Ön Türkler, Göktürkler'den önceki tarih devirlerinde (6. yüzyıldan önce) var olmuş ve sonradan Türkler tarafından benimsenen bazı sosyal özelliklere sahip olan, Türk dil ailesine mensup diller konuştukları ve anaerkil oldukları ancak daha sonra çevre toplumların etkisiyle ataerkil oldukları tahmin edilen topluluklar [1]
Bazı bilim adamları[kaynak belirtilmeli], antik Çin yazılarında sözü edilen "Tue'kue" [2] sözcüğünün Türk anlamına geldiğini kabul ederler, ve "Türk" olgusunu Milattan önceki yüzyıllara kadar geri götürmenin mümkün olduğu görüşünü savunurlar.[kaynak belirtilmeli] Ancak çoğu batılı bilim adamı, M.S 6. yüzyıl ortalarında Göktürk Kağanlığı'nın ortaya çıkışından önceki dönem için "Türk" sözcüğünü kullanmaz ve bundan daha eski olan ve Türklerle akraba olan halklara Proto[3]türk veya Ön Türk adını verir.[kaynak belirtilmeli]
Yaklaşık 10.000 yıl önce son buzul çağı sona ermeye, eriyen buzulların suları alçalmış olan denizleri tekrar doldurmaya başlamıştır. Bu zamana kadar varolmuş olan Asya - Amerika bağlantısı Beringiya da tekrar sular altında kalmış ve o zamana kadar iki kıta arasında gerçekleşen göçebe trafiğine son vermiştir.
Türklerin ataları, Batılı tarihçiler tarafından M.Ö. 2500 ile M.Ö. 1700 yılları arasındaki Afanasiyevo kültürü ile başlar ve M.Ö. 1700 ile M.Ö. 1200 yılları arasındaki Andronovo Kültürü ile devam eder. Bu ırkın savaşçı ve göçebe kültüre sahip olduğu, M.Ö. 1700 yılları sonrasında kitleler halinde Altay Dağları ile Tanrı Dağları arasındaki bölgeye yayıldığı bilinmektedir.[4][5]
Türklerin de en eski ataları aralarında bulunmuş olması gereken bu çekik gözlü ve brakisefal tipi insanlardan oluşan göçebe toplulukların o dönemdeki yaşam şekillerini, Sibirya ile Alaska yerlilerinin ortak noktalarını bularak, net bir şekilde ortaya koyabilmek mümkündür. Elde edilen manzara iyi gelişmiş bir göçebe kültürünü göstermektedir. Türklerin en eski ataları uzun süre böyle yaşamış, ve bu kültürü hayvan yetiştiriciliği ile geliştirmiştir. M.Ö.450 yıllarına kadar Sibiryanın Tayga ikliminde ren geyiği yetiştiricileri olarak yaşadıkları kabul edilir. M.Ö.450'den itibaren Moğolistan'a doğru hareket ettikleri ve orada bulunan Hint-Avrupa halklarını oradan kaçırdıkları, bölgede bulunan kafataslarının incelenmesi ile kanıtlanmıştır.
