Aşk Adamı
Sevdanın ne olduğunu asla anlayamayacağını düşünürdü. Sevmek neydi açıklamak isterdi ama olmazdı yapamazdı. Ve her seferinde sevgiyi anlatmaya çalışıp da beceremeyince öyle bir şeyin olmadığına inanırdı.
Her aşık oluşunda şiirler yazardı sevgililerine-gerçi onlara sevgili denilmezdi çünkü o hep platonik aşklar yaşardı. Aşkın somut bir şey olmadığının farkına çocukken varamazdı. Bir insan neden illa birini istesin ki diye düşünürdü. Hele bir erkek eğer kendisin çılgınca seven bir kadın varsa neden başkasını bulmak için uğraşsındı.
Çocukken gördüğü her güzel kadına aşık olduğunu sanırdı ama sonradan acı bir şekilde öğrenecekti otla bok arasındaki farkı. Aşkı sakızlardan çıkan yazılarda tanımaya başlamıştı ve öğrendiği ilk İngilizce kelime ‘love’ olmuştu. ‘love is…’ diye başlayan bütün cümleleri okumaktı amacı. Yaşıtları gibi çıkartma veya araba resmi için değil aşkın ne olduğunu öğrenmek için sakız alırdı. Sonradan pişman olmayacaktı belki ama aşkı yanlış tanıdığını gözyaşlarını silerken anlayacaktı.
Aşk vardı elbet artık bunu anlayacak kadar büyümüştü ve artık gerçek aşklar yaşıyordu. Şiirler yazıyordu geceleridefterlerinin her tarafına aşık olduğu kişinin adını yazıyordu. Onu görebilmek için sınıf kapısında bekliyordu ve soğuklara aldırmadan her teneffüs sevgilinin gözlerini arıyordu. Aşk neydi belki bunu açıklayamazdı ama soranlara verecek bir cevabı olurdu her zaman aklının bir yerinde. Yıllardır tanıdığı ve sadece arkadaş olarak gördüğü kişinin diğer arkadaşları arasında özel bir yer kaplamaya başlamasını hissederdi. Sadece ona şiirler yazardıonunla ilgili hayaller kurardı geceleri bunalım şarkıları dinlerken. Söylediği her kelimeyi onun duyacağını düşünerek söylerdi ve saçma sapan yalanlar söylerdi sırf muhabbet olsun diye. Sevgilinin saçları ve gözleri süslerdi şiirlerini ve sonra yavaşlardı aşkın şiddeti. Aşkı bir dağa tırmanmaya benzetirdi her zaman. Önce hızla tırmanırsınsoluğun kesilmeye başlargün geçtikçe üşürsün ve gittikçe yavaşlayarak zirveye varırsın. Sonra farkına bile varmadan yuvarlanırsın oradanyeni bir dağa tırmanmak için ayakların aşağıya kayar ve işte yeni bir dağ…
Sonra aşkı biterdi-yani o öyle hissederdi. Yazdığı şiirlerikarşılıksız mektupları okurdu ve gülerdi. O zamanlar ne kadar aptal olduğunu düşünürdü. Bir zamanlar aşk için ölmeli diyen adam o değildi sanki. Aşkı sıradan bir şey gibi görürdü. Ta ki bir başka göz büyüleyene kadar onu. O zaman unuturdu her şeyi. Hani yazdığı şiirler kara saçlı kara kaşlı sevgiliye? Yoklar yerini çoktan mavi gözlerin derinliğine bırakılmış yazılar alır daha sonra belki de yeşil bir göz kim bilir. Ve tekrar inanmaya başlar aşk için ölme fikrine. Ve o aşkı da biter öncekiler gibi ve o yine sevmeyi unutur ve tekrar sevdalara yelken açar bu böyle sürüp gider.
O hep platonik sever. Sever de söyleyemez yazdığı şiirleri kimi zaman okur ama asla ona yazdığını söyleyemez. Her aşık oluşunda mucizeler bekler yani hep o’nu bekler. Saatlerce fal bakar seviyor mu sevmiyor mu diye ve hep seviyor çıkar-zaten sevmiyor çıksa da inanmaz. Ama o bu düşüncelere dalıp sabahı getirince ve o’nu başka ellerde görünce içinden kağıtları yırtmak gelir. Ama bir sonraki sefere inanmak için kaldırır bir kenara. Hep şarkılar söyler;öyle sıradan şarkılar değil aşk şarkıları sevgiliye söylenmek istenen aşk şarkıları. Aşkı hep dağa benzetir ya bir dağdan inip ötekine tırmanmaya başlayınca bazen dönüp bakar tırmanmış olduğu dağlara ve ne kadar heybetli olduklarını düşünür. Asla zirvede kalamamıştır ve hep tırmanacağı en yüksek zirveden inmeyeceğini düşünür. Hayatı boyunca belki de on kez o dağı en büyük dağ sanacak ama her seferinde yanılacak. Ve bir gün ölmeden anlayamayacak hangisi en büyük sevdasıhangisi en güzel aşkı.
