MUVÂLÂT VELASI FASLI
METİN
Müslüman
değil, arap olmamak şartı ile mükellef bir kişi diğerinin eliyle müslüman olsa. «Ben
öldüğüm
zaman mirasım senindir, cinayet işlediğim takdirde âkilem de sana aittir» diyerek eliyle
müslüman
olduğu kişiyi veya başka birisini kendisine velî tayin etse, akilesi veli tayin ettiği kişi
üzerinedir,
mirası da onundur. Nitekim yukarıda geçti, ileride de gelecektir.
Böyle bir durumda her iki taraftan da mirası şart koşsalar, yine geçerlidir.
Akıllı
bir çocuk babasının veya vasisinin izni ile bir diğerine velâ vermiş olsa, engel olmadığından
geçerlidir. Efendisinin izni ile bir kölenin diğerini kendisine veli tayin etmesi halinde geçerli olduğu
gibi.
Efendinin izni ile kölenin velisi
olan kimse muvâlât akti ile kölenin efendisinin vekili olmuş
olur.
Yalnız bu miras zevi'l-erhama
verilen mirastan sonra gelir. Çünkü
bu zayıftır.
Eğer
veli ettiği adam kendisi veya çocuğu için âkile vermemişse, onun huzurunda velâsını
başkasına nakledebilir. Eğer veli kendisinin veya çocuğunun âkilesini vermişse, onun velâsı
başkasına intikal etmez. Çünkü âkile ile tekid edilmiştir.
Azadlı
bir kimse hiç kimseye velâyet veremez. Çünkü onu azad edenin velâsı lüzumlu bir
velâdır.
Kadın
birisini veli kılsa sonra da nesebi meçhul bir çocuk doğursa yaptığı muvâlât aktinde çocuk
da
kendisine tabidir. Bu kadın birisi ile muvâlât akti yapmasa da çocuğu yanında olduğu halde
muvâlût
akti ile ikrar etse, yine çocuk ona
tabidir. Çünkü o akit, babası
bilinmeyen çocuk hakkında
sırf
menfaattir.
Muvâlât
aktinin şartı hür ve nesebin meçhul
olmasıdır. Yani başkasına nisbet edilmemesidir. Ama
birisinin
ona nisbet edilmesi, meselâ çocuğu olması, muvâlât aktine engel değildir. İnâye.
Muvâlât
aktini yapan kimsenin Arap olmaması da şarttır. Üçüncü şart, onu azad eden bir velinin ve
daha
önce kendisi yerine âkilesini veren
bir velisinin olmamasıdır.
Dördüncü
şart da beytü'l-maldan onun cinâyet âkilesinin
verilmemesidir.
Beşinci
olarak akıllı ve miras olacak malının olması da şarttır. İslâma gelince, velâ veren kimsenin
müslüman
olması şart değildir. O halde müslümanın zımmîye muvâlâtı, zımmînin müslümana
muvûlâtı
veya zımmînin zımmîye muvâlâtı, her ne
kadar esfel müslüman olsa da geçerlidir. Zira
muvâlât
vasiyet gibidir. Nitekim bu husus
Bedâyî'de ayrıntılı bir biçimde anlatılmıştır.
Vehbûniye'de nazmen şöyle denilmiştir: «Birisi babasının hayrına bir köle azad etse, kölenin velâsı
azad
edenindir. Babası da meşiyetle ecre nail
olur.»
Yani
oğlu ölmüş babasının yerine bir köle azad etse, kölenin velâsı azad edenin adamıdır. Allah
dilerse
ecri de babasınındır. Oğlunun ecrinden de hiçbir şey eksilmez.
Ölen
baba için verilen sadaka ve dua da ona kavuşur. Babası yerine
sadaka veren kimsenin ecrinde
de
hiçbir şey eksilmez. Müzmarat.
