HİBEDEN
RÜCÛ BABI
METİN
Hibe
edenin, hibe edilen kişi hibeyi kabzettikten sonra hibeden rücû
etmesi geçerlidir. Ancak bu da
rücûa
engel olacak hallerin olmama-sıyla mümkündür. Kabzdan önce hibe tamamlanmadığından
rücû
ge-çerli değildir.
Hibeden
rücû etmek tahrimen mekruhtur. Bazı âlimler tarafından da tenzihen mekruhtu»
denilmiştir.
Nihâye.
Hibe
ettiği zaman rücû hakkını düşürse bile yine o hak ondan düş-mez.
Haniye.
Cevâhir'de,
«Hibedeki rücû hakkından ibra etmek geçerli değildir» denmiştir. O halde birisi
hibedeki
rücû hakkından ötürü birşey üzerine
sulh yapmış olsa, o sulh geçerlidir.
Bu sulh bedeli de
hibenin
ivazı (kar-şılığı) olur. Şu kadarı
var ki. hibenin karşılığını konuşmak, akit yaparken şart
koşmaktır.
İleride gelecektir ki, karşılığı şart koşmak akitte olur.
Hibeden
dönmeye engel olan haller yedi tanedir.
Ziyâde-i Muttasıla: Hibe edilen malda, hibeden sonra fazlalık mey-dana gelse, bu hibeden dönmek
geçerli
olmaz. Ancak bu fazlalığın ayn'a bitişik olması gerekir. Rücûdan önce bitişik olan ziyade zail
de
olsa yi-ne dönemez. Meselâ çocuğun
genç olması sonra yaşlanması gibi.
Şu kadarı var ki,
Hâniye'de buna aykırı bir görüş vardır. Şöyle
ki: Eğer o fazlalık giderse dönebilir. Kûhistânî de buna
dayanmıştır. Bu akılda tu-tulsun. Çünkü düşen bir daha dönmez. Meselâ hibe edilen toprakta
ya-pılan
bina veya dikilen ağaç eğer yerin tamamına ziyade sayılırsa,
hibe-den dönülmez. Eğer
hepsine
ziyade sayılmazsa dönülür. Eğer bina veya ağaç toprağın yalnız bir parçasında ziyade
sayılırsa,
yalnız o parçasından dönülemez. Zeylâî.
Muttasıl
ziyade sayılan haller şöyle sayılabilir: Hibe edilen hay-van hibeden sonra etlense,
güzelleşse, eğer kumaş ise dikilse veya boyansa veya küçültülse ya da büyütülse veya sağır köle
ise
hibeden son-ra duysa, ama ise görse, kâfir ise İslâm'a girse, hasta ise tedavi olsa ve yine hibe
edilen
köle cinayet işlemişse hibeden sonra cinayetinin affı veya Kur'an'ı okuyamayan bir köleye
hibe
edilen kişinin Kur'ân-ı Kerim'i okumayı ve yazıyı öğretmesi, Kur'ân-ı Kerim'e nokta ve hareke
koymayı öğretmesi ve hibe edilen şeyin bir
şehirden bir şehire, meselâ Bağdat' tan Belh'e nakli
gibi.
Bu saydıklarımızın herhangi birisi
hibeden sonra hibeye mutasıl olursa, hibeden dönmeye
engel
olur.
Bezzâziyye'de de, «Gebelik eğer hayvan ve cariyeden yararlanma-yı artırmışsa hibeden dönmeye
engeldir.
Eğer gebelik onlara noksanlık getirmişse rücûa engel olmaz.» denilmiştir.
Eğer
hibe edilen kimse ile hibe eden arasında, ziyade konusunda anlaşmazlık çıksa, meselâ; hibe
eden,
«Bu ziyâde, mal bende iken var-dı»
hibe edilen kimse de, «Hayır, bana geldikten sonra ziyade
meydana geldi» deseler, ziyade büyüme gibi kendiliğinden olan birşey ise o za-man söz hibe
edenindir.
Ama yapılan binada dikiş ve boyada söz hibe olunan kişinindir. Haniye. Hâvî.
Bunun
benzeri Muhit adlı eserde de vardır.
Şu kadarı var ki, Muhit'te:
«Eğer o süre içinde o bina
yapılmaz
ise bu. hükmünden, istisna edilmiş-tir. Söz yine hibe edenin
olur»
denmiştir.
Muttasıl
olmayan, ayrılabilecek bir ziyade hibeden dönmeye engel değildir. Meselâ, hibe edilen
cariyenin
hibeden sonra doğurduğu çocuk veya
kolu kesilen kölenin alacağı erş veya ağacın
üzerindeki
meyve gibi şeyler. Bunlarda ziyadede
değil, asılda rücû edilebilir. Ancak, doğum yapan
cariyenin
çocuğu ondan müstağni olana kadar,
cariyeden de dö-nülmez. Kûhistânî böyle
nakletmiştir.
Bercendî de, diğerleri de bu son hükmün Ebû Yusuf'un görüşü olduğunu
nakletmişlerdir.
Hibe
edilen cariye gebe kalsa, hibe eden, cariye doğurmadan hibe-den dönebilir
mi? Sirâç adlı
kitapta,
«dönülmez» denilmişken, Zeylâî ise, «dönülür» demiştir.
Cevhere'de,
«Borcu bütün varlığını içine alan
hasta bir kimse cariye-sini hibe etse ve ölse, cariye
ile
cinsi temasta bulunmuş ise, tercih edi-len görüşe göre, ondan çocuğu ile birlikte dönülür»
denilmiştir.
İZAH
Hâmiş'te,
«Hibe eden kişi ben dönme hakkımı düşürdüm dese, onun rücû hakkı düşmez»
denilmiştir.
Bezzâziyye.
«İlerde
gelecektir ilh...» Yani Müctebâ'dan. Remlî şöyle der: «Cevâhir'de olan
Müctebâ'nın sözüne
dahil
değildir. Çünkü Cevâhir'de,
«Rücû> hakkından nassen sulh
yapmak geçerlidir. O halde rücû
hakkında
sulh. yapmak zımnen rücû hakkının düşmesini gerektirir. Kasten rücû hakkını düşürmek
ise
bunun aksinedir. Çünkü çok şey vardır ki kasten sabit ol-madığı halde zımnen sabit olur. Bu,
mücerret
bir hak olmadığı için buna karşılık (ivaz) olmak, rücûa engel değildir. Bu ifade de açıktır.
Müctebâ'
da olan ise diğer bir meseledir» denilmiştir.
«Karşılığı
şart koşmak ilh...» Bu şart koşma konusu ilerde gelecektir.
«Hibeden
dönmeye mani olan ilh...» Bu bazı
âlimlerin, «Rücûa hibe-deki ziyade engel olur. Bu
engeller,
zel, mim, ayın, ha, ze, kaf, ve he harfleri ile başlayan yedi tanedir.
Remlî,
«Babam allâme Şeyhülislâm Muhyiddin, bu rücûa engel olanı
halleri şiir şeklinde şöyle
sıralamıştır: «Yedi şey, hibeden dönmeye en-gel olur. 1 -
Muttasıl ziyâde, 2 - Ölüm, 3 -
Karşılık
vermek,
4 - Hi-be edilen kişinin mülkünden
çıkması, 5 - Hibe edilen cariye ise hibe olu-nan kişinin
evlenmesi,
6 - Hısımlık, 7 - Hibe edilen şeyin helak olması»-demiştir.
«Haller
ilh...» Denilmesin ki engellerden birisi de fakirliktir. İleride geleceği gibi fakire yapılan
hibeden
dönülmez. Çünkü o sadakadır.
Şurunbulâliye.
«Zel,
ziyadeye işaret eder ilh...» Musannıf, Zel'i ziyâde ile kayıtla-mıştır.
