ÇEŞİTLİ
MESELELER
M
E T İ N
Kitabın
sonunda böyle bir bölüm açmaları musannıfların adetidir. Anılması gereken yerlerde
anılmayan
bazı meseleler burada konu edilir ve eksik tamamlanır. Ama ben elhamdülillah bu tip
şeylerin
çoğunu kendi yerlerine ilhak ettim.
Devamlı
içki içen kişiden çıkan ter pistir. -Doğru kabul edilmesi halinde bu, mukaddimei suğradır.
Bu
meselenin geleceğini abdesti bozan şeyler bahsinin baş tarafında söylemiştim- Vücuttan çıkan
her
pis şey abdesti bozar, bundan da
ayyaşın terinin abdesti bozduğu sonucu çıkar.
Ancak,
suğrânın (ayyaşın terinin pis oluşunun) isbata ihtiyacı vardır. Bunun
hasılı, İbni Şıhne'nin
Zehâiru'l-Eşrefiyye'sinde Müctebâ'ya nisbetle zikrettiği şu meseledir: Pislik yiyen (cellâle) tavuğun
teri
pistir. Buna göre, ayyaşın terinin de pis olması gerekir. Hatta bu, tavuğun terinden daha
beterdir.
Teri köpek ve domuz teri gibi olan
kişi ne kadar kötüdür! İbnü'l-Iz; «Bu durumda ayyaşın
teri
abdesti bozar» der. Bu çok garib bir anlayış ve açık bir tahrictir.
Musannıf, «açıklığından dolayı
biz
ona meylettik» der.
Ben
derim ki: Allah kendisini korusun, üstadımız Remlî şöyle der: «Bu hükme nasıl meyledilir?
şaşmalı. Bu, garibliğinin yanı sıra kendisine şahitlik eden ne bir nakil nede ictihad vardır.»
Remli'nin
söylediklerinden birincisi açık. Gerçekten mütemed hiçbir âlimden bu konuda bir rivayet
nakledilmiş değil, ikincisi ise ilk mukaddimeyi kabul etmemesinden dolayıdır. Bu mukaddimenin
batıl
oluşuna domuz sütüyle beslenen oğlak
meselesi şahitlik ediyor. Alimler böyle bir oğlağı
yemenin
helâl oluşuna, emilen sütün helâk oluşunu ve onun bir izinin kalmayışını gerekçe
göstermişlerdir. Aynı şeyi ayyaşın terinde de söyleriz. Yukarıdaki hükmün zayıflığını söylememiz
için
onun garibliği ana yolun dışında oluşu bize yeter. Onun için bu meselenin fıkhî meselelerin
içinden,
metin ve şerhten çıkarılması gerekir.
İ
Z A H
«Sonucu
çıkar..» Yâni suğra (ayyaşın terinin pis oluşu) kabul edildikten sonra birinci şekilden.
«Hatta
daha beterdir..» Çünkü tasarrufta,
akıcı olan maddelerin tesiri başkalarınınkinin tesirinden
daha
fazladır. Minah. Katı pislikle beslenen tavuğun teri pis olunca, sıvı olan şarabı içenin teri
öncelikle pis olur.
«İbnü'1lz
dedi..» Bu Hidâye şarihlerinden
birisidir.
«Bu
durumda..» Yâni ayyaşın teri
pis olunca, vücuttan çıkan her
pis şey abdesti bozar.» kaidesine
göre
ter de abdesti
bozar.
«Bu,
garipliğinin yanısıra...» Yâni bu hükmü istinbatta İbnü'l-lz yalnız
kalmıştır.
«Kendisine
şahitlik eden bir nakil yoktur..» Yâni bu hükmü doğrulayacak, ne akli nede nakli bir delil
mevcut
değildir.
«Bu
mukaddimenin batıl oluşuna...
ilh...» Bu, oğlak meselesine kıyasla varılan bir istidlaldir.
Aralarındaki ortak nokta yenilen veya içilen şeyin vücutta yok olmasıdır. Onun için şarih bu aslın
bir
feri olarak «Aynı şeyi ayyaşın terinde de söyleriz» demiştir. Kıyasın akli bir
delil oluşa kapalı
değildir.
Anla.
«Emilen
sütün helak oluşunu...» Cellâle (pislik yiyen sığır veya tavuk) ise bunun aksinedir. Çünkü
onun
yediği katı olduğu için vücutta yok olmaz, aksine havvanın etinin kokuşmasına ve
bozulmasına
sebep olur. T.
«Bu
hükmün zayıflığını söylememiz için onun garipliği... bize yeter.»
Remlî,
Minah Hâşiyesi'nde de şöyle der: «Kitabü'l-Eşribe bahsinde muhakkık İbn. Vehban'dan
naklen
geçmişti ki: Eğer kendisini kuvvetlendirecek. başka bir âlimden gelen bir nakil yoksa, Kinye
sahibinin
genel kaidelere aykırı olarak söylediği her söz kabul
edilmez ve iltifat edilmez.