İZAH
Musannıf
bu faslı bir önceki fasıldan geri bırakmıştır. Çünkü bu fasl yer değiştirmeyi ve intikali
kabul
ettiği gibi aynı zamanda ihtilaf edilmiş bir meseledir. Çünkü Mâlik ve Şâfii'ye göre buna asla
itibar
edilmez. Ama azad velasına itibar edilir. Her iki tarafın delilleri uzun uzun kitaplarda
mevcuttur.
«Mükellef
bir kişi ilh...» Yani âkil ve bâliğ olan. O halde akıllı olan çocuk velisinin izni iIe de olsa,
başkasını veli etme hakkına sahip değildir. Nitekim ileride bunun açıklaması gelecektir. Burada
«kişi» ile kayda bağlanması ittifakîdir, ihtirazî değil. Zira kadının da bu akti yapması sahihtir.
Nitekim
ileride gelecektir.
«Veya
başka birisini ilh...» Yani elinde müslüman olduğu kimseden başkasını veli etse. Ata'ya göre,
onun
velâsı ancak elinde müslüman olduğu
kişidir.
Bedâyî.
«Arap olmamak şartı ile ilh...» Bu görüş musannıfın «müslüman olsa» Sözünü takip eder.
Tatarhâniye'de
şöyle denilmiştir: «Şeyhülislâm Mebsût'unda arap olmamanın adet üzere
zikredildiğini
açıklamıştır.»
«Yukarıda
geçti, ileride de gelecektir ilh...» Bu söz musannıfın «arap olmama» sözüne bağlıdır. Zira
musannıf
bu fasıldan önce muvâlâtın Araplarda olmayacağını zikretmiştir. Yine, «Arap olmaması da
şarttır.»
sözünde de gelecektir. Ondan sonra da, velâ yapan kimsenin müslüman olmasının şart
olmadığını
açık olarak söyleyecektir.
«Öldüğüm
zaman mirasım senindir ilh...» Yanı, asen benim mevlâmsın, öldüğüm zaman benim
varisimsin
ve cinayet istediğimde de benim yerime akile vereceksin.» dese, o da. «Kabul ettim»
veya «Sana veli oldum» dese, diğeri de tekrar «kabul ettim,» dese. Bedâyî.
Bu
ifadenin zahirine göre irs ve
âkileyi akitte konuşmak şarttır. Bu
ileride açıklanacaktır.
«Mirası
da onundur ilh...» Mebsut'ta şöyle
denilir: «Önce veli tayin edilen
kimse ölse, sonra da onu
veli
yapan kimse ölse, velî olan kimsenin kız çocukları değil, ancak erkek çocukları miras alırlar.
Bizim
azad velâsında açıkladığımız gibi.» Turf.
«İki
taraftan da mirası şart koşsalar, yine sahihtir ilh...» Yani her ikisinde de gelecek şartlar
tamamlandıktan
sonra bunlardan her biri kendinden Önce ölen arkadaşının malına varis olur. Bu
bütün
kitaplarda hilafsız zikredilmiştir;
Makdisî,
İbni Zjya'dan şöyle nakletmiştir: «İmam Ebû Hanîfe'ye göre ikinci birincisinin mevlası olur.
Birincisinin,
velâsı da bâtıl olur. İmameyn de, bunların her biri arkadaşının mevlâsı olur
demişlerdir.» Bu konunun tamamı Şurunbulâliye'dedir. Bu
husustaki ihtilaf, Tuhfe'den
naklen
Gâyetü'l-Beyânda zikredilmiştir.
«Akıllı bir çocuk ilh...» Musannıf burada çocuğu akıllı olmasıyla kayda bağlamıştır. Zira çocuk akıllı
olmadığı
takdirde onun tasarrufları asla muteber değildir.
Zeylâî'nin ifadesi ise şöyledir «Eğer adam muvâtât aktini çocuk veya köle ile yaparsa.»
