28 Mart 2012

EVRENDE BENLİĞİMİZ 8-HALİL CİBRAN

ah, nasıldır özlemin yolculuğu,
yepyeni kanatların heyecanında
ve mavinin dayanılmaz tadında.
mavi, ki, kızıla, mora bulansa,
gece koyusuna dek uzansa da hatta!…

gökyüzü sonsuzluğudur bir kuş yüreğinin,
ama yazık ki kanatlara beklentiler takılır.
uçuşun büyüsünde uyanık kalmak gerek,
çünkü her sınırsızlık, kendi sınırına açılır.
“ölüm, her renk…”
ölüm her an değil mi?
her vazgeçişte,
her terkedişte.
ölen ve doğan iç içe,
sıçradığın her eşikte.
sıra sıra ve sırasız,
tükenişte, dirilişte,
’şimdi’de doğan,
’dün’e ölü çünkü,
her adımın gerisinde bıraktıkların;
acıların, sevinçlerin, insanların…
bir kağıdın iki yüzü misali,
içi ve dışı misali tenin,
aslında yaşama eşdeğer
şu korkarak beklediğin,
ve adına ölüm dediğin…
 ölüm ayrılıksa
defalarca öldüm bu yaşamda.
sana erişmekse eğer,
hep rastlaştım onunla.
yalnız hissettiğimde,
ve beraberliğimde,
korkumda, coşkumda,
defalarca öldüm bildiğime,
bilmediğime doğdum her seferinde.
yaşam kabına sığmaz da
iteler durur çeperlerini,
koşmak ister,
daha daha uzaklara...
yetmez! uçmayı diler,
yukarı, daha yukarılara...
öylesine güçlüdür ki ışığın çekimi,
var olmak, 'bir' olmak demektir,
'bir' olmaksa, yok olmak,
titreşimin sonsuzluğunca.
ve yüreği renklerin dansında sarhoş,
ve gözleri akıl-çelenlere kapalı.
ve güneşe yükselirken İkarus misali
erir özgürlüğün balmumu kanatları....
tıpkı ben gibisin,
yıllarca ve umarsızca
inanan ben gibisin.
sevgi diye yanmış, buralar-ötesi,
yorulmuş, yıpranmış, de ki, paramparça!
ama değil mi ki vazgeçmemiş insandan,
hele de güzelliğe olan inadından,
evren de vazgeçmemiş ondan.
denemekten, sınamaktan,
yeni yeni paylaşımlar sunmaktan.

evet, tıpkı ben gibisin,
-kendime kaçışımdan bir önceki kapıda,
vazgeçişim-öncesi gibisin…
serçe için kafesinin ötesidir sonsuzluk,
karınca için de bir tepenin arkası…
insansa öteleri de öteler,
zihnin o koşumsuz atında.
ve uzanır uzaklara
tüm yorgunluğunca.
sonra…
bir an dalar yüreğine
duyumsar sonsuzluğu sonluluğunda
yakında, çok yakınında…


