DEYN
(BORÇ) SEBEBİYLE HACİR ALTINA ALINAN KİMSENİN TASARRUFLARI BAHSİ
«Borçlardan
sonra lazım olur ilh...» Yani borçlardan dolayı hacredilen kimse bir mal ile ikrar etse, o
ikrar
ettiği malı hacrine sebep olan borçlarını ödedikten sonra öder. Ama bu malda eğer hacrden
sonra
istifade ettiği bir mal değilse. Yoksa, ikrar ettiği malı da hacrden sonra istifade ettiği maldan
öder.
Nitekim Mevahib ve Hidâye'de de
böyledir.
Biz
bunu Tatarhâniye ve Mülteka şerhinden naklen zikrettik. Tatarhâniye'de daha sonra «O halde
alacaklıların haklarını iptale sebep olan her tasarrufa hacr tesir. Hibe ve sadaka gibi. Satışa gelince,
eğer
kıymetinin misli ile satıyorsa, caizdir. Eğer çok düşük bir fiyatla satıyorsa. caiz olmaz. Alan
müşteri
de gabni izale etmekle fesih arasında muhayyerdir. Hastanın satışı gibi. Eğer malını
alacaklısına satsa, sattığı malın semeni ile borcunu takas etse, caizdir. Eğer borçlusu bir kişi ise.
Yok
eğer borçlusu çok ise, eğer kıymeti ile satarsa, satışı takassız geçerlidir. Bu mahcur,
alacaklıların bazısının alacağını ödese, bazısınınkini ödemese, yine hasta gibidir» denilmiştir.
Özetle.
«Delil
ilh...» Yani. onun ödünç
aldığına veya kıymeti karşılığında aldığına şahitlik edenler olursa.
Tatarhâniye.
«Hakimin
ilmi ilh...» Mutemed olan, hâkimin kendi ilmiyle satmasının caiz olmamasıdır. T.
«İstihlâk
ettiği bir mal gibi ilh...» Zira istihlâk ettiği malın sahibi de alacaklılara dahil olur. Eğer
mehr-i
misliyle bir kadınla evlenirse,
bunun hükmü de böyledir. İbni Melek.
Onun
malı istihlâk etmesinden maksat, yani kendisi ikrar etmeden, malı istihlâk ettiğinin sabit
olmasıdır.
Eğer ikrarı ile sabit olursa, buhususta Tatarhâniye'de şöyle
denilmiştir: «Borçlu salâh
sahibi
olduktan sonra ikrarı kendisinden sorulur. Şöyle ki, ikrar ettiği mal, hacrden önce üzerinde
bir
hak mıydı? Eğer evet derse, o mal ile de sorumlu tutulur. Eğer evet demezse sorumlu tutulmaz.
Hacir
altındaki çocuk hakkında da cevabın böyle olması gerekir.»
METİN
Bir
kimse iflas etse, yanında satın aldığı bir eşya olsa. bunu satıcının izni ile parasını ödemeden
kabzetmiş
olsa, satıcı onun semeninde diğer alacaklılarla eşittir. Eğer o eşyayı kabızdan önce veya
sonra
iflas etmiş olsa, eşyayı da satıcının izni olmadan kabzetmiş bulunsa, onu satan kimse geri
ister
veya semenini ödetmek için hapsettirir.
İmam
Şâfii de, «Satıcı satım akdini feshetme hakkına da sahiptir» demiştir.
Hâkim
bir kimseyi hacretse, o da davasını
ikinci bir hâkime götürse, ikinci hâkim onu serbest
bırakarak tasarruflarına icazet verse, (-Hâniye'de böyledir. Bu görüş Dürer ve Minâh'ta
yoktur.-) caiz
olur.
Mahcurun malında yaptığı alış-veriş gibi tasarruflar, ikinci hâkimin icazetinden ister önce
olsun,
ister sonra, câizdir. Çünkü birinci hacri ictihad konusu olan bir meseledir. O halde onun
birinci
hacri, diğer bir hâkimin tasdikine bağlı bulunur.
FER'İ
MESELELER:
Gaib
olan kimsenin hacredilmesi de geçerlidir. Şu kadar var ki o öğreninceye kadar hacredilmiş
olmaz.
Hâniye.
Hacr,
rüşdle kalkmaz. Bir kimse reşid olduğunu iddia etse hasmı da onun sefahat üzere kaldığını
iddia
etse, ikisi de delil getirseler, uygun olan, onun sefihliğinin kaldığını isbat eden delilinin tercih
edilmesidir. Eşbâh.
