28 Mart 2012

EVRENDE BENLİĞİMİZ..7-HALİL CİBRAN

“Varoluş, ki yaşamlar boyu göreceliği anlatır bize,
‘Mutlak Olan’ın özlemini silemedi iç evrenimizde.”
herşey, bana göre,
ben, herşeye göreli.
yokluğun görünmez ağı içinde,
canım, her cana bağlı,
varlığım, varoluşa bağımlı.
‘ben’ dediğim bir anda,
tüm ‘ben’ler yankı verir
olgunun eşzamanlılığında.
bu yüzden ki, kendime ait sansam da
tümedir, evrenedir yaşam sorumluluğum.
bir nefes bile iz bırakmadan solmaz bu alanda
zamanın rüzgarıyla savrulsa da soluğum.
tek öğretmen ‘olan’dır,
tek öğreti ise ‘olmak’.
ne duymak, ne konuşmak,
ne okumak, tartışmak, yarışmak.
ama zerrede yaşamak her olguyu,
deneyimleyen değil, deneyim olmak.
arı olmak, doğal olmak, geçirgen olmak,
su olmak, hava olmak, acı ve tatlı olmak.
sevginin en yüce güç olduğunun farkında,
ama ne sevenin en yücesi, sevilenin en hası,
bir bedene bürünmüş yaşayan, sevgi olmak.
ne denli sarsılmaz görülse de çıkarımsal vurgusu,
asal varsayımlara yenik düşer çoğu disiplinin kurgusu.
her kuram, kendi değişmezlerinden yükselir çünkü,
bu yüzden de o değişmezlerin değişimine kadardır hükmü.
insan kendi doğasına ne denli yabancı ki,
doğallık fazlaca iter ve ürkütür onu?
kendine ne kadar uzak düşmüş ki
hep uzaklarda arar kendi evinin yolunu?
düşünceleri çok mu hatalıdır ki,
filtrelemek gerekir her sözde, her sohbette?
içinden gelen çok mu tuhaftır sanki,
ki ‘dikkatli’ davranır topluluklar içinde?
kendisini ne kadar az,
ve ne denli yanlış sever ki,
kendine farklı, diğerlerine farklıdır tavrı?
neden iç ve dış ayrımı böylesine?
korkumuz kimseden değil,
aslında salt kendimize...
yaşayan bir organizma misali
büyüdükçe büyüyor gürültü.
içimizi, dışımızı kaplamış
çelişen, çatışan seslerin yankısı.
nice ağız aynı anda konuşmada sanki
en şımarık ses en bağıran, en baskın,
duyulmuyor kuşların sevinç şarkısı.
yaşam, mesajını fısıldar oysa
sana, sadece sana, yalnızca sana.
duymak için sus, sustur sesleri,
karmaşanın odağında, sessizliğini kutsa.
amaç bir son betimler sürece
ve öylesine düş yüklüdür ki sonlar!
‘burası’ ve ‘orası’ denildiğinde
zaman yaratılır tüm sabırsızlığında.
telaş düşer adımlara.
sapmalar başlar, çoğalır,
netlik yiter yolculuğun ‘tema’sında.
oysa salsan kendini su misali…
binbir daldan ve koldan da olsa,
damarlar çizerek yeryüzünde,
hatta kurusan, buharlaşsan bile,
denizi bulursun eninde sonunda…
amaç dersen amaçtır…
oysa su için ummana varmak
kaçınılmazdır.
‘ben’ ve ‘ifadem’ vurgusunda
ayrı düşersin varlığının nedeninden.
‘hal’, derinliğinde sürer durur da
‘eşkal’in saklar seni kendinden.
oysa sen ve ifaden ‘bir’sin.
tek şansınmış gibi,
son varmış gibi,
yakınmış gibi,
neden olmasın, şimdi,
kendin olmayı denemelisin.-.
“Tek zafer kendi zaaflarına karşı olandır.”
ama galip gelmek de ne ola ki?
bir şeyleri zorla edinmek mi zafer?
kayaları, dağları delip geçmek mi,
yoksa kendi olmaya çalışan her öğeye saygı duyup
çatışmaktan, savaşmaktan özden vazgeçmek mi?
gücünü farketmek için
illa farkettirmen mi gerek?
sana uymayanı değiştirme çaban
yazık, senin uyumunu engelleyecek.
iyi ile kötü, güzel ile çirkin,
karanlık ile aydınlık, madde ile tin…
gerçeği bir kutupta arama.
giz, ne birinde, ne öbüründe,
ne burada, ne de orada,
ama hallerin geçişim alanında.
oysa biz anlama kaygısında
salt ikiliği algılarız.
niteleriz, kıyaslarız,
ilintiyi kuran izler ararız.
nokta nokta çizgilerle
nedensellik yaratırız.
sonuçta farkı gören iki gözlü bakıştır.
oysa yaratı bağlantıda yatar
ki bağlantı sonu olmayan bir akıştır.
bir nefes neler öğretir insana…
‘hava’ der, geçemezsin,
dalarsan mana yolculuğuna.
nefes, ki yaşamla eşdeğer,
en can alıcı işlevi,
can katmaktır soluğuna.
her alınan, salınmak içindir
katamazsın ‘sonra’ stoğuna.
en uçucu, en dokunulamayan,
herşeyin geçici olduğunu
sürekli sana anımsatan.
ve en asal paylaşım…
neleri sahiplensen ve sakınsan da.
herkesin nefesi katılır bir ortak alana
ve bütünü içine alırsın
her nefes aldığında.
insana kendini test etmesi için bir araç verilmiş.
amaç, geri-beslemeyle kendini daha da yetkinleştirmesiymiş.
ama her geri dönen, safça girememiş de devreye
ayrışmış, sınıflanmış yeniden us denen filtre ile.
gurur, şeref, onur, kendini yüce görme,
veya suçluluk, pişmanlık, varlığını küçümseme,
duygu duygu bölünmüş ana tema.
ve doğalın güzelliği perdelenmiş
karanlık, karmaşık alanlarda.
ne bilim yeter anlamaya burayı,
ne felsefe, ne şiir
veya öğretiler külliyatı.
anlayamazsın bu hayatı
ne insanı, ne de Tanrı’yı.
anlayamazsın,
an’da yaşamadıkça.
kalıpsız, kuralsız, kıyassız,
kendi kitabını okuyamadıkça..
tek bir şeyi vaat eder bu yol,
‘sen’sindir, sana sunulan ödül.
bir hediye paketi açar misali
bağlayan iplerin düğümünü çözdüğünde,
süslü kağıtları soyduğunda tek tek,
düş kırılıklığı yaşamayacak denli
hazır olmalısın seni bekleyene
ne eksik, ne fazla,
tıpatıp sana özel,
hep istediğin,
tek istediğin hediye,
‘sen’ verilirsin kendine.
bunu öğrenirsen işte
haz ve huzur bulursun
bu beklentisiz bekleyişte.
“Sonsuzluk içinde, hep sonlularda,
bu kabulle kaldık bu insanlık durağında.”

