13 Ekim 2012

MUVÂLÂT VELASI FASLI


MUVÂLÂT VELASI FASLI

METİN
Müslüman değil, arap olmamak şartı ile mükellef bir kişi diğerinin eliyle müslüman olsa. «Ben
öldüğüm zaman mirasım senindir, cinayet işlediğim takdirde âkilem de sana aittir» diyerek eliyle
müslüman olduğu kişiyi veya başka birisini kendisine velî tayin etse, akilesi veli tayin ettiği kişi
üzerinedir, mirası da onundur. Nitekim yukarıda geçti, ileride de gelecektir.
yle bir durumda her iki taraftan da mirası şart koşsalar, yine geçerlidir.
Akıllı bir çocuk babasının veya vasisinin izni ile bir diğerine velâ vermiş olsa, engel olmadığından
geçerlidir. Efendisinin izni ile bir kölenin diğerini kendisine veli tayin etmesi halinde geçerli olduğu
gibi. Efendinin izni ile kölenin velisi olan kimse muvâlât akti ile kölenin efendisinin vekili olmuş
olur. Yalnız bu miras zevi'l-erhama verilen mirastan sonra gelir. Çünkü bu zayıftır.
Eğer veli ettiği adam kendisi veya çocuğu için âkile vermemişse, onun huzurunda velâsını
başkasına nakledebilir. Eğer veli kendisinin veya çocuğunun âkilesini vermişse, onun velâsı
başkasına intikal etmez. Çünkü âkile ile tekid edilmiştir.
Azadlı bir kimse hiç kimseye velâyet veremez. Çünkü onu azad edenin velâsı lüzumlu bir velâdır.
Kadın birisini veli kılsa sonra da nesebi meçhul bir çocuk doğursa yaptığı muvâlât aktinde çocuk
da kendisine tabidir. Bu kadın birisi ile muvâlât akti yapmasa da çocuğu yanında olduğu halde
muvâlût akti ile ikrar etse, yine çocuk ona tabidir. Çünkü o akit, babası bilinmeyen çocuk hakkında
sırf menfaattir.
Muvâlât aktinin şartı hür ve nesebin meçhul olmasıdır. Yani başkasına nisbet edilmemesidir. Ama
birisinin ona nisbet edilmesi, meselâ çocuğu olması, muvâlât aktine engel değildir. İnâye.
Muvâlât aktini yapan kimsenin Arap olmaması da şarttır. Üçüncü şart, onu azad eden bir velinin ve
daha önce kendisi yerine âkilesini veren bir velisinin olmamasıdır.
Dördüncü şart da beytü'l-maldan onun cinâyet âkilesinin verilmemesidir.
Beşinci olarak akıllı ve miras olacak malının olması da şarttır. İslâma gelince, velâ veren kimsenin
müslüman olması şart değildir. O halde müslümanın zımmîye muvâlâtı, zımmînin müslümana
muvûlâtı veya zımmînin zımmîye muvâlâtı, her ne kadar esfel müslüman olsa da geçerlidir. Zira
muvâlât vasiyet gibidir. Nitekim bu husus Bedâyî'de ayrıntılı bir biçimde anlatılmıştır.
Vehbûniye'de nazmen şöyle denilmiştir: «Birisi babasının hayrına bir köle azad etse, kölenin velâsı
azad edenindir. Babası da meşiyetle ecre nail olur.»
Yani oğlu ölmüş babasının yerine bir köle azad etse, kölenin velâsı azad edenin adamıdır. Allah
dilerse ecri de babasınındır. Oğlunun ecrinden de hiçbir şey eksilmez.
Ölen baba için verilen sadaka ve dua da ona kavuşur. Babası yerine sadaka veren kimsenin ecrinde
de hiçbir şey eksilmez. Müzmarat.
