HUNSA (ÇİFT CİNSİYET TAŞIYAN KİMSE)KİTABI (BAHSİ)
M
E T İ N
Musannıf,
çokça bulunan şeyleri zikrettikten
sonra. vücudu nâdir olan şeyi ele aldı.
HUNSA:
Kendisinde
hem erkeklik hem de kadınlık aleti bulunan veya her ikisi de bulunmayan kişidir. Böyle
birisi
eğer idrarını erkeklik organından yaparsa erkek, kadınlık aletinden yaparsa kadın sayılır.
Şayet
her ikisinden de idrar yaparsa, daha önce işemeye başladığı organa göre hüküm verilir.
Ama
önce
işeme bakımından aralarında fark yoksa o zaman bu hunsâyı müşkildir. Bir taraftan
çıkan
idrarın
öbüründen çıkandan fazla olmasına itibar edilmez. Sahibeyn ise, idrarın fazlalığına itibar
edileceğini söyler. Bu hükümler, büluğdan önce söz konusudur. Ama büluğa erer de kendisinden
sakal
çıkarsa veya kadınlarla birleşebilirse, yada erkeklerin ihtilam olduğu gibi ihtilâm olursa erkek
hükmündedir.
Ama göğsü büyürse veya kendisinden süt gelirse yahut hayız olursa yada hamile
kalırsa veyahutta kendisine cinsi temas mümkün olursa kadın sayılır.
İ
Z A H
Allah
(c.c.) İnsan oğlunu ya erkek yada kadın olarak yaratmıştır. Nitekim âyeti kerime de
: «O
ikisinden
birçok kadın ve bir çok erkek üretti», başka bir âyette de: «Dilediğine kız çocuk, dilediğine
erkek
çocuk verir.» buyurmuştur. Bunların her birine ait ahkâmı da ayn ayrı beyan etmiş ama hem
erkek
hem de kadın olana ait bir hüküm bildirmemiştir. Bu hal, erkeklik ve kadınlık vasıflarının bir
şahısta
toplanamıyacağına delalet eder. Aralarında zıtlık bulunan
iki özellik bir arada nasıl
bulunabilir
ki?! Kîfâye.
«Yahut
her ikisi de bulunmayan ..» İtkâni,
bunun karışıklık yönlerinin en
açığı,olduğunu, onun için
İmam
Muhammed'in önce bu izahı zikrettiğini söyler. Ama bana göre. «kendisinde hem erkeklik
hem
de kadınlık âleti bulunan..» şeklindeki tarif, hunsânın lügat bakımından yapılmış
tefsiridir. Bu
ise,
Zeylai ve daha başka âlimlerin
bildirdiklerine göre hunsa'ya mülhaktır. İmam Muhammed'in
sözü
de buna delalet eder. Bize göre hunsa ile hunsâyı müşkil işinde eşittirler. Muhammed bunları
delâlet
açısından değil de, hüküm açısından eşit tutmuştur. Kendisinde hiçbir cinsel uzuv
bulunmayan kişinin her iki tarafa da benzemesi yönünden daha üstün olması, ona lûğaten hunsâ
denilmesine delalet etmez. Onun için Kuhıstânî; «Bir kimsenin hiçbir aleti bulunmazsa da
göbeğinden
işese, kendisine hunsâ denmez» demiştir. Bu yüzden İhtiyar'da denildiğine göre Ebû
Hanife
ve Ebu Yûsuf «biz, iki aleti de
olmayana ne denilir bilmiyoruz» demişlerdir. İmam
Muhammed
ise onun hunsâ hükmünde olduğunu
söylemiştir. Anla.
«Eğer
idrarını... yaparsa ilh...» Yâni
hali karışık olurda ne olduğu bilinemezse, işediği organa göre
hüküm
verilir. Çünkü çocuk annesinden
çıkınca, cinsiyet aletinin menfaatı
işemektir. Aletin esas
menfaatı
budur. Diğer menfaatler daha sonra meydana gelirler. Bu cahilhane bir hükümdür.
