28 Mart 2012

EVRENDE BENLİĞİMİZ..5-HALİL CİBRAN

bir sayfayı doldursak noktalarla
kendimizce keyfi, kendimizce rastgele.
sonra da dolandırsak bakışı
odaklansak farklı bölgelere,
bildik şekiller belirmeye başlar,
düzenler çeşitlenir düzensizlik ortasında.

kolayca kurulur bağlantılar, uzamsal uzanımda
kural mı ararsın, hazır, zihnin çağrışım oyununda.
düzen bildiğimiz bir kurgudur çünkü
rasyonel kılabilmek için olguyu,
ve evrensel aklının sınırsızlığında
düzen de sonsuzlanır, gizlice sarar kaosu.
evet, muhteşem bir düzen,
bize rağmen ve bizden öte.
oluşa uyumlanmak düşer bize,
‘olan’ uymasa da koşullu beklentimize
.
”Yaşama layık mısın?”

hep hak arar dururuz
tartısı, ölçüsü varmış misali.
haklı olmak öyle önemlidir ki,
her ortam bir mahkeme,
hep, birileri yargıçmış gibi sanki.
tek bir ‘haklısın!’ sözü için,
nice tartışmalar, çatışmalar,
bitmeyen savunmalar, saldırılar,
bu nasıl bir aklanma güdüsü ola ki?
oysa hak, sorumluluğun izdüşümüdür sadece.
sen yaşarken doğru bildiğince,
edimlerinin hem ödülü, hem de bedeli,
ve evrenin seni buluşturduğu noktada,
hale yüklediğin mana denli geçerli.
büyümeye zorladık meyveyi, sebzeyi,
kanser aşıladık kendi ellerimizle.
kuş bildi, kelebek bildi de gereğince almayı,
biz bilemedik, ne yazık, verene saygı duymayı.
‘hemen’ ve ‘daha’ hırsıyla dopdolu
eko-zincirleri kıran olduk umursamadan.
evet, ‘hemen’, ama zamanı geldiğinde,
ve ‘daha’, ama bilge doğanın istediğince.
önce-sonra sıralaması değil mi
yaşanan an’ın dışına düşüren bizi?
deneyim, anlamıyla eşdeğerken,
birini diğerinin gölgesi kılmak niye?
ama ürküyoruz, öylesine, coşkuyla yaşamaktan,
bizden ayrı, bizden gayrı bir referans olmalı hani.
bir dayanak arayışındayız daima, somut olmazsa soyut,
bir şeye yaslanmazsak düşüvereceğiz sanki.

maddeye tutsaklığın limitlerinde, sarılmışız manaya.
oysa mana diye bellediğimiz
şartlanmalarımızın spektrumu sadece,
niteliği ve niceliğiyle yaşamı filtrelemek adına.
bir dereceleme skalası ki, beklenti ve yargı dolu,
her bir şey, az-daha az, çok-daha çok, yanlış veya doğru.
mümkün değil, olguyu ilk misali deneyimlemek.
mümkün değil, yazık, ‘acaba’sız, ‘keşke’siz, ‘ama’sız olmak.

oysa bebek gözlerle bakmak var güne,
tüm yüklemelerden arınmış,
ve onca saf ve heyecan dolu,
yorumlamadan dahi
mananın varlığını,
veya yokluğunu
.
“evren zar atmaz, ya biz?”

hileli bir zar var elimizde,
adaleti kaymış, kendi yüklemelerimizle.
‘evet’, ‘hayır’ ve çokca ‘belki’ler düşüyor seçimlere.
en bildiğimizi sandığımız durumda bile
netlik ile rastgelelik içiçe.

ama hep ve olanca savunuruz doğrumuzu,
ne güzel bir duygudur emin olmak,
ve ne denli yüceltici egoyu!
oysa neden ve ne denli emin olabiliriz ki?
‘en’ doğru ne ola ki, doğruların sonsuzluğunda?
her seçenek yine yaşama açılıyorken,
her sonuç varoluşa koordinatlı ve
her durum evrence kabul iken,
farkeden ne, bizce bakıldığında?
yoksa fark yok mu,
zar hilesiz olduğunda?
anlam arayıp durmak,
bulmak, veya bulduğunu sanmak.
sarılmak, sahiplenmek, hatta kenetlenmek
yine de güvensizce, yitirmekten korkmak…
peki ne ola ki bu anlam denen şey?
ayrı, bir yerlerde asılı bir olgu mu ki
saklansın, belirsin, kaçsın, kovalansın?
yoksa anlam, adı mı anlamayışımızın?
ve bu arayış, açlığı mı doymamışlığımızın?