İbnü'l-lzzın
bahsettiğinin
dışında önceki ve sonrakî âlimlerimizin hiç birinden ayyaşın terinin abdesti bozduğu
tarzında
bir görüş nakledilmemiştir. Cellâle ile ayyaşın arası şöyle bir farkla ayrılır: Ayyaş sadece
içki
ile beslenmez. başka helâl şeyler de yer içer. Cellâle ise sadece pislik yer, yediğine başka bir
şey
kanştırmaz. Hatta eğer cellâle de
pislikten başka şeyler yerse. onun terinin pis olduğuna
hükmedilmez.
Nitekim Cellâle'nin tefsirinde böyle demişlerdir.
Sonuç şu kil; sarhoşun terinin içtiği
içkiden
mi yoksa başka bir şeyden mi meydana gelişi şüphelidir. Şüphe ile de abdest bozulmaz.
Üstelik
biz, ön ve arkanın haricinde vücudun
bir yerinden çıkan ve pisliği kesin
olan bir şeyin
abdesti
bozacağını ancak şafiî'lerle yaptığımız güçlü münakaşa ve münazaradan sonra isbat ettik.
Durum
böyle olunca, pisliği mevhum olan bir şeyin abdesti bozduğu
nasıl söylenebilir?! Ayrıca
Cellâle
(pislik yiyen hayvan)nın terinin pis olduğu da münakaşalıdır. Çünkü âlimler Cellâle'nin etinin
değişip
kokuşması halinde mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Onlar «kerahet» tabirini, haramlığında
şüphe
olduğu için kullanırlar. Haramlık necasetin bir feridir. Abdestin necaset sebebiyle bozulması,
pisliğinde
şüphe olmayan şeylerdedir. İbnü'l-lzzın bahsettiği şeyden bir müddet devamlı
olarak pis
bir
şey yiyen veya içen kişinin terinin abdesti bozması gerekir. Ama bunu hiç kimse
söylememiştir.» Remli'nin dedikleri özetle böyle.
Ben
derim ki: Eğer ayyaşın teri abdesti bozarsa, onun göz yaşı ve tükrüğünün
de bozması gerekir.
Çünkü
bunlar da ter gibidir. Ve yine
tükrüğü devamlı olarak çıktığı için onun hükmünün mâzûrün
hükmü
gibi olması icâbeder. Bunu da hiç kimse söylememiştir. Şarih,
Kitabüttahâre'de : Pislik
yiyen deve ve sığırın artığının tenzihen
mekruh olduğunu söylemişti. Haniyye'dede «Cellâle'nin teri
temizdir.»
denilmektedir.
M
E T İ N
Bir
ekmeğin içerisinde fare pisliği bulunsa, eğer pislik katı ise atılır ve ekmek yenilir. Fare pisliği,
zarurete
binaen yağı, suyu ve buğdayı
pislemez. Ancak pisliğin tadı veya rengi yağ ve benzeri
şeylerde
görünürse müstesna o zaman bozar.
Çünkü çoktur ve bu durumda ondan kaçınmak
mümkündür.
Revâtip
sünnetlerin (birinci ka'desinde)
salli barik, ve ayağa kalkıldığında
sübhâneke okunmaz.
Nitekim
bu vitir bahsinde geçil.
Alimlerimizin
çoğunun görüşüne göre ve bizce cuma
günkü makbul olan dualar ikindi vaktinde
olandır.
Eşbâh. Bunu Cuma bahsinde
Tatarhâniyye'den nakletmiştik.
Namazdan
çıkış (selâmdaki) «aleyküm» sözüne bağlı değildir. Dolayısıyle bir kimse, imam
«esselâmü» dedikten sonra namaza başlasa namaza girmiş olmaz. Bunuda Sıfatü's-Salât bahsinde
belirtmiştik.
İ
Z A H
«...
Yağı, suyu ve buğdayı pislemez..»
Bahr'de şöyle denilmektedir: «Muhît'ta şöyle denilir: «Farenin
tersi
ve sidiği pistir. Çünkü o bozulur ve
kokuşur. Suda fare pisliğinden
sakınmak mümkündür,
yemek
ve elbisede ise sakınılamaz. Dolayısıyle bu ikisinde affedilmiştir. Hâniye'de belirtildiğine
göre
de : Kedi ve farenin sidik ve
tersleri rivâyetlerin en zâhirine göre pistir. Suyu ve elbiseyi
pisletir.
Yarasanın sidik ve tersi ise bulaştığı şeyi pislemez. Çünkü bunlardan sakınmak çok
zordur.»
Kuhistânî'de
Muhit'ten naklen : «Farenin tersi, tadı değişmedikçe yağı ve unu pislemez. Ebu'l-Leys,
biz
bunu alıyoruz der» denilmektedir.
«Revâtip
sünnetlerde..» Bunlar üç tanedir.