İZAH
Musannıf bu faslı bir önceki fasıldan geri bırakmıştır. Çünkü bu fasl yer değiştirmeyi ve intikali
kabul ettiği gibi aynı zamanda ihtilaf edilmiş bir meseledir. Çünkü Mâlik ve Şâfii'ye göre buna asla
itibar edilmez. Ama azad velasına itibar edilir. Her iki tarafın delilleri uzun uzun kitaplarda
mevcuttur.
«Mükellef bir kişi ilh...» Yani âkil ve bâliğ olan. O halde akıllı olan çocuk velisinin izni iIe de olsa,
başkasını veli etme hakkına sahip değildir. Nitekim ileride bunun açıklaması gelecektir. Burada
«kişi» ile kayda bağlanması ittifakîdir, ihtirazî değil. Zira kadının da bu akti yapması sahihtir.
Nitekim ileride gelecektir.
«Veya başka birisini ilh...» Yani elinde müslüman olduğu kimseden başkasını veli etse. Ata'ya göre,
onun velâsı ancak elinde müslüman olduğu kişidir. Bedâyî.
«Arap olmamak şartı ile ilh...» Bu görüş musannıfın «müslüman olsa» Sözünü takip eder.
Tatarhâniye'de şöyle denilmiştir: «Şeyhülislâm Mebsût'unda arap olmamanın adet üzere
zikredildiğini açıklamıştır.»
«Yukarıda geçti, ileride de gelecektir ilh...» Bu söz musannıfın «arap olmama» sözüne bağlıdır. Zira
musannıf bu fasıldan önce muvâlâtın Araplarda olmayacağını zikretmiştir. Yine, «Arap olmaması da
şarttır.» sözünde de gelecektir. Ondan sonra da, velâ yapan kimsenin müslüman olmasının şart


olmadığını açık olarak söyleyecektir.
«Öldüğüm zaman mirasım senindir ilh...» Yanı, asen benim mevlâmsın, öldüğüm zaman benim
varisimsin ve cinayet istediğimde de benim yerime akile vereceksin.» dese, o da. «Kabul ettim»
veya «Sana veli oldum» dese, diğeri de tekrar «kabul ettim,» dese. Bedâyî.
Bu ifadenin zahirine göre irs ve âkileyi akitte konuşmak şarttır. Bu ileride açıklanacaktır.
«Mirası da onundur ilh...» Mebsut'ta şöyle denilir: «Önce veli tayin edilen kimse ölse, sonra da onu
veli yapan kimse ölse, velî olan kimsenin kız çocukları değil, ancak erkek çocukları miras alırlar.
Bizim azad velâsında açıkladığımız gibi.» Turf.
«İki taraftan da mirası şart koşsalar, yine sahihtir ilh...» Yani her ikisinde de gelecek şartlar
tamamlandıktan sonra bunlardan her biri kendinden Önce ölen arkadaşının malına varis olur. Bu
bütün kitaplarda hilafsız zikredilmiştir;
Makdisî, İbni Zjya'dan şöyle nakletmiştir: «İmam Ebû Hanîfe'ye göre ikinci birincisinin mevlası olur.
Birincisinin, velâsı da bâtıl olur. İmameyn de, bunların her biri arkadaşının mevlâsı olur
demişlerdir.» Bu konunun tamamı Şurunbulâliye'dedir. Bu husustaki ihtilaf, Tuhfe'den naklen
Gâyetü'l-Beyânda zikredilmiştir.
«Akıllı bir çocuk ilh...» Musannıf burada çocuğu akıllı olmasıyla kayda bağlamıştır. Zira çocuk akıllı
olmadığı takdirde onun tasarrufları asla muteber değildir.
Zeylâî'nin ifadesi ise şöyledir «Eğer adam muvâtât aktini çocuk veya köle ile yaparsa.»