anlamı özümsemek yerine dışlıyoruz da
kendi nitelemelerimizin peşinden koşuyoruz sırayla.
oysa anlam yaşananın özü, ta kendisi,
dilersek bir nefes gibi dolar içimize,
ve bir sıfat, bir yafta olmaktan çıkar,
anlamlamanın ayrıştırdığı parçalar tümlendiğinde.
her şeyin bir mevsimi vardır ya,
tartışmanın, uzlaşının,
gülüşün ve gözyaşının,
hep umudu titreşirken,
yeniden canlanışın.
mevsimi vardır,
durmanın, kalmanın, gitmenin,
reddettiğini kabul etmenin,
ve rüzgarlar savurduğunca
tüm bağlandıklarını terketmenin.
mevsimlerce geçer tatlı ve acı
kalsın da desek, gitsin de,
her şey zaten gidici.
keşke tadını almayı seçsek,
kaçınılmaz değişimin,
doğumun, büyümenin, ölmenin,
ve çeşit çeşit, renk renk,
mevsimlerce sevmenin
.
“yeni bir kapıyı açarken,
öncekini kapamak gerek.”

öyle çok hata yaparız ki bazen
bir yazıda, resimde, bir tasarımda
veya bir ilişkiyi anlamada,
yeniden başlamak çok daha kolaydır,
sorun zincirini onarmaya çalışmaktansa.
her neyse yanlış bildiğimiz,
bilgisi bizdedir artık,
‘niye?’, ‘nasıl?’ sorgusalından öte.
ve eskiyi silme zamanıdır şimdi,
duyguda, düşüncede tortulardan arınmak
ve ‘yeni’yi, yeni, yepyeni yaşamak.
“nice köprüler var,
bağladığını sanarken
bizi bizden ayıran.
iki uç varsa, ayrılık vardır çünkü,
zaman ve uzam girmiştir araya.”

senden farklı bilirsin,
önce karşıya koyarsın da
kişiyi, olguyu veya bir hayali,
sonra uzanırsın ona, düşüncede, tavırda,
en çok da kırılgan duygularda.
ama uzaklığı tüketmez hiç bir çaba.
köprülerin dışlayandır çünkü,
kıldan ince, kılıçtan keskin,
korku yüklü, telaş yüklü, düş yüklü.
vazgeç köprülere yüklemekten umudu,
ararcasına gökkuşağının ucunu.
tüm renkler sende zaten,
sende, mutluluğun odağı.
beyaz ışık misali gülümsemen,
gözyaşının prizmasında kırılır da
içinde doğar o sonsuz gökkuşağı.
acelesi var insanın!
yol ne, menzil ne, belli değil,
hatta çoğunlukla,
umurunda bile değil,
ama bir yerlere, bir şeylere
acelesi var insanın!
kısa, keskin, çarpıcı duyumlar peşinde,
genliği fazla, sabırla yayılan,
saran, sarmalayan duygular yerine.
hastalıkta ve sağlıkta,
seçimler, çözümler
hep kestirmeden yana,
ve o denli geçici, o denli yetersiz.
döküp saçarken, dokunup kaçarken,
defalarca deneyip vazgeçerken,
olanlardan kendi bile habersiz.
doymaya değil, doymamaya kayıtlı
sanki yaşamına değil, ölümüne bir koşu.
oysa, ne güzeldir
durabilmek, susabilmek,
farkedebilmek için dahil olunan an’ı.
ve ne güzeldir, hissedebilmek,
hem de en yoğunca,
gecenin kuytusunu, günün canlanışını.
suyun tadını, havanın sarılışını.
hissedebilmek,
bir arının sabrını, kuşun heyecanını,
ve sevginin her zamanda, her yerde,
sessizce kalp atışını.
“sessizlik…
sadece sesin değil,
her şeyin yokluğunca.”

