17 Ekim 2012

REDDU'L MUHTAR ÇEŞİTLİ MESELELER BİRİNCİ BÖLÜM


ÇEŞİTLİ MESELELER
M E T İ N
Kitabın sonunda böyle bir bölüm açmaları musannıfların adetidir. Anılması gereken yerlerde
anılmayan bazı meseleler burada konu edilir ve eksik tamamlanır. Ama ben elhamdülillah bu tip
şeylerin çoğunu kendi yerlerine ilhak ettim.
Devamlı içki içen kişiden çıkan ter pistir. -Doğru kabul edilmesi halinde bu, mukaddimei suğradır.
Bu meselenin geleceğini abdesti bozan şeyler bahsinin baş tarafında söylemiştim- Vücuttan çıkan
her pis şey abdesti bozar, bundan da ayyaşın terinin abdesti bozduğu sonucu çıkar.
Ancak, suğrânın (ayyaşın terinin pis oluşunun) isbata ihtiyacı vardır. Bunun hasılı, İbni Şıhne'nin
Zehâiru'l-Eşrefiyye'sinde Müctebâ'ya nisbetle zikrettiği şu meseledir: Pislik yiyen (cellâle) tavuğun
teri pistir. Buna göre, ayyaşın terinin de pis olması gerekir. Hatta bu, tavuğun terinden daha
beterdir. Teri köpek ve domuz teri gibi olan kişi ne kadar kötüdür! İbnü'l-Iz; «Bu durumda ayyaşın
teri abdesti bozar» der. Bu çok garib bir anlayış ve açık bir tahrictir. Musannıf, «açıklığından dolayı
biz ona meylettik» der.
Ben derim ki: Allah kendisini korusun, üstadımız Remlî şöyle der: «Bu hükme nasıl meyledilir?
şaşmalı. Bu, garibliğinin yanı sıra kendisine şahitlik eden ne bir nakil nede ictihad vardır.»
Remli'nin söylediklerinden birincisi açık. Gerçekten mütemed hiçbir âlimden bu konuda bir rivayet
nakledilmiş değil, ikincisi ise ilk mukaddimeyi kabul etmemesinden dolayıdır. Bu mukaddimenin
batıl oluşuna domuz sütüyle beslenen oğlak meselesi şahitlik ediyor. Alimler böyle bir oğlağı
yemenin helâl oluşuna, emilen sütün helâk oluşunu ve onun bir izinin kalmayışını gerekçe
göstermişlerdir. Aynı şeyi ayyaşın terinde deyleriz. Yukarıdaki hükmün zayıflığını söylememiz
için onun garibliği ana yolun dışında oluşu bize yeter. Onun için bu meselenin fıkhî meselelerin
içinden, metin ve şerhten çıkarılması gerekir.
İ Z A H
«Sonucu çıkar..» Yâni suğra (ayyaşın terinin pis oluşu) kabul edildikten sonra birinci şekilden.
«Hatta daha beterdir..» Çünkü tasarrufta, akıcı olan maddelerin tesiri başkalarınınkinin tesirinden
daha fazladır. Minah. Katı pislikle beslenen tavuğun teri pis olunca, sıvı olan şarabı içenin teri
öncelikle pis olur.
«İbnü'1lz dedi..» Bu Hidâye şarihlerinden birisidir.
«Bu durumda..» Yâni ayyaşın teri pis olunca, vücuttan çıkan her pis şey abdesti bozar.» kaidesine
göre ter de abdesti bozar.
«Bu, garipliğinin yanısıra...» Yâni bu hükmü istinbatta İbnü'l-lz yalnız kalmıştır.
«Kendisine şahitlik eden bir nakil yoktur..» Yâni bu hükmü doğrulayacak, ne akli nede nakli bir delil
mevcut değildir.
«Bu mukaddimenin batıl oluşuna... ilh...» Bu, oğlak meselesine kıyasla varılan bir istidlaldir.
Aralarındaki ortak nokta yenilen veya içilen şeyin vücutta yok olmasıdır. Onun için şarih bu aslın
bir feri olarak «Aynı şeyi ayyaşın terinde de söyleriz» demiştir. Kıyasın akli bir delil oluşa kapalı
değildir. Anla.
«Emilen sütün helak oluşunu...» Cellâle (pislik yiyen sığır veya tavuk) ise bunun aksinedir. Çünkü
onun yediği katı olduğu için vücutta yok olmaz, aksine havvanın etinin kokuşmasına ve
bozulmasına sebep olur. T.
«Bu hükmün zayıflığını söylememiz için onun garipliği... bize yeter.»
