13 Ekim 2012

DEYN (BORÇ) SEBEBİYLE HACİR ALTINA ALINAN KİMSENİN TASARRUFLARI BAHSİ


DEYN (BORÇ) SEBEBİYLE HACİR ALTINA ALINAN KİMSENİN TASARRUFLARI BAHSİ

«Borçlardan sonra lazım olur ilh...» Yani borçlardan dolayı hacredilen kimse bir mal ile ikrar etse, o
ikrar ettiği malı hacrine sebep olan borçlarını ödedikten sonra öder. Ama bu malda eğer hacrden
sonra istifade ettiği bir mal değilse. Yoksa, ikrar ettiği malı da hacrden sonra istifade ettiği maldan
öder. Nitekim Mevahib ve Hidâye'de de böyledir.
Biz bunu Tatarhâniye ve Mülteka şerhinden naklen zikrettik. Tatarhâniye'de daha sonra «O halde
alacaklıların haklarını iptale sebep olan her tasarrufa hacr tesir. Hibe ve sadaka gibi. Satışa gelince,
eğer kıymetinin misli ile satıyorsa, caizdir. Eğer çok düşük bir fiyatla satıyorsa. caiz olmaz. Alan
müşteri de gabni izale etmekle fesih arasında muhayyerdir. Hastanın satışı gibi. Eğer malını
alacaklısına satsa, sattığı malın semeni ile borcunu takas etse, caizdir. Eğer borçlusu bir kişi ise.
Yok eğer borçlusu çok ise, eğer kıymeti ile satarsa, satışı takassız geçerlidir. Bu mahcur,
alacaklıların bazısının alacağını ödese, bazısınınkini ödemese, yine hasta gibidir» denilmiştir.
Özetle.
«Delil ilh...» Yani. onun ödünç aldığına veya kıymeti karşılığında aldığına şahitlik edenler olursa.
Tatarhâniye.
«Hakimin ilmi ilh...» Mutemed olan, hâkimin kendi ilmiyle satmasının caiz olmamasıdır. T.
«İstihlâk ettiği bir mal gibi ilh...» Zira istihlâk ettiği malın sahibi de alacaklılara dahil olur. Eğer
mehr-i misliyle bir kadınla evlenirse, bunun hükmü de böyledir. İbni Melek.
Onun malı istihlâk etmesinden maksat, yani kendisi ikrar etmeden, malı istihlâk ettiğinin sabit
olmasıdır. Eğer ikrarı ile sabit olursa, buhususta Tatarhâniye'de şöyle denilmiştir: «Borçlu salâh
sahibi olduktan sonra ikrarı kendisinden sorulur. Şöyle ki, ikrar ettiği mal, hacrden önce üzerinde
bir hak mıydı? Eğer evet derse, o mal ile de sorumlu tutulur. Eğer evet demezse sorumlu tutulmaz.
Hacir altındaki çocuk hakkında da cevabın böyle olması gerekir.»
METİN
Bir kimse iflas etse, yanında satın aldığı bir eşya olsa. bunu satıcının izni ile parasını ödemeden
kabzetmiş olsa, satıcı onun semeninde diğer alacaklılarla eşittir. Eğer o eşyayı kabızdan önce veya
sonra iflas etmiş olsa, eşyayı da satıcının izni olmadan kabzetmiş bulunsa, onu satan kimse geri
ister veya semenini ödetmek için hapsettirir.
İmam Şâfii de, «Satıcı satım akdini feshetme hakkına da sahiptir» demiştir.
Hâkim bir kimseyi hacretse, o da davasını ikinci bir hâkime götürse, ikinci hâkim onu serbest
bırakarak tasarruflarına icazet verse, (-Hâniye'de böyledir. Bu görüş Dürer ve Minâh'ta yoktur.-) caiz
olur. Mahcurun malında yaptığı alış-veriş gibi tasarruflar, ikinci hâkimin icazetinden ister önce
olsun, ister sonra, câizdir. Çünkü birinci hacri ictihad konusu olan bir meseledir. O halde onun
birinci hacri, diğer bir hâkimin tasdikine bağlı bulunur.
FER'İ MESELELER:
Gaib olan kimsenin hacredilmesi de geçerlidir. Şu kadar var ki o öğreninceye kadar hacredilmiş
olmaz. Hâniye.
Hacr, rüşdle kalkmaz. Bir kimse reşid olduğunu iddia etse hasmı da onun sefahat üzere kaldığını
iddia etse, ikisi de delil getirseler, uygun olan, onun sefihliğinin kaldığını isbat eden delilinin tercih
edilmesidir. Eşbâh.
Vehbâniye'de şöyle denilmiştir: «İki hasmın birisi ikrarının hacirden önce diğeri de hacr sırasında
olduğunu iddia etseler, hacr sırasında ikrar edildiğini iddia edenin sözü kabule daha layıktır.
Hacredilen kimse bir şey satsa, hâkim de onun satışına icazet verse, fakat müşteriye malın
semenini vermemesini söylese, müşteri buna rağmen semeni öderse, zarar eder. Hâkim o semeni
tekrar alır
İZAH
«İflâs etme ilh...» Yani elinde bir kuruş kalmayacak bir duruma düşse, Bazı alimler de. iflas
kelimesini tefsir ederken. dirhemleri varken, sonra dirhemleri gidip fulus sahibi olması demişlerdir.
Misbâh.
Burada iflastan maksat. hâkimin onun iflası ile hükmetmesidir. Biliniz ki, iflas eden kimseye mal
satan adam eğer malin bedelini peşin konuşmuşsa diğer alacaklılara eşit olur. Ama eğer semeni
vadeli ise, diğer borçlulara ortak olmaz. Şu kadar var ki, sattığı malın semenin ödeme vakti
girdikten sonra alacaklının kabzettiğine hisselerine göre ortak olur. Makdisi'de de böyledir.