‘son’ludur bize düşen döngüler
her ‘ilk’, ‘son’a gebedir bu yüzden.
içi içe doğar, ölür nice süreçler
birbirini yaratır, ‘iyi’ler, ‘kötü’ler,
güzel ve çirkin, günler ve geceler.
budur devinimin gücü
acı da biter, haz da
kış da sona erer, yaz da.
ama hep yenileri var ya yaşanacak
ölene dek, hatta sonsuzca...
dünyayı satman gerekmez
kendini bulmak için.
bir alış veriş değil ki bu,
yoluna paha biçesin.
ne zoraki özveriler,
ne zoraki disiplin,
bir sevinç deneyimi olmalı
kendine yükselişin.
doyumsuzluğun zirvesine vurdu insan
güzellik yitiyor hoyrat arayışlarda.
‘başka çare yok’ savından beslenerek
akın akın telaş, hırs, rekabet,
gitgide azalıyor dışımızdaki cennet.
kopmamak için, dağılmamak için,
korkuya teslim olmamak için,
daha da önem kazandı
inadına coşkuyla yaşamak.
ve adım adım, nefes nefes,
cenneti içimizde taşımak.
“ışık hep vardır da
uzaklarda görülmez olur.”
yürek merkeze çeker insanı,
zihinse dağıtır çepere doğru.
uzakların sunduğu daha fazladır sanki
daha renkli, daha keyifli ve çok daha kolay.
oysa merkeze doğru daralır çember,
yoğunlaşır deneyim,
işte bu yüzden
çok daha zorludur seçim.
ama ışığı gören yönünü bilir,
karanlığa bakmadan bile
aydınlığına yönelir.
başlangıç ve bitiş
ortalarda bir yerde karışır birbirine,
çoğunlukla da deneyimin zirvesinde.
bu yüzden ki ayık olmak gerek
sürecin sarhoşluğu içinde.
bir tepeden etrafı gözlemlemek misali
önceyi görüp, sonrayı idrak etmek.
ve döngüyü tamamlayan ‘son’a
‘keşke’siz ve ‘acaba’sız yürümek…
parlak ışıkta apaçıktır ya herşey,
gözler önüne serilir her detay birden,
daha da çirkin görünür ya makyajlı yüzler,
gölgelere sığınırız bu yüzden,
saklanırken kendimizden.
en başta düşüncelerimiz,
sonra edimlerimiz
hatta düşlerimiz ve hayallerimiz
karmaşayı seçer, en kısa yol dururken,
güvensizlik yaratır karanlık yuvası labirentleri
ve saflık yiter, dolambaçlı alanlarda sürüklenirken.
zihin bir aynadır düşünceye.
en hası bile kullanana bağımlı,
konuma, duruma, koşullara ayarlı.
ancak aynanın sırrı kazındığında,
sır çözülür, sırra yüklenen anlam da,
ve ışık sızar içeri, tüm parlaklığında.
gece rahimdir
gün ile doğacak olana.
korku ve kaygıya inat
niyetin ve umudun döllendiği,
ve tedirgin uykuların
uyanışı beklediği.
bir gizem yolculuğu
bilinmeyene açılan.
bir karanlık tünel,
ışığa dek uzanan.
geceyi bekleyen bilir sabahı.
ilk ışık ilk kelam gibidir ona,
aydınlığın mesajını fısıldar kulağına,
doğumu muştular, yeniden başlayışı,
bakir bir gün vardır, saflığıyla yaşanası.
zihnim durdu sanki, düşüncelerim yavan,
duygular beklemede, sözler hepten sıradan.
yağmur, fırtına bekliyorum, ama işte hal bu hal,
tek Güneş kavuruyor, bu Güneş ise iptal!