Çünkü noksanlık, gebelik ve
kumaşın
-ister hibe edilen tarafını marifetiyle olsun, ister olmasın- kesilmesi gibi hibeden dönmeye
engel,
değildir. Bahır. Gebelik hakkında ilerde açıklama gelecektir.
«Anında birşey fazlalaşırsa ilh...» Bundan anlaşılıyor ki, hibe edilen şeyin fiyatının artması rücûa
engel
değildir.
Bahir.
«Kıymet ilh...» Bu kıymet kaydıyla yalnız ayn'ın kendisindeki ziyadeliğin engel olduğu
anlaşılmaktadır. Meselâ, çocuğun uzaması, hibe edi-len şeyin hatâen cinayet işlediği takdirde hibe
edilen
kişinin onu fidye ile kurtarması gibi. Bahır. Bahsin tamamı Bahır'dadır.
«Genç
olması sonra ihtiyarlaması
ilh...» Bu ifadede bir görüş var-dır.
Şöyle ki, İsticâbî'nin dediği
gibi
bu engelin ortadan kalkması kâbilindendir. Kûhistânî'nin ifadesi ise şöyledir: «Engel olan
ziyâde ortadan kalkarsa rücû hakkı yeniden doğar. Meselâ bir kimse hibe edilen toprakta bina
yapsa,
bina kaldığı sürece o arsanın hibesinden rücû edilemez. Fa-kat sonra binayı yıkarsa, rücû
hakkı
yine avdet eder. Muhit ve diğer
ki-taplarda olduğu
gibi.»
Kûhistânî'nin
ifadesinden anlaşılanın Nihâye adlı eserde olana ay-kırı olduğu
zannedilir.
Nihâye'de, «Birşey ziyadeleştiği zaman ondan sonra rücû hakkı ar-tık avdet etmez.» denilmiştir.
Nihâye sahibi, bunu ziyadeleşme ve
nok-sanlık bir arada olduğu haller için söylemiştir. Nitekim
bunu
bizzat ken-disi açıklamıştır.
Ben
derim ki: Tatarhâniye'de, «Eğer hibe
edilen şeyde bir bina ziyadeleşmişse
rücû hakkı yine
vardır.
Zira dönmeye engel olan hal, ayn'ın kendisindeki ziyadeleşmedir. Hibe edilen toprakta
yapılan
bina, topra-ğın kendisinde bir
ziyadelik getirmiyor. Şemsü'l-Eimme Serâhsi'de böyle
zikretmiştir»
denilmiştir.
«Eğer
sayılmazsa dönülür ilh...»
Hâniye'de, «Bir kimse bir bina hibe
etmiş olsa, hibe olunan kişi o
hibenin
misafirhanesinde tandır veya mut-fak misali birşey yapmış olsa, hibe eden kişi hibesinden
dönebilir.
Çün-kü böylesi yapmalar binaya
ziyadelik değil noksanlık getirir.» denmiştir.
«Bir
parçasında ilh...» Yani arsa büyük ise.
«Hasta
ise tedavi etse ilh...» Hibe edilen köle veya hayvan hibe edildiğinde hasta ise, adam tedavi
ederek
onu iyileştirmişse, hibe eden rücû
edemez. Ama hibe edilenin yanında
hastalansa da o
tedavi
etse, bu rücû hakkına engel
değildir.
Bahir.
«Hibe
edilen şeyin bir şehirden bir şehire ilh...» Zeylai şöyle der «Hibe edilen şeyi bir yerden bir
yere
aktarsa ve onun kıymeti artsa, nakli halinde bir takım şeylere muhtaç ise, Müntekâ'da
zikredilmiştir ki, Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre ondan rücû hakkı düşer. Ebû Yûsuf'a göre
ise
ondan rücû hakkı düşmez. Çünkü o ziyadeleşme hibe edilen şeyin ayn'ında olmamıştır. O halde
o
fiatın artışı gibi olur. Burada Ebû
Hanîfe ve İmam Muhammed'in
delilleri şudur: Dönülmesi, hibe
edilen
kişinin kira bedeli ve naklindeki çektiği zahmetin ibtalini tazammun eder. Bu ise rücûa engel
olur.
Kölenin nafakası ise bunun aksinedir. Çünkü kö-leye nafaka vermek bir menfaatin karşılığıdır.
Nakil
masrafları ise karşı-lıksızdır.»
Ben
derim ki: Serahsî'nin, Siyer-i Kebir şerhinde şöyle gördüm:
«Hi-be edilen şey dâru'l-harbte ise,
hibe
edilen kişi onu dâru'l-harbten çıkar-sa, hibe eden kişi artık ondan rücû edemez. Çünkü hibe
olunan
şeyde hibe edilen kişinin çabası
ile bir ziyadeleşme olmuştur.
Eğer onu çıkart-masaydı o
helak
olacaktı. Onu oradan çıkartmakla onu helâktan koru-muştur.»
Şu
kadarı var ki bunu şu surette
zikretmiştir: «Bir kimse bir eşyasını terketse ve «Bunu kim alırsa
onundur»
dese, bunu doksan dokuzuncuda
zikretmiştir.
«Bezzâziyye'de ün...» Ben derim ki, Bezzâziyye'de zikredilen Hülâsa adlı eserde de kesin bir şekilde
zikredilmiştir.
«Noksanlık getirmişse ilh...» Hidâye'de şöyle denilir: «Cariyeler bu meselede muhteliftirler.
Cariyelerden bazıları gebe kaldıkları zaman ren-gi sararır, bacakları incelir. Bu gebelik onda
noksanlık
sayılır ve hibe edenin rücûuna engel olmaz.»
Hidâye'nin bu sözünü, «Eğer, cariyenin gebeliği hibe edilen kişiden değilse» şeklinde anlamak
uygundur. Eğer o gebelik hibe edilen kişiden ise o zaman rücû hakkı bulunmaz. Çünkü cariyeye
hibe
edilen kişiden gebe kalması ile öyle bir vasıf sabit olmuştur ki o vasfın zail olması mümkün
değildir.
Çünkü o cariye o halde hibe edilen kişi ile evlenmiş ve ümmü'l-veled olmuştur.
Hibe edilen
kişiden
bilfiil doğum yapması gibi.
Bu
meseleyi müteahhirûnden bazıları da
fıkhen zikretmişlerdir. Yine
müteahhirûn hibe edilen kişi,
hibe
olunan köle ile mudebber anlaşması yap-sa, (yani, «ben öldükten sonra hürsün» dese) ondan
rücû
hakkı kesilir demişlerdir. T.
«Doğurduğu
çocuk ilh...» Bu çocuk ister nikâhtan, ister zinadan ol-sun. Bezzâziyye.
«Ebû
Yusuf'un görüşü ilh...» Ben derim
ki, Haniye. Ebû Yusuf'un görüşünün aksine dayanmıştır.
Zira
o, «Eğer hibe edilen câriye doğurur-sa, hibe eden kişi derhal cariyenin hibesinden rücû
edebilir»
demiştir. Ebû Yusuf ise, «Çocuk annesiz yaşayabilecek duruma geldiği zaman ço-cuktan
değil
cariyeden rücû edebilir.»
demiştir.
Biz
gebelik meselesini ilk bahsinin başında Musannıfın, «Çocuk an-nesine tâbi olur.» görüşü
üzerine
yazdık. Oraya bakınız.
«Câriye
gebe kalırsa ilh...» Yukarıda geçtiği gibi, gebelik hayrı ziyadeleştirirse rücûa engel olur.
Noksanlık
getirirse rücûa engel olmaz. Bu-nunla yukarıda geçen
arasında tevafuk edilsin. Sâyıhânî.
«Doğurmadan
ilh...» Bundan anlaşılan, eğer doğurursa, rücû hakkı, bina söküldüğünde arsanın
hibesinden
rücû hakkı sabit olduğu gibi, bun-da
da sabit olur.
«Zeylâî
ise, «dönülür» demiştir ilh...»