Jean-Paul Roux Türklerin Tarihi adlı kitabında Altay halklarının bu dönemdeki coğrafi dağılımlarını şöyle tarif etmektedir:
Az çok güvenilir bir yer saptamasında bulunamadığımız en eski Orta Asya insan coğrafyası tablosu Ön-Tunguzları en doğu uç noktaya, yani bugünkü Mançurya'ya, Ön-Moğolları Doğu Moğolistan ile Batı Mancurya'ya yerleştirir. Ön-Türkleriyse Moğolistan'ın büyük bir bölümüne ve Balkaş Gölü yönünde biraz daha batıya doğru yayarak yerleştirmektedir. Bunun dışında kalan bütün bölgeler ile güneydeki ve batıdaki bozkırlar Hint-Avrupalıların ve paleo-Asyalıların bölgeleridir ve bu bölgelerde en küçük Altay yerleşimine henüz rastlanılmamıştır. Sibirya'da zamanında Karasuk diye anılan (M.Ö.1200-700) ve Yukarı Yenisey kıyısında bulunan Minusinsk bölgesinde yapılan kazılarda çıkan brakisefal kafataslarında düzenli bir artış görülmüştür. Bu, büyük bir olasılıkla Ön-Türklerin sonraki devirlerde buraya yerleşmesinden kaynaklanmaktadır. Tagar çağındaysa (M.Ö.700-300) aynı durum Altay bölgesinde meydana gelmiştir. Ve nihayet M.Ö.300 yılından sonra Güney Sibirya ile Altay sıradağlarının güneyinde brakisefallerde artış meydana gelmiştir. Dolayısıyla Türklerin o güne kadar hep kuzeyde kalan atalarının miladın başlarında, önceleri yavaş yavaş, daha sonralarıysa birden kopup gelerek Balkaş Bozkırları ile Tien-Şan Dağlarının kuzey bölgelerine kadar eriştiklerini söyliyebiliriz. Bu yeni gelenler, önlerine çıkan Hint-Avrupalıları kovmuşlar, onlara karışmışlar ya da onları etkileri altına alarak, kendi kültür ve dillerini benimsemelerini sağlamışlardır. Büyük bir olasılıkla Kırgızlar da bu etkinin altında kalmıştır ve onlarla birlikte ilk defa (?) Hint-Avrupalı olan, en azından Mongoloyit olmayan bir halk da Türklerin arasına katılır. (Sayfa 53/54)
Ön-Türkler'in, kültürel açıdan M.Ö'ki karanlık dönemleri açısından Afanasyevo kültürü, Anav Kültürü, Andronovo Kültürü, Karasuk kültürü, Tagar Kültürü, Kelteminar Kültürü gibi alanlardan etkilendikleri ve Türk kültürünün bu tarihi çevrelerden beslendiği ileri sürülmektedir.
Alternatif Tezler
Kazım Mirşan'a göre Ön-Türkler
Kazım Mirşan'ın tezlerine göre Türklerin alfabetik yazı kullandıklarını gösteren en temel kanıt 1970 yılında, Kazakistan'ın Alma-Ata (Almatı) şehrinde bulunan Altın elbiseli adam adıyla bilinen anıt mezardaki kanıtlardır[6]. Bu anıt mezar Alma-Ata'nın 50 km kadar kuzeyindeki Esik kasabasında bulunur. Altın elbiseli adamın yanında kendisiyle birlikte mezara konulan gümüş kapın üzerindeki iki satırlık yazı Türkçe olarak[6] Kazım Mirşan tarafından okunmuştur. Kazak Tarihçi Prof. Dr. Olcas Süleymanof da aynı şekilde okumuştur. Bu buluntu ışığında yapılan Sovyet ve Kazak araştırmaları sonucu altın elbiseli adamın M.Ö.500 yılından daha eski dönemde yaşamış olduğu sanılmaktadır. Altın elbiseli adamla birlikte bulunan gümüş kaptaki yazı Ön-Türk alfabesi ile yazıldığı iddia edilir. [6][7][8] Öte yandan Kazım Mirşan gibi bazı araştırmacılar farklı bir Türk tarihyazımını ileri sürerler. Kazım Mirşan ve onu takip eden araştırmacılar, kabul gören tezden tamamen farklı bir yazım ortaya koyarak, bugün kabul edilen İslamiyet öncesi dönem Türk tarihini kabul etmezler ve uydurma olduğunu ileri sürerler.
