PRATİK BİR MESELE:
Vakfeden
kişi bir yer hibe etmiş olsa ve onun
değiştirilmesini ivazı şart kılmadan şart koşsa, bu
hibe
caiz değildir. Ama eğer ivazı şart kılarsa satım akdi gibi olur. Nesihî bunu zikretmiştir.
Mecmâ
adlı eserde de, «İmam Muhammed, babanın çocuğunun ma-lını eşit bir ivazla bir diğerine
hibe
etmesinin cevazına hükmetmiştir.
İmam-ı Azam ile Ebû Yusuf ise caiz olmadığı
görüşündedirler»
denilmiştir.
Ben
derim ki: İmam-ı Azam ile Ebû
Yusuf'un görüşüne göre vakfedi-len şey ile çocuğun malı
arasında
fark vardır.
İZAH
«Hibe
edilen şeyin helaki ilh...» Hibe edilen şeyin kendiliğinden he-lak olması. Hibe edilen kişinin
hibe
edileni helak etmesi de hibeden rücûa engeldir. Nitekim, açık olan da ancak budur. Fetâvâ
sahipleri
de bunu açıkça zikretmişlerdir. Remlî.
Ben
derim ki: Bezzâziyye'de şöyle denilir: «Eğer hibe edilen kişi, hi-be olunan şeyin bir kısmını
helak
etmiş olsa, hibe eden kişi geri kalan kısmından rücû edebilir.»
«Nesebin
sebeb olacağı malı iddia etmektedir ilh...» Yani neseb yoluyla gerekecek malı taleb
etmiştir.
Zaten kastı da nesebin isbatı değil malın isbatıdır.
Minah.
«Sahih
değildir ilh...» Kâdıhân şöyle demiştir: «Birisi diğerine bir elbise hibe etmiş olsa. sonra da o
elbiseyi
ondan alsa ve helak etse. hi-be
edilen kişiye helak ettiği
elbisenin kıymetini tazmin eder.
Zira
hi-beden rücû ancak hâkimin hükmü veya tarafların rızasıyla olur.»
Sâyıhânî.
«Hâkimin
hükmüyle ilh...» Hibe eden kişi
hibe ettiği kimsenin ölüm hastalığında hâkimin hükmü
olmadan
hibeden rücû ederse, rücû hakkı hibe edilen kimsenin malının ya hepsinden veya üçte
birinden
alınır. Bu meselede iki rivayet vardır.
İbni
Sem'a, «Kıyasa göre üçte birinden değil malının hepsinden alı-nır» demiştir. Haniye.
«Geri
vermediği takdirde ilh...» Yani
taleb edildiği halde geri verme-miş olsa bu durum tecavüz
sayıldığından
tazmin ettirilir. Öyleyse, rücû
ile hükmedilmezden önce, köleyi azad etmiş olsa, azadı
geçerlidir. Âmâ eğer hükümden önce taleb edildiği halde vermese, hibe edilen şey ken-diliğinden
helak
olmuş olsa, hibe edilen kişinin mülkiyet hakkı mevcut olduğundan zamin
olmaz. Hükümden
sonra
zayi olsa, yine zamin olmaz. Çünkü kabzın başlangıcında zaminiyet yoktur. Bu da kabzın
devamıdır.
Bahır.
«Hibe
etmek değildir ilh...» Nitekim İmam Züfer hibeden rücûda hi-be edilen şeyin hibe edene
verildiğinde,
onun hibe edilen kişi tarafından
evvelce ona hibe eden kişiye hibe
olduğu
görüşündedir.
«Şayi
olan birşeyde ilh...» Meselâ, hibe ettiği birşeyin bazısında rücû etmesi gibi. Çünkü bu
takdirde
hibe edilen mal ortak mülk haline gelir.
«Satın
aldığı kimseye geri verebilir ilh...»
Zira hibe etmezden önce malın ayıbını bilmediği için
hibeden
sonra malını geri aldığı takdirde ayı-bını görmesiyle, ayıplı malın ayıbı eski bir ayıp ise,
muhayyerlik hakkına sahip olduğu için o malı aldığı kimseye geri verebilir.
Ebussuud.
«Salim
olması ilh...» Hatta aldığı mal ayıplı olsa, aldıktan sonra bu ayıp kendiliğinden yok olsa, artık
geri
veremez.
(*)
İkale; Bir mal satılıp teslim edildikten sonra, karşılıklı rıza ile satın aktini bozmak anlamına gelir.
Satıcı
parayı, alıcı malı iade eder.
«İkâle de hibedir ilh...» Bezzâziye'nin ifadesi şöyledir:
«Sadaka verilen kişinin sadaka ile ikâle(*)
edilmesi
istense, o da ikâle yapmış olsa, kabzedene kadar ikâlesi caiz olmaz. Çünkü ikâle kendi
başına
bir hibedir. Yine bunun gibi, hibe
eğer mahrem olan bir hısımına yapılırsa, ondan da rücû
ancak
ittifakla olur. Herhangi bir şey ki tarafların hâkime müracaat-ları ile hâkim o şeyi feshetse, o
şeyin
feshinin hükmü ancak tarafların
ittifakı ile olur.» Bu meselenin tamamı Bezzâziyye'dedir.
«Herhangi
birşey ki, taraflar hâkime müracaat ettiklerinde hâkim fesheder ilh...» Bazı âlimler
demiştir
ki: «Açık olan burada, «la» kelime-sinin düşmesidir. Asıl olan, ifade hâkimin feshettiği
değil
de, hâkimin feshedemeyeceği anlamına gelir. Nitekim Hâniye'de de bu şekilde be-lirtilmiştir.