ben de öğrenemedim işte!
ummamayı istiyor, yine de umuyorum,
ve hep aynı döngüde dolanıp duruyorum.
zerreden bütüne çok bildik bir çelişki
aynı oyun - şakacı fazla mesaide sanki!
azıcık daha fazla özen diye sayıklarken,
sanırım insandan imkansızı bekliyorum!
bir ümit ekiyorum, yeşerirken soluyor
güzellik tarlasına, çirkin yuva kuruyor.
/laf aramızda, fazla duygusalım yine,
iyi ki bu her gün böyle olmuyor!/
kabahat bende ama,
vazgeçsem mi diyorum.
dilimi bağlarım, o kolay,
yüreğim sussun artık,
tek bunu diliyorum...


Yazıma düşen yağmurlar dindi birden
Coşkuydu, isyanıydı gökyüzümün.
Toprağa düşmüş bir balık
Can bulmuştu damla damla.
Ama dindi yağmurlar işte
Güneş kavuruyor susuzluğu
Ve susuz, suyu özlüyor yine…


dosta dayandığımda
söze inandığımda
doğru var sandığımda
aldanışlar pusuda.
herkes bilge safında
‘ben oldum’ sevdasında.
aydınlanma avında
karanlıklar pusuda.
yorgunum bu oyunda
beşer binbir kurguda.
yüreğim yola küskün
tüm hüzünler pusuda.
gül be özüm,
anlamaya ramak kaldı.
azı da, çoğu da gördün,
ne fark vardı arada,
hissetmek istediklerinden başka?
sende doğdu, sende öldü güzellik,
kayıt koyduğunca tatsızlaştı yaşanan.
nicesi sardı veya sarstı, salladı seni,
kah sevinç oldu, kah ise acı, seni uyaran.
oysa şimdi tam ortadasın.
bu boşluk misali hale dayan!
duygusuz belki,
ama fazlasıyla duyarlı,
bu hal farklı, zor anlaşılan,
ama seni sana uyandıracak olan.