Türk Tarih Tezi'ne göre Ön-Türkler
Bugün kabul edilen tezi farklı şekilde ortaya koymuşlardır. 1930'larde geliştirilen bu teze göre, MÖ. 12bin yıllarında Orta Asya'da bugünkü çöllerin bulunduğu yerlerde büyük bir deniz ve büyük adalar vardı. Buralarda yaşayan Türkçe konuşan topluluklar yerleşik olarak tarım yapmakta ve teknolojik açıdan ileri düzeydeydi. Zira, tarım ve ormancılık ile ilgili Türkçe terimler, göçebelik ile ilgili terimlerden daha eskidir. Sonraları meydana gelen büyük iklimsel değişiklik nedeniyle (küresel ısınma gibi) Orta Asyadaki büyük deniz kayboldu ve çevresinde yaşayan medeniyet geriledi. Kıtlık yaşayan Türk grupları başka ülkelere göçtüler. Birkısmı Mezopotamya'ya bir kısım grup Anadolu'ya, bir kısım grup İskandinavya'ya, bir kısım grup Yunanistan'a, bir kısmı İtalya'ya, bir kısmı Çin'e, bir kısmı Kore ve Japonya'ya, bir kısmı Sibirya'ya; bir kısmı da Bering Boğazı üzerinden Amerikaya göç etmiştir.
Bu teze göre Sümerler, Etrüksler, İskandinavyadaki Bazı halklar, Hititler, Frigler, Truvalılar Türktü. Yunanlılar içinde Türkçe konuşan gruplar vardı. Bu ülkelerdeki Türkler, yerli halk arasında eriyip yok olmuşlar, onlara yazıyı ve teknolojiyi öğretmişlerdir.
Orta Asya'da kalan halk, kurak iklime adapte olmuş ve göçebe kültüre geçmiştir. Bilinen Türk tarihini yaratmışlardır.
Ön Türk toplulukları [değiştir]
En meşhur Ön Türkler olan Hunların yanında tarihi Çin yıllıklarında tarif edilen ve günümüze kadar hala sadece Çince adları ile tanılan bazı tarihi topluluklarında Ön Türk olduğu düşünülür[2]. Bunlardan en tanılmışları şunlardır: Hiung-nu, Vu sun, Tukyu (Tue'kue, Tuyku ya da Tu'kut), Ti, Tili, Tiele, Beiti, Yüan yüan, Tiele (veya Dingling. Türkiye menşeili tarih kitaplarında Tölesler) ve I li.[2]
Ön Türklerde yaşam şekli [değiştir]
Bozkır [değiştir]
Ana madde: Bozkır imparatorluğu
Coğrafi zorunluluklar ve iklim değişikliklerin gibi sebeplerle Sibirya ve bugünkü Rus düzlüklerinden Orta Asya bozkırlarına indiği düşünülen Türkler, orman avcılığından göçebe çobancılığa geçiş süreci yaşamıştır. Türk dilinde ormancılık ve orman yaşamıyla ilgili sözcüklerin, bozkır yaşantısındaki sözcüklerden daha eski olması ve Pazırık Kurganında ren geyiği görünümü verilmiş atlar çıkartılmış olması bu süreci doğrulamaktadır. Coğrafi şartlar ve iklim değişiklikleri veya bilinemeyen nedenlerden ötürü Türk kabilelerinin büyük bir kısmı yerleşik ve ormancılık hayatından bozkır hayatına geçmişlerdir ve bir şekilde bozkır hayatına adapte olmuşlardır.
Bugünkü Doğu Türkistan, Moğolistan ve Altay bölgelerinin İlkçağ'da ve Orta Çağ'ın başlarında Türkler'in anayurdu olduğu düşünülmektedir. Bu alan; 1200 ila 1400 metre arasında değişen bir yayladır. Büyük çöküntüler ve yüksekliklerden oluşan bu arazide Altay Dağları'nın yüksekliği 4600 metreden fazladır. Ötüken'in bulunduğu bölge 4000 metre civarındadır. Cungarya ve Gobi Çölü'nün bulunduğu alan yılda 100 milimetreden az yağış alır. Bugünkü Doğu Türkistan, Moğolistan ve Altay bölgelerin de yıllık yağış 200 milimetreyi geçmez. Kışın soğuk şiddetlidir: -50 dereceye kadar düşer. Kışın büyük bölümü toprak karlar altındadır. Yazın hava çok sıcak olabilir ya da kötü geçen yıllarda fırtına da görülebilir. Sık ladin, çam, köknar ormanlarıyla kaplı yüksekliklerin eteklerinde çayırlar vardır. Çukur yerlerde ise ağaçlıklı otlaklar ve çalılıklar vardır. Bu bölgelerden Çin'e doğru giden topraklar ve İran'a doğru giden topraklar uçsuz bozkırlarla ve çöllerle kaplıdır. Altay'a yakın Sibirya bölgelerinde ise tayga iklimi vardır.