Meseleyi
Hz. Peygamber (s.a.v.)
belirtmiştir. Tamamı mufassal kitaplarda vardır.
«Daha
önce işemeye başladııı alete göre hüküm verilir.» Çünkü bir aletle daha önce işemiş olmak,
onun
esas organ olduğuna delildir. Bir
de, bir aletten idrar çıkınca onun gereği ile hükmedilir. Zira
bu
tam bir alâmettir. Bu hüküm, daha
sonra öbür aletten idrar çıkması ile değişmez. Zeylaî.
«Bir
taraftan çıkan idrarın, öbüründen
çıkandan fazla oluşuna itibar edîlmez.» Çünkü bu, o aletin
kuvvetine delil değildir. Çıkış yerinin dar veya geniş olmasından dolayıdır. îdrarın çok çıktığı
organın
esas organ olmasından değildir. Üstelik idrarın çıkışı bir delildir, çokluk da aynı cinstendir.
Dolayısıyla iki şahitle dört şahid meselesinde olduğu gibi, (bir davada hasımlardan birisinin dört,
öbürünün
iki şahidi olsa, birisinin şahidinin fazla oluşu onun beyyinesini güçlendirmez) bu,
muaraza
esnasında tercih sebebi olmaz. Ebû Hanife de, idrar fazla çıkan uzvu tercihi doğru
bulmamış
ve «sen hiç okka ile idrar ölçen bir kadı gördünmü?!» demiştir.
Zeylaî.
«Erkeklerin ihtilâm olduğu gibi...» Yâni menînin erkeklik organından çıkması suretiyle.
«Veya
kendisinden süt gelirse...» Yâni
memesinden, kadın sütü gibi süt gelirse kadın hükmündedir.
Ama
kadın sütü gibi olmazsa bu kadınlığına delalet etmez. Çünkü bazan erkekten de süt çıkar.
Cevhere'de
şöyle denilmektedîr: «Eğer memelerin çıkması başlı başına bir alâmettir, öyleyse sütün
anılmasına ihtiyaç yoktur, denilirse şöyle cevap verilir: Bazan, meme olmadığı halde süt gelir.
Bazan
da meme görünür ama erkek memesinden ayırdedilemez. Ama süt gelirse, memenin erkek
memesi
mi yoksa kadın memesi mi olduğu ayırdedilir.» Tatavî, Hamevî'den
naklen.
«Hamile
kalırsa.. ilh...» Yâni erkek menîsini bir pamuk parçası ile alır ve kadınlık aletine koyar ve
hamile
kalırsa T. Seriyyüddin'den.
Buradaki
hamile kalmasından maksat, cinsi temasla hamile kalması değildir. Çünkü hunsânın cinsi
temasa
uygun olması zaten onun kadınlığına
müstakil bir delildir. O durumda
hamile kalmasına
ihtiyaç yoktur. (Mütercim)
«Kendisiyle
cinsi temas mümkün olursa...» Bu, kadınların onun durumuna muttali olup da
anlatmaları suretiyle bilinir. Bunu Tahtâvi söylemiştir. Başka kitapların ibaresi: «Yahut da,
kadınlarla kurulan ilişki gibi ilişki kurabilirse» şeklindedir.
M
E T İ N
Hunsâ
da (erkek veya kadın olduğuna delâlet eden) hiçbir alâmet bulunmazsa veya her ikisine eşit
seviyede delalet eden alâmetler bulunursa o zaman hunsâyı müşkül'dür. Çünkü tercihi mümkün
kılacak bir şey yoktur. Hasen'den rivayet edildiğine göre; bu durumdaki kişinin kaburgaları sayılır.
Çünkü
erkeğin kaburgaları kadınınkinden daha fazladır.
Hunsâ'nın
hunsâya müşkil olması durumunda,
bütün hükümlerde, kendisine ait
işlerde ihtiyatla
amel
edilir. Ama ben derim ki: «Biz daha önce, ondaki deliğe tenasül uzvunu sokan birisine gusül
icabetmez
ve onun sütü ile süt kardeşliği
olmaz» demiştik. Dikkatli ol.
