesi gerekmez.
Yemin ve diğer kefâretlerini oruç tutarak yerine getirir. Zeylâî.
«Velhâsıl ilh...» Şârihin bu sözü yukarıdaki «Ebû Hanîfe ile İmameyn arasındaki...» sözünden sonra
demesine ihtiyaç yoktur. Şu kadar var ki şarih bu sözü «ancak hâkimin izni ile» sözü için tekrar
etmiştir. Şârih bunu «ancak» kelimesi ile niçin haşretmiştir. Zira yukarıda geçtiği gibi ondan
babasının ve dedesinin velâyeti zail olmuştur.
«Onun malı ona teslim edilmez ilh...» Bu icmâ iledir. Kifâye'de olduğu gibi. Ancak fakihler
arasındaki ihtilaf, yirmi beş yaşından sonra malının ona teslimi hususundadır. Nitekim gelecektir.
Öyleyse çocuk müfsid şekilde baliğ olursa, ister hacredilsin, ister hacredilmesin malı ona teslim
edilse, o da malını zayi etse, vasisi onun zayi ettiği malı zamindir. Ama vasisi, iyi bir çocuk olduğu
halde malını teslim ederek ona ticaret izni verse, mal elinde zayolsa, vasi zamin olmaz. Nitekim
Hâniye' den naklen Minâh'ta da böyledir.
Ebussuud hâşiyesinde Velvâliciye've nisbetle şöyle demiştir: «Vasi, çocuk bozguncu olduğu halde
malını ona vermekle nasıl zamin olursa, bulüğdan sonra onun rüşdü açığa çıkmadan önce verdiği
takdirde de yine zamin olur.»
Allâme Şilbî'ye, «Üzerinde vasi olan bir kimse baliğ olsa, onun büluğu yalnız rüşd ile mi sabit
olur,yoksa delil gerekli midir?» diye sorulunca şu cevabı vermiştir: «Onun rüşdü ancak şer'i bır
delille sabit olur.» Bunun misli Hayriye'de de mevcuttur.
Birî'nin şerhinde Bedâyî'den naklen şöyle denilmiştir: «Tecrübe için malından bir miktar vererek
ticaret izni vermesinde veli için bir beis yoktur. Eğer onda rüşd görürse, geri kalan malını da ona
verir.»
«Ta, yirmi beş yaşını dolduruncaya kadar ilh...» Yani onun rüşdü yirmi beş yaşından önce
bilinmemişse, hüküm böyledir.
«Bu yaştan önce yaptığı tasarruflar geçerlidir ilh... .»
Uygun olan burada, musannıfin fa ile değil, Kenz'de olduğu gibi vav ile tabir etmesiydi. Şu kadar
var ki, musannıfın «malı ona teslim edilmez sözü men an-lamındadır. Zira âkil-bâliğ kimse Ebû
Hanîfe'ye göre hacredilmez. Bu da tedip için mendir, hacr değildir. O zaman fa ile ayrıntı yapmak
geçerli olur. Anla.
«Zamindir ilh...» Yani onun elinde helâk olursa, zamin olur. Çünkü engel olmakla haddi aşmıştır.
Ama çocuk baliğ olduğu takdirde hali henüz anlaşılmadan, tecrübe ile rüşd ve salâh hâli
bilinmeden önce çocuğun isteğine engel olsa, vermese, mal helâk olduğu takdirde zamin olmaz.
Şihabettin Çelebi Fetâvâ'sında şöyle demiştir: «Vasinin üzerine vacib olan, malı ona teslim
etmemesidir. Ancak tecrübeden sonra teslim edebilir. Eğer tecrübe için engel olursa, o zaman bir
vacib için engel olur ki, o zaman helâk olduğu takdirde haddi aşmış olmaz.»



Hâniye'de de buna şehâdet edecek söz vardır. Remlî. «Şeyhimiz böyle demiştir ilh... » Yani Remlî.