Çünkü gebelik noksanlık geti-rir. Nehir'den naklen
Hıyâru'l-Ayb babında geçti ki gebelik hayvanlarda değil cariyelerde ayıp sayılır.
FER'Î
MESELELER:
Hastalığında
birşey hibe etmiş olsa, teslim etmeden ölse, hibe bâ-tıl olur. Çünkü eğer vasiyet olmuş
olsa
idi, onda sülüse (üçte bir) itibar
edilirdi. O halde o gerçekten hibe olmuş olur ki hibenin
tamamlanması da ancak kabzla olur.
Hasta
bir kimse bir malı olmadığı halde kölesini hibe etse, sonra ölse, öldüğünde hibe edilen kişi,
hibe
olunan köleyi satsa, onun satışı
bozulmaz. Yalnız hibe olunan kişi
kölenin üçte ikisine zamin
olur.
Eğer onu azad etmiş olsa, hibe eden kişide borçlu olduğu halde başka malı da yoksa, eğer o
azad
etme hibe edenin ölümünden önce
ise caiz olur. Ölümünden sonra ise, caiz olmaz. Çünkü
hastalıkta
azad vasiyet sayı-lır. Borç olduğu sürece vasiyet
ancak borcun dışında kalanda
geçerli-dir.
Hasta olan adam, kölesini kendisi ölümünden önce azad etse ve ölse, kölenin azadı
caizdir.
Çünkü öldüğü evin mülkü yoktur. Bezzâziyye.
Ben
Molla Ali Sağir'in, Mecmâ adlı eserinde kendi el yazısıyla, Ceşâhirü'l-Fetâvâ'dan naklinde şunu
gördüm:
«Ebû Hanîfe hacda iken Kû-fe'de bir devir meselesi vâki oldu. Her fırka bir çeşit konuştu.
Ebû
Hanî-fe döndüğünde bu devir meselesini ona sordular. Ebû Hanîfe hiç düşün-meden ve hiçbir
rivayet nakletmeden, «O dönen hisseyi attığınız zaman mesele doğrulur.» dedi. Bunun örneği
şudur:
Bir ölüm hastası, diğer bir ölüm hastasına bir köle hibe ederek ona teslim etse, sonra o da
köleyi
yine kendisine hibe edene hibe ederek teslim etse, sonra ikisi beraber ölmüş olsalar, ikisinin
de
o köleden başka malları olursa, bu hibelerin yalnız üçte biri geçerli olduğu için mesele de devr
olur.
Ta ki devre döner. Birşey artana kadar döner. Malda artış olduğu zaman üçte birde de artar.
Üçte
birde arttığı zaman ona dönende de
artar. Ona dönende arttığı zaman üçte birde yine artış
olur.
Sonra bu böyle devam eder. O zaman bunun hesabını düzeltmeye ihtiyaç vardır. Hesabı
düzeltmenin
yolu ise, üç, üçte biri olan bir
rakamı bulmaktır. Ki en az üç tane üçte bir olan rakam da
dokuzdur.
O zaman diyebilirsin ki, hibe bu
dokuzdan üçünde geçerli olur. İşte bu üçten bir hisse ilk
hibe
eden kimseye verilir.
«İşte
bu hisse ortağa dönen hissedir. Bu, meselenin aslından düşü-rüldüğü zaman sekiz kalır. Bu
sekizden
de mesele çözülmüş olur. İşte Ebû Hanîfe'ye ait, «payı atınız ki mesele geçerli olsun.»
sözünün
manası budur. O zaman hibe, sekizde üçünde geçerli olur. Üçüncü hibe de yal-nız bir
hissede
olur. O halde birinci hibe eden kimseye dokuzda altısı düşer. Bizim çözdüğümüz iki katıdır.
Biz
ikinci hibeyi de verdiğimizin üç-te birinde tashih ettik. Sabit oldu ki, bu meselenin tashihi ortada
dö-nen
sehimin İslahı ile olur. Bazı âlimler de döneni terk et havada dönsün demişlerdir.» Özetle.
İmam
Muhammed'den de bu meselede bir nakil vardır.
«Bir
kimse cariye ile cinsi temasta bulunmuşsa ilh...» Hibe edilenle veya başkası ile cinsi temasta
bulunmuş
ise, onu ölen kimsenin alacaklı-larının ukr'u ile birlikte geri verir.
METİN
Mim
harfi hibe akdi yapanlardan birisinin ölümüne (mevt) işaret eder. Yani
hibe ederek teslim
ettikten
sonra taraflardan birisi ölürse, hi-beden dönülemez. Eğer teslim etmeden ölürse, hibe bâtıl
olur.
Taraflar
kabzın, ölümden önce veya sonra
yapıldığı konusunda ihti-lâf etseler, hibe edilen şey
vârisin
elinde ise, geçerli olan vârisin sözüdür.
Musannıf,
ölümle düşen görevleri şiir şeklinde şöyle ifade etmiş-tir: «Kefaret, diyet ve haraç düşer.
İki
ortaktan birisi zengin olduğu hal-de
köleyi azat etmiş olsa, ortağının hissesini tazmin etmesi
gerekli
iken,, öldüğü takdirde o tazminat düşer. Bunun gibi nafakalar ve hibeden rücû hakkı da
düşer.
Bunların tümünün hükmü ölümle
düşer.»
Ayn
harfi ivaza (karşılık) işaret
eder. Yani hibede karşılık olursa, hi-beden rücû hakkı düşer. Şu
şartla
ki, hibe edilen kişi, karşılığı verdiği vakit bunun hibenin
karşılığı olduğunu ifade edecek bir
lâfzı
zikretmeli-dir. O halde hibe edilen kişi hibe edene, «Bu senin hibenin karşılığıdır» veya «Bu
senin
hibenin reddidir veya karşılığıdır.» demiş olsa, hibe eden kişi de onu kabzetse, hibeden rücû
hakkı
düşer.
Eğer
hibe edilen kişi hibe ederse birşey verdiğinde, «Bu hibenin karşılığıdır» demese, iki taraf da
hibesinden
dönebilir. İşte bunun içindir ki, kabz, ifraz ve şüyû'nun bulunmaması gibi hibenin
şartları
verilen ivaz için de şarttır.
Hibenin karşılığı olarak verilen şey onun cinsinden olsa veya
ondan
az olsa bile böyledir.
Metnin
bazı nüshalarında, «hibe» yerine,
«akit» kelimesi konulmuş-tur. Bu
yanlıştır.
Babanın
çocuğa hibe edilen şeyin karşılığında çocuğun malından bir şey vermesi caiz olmaz.
Ticaretle
izinli köleye, birşey hibe edilmiş
olsa, o da sonra onun karşılığında birşey vermiş olsa, her
iki
tarafın da rücu hakkı vardır.
Bahır.
Bir
hıristiyan tarafından müslüman bir kişiye bir şey hibe edilmiş olsa, onun hibesi karşılığında
müslüman
ona şarap veya domuz vermiş olsa, geçerli değildir. Zira müslüman domuz ve şaraba
mâlik
olmadığı gibi onları başkasına temliki de geçerli değildir. Bahır.
Karşılık
yapan şeyin hibe edilen malın bir bölümü şeklinde olma-ması şarttır. O halde hibe edilen
bir
şeyin bazısı geri kalan kısma kar-şılık hibe edene verilmiş olsa geçerli değildir. Hibe eden kişi
geri
kalan kısımdan da rücû edebilir.
Fakat
hibe edilen iki ayrı şey ise, birini
diğerinin karşılığı olarak hi-be edene vermek, eğer o iki şey
iki
ayrı akitle hibe edilmişse, geçerli olur. Eeğer ikisi bir akitle hibe edilmişse o karşılık geçerli
değildir.
Zira akitlerin ayrı olması ayn'ın
değişik olması
gibidir.
Hibe
ve hibeden rücûda dirhemlerin
ayn'ının kâim, mevcut olması ge-rekir. Müctebâ.
