28 Mart 2012

EVRENDE BENLİĞİMİZ..4-HALİL CİBRAN

“ne haddime ben kimseyi hakir göreyim.
ne haddime ben kimseyi yüce göreyim!”

bir döngü içindeyiz ki ne üst var, ne de alt,
bu yüzden ki, alt-üst olanların öyküsüdür bu hayat.
gün gelir yıllar yükü cefa tadar sefayı
an olur bir sarsıntı yıkar nice sarayı.
insanı, olguyu sınıflamak niye?
öğrenmeli, evren denli yargısız olmayı
.
tek bir hareket, boşluğun titremesi misali…
ilk hareket, öncesi ki idrak-ötesi…

ve zincirleme tepkimelerle büyüyen
coşkuyla çeşitlenen bir devinim…

ve bu sonsuzluğun bir noktasında
var olan, varlık bulan, insan…

tek bir hareket sonsuzluğa muktedir!
ya sen, ve nice hareketin?
tesirinin ayırdında mısın?
nice oluşuma odak olansın,
ve ne denli sorumlusun,
farkında mısın?
yaşamak bir akit
ve sözümde duruyorum.
ne engeller çıksa da önüme
sevmeye sorumluyum,
insanı hoş tutmak adına
hep gülümsüyorum.
ama acıyı görüyor, duyuyor
bir ortak hüznü solukluyorum.
nice cevapsız soru yüreğimde
sessizce haykırıyorum.
nice rol biçilmiş bana
kendimce oynuyorum.
ama yoğunum, doluyum.
boş zamanlarımda ise
…ağlıyorum…
“bütün, parçaların toplamından ibaret değildir.”

kaç, göz, burun, kulaktan mı ibarettir
bir insanın evren yüklü yüzü?
peki ya gözlerden bakan kim?
kim, seslenen o “insanım” diyen sözü?

kelimeleri bildiğinde anlar mısın cümleyi?
hele de satır arasına saklanmış düşünceyi?
nice okusan da soruyu tüm detaylarında
bağlantıları çözdüğünde, çözersin bilmeceyi.

tek tek çalışsan da her bir parçayı
kokusunu, tadını, hatta atomik yapısını,
ancak hepsi birleştiğinde duyarsın
bütünlüğün mesajını.
ve ancak o an farkedersin
parçanın bütüne katkısını.

rolümüz birliğimizde işlev bulur
bu sonsuz ilişkiler ağında.
ve tek bir şeyi anlamak
herşeyi anlamaktır aslında.
yaslandığın ne ise
o da sana yaslanır
ve seninle beraber
sen misali yıpranır.
beraberliğin desteğin değil
güçsüzlüğün olur bağlandığında,
ne denli özlem duysan da buna,
yapma!
çünkü neye tutunursan
yitirirsin mutlaka.
hem de tutkunun kuvvetiyle
orantılı bir hızda.

tek başına özgür değilsen
beraber daha da köleleşirsin.
yalnızlığını korkusuz kıldığında ancak
yaşamla bütünleşirsin
.
çokluğun nüvesi olan ikiliğin
kutuplaşmanın, ayrılığın,
ve tükenmez yalnızlığın öğesidir arayış.
TEKlik halinde ise
ne arayan kalır, ne de aranan
yangın söner,
kül/küll olmuştur çünkü yanan
.
olası her yol çizilmiş
bu sonsuz evrene,
her şey var, mevcut,
öncesiz ve sonrasız bir an içinde.
yeni bir şey yaratmıyor hiç kimse
farklı yolları deniyor
farklı kapıları çalıyor sadece.

tüm güvencesine karşın bildik olanın
bilinmeyen göz kırpıyor karanlıklar içinde.
ve kaotik şifreler çözümlendikçe
evren genişliyor insanın bilincinde
.
denizde gemi isen
rotan olmalı belki.
beklentiler yüklenmişsin
geldiğin-gittiğin yer belli.

sapmalar ürkütür seni
amaca odaklanmışsın çünkü.
evet, ulaşırsın yolun sonuna
ve o noktada tıkanır öykü.

ama bir dalga isen
ummanın kucağında
özgürlüğün olur, uyumun
plan yer tutmaz yolculuğunda.
iniş-çıkışlar ve anlık denge halleri
tümüyle muhteşem, tümden keyifli
.
ne zaman eşikleri, ne mekan
ne kültür çeşitleri, ne de lisan.
sadece bilinç farklılıkları
insanı insandan ayrı kılan.

