28 Mart 2012

EVRENDE BENLİĞİMİZ..3-HALİL CİBRAN

binbir oluşum süregeliyor
her yerde, hele de bedenimizde
zihnimizin doğru-yanlış tasarımını
umusamadan hem de.
gereğince atıyor kalbimiz
gereğince dolanıyor kan ve nefes.
ast-üst bilmeden işbirliğinde hücreler,
bir bütünsel işleyişin
mükemmel esnekliğinde.
peki ya biz...?
biz neden evren denen sahnenin
zoraki oyuncuları gibiyiz...?
neden katılmak yerine
yönetmek derdindeyiz...?
ve neden kurallarımızı
kendimizden özge
hepimizden öte
sevmedeyiz...?
...önce veya sonra ise, geçici ve yalan
gerçek ise, şimdi, burada ve benimle olan.
çünkü ‘şimdi’, ‘daima’ demek
‘şimdi’, ben varolduğumca sürecek...
gel-geç zihinlerde görünüp kaybolurken güneşler
hiç batmayanın bilince doğuşu ile aydınlanır kişi.
zamana asılı perdeler kalkar da bir anda
gerçeğin ışığı süzülür saf ve yalın,
hep orada olanın farkındalığında.
zihin susmaz ya kendi kendine,
en mükemmel zamanlamayla
uyku girer devreye.
bir ağırlık, tatlı mı tatlı
ve gözler kapanır bildik aleme.
farklı bir eşikte titreşir bilinç
‘bir varmış, bir yokmuş’ tutarlılığında.
ve yepyeni bir görünün penceresinde
sembollerin dansı başlar
akla ziyan, paradoksal boyutların ağında.
sınır-ötesine bir yolculuktur uyku
gerçeğin şakacı kanatlarında süren.
bir parmak bal ağzımıza çalınan
gizil bahçenin çiçeklerinden
.
mazeretler geciktirir belki
kendinle yüzleşmeni
ama engelleyemez
o teke-tek buluşmayı.
çünkü sorun bildiğin
sende düğümlüdür
ve sen çözülmedikçe
saklı kalır gerçek çözüm.
abarttığınca büyür kusurlar
kutsadığınca abarır sevaplar
yüklediğin mana ile inatlaşır
insanlar, olgular, kavramlar.

bir doğru-yanlış karmaşası
bir haklı-haksız kavgası.
oysa herkes kendi çabasında
kendi yolunun arayışında.
ki bu yollar ağı, akışı canlı tutan
bu yollar, bizi bütünlüğe bağlayan.
nasıl ki elektrik her yerdedir,
yönlendirildiğince belirlenir işlevi,
ve nice formda hizmet görür,
can verir nice madde yığınına,
ruh da böylesine özüdür yaşamın.
beden beden biçimlenen
kimi rolde kızan
veya gülümseyen.
tek olan, bir olan
ama bir ortak deneyim adına
her birimizle çoğalan.
bizi bizle yakarken
bizi bize ışıtan.
kişiye düşen
asal hak
asal görev
ve tek sorumluluk
bu muhteşem plan içinde
kendi rolünü farketmek
ve kendini gerçekleştirmek sadece.
kendi nedenselliğini aşmak
ve ilişkilerin sorgusunda
kendinden vazgeçmemek acelece.
kişinin akdi sadece kendiyle olmalı,
kendi olanı sevmek ve kabullenmek adına.
iyi günde ve kötü günde
ölümün bile ayıramadığı.
ve yaşama teşekkürü
mutlu olmayı öğrenmek olmalı.
tıpkı sonsuz bir gökyüzünde
belirip kaybolan bulutlar gibi
form ve boşluk hep içiçe
hep beraber değişmede.
‘var’ bildiğimiz ‘yok’a
‘yok’ bildiğimiz ‘var’a
çizgisiz, sınırsız bir geçişim içinde.
herşey öylesine anlık
öylesine kolayca
dopdoluya ve bomboşa dönüşmede.
salt bu bütünlüğü kavramak adına,
boşluğu dinle
bir ses ver evrene
ve sana geri dönmesini bekle
.
gün biter
her yere kokusu, kiri sinmiştir telaşın.
birileri sokakları süpürür.
ince bir yağmur sürükler
duvar diplerinde saklanmış pisliği.
ve sen, bir köşede
duygu ve düşünce yolların
insanla dopdolu,
günü yıkarsın içinden
geceye katarsın birikmiş hüznünü
bitenle başlayan arası.