Uygun olan, «Akıllı bir çocukla veya bir köleyle» denilmesiydi. Zira çocuğun veya kölenin mevlâ
olması
anlaşılır. Bedâyî'de bunun illeti
mevcuttur. Bedâyî'de şöyle
denilmiştir «Büluğa gelince. bu
kabul
değil, icab tarafında aktin bağlanmasının şartıdır. Hatta bir çocuk bir kişinin elinde müslüman
olsa,
o çocuğu kendisine veli etse, caiz değildir. Onun kâfir babası her ne kadar izin verse de. Zira
Kâfir
babanın müslüman oğlu üzerinde
velâyeti yoktur. İşte bundan dolayı
o çocuğun satım akdi
gibi
diğer akitleri de kâfir babasının izni ile caiz değildir. Ama büluğun kabul tarafında olmasına
gelince,
o aktin geçerliliğinin şartıdır. Hatta baliğ birisi bir çocukla velâyet akti yapsa, o çocuğun
babasının
veya velisinin icazetine bağlı olur. Yine bir kişi bir köleyi veli etse, kölenin efendisinin
icazetine
bağlıdır. Ancak velâ efendidendir, çocukta da babadandır. Çünkü baba veya mevlâ
mülkiyet
ehlidir. Mükâteb de köle gibidir.»
Özetle.
«Bu
zayıftır ilh...» Zira muvâlât bunların ikisinin aktidir. Bunlardan başkasına gerekmez.
Zevi'l-erham
ise şer'an vâristir. Onlar onun
ibtaline mâlik değildirler. Dürer.
«Onun
huzurunda velâsını başkasına
nakledebilir ilh...» Yani onun bilgisiyle. Bedâyî.
Musannıfın
burada «huzur» ile kayda bağlaması
Hidaye'de olan ifadeye aykırıdır.
Zira Hidaye sahibi
hazır
olmayı intikal için değil, velâdan
teberri için bir kayıt yapmıştır.
Kifâye'de de şöyle denilmiştir: «Esfel olan mevlâ, yani bir diğerini veli tayin eden kişi
veli yaptığı
adamın
huzurunda olmasa bile bir diğeriyle muvâlât akti yapmanın zımnında
velâsını feshedebilir.
Şu
kadarı var ki, ne veli olan
kimse, ne de veli yapan kimse kasıtlı olarak diğeri hazır olmadığı
zaman
velâyı Teshedemez.»
Kifaye'de olanın misli Bedâyî'de Tebyîn adlı eserde Mücteba'da, Gurerü'I-Efkâr. Dürer, Mülteka,
Cevhere
ve bunlardan başka da mevcuttur.
Yine. Hakim'in Kâfi'sinden naklen Gayetü'l-Beyân'da da
vardır.
Zira velâsını başkasına veren
kimse bir diğeri ile akit yaptığı zaman hükmen bir önceki aktini
feshetmiş
olur. Bunda onun bilgisi de şart değildir. Zira bir-şey bazen kasden sabit olmadığı yerde
zarureten
sabit olur. Mesela bir kölenin satışı için birisini vekil tayin etse. vekil gâib olduğu halde
onu
azletse, azli geçerli değildir. Ama eğer kölesini satar veya azad ederse, vekil ister bilsin, ister
bilmesin
kendiliğinden azledilmiş olur. Bedâyî.
Kenz'in
ifadesi de musannıfın ifadesine eşittir. İbni Kemâl de Islâh ismindeki eserinin iki yerinde
hazır
olmasıyla kayıtlamıştır. Bu da eğer ıslâha muhtaç olmayan diğer bir görüş yoksa. Bunun
üzerine
uyarı yapanı da
görmedim.
Evet.
Şurunbulâliye'de Tâcü'ş-Şeriâ'dan naklet Islâh isimli kitapta olan ifadenin aynısı zikredilmiştir.
Düşünülsün.
«Çocuğu
için âkile vermemişse ilh...» Bu söz işaret ediyor ki, muvâlât yapanın küçük çocukların da
akte
dahildirler. Yine, akitten sonra doğan çocukları da akte dâhildir. Tebyîn adlı eserde olduğu
gibi.
Ama büyük çocukları bunun aksinedir. Muvâlât akti yapanın yetişkin bir oğlu babasının
mevlâsının
dışında bir kimse ile muvâlât akti yapmış olsa, onun velâsı da akit yaptığı
kimsenindir.