bilinç göçmenleriyiz biz
yalnız ve yoksun hissedişimiz bu yüzden.
yeni yeni boyutlara göçüyoruz
ve uzaklaşıyoruz yek diğerimizden
.
nasıl ki bir sigara ateşi
deler geçer kat kat kumaşı,
tesiri vasatın doğasına göreli,
ama her durumda yakıcı,
ve her durumda etkili;
bilinçte bir acı odağı da,
yankı bulur her boyutta.
ki, korkudur daima yarayı açan
ve sadece ama sadece sevgi
korkuyu kovup, şifayı sunan
.
zirve, adı üstünde,
her yöne hareket düşüş yönünde.
gücün odaklandığı bir nokta, bir an
ama sonra, hemen sonra,
sarsıntıyla sarhoşluktan ayılır insan.
tepenin hazzına kapılan
vadiye iyi bakmalı.
geldiği ve gideceği yer aynı
bunu asla unutmamalı
.
“iniş daha kolaydır
çıkış ise zahmetli.
yine de herkes tırmanışta
ne ola bunun hikmeti?”

damla damla dolar da kabın
nice emek ve sabırla,
boşalması öylesine kolay ki;
bir anlık dalgınlık veya hata,
veya da sadece döndüğü için dünya,
bir bakarsın, kalakalmışsın
yitenin ardında, sorularınla.

hele de bilinç yolcuları
hazır olmalı değişimin hızına.
yükseldikçe titreşim,
inceldikçe duyumlar,
daha da sarsıcı olur etkileşim.
tıpkı altın tartar misali
en hassas terazide
bir toz zerresi yeter
dengeyi alt-üst etmeye
.
satırlarda, dizelerde veya sözde
her ifade, her haykırış
aslında aynı özü taşır içinde.
ve tek ve ortak olan yankılanır
insanca çeşitlemelerde.

bitmeyen özlemiyle
manayı ararken madde
nice sembollerle çalar
soyutun kapısını.
ve rakam, harf veya nota
hep birer şifredir özünde,
nice permutasyonlarda saklar hepsi
evrenin arşetipsel yapısını
.
toplumsal normlar var ya,
“kim ne der?”ler var ya,
ailen bir elbise biçer sana,
ama senin talebin ve seçimin dışında,
bu yüzden de elbise uymaz sana çokca.
denersin, sana göre esnemez dokusu,
bir yanda sen olma arzusu,
diğer yanda, dışlanma korkusu…

sıkışıp kalırsın o bedende, o formda,
ya da yırtar atarsın o giysiyi isyanla.
yine de, farkında olsan da, olmasan da
büyütür yaşam seni her durumda.
ama ya diğerlerince ve normalce,
ya da doğalınca ve kendince.
kişi yalın varlığında gücü farkedene dek
yalnız ve zavallı hisseder de
şifa arar sahiplenmede.
sahiplendiği, kaybetme korkusudur aslında,
kazandığını sandıklarının sanrısında.

ve yeni eskirken, gelen giderken,
mal-mülk-para el değiştirirken,
sevgili ayrılırken, dost ölürken,
kısacası, herşey an içinde değişirken,
benimsedikleri tarafından sınanır kişi.
zihni ve yüreği nice kaygıların işgalinde
belki anlar yanılgısını kendi iç çelişmesinde.
anlar, nice maddenin cazibesinde,
özündekinden öte bir dayanağı olmadığını
bu geçici kon-göç aleminde.
kapıdan çıktığı anda biri
ölür senin dünyana sanki,
beş duyu alanının dışına düşmüştür çünkü.

işte böylesine belirir ve kaybolur izlenimler
bu zaman/mekan boyutunda.
ha var, ha yok misali uçucu,
sonlu duyumların sınırlılığında.
oysa varlık için tek değişmez olan
varlığı ve hep var olacağı.
form değiştirse de işlevselliği
sonsuzda ve sonsuzca yaşayacağı
.
bu form, bu beden,
bu boyutun iklimince
bir giysi sadece,
ruhsal potansiyelin biçtiği.
ince veya kalın
süslü, gösterişli veya yalın,
aslolansa, farkındalığı saklı olanın.