herkes susar da,
ses susmaz içinde.
duygular konuşur,
düşünceler tartışır,
bir telaş ki, durmaksızın.
adeta her hücre bir talepte,
beden yorgundur, yürek kırgın,
zihinse olan bitenden şaşkın.
kontrolsüz, yaygaracı bir kalabalık
dolanır seninle her yerde.
sessizliği dilersin, sus kılan karmaşayı,
sorusuz, sorgusuz, kavgasız,
öylece kalakalmayı
.
“insanın en ortak hüznü olmalı yalnızlık.”

sadece bir kaçış değil kendi gizemimizden,
salt bir oyalanış değil, can sıkıntısı döngüsünde,
aslında en derinlerden, en yüzeysele,
varlığımızın kanıtını ararız ilişkilerde.
tek başına öylesine güvensiz,
hissedişlerimiz bile korkuya bağımlı,
dışsal olumlamalara gereksimim duyarız,
kendimize dair her betimlemede,
hatta var’ım diyebilmek için bile.
oysa ne dost, ne arkadaş yetmez,
bize içrek olanın sağaltımına.

ve yalnızlık,
doğrudan bize çarpmasıdır yaşamın
arada şok emici tamponlar olmadan.
zor ama o denli kaçınılmaz,
sarsıcı ama o denli aydınlatıcı.

kendimizden kaçamayışımızdır yalnızlık,
ve kabullenişimiz, kaçamadığımızı,
ola ki bir bilinç eşiğinde
farkedişimiz,
bir sonsuz ağ ortasında
asla yalnız olmadığımızı
.
her birim karşıtıyla mevcut
alemdeki eşsiz denge adına.
ve bizim çelişki bildiğimiz
evrenin içrek düzeni aslında.
bu yüzden ki netlik yok
ne iklimde, ne mevsimde,
günün ve gecenin getirdiğinde.
tüm tutarlılık sanrılarına karşın
netlik yok, insanın tavrında,
savunduğu doğrularda,
yeminli kurgularında,
hele de ‘daima’ vurgulu duygularında.
ne denli inatlaşsak da yaşamla,
olguların sınırlarını çizmek savında,
her şey buhar misali uçucu,
zıtlıklar ayrışmada ve karışmada.
ama güzellik de bu olsa gerek,
yaşamlar ortak bir şablonda
ve çelişenlerin dengesinde oluşmada
.
“güçlü bir dalga siler kumsaldaki bütün izleri
ve yerle bir eder kumdan kaleleri.”

parmak uçlarında yürümek varken
zarar vermemek için yolundakilere,
adımlarını yere kazımak niye?
niye yorarsın yolu,
egonun zelzelesinde?
iz bırakmayı istemek,
‘ben’ sancısından gayrı ne ki?
buralardan geçişinin ‘sonra’ya kalıtı,
varlığının fiziksel bir kanıtı sanki.
oysa sana dair olan
görünmezde asılı daima.
ve nerelere göçsen de
sen kalırsın geriye.
yolun sonunda yitse de görüntün,
gülümsemen kalır bir yerlerde,
halin, tavrın, insanlığın,
hele de gün ışığına denk
gözlerindeki aydınlığın.
“masumiyet, ilk-öncesi’dir.”

ilk ve tek bir lekeyi kabul etmez masumiyet.
çabucak renklenir beyaz, ilk ışığın kırılışı misali,
tıpkı, tek’den çeşit çeşit varoluşumuz gibi.
nasıl ki ilk-önce’si yoktur varlık için,
yoktur pür-i pak masumiyet,
yoktur, düşsel öykünmelerden gayrı.
ama özlemi bile bir güçtür özleyene,
bir pusula, arınmaya ayarlı,
dayanır, nice akıl-çelen’in çekimine.