Remlî, Minah Hâşiyesi'nde de şöyle der: «Kitabü'l-Eşribe bahsinde muhakkık İbn. Vehban'dan
naklen geçmişti ki: Eğer kendisini kuvvetlendirecek. başka bir âlimden gelen bir nakil yoksa, Kinye
sahibinin genel kaidelere aykırı olarak söylediği her söz kabul edilmez ve iltifat edilmez. İbnü'l-lzzın
bahsettiğinin dışında önceki ve sonrakî âlimlerimizin hiç birinden ayyaşın terinin abdesti bozduğu
tarzında bir görüş nakledilmemiştir. Cellâle ile ayyaşın arası şöyle bir farkla ayrılır: Ayyaş sadece
içki ile beslenmez. başka helâl şeyler de yer içer. Cellâle ise sadece pislik yer, yediğine başka bir
şey kanştırmaz. Hatta eğer cellâle de pislikten başka şeyler yerse. onun terinin pis olduğuna
hükmedilmez. Nitekim Cellâle'nin tefsirinde böyle demişlerdir. Sonuç şu kil; sarhoşun terinin içtiği
içkiden mi yoksa başka bir şeyden mi meydana gelişi şüphelidir. Şüphe ile de abdest bozulmaz.
Üstelik biz, ön ve arkanın haricinde vücudun bir yerinden çıkan ve pisliği kesin olan bir şeyin
abdesti bozacağını ancak şafiî'lerle yaptığımız güçlü münakaşa ve münazaradan sonra isbat ettik.


Durum böyle olunca, pisliği mevhum olan bir şeyin abdesti bozduğu nasıl söylenebilir?! Ayrıca
Cellâle (pislik yiyen hayvan)nın terinin pis olduğu da münakaşalıdır. Çünkü âlimler Cellâle'nin etinin
değişip kokuşması halinde mekruh olduğunu söylemişlerdir. Onlar «kerahet» tabirini, haramlığında
şüphe olduğu için kullanırlar. Haramlık necasetin bir feridir. Abdestin necaset sebebiyle bozulması,
pisliğinde şüphe olmayan şeylerdedir. İbnü'l-lzzın bahsettiği şeyden bir müddet devamlı olarak pis
bir şey yiyen veya içen kişinin terinin abdesti bozması gerekir. Ama bunu hiç kimse
ylememiştir.» Remli'nin dedikleri özetle böyle.
Ben derim ki: Eğer ayyaşın teri abdesti bozarsa, onun göz yaşı ve tükrüğünün de bozması gerekir.
Çünkü bunlar da ter gibidir. Ve yine tükrüğü devamlı olarak çıktığı için onun hükmünün mâzûrün
hükmü gibi olması icâbeder. Bunu da hiç kimse söylememiştir. Şarih, Kitabüttahâre'de : Pislik
yiyen deve ve sığırın artığının tenzihen mekruh olduğunu söylemişti. Haniyye'dede «Cellâle'nin teri
temizdir.» denilmektedir.
M E T İ N
Bir ekmeğin içerisinde fare pisliği bulunsa, eğer pislik katı ise atılır ve ekmek yenilir. Fare pisliği,
zarurete binaen yağı, suyu ve buğdayı pislemez. Ancak pisliğin tadı veya rengi yağ ve benzeri
şeylerde görünürse müstesna o zaman bozar. Çünkü çoktur ve bu durumda ondan kaçınmak
mümkündür.
Revâtip sünnetlerin (birinci ka'desinde) salli barik, ve ayağa kalkıldığında sübhâneke okunmaz.
Nitekim bu vitir bahsinde geçil.
Alimlerimizin çoğunun görüşüne göre ve bizce cuma günkü makbul olan dualar ikindi vaktinde
olandır. Eşbâh. Bunu Cuma bahsinde Tatarhâniyye'den nakletmiştik.
Namazdan çıkış (selâmdaki) «aleyküm» sözüne bağlı değildir. Dolayısıyle bir kimse, imam
«esselâmü» dedikten sonra namaza başlasa namaza girmiş olmaz. Bunuda Sıfatü's-Salât bahsinde
belirtmiştik.
İ Z A H
«... Yağı, suyu ve buğdayı pislemez..» Bahr'de şöyle denilmektedir: «Muhît'ta şöyle denilir: «Farenin
tersi ve sidiği pistir. Çünkü o bozulur ve kokuşur. Suda fare pisliğinden sakınmak mümkündür,
yemek ve elbisede ise sakınılamaz. Dolayısıyle bu ikisinde affedilmiştir. Hâniye'de belirtildiğine
göre de : Kedi ve farenin sidik ve tersleri riyetlerin en zâhirine göre pistir. Suyu ve elbiseyi
pisletir. Yarasanın sidik ve tersi ise bulaştığı şeyi pislemez. Çünkü bunlardan sakınmak çok
zordur.»
Kuhistânî'de Muhit'ten naklen : «Farenin tersi, tadı değişmedikçe yağı ve unu pislemez. Ebu'l-Leys,
biz bunu alıyoruz der» denilmektedir.