Sayıhânî.
«Satan adam geri ister ilh...» Yani aldığı malı, satıcıdan izinsiz olarak kabzettikten sonra iflas
ederse, satıcı onu geri alabilir. Musannıfın «hapsettirir» sözü de kabızdan önce ifllas etmesine
bağlıdır. Burada musannıfın iki sözü birbirine telif edip neşretmesi tertibin aksinedir. Düşünülsün.
«Hâniye'de de böyledir ilh...» Şârih bu sözü ile Şurunbulâliye'ye uyarak metin üzerinde kapalılığı
gidermiştir. Zira Hâniye'de olanı nakletmiş, sonra da tasarruflarına icazet vermeyi serbest
bırakılmasına şart kılmıştır.
Ben derim ki: Açık olan şudur ki, hâkimin icazeti onun yaptığı şeylerin caiz olmasının şartıdır.
Yoksa serbest bırakılmasının cevazı için değildir. Metinde zikredilen ise serbest bırakmasının
cevâzıdır. O halde, musannıfın bu sözü metin üzerine bir kapalılığı giderme değil, belki diğer bir
hüküm ifadesidir. Düşünülsün.
«Birinci harci ictihad konusu olan bir meseledir ilh...» Hidâye'de önce bu görüş «Birinci hâkimin
hacri fetvâdır, hüküm değildir» sözüyle açıklanmıştır. Çünkü hakkında hüküm verilen bir şey için
verilen ikinci bir hüküm mevcut değildir. Sonra Hidâye sahibi sözlerine devamla, «Eğer birinci
hâkimin hacri hüküm olmuş olsa, hükmün kendisi ihtilaf edilecek bir konudur. O zaman da tasdik
etmek gerekir» demiştir.
Zeylâî de, «Ta ki gerekli ola, zira, ihtilaf eğer hükmün kendisinde vaki olursa, zaten tasdik lazım
gelmez. Bununla birlikte, üzerinde icma edilmiş bir hüküm de olmaz. Eğer ihtilaf hükümden önce
mevcut ise üzerinde icma edilmiş bir konu olur. O zaman da iki hâkimden birisinin sözü hükümle
tekid edilir. Sonra da hüküm bozulmaz. Ama eğer ihtilaf hükmün kendisinde ise, o zaman ikinci bir
hükümle de ihtilaf hasıl olur. O zaman da üzerinde icma edilen bir konu olması için diğer bir hüküm
lazım gelir. Çünkü ihtilafın varlığından sonra ona hükmedilmektedir. İşte mânâsı budur.»
Şu kadar var ki, burada da kapalılık vardır. Çünkü onda ihtilaf hükümden önce de mevcuttur. Zira
İmam Muhammed bizzat sefahetle de hacredileceği görüşündedir. Onun tasarrufları da asla nâfiz
değildir. O zaman da hükümde ihtilaf olur. Bu ihtilaf da kalmaz. Ta ki bu hükmün cevazına
hükmedilsin.
«Öğrenene kadar ilh...» Yani hacri bilmedikçe. Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Eğer
hacredildiğini âdil bir adam haber verir, o da kabul ederse, kendiliğinden hacredilmiş olur. Tasdik
etmese de yine öyledir.» Sonra da, «İzin ile hacr arasında onun mezun olması için kölenin o âdil
kimsenin haberini tercih etmesi ile tasdik etmesi arasında bir fark yoktur. Fakih Ebû Bekr el-Belhî
yle zikretmiştir. Onun görüşüne dayanılmıştır. Ancak hacirle iznin orasını ayırdetmenin aksine»
demiştir.
«Hacr, rüşdle kalkmaz ilh...» Bu da yine İmam Ebû Yûsuf'un görüşüdür. İmam Muhammed buna
muhalefet etmiştir. Nitekim biz Cevhere'den naklen ihtilafın semeresinin beyânı ile bunu zikrettik.
«Rüşde erdiğinî iddia etse ilh...» Yani hâkim onu hacr koyduktan sonra hacrin iptali için reşid
olduğu iddia etse.
«Eşbâh ilh...» Muhit'te Ebû Yûsuf'un «Sefih ancak hâkimin hacri ile hacrolunur.» sözünün delili
zikredilirken söylenilen «Zahir olan sefihin sona ermesidir.» sözüyle Eşbâh'ta bu söz üzere istidlâl
edilmiştir. Zira onun aklı, onun sefihliğine engeldir.
Eşbâh'ta şöyle denilmiştir: «Dış görünüşün haline... haline şehâdet ettiği delil kabul edilmez.»
Ben derim ki: Zahir, sefihliğin sona ermesinin sefihliğine hüküm verilmezden öncedir. Muhit'in
kelâmının siyakı da buna delâlet eder. Ama onun sefihliğine hüküm verilmezden öncedir. Muhit'in
kelâmının siyakı da buna delâlet eder. Ama onun sefihliğine hüküm verildikten sonra ise -nitekim
bu Eşbâh'ta meselenin mevzuudur- o sefih hükümle tekid edilmiş ve sabit olmuştur. Asıl da o
sefihliğin devamıdır. İmam Ebû Yûsuf'a göre sübutundan sonra hacr ancak hükümle kalkar ifadesi
de delâlet eder. Eğer asıl sefihliğin zevali olsaydı, hâkimin hükmüne ihtiyaç kalmazdı. Bundan
dolayı da Makdisî, Eşbâh hâşiyesinde «Hâkim sefih üzerine hacr konulmasından sonra hâkimin
hükmünün hilâfını iktiza edecek bir şey mevcut değildir. Açık olan sefihliğin bekasıdır» demiştir.
Hamevî de Şeyh Salih'ten bu şekilde nakletmiştir. O zaman uygun olan, sefihliğin zevalinin delilinin
takdim edilmesidir. Bunun misali zikrettikten sonra Allâme Birî şöyle der: «Ben Zahiretü'n-Nâzir'de
sefihliğin sona ermesinin takdim edileceğini kat'i bir ifade ile gördüm.» Bunu Ebussuud nakl ve
ikrar etmiştir.
Hülasa, ben şarihten başka hiç kimsenin Eşbâh sahibine tabi olduğunu görmedim. Allah daha
iyisini bilir.