Buğdayın ununun, buğdayın karşılığı olarak verilmesi geçerlidir. Ya-ni birisi diğerine bir miktar
buğday hibe etse, hibe edilen kişi hibe ola-rak aldığı buğdayı un haline getirdikten
sonra hibe
edene
vermiş olsa, geçerlidir. Çünkü buğday öğütüldükten sonra vasfı
değişmiştir.
Bunun
gibi, bir kimse hibe edilen kumaşın bir kısmını boyayıp hibe-nin karşılığı olarak vermiş olsa
veya hibe edilen kavutun (kavrulmuş un) bir kısmını yağla karıştırarak verse, geçerli olur. Haniye.
İZAH
«Mim
ilh...» Hibe eden veya edilenden birisinin dinden çıkmasından dolayı Dârü'l-harbe
iltihakına
hükmedilse
bakılır. Hibe edilen kişi ölse, mülkiyet varislerine intikal ettiğinden hibe eden kişinin
rüçû
hakkı dü-şer. Eğer hibe eden ölürse, seri nass ancak rücû hakkını hibe edene tanıdığından
varis
de hibe eden olmadığına göre hibeden
rücû hakkı yine düşer.
Dürer.
Ben
derim ki: Açıklamaya göre hibe eden kişi, dinden çıksa ve onun darü'l-harbe sığınmasına
hükmedilmiş
olsa. hüküm yine böyledir, yani hibeden rücû hakkı düşer. Bu konuda acık bir nakle
başvurulması
gerekir.
«İhtilâf
etseler ilh..» Yani hibe edeple .hibe edilen kişi değil, ifade tarzı her ne kadar bunu hatıra
getiriyorsa da bu kayıt şart değildir. Me-selâ hibe edenin varisi, hibe edilen kişiye, «Sen o köleyi
onun
hayatın-da kabzetmedin, sen onu ölümünden sonra kabzettin» dese, hibe edilen kişi de, «Ben
onu
hayatında kabzettim» dese, köle vârisin elinde ise. T.
«Söz
vârisindir ilh...» Zira kabız o anda bitmiştir. Miras ise, kabız-dan öncedir. Bu yüzden söz
vârisindir.
Bahır.
«Kefaret
ilh...» Kefaretin çeşitleri yani oruç, yemin, zihâr, hatâen cinayet kefaretlerinin tümü,
adamın
ölümü ile düşer. Ama eğer öldüğün-de bu kefaretlerden herhangi birisi ile mükellef ise ve
mükellef
bulun-duğu kefareti vârislerine
vasiyet ederse o zaman düşmez.
Haraç
verenin ölümüyle ondaki haraç verme mükellefiyeti düşer.
«Diyet ilh...» Bir kimsenin üzerinde bir diyet borcu varsa, vermeden ölürse, bu diyet
ondan düşer.
«Nafakalar ilh...» Nafakalar eğer hâkimin emri ile değilse düşer.
«Ayn harfi ivaz'ı gösterir ilh...» Birisi diğerine köle hibe ettiğinde onun da karşılığında kumaş
vermesini
şart kılarsa bakılır: Eğer aynı mec-liste trampa ederlerse caizdir. Eğer aynı mecliste
trampa
edilmezse caiz değildir. Haniye.
«Rücû
hakkı düşer ilh...» Nafakalar eğer hâkimin emri ile değilse düşer.
«Ayn harfi ivaz'ı gösterir ilh...» Birisi diğerine köle hibe ettiğinde onun da karşılığında kumaş
vermesini
şart kılarsa bakılır: Eğer aynı mec-liste trampa ederlerse caizdir. Eğer aynı mecliste
trampa
edilmezse caiz değildir. Haniye.
«Rücû
hakkı düşer ilh...» Yani hem hibe edenin, hem de hibenin karşılığını verenin rücû hakları
düşer.
Ankaravî'de olduğu gibi.
Sarihin ifa-desi de buna işaret eder. Sâyıhânî.
Hâmiş'te
şöyle denilir: «Kadın,
kendisini bir veya iki talâkla boşayan kocası ile iddet bittikten sonra
evlenmeyi isterse, onu boşayan koca, «Benim sana borcum olan eski mehrini hibe edersen
evlenirim»
dese, kadın da bu alacağı mihri onunla evlenme karşılığı olarak hibe etse, sonra erkek
onunla
evlenmese, fakihler, «Erkek ister onunla evlensin, ister evlenmesin o mehrin hibesi geçerli
değildir,
mehir onun üzerinde yine borç olarak
kalır. Zira kadın mehrini nikâh karşılığı kılmıştır.
Nikâhın
karşılığı olan malı vermek kadına değil, erkeğe aitir.» demişlerdir.» Haniye. Fetâvâ-yı
Hayriye'de bununla fetva
verilmiştir.
«İki
taraf da ilh...» Zira mutlak temlik başlangıçta temlik ihtimali taşıdığı gibi, karşılık için temlik
ihtimalini
de, taşır. O halde rücû hakkı şüphe ile ibtal edilemez. Mustasfâ.
«Hibesinden
rücû edebilir ilh...» Bu bahiste bir söz vardır, o da şu-
dur:
Bilinen asıl, ifade edilen gibidir. Nitekim bu Kâfî adlı eserde belirtilmistir. Halkın örfünde ise,
hibe
edilen kişi hibe edene birşey verirse, bundan hibenin karşılığı anlaşılır. Utandığından bu senin
hibenin
karşılığıdır diyemez. O halde uygun
olan bedeli zikretmese bile böyle
bir hibeden
dönülmesidir.
Hâniye'de şöyle denilir: «Bir kimse karısına hediyeler gönderse, karısı da onun karşılığında
birşeyler
gönderse, zifaf yapsalar, sonra ayrılsalar, erkek gönderdiklerinin ariyet olduğunu iddia
ederek
geri almayı istese, kadın da karşılık olarak verdiğini geri almak istese, burada eşya
hakkında
makbul olan kocanın sözüdür. Çünkü koca temliki inkâr etmiştir. Kadın da ancak
gönderdiklerini
hibenin karşılığı zannettiğinden o da gönderdiklerini alabilir. Kocanın yaptığı hibe
olmadığı
gibi, kadının gönderdikleri de ivaz olmaz. Her iki taraf da karşılıklı göndermiş oldukları
eş-yayı alabilirler. Ebûbekir İskâf'da, «Kadın gönderdiği zaman açıkça Kocanın gönderdiklerinin
karşılığı olduğunu söylese bile gönderdiklerini geri alabilir. Fakat kadın bunu açıkça söylemezse
bakılır: Eğer gönderdiğinde ivaza niyet etmişse
kadının niyeti bâtıl ve gönderdiği hibe olur. Bu
meselede ihtilâf olduğu açıktır» demiştir. Yakûbiye.
«Az olsa bile ilh...» Yani gönderdiği ivaz, hibeden az olsa bile. Çünkü ivaz gerçekte hibenin bedeli
değildir.
Eğer hibe edilenin gerçekten bedeli olmuş olsa, o zaman ribâ olması ihtimali olurdu.
«Karşılığında ilh...» Eğer çocuğa hibe edilene karşılık babası çocuğun malından verirse, bu karşılık
bâtıl
olduğundan hibe eden kişi hissesinden rücû' edebilir. Bezzâziyye.
«Çocuğun
malından ilh...» Baba çocuğa yapılan hibenin karşılığını kendi malından verirse bu
geçerli
olur. Çünkü ilerde yabancı birinin
hi-beye karşılık birşey vermesinin geçerli olduğu meselesi
gelecektir. Sâyıhânî.
«Rücû
hakkı ilh...» Çünkü ticaretle izinli köle birşey hibe etme hak-kına mâlik değildir. O halde onun
karşılık vermesi geçerli olmaz.
«Bahir
ilh...» Zira ticaretle izinli köle başlangıçta nasıl hibe etme-ye mâlik değilse, sonra da hibenin
karşılığını vermeye mâlik değildir. Sâyıhânî.