«Revâtip sünnetlerde..» Bunlar üç tanedir. Öğlenin dört rekât sünneti cumadan önceki ve sonraki
dörder rekâtlı sünnetlerdir. Esah olan budur. Çünkü bunlar farza benzerler. Müellif bu sözü ile
müstehap ve nafile olan dört rekâtli sünnetleri ayırmıştır. Çünkü bunların ilk kadesinde salli barik,
kalkınca da sübhâneke okunur. Bunu Tahtavi ifade etmiştir.
«Cuma günkü...» O gün, duaların aynen kabul edildiği bir vaktin olduğu konusunda hadis varid
olmuştur. T.
«İkindi vaktidir;.» İmam cuma hutbesine başladıktan, namaz bitinceye kadarki vakittir.» şeklinde de
görüş vardır. Nitekim Sahihi Müslüm'de bu, Rasulûllah'tan naklen sabittir. Nevevi, «bu sahih hatta
doğrudur» der.
Tahtâvî: «Şurunbulâlîyye'nin dediğine göre dille olmasa bile kalb ile yapılan duada kafidir.» der.
Duaların kabul edildiği saatin o günün son saati olduğu da söylenmektedir. Bu Hz. Fatıma (r.
anha)'nın görüşüdür.
İlk görüşe göre müstecab vakit, ikindi vaktinin tamamı içindedir ki o da cisimlerin gölgesi kendi katı
veya iki katı olduğu andan, güneş batıncaya kadar devam eder. Hâmevî.
«İmam... dedikten sonra» Yâni «esselâmü» dedikten sonra, «Aleyküm» den önce söylerse. Minah.
M E T İ N
Islak pis bir kumaş, temiz ve kuru olan bir kumaşın içine dürülse ve pis kumaşın nemi kuru kumaşa
çıksa -nüshalarda böyledir. Kenz'in ibaresi, temiz kumaşın üzerine dürülse şeklindedir- ama
sıkıldığında su damlamasa temiz olan kumaş pislenmez. Bunu Kitâbüssalât'ın baş tarafında da
ylemiştik.


Eğer ıslak bir kumaş, kuru ve pis olan bir ipin üzerine serilse veya bir kimse ayağını yıkayıp pis bir
yerde yürüse yahutta pis bir yatakta uyusa da terlese (bütün bunlarda) pisliğin izi görülmezse
pislenmez. Hâniyye.
İ Z A H
«Islak pis bir kumaş... dürülse ilh...» Yâni su ile nemlenmiş ve temiz kumaşta pisliğin izi
görülmemişse pislenmez. Sidikle ıslanmış olan kumaş ise bunun aksinedir. Çünkü bunda nemlilik
pisliğin kendisidir. Temiz kumaşta pisliğin, tat, renk ve koku gibi bir izinin görülmesi de bunun
aksinedir. Münye şarihinin belirttiği gibi, bu kumaş pis olur. Kitabın baş tarafında şarih de ona tabi
olmuştur.
«Pislenmez...» Çünkü pis kumaş sıkıldığı zaman su damlamazsa, ondan bir şey ayrılmıyor
demektir. Ancak yanındaki kumaşın nemi ile nemlenir. Bununla da kumaş pislenmez. Merğinanî'nin
dediğine göre: Temiz olan kumaş kuru olursa yanındaki ıslak pis kumaşla pislenir. Çünkü kuru
kumaş ıslak olan pis kumaştan nem alır. Ama eğer kuru olan pis, ıslak olan da temiz olursa
pislenmez. Çünkü kuru olan pis kumaş temizinden nem alır, ıslak olan ise kuru kumaştan bir şey
almaz Zeylai.
Bu illetin zahirinden anlaşıldığına göre su damlamasa.» fillinin zamiri, pis olan kumaşa aittir. (Yani,
eğer pis olan kumaş sıkıldığı zaman suyu çıkmazsa demektir.) Mevâhibürrahman sahibi bunu
açıkça söylemiştir. Şurunbulâli de aynı yolu izlemiştir. Musannıfın ibaresinden ilk akla gelen.
zamirin «temiz kumaşa» ait oluşudur. Kenz'de de aynıdır. Hulâsa, Hâniyye, Minyetü'l-Musallî,
Kuhistânî, İbn Kemâl, Bezzâziye, Bahr gibi kitaplardan çoğunun ibaresi bunu açıkça ifade
etmektedir. Birinci görüş daha ihtiyatlı ve daha açıktır. ikincisi ise daha elastiki ve daha kolaydır.
Dikkatli ol.
Bu mesele fıkıh kitaplarının çoğunda mevcuttur. Bazılarında ihtilaf hiç anılmamış bazılarında ise
«esah olan» lafzı ile zikredilmiştir.
«Islak bir kumaş kuru ve pis bir ipin üzerine serilse...» Bu Merğınanî'nin dediğine uygundur. Zeylai
de bu meseleyi öncekinin bir fer'i olarak anmış ve önceki ibarenin akabinde «Buna göre eğer ıslak
bir kumaşı kuru ve pis bir ipe serse dediğimiz manadan dolayı kumaş pislenmez.» demiştir.