ve yettiğinde ziyaret,
tükendiğinde hizmet,
hele de bütünlendiğinde himmet,
göçme anı gelir, farklı bir hale,
yeni ve bilinmez bir ülkeye.
giysi yükünden azade
çok daha ılıman iklimlere
.
“dışarıda hiçbir şey yok.”

sen yoksan, var mı evren?
gözlemleyen varsa ancak
varlık bulur gözlemlenen.
herşey seninle var,
ve sen olan, sence alemi kapsar.
peki sen herşey isen
senin dışında ne var?

ve, var-yok asallığında başlar
ilk ve aşılamaz ikilik…
her öğe bu ilkeyi kopyalarken
bölünmeden çeşitlenir TEKlik.
evren dolar, çoşar, renklenir,
kolkola gezer zıtlıklar,
kolkola yaşar her zerrede,
azlık ve çokluk, kötülük ve iyilik.

işte yol, kabulden geçer bu asal bölünmeyi.
kutuplarla savaşmak yerine
merkezde dengelenmeli.
yarıçapı sonsuz olan bir küre,
içinden baktığında karanlıkta kaybolur bakışların.
dışından gözlemlemek ise mümkün değil.
‘O ve sen’ ikiliğinde, ayrı ve yalnız kalır çabaların.
peki ya sen O isen?
ya koskoca bir evrense bedenin?
kim anlatabilir seni sana,
ve kim anlayacaktır sen olmayı,
özne de nesne de BİR ise
olan ve olmayan, aynı ve TEK ise?

anlayış, görece halin arayışı,
oluş halinde ise hiç bir çaba kalmaz.
öyle bir hal ki, sözle açıklanamaz.
ama sanki bir ses kalır,
sessizliğin içinde.
sevinç şakır yüreğinde,
sen susarsın, o susmaz
.
doğada ne çok öğretmen var.
hele de ağaçlar!
bunca söz ve bilgi kirliliğinde
onlar bilir, ama konuşmazlar.
yaşamı sentezler de günışığında,
‘sözüm meclisten dışarı’
bazılarımız misali
pazarlamazlar cenneti.

beraberce, ama özgürce
dal dal, yol yol uzanırlar semaya.
ne kadar benzeşse de ağaç olmak asalda,
birinden diğerine, bir andan ötekine,
hiçbir hal aynı kalmaz, doğanın ustalığında.
rüzgarla dansı farklıdır her yaprağın.
farklıdır, güze dönüşü, yere süzülüşü
hele de ilkyaza gülümseyişi.
çiçekleri çeşitlenir renklerce
aynı özsu dolanırken damarlarında.
ve manzaraya uyumun zirvesinde
değişirler mevsimlerce, yıllarca.
defalarca doğarken sonlara inat,
ayakta ölürler, yaygarasızca

evet, guru arıyorsam,
bir ağacı seçerim.
öğretisi zor gelirse eğer,
eteğinde oturup
alemi seyreylerim.
evren hepimize kayıtsız şartsız sunulmuş da
biz parsellemişiz varolanı,
madde ve mana duvarlarımızla.
ve kalakalmışız bitmez sorgularımızla
sınırlarımız denli sıkışmış ve tutsak,
sınırlarımız denli mutsuz ve isyanlarda.

ayrı hissetmek iken korkunun kaynağı
bütünleşmekten korkmuşuz, nedense.
egonun çığlığı kükremiş her yakınlaşmada
ve savrulmuşuz uzaklara aniden,
uzaklaşmışız, ‘onlar’ sandığımız kendimizden.
ve parça parça büyümüş yalnızlıklar
ikili ayrımlarla çoğalmış ayrılıklar, acılar.

oysa öyle olası, hatta kolay ki
çirkini güzel kılmak yürekte.
saf bir niyet ve anlık bir seçim yeter
bütünsel sevginin bilgeliğinde.
evren ki, kabul etmiş varlığı,
yargıyla bağlamamış kolunu kanadı.
izin vermiş, yürümeden koşmaya yönelene,
kabul demiş, dolmadan taşmak,
olmadan coşmak isteyene.
yağmur her toprağa yağmış,
geçirgen mi, reddeden mi demeden.
güneş her iklimde açmış,
liyakat kaygısına düşmeden.
kuşlar seslenmiş her kulağa,
çiçekler rengini, kokusunu sunmuş
görmeyenler, duymayanlar olsa da.
güzellik işlenmiş ince ince
evet, evren sevmeyi bilmiş.