sonra...
sonra, çocuk saflığında bir uyku
hayaller dolusu düşler...
karanlık koşar ışığa
ve sabah vurur yüzüne yeniden.
‘günaydın’ der güneş
tüm bulutlara inat
yepyeni bir umuda
.
arkadaş bil, dost bil farketmez
kişi kendini taşır sana.
koskoca bir evren
nice soru işareti yükü.
kendini arıyordur sende
sen misali bir umutla.
sevinci sen elersin
sen süzersin paylaşılandan.

asla, asla, asla
kimse kimseye çözüm değil.
sen, sadece sen, sadece sen
şifayı sunarsın kendine
keyif almayı öğrenerek
yaşamdan.
bir ritüeldir yazmak
kendini anlama yolunda.
simgelere yüklersin haykırışını
birileri duysun istersin sanki
bir aşinalık, duyguda,
paylaşılsın dilersin.
oysa herkes kendini dinler
her okuduğunda.
ve tek bir söz bir şifre olur bazen
can özü titrer kuytularda.
ve sözün açtığı kapıdan
sessizlik süzülür şifa adına
.
gelenek çokca denenmiş bir yoldur,
aşina, ama o denli aşınmış.
yolcusuna tuzak olan yer yer
ve çelme takan hızına.
ama yoldur, deneyim doludur
özenle korunursa eğer
isteyene hedefi buldurur.

yine de yadsımamak gerek
zaman ile geleni.
hep yeni yollar olacak
ve önce ile sonra
bir noktada buluşacak
.
nesnellik, sabitleme çabasıdır gerçeği.
aklın matriksine konuçlandırmak
dizgelemek, düzenlemek meylidir
yaşanana uyarlamak adına.
oysa salt değişendir o,
dokunup kaçan
yakınken uzaklaşan
bakılan noktada kaybolup
az ötede belirendir.
ancak içselliğin kuralsızlığında
mekansız ve zamansızlığında
fark edilir
ve fark yaratır
kimsenin haberi olmadan
kişinin dopdolu yalnızlığında.
dalga kıyıya varmak için yarışır
kendi misali dalgalarla.
ama her varış yeni bir uzaklaşmadır
yeni bir yolculuk, enginliğin çağrısında.
böylesi bir ‘git-gel’dir yaşanan,
sen hedef belirlersin
hedefinse seni tanımlar.
ya esaretin olur tutkun,
ya da özgürleşirsin
hedef bildiğinle değişirsen eğer.
ve her yol ayrımında
paralel yaşamlarda çoğalırsın.
ve zordur seçim anı
sen olasılıkları
bütünlemek isterken.
dağı yüksek gösteren
eteğinde saklı vadi değil mi?
ne kadar çukuru görmese de tepeler
hem çukura göreli, hem kenetli değil mi?

işte böylesine iç içe var olur, ‘az’ ve ‘çok’
her abartı yetersizliği taşır yanıbaşında.
bu yüzden ki eksiği reddeden, yönelmez fazlaya,
dengeyi seçer, sessiz sakin varoluşunda.
“ruhun cinsiyeti var mı?”

her kutup zıddını arar
tümlenmek güdüsüyle.
ve dişil
ve eril
bir diğerine yönelir
nice düşler yükü bir özlemle
öyle çokca, öyle telaşla.
ama olmaz
kimseyle olmaz.
en mükemmel uyum bile
ikide biri sunmaz.