Muvâlât
akti yapanın küçük çocukları büyüseler. eğer babasının mevlâsı büyüyen çocuk yerine
veya babasının veya çocuklardan bir
tanesinin yerine âkilesini vermişse, büyüyen çocuk artık
babasının
mevlâsından dönemez.
Bedâyî.
«İntikal
etmez ilh...» Çocuğu da dönemez.
«Azad edenin velâsı lüzumlu velâdır ilh...» Zira o velânın sebebi azaddır. Velânın sübutundan sonra
nakzı
ihtimal etmez. O halde münfesih olmaz. onunla birlikte başka bir akit de yapılmaz. Zira
yapılacak akit bir şey ifade etmez. Zeylâî.
Tatarhânîye'de
şöyle denilmiştir: «Bir zımmî, bir köleyi azad etse, sonra dârü'l-harbe iltihak etse,
sonra
köle edilse, onun azad ettiği köle bir diğerini veli tayin etme hakkına sahip değildir. Zira onun
azadlık
mevlâsı vardır. Azad edilen köle esir düşen efendisini alıp azad etse, öldüğü takdirde ondan
miras
alır. Eğer onu azad ettikten sonra bir cinayet işlerse, köle âkilesini kendi nefsinden verir.
Onun
efendisi, bütün rivayetlerde onun
namına âkile vermez. Bazı rivayetlerde de ondan miras
alacağı
ve âkile vereceği
söylenmiştir.»
Tatarhâniye'nin
bu ifadesi muvâlâttün men edilmeyi ifade etmektedir. Her ne kadar azad mevlâsına
engel
olsa bile.
«Nesebi
meçhul bir çocuk ilh...» Doğumunda babası bilinmeyen kişi.
T.
«Sırf
menfaattir ilh...» Zira çocuk cinayet iştediği takdirde onun
annesinin muvâlât akti yaptığı kişi
âkilesini verir. O zaman bu hibenin kabulü gibi sırf menfaat olur. Bu zikredilen hüküm İmam Ebû
Hanife'nin
görüşüdür. İmameyne göre, müvâlât akti yapan kadının
yanındaki çocuğu muvâlât
aktinde
annesine tabi
değildir.
«Muvâlât
akti ilh...» Bu ifadede muzaf
mazuftur. Yani muvâlât yapmasının
sahih olduğu bildiren
geçen
ifadeye münafi değildir. Zira geçen
ifade birisinin akti kabul etmesinden bahsedilmektedir.
Buradaki
kelam ise akit icab ettiren hususundadır.
«Hür
ilh...» Bu zannedildiği gibi
kölenin efendisinin izni ile muvâlât yapmasının sahih olduğu
bildiren
geçen ifadeye münafi değildir. Zira
gelen ifade de birisinin akti kabul etmesinden
bahsedilmektedir. Buradaki kalem ise akti icab ettiren
hususundadır.
«Nesebin
meçhul olmasıdır ilh...» Ben diyorum ki, oğul, babasının
muvâlât akti yaptığı kimse ile
başka
bir muvâlât akti yapabilir. Veya ondan başkası ile muvâlât akti yapmaya da dönebilir. Ama,
babasının
mevlâsı onun âkilesini vermemişse. Fakihler bunu açıklamıştır. O halde nesebin meçhul
olması
şartı uygun değildir. Sadiye. Bunun benzerini H.
de Makdisî'den nakletmiştir.
Ben
derim ki: Bunu Gürerü'l-Efkâr'daki «Velev nesebi bilinse bile» sözü teyid etmektedir. Tercih
edilen
de ancak budur. Mecma şerhinde de «Muvâlât akti yapan kimsenin nesebinin meçhul olması
bazı
âlimlere göre aktin şartlarından değildir» denilmiştir. Tercih edilen de ancak budur.