Dostlarla paylaşacak acılarını o’nu başka kollarda görmekten gocunmadığını söyleyecek ama içinde hep aynı şarkı çalacak ‘seni kimler aldı kimler öpüyor seni’ diyecek ebediyen ve o her zaman yalnız aşık rolünü üstlenecek baş rolünü oynadığı bu oyunun. Acı acı sövecek kimi zaman rüzgara kimi zamanda kendi tiyatrosunun senaristi olamayışına… Ve her seferinde aşkını başka ellerde görünce balonunu elinden kaçıran bir çocuk gibi ağlayacaktı ve her aşık oluşunda kumdan kaleler yapacaktı ve sonra insafsız aşıklarca yıkılacaktı. O’nu tanıdığındaysa çok geç olacaktı…
Aşk Masum Değil
Nasıl bir yazgıydı bu yazanı yazdıranı belli olmayan? Hangi kader çizgisiydi yollarını kesiştiren? Hangi rüzgarlardı o güzel kadını onun sakin küçük dünyasına getiren? Onu sakin denizlerden sürükleyip fırtınalı okyanuslara atan? Sırası mıydı bu aşkın o ununu elemiş eleğini asmış tüm sevdaları sürgünlere göndermişken?
Hangi acımasız yazgıydı onu yeniden aynalara baktıran. O aynalar ki hiç yalan söylemeyi bilmezlerdi. Geçen yılların bırktığı izleri insanın yüzüne acımasızca vururlardı. Azaltamazdı ki kalan saçlarındaki akları yüzündeki çizgileri. Küçülüp eriyordu o güzel kadının belleğine kazınmış resminin yanında. Utanıyordu sevdasından aşkından. Ona giden yollardaki uçurumlar engeller büyüyordu. O giderek uzak ve erişilmez bir tanrıça oluyordu. Kâr etmiyordu hiçbir şey; bilge teselliler kitaplarda okudukları.
İster itiraf etsin ister etmesin düştüğü durumun bir tek tanımı vardı ve o da aşktı sevdaydı. Ve o ömrümde hiç böyle sevdalanmamıştı. Bu sevda platonik romantik gibi klişelere sığmayan bir sevginin ürünüydü. Sözcüklerle tanımlanamayan gece gündüz her saat her an onu düşündüren ona özge bir sevdaydı. Ah bu yürek değil miydi onu yakan bu onulmaz sevdalara düşüren. Sevginin o mütiş gücünü bu sevda ile öğrenmişti yeniden. Sevdiğiyle sadece aynı mekanlarda olabilmenin bile ne büyük bir mutluluk olduğunu onun sadece telefondan duyulan sesinin bile tüm gökyüzünü maviye çevirebileceğini karanlıkları aydınlatabileceğini bu sevda ile yaşamıştı. Ve aşkın insana çılgınlıklar yaptırabileceğini yeniden ta kanında hissediyordu.
Aşık olduğu kadınla olan en kısa ayrılıklar bile ona dayanılmaz geliyordu. Şimdi o yine uzaklardaydı. Ve ona olan hasreti aralarındaki mesafeler artıkça artıyordu. Üstelik günlerdir ondan haber alamamak kendisini deli ediyordu. Ona merhaba diyebilmek bir tek sözcük de olsa sesini duyabilmek için her yolu deniyordu. Ama tüm çabaları sonuçsuz kalıyordu. Gece gündüz her an onu düşünüp ona ulaşamamak korkunç bir ızdıraptı. Kahrolmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu elinden. Bu griler grisi mavi yoksunu gökyüzünün altında çıldırasıya özlüyordu o kadını onun gözlerini gözlerinin rengini gülüşünü.
Ayrılık acısıydı bu kolay değildi üstesinden gelmek. Haykırsaydı sevgisini pencerelerden bağırsaydı adını sokalara diner miydi acıları? Yılın son günde yağan karın beyazına dökseydi karanlıklarını aydınlanır mıydı içi? Batmakta olan güneşin kızıllığına sütmavisi kesilen gökyüzüne çizseydi aşkını azalır mıydı o kadına olan özlemi? Kalemini kanına batırıp ak kağıtlara yazsa bu aşkı biter miydi hasret?
Bu son ayrılık onu genç kadına olan sevgisini sorgulamaya zorluyordu. Aklı bu sevdanın hiçbir gerçekliğinin ve geleceğinin olmadığını söylüyor; kendisi için hiçbir şey ifade etmediğin senin sevdana gereksinimi olmayan o kadını neden seviyorsun? diye soruyordu. O ve kalbi akılına karşı inatla direniyorlardı. “Evet değer” diyordu “yüz kere bin kere değer!”. Çünkü o kadın yaşamından çıktığında kendisini tekrar ölü hayatların mavisi ve güneşi olmayan günlerin beklediğini biliyordu. “Değer” diyordu “herşeye değer! Uğruna ölmeye çılgınlıklar yapmaya deli divane olmaya Kerem gibi yanmaya değer!”
Niçin mi? Sadece o kadını görebilmek için sadece sesini duyabilmek için sadece güzel gözlerine bakabilmek için o sıcak o çocuksu gülüşünü yaşayabilmek için. Onu görünce heycanlanmak onunla konuşurken toy bir delikanlı gibi ne söyleyeceğini ne diyeceğini şaşırmak için. Onunla birlikteyken onu düşünürken tüm dünyayı tüm kaygıları unutabilmek için.
Tektaraflı sevdaların seveni acılara boğabileceğini ta başından biliyordu ve o acıları ak kağıtlara dökerek şiirleştirip öyküleştirerek yenebileceğini düşünmüştü. Ama bunun olanaksız olduğunu kısa zamanda anlamıştı: Gerçek aşk kendini yazdırmıyor kağıda dökülemiyordu. Ve o aşka tutsak aşık olduğu kadın ona yasak olsa da aşka ihanet etmemek için; insanı insan yapan o yüce duygudan yana olmak için; belki de sadece “onu seviyorum o halde yaşıyorum!” diyebilmek için sonuna kadar direnecekti