aslolan içimizdeki buluşmadır çünkü
içimizdeki kutuplar dengelenmeli önce
öyle bir evlilik ki, evrene şenlik
işte budur gerçek tek-eşlilik.
inancın terzisi yok ki
sana uygun olanı biçsin?
niyetin sağlam ise
iç sesini dinleyeceksin.

belki kayan bir yıldızda
veya bir kum tanesinde
kendini göreceksin.
kendi saf ışığınla yanıp
küllerden yükseleceksin
.
radyoyu kapattın.
sustu şarkı sende.
oysa o hala odada
dalga dalga dolanmada.
kalan ne, giden ne?
her şey aslında her yerde.

uyarlandığınca hissedersin
varolanın titreşimini
bilinç filtrende belirlenir
frekans eşikleri.
kapat gözlerini
ve iste.
düşüncesin,
sonsuz hızda
işte
.
ne üreteniz,
ne de tüketeniz aslında.
sadece devindireniz,
bedende nefesi, kanı
benliğimizde canı
ve yürekte inancı.
zihinlerimizse,
bilginin geçici mekanı.

sadece aracıyız akışa
ve egonun pası
sarmamışsa kanalları
o denli kolay ve acısız olur
evrenin bizden geçişi
.
tüm varlığını kat her an’a
ve varlığının hiç bir ögesini yadsıma.
beden de korunmalı, zihin de
hele de yürek, tüm inceliğinde.
dışlama, sınıflama, yargılama
madde de beslenmeli, mana da
hepsi çok önemli
bütünlüğün adına.
ve her ne ise yaşanan
her zerrende hisset ve kutsa
yaşanan ölüm bile olsa
.
her çıkış inişe
her iniş de çıkışa gebe.
bir denge noktası etrafında
salınır tüm hareket
devinir evren, biteviye.

bir sarkaç misali
sıfır noktasına değip
uçlara savrulur her birim
ve ne denli yoğunsa arayış
o denli zorlaşır deneyim
çünkü ne kadar ‘çok’ ise
bir yolcunun ereği
o kadar da ‘az’a hazır olmalı
denge gereği.
ve bilgelik,
ki bilgelik,
azalmasıdır genliğin
çılgın yönelişlerden azade
dinlenmesidir benliğin
.
özgürlük kendin olman demek
ne kadar da ürkütücü!
özgürlüğün korkusuyla bağlanırsın
her şeye, herhangi bir şeye
paraya, erke, işe, eşe,
tutulursun bir çılgın ‘gidiş-geliş’e.
tutkun, seçtiğin tutukluluğun
peki isyanın niye...?

veya vazgeç...
neden olmasın...?
izin ver, yaşamın biraz rahatlasın.
korkular takılmış kendi ördüğün ağa
çöz bağları, göreceksin
giden kadar gelen olur odağına
.
yol hep devirde, ilerlemede
durağan hiç bir şey yok bu alemde.
durmak mümkün değil ya zaten,
duraksamak diyelim, veya oyalanmak
geri düşmek gibidir yoldan
hareketin göreli izdüşümünde.

ama koşmak, çabalamak, çırpınmak değil
yolun hızını aşmak değil aslolan
değişimi farketmek ve uyumlanmak
tekamüle ‘gerek ve yeter’ şart olan
.
kumdan kuleler misali realitemiz
sabırla işleyip süslediğimiz.
bir düzen, bir örüntü
gömüp kendimizi içine
dışladıklarımızdan güvende hissettiğimiz.
oysa rüzgarın değişen hızında
veya bir dalganın vuruşunda
her şey unufak, paramparça.
bir sarsıntı eşiğine mahkum onca beklenti
onca birikim, onca emek.
kalıcı değil sahiplendiğimiz hiç bir şey
tüm farklılıklar
bunu farkedebilmek için olsa gerek
.
çocuğum
doğum sancım
duygu yükü tatlım, acım
ve güzelliğe olan inancım.

hücrenin can buluşuyla başlar mucize
bir coşku sarar rahmi, korkuya bulanmış.
iki yürek sesi tek bir bedende
koskoca bir evren misali iç cidarların.
sonra sancı, ve bekleyiş, ve sancı
sen direnirsin, direnir yaşam
ve nefes alır dünyadan o minik insan.