güzellik, saflık denli boz-bulanık,
yine de bilinç aynasında parıldamakta hala.
çirkinle uğraşarak dağılmak yerine
güzele odaklanmalı, inadına.
ola ki kanatları kurtulur da çamurdan
yeniden yükselir kelebek o eşsiz dansına
.
keyfimizce koşullarda iyi olmak kolaydır da
biraz zorlandığımızda, basarız yaygarayı.
oysa ne bir garezi vardır dünyanın,
ne de iltimas geçme çabası bize.
kendince oluşur haller,
içiçe beslenir ve dönüşür
yaşamsal dengeler.
‘iyi’, ‘kötü’ye hazırlık içindir
‘kötü’ ise ‘iyi’nin müjdecisi.
aslolansa hem kolayda, hem zorda,
biriktirebilmek içsel gücü,
evrene inancın secdesinde,
karşılamak için kayıtlı olanı
sonraki günün güncesinde.
tek ve gerçek eserin kendinsin,
kendi bilincinde büyüt sen olanı.
gözlemcisiz hisset varlığını.
seçici olma sunduğunda.
sesin her yöne dağılsın.
bakışların odaksız,
duyuların yargısız,
sevgin nesnesiz olsun,
sevgin ayrımsız.
sal evrene kendini.
sen evrene layıksın
evren de sana.
kendini bul ve sun.
değer,
inan ki değer.
doğa usta,
bizse çırak bile değiliz.
fark, parça parça bakmamızda yaşama,
parça parça düşünmemizde, hissetmemizde.
oysa aslolan uyumdur, ilişkilerin bütünlüğünde.
ve güzellik, parçalar arasındaki boşlukta yatar.
ılık bir meltemde dimdik durursun da,
şiddetli bir rüzgar esmeye görsün,
ya eğilirsin korunmak adına,
ya da rüzgar vurur yere seni,
kendi yolculuğunda.
ki, yaşam rüzgarları daima güçlü
ummadığın denli değişken
eğilebilmek gerek, gerektiğinde,
veya kendi gururunda tükenmek.
sen yolu bulmaya niyetlendiğinde
yol seni bulur aslında.
hele ki rehber istemeye gör,
nicesi/fazlası belirir karşında.
hepsi kendi disiplinine kayıtlı,
yazık, gösteriye, gösterişe dönüşür,
çoğunun sözde içten yardımı.

ama bu yol kimsenin bildiği değil,
bu yol henüz çizilmemiş haritaya.
senin adımlarınla belirecek inişi ve çıkışı.
değişecek gidişi, dönüşecek dönüşü.
nice yorulacak, vazgeçmek isteyecek,
ve nice düşeceksin yola yeniden.

niyetin taşıyacak seni bir tepeden diğerine
zaaflarının çukurları tuzaklarken seni.
ve döne döne anlayacaksın alemi,
döne döne kıracaksın yörüngeni.
 “sevgi…
sonsuzun aradığı,
sonsuzun doyamadığı…”

ayrı çırpan kanatların uyumudur sevgi.
ne denli uzak olsalar da mekanda,
hatta doğum/ölüm-ötesi zamanlarda,
aynı güzelliğe yükselmesidir canların,
ve aynı farkındalık alanda titreşmesi,
ortak bir gizemin kuytusunda
ve bütünlüğün dayanılmaz coşkusunda.
“iki sarmal, kutbiyet yüklü,
ortada ise dengelenmiş bir kanal.”

sarmallar boyunca açılır yolculuk.
hazza yükseliş, hüzne dönüş,
vecd ile kanatlanış,
veya en derinlere gömülüş,
sanki bilinmez girdapların yetkesinde.

bir dala sarılan sarmaşık misali,
bir değişmezin etrafında dolanır durur yol,
inerken çıkar, çıkarken de inercesine,
hep huzurun etrafında, ama huzursuzca,
yönlerin kutuplu cazibesinde.

ki, tüm yolculuk bilince dair,
belki bu döngüden yorulup da
yönsüz ve yansız o orta kanalın
farkındalığına uyanmak adına.
tek ve gerçek başarı,
ve zekanın asal ölçütü,
mutlu olabilmektir yaşamda.
bir hoşnutluk doyasıya,
salt ‘şimdi ve burada’ olmaya.
zor veya kolay, her koşulda,
sığınmadan acının odağına.