«Vehbâniye'de ilh...» Birinci beytin ikinci mısrası değiştirilmiştir. Aslı şöyledir: «Her kim tehiri iddia
ederse, tehir edilmez.» Birinci beytin manâsı şudur: Eğer adam salâhından sonra mahcur olduğu
halde malını istihlak ettiğini ikrar etse, mal sahibi ikran hacr halinde değil, salâh halinde yaptığını
iddia etse, makbul olan söz, ikrar edenindir. Çünkü o ikrarını ikrarın sıhhatine münafi olan belli bir
hale izafe etmiştir. Hakikatinde mukır değil, münkir olmuş olur. Söz de münkirindir. Yine bunun
gibi, mal sahibi, malı kendisine fesat zamanında ikrar ettiğini fakat onun hak olduğunu iddia etse,
mukır da hak olmadığını iddia etse, söz mukırrındır.
İkinci beytin manâsı da şudur: Hacırlı olan kimse bir şey satsa, hâkim de onun satışına icazet
verse. yalnız hâkim müşteriyi ona semeni vermekten nehyetse, o da verse, semen de helâk olsa
müşteri semen için hâkime zamindir. Zira hâkimi onu semeni vermekten nehyettiği zaman kabz
hakkı Hâkimin olmaktadır. Mahcur burada ecnebi gibidir. Eğer hâkim nehyetmezse, müşterinin
semeni ona vermesi caizdir. Zira Kadı'nın onun bey'ine icazeti semenin ona verilmesine de
icazettir. Bey ile vekil olan, kabzla da vekildir. Allah Teâlâ daha iyisini bilir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...