çocuğum
yorgunluğum, belki uykusuzluğum
süresiz sevgi akdim
ve seçtiğim sorumluluğum.

pamuk, yumuk bir el kavrar elini
sana gülümser melekce bir yüz.
sınırsız bir emek küçük bedende
emekler az az, ama sabırla
ve ilk sana koşar cesur ayaklar.
güler, ağlar, oynar, ama aklı hep sende
kıvrılır koynuna sonsuzca, sonsuzca sarar.

çocuğum
saflığı hatırlatan düşüncem
ne eğlencem, ne güvencem
ama bugüne açılan pencerem.

masum ve o denli hazırlıksız
hele de merak denen o dayanılmaz itki!
yepyeni bir oyun alanı misali hayat
çekici, eğlenceli, cezbedici
ama öylesine tuzaklı ki ve tehlikeli.
ve dünyayı öğretirsin ona
o ısrarla barındırırken cenneti.

çocuğum
korkmasın diye korktuğum
bağımlı kılmaktan koruduğum
kendi yoluna telaşlı sevgili konuğum.

karışır aklı, tanışır insanla
duygu duygu sarsılır arkadaşla ve aşkla.
sendeler, düşer ve kalkar nice sefer
ama hep sevginin korunağında.
bağlanır sana, bağlar seni de
alışır hatta seversin bu tutukluluğu
oysa uçmak adınadır sendeki konukluğu.

çocuğum
canım, biriciğim, sevdiğim,
sadece aracıyım sana, bunu unutma.
bağımsız ve güçlü ol, yolculuğunda
.
sahiplendiğini kaybetmek korkusu
veya daha fazlasına sahip olma tutkusu
çıkar umudu, kaygı, kuşku
kurgu üstüne kurgu.
ve kapkara bir alan
egonun pusu kurduğu.
öyle kolay ki gerekçeler üretmek
ve öylesine kolay, çatışmayı tetiklemek.
oysa ne çok şey kaybedilir her savaşta
ve ne kadar değersizdir kazanılan,
veya kazandım sanılan,
kan ve gözyaşları pahasına.
madde de köleleşir mana da
zincirlenirken kin, öfke ve çile,
ve genler yükü acı akar nesilden nesile
.
hırsla sana yöneldiğinde biri
karşısına dikilmek yerine
yana çekilmeyi dene.
ölçüsüzdür, dengesizdir kaba güç
kendi ivmesi düşürür onu yere.
kılıç değil, zekadır bitiren işi
ve kendi gücüne yenik düşer
saldırgan kişi.
bir merkez, dingin ve dengede
ve herşey onun etrafında çeşitlenmede.
bir tekerleğin şaftı misali
hareketsiz görünür ya
tüm devinimin odağı,
ve renksizdir, dönerken,
çocukların cıvıl cıvıl renkli fırıldağı.

ses, sessizlikte bulur da yolunu
eğlenir, eğleşir,
ve kolayca unutur
nerede bulunduğunu.
her değişen, bir değişmeze göreli
ki, o değişmez görünen de değişmede,
çünkü her şey kat kat ve boyut boyut
mutlak bildiğine zincirli.

ama tek olan
tüm varoluşa ortak olan
kendi bilinmezinde gizli,
tıpkı boşluk misali dolu olana
ve yokluk misali, var olana.
sanki hep sakin bir beklemede
bilincin sonsuzluğunda
ve sanki
sonsuzluğun sonunda
.
tersine bir piramit misali
dizilmiş düşlerimiz
ki adına yaşam demişiz.
tek bir noktadan yükselmiş
fildişi hayallerimiz
ve kendimizi güvende bilmişiz.