«Arap olmaması ilh...» Yani Arap olmayacağı gibi bir Arabın azadlısı da olmayacaktır. Bedâyî'de
olduğu
gibi. Nesebin meçhul olması sözü buna ihtiyaç bırakmamaktadır. Çünkü Arapların nesebi
malumdur.
Şurunbulûliye ve
Sadîye.
«Onu
azad eden bir velinin ilh...» Yani
onu azad eden mevlâsının velâsı
için bir engel dahi olsa, yine
de
kimse ile muvâlât akti yapamaz.
Nitekim biz bunu yukarıda zikrettik.
«Akilesini veren bir velisinin olmaması ilh...» Bedâyî'de olduğu gibi, musannıf eğer,
«Onun muvâlât
akti
yaptığı kişinin dışında onun yerine kimse âkilesini vermese» deseydi, dördüncü şartta buna
girerdi.
Eğer beytü'l-maldan onun âkilesi verilmişse, onun velâsı müslüman cemaatindir. O halde o,
velâsını
müslüman cemaatten belirli bir kişiye havale etmeye de mâlik değildir. Bedâyî.
«Beşinci
ilh...» Altıncı, yedinci ve sekizinci şartlar kaldı. Zeylâî şöyle demektedir: «Velâ akti yapan
kimsenin
hür, akil ve malı olması şarttır.» Zira bunlar icabta bulunan akitte olması gereken
şartlardır.
Sen de bunları geçmişte bildin. Beşinci şart ise, bunun olduğunu fakihlerden birçoğu
açıklıkla söylemiştir. Açıklıkla söyleyenlerden birisi de Hidâye sahibidir.
Gâyetü'l-Beyân'da
beşincinin
şart olmasına birçok itirazlar varid olmuştur ki, bu itirazların hiç birinde bunun açıklığı
zikredilmemiştir. Kadızade ve başkası da açıklamalarının beşincinin şart olmamasını
gerektirmeyeceğini
söyleyerek itirazları defetmişlerdir.
«İslâma gelince, velâ veren kimsenin müslüman olması şart değildir ilh...» Dürer de bu mesele
kapalı
görülmüştür. Çünkü mirasçı olmak velâya gereklidir. Dinlerinin
birbirine muhatif olması da
mirasçılığa engeldir. Sonra Dürer sahibi, «Ya rabbi sen bizî sorguya çekme ancak şöyle denilebilir:
Mirasçı
olmanın sebebi akit. vaktinde sabit olur. Şu kadar var ki, velâ akti yapanlar dinleri
ayrı
olduğu
sürece mirasçılık ortaya çıkmaz.
Mani zail olduğu. yani müslüman
oldukları zaman daha
önce
men edilen mirası alır. Nasıl asabenin veya farz sahibinin küfrü mirasa mani oluyorsa,
ölümden
önce o farz sâhibi veya asabe dönmüş olsalar onlardan men edilen miras da avdet eden»
demiştir.
Şurunbulâliye,
şârihin Bedâyî'den naklettiği ifade ile
Dürer'in bu tevilini reddetmiştir. Bunda da açık
bir
görüş vardır. Zira eğer Dürer sahibi,
«akit sahihtir» demek istiyorsa, zaten bunda anlaşmazlık
yoktur.
Zira buradaki kapalılık hükmün naklinde değil, şeklindedir. Veya eğer bunu vasiyet yerine
koymuşsa, o zaman da mevâlinin velâ yaptığı kimsenin
ölümünden sonra, varis olmaksızın
malı
istihkak
edeceğini ifade eder. Dinleri her ne kadar muhtelif olsa da. Nitekim bazı alimler de böyle
anlamışlardır. O zaman da açık bir nakle ihtiyaç duyurur. Çünkü fakihler muvâlâtı mirasçılığın
sebeblerinden saymışlardır. Velâ akti yapan kimseye de malın tamamına hak kazanan varis ismini
vermişlerdir.
Şunun üzerine ki, Turî, Muhit adlı
eserden naklen. «Bir zımmî bır müslümanı velî
yapsa.