bir yetidir beslenmesi gereken,
dilersen hiç kalmadan bir başına,
gerekirse insansız, yapayalnız,
ama yine de dopdolu yaşananla.
yeter ki kır bağımlılığını insana,
en başta da duygu bazında,
ve gülümse kalabalığa
ıpıssız iç dünyanda
söze yüklenmiş evrenin bilgisi,
kat kat sırların gömütü sanki kitaplar.
söz ki, harf permutasyonları sonuçta,
ama söyleyene, dinleyene göre
manası boyutlanır bilinçte.
ve anlamak, zihinde değil,
varlığının özünde bulur asıl yerini.
kah gözyaşları boşalır taptaze,
kah ise, gülümseme sarar benliğini.
ve hep aynı tuhaf duygu,
“ben söylemiş olmalıydım bunu!”
anlamak, hatırlamaktır çünkü,
zamanlar boyu unuttuğunu.
malzemesi kıvamında
ve iyi yoğrulmuşsa hamur,
bıçak saplarsın da tertemiz çıkar.
yanı, yöresi yardıma koşar
ve iz yeri kapanır hemen.
zihin de böyle olmalı işte
delici düşüncelerin geçişinde,
ve de yürek, duyguların izdüşümünde.
tatlı veya acı, ait olduğu anda kalmalı
ve izler, bir sonraya taşınmadan şifalanmalı.
“her seçim bir birim azaltır olasılıklar kümesini,
yine de sonsuzca çeşitlidir, olabilirliğin çeşnisi.”

eğer kesin ve keskinse tavrın,
evet, dikkatli yontmalı keskin,
çünkü her parça düştükçe yere
dönüşün yoktur artık geriye.
ve zihninde tasarladığın üzere
sen darbene kattıkça yorumunu,
an-be-an katılaşır,
sabitlenir heykelin formu.

veya izin verirsin değişime,
farklı biçimler yer tutar boşlukta
ve kayıp yerleşiverir heykelin bir noktasına.
ağlayacakken gülümseyiverir bir yüz belki,
veya senden öte gökyüzüne döner gözleri.
sen kendini katarsın da yontuya
heykel kendini yaratıyormuş gibi
muzipçe boyutlanır ifadesi sanki.
ve duruş kendince bulur derinliğini,
mana daha bir kavrar beklediğini.
evet, daha güzel olur belki şekillenen
iraden, oluşanın iradesini özümserse eğer.
“sessizlik yer tutana dek içsel yolculuğunda,
sen sessizliği yakala anlık duraklarında.”

başlangıçta gerekli belki,
özel bir ortam, belli koşullar,
bir aracı, belki bir ritüel,
uzaklaşmak için oynaşan alanlardan,
belki de kaçmak için, yorucu olanlardan.
ama aslolan, ki oyundan uzak olan,
karmaşanın ortasında koruyabilmek huzuru.
ve her yaşananda hissetmek, ruhun yolculuğunu.
“denizler içimde kabarıyor,
nehirler duru yeşil, damarlarımda…”

bas bas bağırıyor şehir.
oysa nice duvarlar ardında
acı ağlamakta sessizce.
ve yalnızlık,
ve çaresizlik
duyuramıyor sesini.
güneşin gölgesi büyüyor
kocaman binalara çarptıkça.
kolayca gizlenmede karanlık
ışığın sızmadığı kuytularda.
gülümsemiyor yüzler,
yüreğin türküsü, hıçkırık misali.
ve güzellik inliyor ince ince.
duyulmuyor artık sevincin ıslığı.
çığırtkan bir gürültüde boğulmuş
nice özleyişin fısıltısı.
özledim, yıldızların şarkısını…
bilgi gösterişlidir de
bilgelik, kendi halinde.
anlatmaz kendini,
ne ün peşindedir çünkü,
ne onaylayış, ne de alkış.
tanıtmaz kendini,
ama tanınır bilgece bakanlarca.
saklı ışığı göz yakmaz,
ama aydınlatır,
ışık yıllarınca.
“öğrencim beni geçmezse eğer,
ben iyi bir öğretmen değilim demek.”