«Hibe
ilh...» Birisine dirhemler hibe edildiğinde o dirhemlerin aynının verilmesi gerekir. Eğer onu
başkasıyla
değiştirirse hibeden yüz çe-virmiş olur. Ama hibe ettiği dirhemlerden
başkasını teslim
etse,
yeni bir hibe olur. Hibe edilen kişi
onu kabzetse, dirhemler cinsinden veya başka bir cinsten
karşılık vermiş olsa, o zaman rücû hakkı düşer. Bu meselede dinarlar da dirhemler gibidir. T.
«Rücûda
ilh...» Yani hibe eden kişinin rücû hakkı yoktur. Ancak, hi-be ettiği dirhemler bizzat
mevcutsa
rücû edebilir. Fakat hibe edilen kişi, hibe edilen dirhemleri sarfetmişse bu rücûa engel
olur.
T.
«Öğütüldükten
sonra ilh...» Yani buğday öğütüldükten sonra o buğ-dayın aynı veya bir bölümüdür
denilemez.
«Verse ilh...» Yani bir bölümü hibeye ivaz kılsa geçerli olur. Çün-kü boyamak veya yağlamakla bir
ziyadelik meydana gelmiştir. Sanki boyanın kumaş veya yağla karıştırılan kavut başka bir şey
olur.
METİN
Bir
kimseye iki cariye hibe edilmiş
olsa, o cariyelerden birisinin ço-cuğu olmuş olsa, hibe edilen
kişi
de cariyeden olan çocuğu hibe
karşılığı hibe edene verse, eğer çocuk hibeden sonra olmuşsa
artık
o cariyelerin hibesinden dönülmez, karşılık da geçerli olur.
Hibe
olunan bir şeyin karşılığında, hibe
edilen kişi değil bir yaban-cı birşey vermiş olsa, muhâlea
bedeli
gibi -artık hibe edenin rücû etme hakkı düşer. Bu, yabancı hibe karşılığını hibe edilen kişinin
izni
olma-dan vermiş olsa da böyledir.
Karşılığı
veren yabancı, velev hibe edilenin
emri ile olsa da hibe karşılığı verdiğini rücû ederek
alamaz.
Ama hibe edilen kişi yabancıya, «Ben zaminim. Benim yerime ver»
dese ve o da verse, o
zaman
rücû hakkı vardır. Çünkü hibenin
karşılığını vermesi, üzerine vacib değildir.
Fakat
bir yabancı borcunu ödediği takdirde, ödeyen kimse öde-diği parayı borçludan alır. Bunda
asıl,
kendisinden ötürü insanların hap-sedildiği ve ödettirildiği
herhangi bir şeyin ödenmesini
emreden
kişi emri ile zımanı şart koşmasa dahi ödeyenin kendisine rücû edeceğini isbat etmiştir.
Fakat
kendisinden ötürü insanların hapsedilmediği veya sürekli taleb edilmediği birşev için rücû
hakkı
yoktur. Hibe gibi. Ancak, «Ben zaminim» diyerek, sımanı şart koşarsa, ödeyen o kimse geri
alabilir.
O
halde borçlu, bir diğerine, «Borcumu öde» dese, o da ödemese, «Ben zaminim» demese dahi,
borcu
ödeyen kişi rücû eder, parasını
alır. Çünkü borcun edası borçlunun üzerine vacibtir. Şu
kadar
var ki, yazdığı-mız asıldan, «Bir
kimse bir diğerine,
«Binamın yapılmasına yardım et» de-se
veya esir, bir kimseye, «Beni satın al» demiş olsa, bu her iki durum-da da rücû etmeyi şart koşmasa
dahi,
rücû edip parasını alma hakkına sahiptir.» meselesi istisna edilir. Hâniye'nin kefalet bahsi.
Halbuki
o adam bu her iki şeyde de
hapsedilemez ve taleb edilemez ve sıkıştırılamaz.
Hibe
edilen şeyin yarısı üzerinde hak iddia edilirse, o zaman ivazı veren kimse de ıvazın yarısı
ile
rücû
eder. Ama eğer ivazın yarısına
müs-tahak çıkarsa geri kalanı reddetmedikçe hibe eden kişi
hibesinden
rücû edemez. Çünkü ivaz kılınan
şeyin yarısını başlangıçta ivaz etmiş olsaydı geçerli
olurdu.
Öyleyse devamı da geçerli olur. Şu kadarı var ki' burada hibe eden ivazı teslim edip
etmemekte
muhayyerdir. Buradaki ivazdan maksat da hibede şart koşulmayan ivazdır. Ama eğer
hibe
edilirken kar-şılık vermesi şart koşulursa, ileride geleceği gibi, bu hibe değil mübadele olur. O
halde
ivaz hibe üzerine tahsis edilir. Hibenin hak ileri sürülen ivazın karşılığı olan kısmından rücû
edebilir.
Nihâye.
Nasıl
ki, ivazın hepsi başkasının hakkı olmuş olsa, eğer hibe ettiği şey helak olmamış, mevcut ise
hibenin
hepsinden dönebilir. Ama ivazın hepsi istihkak edilmiş olmakla birlikte hibe edilen şey
muttasıl
bir ar-tışla ziyadeleşse, dönemez. Hülâsa.
Eğer
hibenin tamamı bir başkasının istihkakı çıkarsa, hibe edilen ki-şi, hibenin karşılığında verdiği
ivazı
eğer mevcut ise geri alabilir. Ama eğer ivaz helak olmuş ise, mislî birşeyse mislini, kıyemî
birşeyse
kıy-metini alır. Gaye.
Eğer
hibenin yarısına ivaz verilmiş ise, hibe
edilen kişi karşılığını al-madığı kısmından döner. Bu
dönüşte,
şüyu da zarar vermez. Çünkü son-radan olmuştur.
Uyarı: Müctebâ da şöyle nakledilmiştir: «Eğer hibe aklinde şart koşulmuşsa ivaz hibeden dönmeye
engel
olur. Meselâ, «Ben bu koyunu sa-na veriyorum sen de karşılığında koyun vereceksin»
denilirse.
Eğer akit-te böyle bir şart
koşulmadan hibe yapılmışsa, daha
sonra ivaz verilmiş ise,
hibeden
dönemez.»
Bu
meseleyi Müctebâ dışında açıkça
söyleyeni görmedim. Mezhebin türlü kitaplarında ivazdan
hibede
şart kılınması mutlak olarak zikredil-miştir. Nitekim daha önce geçmişti.
İZAH
«Rücû
ederek alamaz ilh...» Yani ivaz veren kişi karşılığı verdikten sonra hibe edilen kişinin ortağı
bile
olsa, ister onun izniyle, ister
izinsiz versin, rücû hakkı yoktur.
Zira karşılık vermek hibe edilenin
üzerine
vacib değildir. Nasıl ki birisi diğerine, «Teberru ver» demiş olsa, teberru veren adam
verdikten
sonra rücû edip teberruluyu emreden kişiden ala-madığı gibi. Ancak gerek hibenin
karşılığında, gerekse teberru eden adam hibe edilen kişi veya teberru'yu emreden kişi, «Sen ver,
ben
zaminim» derse, o zaman her iki durumda da döner, verdiğini alır. Ama borçlu bu-nun
aksinedir. Meselâ borçlu kimse birisine, «Benim borçlarımı öde» derse, o adam ödedikten sonra,
borçlu
olan, «Sen öde, zaminim» demese bile, ödedikten sonra, döner borçludan alır. Zira borcu
ödemesi
borçlunun üzerine vacibtir.
Minâh.
«İvazın
yansı ile rücû eder ilh...» Cevhere'de şöyle denilmiştir: «Bu
hibe, taksimi kabil olmayan
şeyden
ise rücû edebilir. Ama eğer hibe edilen şeyin bazısı başkasının hakkı çıktığında, eğer
taksimi
kabil ise, hi-be geri kalan kısımda da bâtıl olur. O zaman hibe edilen kişi ivazın hep-sini
alır.»