Hunsâ
(namazda) şehvet duyulacak
döneme gelmişse erkeklerin saffı ile kadınların saffı arasına
durur.
Onun için kendi malından bir cariye satın alınır. Ta ki onun cariyesi olsun da, bunu sünnet
etsin.
Çünkü bu cariye, (hunsâ erkekse) onun cariyesi, (kadınsa) kendisi gibi bir kadındır. Hunsâyı
bir
erkeğin veya bir kadının sünnet etmesi mekruhtur. Bu ihtiyattır. Sünnet için bakmak bir zaruret
değildir.
Çünkü bize göre sünnet olmak, sünnettir. Eğer Hunsânın malı yoksa, parası hazineden
ödenerek
bir cariye satın alınır ve sünnetten
sonra bu cariye satılır.
Hunsânın
sünnet edilmesinde bir de şu yol vardır: O, sünnet etmeyi bilen bir
kadınla evlendirilir ve
bu
kadın sünnet eder. Çünkü eğer
hunsâ erkekse onun bir kadınla evlenmesi caizdir. Kadınsa, aynı
cinslerin
biri birisine bakması, karşı cinsin bakmasından daha hafiftir. Bu durumda hunsâ sünnet
olduktan
sonra evlendiği kadını boşar. Şayet
onunla bir yerde yalnız kalmışsa
kadın ihtiyaten iddet
bekler.
İ
Z A H
«Veya
her ikisine eşit seviyede delâlet eden alâmetler bulunursa..» Meselâ aynı anda hem memesi
büyüse hem de sakalı çıksa veya erkeklik aletinden meni gelse, kadınlık aletinden hayız olsa veya
kadınlık
aletinden idrar yapsa, erkeklik aletinden meni gelse Kuhistânî.
«Hasen'den
rivâyet edildiğine göre..» Yâni Hasenu'l-Basrî'den Mi'rac' ta şöyle denilmektedir: Ali
(r.a.)
ve Hasen'in şöyle dedikleri nakledilir:
Hunsâ'nın
kaburgaları sayılır. Çünkü kadının
kaburgaları erkeğin kaburgalarından bir fazladır. Câbir
b.
Zeyd de : Hunsâ bir duvarın yanına durdurulur: Eğer duvara işerse erkektir. Eğer idrarı
bacaklarına gelirse kadındır. Ama her iki görüşte sahih değildir.»
«Erkeğin
kaburgaları kadınınkinden fazladır.» Doğrusu, erkeğin kaburgası eksiktir. Hamevî'nin
Eşbâh
Hâşiyesi'ne müracaat
et.
«Ama ben derim ki: Muvaffakıyet Allah'tandır, ben diyorum ki: Onun
işlerinde daima ihtiyatlı olanı
almak
vacib değildir. Bir çok meselede ihtiyatlı olmak müstehaptır. Şarihin söyledikleri
bunlardandır.
Çünkü onun kadın veya erkek oluşunun tesbit edilemeyişi bir şüphe doğurur. Şüphe
de,
yakinen sabit olan bir şeyi kaldırmaz. Çünkü (yukarıdaki meselelerde) cinayetin ve haramlığın
olmayışı
yakinen sabittir. Bunlar. hunsânın kadın olması şüphesi ile kalkmazlar. Ama ihtiyatlı olmak
da
müstehaptır. Aşağıda gelecek olan,
onun mirascı olma durumu ve
benzerleri böyle değildir.
Çünkü
onlar da yakinen sabit olan bir şeyi kaldırma söz konusu değildir. Onun için orada ihtiyatlı
davranmak
vaciptir.
Gayetü'l-Beyân'daki Serahsî'nin kâfi şerhinden naklettiği şu sözler dediklerime delâlet etmektedir:
Hunsâ
namazda kadınların saffına durursa, namazını iade etmesi bana göre iyidir. Asl da İmam
Muhammed
de böyle demiştir. Çünkü : müskıt
(namaz borcunu düşüren şey) -ki o da edadır-
mâlümdur,
müfsid ise -kadınla erkeğin aynı hizada durması- mevhumdur. Bu
vehmden dolayı
namazı
iade etmesi iyi olur. Şayet hunsâ,
erkekler saffına durursa namazı tamamdır. Ama sağında
solunda
ve tam arkasında duranların,
muhâzât şüphesinden dolayı
namazlarını iade etmeleri
müstehaptır.»