Böyle bir alanda İlkçağ ve Orta Çağ'da yaşayan topluluklarda ekonominin temeli hayvancılığa dayanmaktadır. Geniş steplerde en çok at ve koyun yetiştiriciliği yapılmaktadır. Bunlardan başka deve ve sığır da beslenmektedir. Koyunun yünü eğilerek ip yapılır ve bundan halı, kilim üretilmektedir. Andronova ve Afanasyevo Kültür kalıntıları sebebiyle, bilim adamları halının ana yurdu olarak Orta Asya'yı göstermektedir.
Özellikle Orta Asya nüfusunun çoğunluğunu teşkil eden göçebe toplumlarda hayvancılık ön plandaydı. Bu yüzden Orta Asya bozkırlarında göçebe hayatı yaşayan insan toplulukları yazlık alanlar ve kışlık alanlar belirleyerek belirli bir yol üzerinde göç ederlerdi. Göçler rasgele değildi. Göç edilecek yerler ve takip edilen yollar önceden belirliydi. Böyle bir Bozkır hayatına bağlı olarak On iki Hayvanlı Takvimi gelişmiştir. Bu takvim; güneş ile ay arasındaki döngüye ve "geyik böğürtüsü", "bir hayvanın doğması","bir göçmen kuşun geri dönmesi" gibi doğa olaylarına bağlıdır.
Bozkır hayatında, sebzeye karşı fazla istek duyulmazdı. Sütlü darı, peynir, yoğurt ve kısrak sütünden yapılan kımız, Orta asya topluluklarının başlıca besin maddeleriydi. At ve koyun etinin saklama ihtiyacı "ilkel konserveciliğin" gelişmesine yol açmıştır. Göçebe topluluklarda "yonca"nın ve "darı"nın oldukça önemi vardı.
Arabalar ve Çadırlar [değiştir]
Herhangi bir vesileyle ya da mevsimsel olarak yapılan yolculuklar,"iki hörgüçlü deve" olarak adlandırılan soğuğa dayalı develer, arabalar ya da "kızaklar"la yapılırdı. "Kızaklar"dan yazıtlarda söz edilmiş olup, oyma resimlerle de tasvir edilmiştir. Develer daha çok ticarette kullanılıyordu. Yaylak ve kışlak arasında göçlerde, hayvan koşulan arabalar yeğleniyordu. Bu taşıt araçları, bozkır hayatında rakipsiz hüküm sürüyordu. Bu arabalar öküzler ve daha da seyrek olarak develerle çekiliyordu. Pazırık Kurganında bir mezarda bulunduğu gibi bu arabaların boyutları oldukça büyük idi. Eldeki bir örnekten anlaşıldığına göre, yüksekliği 3 metre, genişliği 3,35 metre, tekerleklerin çapıysa 2,15 metreydi. Çin kayıtlarında olduğu gibi, "yüzlercesi aynı zamanda düz bir çizgi halinde ağır ağır ilerler" durumundaydı. Hun döneminde ailelerin taşınması için iki tekerlekli Çinliler'in "tie-lo" ya da "ting-ling" dediği arabalar da kullanılmaktaydı.