Zira
anlaşılıyor ki hibe edilen kişi hibeden başkasının istihkakı çı-kan kısma mâlik olmamıştır. O
halde
hibenin aslı ibtal edilir. Çünkü hi-be taksimi kabil olan müşâda yapılmıştır.
«Ama eğer ivazın yarısına müstehak
olursa ilh...» Hibe eden kişi hi-benin yarısı ile rücû edemez.
Çünkü
ivazın kalan kısmı hibenin hepsinin
karşılığıdır. Zira başlangıçla da kalan kısım hibeye ivaz
olarak
verseydi uygun olurdu. Ancak burada hibe eden kişi muhayyerdir. Çünkü hibenin yarısının
karşılığında ivaz vermek onun rücû hakkını düşürmez. Ancak iva-zın hepsini ona teslim etmekle
rücû
hakkı düşer. O da binanın tam karşı-lığını teslim etmediğinden onun geri alma hakkı vardır.
«Muhayyerdir ilh...» Çünkü ivazı teslim etmemiştir.
«Şart
koşulmayan ivaz ilh...» Yani hibe ettiği zaman karşılığı şart koşmadığı ivazdır.
«Eğer
hibenin yarısına ivaz verilmiş olsa ilh...» Veya hibenin bazısı-nın karşılığında ivaz vermiş
olsa.
Meselâ hibe bin dirhem ise, bunun kar-şılığında bir dirhem varsa, o zaman bu vermiş olduğu
ivaz
bir dirhem kar-şılığında hibe aktini
feshetmektir. Hibe, eden kişi geri kalan kısımdan dö-nebilir.
Müştemilâtı
olan bir binanın hibesinin karşılığında bir oda ver-miş olsa, hüküm yine böyledir.
Bezzâziyye.
«Şüyu da zarar vermez ilh...» Yani yarısından dönmekle meydana gelen
şüyu (ortaklık) da zarar
vermez.
Bu meseleyi açıklıkla söyleyeni görmedim. Bunu söyleyen Minâh
sahibidir.
Ben
diyorum ki: Bu mesele, Gâyetü'l-Beyân adlı eserde açık olarak zikredilmiştir. Gâyetü'l-Beyân'ın
ifadesi
şöyledir: «Bizim ashabımız, «Hi-bede
hibe eden kimsenin hibeden dönme hakkını düşüren
ivaz,
hibe ak-dinde şart koşulan ivazdır.
Ama hibe aktinden sonra hibe edilen kişi onun karşılığını
verirse,
hibe eden kişinin yaptığı hibeden
rücû hakkı düş-mez. Çünkü yapılan ivaz, hibe edilen kişi
üzerinde
bir hak değildir. An-cak o, o karşılığı hibe edenin rücû hakkını düşürmek için vermiştir. O
halde
onun verdiği ivaz, başlangıçta bir hibedir. Ama hibe akdinde şart koşulan ivaz bunun gibi
değildir.
Çünkü akitte şart koşulan ivaz, hibe-nin hükmünü satım akdi hükmüne çevirir. Hatta o
zaman
hibe eden ki-şi şuf'a (ön alım) hakkı ve ayıpla sebebiyle geri verme
haklarına sahihtir»
demişlerdir. Bu duruma göre, hibe aktinde şart koşulan ivaz doğrudan hibe edilenin karşılığından
yine
ashabımız, «ivazda hibedeki şartlardan kabz ve şüyû'un bulunmaması gibi şartların verilen
ivazda
da geçerli olması gerekir. Çünkü o ivaz hibedir. Şerhü'l-Akta'da
böyledir.» demiş-lerdir.»
Tuhfe'de
de, «Hibe aktinden sonraki ivaz, rücû hakkının düşürülme-si içindir. Akit başlangıçta, ne
de
sonuçta ivazlı akit anlamını
taşımaz. Ancak hibe aktinden sonra verilen ivaz^ hibe edilen
kişinin,
«Şu
senin hibenin karşılığıdır.» demesiyle yapılan hibe ivaz olur. Bu ivaz da
eğer kabzolunursa,
hibeyi ibtal eden veya geçerli kılan şartlarla hibe olur. Ama akitten sonra ivaz verirken, «Bu hibenin
karşılığıdır» demezse, o zaman başlangıçta hibe olur ki, bu durumda her ikisi de hibelerinden
dö-nebilirler.»
denilmiştir. Kısaltarak alınmıştır.
Tuhfe'den
yapılan bu nakilden anlaşılan, bunların ikisi ya iki görüş ya iki rivayettir. Birincisi rücû
hakkını
ortadan kaldıran ivazdır ki, bu
iva-zın verilmesi veya
konuşulması hibe akti yapılırken
şarttır.
İkincisi ise, rücû hakkını düşürmek için akitte konuşulması gerekli değildir. Ancak hibeden
rücû
hakkını düşürmek için ivaz verildiğinde, «Bu evvelce yap-mış olduğu hibenin karşılığıdır»
demek
gerekir. İşte bu hilaf hibedeki rücû hakkının düşürülmesi üzerinedir. Ama hibenin sonunda
bir
satım akdine dönüşmesine gelince, orada hibe akti yapılırken ivazının da
ko-nuşulması veya
verilmesi
mutlaka şarttır.
«Mezhebin
füru kitapları ilh...» Ben derim ki, açık olan, ivazın akit sırasında konuşulması, ancak
ivazın
hibe edilen şeye karşılığının mutlak
değil tevzii hususundadır. Yani hibe
aktinde ne kadar
ivaz
konuşulmuşsa aldığı ivazın
karşılığından dönemez, geri kalanından dönebilir. O zaman
Müctebâ'da
olan, mezhebin fürû kitaplarındaki mutlak ifadelere aykırı olmaz. Ebussuud el-Mısrî.
«Nitekim
daha önce geçti ilh...» Yani buğday ununun hibe edilen
buğdaya, hibe edilen iki cariyeden
birinin
cariyelere ivaz olduğu konu-sunda geçmişti.
METİN
He
harfi, hibe edilen şeyin elden
çıkışı(hurucu)nı ifade eder. Yani
hibe edilen şey, hibe edilen
kişinin
mülkiyetinden çıkarsa hibe eden kişi hibesinden dönemez. Velevki hibe edilen de hibeyi
başkasına hibe etsin. Ancak hibe edilen kişi üçüncü şahsa yapmış olduğu hibeden dönerse,
ilk
hibe
eden kimse de hibesinden rücû edebilir. İkinci hibe edenin rücûu ister hâkimin hükmü ile, ister
tarafların
rızaları ile olsun sonuç de-ğişmez. Hibe, hibe edilen kişiye yeni bir sebebten dolayı dönse
bile
aşağıda geleceği "gibi, rücû etmek hibeyi feshetmektir. Meselâ, üçüncü şahıs kendisine hibe
edilen
şeyi ikinci şahsa sadaka olarak verse veya satsa, birinci hibe eden kimse hibesinden
dönemez.
İkinci şahıs hibe edilen şeyin yarısını satsa, rücûa engel durum bulunmadığından geri
kalan
kısmından
dönebilir.
Musannıf
burada hibe edilen şeyin hibe
edilenin elinden bütün ola-rak
çıkmasıyla kaydetmiştir.
Yani
hibe edilen şey hibe edilen kişinin mül-kiyetinden her yönüyle çıkarsa hibe eden kişi
hibesinden
rücû edemez.
Musannıf
daha sonra bu usul üzere konuyu
şöyle açıklamıştır: «Eğer hibe edilen kişi hibe edilen
koyunu kurban etse veya hibe edilen şeyi
sadaka adaşa ve o hibe edilen şey kesilip et halini almış
olsa,
bu du-rum rücû hakkına engel değildir. Çünkü kurban olmakla her yönüyle hibe edilen kişinin
mülkiyetinden
çıkmamıştır. Hibe edilen bu koyun
eğer te-mettü haccı veya Kran
haççı için ihrama
giren
veya adakta bulunan bir kişiye hibe edilse, o da bunu kurban etse, yine rüçûa engel değildir.