Uygun olan, «Akıllı bir çocukla veya bir köleyle» denilmesiydi. Zira çocuğun veya kölenin mevlâ
olması anlaşılır. Bedâyî'de bunun illeti mevcuttur. Bedâyî'de şöyle denilmiştir «Büluğa gelince. bu
kabul değil, icab tarafında aktin bağlanmasının şartıdır. Hatta bir çocuk bir kişinin elinde müslüman
olsa, o çocuğu kendisine veli etse, caiz değildir. Onun kâfir babası her ne kadar izin verse de. Zira
Kâfir babanın müslüman oğlu üzerinde velâyeti yoktur. İşte bundan dolayı o çocuğun satım akdi
gibi diğer akitleri de kâfir babasının izni ile caiz değildir. Ama büluğun kabul tarafında olmasına
gelince, o aktin geçerliliğinin şartıdır. Hatta baliğ birisi bir çocukla velâyet akti yapsa, o çocuğun
babasının veya velisinin icazetine bağlı olur. Yine bir kişi bir köleyi veli etse, kölenin efendisinin
icazetine bağlıdır. Ancak velâ efendidendir, çocukta da babadandır. Çünkü baba veya mevlâ
mülkiyet ehlidir. Mükâteb de köle gibidir.» Özetle.
«Bu zayıftır ilh...» Zira muvâlât bunların ikisinin aktidir. Bunlardan başkasına gerekmez.
Zevi'l-erham ise şer'an vâristir. Onlar onun ibtaline mâlik değildirler. Dürer.
«Onun huzurunda velâsını başkasına nakledebilir ilh...» Yani onun bilgisiyle. Bedâyî.
Musannıfın burada «huzur» ile kayda bağlaması Hidaye'de olan ifadeye aykırıdır. Zira Hidaye sahibi
hazır olmayı intikal için değil, velâdan teberri için bir kayıt yapmıştır.
Kifâye'de de şöyle denilmiştir: «Esfel olan mevlâ, yani bir diğerini veli tayin eden kişi veli yaptığı
adamın huzurunda olmasa bile bir diğeriyle muvâlât akti yapmanın zımnında velâsını feshedebilir.
Şu kadarı var ki, ne veli olan kimse, ne de veli yapan kimse kasıtlı olarak diğeri hazır olmadığı
zaman velâyı Teshedemez.»
Kifaye'de olanın misli Bedâyî'de Tebyîn adlı eserde Mücteba'da, Gurerü'I-Efkâr. Dürer, Mülteka,
Cevhere ve bunlardan başka da mevcuttur. Yine. Hakim'in Kâfi'sinden naklen Gayetü'l-Beyân'da da
vardır. Zira velâsını başkasına veren kimse bir diğeri ile akit yaptığı zaman hükmen bir önceki aktini
feshetmiş olur. Bunda onun bilgisi de şart değildir. Zira bir-şey bazen kasden sabit olmadığı yerde
zarureten sabit olur. Mesela bir kölenin satışı için birisini vekil tayin etse. vekil gâib olduğu halde
onu azletse, azli geçerli değildir. Ama eğer kölesini satar veya azad ederse, vekil ister bilsin, ister
bilmesin kendiliğinden azledilmiş olur. Bedâyî.
Kenz'in ifadesi de musannıfın ifadesine eşittir. İbni Kemâl de Islâh ismindeki eserinin iki yerinde
hazır olmasıyla kayıtlamıştır. Bu da eğer ıslâha muhtaç olmayan diğer bir görüş yoksa. Bunun
üzerine uyarı yapanı da görmedim.
Evet. Şurunbulâliye'de Tâcü'ş-Şeriâ'dan naklet Islâh isimli kitapta olan ifadenin aynısı zikredilmiştir.
Düşünülsün.
«Çocuğu için âkile vermemişse ilh...» Bu söz işaret ediyor ki, muvâlât yapanın küçük çocukların da
akte dahildirler. Yine, akitten sonra doğan çocukları da akte dâhildir. Tebyîn adlı eserde olduğu
gibi. Ama büyük çocukları bunun aksinedir. Muvâlât akti yapanın yetişkin bir oğlu babasının
mevlâsının dışında bir kimse ile muvâlât akti yapmış olsa, onun velâsı da akit yaptığı kimsenindir.