ölse, o malı alamaz. Çünkü miras alma yardımlaşma itibariyledir. Yardımlaşma ise
Araplardan
başkasında ancak din ite olur.» demiştir. Bunu da kapalı görmüştür. Dürer'in kapalılığa
verdiği
şekilde de cevap vermiştir. O zaman herhangi bir yerdekî aktin sıhhatinde ve engelin
mevcut
olmasıyla birlikte miras almama hususunda nakil sabitse. o zaman nakle dönmek vacib
olur.
Allah daha iyisini
bilir.
«Müslümanın
zımmiye muvâlâtı ilh...» Eğer birisi
bir harbînin elinde müslüman olsa ve onu
kendisine
veli etse, geçerli olur mu? İmam Muhammed bunu Kitap'ta zikretmemiştir. Bunda da
âlimler
orasında ihtilaf vardır. Bazı alimlere göre geçerlidir. Çünkü harbî için bir müslümanın
üzerinde
azad etme velâsının alması caizdir. O zaman muvâlât velâsı da olabilir. Zımmîde olduğu
gibi.
Bazı âlimlere göre de geçerli değildir. Çünkü onda harbî ile muvâlât yapmak, dostluk kurmak
ve
yardımlaşmaktan nehyedilmişizdir; Zımmî bunun
aksinedir. Dürer,
Muhît'ten.
«Zımmînin
zımmîye muvâlâtı, her ne kadar esfel
müslüman da olsa, geçerlidir ilh...» Bedâyî'nin
ifadesi
şöyledir: «Yine zımmî bir zımmî ile
muvâlât yapsa, sonra muvâlât yapan zımmî müslüman
olsa.»
Burada esfel müslüman kaydına ihtiyaç yoktur diye itiraz edilmiştir. Çünkü musannıfın
müslümanın
zımmîye, bunun aksi, yani zımmînin müslümanla muvâlât akti yapması caizdir sözü ile
birlikte
buna ihtiyaç yoktur.
Ben
derim ki: «Esfel müslüman da olsa» sözünün faydası, din ihtilafının ister akit vaktinde, ister
ondan
sonra olsun, arasında bir fark olmadığına dikkat çekmek hususundadır. Yalnız bu tevilde
şarihin
ifadesi Bedâyî'nin ifadesinden daha
açıktır.
Düşün.
«Vasiyet
gibidir ilh...» Yani geçerli
oluşunda. Bir müslümanın bir
zımmîye vasiyeti nasıl geçerli ise
bu
da sahihtir. Şu kadarı var ki
aralarında şu cihette fark vardır: Vasiyet edilen kişi. vasiyet edilen
malı
dinlerinin ihtilaflı olmasıyla beraber vasîyet eden kişinin ölümünden sonra hak kazanır. Mevlâ
ise
bunun aksinedir. Nitekim sen bildin.
«Kölenin
velâsı azad eden kimsenindir ilh...» Zira azad eden ancak odur. T.
«Allah dilerse ecri de babasınındır ilh...» Musannıf burada «Allah dilerse» dedi. Çünkü bu hüküm
haber-i
vâhidle sabittir. O da kesinlik ifade etmez. Bunu Abdül Birî söylemiştir. T.
YAŞAYANLARIN AMELLERİNİN SEVABININ ÖLÜLERE ULAŞACAĞI
«Oğulun
ecrinden de hiçbir şey eksilmez
ilh...» AIIâme Abdül Birî şöyle demiştir: Mesela burada
hayatta olan kimselerin amellerinin sevabının ölülere ulaşması üzerine bina kılınmıştır. Bu konuda
Kâziü'l-Kuzzât
es-Sürucî ve başkası da kitap yazmışlardır. Bu konuda yine şeyhimiz Kâziü'l-Kuzzât
Sadettin
Deyrî, el-Kevâkibü'n-Neyyirât adını verdiği kitabı telif etmiştir. Bu teliflerin hepsinin
merkezi
alimlerin cumhurunun mezhebinde geçerli olan hayattakilerin bağışladıkları sevabların
ölülere
ulaş-masıdır. AIIah daha iyisini bilir.»