dalga diğerleriyle beraber,
onlarla yarışır gibidir de,
kıyıya her çarpışında
kendine karışır yine.
ama her buluşma
ayrılığı besler içinde.
form yok olur ya bir anda,
telaş başlar kıpır kıpır
yeniden dalgalanmaya.
ve ayrılık yeniden,
ve yalnızlık biteviye...
kendine her karıştığında
kısacık, hem de sonsuz bir an içinde
su ve sadece su olduğunu anladı belki.
ama, kıpırtısını varlığı bellemişti bir kez,
durmak, durulmak yok olmak demekti sanki.
bu yüzden döngüyü,
bu yüzden ayrılığı,
bu yüzden yalnızlığını seçti.
buradayız…
yakınız…
ama paralellerin kesişmezliğinden belki de
ayrı kulvarlara düşmüş gibi yolumuz.
ve sesimiz
sessizce yankılanmada içimizde.
ne yaman çelişki!
bir yanda birliği arayan bireyselliğimiz
öte yanda, yaradılışın özü, çeşitliliğimiz...
nafile bir acı, farkındayız, ama
neden canımızı yakar farklılığımız,
ve neden kendimizi dağıtır
her bütünleşme çabamız...?
“ama ne ak bitecek, ne kara,
sürüp gidecek bu samsara.”
her seçim, dışladığıyla dengede
‘diğer’ olanı sevsek de, sevmesek de…
ama biz, benzerliği ararken,
farklılıkta bütünlüğü özlerken,
sürmede hüzün,
sürüp gitmede…
"ayrılık, özne-nesne ikiliğinde,
bütünlük ise yüklemin içreğinde."
ya nehri gütmeye çalışan,
ya da güdülen olduğunca
ayrısın sudan.
algıların yargı olur
yargıların ise,
farklılığı dışlayan.
ancak su gibi hissettiğince
çabasız eyleme dönüşür yaşanan.
çölündesin…
tam ortasındasın hem de.
başı sonu olmayan
susuzluğun ta içinde.
ten dayanır, dayanıyor da.
ama işte, sabır tükeniyor tinde.


ve güneş fazla
çok çok fazla geliyor.


biter noktasındasın yetmeyene,
yeter noktasındasın bitmeyene,
oysa ne yetiyor hal, ne de bitiyor
her adımda niyet biraz daha yitiyor…



ve güneş fazla
çok çok fazla geliyor..
gölgem tutunuyor bir yerlere, bir şeylere,
ben gitmek, yitmek isterken,
yok olmak isterken tüm özlemlere...
güneş vazgeçmeye dünden/geceden hazırdır da,
ümittir onu doğduran her yeni güne.
ve yalnızlık gölge misali büyürken kuytularda,
sevgidir tek yaşayan umut, nice yorgun gönülde.
“vazgeçene dek…”
duraktır ya, her gelen gidesidir biliriz.
hem gelene, hem gidene merhaba deriz.
duygunun hası hep beklemede,
değişken halimize güler geçeriz.

ama ki bozulursa uyum, çatlarsa sesler,
mekanı doldurursa ‘ben’ telaşlı hevesler,
susmamızın zamanıdır besbelli,
sessizce gönlümüzü yükler gideriz.
yürüdükçe,
görünür ve kaybolur umutlar,
gel-geç detayları misali yolun.

gün geceye, güneş yağmura vurur,
dostluklar kurulur, dostlar yok olur,
değişir seyircileri yolculuğunun.

tek sen kalırsın sana can olan
her an çaresiz kendine doğan.

yürüdükçe,
adımlar sabırsızdır yarına.
yine de duraklar iyi gelir
yol yorgununa.
“ama yazık ki penceremiz kirli,
anlama çabasındayız çünkü...”
 