Muvâlât akti yapanın küçük çocukları büyüseler. eğer babasının mevlâsı büyüyen çocuk yerine
veya babasının veya çocuklardan bir tanesinin yerine âkilesini vermişse,yüyen çocuk artık
babasının mevlâsından dönemez. Bedâyî.
«İntikal etmez ilh...» Çocuğu da dönemez.
«Azad edenin velâsı lüzumlu velâdır ilh...» Zira o velânın sebebi azaddır. Velânın sübutundan sonra
nakzı ihtimal etmez. O halde münfesih olmaz. onunla birlikte başka bir akit de yapılmaz. Zira
yapılacak akit bir şey ifade etmez. Zeylâî.
Tatarhânîye'de şöyle denilmiştir: «Bir zımmî, bir köleyi azad etse, sonra dârü'l-harbe iltihak etse,
sonra köle edilse, onun azad ettiği köle bir diğerini veli tayin etme hakkına sahip değildir. Zira onun
azadlık mevlâsı vardır. Azad edilen köle esir düşen efendisini alıp azad etse, öldüğü takdirde ondan
miras alır. Eğer onu azad ettikten sonra bir cinayet işlerse, köle âkilesini kendi nefsinden verir.
Onun efendisi, bütün rivayetlerde onun namına âkile vermez. Bazı rivayetlerde de ondan miras
alacağı ve âkile vereceği söylenmiştir.»
Tatarhâniye'nin bu ifadesi muvâlâttün men edilmeyi ifade etmektedir. Her ne kadar azad mevlâsına
engel olsa bile.
«Nesebi meçhul bir çocuk ilh...» Doğumunda babası bilinmeyen kişi. T.
«Sırf menfaattir ilh...» Zira çocuk cinayet iştediği takdirde onun annesinin muvâlât akti yaptığı kişi
âkilesini verir. O zaman bu hibenin kabulü gibi sırf menfaat olur. Bu zikredilen hüküm İmam Ebû
Hanife'nin görüşüdür. İmameyne göre, müvâlât akti yapan kadının yanındaki çocuğu muvâlât
aktinde annesine tabi değildir.
«Muvâlât akti ilh...» Bu ifadede muzaf mazuftur. Yani muvâlât yapmasının sahih olduğu bildiren
geçen ifadeye münafi değildir. Zira geçen ifade birisinin akti kabul etmesinden bahsedilmektedir.
Buradaki kelam ise akit icab ettiren hususundadır.
«Hür ilh...» Bu zannedildiği gibi kölenin efendisinin izni ile muvâlât yapmasının sahih olduğu
bildiren geçen ifadeye münafi değildir. Zira gelen ifade de birisinin akti kabul etmesinden
bahsedilmektedir. Buradaki kalem ise akti icab ettiren hususundadır.
«Nesebin meçhul olmasıdır ilh...» Ben diyorum ki, oğul, babasının muvâlât akti yaptığı kimse ile
başka bir muvâlât akti yapabilir. Veya ondan başkası ile muvâlât akti yapmaya da dönebilir. Ama,
babasının mevlâsı onun âkilesini vermemişse. Fakihler bunu açıklamıştır. O halde nesebin meçhul
olması şartı uygun değildir. Sadiye. Bunun benzerini H. de Makdisî'den nakletmiştir.
Ben derim ki: Bunu Gürerü'l-Efkâr'daki «Velev nesebi bilinse bile» sözü teyid etmektedir. Tercih
edilen de ancak budur. Mecma şerhinde de «Muvâlât akti yapan kimsenin nesebinin meçhul olması
bazı âlimlere göre aktin şartlarından değildir» denilmiştir. Tercih edilen de ancak budur.