Açıktır
ki söz, kendisinde hem erkekliğine hem de kadınlığına delalet eden atâmetler bulunan
hunsâ
hakkındadır. Dolayısıyla, kendisine erkeklik aletini sokmanın mümkün oluşu veya süt gelişi
onun
kadınlığına delil sayılarak, bundaki
deliğe erkeklik organını sokana gusül icabeder veya
ondan
emişmek süt akrabalığı doğurur şeklinde bir itiraz da bulunulamaz.. Çünkü bunlar,
muarızları
bulunmayıp sadece kendileri
bulunduğunda kadınlık alâmetidirler. Konu da o değildir.
Anla.
«Erkeklerin saffı ile kadınların saffı arasına durur. » Çünkü erkeklerin saffına dursa, kadın olması
muhtemeldir.
Kadınların safına dursa erkek olması muhtemeldir. Bu meseleye ait hükmü az önce
beyan ettik.
«Şehvet
duyulacak döneme gelmişse...» Yâni mürahik olmuşsa. Ama öyle değilse onu bir erkek de
sünnet
edebilir. Kirmânî'den naklen Kuhistânî.
Ben
derim ki: Namazın şartları konusunda Sirac'dan nakledilmişti ki: Çocuk için avret yoktur. Sonra
müstehat
olmadıkça avreti önü ve arkası
(kabul ve dübürüdür.) On yaşına kadar bunlar avreti galize
olur.
Daha sonra baliğ
gibidir.
«Ta
ki onun cariyesi olsun.» Eğer hunsâ erkekse câriyenin ona bakması caiz olur. Kadınsa, ihtiyaç
halinde
kadının kadına bakması caizdir. Nitekim ebe doğum esnasında veya fercteki bir yarayı
tedavi
için ferce bakabilir.
«Bu
ihtiyattır.» Çünkü karşı cinsin bakmış olması muhtemeldir. Bu da zaruret yoksa caiz değildir.
«Parası hazineden ödenerek ilh...» Bu, hunsânın babası fakir olduğundadır. Ama babası zenginse
cariyenin
parası onun malından verilir. Zahire'den naklen Kuhistânî.
«Sonra
satılır». Parası hazineye iade
edilir.
«Sünnet
etmeyi bilen bir kadınla evlendirilir...» Bu Hulvanî'nin görüşüdür.
Kifâye'de şöyle
denilmektedir: «Şeyhul İslâm derki: Bunun hiçbir faydası yoktur. Çünkü bu durumdaki nikah
mevkuftur.
Mevkuf nikah da ferce bakmayı mubah kılmaz.» Bu sözlere şöyle cevap verilebilir: Bu
nikahın
mevkuf oluşu görünüştedir. Yoksa nikah aslında. husnâ erkekse sahihtir ve kadın ona
bakabilir.
Hunsâ kadınsa batıldır ama bu durumda da aynı cinsten olan insanların biribirine
bakması
söz konusudur. Dolayısıyla her halukârda bu nikahın faydası vardır.
«Sonra
evlendiği kadına bakar». Yâni bâliğ olduktan sonra.
M
E T İ N
Hunsânın
ipek elbise giymesi ve zinet
takınması mekruhtur. Mahremi olmayan
bir erkekle tek
başına
bir odada bulunamaz. Eğer onu bir erkek öperse hürmeti musahare sabit olur. Mahremi
olmadan
sefere çıkamaz. Çünkü onun kadın olması muhtemeldir. Kendisinin : «Ben erkeğim veya
ben
kadınım» demesine sahih olan kavle göre itibar edilmez. Çünkü bu, delilsiz bir iddiadır. Bir
görüşe
göre de; erkeklik veya kadınlık başkasının bilemeyeceği bir hal olduğu için sözüne itibar
edilir.