inandığımız, savunduğumuz
sakındığımız realitemiz,
ufak sarsıntılarda
esneyip toparlanır ama
her seferinde de
bizi biraz tokatlar
farkındalık adına.

nice darbeye dayanır, dayanır da
hele bir oynamaya görsün denge odağı
alt üst, üst de alt olur bir anda
ve gerçek tabanını görür kişi
sahiplenmemeyi öğrenme pahasına
.
önce yarılamak
sonra kalan yarıyı yarılamak...
sonsuz bir dizin oluşturur adımlar
sonsuz, ama, ne ilginç ki, toplamı sonlu
ve eninde sonunda yolcu tamamlar yolu.
sonlunun kavraması sonsuzu
işte yaşamın en çarpıcı paradoksu!
camda bir su damlası
kayar, yuvarlanır
aheste veya acele
ve birleşir yekdiğeriyle.
büyür, koskocaman yansıtır ışığı
işte gözlere şenlik, muhteşem bir gökkuşağı!

sadece insanlar değil ki
her şey kendi tekamülünde.
her öğe, her eleman
salt bütünleşme özleminde.
varlık çeker benzerini zerrede
veya farkı reddeder, iter.
titreşim yakınlığı aslolan
uygunluğu hissetmek yeter.

nice dolanırsın da
birden, bir yer seni kendine çeker.
ama sen mi seçersin mekanı
mekan mı seni seçer,
bence bu düşünmeye değer
.
kişiliğimizi ne kadar da abartırız,
savunuruz, sakınırız, hatta kutsarız!
oysa kişiliğimizdir, perdeleyen
bize özge işlevsel kişiselliği,
bir zırh, dışı içten, içi dıştan ayıran.
ışığın iki yönde de engellendiği.

‘ben’ olan ön plana çıkınca
gündelik olanın güdümlü sahnesinde,
ve bilinç ‘ben’e odaklanınca
bu ego efsanesinde,
bilinçaltına iner ‘biz’i bilen
ve içten içe bütünselliği özleyen.
bir kıvılcım bekler kendi sessiz akışında
oyunu yakan ve bilinci tutuşturan
yangını başlatmak adına
.
benzeşse de olgular
tekrar yoktur hiç evrende.
değişir mekan/zaman kesişimi
değişir noktanın koşulları,
ne bulut aynı kalır, ne deniz
ne tohum, ne kuantum, ne de biz.

bunca bilinmezlik ortasında
bedenin mühendisi zihin
ölçüp biçerken olasılıkları,
yürekteki sanatçı dalar yaşama
andadır, anlıktır duyumsayışı
ve aracısız deneyimler
o sınırsız akışı
.
iyilik, ne olduğumuzdan öte
ne olmadığımızı bilmek aslında.
kendi doğrumuzu farketmek en başta
ve emek vermek, netleştirmek sabırla.
ama satma çabasına girmemek asla
öğretmek değil, sadece örneklemek
kendi tavırlanmamızla.

ve izin vermek, diğerlerine,
kendileri olma yolunda.
sevecen olmak,
ama rahat bırakmak onları
kendi öykülerinin kurgusunda.

iyilik dediğimiz kendi tanımımıza özge
bizi geliştiren bir katalizör sadece.
günahı da, sevabı da bizde
peki karşılığını beklemek niye?
çatışma artar,
yakınlaştıkça
dışta ‘onlar’ dediklerimize
içte ise kendi bilinmezimize.

yakınlaştıkça korku sarar benliği
sınırlarımız tehdit altındadır sanki.
sınırlarımız ve
sevdiğimiz tutukluluğumuz!
ne çok savaşlar verilir
ve kaybedilir bu uğurda.
oysa özlem ‘sınır-ötesi’nedir
ve yenmemiz gereken kendimizdir aslında.