Kâzıhan da Fetavâsında şöyle demiştir: «Bir adam üzerinde meni bulunan yatakta uyusa ve terlese
de terinden yatak ıslansa, eğer meninin izi vücudunda görülürse, bedeni pislenir. Kişi ayağını
yıkayıp, birşey giymeden pis bir yerde yürür ve ayağın neminden yer ıslanıp kararsa, fakat yerin
neminin izi ayağında görünmese de o vaziyette namaz kılsa namazı sahihtir. Şayet ayağındaki
ıslaklık, yeri ıslatıp çamur haline getirecek kadar çok olur ve sonra ayağına yerden çamur bulaşırsa
namazı caiz olmaz. Şayet ıslak olan pis bir yerde kuru ayakla yürürse ayağı pislenir.
«Pis bir yerde yürüse...» Yer gübre gibi bir şeyle çamurlaşmak suretiyle pislense. Ama yere bir
pislik düşüp kurusa, o pis olarak kalmaz ve mütemed olan görüşe göre, üzerine su değmekle
necaset sayılmaz.
M E T İ N
Bir kimse bir fakire mal verirken zekâta niyet etse fakat dili ile onun karz (ödünç) olduğunu söylese
esah olan görüşe göre bu zekât olarak caizdir. Çünkü itibar dile değil kalbedir.
Alimler gibi. hazinede hakkı olan birisi, hazineye götürülen bir mal görse, dinen onu alabilir.
Konuyu sarf bahsinin baş tarafında izah etmiştik.
Bir kimse ramazanda kasden orucunu bozsa ve keffâretini ödemeden, bir gün daha bozsa
kendisine bir tek keffâret icabeder.
Sahih olan görüşe göre, ayrı ayrı iki ramazanda da olsa durum aynıdır. Biz bunu oruç bahsinde
ylemiştik.
Bir kimse ramazan orucunu kazaya niyet etse ama gününü tayin etmese, orucu sahihtir. Namazın
kazasında olduğu gibi. İki ayrı ramazanın kazası da olsa bu câizdir.
İ Z A H
«Âlimler gibi ilh...» Hâkimler, işçiler, askerler ve bunların çocukları da aynıdır. Yalnız, bunların
olabilecekleri mikdar, ihtiyaçlarına yetecek kadarıdır. İbn. Şihne.
«Hazineye götürülen bir mal görse...» Bezzâziye'de, Hulvânî'nin şöyle dediği nakledilmektedir:
«Birisinin yanında emânet mal bulunsa ve sahibi varis bırakmadan ölse, emânet elinde olan kişinin
o malı kendi ihtiyacına sarfetmesi bu zamanda caizdir. Çünkü onu hazineye verecek olsa


kaybolacaktır. Zira, yetkililer onu verilmesi gereken yerlere vermiyorlar. Dolayısıyle emânet elinde
olan kişi eğer layıksa kendisi harcar değilse lâyıkı olan birisine verir.» Minah.
«Kendisine bir tek keffâret icabeder.» Çünkü hadler gibi, keffâret de şüphe ile düşer ve biri biri
içine girer. Müctebâ. Müctebâ sahibi daha sonra: «Tedahül (keffâretlerin biri biri İçine girmesi)
konusunda ihtilaf edilmiştir. Sebeb birliğinden dolayı, bozulmuş olan ikinci borç için keffâret
icabetmez denildiği gibi, önce keffâret gerekir sonra düşer de denilmiştir.» Ama birinci keffâreti
ödemişse iki keffâretin bir araya gelmesi ve biri birinin içine girmesi söz konusu değildir.
«Ayrı ayrı iki ramazanda da olsa...» Şârih bu sözü ile, keffâretlerin biribiri içerisine girmesinin tek
bir ramazanla kayıtlanışının, sahihin hilâfına olduğuna işaret etmiştir. Bu (tedahül için keffâretin tek
ramazanda olması) İmam Muhammed'den gelen rivâyettir. Mücteba da : Alimlerin çoğu, bu rivayete
itimad edilmeyeceğini söylerler. Sahih olan, tek bir keffâretin yeterli olmasıdır, tedahül manasına
itibar yoktur.» denilmektedir.
«İki ayrı ramazanın kazası da olsa...» Zeylaî şöyle der: «Aynı şekilde, kişi oruç tutsa ve iki veya
daha çok günün kazasına niyet etse, bu bir gün için caiz olur. İki ayrı ramazanın kazasında da
aynıdır.» Bundan anlaşıldığına göre: Bir kimsenin iki ayrı ramazandan iki gün oruç borcu olsa da
bir gün kaza etse ama her ikisi için niyet etse, orucu bir gün için caizdi. Diğeri kendisinde borç
olarak kalır. Molla Miskin ise; bundan maksadın, kişinin o iki günden birisine niyet etmesi fakat
birisini tayin etmemesi olduğunu söyler. Molla Miskin şöyle demiştir: «Bilmiş ol ki iki ayrı
ramazanın kazası da olsa sözünden maksat, iki ramazandan birisinin kazasıdır. Orucu tutan
ramazanın başına veya sonuna niyet etmese ve iki orucu birleştirmeyi niyet etmese böyledir. Çünkü
oruçta iki ayrı ibadete niyet eden kişi nafile tutmuş olur. Düşün.»