Vehbâniye'de
şöyle denilmiştir: «İki hasmın birisi ikrarının hacirden önce diğeri de hacr sırasında
olduğunu
iddia etseler, hacr sırasında ikrar edildiğini iddia edenin sözü kabule daha layıktır.
Hacredilen
kimse bir şey satsa, hâkim de onun satışına icazet verse, fakat müşteriye malın
semenini
vermemesini söylese, müşteri buna
rağmen semeni öderse, zarar eder. Hâkim o semeni
tekrar
alır.»
İZAH
«İflâs
etme ilh...» Yani elinde bir kuruş kalmayacak bir duruma düşse, Bazı alimler de. iflas
kelimesini tefsir ederken. dirhemleri varken, sonra dirhemleri gidip fulus sahibi olması demişlerdir.
Misbâh.
Burada
iflastan maksat. hâkimin onun iflası ile hükmetmesidir. Biliniz ki, iflas eden kimseye mal
satan
adam eğer malin bedelini peşin konuşmuşsa diğer alacaklılara eşit olur. Ama eğer semeni
vadeli
ise, diğer borçlulara ortak olmaz. Şu kadar var ki, sattığı malın semenin ödeme vakti
girdikten
sonra alacaklının kabzettiğine hisselerine göre ortak olur. Makdisi'de de böyledir.
Sayıhânî.
«Satan
adam geri ister ilh...» Yani aldığı malı, satıcıdan izinsiz olarak kabzettikten sonra iflas
ederse,
satıcı onu geri alabilir. Musannıfın «hapsettirir» sözü de kabızdan önce ifllas etmesine
bağlıdır.
Burada musannıfın iki sözü
birbirine telif edip neşretmesi tertibin aksinedir. Düşünülsün.
«Hâniye'de
de böyledir ilh...» Şârih bu sözü ile Şurunbulâliye'ye uyarak metin üzerinde kapalılığı
gidermiştir.
Zira Hâniye'de olanı nakletmiş,
sonra da tasarruflarına icazet vermeyi serbest
bırakılmasına şart kılmıştır.
Ben
derim ki: Açık olan şudur ki, hâkimin icazeti onun yaptığı şeylerin caiz olmasının şartıdır.
Yoksa
serbest bırakılmasının cevazı için değildir. Metinde zikredilen ise serbest bırakmasının
cevâzıdır.
O halde, musannıfın bu sözü metin
üzerine bir kapalılığı giderme değil, belki diğer bir
hüküm
ifadesidir.
Düşünülsün.
«Birinci
harci ictihad konusu olan bir meseledir ilh...» Hidâye'de önce bu görüş «Birinci hâkimin
hacri
fetvâdır, hüküm değildir» sözüyle açıklanmıştır. Çünkü hakkında hüküm verilen bir şey için
verilen
ikinci bir hüküm mevcut değildir.
Sonra Hidâye sahibi sözlerine
devamla, «Eğer birinci
hâkimin
hacri hüküm olmuş olsa, hükmün kendisi ihtilaf edilecek bir konudur. O zaman da tasdik
etmek
gerekir»
demiştir.
Zeylâî de, «Ta ki gerekli ola, zira, ihtilaf eğer hükmün kendisinde vaki olursa, zaten tasdik lazım
gelmez.
Bununla birlikte, üzerinde icma edilmiş bir hüküm de olmaz. Eğer ihtilaf hükümden önce
mevcut
ise üzerinde icma edilmiş bir konu olur. O zaman da iki hâkimden birisinin sözü hükümle
tekid
edilir. Sonra da hüküm bozulmaz. Ama eğer ihtilaf hükmün kendisinde ise, o zaman ikinci bir
hükümle
de ihtilaf hasıl olur. O zaman da üzerinde icma edilen bir konu olması için diğer bir hüküm
lazım
gelir. Çünkü ihtilafın varlığından
sonra ona hükmedilmektedir. İşte mânâsı budur.»
Şu
kadar var ki, burada da kapalılık vardır. Çünkü onda ihtilaf
hükümden önce de mevcuttur. Zira
İmam
Muhammed bizzat sefahetle de hacredileceği görüşündedir. Onun tasarrufları da asla nâfiz
değildir.
O zaman da hükümde ihtilaf olur. Bu ihtilaf da kalmaz. Ta ki bu hükmün cevazına
hükmedilsin.
«Öğrenene
kadar ilh...» Yani hacri bilmedikçe. Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Eğer
hacredildiğini
âdil bir adam haber verir, o da kabul ederse, kendiliğinden hacredilmiş olur. Tasdik
etmese
de yine öyledir.» Sonra da, «İzin ile hacr arasında onun mezun olması için kölenin o âdil
kimsenin
haberini tercih etmesi ile tasdik etmesi arasında bir fark yoktur. Fakih Ebû Bekr el-Belhî
böyle zikretmiştir. Onun görüşüne dayanılmıştır. Ancak hacirle iznin orasını ayırdetmenin aksine»
demiştir.