Mültekâ da : «Onun hunsâyı müşkil oluşu sabit olduktan sonra sözü kabul edilmez. Ama
müşkil
oluşu sabit olmadan önce kabul edilir» denilmektedir.
Ben
derim ki: Mültekâ'daki bu söz ile iki görüşün arasında uyuşma hasıl olur. Kuhistanî'nin
Seyyid'in ferâiz şerhinden ve başkalarından naklettiği görüş zayıftır. Ancak söylenilen bu söze
hamledilirse müstesna. Dikkat et.
İ
Z A H
«Hunsânın
ipek elbise giymesi haramdır..» Çünkü o kadınlara helal, erkeklere haramdır. Hunsânın
durumu
da henüz belli değildir. Onun için
ihtiyatlı hareket edilir.
Haramlardan kaçınmak farz,
mübahları
işlemek ise mübahtır. Böyle hallerde harama düşmekten korunmak için mübah mekruh
olur.
İnâye.
«Hürmet-i
musâhara sabit olur.» Yâni hunsâyı şehvetle öpen, onun annesi ile evlenemez. Sâihânî
şöyle der: «Eğer hunsâyı bir kadın öperse, oda babası ile evlenemez. Bu durum onun halinin öpen
gibi
olduğu açığa çıkıncaya kadar devam
eder.»
Ben
diyorum ki: Her halde bunun gerekçesi şu : Ferclerde asıl olan haramlıktır. Hunsânın, kendisini
öpen
gibi olması ihtimali bu aslı ortadan kaldırmaz. Bu dediğimiz daha önce söylediğimize zıt
değildir.
Düşün.
«Mahremi
olmadan sefere çıkamaz.» Yâni erkek bir mahremi olmadan. Mahremi bile olsa bir
kadınla
birlikte sefere çıkması mekruhtur. Çünkü kendisinin kadın olması muhtemeldir. O zaman
mahremleri
olmadan iki kadın sefere çıkmış sayılır. Bu da haramdır. İtkânî.
«Onun
hunsâyı müşkil oluşu sabit olduktan sonra..» Yâni onun hem memesinin hemde sakalının
çıktığını
görmek suretiyle olduğu gibi müşkil
oluşu bizim tarafımızdan sabit
olduktan sonra. Ben bu
izahla,
farklı rivayetlerin uyuştuğunu yani meselede ihtilafın olmadığım söylüyorum. Musannıfın iki
ayrı görüş olduğunu zannettiği şey Zeylaî'nin sözüdür. Zeylaî şöyle demiştir:
«Eğer hunsâ : ben
erkeğim,
veya ben kadınım derse, şayet hunsâyı müşkilse sözüne itibar edilmez. Çünkü bu, delilsiz
bir
iddiadır. Nihâye de Zâhire'den naklen şöyle denilir: Şayet hunsâyı müşkil; ben erkeğim veya ben
kadınım
derse sözü kabul edilir. Çünkü kendisi hakkında o emindir. Söylediğinin aksı çıkmadıkça
da
eminin sözü makbuldür. önceki
görüşü Hidâye'de zikredilmiştir.»
Ben
derim ki: Bu iki nakil arasında zıtlık yoktur. Çünkü Zâhire sahibinin,
hunsâyı müşkilden
maksadı, müşkil olduğu bizce açık olmayandır. «Söylediğinin aksi bilinmedikçe» sözü izaha delalet
eder.
Zâhire'nin Nihâye'de mezkur olan ibaresinin sonu da yine buna delâlet eder. O ibarenin metni
şudur:
«Onun müşkil olduğu bilinmeyince,
söylediğinin aksi de bilinmiyor demektir. Dolayısıyla
sözü
tasdik edilir. Ama eğer müşkil olduğu bilinirse, sözünün akside bilinmiş olur. Dolayısıyle onun
sözünün
tahmini olduğu anlaşılır. Çünkü o
müşkil olduğu zaman durumunu
bilemez. O ancak bizim
bildiğimizle
bilinir.»