evren, bunca haklı ve yansızken,
ben ne hakla ve ne cüretle yargılayayım seni?
ben bence, sen kendince yolcularız sadece,
farklı doğrularımızla
tek ve değişmez gerçeğe.
tekrar, ama ezberlemek için değil
kitap yükü bilgiyi veya reçetemsi bir tekniği.
tekrar, unutmamak niyetiyle yaratıyı sevmeyi
ve canlı tutabilmek için bu yeminsiz niyeti.

belki gündoğumunda veya gecenin yarısında
hatta ve keşke, nefeslenen her anda,
tekrar ve tekrar huzuru çağırmak
gündelik çabanın kapısına,
kapılmamak için hırsların girdabına
ve gözboyacı perdeyi sıyırabilmek adına.
az ışıkta çoktur gölgeler
keskindir sınırlar, formu vurgulayan.
göz parçalara odaklanır, tüm merakıyla,
zihinse oyalanır, ince ayrıntılarda.
ama güçlü bir ışık vurmaya görsün aynı mekana,
erir çizgiler, kaybolur tüm detaylar.
yok olur, var sanılan dünya,
ışıkta bütünleşir paramparça doğrular.

zordur gerçeğin ışığına dayanmak!
bu yüzden bu denli kaçışlar
bunca oyunlar, oyalanışlar.
zordur, ama hazır olmak gerek
bir kaçınılmaz an’a,
tüm duyuların felcinde
bu rüyadan uyanmaya
.
sınırsız bir enginlik üzre,
dalgaları farkederiz ilk.
seyreyleriz kıpırtıları,
değişken, heyecan verici
kah kızgın, kah ise eğlendirici.
sürekli bir devinim içinde
bir yükselip, bir kaybolan,
kah yönlendiren yolcusunu
kah ise ona yolunu şaşırtan.
oysa derinlerde saklıdır asıl güç
ve dalga, derinliğin hıçkırığıdır sanki
sığ yüzeylerde yankılanan.

benzer hallerdeyiz biz de,
zihnimiz dalganın oyununda,
derinlerimiz ise sadece beklemede
sınırsız ama huzurlu bir potansiyelde
.
”sonsuz bir kap dolar mı
sonlu damlacıklarla?
ne eklersen ekle sonsuza,
sonsuz kalır geriye.”

çabalar, hırslar, tutkular,
hedefler, sonlar, yeniden başlayışlar.
düş kırıklıkları, acılar, isyanlar,
dolmayana, doymayana ergi arayışlar.
sonsuzluk özlemidir içimizdeki boşluk
ama burada, bu yap-boz oyununda,
nice madde, nice mana dokunamaz bile ona.
aslında derinden derine hissederiz hepimiz,
ve ‘sevgi’ deriz, ‘sadece sevgi’ istediğimiz,
sadece, sevmeyi bilemeyiz
.
her hedef bir ego eşiğidir bu yolda
ve egosuyla sınanır kişi en başta.
hoştur, bir sarhoşluktur, başarı
bir balon misali yükselmişlik duygusu
ve dayanılmaz hafifliğin coşkusu,
ama ola ki fazla kaçarsa havası
ilk darbede boşalır da içi
yükseklerden yere iner
sönük, ölgün, acınası.

unutma, ‘aştım’ dediğin anda
egon aşmıştır seni, aşılırsın.
hele de ‘oldum’ deme hiç,
inan ne olduğunu şaşırırsın!
ikiliği aşana dek
burada ve bu alemde
taraf olmak kaçınılmaz.
ama seçimin çok net olmalı.
‘iyi’yi seçmissen eğer yolunda
zihnine, yüreğine, gününe
bir zerre bile ‘kötü’ sızamamalı.

düzen, değişmezlik değildir
ama ‘sen’ce bir değişmezi olmalı.
seçtiğin, asal bir birim misali
her çizgide, her alanda ve boyutta
kendini taşımalı ve daha da çoğaltmalı.
ve özenin, detayda ve bütünde
daima güzelliği korumak olmalı
.
gündelik anlayışta, ‘olan’ anlamını yitirmiş sanki
‘olduran’, ‘olan’dan bağımsızmış misali.
aslında tüm kurgu koskoca bir egonun ürünü
ki, en başta dilimiz benimsemiş bu oyunu.
özneye yüklemişiz tüm yüklemin erkini
ve sıfatlarla bezeyip abartmışız özneyi.
kimliklerle örtülmüş de özdeki cevher
haliyle değil, eşkaliyle özdeş kılınmış kişi.