Tam anlamıyla birer göçebe arabası olan bu arabalar, içinde ev tanrılarının taht kurduğu, kadınların yün eğirdikleri, dikiş diktikleri, gerçek birer konuttu. Bu arabaların kullanılması "keçe çadır"dan yararlanılmasını ortadan kaldırmamıştır ya da ikame edilen bir gereç değildi. Göçün sonunda toprağa "keçe çadırları" kurulurdu.
Devlet erkanı için dikdörtgen ya da kare tabanlı çadırlar ve halk arasında yuvarlak çadırlar kullanılıyordu. Bu çadırlara "yurt" denilirdi. Yurt bugün Türkçe'de, "ülke, konaklama yeri, kişinin üzerine evini inşa ettiği toprak parçası"anlamına gelmektedir.
Birbirine yan yana bağlanmış keçe kaplı, esnek odunlardan yapılan yurtlar, yuvarlak tabanlı ve büyük bir çan şeklindeydi. Üst ucunda bir duman deliği vardı. Çadırın ortasındaki ocağın üstüne açılan ve aşağıdan kapatılabilen bu delik, çadırın ana eksenini oluşturmaktaydı. Çadırlarda kapı "güneşin doğduğu yöne saygı" nedeniyle doğuya açılırdı. Eski Türkler tarafından kesin şekilde uygulanan bu kural, 10.yüzyıla doğru güneşin geçtiği en yüksekteki nokta göz önüne alınarak güneye açılacak şekilde yapılmaya başlanmıştır. Evin yönleri, dört ana renkle adlandırılırdı: Ak, Kara, Sarı, Kızıl. Çadıra girişte "kapı girişine basmak ve oturmak" ata ruhlarının giremeyeceği inancıyla yasaktı.
Yerleşik olmayan halk "yurt" ya da "otağ" adı verilen çadırlarda kalırdı. Yerleşik halk ise kerpiç ve ahşap malzemeden yapılan evlerde kalıyordu.
Atın önemi [değiştir]
Bozkır hayatında hayvan yetiştiriciliği temel uğraştı. Orta Asya düzlükleri ve çayırları hayvan yetiştirmek için uygun şartları sunmuştu. Devletlerin başkentleri için at ve deve yetiştiriciliğinin en uygun yapıldığı yer olan Orhun vadisi tercih edilirdi. Orta Asya bozkırlarında at yetiştiriciliği yaygın bir faaliyet haline gelmiştir. Ama çöllerde, ormanlık bölgelerde, tarım bölgelerinde, Sibirya'da, Çin'de, Avrupa'da, ırmak vadilerinde, Mısır'da at yetiştiriciliği imkânsızdı. Çünkü yerleşik ülkelerin hiçbirinin büyük sürüleri beslemeye yetecek kadar otlağı yoktu. Bu nedenle Türkler, yerleşmektense buralara konaklamayı tercih edeceklerdir. Atlı gücün varlığı ve bekası bozkırlardı.
Çin kayıtlarına göre, Asya Hunlarının sürülerindeki hayvan sayısı normal zamanda kişi başına onbeş ila yirmibeş büyükbaş hayvan arasında değişiyordu. Bu sayı yokluk yıllarında en yoksul boylarda kişi başına ikiden aza düşer. Refah döneminde en zengin boylarda kişi başına yaklaşık üç yüze çıkardı (M.Ö.127 Çin kayıtları).
Asya Hunlarının sayısı 1.5 milyon olduğu tahmin edildiğine göre, 30 milyon hayvan bulunuyordu. Ve bunların 4 milyon kadarı attı. Bu sayı bolluk dönemlerinde 12 milyon ata çıkmaktaydı (MS. 46 Tarihi kayıtları).
Bu rakamlar, göçebelerin savaşa en az kişi başına üç at götürdükleri ve bunun oranla her zaman yorgun olmayan bineklere sahip olmak olanağı sağladığı yolundaki görüşleri doğrular niteliktedir. Bir milyon at, 300.000 kişilik ordu için yeterli olmanın yanında aşırı bir sayıdır.