«Hacr,
rüşdle kalkmaz ilh...» Bu da yine İmam Ebû Yûsuf'un
görüşüdür. İmam Muhammed buna
muhalefet
etmiştir. Nitekim biz Cevhere'den
naklen ihtilafın semeresinin beyânı ile bunu
zikrettik.
«Rüşde
erdiğinî iddia etse ilh...» Yani hâkim onu hacr koyduktan sonra hacrin iptali
için reşid
olduğu
iddia etse.
«Eşbâh
ilh...» Muhit'te Ebû Yûsuf'un «Sefih
ancak hâkimin hacri ile hacrolunur.» sözünün delili
zikredilirken söylenilen «Zahir olan sefihin sona ermesidir.» sözüyle Eşbâh'ta bu söz üzere istidlâl
edilmiştir.
Zira onun aklı, onun sefihliğine engeldir.
Eşbâh'ta
şöyle denilmiştir: «Dış görünüşün
haline... haline şehâdet ettiği delil kabul edilmez.»
Ben
derim ki: Zahir, sefihliğin sona ermesinin sefihliğine hüküm verilmezden öncedir. Muhit'in
kelâmının
siyakı da buna delâlet eder. Ama onun sefihliğine hüküm verilmezden öncedir. Muhit'in
kelâmının
siyakı da buna delâlet eder. Ama onun sefihliğine hüküm verildikten sonra ise -nitekim
bu
Eşbâh'ta meselenin mevzuudur- o sefih
hükümle tekid edilmiş ve sabit
olmuştur. Asıl da o
sefihliğin
devamıdır. İmam Ebû Yûsuf'a göre
sübutundan sonra hacr ancak hükümle kalkar ifadesi
de
delâlet eder. Eğer asıl sefihliğin zevali olsaydı, hâkimin hükmüne ihtiyaç kalmazdı. Bundan
dolayı da Makdisî, Eşbâh hâşiyesinde «Hâkim sefih üzerine hacr konulmasından sonra hâkimin
hükmünün
hilâfını iktiza edecek bir şey mevcut değildir. Açık olan sefihliğin bekasıdır» demiştir.
Hamevî
de Şeyh Salih'ten bu şekilde nakletmiştir. O zaman uygun olan, sefihliğin zevalinin delilinin
takdim
edilmesidir. Bunun misali zikrettikten sonra Allâme Birî şöyle der:
«Ben Zahiretü'n-Nâzir'de
sefihliğin
sona ermesinin takdim edileceğini kat'i bir ifade ile gördüm.» Bunu Ebussuud nakl ve
ikrar
etmiştir.
Hülasa,
ben şarihten başka hiç kimsenin Eşbâh sahibine tabi olduğunu görmedim. Allah daha
iyisini
bilir.
«Vehbâniye'de
ilh...» Birinci beytin ikinci mısrası değiştirilmiştir. Aslı şöyledir: «Her kim tehiri iddia
ederse,
tehir edilmez.» Birinci beytin manâsı şudur: Eğer adam salâhından sonra mahcur olduğu
halde
malını istihlak ettiğini ikrar etse, mal sahibi ikran hacr halinde değil, salâh halinde yaptığını
iddia
etse, makbul olan söz, ikrar edenindir. Çünkü o ikrarını ikrarın sıhhatine münafi olan belli bir
hale
izafe etmiştir. Hakikatinde mukır değil, münkir olmuş olur. Söz de münkirindir. Yine bunun
gibi,
mal sahibi, malı kendisine fesat zamanında ikrar ettiğini fakat onun hak olduğunu iddia etse,
mukır
da hak olmadığını iddia etse, söz mukırrındır.
İkinci
beytin manâsı da şudur: Hacırlı
olan kimse bir şey satsa, hâkim de onun satışına icazet
verse.
yalnız hâkim müşteriyi ona semeni vermekten nehyetse, o
da verse, semen de helâk olsa
müşteri
semen için hâkime zamindir. Zira hâkimi onu semeni vermekten nehyettiği zaman kabz
hakkı
Hâkimin olmaktadır. Mahcur burada ecnebi gibidir. Eğer hâkim nehyetmezse, müşterinin
semeni
ona vermesi caizdir. Zira Kadı'nın onun bey'ine icazeti semenin ona verilmesine de
icazettir.
Bey ile vekil olan, kabzla da
vekildir. Allah Teâlâ daha iyisini
bilir.