Öğlenin dört rekât sünneti cumadan önceki ve sonraki
dörder
rekâtlı sünnetlerdir. Esah olan budur. Çünkü bunlar farza benzerler. Müellif bu sözü ile
müstehap
ve nafile olan dört rekâtli
sünnetleri ayırmıştır. Çünkü bunların ilk kadesinde salli barik,
kalkınca da sübhâneke okunur. Bunu Tahtavi ifade
etmiştir.
«Cuma
günkü...» O gün, duaların aynen
kabul edildiği bir vaktin olduğu
konusunda hadis varid
olmuştur.
T.
«İkindi
vaktidir;.» İmam cuma hutbesine başladıktan, namaz bitinceye kadarki vakittir.» şeklinde de
görüş
vardır. Nitekim Sahihi Müslüm'de bu,
Rasulûllah'tan naklen sabittir. Nevevi, «bu sahih hatta
doğrudur»
der.
Tahtâvî:
«Şurunbulâlîyye'nin dediğine
göre dille olmasa bile kalb ile yapılan duada kafidir.» der.
Duaların
kabul edildiği saatin o günün son
saati olduğu da söylenmektedir. Bu
Hz. Fatıma (r.
anha)'nın
görüşüdür.
İlk
görüşe göre müstecab vakit, ikindi
vaktinin tamamı içindedir ki o da cisimlerin gölgesi kendi katı
veya iki katı olduğu andan, güneş batıncaya kadar devam eder. Hâmevî.
«İmam...
dedikten sonra» Yâni «esselâmü» dedikten sonra, «Aleyküm» den önce söylerse.
Minah.
M
E T İ N
Islak
pis bir kumaş, temiz ve kuru olan bir kumaşın içine dürülse ve pis kumaşın nemi kuru kumaşa
çıksa
-nüshalarda böyledir. Kenz'in
ibaresi, temiz kumaşın üzerine dürülse şeklindedir- ama
sıkıldığında
su damlamasa temiz olan kumaş pislenmez. Bunu Kitâbüssalât'ın baş tarafında da
söylemiştik.
Eğer
ıslak bir kumaş, kuru ve pis olan bir ipin üzerine serilse veya bir kimse ayağını yıkayıp pis bir
yerde
yürüse yahutta pis bir yatakta
uyusa da terlese (bütün bunlarda) pisliğin izi görülmezse
pislenmez.
Hâniyye.
İ
Z A H
«Islak pis bir kumaş... dürülse ilh...» Yâni su ile nemlenmiş ve temiz kumaşta pisliğin izi
görülmemişse pislenmez. Sidikle ıslanmış olan kumaş ise bunun aksinedir. Çünkü bunda nemlilik
pisliğin
kendisidir. Temiz kumaşta pisliğin, tat, renk ve koku gibi bir izinin görülmesi de bunun
aksinedir. Münye şarihinin belirttiği gibi, bu kumaş pis olur. Kitabın baş tarafında şarih de ona tabi
olmuştur.
«Pislenmez...» Çünkü pis kumaş sıkıldığı zaman su damlamazsa, ondan bir şey ayrılmıyor
demektir.
Ancak yanındaki kumaşın nemi ile nemlenir. Bununla da kumaş pislenmez. Merğinanî'nin
dediğine
göre: Temiz olan kumaş kuru olursa yanındaki ıslak pis kumaşla pislenir. Çünkü kuru
kumaş
ıslak olan pis kumaştan nem alır. Ama eğer kuru olan pis, ıslak olan da temiz olursa
pislenmez.
Çünkü kuru olan pis kumaş temizinden nem alır, ıslak olan ise kuru kumaştan bir şey
almaz
Zeylai.
Bu
illetin zahirinden anlaşıldığına
göre su damlamasa.» fillinin zamiri, pis olan kumaşa aittir. (Yani,
eğer
pis olan kumaş sıkıldığı zaman suyu çıkmazsa demektir.) Mevâhibürrahman sahibi bunu
açıkça söylemiştir. Şurunbulâli de aynı yolu izlemiştir. Musannıfın ibaresinden ilk akla gelen.
zamirin
«temiz kumaşa» ait oluşudur. Kenz'de de aynıdır. Hulâsa, Hâniyye, Minyetü'l-Musallî,
Kuhistânî,
İbn Kemâl, Bezzâziye, Bahr gibi
kitaplardan çoğunun ibaresi bunu
açıkça ifade
etmektedir.
Birinci görüş daha ihtiyatlı ve daha
açıktır. ikincisi ise daha elastiki ve daha kolaydır.
Dikkatli
ol.
Bu
mesele fıkıh kitaplarının çoğunda mevcuttur. Bazılarında ihtilaf hiç
anılmamış bazılarında ise
«esah
olan» lafzı ile zikredilmiştir.
«Islak bir kumaş kuru ve pis bir ipin üzerine serilse...» Bu Merğınanî'nin dediğine uygundur. Zeylai
de
bu meseleyi öncekinin bir fer'i olarak anmış ve önceki ibarenin akabinde «Buna göre eğer ıslak
bir
kumaşı kuru ve pis bir ipe serse dediğimiz manadan dolayı kumaş pislenmez.» demiştir.