Ben derim ki: Metindeki. «Namazın kazasında olduğu gibi» sözü de bunu kuvvetlendirmektedir.
Çünkü bunun manası şudur: Kişi meselâ iki günün öğle namazlarını geçirse ve tayin etmeden bir
öğleyi kaza etse kazası sahihtir. Bu sözden maksat. iki günden birinin öğlesine niyet etmesi
değildir. Daha sonraki karine buna delalet etmektedir. Miskîn'in «Çünkü iki ibâdete niyet kişinin...
ilh...» sözü, Zeylai'nin sözünün baş tarafı ile çelişkilidir. Şârih Sıfatü's-Salâh konusunun başlarında.
«Eğer kişi iki geçmiş namaza niyet etse. şayet tertip sahibi ise birinci namazı kaza etmiş olur.
değilse boşa gider.» demişti. Bu sözün gereği, aynı şeyin oruçta olması halinde orucun da geçersiz
olmasıdır. Çünkü oruçta tertip yoktur. Zira tertip namaza mahsustur. Bu anlayış Miskî'nin sözünü
güçlendirmektedir. Meseleyi az sonra gelecek olan asılla birlikte düşün.
M E T İ N
Namaz kaza eden kişi, kazasının, borcu olan ilk namaz mı yoksa son namaz mı olduğuna niyet
etmezse bile kazası sahihtir. Kenz'de deyle denilmiştir.
Musannıf, Zeylai'nin şöyle dediğini nakleder: «Esah olan, hem namazda hemde iki ramazanda
tayinin şart oluşudur...» Ben derim ki: Ben de geçmiş namazların kazası bahsinde, Dürer ve başka
kitaplara tebaen böyle demiştim. Sonra Bahr da lian bahsinin baş tarafında şu ibareyi gördüm :
«Niyetin tayini. vacibin muhtelif ve müteaddid oluşu itibariyle şart değildir. Ama kendisine tertibe
riayet vacip olması itibariyle şarttır. Riâyet de ancak niyeti tayin sureti ile mümkündür. Nitekim.
şayet kaza namazlarının çokluğu sebebiyle tertip düşse. sadece -meselâ- öğle namazına niyet
yeter, başkasına ihtiyaç yoktur. Muhit'te de böyle denilmektedir. Bu, namaz konusunda güzel bir
izahtır. öğrenilsin.»
Ben bu izahı, Bahr sahibinin Eşbâh'ta da «niyet edilen şeyi tayin» bahsinde Muhit'ten naklettiğini
gördüm. Eşbâh'ta bu nakilden sonra : «Bu müşkildir. Kâdîhan ve başkaları gibi âtimlerimizin
yledikleri buna zıttır. Mütemed olan odur. Tebyin de de böyledir.» demiştir. Eşbâh sahibinin (İbn.
Nüceym) söyledikleri harfiyyen böyledir. Dikkatli ol.
İ Z A H
«İlk namaz mı yoksa son namaz mı olduğuna niyet etmese bile.. ilh... » Şârih, namazın şartları
bahsinde Kuhistâni kanalıyla Minye'den. bunun esah olduğunu söylemişti.
Tahtâvî de, Velvâliciyye'den, bu görüşün sahihliğini ve tayinin daha ihtiyatlı olduğunu nakletmiştir.
«Esah olan... tayinin şart oluşudur.» Mültekâ metininde de sahih ! yılmıştır. Ancak sahih olanın
hangi görüş olduğunda ihtilaf edilmiştir.
Tayin : kişinin. falan senenin ramazanının orucu olduğunu, namazda do falan günün öğle namazı
gibi bir ifade ile kaza edeceği gün ve namazı tayin etmesidir. «Borcum olan ilk öğle veya son öğle
namazı» şeklindeki niyette caizdir. Bu, geçirdiği namazları bilmeyen veya karıştıran yahutta kolaya


kaçanlara bir çaredir.