yolda bir taşa çarptıysa ayağın,
kanadıysan, yandıysa canın,
kendine acımak yerine
kendinden sonrakini sakın.
sen güzele yolcuysan,
usanma güzele hizmetinden.
temizle geçtiğin yolu,
taşı kaldır at yerinden.
kolaylaştır yolculuğu
seni takip edene.
gerekirse çekil kenara
ve yol ver,
senden hızlı gidene.
dinlenirken başka bir insanız sanki,
işimizde başka, ilişkimizde bambaşka.
hepsine ortak olan ne,
kimiz, nasılız, bilemeyiz,
pek düşünmeyiz bile hatta.
nedir rollerden geriye kalan,
nedir bütün kılan parçalarımızı,
veya nedir eksik hissettiğimiz,
niye yetmez ki
durmadan biriktirdiklerimiz?

bilinçte netleşir ‘ben’ olan
ve boşlukta anlamlanır.
zemini mekansız,
sürümü zamansız.
maddeyle iç içe yaşar ama
madde ile tümlenmesi imkansız.
“tepede duran,
hem geldiği yeri görür,
hem de gideceği yeri.”

belirtisi ile belirir her şey.
ve ‘şimdi’ noktasında
‘önce’ denli nettir ‘sonra’ da.
kehanet değil,
salt farkındalığı ‘olan’ın.
ve yükselişi bilincin,
özgün mucizesinde ‘an’ın.
“içten içe severiz kanamayı,
severiz kendimize acımayı.
acıyı kutsal ve kaçınılmaz,
acımayı şefkat bilmişiz çünkü.”

bizi insanlar, olaylar değil,
zaaflarımız yaralar özde.
ki, yaşam çarptığında bize
en zayıf noktamızdır kanayan
bedenimizde, hem de yüreğimizde.
ve ne denli kollasak da cidarlarımızı,
darbe alacaktır mutlaka yaşanandan.
aslolan, yumuşak merkeze biriktirmek gücü,
ve şifalanmak, o tükenmez kaynaktan
en derin yaraya kalıcı sağaltım sunan.
“tatlıyı da saymayı bilsen,
yaşadığın acılar denli,
çok net farkedersin
yaşamını koruyan dengeyi.”

hala varsan, varsa evren,
dengede demektir tüm var edilen.
dinamik bir uyum içinde mevcut
her element, etken veya edilgen.
dar gözlemde kara daha çok düşebilir bir alana,
veya kötü, veya çirkin fazlaca uğrar yaşamına.
ama sen yükseldikçe bilinç dağında,
çoğalır veri, anlamlanır manzara
daha ve daha geniş açılımlarda.
görürsün ki, farklı renkler çatışmıyor
ama tümlüyor yek diğerini,
ve ne bir birim siyah fazla,
ne bir birim beyaz eksik,
her şey gereğince ve doğalınca
birbiriyle ve birbiri için varolmakta.
tek bir noktada değiyoruz kesintisiz bir akışa.
zamana dokunuşumuz, sadece bir anlık.
‘önce’ verdiğimiz nefes kadar uzak bizden
‘sonra’ ise, bir sonraki nefes kadar.
bizi devindiren ise şu anki soluğumuz.
geçene ve gelene dair tek şans ‘şimdi’de,
yeniden ve yepyeni başlayabilmek için hem de.

içimizde titreyen can,
varoluşa dair heyecan.
yaşayan ve yaşatan
sadece bu an.
 “varoluş terki olmayan bir yolculuktur.”

yürüyüşe göre yol tarif edilir derler ya
herkes kendi hızında geçer ortak duraklardan.
ve yol hikayeleridir anlatılan, öğreti adına,
zevkli, teşvik edici belki, ama hepsi o kadar!
her yolculuk tek ve özgündür çünkü
ve yapayalnızdır yolcu gerçeği arayışında.
yolu kendisiyle çizilir, bilinci niteliğinde
diğer herkes sadece yolculuğa aracı.
ve anlık seçimlerle yakınlaşır veya uzak düşer
kendi sonluluğunun sonu, sonsuzluğunun başlangıcı.
mümkün mü yok etmek hoş olmayanı?
ama yeğ tutarsan her seçimde hoşça olanı,
kolaylaşır kabullenmen yaşam denen planı.
tıpkı tuzlu suyu suyla inceltmek gibi
inceltmek gerek serti, kabayı, acıyı,
inadına güzellikle, inadına sabırla
insanca sevmenin tüm ustalığıyla.
 telaşın varsa eğer
paraya, güce, mevkiye,
hevesin varsa farklı bir hale
belki daha genç,
daha güzel görünmeye,
formda tut kendini,
yetkinleştir zihnini,
kutsa bedenini,
geliştir adaleni.
ama hedefin mutlu olmaksa
koşullardan bağımsız,
ve yaşadığını hissetmekse
coşkuyla ama abartısız,
sadece bir yürek yeter
kaslı veya kassız!
 “bakarsan bir türlü kaynamaz da,
arkanı döndüğün anda taşar süt.”