ve ne denli iç içedir
içteki ve dıştaki mücadele!
birbirini tetikler sürekli
doğuş ve sönüşleri birbirine zincirli.
oysa bir huzur alanı, adı barış olan,
bir sevgi hali, korkudan korkmayan,
sabırla bekler ruhsal savaşçıyı.
zafer, reddetmektir çünkü
zafer için savaşmayı
.
savaşçı ilk dengeyi öğrenir
sımsıkı ayakta durmayı
ve merkezlenmeyi.
tek bir nokta gibidir tüm varlığı
şaşmaz hassaslıkta bir odak,
tüm hareketinin kaynağı.

ama olur a, düşeyazdığında
yuvarlar bedenini.
bilir çünkü
köşeler, sivrilikler
mutlaka zarar görecek olan
çarpmanın dinamiğinde.

bilge de böylesine sarar evreni
özünde dingin bir beklemede.
etkinlik gerektiğinde ise
esnek ve yumuşacık
katılır devinime.
‘iyi’yi farklı taşırız hepimiz
koşullar ve koşullanmalarla oluşur
değer yargılarımız.
ama tıpkı bir odaya dolan
leylak, akasya, hanımeli
veya ıhlamur kokusu misali,
hemen farkederiz ‘iyi’ olanı.
özün birliğinde yatar çünkü
‘iyi’nin tanımsız ortaklığı
.
ne kadar zorlarsa koşullar
düzensizlik o denli çabuk gelir.
bir sürüyü denetlemenin en iyi yolu
daha geniş otlak vermektir, denir.

keskin bir acıyı azaltmanın yolu
nice şeyle oyalanmak değil midir?
değil mi ki, aynı miktardaki tuz
bol suda daha az farkedilir?

içsel huzur yolu da böyle
asla dar alanlarda bunalmamalı.
kontrol edilmek istenen her neyse
önce serbest bırakılmalı.

nice kanat çırpsa da özgürlüğe
nice gezinse de duygu ve düşünce
inan, konacağı yeri bilir
sen sevgiyle beklediğinde
.
bir günün dönüşümünde
kendi döngünün ayırdında mısın?
ve nedenlerden, niçinlerden öte
tadında mısın hayatın?

hep biraz öteye yönelişlerin
hep senden daha hızlı istediklerin.
salt bir kaçış-varış öyküsü mü seçtiğin,
nerede durakların, kahveyi kokusuyla içtiğin?

‘var’lar yetmiyor, ‘yok’ olanı arıyorsun
bu da huzuru ıralıyor senden sürekli.
ama doymayana son olur mu,
neden sonsuza yüklersin ki umudu ?

nesneye odaklanma, öznede kal.
çoğalma, dağılma, hep özünde kal.
ve zaman yaratma hedef peşinde
‘hemen’de, ‘şimdi’ de kal, ‘an’da kal
.
su, suyu bilir mi,
veya hava, havayı?
göz kendini göremez de
aracı kılar aynayı.
her özne nesneye yükler kendini
tek başına devindiremez ki, işlevselliğini.

insan da böylesine
diğerleriyle beraberce
ve diğerlerine kıyasla
idrak eder varlığını.
ve çoğalır kendi içinde
varoluşu deneyimledikçe.
ama kendinden uzaklaşır
kendini ararken herkeste.
her ilişkide sorgular
ve sorgulanır.
doğru-yanlış ekseni oynarken
yargılar
ve yargılanır.
her aşkta dağılır
her ihanette parçalanır.
yorgun düşer
şaşkınlaşır.
yeni yönelişlerde çare arar
ama her seferinde ders aynıdır.