Kâzıhan
da Fetavâsında şöyle demiştir: «Bir
adam üzerinde meni bulunan yatakta
uyusa ve terlese
de
terinden yatak ıslansa, eğer meninin
izi vücudunda görülürse, bedeni
pislenir. Kişi ayağını
yıkayıp,
birşey giymeden pis bir yerde yürür ve ayağın neminden yer ıslanıp kararsa, fakat yerin
neminin
izi ayağında görünmese de o vaziyette namaz kılsa namazı sahihtir. Şayet ayağındaki
ıslaklık, yeri ıslatıp çamur haline getirecek kadar çok olur ve sonra ayağına yerden çamur bulaşırsa
namazı
caiz olmaz. Şayet ıslak olan pis bir yerde kuru ayakla yürürse ayağı pislenir.
«Pis
bir yerde yürüse...» Yer gübre gibi bir şeyle çamurlaşmak suretiyle pislense. Ama yere bir
pislik
düşüp kurusa, o pis olarak kalmaz ve mütemed olan görüşe göre, üzerine su değmekle
necaset
sayılmaz.
M
E T İ N
Bir
kimse bir fakire mal verirken zekâta niyet etse fakat
dili ile onun karz (ödünç) olduğunu
söylese
esah
olan görüşe göre bu zekât olarak caizdir. Çünkü itibar dile değil kalbedir.
Alimler
gibi. hazinede hakkı olan birisi, hazineye götürülen bir mal görse, dinen
onu alabilir.
Konuyu sarf bahsinin baş tarafında izah etmiştik.
Bir
kimse ramazanda kasden orucunu bozsa ve keffâretini ödemeden, bir gün daha bozsa
kendisine
bir tek keffâret icabeder.
Sahih
olan görüşe göre, ayrı ayrı iki ramazanda da olsa durum aynıdır. Biz bunu oruç bahsinde
söylemiştik.
Bir
kimse ramazan orucunu kazaya niyet etse ama gününü tayin etmese, orucu sahihtir. Namazın
kazasında olduğu gibi. İki ayrı ramazanın kazası da olsa bu câizdir.
İ
Z A H
«Âlimler gibi ilh...» Hâkimler, işçiler, askerler ve bunların çocukları da aynıdır. Yalnız, bunların
olabilecekleri mikdar, ihtiyaçlarına yetecek kadarıdır. İbn. Şihne.
«Hazineye
götürülen bir mal görse...»
Bezzâziye'de, Hulvânî'nin şöyle
dediği nakledilmektedir:
«Birisinin
yanında emânet mal bulunsa ve sahibi
varis bırakmadan ölse, emânet elinde olan kişinin
o
malı kendi ihtiyacına sarfetmesi bu zamanda caizdir. Çünkü onu hazineye verecek olsa
kaybolacaktır.
Zira, yetkililer onu verilmesi gereken yerlere vermiyorlar. Dolayısıyle emânet elinde
olan
kişi eğer layıksa kendisi harcar değilse lâyıkı olan birisine verir.»
Minah.
«Kendisine
bir tek keffâret icabeder.» Çünkü hadler gibi, keffâret de şüphe ile düşer ve biri biri
içine
girer. Müctebâ. Müctebâ sahibi daha sonra: «Tedahül (keffâretlerin biri biri İçine girmesi)
konusunda
ihtilaf edilmiştir. Sebeb birliğinden dolayı, bozulmuş olan ikinci
borç için keffâret
icabetmez
denildiği gibi, önce keffâret gerekir sonra düşer de denilmiştir.» Ama birinci keffâreti
ödemişse
iki keffâretin bir araya gelmesi ve biri birinin içine girmesi söz konusu değildir.
«Ayrı ayrı iki ramazanda da olsa...» Şârih bu sözü ile, keffâretlerin biribiri içerisine girmesinin tek
bir
ramazanla kayıtlanışının, sahihin
hilâfına olduğuna işaret etmiştir. Bu (tedahül için keffâretin tek
ramazanda
olması) İmam Muhammed'den gelen rivâyettir. Mücteba da : Alimlerin çoğu, bu rivayete
itimad
edilmeyeceğini söylerler. Sahih olan, tek bir keffâretin yeterli olmasıdır, tedahül manasına
itibar
yoktur.» denilmektedir.
«İki
ayrı ramazanın kazası da olsa...» Zeylaî şöyle der: «Aynı şekilde, kişi oruç tutsa ve iki veya
daha
çok günün kazasına niyet etse, bu
bir gün için caiz olur. İki ayrı ramazanın kazasında da
aynıdır.» Bundan anlaşıldığına göre: Bir kimsenin iki ayrı ramazandan iki gün oruç borcu olsa da
bir
gün kaza etse ama her ikisi için niyet etse, orucu bir gün için caizdi. Diğeri kendisinde borç
olarak
kalır. Molla Miskin ise; bundan maksadın, kişinin o iki günden birisine niyet etmesi fakat
birisini
tayin etmemesi olduğunu söyler. Molla Miskin şöyle demiştir: «Bilmiş ol ki iki ayrı
ramazanın
kazası da olsa sözünden maksat, iki ramazandan birisinin kazasıdır. Orucu tutan
ramazanın
başına veya sonuna niyet etmese ve iki orucu
birleştirmeyi niyet etmese böyledir. Çünkü
oruçta
iki ayrı ibadete niyet eden kişi nafile tutmuş olur. Düşün.»