düşünce sonsuz hızdadır da,
madde yavaştır, zaman içredir çünkü.
emektir, sabırdır onun yolu
kahkaha denli -hatta ötesi, gözyaşı dolu.
sanki dolmayacak gibidir kap,
kapanmayacak gibidir,
yaşam denen hesap.
ama bir eşik vardır
kendi zamanlamasıyla gelen.
damla damla birikir isteğin özü
ve beklemediğin anda olur, beklenen.
 ama yol bitmeyecek ki,
çare yok, düşeceğiz sıkca!
yara-bere, deneyimin izleri
alışacağız, içten içe acıdıkça.
uzağa bakmayasın arkadaş, zor gelir
azalmaz, çoğalır yol, sen koştuğunca,
ve artar yorgunluğu, kendini sürüklerken
varışlara olan sabırsızlığın telaşınca.
oysa bir ıslık tutturmak var
dolanmak adım adım, sakin sakin, tadıyla.
farkederek geceyi güne vuran ilk ışığı,
gözün gönlüne açık, gönlün sevgiye bakılı…
Duygu evrenin izidir bedende
Şifresi bir gülüşde kıvrılmış
Veya gözyaşında saklı.
Duygu düşünceyi bile dönendirir de
Zihin kalır isyanlarda, yasaklı.
dimdik, bedenin ağrısında,
eğil, hizmetin çağrısında.

sus, çabanın kavgasında,
konuş, bir kuşun gagasında.

sağırlaş, bencilliğin sesine,
kulak ver, birliğin ilkesine.

söz yaz özünün bestesine,
sonra çekil, seslerin ötesine.

uzan, bilginin bilgecesine,
dayan, sevginin bilmecesine.
kendi rüzgarımla uçuyorum nicedir,
kimseler yok önümde, ardımda.
çarpa, çarpışa yön arayanlardan da
nizamlı sürülerden de uzakta.
hayır, ne bildik rotaların güvencesi,
ne sığ yoldaşlığın eğlencesi!
salt yola sorumlu özgürlüğünde
ve oyunsuzluğunda yalnızlığın,
hala hassas, hala kırılgan,
ama sonsuz bir gücü taşıyarak içimde.
kendi rüzgarımla uçuyorum nicedir,
kanatlarım sevince açık
ve duada, doğanın secdesinde.
Hem gözüme, hem gönlüme bakansın,
Tenimdeki ateşi ruhuma taşıyansın.
Kimsenin duymadığı sessiz çağrıma uyan,
Zamansız zamanlardan bir yar-i cansın.

Hem değişen, hem huzuru sunansın,
Kabaran duyguların dinlendiği limansın.
Güneşim battığında ufkumda doğan,
Karanlık gecelere yıldızları koyansın.

Hem bizi yazan, hem beni okuyansın,
Bitene nokta koyup, yeniden başlıyansın.
Ezelde atılmış düğümlerimi çözen,
İçimdeki bilmeceye cevap olansın.

Hüznün ıslattığı gözlerimi silensin,
Önce beni güldürüp, sonra kendi gülensin.
Kucaklarken, uzaklardan gözleyen,
Beni benden iyi, benden öte bilensin.

Sen hem hazzım, hem devasız acımsın,
Kah ilacım, kah kalbimde sancımsın.
Aramadan bulduğum, ruhumun eşi,
Sen, "tek" sevgiye duyduğum inancımsın

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...