Zeylai bu ibareyi almamış ve Zâhire'deki sözlerin, Hidâye'dekilere zıt olduğu intibaını vermiştir.
Musannrf
da Zeylaî'ye uymuş ve Kifâye'deki ibare: Hidâye'nin sözünün.
Zâhire'nin sözü ile yapılan
bir
izahı olduğu halde bunları iki ayrı görüş olarak vermiştir.
«Ancak bu denilene hamledilirse müstesna». Yâni onun, hunsâyı müşkil olduğu belli
olmadan
öncesini
kasdettiğine hamledilirse Seyyid'in; müşkil oluşunu zikretmeden, bizim için müşkil oluşu
belli
olmayan gizli şeylerle kayıtlamasıda bunu teyid eder. Çünkü o: «Hunsâ'nın sözü, başkasının
bilemiyeceği
gizli şeylerde olduğu zaman kabul edilir. Hunsâ eğer hayız gördüğünü veya meni
geldiğini
ya da erkeklere veya kadınlara ilgi duyduğunu haber verirse sözü kabul edilir. Bundan
sonra
sözünden dönerse kabul edilmez. Ancak mesela erkek olduğunu söyleyip sonra da doğum
yapması
hali gibi önceki sözünün yalan olduğu açıkça belli olursa müstesna. Bu durumda onun
önceki
sözü ile amel terkedilir.
M
E T İ N
Hunsâ,
durumu açığa çıkmadan ölürse yıkanmaz, yıkamak mümkün olmadığı için teyemmüm
ettirilir.
Mürahık ise, ister erkek olsun ister kadın bir cenazenin yanında bulunamaz. (Kendisi
öldüğünde
defnedilirken) kabirinin üzerinin
örtülmesi menduptur. Erkek, kadın ve hunsânın birlikte
bulunduğu
cenazelerin namazı kılınacağında imamın yanına erkek, ondan sonra hunsâ daha sonra
da
kadın durdurulur. Bu, tertibin
hakkına riâyet içindir. Meselenin tafsilatı Eşbâh'tadır. Ben de bu
konuda
faydalı bir cilt eser var.
Hunsâ,
mirastan hisselerin az olanını alır. Yâni iki halden (erkek veya kadın olmak) daha düşük
olanına
göre alır. İleride tahkik edeceğimiz üzere fetvâ bu görüş ile verilir. Ebû Yûsuf ve
Muhammed'e
göre her iki hissenin de yarısını
alır.
İ
Z A H
«Teyemmüm
ettîrilir». Eğer teyemmüm ettiren yabancı ise bir bezle (eline bez sararak) teyemmüm
ettiririr,
mahremi olan birisi ise beze lüzum yoktur. Hünsânın kadın olması muhtemel olduğu için
teyemmüm ettirirken yabancı olan yüzünü kollarından çevirir.
Sünnet etme de olduğu gibi,
cenazesini yıkaması için cariye satın alınmaz. Çünkü o öldükten sonra mala malik olamaz.
Dolayısıyle onun adına bir şey satın almak
faydasızdır. İnâye.
Hunsânın
önceden sahip olduğu cariyesi de onu
yıkayamaz. Çünkü cariye ölen
efendisini
yıkayamaz.
Hanımı ise yıkayabilir. Bu izah
ile, İbni Kemâl'in : Hunsânın mülkünün baki olduğu
tarzında
ileri sürdüğü itirazda cevaplanmış
olur. Nitekim bunu Dürrü'l-Mültekâ
da beyan etmiştir.
«Bir
cenazenin yanında bulunamaz.» Yâni erkeği de kadını da yıkayamaz. Nihaye ve Mirac. Bu
hükmün
«mürahık» ile kayıtlanması. büluğdan
sonra genelde müşküllüğün kalmamasıdır.
«Kabrinin
üzerinin örtülmesi ilh...» Çünkü o
kadınsa vacip yerine getirilmiştir.