Minhâc'da,
«Eğer birisine bir elbise hibe edilmiş olsa, hibe edilen kişi onu Allah için tasadduk etse,
hibe
eden kişinin rücû hakkı vardır. Yalnız Ebû Yusuf buna muhalefet
ederek, «Rücû edemez.»
demiştir.
Ama hibe edi-len koyunu bir
kimse kurban etmek için değil de eti için kesmiş olsa, bütün
âlimlerin
ittifakiyle hibe eden rücû hakkına sahiptir» denilmiştir.
PRATİK BİR MESELE:
Borçlu
olan veya üzerinde hataen cinayet diyeti olan köleyi efen-disi köleden alacaklı şahsa ve
cinayetin
velisine hibe etmiş olsa, borçlu ise borcu düşer, diyetle yükümlü ise diyet düşen Ama
efendisi
eğer bu kölenin hibesinden rücû ederse, istihsanen geçerli olur. İmam Muhammed ve Ebû
Hanîfe'den
bir rivayete göre, efendinin, kölenin hibesinden rücûu ile kölenin borcu ve diyeti avdet
etmez.
Nitekim bir kimse kızını bir erkeğe hibe ettikten sonra rücû eylese, kızın nikâhı avdet etmez.
Haniye.
Zel
harfi hibe vaktindeki zevciyete işarettir. Şu halde bir kimse bir kadına hibede bulunsa, sonra bu
kadınla
evlense yaptığı hibeden rücû edebilir. Eğer karısına hibe ederse, bunun aksine rücû
edemez.
PRATİK BİR MESELE :
Efendinin,
Ümmü'l-veled olan cariyesine, hastalığında dahi yap-mış olsa hibesi geçerli değildir. Bu
hibe
vasiyet de olmaz. Çünkü köle veya cariye hacir altındadırlar. Onların mülk edinme ehliyetleri
yoktur.
Ama ümmü'l-veled olan cariyesine
«Ben öldükten sonra şunu sana
vasi-yet ediyorum»
dese,
vasiyeti geçerli olur. Zira ümmü'l-veled efendisinin ölümüyle azad edilir, vasiyet edilen şey de
ona
teslim edilir.
Kâfi.
Kâf
harfi de karabete (yakın hısımlığa) işaret eder. Bir kimse kendi-sine neseben haram olan
hısımlarından
birisine bir şey hibe etse o kı-sımı zımmî veya müste'men de olsa,
hibesinden rücû
edemez.
Şümhî.
Ama
bu kimse neseben değil süt kardeşi gibi süt yoluyla haram olan birisine -bu süt kardeşi
amcası
oğlu olsa bile- veya kayınvalidesi, hanımının kızı gibi sıhrî hısımlık yoluyla haram olan
birisine
veya bir ya-bancının kölesi olan
kardeşine veya öz kardeşinin
kölesine hibe yapmış olsa,
hibesinden
dönebilir.
Ama
eğer efendi ile kölenin her ikisi de onun akrabalık yoluyla mah-remi iseler, sağlam görülen
görüşe
göre, ittifakla o hibesinden
rücû ede-mez. Çünkü bu hibe hangisine yapılmış olursa olsun,
rücûa
engeldir.
Bahır.
PRATİK BİR MESELE :
Bir
kimse kardeşi ile bir yabancıya ikisine birlikte taksim edileme-yen birşey hibe etse, onlar da
onu
kabzetseler, o yabancının hissesinden, rücûa engel bir hal olmadığında rücû edebilir. Dürer.
İZAH
«Feshetmektir ilh...» Yani hibe edilen şey, ikinci defa hibe eden şah-sa döndüğü zaman bütün
hakları
ile döner.
«Birinci
hibe eden kimse ilh...» Çünkü rücû hakkı bu 'mülkte henüz sabit değildir. Dürer. Muhit'ten
naklen.
«Rücû
hakkına engel değildir ilh...» Hibe edilen kişinin de hibe edi-len koyunu kurban etmesi
caizdir.
Minâh'ın Müctebâ'dan naklettiği gibi.
«Borçlu
olan köle ilh...» Çocuğun köle olan birisinin üzerinde vasiyet edilmiş bir
alacağı olsa,
çocuğun
vasisi o köleyi çocuğa hibe etse,
sonra vasi hibesinden rücû etmiş
olsa, zahiri rivayete
göre,
vasinin dön-me hakkı vardır. İmam
Muhammed'den rivayete göre vasi
rücû edemez. Çünkü
ona
borçludur.
«İstihsânen
ilh...» Hâniye'de şöyle denilir: «Kıyasa göre hibeden rü-cû hakkı yoktur. Kıyas, Hasan'ın
Ebû
Hanîfe'den, Muâllâ'nm Ebû Yusuf tan,
Hişâm'ın da İmam Muhammed'den rivayetidir. Ebû
Yusuf'un
görü-şüne göre borçlu olan veya
hataen cinayetten diyet borcu olan köleyi hibe eden kişi
hibeden
rücû etse, borç ve hataen cinayet
diyeti tekrar avdet eder. Ebû Yusuf, İmam Muhammed'in
metindeki
görüşünü çok fa-hiş niteleyerek
şöyle demiştir: Eğer bir köle
küçük bir çocuğa borçlu
olsa.
kölenin efendisi köleyi o çocuğa hibe etse, çocuğun vasisi hibe edilen köleyi kabul ve kabz
etmiş
olsa, borç kölenin üzerinden düşer. Bu hi-beden sonra efendi hibeden rücû ederse, eğer
dımânı
ona yüklesek de, kölenin borcu avdet
etmez, o zaman vasinin hibeyi kabul etmesi, çocuğa
zararlı
bir tasarruf olur. Vasi zararlı olan böyle bir tasarrufu yapmaya mâlik değildir.» O halde
kölenin
hibesinden rücû ettiği takdirde
kölenin borcu da avdet eder. Nikâh meselesine gelince,
bunda
Ebû Yusuf'tan iki rivayet vardır.
Rivayetin birinde hibe eden kişi hibesinden rücû eder-se
nikâh
avdet eder.» denilir.
«Bunun
aksi gibi ilh...» Yani kadın bir erkeğe birşey hibe etse, son-ra o erkek kadını nikâhlasa,
kadının
her ne kadar kocası olmuş olsa da kadın rücû edebilir.
«Neseben
haram olan akrabasına ilh...» O halde, akrabası ölüp de haram olmayan veya mahremi
olup
da akrabası olmayan kimse. Dürer.
Bi-rincisinin örneği, amca oğludur. Amca oğlu onun
sütkardeşi
de olmuş olsa, yine bu hüküm dışındadır. Çünkü Musannif, «neseben haram olan
hısımlar»
demiştir. Amcası oğlu ise her ne
kadar hısımı ise de neseben mahremi değildir. Çünkü bir
kimse
amcasının oğlu ile evlenebilir. O hal-de amcası oğluna yaptığı hibeden rücû edebilir.
Şurunbulâliye'de
oldu-ğu gibi. İkincisinin örneği de
sütkardeştir.
«Amcası oğlu olsa bile ilh...» Yani onun sütkardeşi amcası oğlu ol-muş olsa bile. İşte bu da,
«neseben» tabirinden anlaşılıyor. Çünkü amcaoğlu sütkardeş olunca mahrem oluşu neseben değil
süt
yoluyla sabit olmuş bulunur.
«Sihri
hısımlık yoluyla haram olan birisine ilh...» Bu, rücûa engel değildir. Bakani.
«Hanımın
kızı gibi ilh...» Bir de gelinleri ve damatları gibi. Oğlunun karısına veya damadına hibe
etse,
bunlar rücûa engel değildir. Çünkü bunların mahrem oluşları neseb yoluyla değil, sıhriyet
yoluyladır.