Minâh haşiyesinde.
«Reşid olmasa dahi ilh...» Çünkü çocuk öyle bir yaşa ulaşmıştır ki, cidden onun reşid olması
düşünülür. Zira, onun maldan men edilmesi de tedbir içindir. O bu yaşa ulaştığı zaman artık
teeddüb ümidi kesilir. Zeylâi. Özetle.
«Onda rüşd görülünceye kadar ona verilmez ilh...» Yani her ne kadar ihtiyarlamış bile olsa.
İmameynin bu sözü ile diğer üç mezhep imamı da hükmetmiştir. Miraç.
«Malında tasarruf etmesi de câiz değildir ilh...» Yani geçtiği üzere hâkim ona cevaz vermediği
sürece, tasarrufu câiz olmaz. İşte bu da imamlar arasındaki ihtilâfın semeresidir. Yine, ihtilafın
semeresi, bu süreye ulaştıktan sonra müfsid olarak baliğ olursa, İmameyne göre vasi zamin olur.
Ancak Ebû Hanîfe'ye göre zamin olmaz.
«Malında salâh sahibi olmasıdır ilh...» İşte bu da Netif'ten naklen Birî de olan ifadenin manâsıdır.
Birî'de olan ifade şöyledir: «Reşid bize göre, malını helâlde infak eden, haramdan da kaçınan ve
malını bâtıl ve günahlarda infak etmeyen, tebzir ve israf yapmayandır.»
«Yalnız malında ilh...» Yani dininde salâh sahibi olması şart değildir. İmam Şafiî buna muhalefet
ederek, «Dininde de salâh sahibi olması şarttır» demiştir.
«Fâsık dahi olsa ilh...» Musannıfın bu sözü, yukarıdaki «yalnız» sözünün tenkididir. Musannıfın
burada fıskı mutlak zikretmesi, asli olan fıskla arız olan fıskı da kapsar. Hidâye'de olduğu gibi. Bu
da malına zarar olmadığı sürece böyledir.
«Malını satıp borcunu ilh...» Musannıf burada malı mutlak zikretmiştir. O halde, borçlunun rehin,
icar ve iare olan mallarının hepsine onun mülkü olan her şeyi kapsar. Remli.
Hâkimin borçlunun malını satması do zorlama (ikrâh) değildir. Yerinde geçtiği gibi bir hâk için
satmaktadır. Zira borçlu borcunu ödemediği için zâlimdlr.
«Ondan izinsiz ilh...» Zira, alacaklı kendi alacağının cinsinden bir mala sahipse, borçlunun malını
alma imkânına kavuşursa, ondan izinsiz de alabilir. Öyleyse, Kadı ona yardım etme hakkına
sahiptir. Zeylâî.
«İstihsânen ilh...» Kıyasen caiz değildir. Zira bu yol, borcun ödenmesi için muayyen bir yol değildir.
O halde, o da uruz gibi olur.
«Semeniyet bakımından ikisi de birdir ilh...» Bu istihsanın şeklini beyan etmektedir. Bundan dolayı
altın veya gümüş zekâtta bir diğerine eklenir. Halbuki bunların ikisi sureten muhteliftirler. Bu da
açıktır. Hükmen de muhteliftirler. Çünkü aralarında riba-ı fazl cari olmaz. İkisinin semeniyet
bakımından bir olmasına bakılınca, Kadı'ya tasarruf velâyeti sabit olur. Muhtelif olmalarına
bakılınca da, alacaklı kimsenin alma velâyeti selbedilir. Çünkü her iki açıdan da amel edilmektedir.
Ama uruz bunların hilâfınadır. Çünkü garaz uruzun hem suretine, hem de aynına taalluk eder.