Erkekse. örtmenin
hiçbir
zararı yoktur. Zeylaî. Herhalde o «vacip»
ile, kadının avretini örtmeyi
kasdetmiştir. Yoksa
cenaze
defnedilirken kabrin üzerini örtü ile kapatmak vacip değil müstehaptır. Minah;
«Sonra
hünsâ..» Kadın olması ihtimaline binaen erkeğin gerisine konur. Şayet bir mazeretten dolayı
hunsâ,
bir erkekle aynı kabre konursa. erkeğin arkasına konulur ve aralarına toprak gibi bir şeyden
mani
konulur. Şayet hunsânın cenazesi bir kadınla birlikte olursa, hunsâ öne geçirilir. Çünkü onun
erkek
olması muhtemeldir. Hunsâ, kadın gibi beş parça kumaşla kefenlenir. Meselenin tamamı
Minah'tadn.
«Yâni
iki halden daha düşük olanı» Ebû Hanife'ye göre iki hissenin azı şudur: Erkek olması
halindeki
hissesine ve kadın olması halindeki hissesine bakılır. Bunlardan hangisi daha az ise o
verilir.
Eğer bir takdire göre mirastan mahrum ise, kendisine bir şey verilmez.
«Ebû
Yûsuf ve Muhammed'e göre her iki
hissenin de yarısını alır.» Yâni erkek ve kadının
hisselerinin toplamının yarısını alır. Şu
bilinmelidir ki, bu Sâbinin görüşüdür. O, Ebû Hanife'nin
hocalarından
olduğu ve bu konuda onun görüşü kapalı olduğu için Ebû Yûsuf ve Muhammed o
görüşün
tahricinde ihtilaf etmişlerdir. Bu,
onların görüşü değildir. Sirâciye'deki ifade şu şekildedir:
«Ebû
Hanife'nin görüşü, arkadaşlarının da görüşüdür. Bu aynı zamanda
sahabelerin çoğunun da
görüşüdür
ve fetvâ bu şekildedir.
Nihâye ve Kifâye'de ise, rivâyetlerin çoğuna göre İmam Muhammed'in görüşünün ve Ebû
Yûsuf'un
ilk
görüşünün İmam Azâm'la birlikte olduğu sonra dönerek sabinin sözünü tefsir ettiği görüşüne
döndüğü
kaydedilir.
M
E T İ N
Hunsânın
babası ölse ve geride onunla
birlikte bir oğul bıraksa, terikeden oğul için iki, hunsâ için
bir
hisse vardır. İmam Ebû Yûsuf'a göre
hunsâ'nın hissesi 3/7, İmam Muhammed'e göre 5/12, İmam
Azam'a
göre ise 1/3'tür. Çünkü bu hisse azdır ve hunsâya en az bu kadar mal düşer. Onun için
hunsâ
kesin olanı alır. Çünkü şüphe ile mal sabit olmaz. Şayet onun erkek kabul edilmesi halinde
hissesi
daha az olursa oğul sayılır. (Meselâ Hunsâ) koca, anne ve ana baba bir kız kardeşle birlikte
olursa,
kendisi asabe kabul edilir ve mirastan 1/6 alır. Çünkü bu daha azdır. Ama eğer kız kabul
edilirse
yarı hisse alır, ve mesele sekizden halledilir. Şayet hunsâ iki takdirden (erkek veya kadın
olarak
takdir edilmesi) birisine göre mirastan mahrum olursa kendisine bir şey düşmez. Meselâ;
koca,
anne, iki çocuk ve bir öz erkek kardeşle birlikte olursa bir şey alamaz. Çünkü (Erkek kabul
edilir
veî asabe olur. Ama kız kabul edilse idi mesele dokuzdan çözülecek ve hunsâ yarım hisse
alacaktı.
Bir
kimse ölse ve geriye amcası ile kardeşinin çocuğu olan hunsâ kalsa, hunsâ kadın sayılır ve mal
amcaya
kalır.
Allah
en iyisini bilir.
İ
Z A H
«Ebû
Yûsuf'a göre...» Zeylaî şöyle demektedir: «Ebû Yûsuf ve Muhammed, Sâbinin sözünü
tahricte
ihtilaf
etmişlerdir. Ebû Yûsuf'a göre
miras yedi hisseye ayrılır. Bunun dördü oğula üçü hunsâya
verilir.