gül be özüm,
an’lamaya az kaldı...
özleye özleye öğrendim, özlememeyi.
bekleye bekleye öğrendim, beklememeyi.
öğrendim, özleyişin kollarının kısa olduğunu
ve sevginin ‘bekletmeden gelen’ olduğunu.
“nehir gibi akmak” nedir dedi can dost,
kaskatı olduğum bir günümde.
buz kesmiştim yaz güneşinde,
susakaldım, kendi çözülmezliğimde.
ne desem yalan olurdu,
bildiğimi sandığım ‘hal’de
olamamamın çaresizliğinde.

yoksa neler yazardım, neler…
aslolan “su gibi olmak” derdim,
kalıba uymaktır gerektiğinde,
uyumun mucizesi adına
‘kabül’ün gücü bilindiğinde.
ama ola ki bir ‘kapı’ açılır
sınırların ötesine,
sızmaktır beklentisizce,
bir an bile duraksamadan hem de.
akmaktır deli deli, debi debi.
coşmaktır, susmaktır,
oyalanmak ve koşmaktır.
kendi yatağını çizerek, yepyeni.
ve sessizce vaaz ederek
doğalın bilgisini.


dost sormuş yine,
“ölümsüz olsaydık,
bu kadar iyi olmaya gayret eder miydik?" diye.

bence, ölümsüz olsaydık
iyi olmaya çabalamazdık da,
doğalca ve korkusuzca 'sadece' yaşardık
sonsuzluğun tükenmeyen sabrında.
ve ‘iyi’ kendiliğinden doğardı
özgür adımların dinamiğinde,
ve kendini ‘iyi’ diye bellemeden hem de.
evet, hayır’a ihanettir,
hayır da evet’e.
ya belki...?
belki, her ikisine de.
kutupluluk oldukça
dürüstlükten söz etmek zor!
çünkü, her doğru, hem karşıtını dışlar
hem onunla var olur bu oyunda.
her seçim bir onaylama,
her onay, bir yadsımadır ya,
kimi üzülür, kimi de sevinir
senin her kararında.
sense, kendini bilene dek
bir durak arar durursun
bu doğru-yanlış güzergahında.
hala görecenin içinde,
ama ümit bu ya,
kendini haklamak savında
inancının tutarlılığında...
 
Latinler, eskiden saatlerinin  uzerine şöyle yazarlardı:

"Vulnera omnez, ultima nekat"

yani,

"HEPSI YARALAR, SONUNCUSU ÖLDÜRÜR..."
ama ölmek gerek belki,
acının toplayıcısı olmaya.
alıcısı olmayınca verici kalmaz çünkü,
bunu farketmekse, gerçek özgürlük ola!...
öykünün adı,
‘yaşananın yetmeyişi’ sanki.
hep bir şeyler olacak
veya ‘olmalı!’ kıvranışları.
hep ‘sonra’ya koşan adımlar,
telaşlar, hep beklentilere dair.
oysa ‘şimdi’ yaşanıyor yaşam
bu an’a dönmeli özlem.
ömürler beri aradığın sır bu,
hepsi bu kadar işte!…
mutluluk, umut ettiğin değil,
sadece hissettiğin kadar…
suyun tadını, rüzgarın kokusunu,
havanın dokunuşunu farketmek kadar…
ağır, yoğun, çepeçevre duygular
anlaşılmazlık kendine dönmüş.
sorular iç içe, kat kat, derinlerde
yanıtlarsa uçucu, yetersiz ve değişken.
tümleyeni olmayan boşluğun zelzelesinde
yetmeyen ve yine de bitmeyen paylaşımlar…

onulmaz bir yorgunluk gözlerde
zoraki gülüşlere inat.
umutların sargısında
yalnızlık kanıyor
dıştan içe, içten dışa.
sevince dönüş gerek,
o çocuksu sevince,
zamana yüklü bekleyişlerden öte.
her olguyu var kılan
karşıtıdır aslında.
iç ve dış misali iç içe
az ve çok misali kaynaşık.
sevinç, hüzün ile halkalı,
her zirve çukurunu taşır yanında.
her birim duygu ya da düşünce
zıddını çağırır yanına alelacele,
değişimin karmaşasında kodlu
o eşsiz dengenin sakınımı adına.
‘hal’in sentezini zor kılan da
bu amansız çelişkidir ya!
anlamak zihni aşar,
yürekse, bin beter şaşkın!
sadece kabullenmek kalır geriye
ve huzuru süzmek bilincin filtresiyle…

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...