ancak arayışların dindiği noktada
dağılan yollar toparlanır.
ve kişi değişmeyen bir alanın çekiminde
kendi merkezinde odaklanır.
bir yangındır içe düşen, çaresi olmayan
bir yangın, salt O’nu sayıklayan...
nedir konuşturan, nedir susturan?
kah yaşamla ara bozan,
ve yine buluşturan?
peşpeşe dağılırken ve toplanırken,
ve sürekli bir şeyler kaybolurken,
şükür ki, yüreğimizdeki ışık,
deniz feneri misali
bize yolu bulduran.

kendi denizimizde yolcuyuz, bata-çıka,
yanımız, yöremiz öylesine kalabalık,
yanımız, yöremiz özleyesiye bomboş
.
herhangi bir gün
herhangi bir yol…
her şey aynı sanki
dün gibi
yarın gibi…
zihnin sıkıntıya ibreli
kendi bulutunu taşıyorsun yanında.
bakışların bulanık
donup kalmış gülümseyişin.
en ağır, aksak adımlarında bile
bir yere koşuyorsun
veya bir zamana.
farkedeceğin denli farklı bir an’a,
seni senden uyandıracak bir olaya…
ümitlisin insana, heyecana.

herhangi bir gün
herhangi bir yol…
hiç bir şey aynı değil, baksana!…
an içinde çiziliyor
yepyeni manzaralar.
ışığın her değişiminde
değişmede panorama.
rüzgar farklı dokunuyor saçlarına
ağaç dalları farklı kımıldanıyor
kuşların seslenişi
insanın söylenişi hep farklı.
yaprak, çiçek, börtü böcek
hepsi sanki kendi ibadetinde
muhteşem bir döngü içinde.
her şey, aldığın nefes gibi yepyeni
ve o denli canlandırıcı.
farklı olan sadece
yaşadığın anın farkındalığı.

olağan-üstü olan
olağandaki çarpıcı düzen aslında.
ve sen hissettiğince
anlam kazanır bu bildik dünya
.
bilge olan, sıra-dışı arayışında
sıradan kılmayandır yaşadığını.
hele de uzaklara, yücelere uzanırken
yitirmeyendir, yakın bakışını.
ne ritmin düzeninde uyuşuklaşan,
ne de düzeni aşan mucizeyi arayan,
ama düzendeki ritmi, mucizeyi farkedip
uyan, uyumlanan ve teşekkürde kalandır,
olanla mutlu olandır
bilge olan
.
yaşam denen prizmada
ayrışır da tek bir ışık
nice görüntü birbirine karışır
zorlaşır ayrımsamak sana düşen alanı,
zor gelir benimsemek ortak yaşam planını.

oysa hepimiz, her birimiz
dört bir yana savrulmuş
bir bulmacanın parçaları misali
ayrı düşen komşularız aslında.
hepimiz, her birimize muhtaç
her birimiz, hepimize gerekli.

ve nice zamanlar boyu
herşey herşeyi arar.
ama her yakınlaşanı
bir benlik güdüsü ıralar.
bir korkudur yaşanan,
korkudur, ayrı kılan
ve sevginin yollarını tıkayan.
ve bildik manzara çizilir defalarca
acı ve hüzün, tüm acımasızlığında.
ta ki, eriyene dek tüm duvarlar
ve bilinçte ergiyene dek tüm farklılıklar
.
“büyük işler başarmayı
büyük katkıları bir yana bırak.
aslında öylesine basit ki ölçek;
aldığın kadarını veriyor musun hayata,
nice demet topladın da
tek bir çiçek sundun mu doğaya,
sen bunun hesabına bak.”


tek bir hücre yara alsa
sancı sarmaz mı tüm bedeni?
özen zerrede başlar,
parça, ki bütünün içrek nedeni.

her şey aynı mucizenin kanıtı
herkes bir ortak ihtişamın tanığı.
bir damla su dahi bir umman denli aziz
ola ki idrak et yaratıyı, yaratığı
.
kaptaki yemeğin ne faydası var,
baka baka doyar mı hiç insan?
ya kitap dolusu bilgi neye yarar
okuduğuyla yoğrulmazsa okuyan?