oysa süregen bir eylemdir, bir akıştır, yaratı,
‘yapan, yapılan ve olan’ tek ve içiçe.
işlevinden ayrı kılınamaz ki hiç bir öge.
belki yaptığıyla seslenmeliyiz bir diğerimize
sıfatların, isimlerin yerine
.
“güneşin ışınlarıdır, yolu ve yolculuğu.”

bir ağ örüyoruz hepimiz
merkezine ise kendimizi koymuşuz.
ama keyfi bir zihnin yönetiminde
arapsaçına dönmüş ibrişimimiz.

üst düzene uyumlanmak yerine
canımızın çektiğini düzen bilmişiz.
kah oraya, kah buraya yönelip
nafile arayışlarla dengeyi yitirmişiz.

odaktan yayılan ışınlar misali
açılması gerekirken yolculuğumuz
ağımız üzerimize kapanmış
kendi kurgumuza esir olmuşuz.
iç ve dış buluşuyor bedende
basınç dıştan içe, içten dışa
sarsıyor, zorluyor çeperi.
ya içe kapanıyor kişi,
acıyı dolandırıyor bütünlüğünde.
ya da dışavuruyor tüm birikmişi,
öfke, hiddet ve şiddet eşiklerinde.

tesirler çok, tesirler yoğun ve değişken
ama girdilerle uğraşmak yerine
kendi katkımızın farkında olmak gerek.
ne emmek bir sünger gibi,
ne de yansıtmak ayna misali,
olana yol, akışa geçirgen olmak gerek.
bu yoran, sorgulayan alan içinde
oraya buraya salınmak yerine
merkezde kalmayı öğrenmek gerek
.
“yaşamımın güzelliği
evrenin parasız sunduklarında,
ve ben sadece teşekkür ediyorum.”

ayağımız takılır bir taşa,
otobüsü kaçırırız
veya tırnağımız kırılır,
“bugün de her şey ters gidiyor!”dur hani!…
oysa ne kadar çok şey “düz ve düzenli” sürmektedir,
içimizdeki fabrikada, evrenin ‘n’ boyutlarında,
hem de ne denli elzem yaşamsal planlarda.

bütünü hissetmek yerine detaylara daldığımızda
daralır dünyamız, seçtiklerimiz kadarınca.
abarttıklarımız altında boğulur kalırız, ne yazık!
oysa, bir nefesten ibarettir buradaki yaşamımız.
ne içindeyim, ne de dışında.
onunlayım, ama o değilim.
beş duyu ve ötesi
bedenimin ‘farkındayım’.
peki ama farkında olan kim?
veya ne…?

bunca içiçe, bunca beraber
ama yine de bir özne var, bir de nesne.
peki, nesneyle özdeşleşmek niye?
ve yine aynı soru,
özne kim, öz ne?
usta bir sürücü…
yolu iyi tanıyor,
hem de yolculuğa niyetli.
ama arabası bakımsız,
zorlanıyor iniş ve çıkışlarda.
tekliyor, yavaşlıyor
ve kalakalıyor bir noktada hatta.

başka biri ise, arabasına tutkun!
yolda defalarca durup
siliyor, parlatıyor aracı.
öyle ki, arabayı düşünmekten
ne kaybettiği zamanın,
ne de yolculuğun farkında.

herhalde bunun bir orta yolu olmalı!
aracın, yolculuğa aracı olduğunu unutmadan,
özeni gerekli ve yeterli seviyede tutmalı
.
bunca yıl fazla yaşamışım senden
hem de hiç dinlenmeden, duraksamadan.
çok ama çok insan tanımış,
çok ama çok gülmüş,
belki daha da çok ağlamışım.
üstelik cesurca dolanmışım evrenimde,
bolca okumuş, düşünmüş
hissetmişim yaşamı her zerrede.
nice ‘gel-git’lere dayanmışım
ve hep yeniye, hep güzele,
hep umuda uyanmışım.
yine de şu anda, şu noktada
ne kadar az bildiğimi bir bilsen!
hala en asal sorular yanıtsız.
çözememişim insanı,
gideni, kalanı, yalanı, dolanı
içimde hala, kabullenememenin isyanı.