Ben
derim ki: Metindeki. «Namazın kazasında olduğu gibi» sözü de bunu kuvvetlendirmektedir.
Çünkü
bunun manası şudur: Kişi meselâ iki günün öğle namazlarını geçirse ve tayin etmeden bir
öğleyi kaza etse kazası sahihtir. Bu sözden maksat. iki günden birinin öğlesine niyet etmesi
değildir.
Daha sonraki karine buna delalet etmektedir. Miskîn'in «Çünkü iki ibâdete niyet kişinin...
ilh...»
sözü, Zeylai'nin sözünün baş tarafı ile çelişkilidir. Şârih Sıfatü's-Salâh konusunun başlarında.
«Eğer
kişi iki geçmiş namaza niyet etse. şayet tertip sahibi ise birinci namazı kaza etmiş olur.
değilse
boşa gider.» demişti. Bu sözün gereği, aynı şeyin oruçta olması halinde orucun da geçersiz
olmasıdır.
Çünkü oruçta tertip yoktur. Zira tertip namaza mahsustur. Bu anlayış Miskî'nin sözünü
güçlendirmektedir. Meseleyi az sonra gelecek olan asılla birlikte düşün.
M
E T İ N
Namaz
kaza eden kişi, kazasının, borcu olan ilk namaz mı yoksa son namaz mı olduğuna niyet
etmezse
bile kazası sahihtir. Kenz'de de böyle denilmiştir.
Musannıf,
Zeylai'nin şöyle dediğini nakleder: «Esah olan, hem namazda hemde iki ramazanda
tayinin şart oluşudur...» Ben derim ki: Ben de geçmiş namazların kazası bahsinde, Dürer ve başka
kitaplara
tebaen böyle demiştim. Sonra Bahr da lian bahsinin baş tarafında şu ibareyi gördüm :
«Niyetin tayini. vacibin muhtelif ve müteaddid oluşu
itibariyle şart değildir. Ama kendisine tertibe
riayet
vacip olması itibariyle şarttır. Riâyet de ancak
niyeti tayin sureti ile mümkündür.
Nitekim.
şayet
kaza namazlarının çokluğu sebebiyle
tertip düşse. sadece -meselâ- öğle namazına niyet
yeter,
başkasına ihtiyaç yoktur. Muhit'te de böyle denilmektedir.
Bu, namaz konusunda güzel bir
izahtır.
öğrenilsin.»
Ben
bu izahı, Bahr sahibinin
Eşbâh'ta da «niyet edilen şeyi
tayin» bahsinde Muhit'ten naklettiğini
gördüm.
Eşbâh'ta bu nakilden sonra : «Bu müşkildir. Kâdîhan ve başkaları gibi âtimlerimizin
söyledikleri buna zıttır. Mütemed olan odur. Tebyin de
de böyledir.» demiştir. Eşbâh sahibinin (İbn.
Nüceym) söyledikleri harfiyyen böyledir. Dikkatli ol.
İ
Z A H
«İlk
namaz mı yoksa son namaz mı olduğuna
niyet etmese bile.. ilh... » Şârih, namazın şartları
bahsinde
Kuhistâni kanalıyla Minye'den. bunun esah olduğunu söylemişti.
Tahtâvî
de, Velvâliciyye'den, bu görüşün sahihliğini ve tayinin daha ihtiyatlı olduğunu
nakletmiştir.
«Esah
olan... tayinin şart oluşudur.»
Mültekâ metininde de sahih ! yılmıştır. Ancak sahih olanın
hangi
görüş olduğunda ihtilaf edilmiştir.
Tayin : kişinin. falan senenin ramazanının orucu olduğunu, namazda do falan günün öğle namazı
gibi
bir ifade ile kaza edeceği gün ve namazı tayin etmesidir.
«Borcum olan ilk öğle veya son öğle
namazı»
şeklindeki niyette caizdir. Bu,
geçirdiği namazları bilmeyen veya karıştıran yahutta kolaya
kaçanlara bir çaredir.
Bu
konuda ASIL şudur: Kişi farzları edâ ederken, kılmak istediğini tayin etmesi lazımdır. Şart
olanda;
niyette bir cinsi tayin etmektir. Çünkü niyet muhtelif cinsleri birbirinden
ayırmak için meşru
kılınmıştır.