Bu konuda ASIL şudur: Kişi farzları edâ ederken, kılmak istediğini tayin etmesi lazımdır. Şart
olanda; niyette bir cinsi tayin etmektir. Çünkü niyet muhtelif cinsleri birbirinden ayırmak için meşru
kılınmıştır. Ama bir cinste tayin yani aynı cinsin fertlerini biri birinden ayırmak boşadır. Çünkü
faydası yoktur. Hatta birisinin belli bir gün oruç borcu olsa ve başka bir günün niyetiyle oruç tutsa
yahutta iki veya daha çok gün kaza borcu olsa da iki veya daha çok günün kazasına niyetle oruç
tutsa caizdir. İki ramazanın veya başka bir ramazanın kozası niyetiyle oruç ise caiz değildir. Çünkü
cinsler farklıdır. Bu, ikindi namazının yerine bir öğleye veya iki öğleye yahutta perşembe günü
öğleyi geçirenin cumartesi öğle namazına niyetle kaza etmesine benzer. Cinsin farklılığı, sebebin
farklılığı ilebilinir. Namazlarda sebep farklıdır. Hatta iki günün öğleleri bile ayrı cinstir: Çünkü bir
günkü zevâl, diğer bir günkünden başkadır. Ramazan orucu ise böyle değildir. Çünkü o ayın
görülmesine bağlıdır o da tektir. Zira otuz gün ve geceden ibarettir. Dolayısıyla falan gün diye
tayine ihtiyaç yoktur. İki ramazan ise farklıdır. Zeylaî özetle.
«Bunu gördüm...» Yâni bu tafsilatı Eşbâh'ta, Muhitten naklettiğini gördüm.
«Bu müşkildir...» Az önce geçtiği gibi, sebeplerindeki ihtilaftan dolayı her namaz ayrı bir cinstir.
Dolayısıyle muhtelif cinsleri ayırdetmek için niyette tayin şarttır. Bir de, eğer mesele Muhitte
denildiği gibi olsaydı. niyetin evvelkine sarfı mümkün olduğu için tertibin vâcip olmasına rağmen
caiz olurdu. Çünkü tertip esnasında tayin vacip değildir, ve faydası da yoktur. Zeylaî böyle îfade etti.
«Mutemed olan odur...» Bildiğin gibi her ne kadar tayin ihtiyatlı ise de ikinci görüş sahih
görülmüştür.
M E T İ N
Kanla pislenmiş olan bir kuzu başı, ütülse (ateşte kızartılsa) ve kanı gitse sonrada ondan çorba
yapılsa o çorbayı içmek caizdir. Yakmak yıkamak gibidir. Yakmanın temizleyicilerden birisi
olduğunu daha önce söylemiştik.
Devlet başkanı haracı tarla sahibinin vermesini emrederse caizdir, öşrü tarla sahibinin vermesini
istemesi ise caiz değildir. Çünkü öşür zekattır. Ben derim ki: Musannıf bunu cihad bahsinde, bende
zekât bahsinde anlatmıştık.
Harac mükellefleri araziyi ekip haracı ödemekten aciz duruma düşseler ve devlet başkanı, hak
edilen ücretinden haracını vermeleri için o araziyi ücretle başkalarına verse caizdir. Şayet ücretten
bir şeyler artarsa, her iki hakkı da gözetmiş olmak için, onu arazi sahibine verir. Eğer devlet
başkanı bu araziyi kiralayacak birisini bulamazsa, ekebilecek birisine satar ve varsa eski haracları
da satış bedelinden alır. Artanı da tarla sahiplerine verir. Zeylai.
Ben derim ki: «Biz haracın tedahülle düştüğü görüşünün tercih edildiğini cihad bahsinde beyan
etmiştik. Buradaki görüş ya tercih edilmeyen görüşe hamledilir ya da maksadın sadece gecen
senenin haracı olduğu söylenir.
İ Z A H
«Yakmak yıkamak gibidir ilh...» Çünkü ateş o eşyadaki pisliği, hiçbir şey kalmayıncaya kadar yer
bitirir veya sıfatını değiştirir. Burada da kan, kül haline gelir ve istihale yoluyla temizlenmiş olur.
Bundan dolayı, ters yanarda kül halini alırsa temiz olur. Aynı şekilde şarap sirke haline gelse,
domuz tuzlaya düşüp tuzlaşsa temiz olur. Bu esastan hareketle, pis olan bir fırının ateşle
temizleneceğini dolayısıyla ekmeğin pis olmayacağını söylemişlerdir. Yine buna göre fırıncının
küreği pislenmişse ateşle temizlenir. Zeylaî.
Sâlhâni şöyle der: «Bununla, Ebû Yûsuf'a nisbet edilen, pis bir su ile su verilen bıçak. üç defa temiz
su ile su verilince temiz olur, tarzındaki görüş pek zahir olmuyor. Çünkü bıçak ateşe sokulupta
orada az bir müddet kalsa ne içinde ne de dışında pislik kalmaz.» (Yâni temizlenmesi için üç defa
su vermeye ihtiyaç yoktur.)