ne önerebilirim ki sana yaşama dair?
payımıza düşen bilmecenin bir parçası sadece
yapayalnız bulacağız yerimizi, nedenimizi.
belki sadece şunu diyebilirim sana;
dilerim seçimlerinin farkında
ve olası her sonuca hazır olursun.
bilirim maddenin cazibesi çok zorlayıcı
ama n’olur heyecanın dengeli,
coşkun, evrene sorumlu olsun
.
amaç bugünü yorar aslında
yarına telaşlıdır çünkü.
hep bir sonraya çalışır kişi
ve an’ın enerjisi zincirlenir
tükenmez bir çaba silsilesinde.
yine de bunu farkedene dek
amaçlar gerekli ola.
kısa veya uzun bakışların hüzmesinde
yaşananı süzmek, ayrımsamak,
ve bulunduğun noktayı idrak etmek adına.
sadece ‘iyi’ kalsaydı dünyada,
hemen sıralanırdı onlar da,
az, daha az, en az,
çok, daha çok, en çok…
ve yeni terimlerle de olsa
‘kötü’ nitelemesi oluşurdu yeniden.
kaçınılmaz realitemiz ki,
farklılık olduğu sürece
‘iyi’ ve ‘kötü’ hep olacak.
ve bir kurgu olarak ütopya
salt hayallerde kalacak.
sadece sevgi farkı benimser,
ve cennet yüreklerde kurulur ancak
.
çocuk anda yaşamayı bilir.
plansızdır coşkusu, acısı.
yaz yağmuru misali gözyaşları
hele de kışları ısıtan kahkahaları.
yapmacıksızdır, doğaldır, oyunu bile,
küser, barışır, kavga eder,
biriktirmeden ne öfkesini, ne de kini.
öyle cesurdur ki, bizleri yıkan duygularda.
korkusuzdur, karanlık korkusuyla hem de.
ama hepsinden öte, hepsinden özge,
hesapsızdır sevgisi,
doladı mı kollarını boynuna,
kıvrıldı mı kucağına sımsıcak,
evren misali seninledir,
herşeyi kapsayan saflığında.

ve öyle sever ki saklambaç oynamayı.
içimizin kuytusunda saklanır da,
kurulu yay misali kıpraşır durur orada.
hele ki fırsat verelim ona,
nasıl da canlanır oyun bahçemiz,
yaşamı sobelemek için ortaya çıktığında.
ne istediğimizden eminiz,
ne de istemediğimizden.
kah ‘var’a üzülürüz, kah ‘yok’a,
enerjimiz dağılır gider ıraksal alanlara.

ayrışan istekler, çatışan düşünceler
ve karmakarışık duygular…
öylesine bulanık alanlardayız ki!
sanki seçimimizi netleştirmek için değil de
kararımızı aklamak adına tüm çabalarımız.
oysa kutupların haklılık arayışıyla beslenir bölünmüşlük.
çelişkilere gerekçe aramaktan vazgeçmek gerek,
kabullenmek önemli, anlayabilmek için,
en başta istencimizi bütünleyerek.
“yalan süslüdür, gerçek ise yalın.”

dilimiz karmaşık metinlerde ustalaşmış da
sevgi sözcüklerinde acemi kalmış,
tuhaf adlı yemeklere alışmış, ama,
kaynak suyunun lezzeti damakta kalmış.

para tutmaya alışmış ellerimiz
bir pamuk eli hissedemez,
hep dalgın, hep uzaklarda,
gözlerimiz, gözlere dalamaz olmuş.

öyle yüklüyüz ki gereksiz alanlarla,
zihnimiz basit olanı algılayamaz,
yüreğimiz saf duyguyu kaldıramaz,
bedenimiz günü taşıyamaz olmuş.

oysa safraları atmak gerek
hafifleyebilmek için.
farklı bir boyuta, hale değil,
önce kendimize yükselmek için.
“her tohum bir evrendir.”