Ama bir cinste tayin yani aynı
cinsin fertlerini biri birinden
ayırmak boşadır. Çünkü
faydası yoktur. Hatta birisinin belli bir
gün oruç borcu olsa ve başka bir günün niyetiyle oruç tutsa
yahutta
iki veya daha çok gün kaza borcu olsa da iki veya daha çok günün kazasına niyetle oruç
tutsa
caizdir. İki ramazanın veya başka bir
ramazanın kozası niyetiyle oruç ise caiz değildir. Çünkü
cinsler
farklıdır. Bu, ikindi namazının yerine bir öğleye veya iki öğleye yahutta perşembe günü
öğleyi geçirenin cumartesi öğle namazına niyetle kaza etmesine benzer. Cinsin farklılığı, sebebin
farklılığı
ilebilinir. Namazlarda sebep farklıdır. Hatta iki günün öğleleri bile ayrı cinstir: Çünkü bir
günkü
zevâl, diğer bir günkünden başkadır.
Ramazan orucu ise böyle değildir.
Çünkü o ayın
görülmesine
bağlıdır o da tektir. Zira otuz gün ve geceden ibarettir.
Dolayısıyla falan gün diye
tayine ihtiyaç yoktur. İki ramazan ise farklıdır. Zeylaî
özetle.
«Bunu
gördüm...» Yâni bu tafsilatı
Eşbâh'ta, Muhitten naklettiğini
gördüm.
«Bu
müşkildir...» Az önce geçtiği gibi, sebeplerindeki ihtilaftan dolayı her namaz ayrı
bir cinstir.
Dolayısıyle muhtelif cinsleri ayırdetmek için
niyette tayin şarttır. Bir de, eğer mesele Muhitte
denildiği
gibi olsaydı. niyetin evvelkine sarfı mümkün olduğu için tertibin vâcip olmasına rağmen
caiz
olurdu. Çünkü tertip esnasında tayin
vacip değildir, ve faydası da yoktur. Zeylaî böyle îfade
etti.
«Mutemed
olan odur...» Bildiğin gibi her ne
kadar tayin ihtiyatlı ise de ikinci görüş sahih
görülmüştür.
M
E T İ N
Kanla
pislenmiş olan bir kuzu başı, ütülse (ateşte kızartılsa) ve kanı gitse sonrada ondan çorba
yapılsa
o çorbayı içmek caizdir. Yakmak yıkamak gibidir. Yakmanın temizleyicilerden birisi
olduğunu
daha önce söylemiştik.
Devlet
başkanı haracı tarla sahibinin vermesini emrederse caizdir, öşrü tarla sahibinin vermesini
istemesi
ise caiz değildir. Çünkü öşür zekattır. Ben derim ki: Musannıf bunu cihad bahsinde, bende
zekât
bahsinde
anlatmıştık.
Harac
mükellefleri araziyi ekip haracı ödemekten aciz duruma düşseler ve devlet başkanı, hak
edilen
ücretinden haracını vermeleri için o araziyi ücretle başkalarına verse caizdir. Şayet ücretten
bir
şeyler artarsa, her iki hakkı da gözetmiş olmak için, onu arazi sahibine verir. Eğer devlet
başkanı
bu araziyi kiralayacak birisini bulamazsa, ekebilecek birisine satar ve varsa eski haracları
da
satış bedelinden alır. Artanı da
tarla sahiplerine verir.
Zeylai.
Ben
derim ki: «Biz haracın tedahülle düştüğü görüşünün tercih
edildiğini cihad bahsinde beyan
etmiştik.
Buradaki görüş ya tercih edilmeyen
görüşe hamledilir ya da maksadın sadece gecen
senenin
haracı olduğu
söylenir.
İ
Z A H
«Yakmak
yıkamak gibidir ilh...» Çünkü
ateş o eşyadaki pisliği, hiçbir
şey kalmayıncaya kadar yer
bitirir
veya sıfatını değiştirir. Burada da kan, kül haline gelir ve istihale yoluyla temizlenmiş olur.
Bundan
dolayı, ters yanarda kül halini
alırsa temiz olur. Aynı şekilde şarap sirke haline gelse,
domuz
tuzlaya düşüp tuzlaşsa temiz olur. Bu esastan hareketle, pis olan bir fırının ateşle
temizleneceğini dolayısıyla ekmeğin pis olmayacağını söylemişlerdir. Yine
buna göre fırıncının
küreği
pislenmişse ateşle temizlenir. Zeylaî.
Sâlhâni
şöyle der: «Bununla, Ebû Yûsuf'a
nisbet edilen, pis bir su ile su verilen bıçak. üç defa temiz
su
ile su verilince temiz olur,
tarzındaki görüş pek zahir olmuyor. Çünkü bıçak ateşe sokulupta
orada
az bir müddet kalsa ne içinde ne de dışında pislik kalmaz.» (Yâni temizlenmesi için üç defa
su
vermeye ihtiyaç yoktur.)