«Musannıf bunu cihad bahsinde anlatmıştı». Orada şöyle demişti: Devlet başkanı veya naibi, bir
arazinin haracını arazi sahibine bıraksa veya birisinin aracılığı ile bile olsa hibe etse ikinci İmam
(Ebû Yûsuf'a) göre bu caizdir. Eğer arazi sahibi haraç verilebilecek kişilerden ise aldığı kendisine
helâl olur, değilse tasadduk eder. Fetvâ bu şekilde verilir. Hâvî'deki; arazî sahibi haracın
verilebileceği birisi değilse bile kendisine helâl olur tarzındaki görüş meşhur görüşe aykırıdır. Ama
devlet başkanının öşri bir arazinin öşrünü almaması caiz değildir. Bunda âlimler görüş birliği
halindedirler. Şayet devlet başkanı öşrü almazsa, mükellef kendisi fakirlere dağıtır. Bu, «Devlet
başkanının tasarrufu maslahat illeti iledir» kaidesine aykırıdır. Eşbâh'tan, Bezzâziye'ye nisbetle.


Buradan anlaşılan şudur: Şayet devlet başkanı, öşrü mükellefine bırakır almazsa, mükellef ister
zengin olsun ister fakir caizdir. Ama eğer zenginse onu devlet başkanı hazinenin haraç fonundan
öşür fonuna aktarmak suretiyle fakirlere öder. Ama fakirse bir şey gerekmez.
«Her îki hakkı da gözetmiş olmak için.... Çünkü, zaruret olmadan ve rızaları alınmadan insanların
haklarını elinden almak ve mücahidlerin malını muattal bırakmak caiz değildir. O halde mutlaka
dediğimizi yapmaktan başka çare yoktur. Zeylaî.
«Ekebilecek birisine satar...» Çünkü eğer satmazsa mücahidlerin haracdaki hakları tamamen yok
olur. Satarsa mal sahibinin, malındaki hakkı yok olur. Bir şeyin yok edilip de yerine halefinin
konulması hiç yok edilmemesi gibidir. Onun için, her iki tarafın da menfaatını temin için satar.
Zeylai, Bahr'de de şöyle denilmektedir: «Devlet başkanı böyle bir araziyi satmadan önce mal sahibi
isterse, başkasına ortağa verir isterse masrafı hazineden karşılanmak üzere kendisi eker. Buna
imkân bulamaz ve ortağa ekecek birisini bulamazsa satar.»
«Ben derim ki...» Bunun aslı musannıfa aittir. Çünkü o «Geçmiş haracı alır» sözünü, Hâniye'deki şu
ifadeler sebebiyle müşkül bulmuştur. «(Eğer haraç birikir ve iki senenin haracını ödemezse, E
Hanife'ye göre Cizye konusunda dediği gibi bu senenin haracı alınır, geçmiş senenin haracı
alınmaz. Âlimlerden bazıları ise, Cizye'nin aksine icmâen haraç düşmez. Bu ekmekden aciz
olduğundadır. Ama aciz olmazsa hepsine göre haraç alınır.»
«... Hamledilir ilh...» Bunu, ekmekten aciz olmaması haline hamletmedi. Çünkü farzedilen
meselemiz, aciz olması halindedir. Anla.
«Sadece geçen senenin haracı...» Yâni haracı vermekten aciz oldukları seneki, o da devlet
başkanının araziyi başkalarına verdiği seneden önceki senedir, geçen seneler değil. Bu durumda
arazinin başkasına verildiği senenin girmesiyle tedahül olmaz. öyle olmasa geçmiş senenin
haracının düşeceği itirazı varid olabilir. Çünkü cizyenin aksine, haracın vücûbu senenin başında
değil, sonundadır. Nitekim bu Bahr da tasrih edilmiştir.
M E T i N
Kesilmiş olan ve kendiliğinden ölen koyunlar karışık olarak bir arada olsa, eğer kesilmiş olanlar
daha fazla ise kişi araştırır ve yer. Ama ölü olanlar daha fazla veya eşit olurlarsa, eğer başka yerde
boğazlanmış olanı bulabilmesi sebebiyle, mecbur değilse araştırmaz ve bunlardan yemez. Ama
boğazlanmış olanı bulamazsa araştırır ve yer. Bu. Hazr (ve İbaha) bahsinde geçmişti.
İ Z A H
«Araştırır ve yer». Çünkü ekser (çok olan) için tamamın hükmü uygulanır. (karışık olan hayvanların
hepsi boğazlanmış sayılır) Aynı şekilde eğer zeytin yağı ile karışık bulunursa hiçbir halde ondan
faydalanılamaz. Fakat zeytin yağı daha fazla olursa yenilmez. Ama kandilde yakılabilir. aybı
ylenmek şartıyla satılabilir, onunla deri tabaklanır ve o yıkanılır. Çünkü az olan çok olana tabidir
ve tabi olanın hükmü yoktur.