«Hibesinden
dönebilir ilh...» Zira bu hibede mülkiyet her yönüyle yakınına değildir. Eğer ihtiyaç
içinde
ise köle ona hibe edilene diğerle-rinden daha hak sahibidir. Hibeden dönebileceği görüşü
İmam-ı
Azam'a göredir. Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, ise, kardeşi bir yabancının kölesi
olduğu
takdirde, ona yapmış olduğu hibeden döner. Çünkü» mülkiyet yabancınındır. Fakat
kardeşinin
kölesine yaptığı hibeden dö-nemez.
Çünkü onun mülkiyeti direk kardeşinin
olmaktadır.
Bahır'da
ol-duğu gibi.
«Akrabalık yoluyla mahremi iseler ilh...» Bunun şekli şöyledir: Ada-mın iki kızkardeşi ve her birinin
birer
oğlu olsa, bu çocukların birisi tey-zesinin oğlunun kölesi olsa veya
adamın birisi babadan
diğeri
anadan iki kardeşi olsa ve-bunlardan birisi diğerinin kölesi olsa, bu her iki şekilde de köleye
yapılan
hibeden rücû
edilemez.
METİN
He
harfi hibe edilen şeyin helakine
işarettir. Eğer hibe edilen kişi helak olduğunu iddia ederse
yemin
etmeden sözü tasdik edilir. Çünkü o, hibe edilen şeyin geri verilmesini inkâr etmektedir. Ama
eğer
hibe eden kişi, «Hibe ettiğim şey şudur» derse, o zaman bunu inkâr eden hibe edilen-kişi de,
«Onun
işaret ettiği şey, hibe edilen şey
değildir» diye yemin eder.
Hülâsa.
Nitekim
hibe edilen kişi, «Bana hibe edenin kardeşiyim» iddiasında bulunursa, hibe edenin, onu
inkâr
ettiğinde, yemin etmesi gerekir.
Çün-kü hibe edilen kişi hibeyi değil, nesebin sebeb olacağı
malı
iddia etmek-tedir.
Haniye.
Rücû
geçerli değildir, ancak tarafların rızasıyla veya hâkimin hük-müyle sahih olur. Bunda âlimlerin
ihtilâfı
vardır. O zaman hükümden önce değil,
hükümden sonra hibe edilen kişi taleb edilen şeyi
geri
ver-mediği takdirde ona tazmin
ettirilir. Hibe eden kişi ya hâkimin
hükmüy-le veya tarafların
rızasıyla
hibesinden dönerse, o zaman bu rücû
aktinin asıldan feshi ve onun eski mülküne mâlik
olmasıdır.
Yoksa hibe edene hibe etmek değildir. İşte bunun içindir ki, hibenin rücûunda hibe eden
kişinin
kabzı şart
değildir.
Ortak
olan bir şeyin hibesinden rücû etmek geçerlidir. Eğer hibeden rücû hâkimin hükmü veya
tarafların
rızası ile hibe aktinin feshi değil, hibe olunan kişinin tekrar hibe edene hibesi olsaydı, o
kabzetmeden
hi-be geçerli olmazdı. Bu rücûdan sonra hibe eden, hibe ettiği şeyi mut-laka, yani
ister
hâkim hükmü ile, isterse (hükmen) tarafların rızalarıyla olsun, satın aldığı kimseye geri
verebilir.
Ama
bunun aksine bir mal aldıktan sonra onu satsa, o malı ondan alan kabzettikten sonra o malda
eski
bir ayıp ortaya çıksa, onu bu kim-se geri veremez. Çünkü burada rıza ile bir alışveriş
yapılmıştır.
Ama hibe edilen bir şeyi hâkim hükmü ile geri almış olsa, onu ayıbı görüldüğü tak-dirde
daha
önce aldığı kimseye geri verebilir.
Çünkü müşterinin hakkı aldığı malın sağlam olmasıdır.
Çünkü
bu fesih değildir. Hatta aldığı
ma-lın, ayıbı yok olmuş bulunsa, hakkını elde etmiş olacağı
için,
artık malı geri verme hakkı yoktur. O halde hibe ile satınalma arasında bir fark
vardır.
Fakihlerin,
«Bu rücû, hibe aktinin asıldan feshi» sözünden mak-satları, gelecekte aktin üzerinde
herhangi
bir izin kalmamasıdır. Yoksa hibe aktinin izinin bâtıl olması değildir. Eğer maksat hibe
izinin
asıldan bâtıl oluşu olsaydı, hibe
edilen şeyden hayvan ise doğan yavrunun ağaç ise
meyvenin, tarla ise ekinin de hibe edene rücû ettiği an avdet etmesi gerekirdi. Halbuki hibeden
rücûda
hibe edilen şeyin geri alınması
ile ondan meydana gelen
fazlalıkların iadesi gerekmez.
Fusûleyn.
Eğer
hibe eden ile hibe edilen kişi yukarıda sayılan yedi engelden birisi olduğu
takdirde ki bu
durumda
hibesinden rücû edemez, hısımlara yapılan hibede olduğu gibi rücû
üzerinde ittifak
etseler,
bu ittifak caizdir. Cevhere.
Müctebâ'da,
«Hibede, yakın akrabaya sadaka vermekte ikâle an-cak kabzdan sonra olur. Çünkü
ikâle
de hibedir.» denilmiştir. Müctebâ' da bundan sonra da şöyle denilir: «Herhangi bir şey ki,
taraflar
hâkime başvurduklarında hâkim fesheder, onun hükmü budur. Eğer borç borç-lunun
çocuğuna
hibe edilirse caiz olmaz. Çünkü çocuk kabz yetkisine sa-hip değildir.»
Dürer
de, «Herhangi bir engelden dolayı hibeden rücûun bâtıl olu-şuna hükmedilse, sonra o engel
ortadan
kalksa, yine hibe edenin rücû
hakkı döner.» demiştir.
Hibe
edilen şey hibe edildikten sonra telef olsa ve onun hibe ede-nin değil başkasının hakkı olduğu
ortaya çıksa, asıl hak sahibi telef olan şeyi hibe edilene tazmin ettirir. Hibe edilen kişi ise hibe eden
kişiye
taz-min ettiğinden dolayı rücû edip
tazmin ettirmez. Çünkü hibe,
teberru edi-len bir akit olup,
onda
eksiklikten salim olma vasfı aranmaz. Ariyet de bu meselede hibe gibidir. Çünkü ariyet alan
da
kendi nefsi için ariyet verenden kabzetmiştir. Onda akit olmadığından aldatma da olamaz. Bu
konunun
tamamı İmâdiye adlı eserdedir.
Hibe,
muayyen bir karşılık şartıyla yapılsa, o hibe başlangıçta hibe olduğu için her iki ıvaz da da
karşılıklı kabz şarttır, ivazın taksimi, tak-simi kabil olan şeyde şüyûen yapılmış olsa, bâtıl olur. Bu,
başlangıçta
hibe olmakla birlikte, sonucu bakımından satım akdi olur. O halde ayıp veya görme
muhayyerliği kılınırsa, ayıp çıkması halinde geri verilebilir. Onunla şüf'â hakkı da alınabilir. Bu
meselede, «Ben sana şu malı hibe ettim, senin de şunu bana ivaz olarak vermen şartıyla, «derse, o
zaman
başlangıçta hibe, sonunda satım akdi olur. Ama eğer, «Ben sana şunu sununla hibe ettim.»
demiş
olsa hem başlangıçta, hem de sonuçta sa-tım akdi olur.
Musannıfın
burada ivazı, «muayyen» kelimesiyle kayıtlamasının se-bebi, eğer ivaz meçhul olursa,
onu
şart kılmak bâtıl olur. O zaman meç-hul bir ivaz karşılığında hibe ederse, başlangıçta da
sonuçta
da hibe akdi
olur.