«Musannıf
bunu cihad bahsinde anlatmıştı». Orada şöyle demişti: Devlet başkanı veya naibi, bir
arazinin
haracını arazi sahibine bıraksa veya birisinin aracılığı ile bile olsa hibe etse ikinci İmam
(Ebû
Yûsuf'a) göre bu caizdir. Eğer arazi
sahibi haraç verilebilecek kişilerden ise aldığı kendisine
helâl
olur, değilse tasadduk eder. Fetvâ bu şekilde verilir. Hâvî'deki; arazî sahibi haracın
verilebileceği
birisi değilse bile kendisine helâl olur tarzındaki görüş meşhur görüşe aykırıdır. Ama
devlet
başkanının öşri bir arazinin öşrünü
almaması caiz değildir. Bunda âlimler görüş birliği
halindedirler. Şayet devlet başkanı öşrü almazsa, mükellef kendisi fakirlere dağıtır. Bu, «Devlet
başkanının
tasarrufu maslahat illeti iledir» kaidesine aykırıdır. Eşbâh'tan, Bezzâziye'ye
nisbetle.
Buradan
anlaşılan şudur: Şayet devlet başkanı, öşrü mükellefine bırakır almazsa, mükellef ister
zengin
olsun ister fakir caizdir. Ama eğer
zenginse onu devlet başkanı
hazinenin haraç fonundan
öşür
fonuna aktarmak suretiyle fakirlere
öder. Ama fakirse bir şey gerekmez.
«Her
îki hakkı da gözetmiş olmak için.... Çünkü, zaruret olmadan ve rızaları alınmadan insanların
haklarını
elinden almak ve mücahidlerin malını muattal bırakmak caiz değildir. O halde mutlaka
dediğimizi
yapmaktan başka çare yoktur. Zeylaî.
«Ekebilecek birisine satar...» Çünkü eğer satmazsa mücahidlerin haracdaki hakları tamamen yok
olur.
Satarsa mal sahibinin, malındaki hakkı yok olur. Bir şeyin yok edilip de yerine halefinin
konulması
hiç yok edilmemesi gibidir. Onun için, her iki tarafın da menfaatını temin için satar.
Zeylai, Bahr'de de şöyle denilmektedir: «Devlet başkanı böyle bir araziyi satmadan önce mal sahibi
isterse,
başkasına ortağa verir isterse masrafı hazineden karşılanmak üzere kendisi eker. Buna
imkân
bulamaz ve ortağa ekecek birisini bulamazsa satar.»
«Ben
derim ki...» Bunun aslı musannıfa aittir. Çünkü o «Geçmiş haracı alır» sözünü, Hâniye'deki şu
ifadeler
sebebiyle müşkül bulmuştur. «(Eğer haraç birikir ve iki senenin haracını ödemezse, Ebû
Hanife'ye
göre Cizye konusunda dediği gibi bu senenin haracı alınır, geçmiş senenin haracı
alınmaz.
Âlimlerden bazıları ise, Cizye'nin
aksine icmâen haraç düşmez. Bu ekmekden aciz
olduğundadır.
Ama aciz olmazsa hepsine göre haraç alınır.»
«...
Hamledilir ilh...» Bunu, ekmekten aciz olmaması haline hamletmedi. Çünkü farzedilen
meselemiz, aciz olması halindedir. Anla.
«Sadece geçen senenin haracı...» Yâni haracı vermekten aciz oldukları seneki, o da devlet
başkanının
araziyi başkalarına verdiği
seneden önceki senedir, geçen seneler değil. Bu durumda
arazinin
başkasına verildiği senenin girmesiyle tedahül olmaz. öyle olmasa
geçmiş senenin
haracının
düşeceği itirazı varid olabilir. Çünkü cizyenin aksine,
haracın vücûbu senenin başında
değil,
sonundadır. Nitekim bu Bahr da
tasrih
edilmiştir.
M
E T i N
Kesilmiş
olan ve kendiliğinden ölen koyunlar
karışık olarak bir arada olsa, eğer kesilmiş olanlar
daha
fazla ise kişi araştırır ve yer. Ama ölü olanlar daha fazla veya eşit olurlarsa, eğer başka yerde
boğazlanmış
olanı bulabilmesi sebebiyle, mecbur değilse araştırmaz ve bunlardan yemez. Ama
boğazlanmış
olanı bulamazsa araştırır ve yer. Bu. Hazr (ve İbaha) bahsinde geçmişti.
İ
Z A H
«Araştırır ve yer». Çünkü ekser (çok olan) için tamamın hükmü uygulanır. (karışık olan hayvanların
hepsi
boğazlanmış sayılır) Aynı şekilde eğer zeytin yağı ile karışık bulunursa hiçbir halde ondan
faydalanılamaz. Fakat zeytin yağı daha fazla olursa yenilmez. Ama kandilde yakılabilir. aybı
söylenmek şartıyla satılabilir, onunla deri tabaklanır ve o yıkanılır. Çünkü az olan
çok olana tabidir
ve
tabi olanın hükmü yoktur.