«Arap olmaması ilh...» Yani Arap olmayacağı gibi bir Arabın azadlısı da olmayacaktır. Bedâyî'de
olduğu gibi. Nesebin meçhul olması sözü buna ihtiyaç bırakmamaktadır. Çünkü Arapların nesebi
malumdur. Şurunbulûliye ve Sadîye.
«Onu azad eden bir velinin ilh...» Yani onu azad eden mevlâsının velâsı için bir engel dahi olsa, yine
de kimse ile muvâlât akti yapamaz. Nitekim biz bunu yukarıda zikrettik.
«Akilesini veren bir velisinin olmaması ilh...» Bedâyî'de olduğu gibi, musannıf eğer, «Onun muvâlât
akti yaptığı kişinin dışında onun yerine kimse âkilesini vermese» deseydi, dördüncü şartta buna
girerdi. Eğer beytü'l-maldan onun âkilesi verilmişse, onun velâsı müslüman cemaatindir. O halde o,
velâsını müslüman cemaatten belirli bir kişiye havale etmeye de mâlik değildir. Bedâyî.
«Beşinci ilh...» Altıncı, yedinci ve sekizinci şartlar kaldı. Zeylâî şöyle demektedir: «Velâ akti yapan
kimsenin hür, akil ve malı olması şarttır.» Zira bunlar icabta bulunan akitte olması gereken
şartlardır. Sen de bunları geçmişte bildin. Beşinci şart ise, bunun olduğunu fakihlerden birçoğu
açıklıkla söylemiştir. Açıklıklayleyenlerden birisi de Hidâye sahibidir. Gâyetü'l-Beyân'da
beşincinin şart olmasına birçok itirazlar varid olmuştur ki, bu itirazların hiç birinde bunun açıklığı
zikredilmemiştir. Kadızade ve başkası da açıklamalarının beşincinin şart olmamasını
gerektirmeyeceğini söyleyerek itirazları defetmişlerdir.
«İslâma gelince, velâ veren kimsenin müslüman olması şart değildir ilh...» Dürer de bu mesele
kapalı görülmüştür. Çünkü mirasçı olmak velâya gereklidir. Dinlerinin birbirine muhatif olması da
mirasçılığa engeldir. Sonra Dürer sahibi, «Ya rabbi sen bizî sorguya çekme ancak şöyle denilebilir:
Mirasçı olmanın sebebi akit. vaktinde sabit olur. Şu kadar var ki, velâ akti yapanlar dinleri ayrı


olduğu sürece mirasçılık ortaya çıkmaz. Mani zail olduğu. yani müslüman oldukları zaman daha
önce men edilen mirası alır. Nasıl asabenin veya farz sahibinin küfrü mirasa mani oluyorsa,
ölümden önce o farz sâhibi veya asabe dönmüş olsalar onlardan men edilen miras da avdet eden»
demiştir.
Şurunbulâliye, şârihin Bedâyî'den naklettiği ifade ile Dürer'in bu tevilini reddetmiştir. Bunda da açık
bir görüş vardır. Zira eğer Dürer sahibi, «akit sahihtir» demek istiyorsa, zaten bunda anlaşmazlık
yoktur. Zira buradaki kapalılık hükmün naklinde değil, şeklindedir. Veya eğer bunu vasiyet yerine
koymuşsa, o zaman da mevâlinin velâ yaptığı kimsenin ölümünden sonra, varis olmaksızın malı
istihkak edeceğini ifade eder. Dinleri her ne kadar muhtelif olsa da. Nitekim bazı alimler de böyle
anlamışlardır. O zaman da açık bir nakle ihtiyaç duyurur. Çünkü fakihler muvâlâtı mirasçılığın
sebeblerinden saymışlardır. Velâ akti yapan kimseye de malın tamamına hak kazanan varis ismini
vermişlerdir. Şunun üzerine ki, Turî, Muhit adlı eserden naklen. «Bir zımmî bır müslümanı velî
yapsa. ölse, o malı alamaz. Çünkü miras alma yardımlaşma itibariyledir. Yardımlaşma ise
Araplardan başkasında ancak din ite olur.» demiştir. Bunu da kapalı görmüştür. Dürer'in kapalılığa
verdiği şekilde de cevap vermiştir. O zaman herhangi bir yerdekî aktin sıhhatinde ve engelin
mevcut olmasıyla birlikte miras almama hususunda nakil sabitse. o zaman nakle dönmek vacib
olur. Allah daha iyisini bilir.