Bu imam varislerin yalnız başlarına olmaları haline itibar etmiştir. Çünkü eğer varis sadece
oğul
olsaydı mirasın tümünü alacaktı.
Sadece hunsâ olsaydı, onun erkek
olmasına itibar edilirse o
da
terikenin tamamını alacaktı. Kadın olduğuna itibar edilirse yarısını alacaktı. (iki tarafa da itibar
edilemiyeceği
için Şâbi'nin sözüne göre) Her
iki hissenin yarısını alır. Yâni hem malın tümünün
yarısını
hemde yansının yarısını alması gerekir ki o da 3/4 (dörtte üç) tür. Oğul için de malın tamamı
vardır.
(İkisi bir arada olduğunda) her bir
1/4 (dörtte bir) bir sehim
kabul edilir ve sehim toplamı
yediye çıkar. Oğul bunlardan dördünü, hunsâ da üçünü alır. Çünkü (yukarıda geçtiği gibi) tek
başına
alması halinde oğul mirasın tamamını, hunsâ da dörtte üçünü alacaktı. (Bunlar birlikte
olduklarında)
her birisi avl ve mudarabe yoluyla hakkının tamamı ile çarpılır.
İmam
Muhammed'e göre ise miras on iki sehme ayrılır. Yedisi oğula, beşi de hunsâya verilir.
Bunların
durumları (ayrı ayrı değil)
birlikte nazarı itibara alınır. Eğer hunsâ erkek olsaydı mal
aralarında yarı yarıya (taksim edilecekti. Kadın olsaydı da üçte birini hunsâ, üçte
ikisini de oğul
alacaktı. Taksim erkekliğe itibarla ikiden, kadınlığa itibarla ise üçten olur. Bunlardan birisi öbürü ile
çarpıldığında
altıya çıkar. Hunsânın hissesi onun kadın olduğuna itibar edilirse (altında) iki, erkek
olduğu
kabul edilirse üçtür. O halde (hunsa müşkil olduğu için) onun hakkı bu iki hissenin yarısıdır.
Üçün
yarısı kesirli olduğu için altı iki ile çarpılır ve oniki çıkar. Bu durumda da hunsâ erkek
farzedilirse altı, kadın farzedilirse dört hisse alacaktır. Müşkül olduğu için bunların yarısını alır o da
beş
hisse eder.»
Zeylaî'nin söyledikleri buraya özetle
nakledilmiştir. Tamamı orada vardır. Hidâye'de, hunsânın
hissesini azaltma konusunda ittifak olduğu için Muhamned'in görüşünün tercih edileceğine işaret
edilmiştir.
Çünkü hunsânın Muhammed'in görüşüne
göre alacağı, Ebû Yûsuf'un görüşüne göre
alacağından 1/84 oranında daha azdır. Bu şöyle hesaplanır: Yedi oniki ile çarpıldığında 84 çıkar.
Hunsânın
hissesi yedide üç olunca üçü on iki iIe çarparız o da 36 çıkar. (Muhammed'in görüşüne
göre)
Hissesi de 5/12'dir. Buna göre de beşi yedi ile çarptığımızda 35 çıkar. Bundan da anlaşılmış
olur
ki iki görüş arasındaki fark 1/84 sehimdir.
«İki
çocuk..» Yâni hunsânın anne bir kardeşleri.
«Bir
kimse ölse ve amcası kalsa...» Yâni birisi ölse ve geride amcası ve kardeşinin hunsâ olan oğlu
kolsa.
Bu, hunsanın kadın farzedilerek mirastan mahrum olacağına misaldir. Önceki ise erkek
farzedilerek mahrum oluşuna misaldi.
«Mal
amcaya kalır.» Çünkü kardeşin kızı mirascı olamaz. Ama hunsa erkek farzedilseydi mirasın
tamamını
alacaktı. Çünkü kardeşin oğlu varken amca birşey alamaz. T.
Allah
(c.c.) daha iyi bilir.