içe düşerse bakışın
kendi evreninden süzülür 
can özün, has ışığın.
saflığı boşluğun kuytusunda,
şiddeti ise bilinmezin korkusunda.
dayanamazsın...
ve ‘dış’ yaratılır kaçışında.
bir filtre ararsın,
renklendirirsin beyazı.
sınıflarsın, yargılarsın olanı.
ve kirlenir seni senden ayıran
görünmez pencerenin camı...
kişi, katmanlarına yüklemiştir değerini.
unutur da asıl özneyi,
’ben’ diyemeden bekleyeni,
sargılarıyla özdeş bilir derinliğini.
ve öylesine karmaşık kılar ki benliğini,
öyle sanar ve öyle de sunar kendini.
içimiz deniz,
dışımız deniz…
o deniz ki,
asal ortağımız
sevgimiz…
bizi bizden ayıransa
sadece derimiz!...
“sırrını kazısan da,
 camı kalır geriye.
 gize göz attığında
 sen yansırsın kendine.”
var mı kaldırabilen aynayı aradan,
yaratıda aksini seyretmedeyse Yaradan?
bilişin değil, inancın kanatlarıdır söz…
söz nice realiteyi dolanır, eğleşir de
sessizlik ‘bilir’
ve hep kalır yerli yerinde…
öyle suskun ki söz,
sanki küskün manaya.
ne söylesem ya çok az,
ya da çoookkkk fazla.
yükünü almış, dopdolu bir yalnızlığın suskunluğunda,
sessizin, sessizliğin çığlığı çok daha keskindir aslında.
söylenen, kişiden evrene yankı bulur da,
gönül kulağıyla duyan farkedebilir anca.
dünyayı terk halindeyim
bedende değilse de henüz
duyguda, düşüncede, düşte.
bu yüzden kaçışım, saklanışım,
bu yüzden salt kendime dayanışım...
bu yüzden sözlerle dolu, susuşum..
“göz, kendini göremez.”
kocaman bir gözdür iç evren,
ki, kendisini göremez.
kocaman bir kulak,
kendini işitemez.
koklayamaz, tadamaz,
dokusuna dokunamaz.
duyumların tümüdür ya,
kendini duyumsamaz.
’farkındalık’ deriz bu yüzden,
tüm duyumlar-ötesi.
öyle bir hal ki, olası,
gizin kalkar perdesi.
varsayımla başlar ya teoriler
ve koşullarca, kural kural ilerler,
oysa tutarlılığın korunağında,
yok sayılan muzipce tetikte bekler.
ama ki genişledikçe kapsam
başlangıç ufku gözden yiter de,
en beklenmedik anda ve alanda,
varsayımlar çöker, teoriler de.
yeter sanki bir teori kurgusunda yaşamak.
yetmez mi ki özlemlere yaslanmak,
ve hep gidemediğimizde kalmak?

inan, var saymaktan yeğdir, yok saymak!
ben, bendeki sensiz,
sen, sendeki bensiz...
benler senler birbirinden habersiz...
kimse değil aslında
salt sevgi, sarıldığımız.
sevgi ki
asal bağlaç,
sessiz ulak,
bensiz, sensiz,
bedensiz...
yalnızlığımızda saklarız tanrımızı, bilinmezimizi.
gözlerimiz tek kapısıdır sanki,
ve bu yüzden ürkeriz gözlerde yolculuktan.
ve tanrımızla beraber büyür yalnızlığımız,
tüm varlığımızı doldurana dek
ve kapanır gözlerimiz...
kişi özgürlüğü bilir de yalnız uçuşunda
sorumlu hisseder beraberken,
kalabalıkken, dünya sahnesinde.
kendinden öte yükleri bağlar kanadına
kanayıncasına, parçalanırcasına.
ve dener bulutsuzluğu
yere çakılırcasına.
ve taşlar yağmaktadır kanadına…
tüm gücünü yoklarcasına…
“ve içimize damlar hüzün,
sakınsak da gözyaşımızı.”


gülmek güneşiyse gönül bağının,
yağmuru da olmalı tadınca, ayarınca.
sevdiğimiz sevmese de acıyı, sıkıntıyı,
sevgi sever her hali, kendi doğalımızca.
aşk ateşi, ah,
ısıtır ve ışıtır canı,
ve sarsar, ilk misali,
hem mekanı
hem zamanı.
ama ki, aman,
zaafa dönerse heves,
yorgan misali odu örter de nefs,
dumana boğulur
yolcunun dört bir yanı.
aydınlatmak yerine
aşığın odağını.
içiçedir sevgi ve ölüm…
geriye bakmaz her ikisi de çünkü.
gidiş de, kalış da kalmaz oluş halinde,
yaşananın anlık bütünlüğünde.
egonun kabuğu kırılır da,
tohum çatlar, filize vurur,
ben’in ölümünde
sevgi can bulur.
coşarsın,
yazarsın,
paylaşırsın.
ama öyle haller vardır ki,
satırlara sığmaz.
susarsın...
Halil cibran

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...