Ben derim ki: Hazr ve ibahat bahsinde Mücteba'ya örnek olarak şunu gördüm: «Alacaklı
borçlusunun dinarlarını görse, onun da borçlusunda bir dirhemi olsa. onun dinarlarından bir
dirhem kadarını alır. Zira semeniyette cins olmakta ikisi de birdir.» Bu gördüğümün misli Farisî'-nin
Câmiü'l-Kebîr telhisinin şerhinde, pazarlıkla satışta yemin konusunda mevcuttur.
BİR UYARI: Hamevî Kenz Şerhi'nde, Allâme Makdisî'den. o da ceddi Eşkar'dan o da Ahseb'in
Kudurî Şerhi'nden naklen şöyle demektedir:
«Alacağının cinsinin aksinden almasının caiz olması, fakihlerin zamanında idi. Çünkü onlar hukuka
itaatkâr idiler. Bugün ise fetvâ alacaklının borçlusunun hangi malını almaya kudreti varsa, onu
olmasının caiz olması üzerinedir. Bilhassa bizim diyarımızda durum böyledir. Çünkü bölgemiz halkı
isyan üzeredirler. Şair, şiirinde şöyle demiştir «Bu zaman helâk olsun. Çünkü hukuk zamanı değil,
isyan zamanıdır. Bu zamanki her arkadaş arkadaş değildir. Her dost da, doğru dost değildir.» T.
«İmameyn buna muhalefet etmiştir ilh...» Uygun olan, musannıfın, «İmameyn buna muhalefet
etmiştir» değil, «imameyn demiştir» demesiydi. Fetvâ da bununla verilir. Nitekim bunun daha uygun
olması da gizli bir şey değildir. H.
«Akarı da, ev eşyası da borcu için satılır ilh...» şarih bu tefsirle bundan başkasında imamlar
arasında ihtilaf olmadığına işaret etmektedir.
«İhtîyar ilh...» İhtiyar'da olanın benzeri Mülteka'da da vardır.
«Halen muhtaç olmadığı malları ilh...» Tebyin'de şöyle denilir: «İmameyne göre hâkim borçlunun



malını sattığı zaman nakitlerinin satışına başlar. Ondan sonra ev eşyasını, sonra da akarını satar.
«Alimlerden bâzılarına göre ise, hâkim önce onun ev eşyasından helâkınden korkulan şeyi satar.
Sonra da akarını satar.
«Velhasıl, ona uygun olanı satar. Yalnız onun üzerinde bir takım elbisesini bırakır. Bazı âlimler de
iki takım kalır demişlerdir. Çünkü elbisesini yıkadığında bir diğeri gereklidir. Bazı alimler de eğer
borçlu takımsız bir elbise ile yetinirse takım elbisesi de satılır, onun fiyatının bazısı ile borcu ödenir,
geri kalan kısmıyla da giyeceği bir elbiseyi alır. Meskende deyle yapılır. İşte bundan dolayı
fakihler hâkim, borçlunun halen muhtaç olmadığı şeyi satar demişlerdir. Meselâ, yazın keçeye
ihtiyacı yoktur, satılır. Veya kışın sahtiyan bir döşeğe ihtiyacı yoktur, satılır. Ama onun malından
ona, zevcesine, çocuklarına ve nafakası üzerine farz olan yakınlarına da infak eder.» Özetle.
Rahmetî de şöyle der: «Tebyîn'in dediği şunu ifade etmektedir ki, borçlu bir kimseye icarlı bir evde
oturması teklif edilemez. Nitekim fukaha, haccın vücubu hakkında da böyle demişlerdir.
Düşünülsün.»
Medenî'nin hâşiyesinde de şöyle denilmektedir: «Ben diyorum ki, eğer onun elinde oturacak
yerinden fazla olarak Sultanın vakfettiği akarlar varsa, veya Sultanın defterinde onun birçok sadaka
haklan varsa, bunları satması için emredilemez. Nitekim bununla âlimlerden birçok kimse fetvâ
vermiştir.»
Yani, o vakıf ve sadakadan ferağı ile emredilemez. Çünkü onları satmak caiz değildir. Düşünülsün

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...