bilgi, gıda misali gerekli bize
ama bilinçte iyi hazmedilmeli.
her bilgi biriktiren bilge olsaydı
bilgisayara ‘üstat’ mı demeli?
“derler ya, her seçim bir vazgeçiştir,
her vazgeçiş de yeni bir seçim aslında.”

her an her şey olası
yaşam sonsuz seçeneğiyle genleşir
nice anlık duraklarda.
koskoca bir umman ortasında varlık
hangi yöne baksa yeni bir dalga yaklaşmada.
duraksamak belki, ama durmak mümkün değil
ivme yoğun, ivme kaçınılmaz ve sürekli.
ve ‘önce’nin birikimi yüklenir tek bir seçime
tek bir olasılık geçerlik kazanır o an içinde
niceleri sönüp giderken vazgeçişin karadeliğinde.
‘keşke’si kalmaz yaşananın
‘belki’ye yüklenir beklentiler
yepyeni koşullarda
yepyeni deneyimler beklerken.
kişi nasıl yansıyorsa öyledir aslında
kendi çelişkileri ölçüsünde çelişir yaşamla
ve maskesi kendinden gizlenmek içindir en başta.
sakladığı, saklandığıdır sadece
kaçışı, kendi yüzündendir,
kaçar, yüzleşmek istemediği ‘yüz’ünden.
örtmek ister sevmediği her ne varsa kendi içinde
ama her ilişki, her deneyim, bir darbe vurur perdesine.

yine de bırakmaz oyunu
daha da ustalaşır hatta,
ve hep sahnede kalır,
hiç çekilmez perde gerisine
.
beklenti topraklar seni
bağlanırsan, kanatların açılmaz.
heveslerin yükselttiği duvarlar
yeni heveslerle yüklü aşılmaz.

pazarlığı dünyada bırak
çıkar uğramasın tinselliğine.
akışın içkin dinamiğiyle
inatlaşmak hiç de işe yaramaz.

gerçek güç güvenmektir akışa
hiçbir şey nedensiz olmaz.
ve ne güneş, ne de gün
sırf senin istedin diye
ve sırf senin için doğmaz
.
öyle çok şey olur ki her an
dünya gözlerine görünmeden.
hem çok küçük,
hem çok büyük boyutlarda
dalga dalga yayılır evren.
tohum, görünen aleme açmadan önce
tamamlar eşsiz sürecini,
sergilenen güzelliğe dalıp da
unuturuz öncesini.

oysa potansiyelin erki
devindirir andaki kinetiği.
görünen, gözlere şenlik
ama asıl güç görünmezde gizli.
kıyas bir yöntemdir öğrenme yolunda
ama terkedilmesi gerek, bilgelik okulunda.
eğer sıkışıp kalmak istemiyorsa kişi
görelilik kıskacında,
ne zamanı zamanla kıyaslamalı
ne de mekanı mekanla,
hele de insanı insanla,
çarpıp bölmemeli ısrarla.

sensin, sencesin, teksin.
salt kendi nedenini sergileyeceksin.
bu yolda ne sen önündekini itekle
ne de arkandaki seni iteklesin
.
nice yakın olsan da kaynağa
katıysan, kaskatıysan,
ve kapalıysa algı kapıların
gelenin hikmetine,
ışıkla yıkansan ne fayda!
sen geçirgen olmadıkça
sadece gölgen düşer
hem çevrene
hem de iç alemine.

dirençsizliğin denli izin verirsin yaşama
girdilerin çeşitliliğinde zenginleşir bu deneyim
ve duyarlılık ile geçilir frekans eşikleri.
beş duyu sentezlenir de tek bir duyumda
ne kokuyu ayırdedersin, ne dokunuşu, ne sesi,
sadece, “hissediyorum” dersin,
“hissediyorum, tüm tanımlar ötesi.”

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...