«Müslümanın zımmiye muvâlâtı ilh...» Eğer birisi bir harbînin elinde müslüman olsa ve onu
kendisine veli etse, geçerli olur mu? İmam Muhammed bunu Kitap'ta zikretmemiştir. Bunda da
âlimler orasında ihtilaf vardır. Bazı alimlere göre geçerlidir. Çünkü harbî için bir müslümanın
üzerinde azad etme velâsının alması caizdir. O zaman muvâlât velâsı da olabilir. Zımmîde olduğu
gibi. Bazı âlimlere göre de geçerli değildir. Çünkü onda harbî ile muvâlât yapmak, dostluk kurmak
ve yardımlaşmaktan nehyedilmişizdir; Zımmî bunun aksinedir. Dürer, Muhît'ten.
«Zımmînin zımmîye muvâlâtı, her ne kadar esfel müslüman da olsa, geçerlidir ilh...» Bedâyî'nin
ifadesi şöyledir: «Yine zımmî bir zımmî ile muvâlât yapsa, sonra muvâlât yapan zımmî müslüman
olsa.» Burada esfel müslüman kaydına ihtiyaç yoktur diye itiraz edilmiştir. Çünkü musannıfın
müslümanın zımmîye, bunun aksi, yani zımmînin müslümanla muvâlât akti yapması caizdir sözü ile
birlikte buna ihtiyaç yoktur.
Ben derim ki: «Esfel müslüman da olsa» sözünün faydası, din ihtilafının ister akit vaktinde, ister
ondan sonra olsun, arasında bir fark olmadığına dikkat çekmek hususundadır. Yalnız bu tevilde
şarihin ifadesi Bedâyî'nin ifadesinden daha açıktır. Düşün.
«Vasiyet gibidir ilh...» Yani geçerli oluşunda. Bir müslümanın bir zımmîye vasiyeti nasıl geçerli ise
bu da sahihtir. Şu kadarı var ki aralarında şu cihette fark vardır: Vasiyet edilen kişi. vasiyet edilen
malı dinlerinin ihtilaflı olmasıyla beraber vasîyet eden kişinin ölümünden sonra hak kazanır. Mevlâ
ise bunun aksinedir. Nitekim sen bildin.
«Kölenin velâsı azad eden kimsenindir ilh...» Zira azad eden ancak odur. T.
«Allah dilerse ecri de babasınındır ilh...» Musannıf burada «Allah dilerse» dedi. Çünkü bu hüküm
haber-i vâhidle sabittir. O da kesinlik ifade etmez. Bunu Abdül Birî söylemiştir. T.
YAŞAYANLARIN AMELLERİNİN SEVABININ ÖLÜLERE ULAŞACAĞI
«Oğulun ecrinden de hiçbir şey eksilmez ilh...» AIIâme Abdül Birî şöyle demiştir: Mesela burada
hayatta olan kimselerin amellerinin sevabının ölülere ulaşması üzerine bina kılınmıştır. Bu konuda
Kâziü'l-Kuzzât es-Sürucî ve başkası da kitap yazmışlardır. Bu konuda yine şeyhimiz Kâziü'l-Kuzzât
Sadettin Deyrî, el-Kevâkibü'n-Neyyirât adını verdiği kitabı telif etmiştir. Bu teliflerin hepsinin
merkezi alimlerin cumhurunun mezhebinde geçerli olan hayattakilerin bağışladıkları sevabların
ölülere ulaş-masıdır. AIIah daha iyisini bilir.»

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...