küçük, büyüğü taşır içinde,
küçüldükçe büyür potansiyel.
erir, erir, tek bir noktaya erersin ki,
erki tüm boyutlara bedel.
bir bakış, içiçe aynalarda yankılanan,
bir hissediş, varoluşun ürpertisini taşıyan.
bir gülüş, nice kahkahalarla yüklü,
tek bir gözyaşı, tüm acıları anlatan sanki.
her parça bütüne yazılı,
her birim BİRleşmeye yazgılı.
yalında bulursun aradığın sırrı,
ve doğal ile çözülür bu karmaşanın ağı
.
yanıt daima o kadar basittir ki,
bizi oyalamayacak denli,
‘ah-vah’ımızı beslemeyecek denli,
işimize gelmeyecek denli basit!
ama biz süsü, gösterişi ne de severiz,
çapraşık alanlarda dolanmayı,
çabalamayı, çırpınmayı,
ve de en başta kendimizi
bir iş yaptığımıza inandırmayı!
oysa doğalımız bilir en kestirme yolu
saf, yalın ve doğru görebilir her olguyu.
ola ki, karmaşayı kutsamayı terkedip
sakinleştirmeyi seçelim, bu oyunu
.
öyle çok inciniriz ki, sevgi yanılgısında,
ürker oluruz dostça bir dokunuştan.
tekrarlayan haller vardır çünkü
insan ve bildik egosuyla ilgili.
her yakınlaşma savurur bizi
ve savunma alanımıza sığınırız defalarca.
özenle koruduğumuz, korkularımızdır aslında,
delice özlerken bütünleyen sevgiyi,
biz bildiğimiz parçaları kaybederiz sanısında
.
hiç bomboş bir zihinle dinlediniz mi kimseyi?
bomboş, kıyassız ve yargısız kaldınız mı, bir an için?
veya, sustuğunda sözler, duygunun yükselişinde,
dayanabildiniz mi sessizliğe, sesinizi söyletmeden?
ve karşınızdaki gözlerden bakanı hissettiniz mi,
kendi bakışınızı ona zorla yüklemeden?
hele de doğanın binbir halini,
soğuğunu, sıcağını, karını, rüzgarını,
benimsediniz mi, hiç şikayet etmeden?

alıcı olmak, kabullenmek demektir sunulanı,
ve kucaklamak, kendiliğinden geleni.
tıpkı gökyüzünün gözyaşını
toprağın sevinçle yudumlaması misali.
yükseldikçe genişler vizyon,
bütünlenir manzara, parçalar küçülürken görüşe,
bir resim sergilenir sanki, varoluş imecesinde,
ışık-gölge dansında her an yeniden çizilen,
değişen, çeşitlenen, yaşayan, olağanüstü bir düzen.

öylesine başdöndürücü bir ihtişam, ki,
ya coşturur yüreği, vecd ile erer kişi,
ya da körükler erki, tanrı sanar kendisini.
eren durur da yerli yerinde, huzur içinde
erki coşan, kıpraşır yetkenin dürtüsünde.
oysa ne denli kaygandır zirve!
telaşlı tek bir adım yeter bazen
ve yuvarlanır kişi, doğanın çelmesinde
.
geniş, çok geniş alanlarda dolanır kişi,
işinde olsun, ilişkisinde veya yalnızbaşınalığında.
nice çeşitlemelere izin verir deneyim,
sorunsuzca, sarsıntısızca sürüp gidecektir sanki.
ama daima, her olguda, her duyguda, her boyutta,
kritik bir eşik vardır, bir anda çarpışılan.
bir eşik, temanın değiştiği,
güzelin çirkine, tadın acıya dönüştüğü,
ve kişinin kendi çukuruna düştüğü.
işte özen, farkında olmaktır bu sınırın,
ve zorlamamak yaşananı gereksizce.
veya da aşmak sınırları, öğrenmek adına
‘sınır-ötesi’nin dayanılmaz çekimi altında.
önemli olan, ayık ve uyanık olmak her adımda
ve hep, ve daima, saygı duymak bu ortak yaratıya
.
düzen düzensizliğe akar biteviye,
düzensizlik ise kendi düzenini yaratır
çabucacık ve gizemsi bir tutarlılıkla.
bize düşen, vektörün yönünü farketmek olmalı,
ne düzene, ne düzensizliğe direnmek yerine,
yaşamın dinamiklerine uyumlanmalı.
olur a, başımız döner, sarsılırız devinimle,
o zaman ‘aşk’ bilmeli yaşananı,
kaprisiyle, öfkesi ve şaşkınlığıyla,
sevmeli yaşamı, severcesine sevgiliyi.
belki böylece kolaylaşır kabullenmek,
güzeller güzeli evrenin nazını, cilvesini
.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...