İşte
bu düzeltme ile yukarıdaki ifadenin mânâsı acık olur. O zaman o ifadeden anlaşılan, genel
olarak
mahrem hısımlar ile diğerlerine yapı-lan hibeden rücûu hâkimin hükmiyle değil ancak
tarafların
karşılıklı an-laşmasıyla olur.
«Eğer
borç, borçlunun çocuğuna hibe
edilirse ilh...» Aşağıda, dayanılan görüşün borçlunun
çocuğuna
yapılan hibenin geçerli ve caiz olduğu gelecektir. Sâyıhânî.
«Rücû
hakkı döner ilh...» Musannıfın bu sözü, önceden Haniye'den
naklettiğine dayanır.
Kûhistânî'de
bu söze itimad etmiştir. Lâkin şu ka-darı var ki Musannifin oradaki, sözünde bu
Hâniye'den nakledilenin ak-sine itimad etmeye işaret vardır. Yani engel
ortadan kalkarsa da rücû
hakkı
dönmez.
Ben
derim ki: Dürer'in buradaki mutlak ifadesinde bir görüş vardır. Şöyle ki: Rücûa
engel olan
sebeb
bazen hibe edilen şeyin mülkiyetinden çıkmasıdır. Sonra aynı şey yeni bir sebeble tekrar
hibe
edenin eline geç-miş olsa, bunda rücû hakkı sabit olmaz. Bazen de rücûa engel sebeb evlilik
olur.
Bu evlilik sonradan ortadan
kalksa bile hibeden rücû hakkı dönmez. Meselâ bir kimse evli iken
karısına birşey hibe etse, evlilik devam ettikçe o
hibe ettiği şeyi ondan geri alamaz.
Onu boşamış
olsa
yine ala-maz. Çünkü hanımına hibede
bulunduğu sırada evlilik akdi
mevcuttur. Nitekim bunu
fakihler
açıkça zikretmişlerdir. Ancak bu arada şu noktayı da belirtmişlerdir: Meselâ, bir kimse hibe
edilen
bir binaya bir oda ilâve etse, sonra
o oda yıkılsa o binada rücû hakkı
avdet eder. Veya hibe
edilen
şeyi bir diğerine hibâ etmiş olsa,
sonra da rücû edip aynı şeyi geri alsa onda rüçû hakkı
avdet
eder. Öyleyse engelin kalkmasından kast olunan, ârizi engeldir. O halde hibe edilen mal
elden
çıktıktan sonra, yeni bir sebeble
hibe edilen kişinin eline geçse ilk hibe eden tarafından
verilen
değil, sonradan meydana gelen bir mülk gibidir. O halde ikinci bir sebeble hibe edilen şeyin
hibe
edilen kişinin eline dönmesi bunun aksinedir. Bundan dönülebilir. Benim tesbit edebildiğim
noktalar
bun-lardır.
«Karşılıklı kabz şarttır ilh...» Taraflar akit meclisinde bulununca kar-şılıklı kabz şarttır. Akit
meclisinden sonra ise. tarafların izni ile olur. Eğer karşılıklı kabz olmasa her ikisi de hibesinden
dönebilir.
Veya yalnız birisi kabzetse, yine kabzedenle kabzetmeyen eşit olduklarından
yaptık-ları
akitten
rücû edebilirler. Gâyetü'l-Beyân.
«Sonucu
bakımından satım akdidir ilh...» Yani ivaz şartı ile yapılan hibede her iki ivazda
kabzedilirse o zaman sonucu bakımından satım akdi olur. Gâyetü'l-Beyân. Şu kadarı var ki, ivazın
miktarında
ihtilâf ederler-se, taraflara yemin gerekmez. Çünkü Makdisî'de Zahire adlı eserden
naklen
şu ifade vardır: «Taraflar yapılan hibenin ivazlı olduğunda ittifak
etseler, sonra ivazın
miktarında
hibe eden kişinin kabzından önce ihti-lâfa düşseler hibe edilen şey mevcut ise hibe
eden
kişi hibe edilen ki-şiyi tasdik etmekte veya hibeden rücûunda veya helak olmuşsa
onun
kıymetini
almakta muhayyerdir. Ama eğer ivazın
aslında ihtilâf ederlerse o
zaman makbul olan söz,
ivazı
inkâr etmekte hibe edilen kişinindir. Eğer hibe edilen şey mevcutsa hibe eden kişi rücû
edebilir.
Ama eğer hibe edilen şey hibe edilen kişi tarafından tüketilmişse hibe edene hiç bir şey
yoktur.
Eğer hibe eden kişi hibeden rücû etmek istediğinde hibe edilen kişi, «Ben senin
kardeşinim» veya «ben ona ivaz verdim» veya «Sen onu bana tasadduk ettin» dese o zaman
makbul
olan söz istihsânen hibe eden kişinindir.» Özetle alınmıştır.
«Fark
vardır ilh...» Babam Şeyh şöyle demiştir: «Çocuk ile vakfede-nin arasında fark vardır. Şöyle
ki:
Vakfeden kişi, araziyi vakfettiğinde de-ğiştirilmeyi şart kılarsa o değiştirme karşılıklı ivaz ifade
edecek
bir akitle meydana gelir. Bu akit de vakfedenin şartına dahildir. Babanın çocuğun malını
hibe
etmesi bunun aksinedir.» Remlî de, Minâh'ın haşi-yesinde böyle demiştir.
Medenî.