Bir kişinin yanında temizi ve pisi karışık elbiseler bulunsa ve giymek için kesin olarak temiz olan bir
elbise veya yıkamak için su bulamazda o elbiselerden birisini giymek zorunda kalırsa, temiz
olduğunu tahmin ettiği bir elbiseyi giyer. Çünkü zaruret halinde, pis olduğu kesin bilinen bir elbise
ile bile namaz kılmak icmâen câizdir. Şüpheli olanla kılmak öncelikle caizdir. Ama zaruret yoksa,
şayet temiz olanlar daha fazla olursa kendince araştırır ve onu giyer, fakat pis olanlar daha fazla ise
hüküm, derisi yüzülen koyunlarda ve temiz ile pisi karışık olan su kaplarında olduğu gibidir. Zaruret
halinde ise pis sular daha fazla olsa bile temiz olanını araştırır ve içer. Bunda icmâ vardır. Çünkü
pis olduğu kesin olarak bilinen bir su zaruret halinde içilebilir. Şüpheli olan ise öncelikle içilir. Ama
yle su kapları bulunduğunda bize göre bu sularla abdest alınmaz, teyemmüm edilir. Fakat evlâ
olan. bu durumda kalan kişi teyemmüm etmeden önce bu suları döker veya hepsine pislik karıştırır.
Konunun tamamı Gâyetü'l-Beyân'da vardır.
Ben derim ki: Zeytin yağının leş yağı ile karışık olmasından maksat. bu yağların kaplarının değil,
kendilerinin karışık olmasıdır. Onun için yenilmesi helâl olmaz. Dikkatli ol.
«Araştırmaz ve bunlardan yemez...» Yâni hayvanların üzerinde, onun boğazlanmış olduğuna delâlet
eden bir alâmet yoksa. Ama âlâmet varsa onu esas alır. Dürrü'l-Mültekâ da yle denilmiştir.
Gâyetü'l-Beyan'da: «Ölünün suyun yüzüne çıkması, kesilenin çıkmamaması bunları arasını ayıran
alâmetlerdendir.» denilmiştir. Doğrusu boğazlanmış olmanın alameti, damarlarda kanın
bulunmayışı. meyle olmanın alâmeti de damarların kan ile dolu oluşudur.
«Boğazlanmış olanı bulabilmesi sebebiyle...» Bundan maksat. ölmeyecek kadar temiz et, ekmek


veya başka birşey bulmasıdır.
«Boğazlanmış olanı bulamazsa araştırır ve yer...» Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Zaruret halinde
bütün bunlardan yemesi helâldir. Çünkü zaruret halinde kesin olarak meyle olduğu bilineni yemek
helâldir, boğazlanmış olması muhtemel olanı yemek öncelikle caizdir, Ama kişi, boğazlanmış olanı
bulmak için araştırır, çünkü bu kişiyi kesilmiş olan hayvanı bulmaya ulaştırır. O halde zaruret
olmadan araştırmayı terkedemez.»
İnâye'de de şöyle denilir: «Kesilmişi ile kesilmemişi karışık olan koyunlarla temizi ile pisi karışık
olan elbiseleri ayırmakla şu istenmiştir: Yolcu olan birisinin yanında, sadece birisi temiz öbürü pis
iki elbise bulunsa ve bunların arasını ayıracak bir alâmet olmasa, adam temiz olanı tahmin eder ve
onunla namazını kılar. Elbisede, ikiside eşit olduğunda temiz olan tahmin edilerek onunla namaz
caiz kılındı, derisi yüzülmüş olan hayvanlarda ise bu caiz değildir. Bu ayırıma şöyle cevap verildi:
Elbisenin hükmü daha hafiftir. Çünkü eğer elbisenin tamamı pis olsa bile (başka elbise yoksa) onun
bir kısmında namaz kılmak caizdir. Çünkü kişi buna mecburdur. Koyun ise böyle değildir ilh...»
Buna benzer ifadeler, Nihâye, Kifâye, Minâh ve başka kitaplarda da vardır.
Ben derim ki: Bu müelliflerin geçen izahları şaşılacak şey. Çünkü pis ve temizi karışmış olan iki
elbise konusunda söyledikleri de zaruret halindedir. Zaruret olduğunda da, koyun ile elbise
arasında fark yok. Nitekim biraz önce söylediklerimizde sen bunun açıklamasını gördün. Hidâye'de
de «Bütün bu hallerde, yani boğazlanmış olan koyunlar ister az, ister, çok ister eşit olsun onu
yemek helâldir.» denilmişti. Aralarında fark olmadığı halde, nasıl fark aranıyor? hayret! Ama eğer,
elbiseyi zaruret halinde giymekle koyunu zaruret olmadan yemek arasındaki farkı kast ediyorlarsa
bu temelden geçersizdir. Çünkü iki şey arasındaki fark ancak aynı durumlarda söz konusu olabilir.
Ben, Allâme Tûrî'nin de buna dikkat çektiğini gördüm. Hamd Allah'a mahsustur.
«Hazr (ve İbâhe) bahsinde geçti..» Yâni baş tarafda, «bir düğün yemeğine davet edilen kişi...»
konusunun başında geçti. Nüshaların çoğunda «hazr» kelimesi yer almamaktadır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...