Bir
kişinin yanında temizi ve pisi karışık elbiseler bulunsa ve giymek için kesin olarak temiz olan bir
elbise
veya yıkamak için su bulamazda o elbiselerden birisini giymek zorunda kalırsa, temiz
olduğunu
tahmin ettiği bir elbiseyi giyer. Çünkü zaruret halinde, pis olduğu kesin bilinen bir elbise
ile
bile namaz kılmak icmâen câizdir. Şüpheli olanla kılmak öncelikle caizdir. Ama zaruret yoksa,
şayet
temiz olanlar daha fazla olursa
kendince araştırır ve onu giyer, fakat pis olanlar daha fazla ise
hüküm,
derisi yüzülen koyunlarda ve temiz
ile pisi karışık olan su kaplarında olduğu gibidir. Zaruret
halinde
ise pis sular daha fazla olsa bile temiz olanını araştırır ve içer. Bunda icmâ vardır. Çünkü
pis
olduğu kesin olarak bilinen bir su zaruret halinde içilebilir. Şüpheli olan ise öncelikle içilir. Ama
böyle su kapları bulunduğunda bize göre bu sularla abdest alınmaz, teyemmüm edilir. Fakat evlâ
olan.
bu durumda kalan kişi teyemmüm
etmeden önce bu suları döker veya
hepsine pislik karıştırır.
Konunun
tamamı Gâyetü'l-Beyân'da
vardır.
Ben
derim ki: Zeytin yağının leş yağı ile karışık olmasından maksat. bu yağların kaplarının değil,
kendilerinin
karışık olmasıdır. Onun için yenilmesi helâl olmaz. Dikkatli ol.
«Araştırmaz ve bunlardan yemez...» Yâni
hayvanların üzerinde, onun boğazlanmış olduğuna delâlet
eden
bir alâmet yoksa. Ama âlâmet varsa onu esas alır. Dürrü'l-Mültekâ da böyle denilmiştir.
Gâyetü'l-Beyan'da: «Ölünün suyun yüzüne çıkması, kesilenin çıkmamaması bunları arasını ayıran
alâmetlerdendir.» denilmiştir. Doğrusu boğazlanmış olmanın alameti, damarlarda kanın
bulunmayışı. meyle olmanın alâmeti de damarların kan ile dolu oluşudur.
«Boğazlanmış
olanı bulabilmesi sebebiyle...» Bundan maksat. ölmeyecek kadar temiz et, ekmek
veya başka birşey bulmasıdır.
«Boğazlanmış
olanı bulamazsa araştırır ve yer...» Hidâye'de şöyle denilmektedir: «Zaruret halinde
bütün
bunlardan yemesi helâldir. Çünkü zaruret halinde kesin olarak meyle olduğu bilineni yemek
helâldir,
boğazlanmış olması muhtemel olanı yemek öncelikle caizdir, Ama kişi, boğazlanmış olanı
bulmak
için araştırır, çünkü bu kişiyi kesilmiş olan hayvanı bulmaya ulaştırır. O halde zaruret
olmadan
araştırmayı
terkedemez.»
İnâye'de de şöyle denilir: «Kesilmişi ile kesilmemişi karışık olan koyunlarla temizi ile pisi karışık
olan
elbiseleri ayırmakla şu istenmiştir: Yolcu olan birisinin yanında, sadece birisi temiz öbürü pis
iki
elbise bulunsa ve bunların arasını ayıracak bir alâmet olmasa, adam temiz olanı tahmin eder ve
onunla
namazını kılar. Elbisede, ikiside eşit olduğunda temiz olan tahmin edilerek onunla namaz
caiz
kılındı, derisi yüzülmüş olan
hayvanlarda ise bu caiz değildir. Bu ayırıma şöyle cevap verildi:
Elbisenin
hükmü daha hafiftir. Çünkü eğer
elbisenin tamamı pis olsa bile (başka elbise yoksa) onun
bir
kısmında namaz kılmak caizdir. Çünkü kişi buna mecburdur. Koyun ise böyle değildir ilh...»
Buna
benzer ifadeler, Nihâye, Kifâye, Minâh ve başka kitaplarda da
vardır.
Ben
derim ki: Bu müelliflerin geçen izahları şaşılacak şey. Çünkü pis ve temizi karışmış olan iki
elbise
konusunda söyledikleri de zaruret
halindedir. Zaruret olduğunda
da, koyun ile elbise
arasında
fark yok. Nitekim biraz önce söylediklerimizde sen bunun açıklamasını gördün. Hidâye'de
de
«Bütün bu hallerde, yani boğazlanmış olan koyunlar ister az, ister, çok ister eşit olsun onu
yemek
helâldir.» denilmişti. Aralarında fark olmadığı halde, nasıl fark aranıyor? hayret! Ama eğer,
elbiseyi
zaruret halinde giymekle koyunu
zaruret olmadan yemek arasındaki
farkı kast ediyorlarsa
bu
temelden geçersizdir. Çünkü iki şey arasındaki fark ancak aynı durumlarda söz konusu olabilir.
Ben,
Allâme Tûrî'nin de buna dikkat çektiğini gördüm. Hamd Allah'a
mahsustur.
«Hazr
(ve İbâhe) bahsinde geçti..» Yâni
baş tarafda, «bir düğün yemeğine
davet edilen kişi...»
konusunun
başında geçti. Nüshaların
çoğunda «hazr» kelimesi yer almamaktadır.