Bir milyon atı beslemek Çin ve Hindistan'da imkânsızdır. Macaristan ve tüm Avrupa otlakları bir milyon at için yetersizdir. Bu nedenle Türkler gittiği her ülkedeki araziyi otlağa çevirmeye çalışmış ve tarımı ikinci plana atmıştır. Çinliler, bu kadar atlı güçten korunmak amacıyla akıldışı fiyatlarla çok sayıda at satın alınarak Orta Asya gücünü kırmaya çalışmıştır (MS. Çin kayıtları). İleri dönemlerde at yetiştiriciliği sebebiyle Türkler'in uygarlık topraklarında (Avrupa-Mısır-Irak-İran-Anadolu-Karadeniz'in kuzeyi) tutunmaları iki yüz yılı almıştır. Dosya:C:UsersAdminDesktopYeni klasör5.jpg
Ticaret [değiştir]
Hayvancılık, avcılık, savaş ve istilalar gibi insanlığın temel gereksinimleri Orta Asya'daki Türklerin ekonomik faaliyetlerini fazlasıyla karşılamaktaydı. Ticaret genel olarak Türkler'in yapısıyla uymuyordu. Ancak İpek Yolu ve Kürk Yolunun varlığı, Türkler için vazgeçilmezdi. Bu yolları tam denetim altına alınması, ülkenin refaha kavuşması anlamına gelmekteydi.
İpek yolu'ndan geçen maddeler: Baharat, misk, kürk, madenler, deri, tekstil ürünü, değerli taşlar, porselenler ticari açıdan ipekten değerliydi. Kervanlar Türk kabileleri için büyük gelir kaynağıydı.
Pekçok kabile bu ürünlerin taşımacılığını yapıyordu. Devasa kervanlar ve kervan ticareti ekonomik hayatın büyük kısmını oluşturuyordu. Çin kayıtlarına göre, Çinliler Orta Asya topluluklarından canlı hayvan, deri, kürk ve hayvani gıdalar alırlari onlara giyim eşyası ve tahıl satarlardı.
Şehirlerde yaşayan halk, ticaretle uğraşmaktaydı. Kürk Yolu ve İpek Yolu üzerinde pekçok şehir ve kasaba kurulmuştur. Çin yıllıklarına göre kürk yolundan "sincap, sansar, samur, kunduz ve vaşak" kürkleri ticareti yapılıyordu. Uygur döneminin önemli şehirleri; Karabalgasun, Beşbalık, Turfan, Hoça, Karaçar'dı.
Tarım ve Sanayi [değiştir]
Türk topluluklarının bir kısmı da köylerde ve şehirlerde yaşamaktaydı. İklim ve toprağı elverişli bölgelerde tarımla uğraşılmaktaydı. Yerleşik topluluklarda ipek böcekçiliği oldukça yaygındır. Çin kaynaklarında, Hunlar'ın buğday ve darı yetiştirdiklerinden bahsedilir. Altay ve Sayan Dağları'nda, buğday üretiminin enaz üç bin yıldır yapıldığı arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Göktürk Kağanı Kapgan Kağan'ın Çinle yaptığı anlaşmanın bir maddesi "Göktürklere tarım aletleri ve tohumluk verilmesiyle" ilgiliydi. Hunlar ve Göktürkler zamanında tarımın geliştiğini gösteren kanıtlardan birisi de "Tötö kanalları"dır. Kanalın uzunluğu 10 km kadardır ve Altay bölgesindedir.
Uygurlar döneminde tarımla uğraşan halk Çin kayıtlarına göre "bakla, bezelye, karpuz, kavun ve üzüm" üretmekteydi. Üzümden "şarap ve pekmez" yapılmaktaydı. Bu dönemde tarlaya "tarıglag", çiftçiye "tarıgçı" denmekteydi. Sakalar'ında kullandığı "Saban" kelimesi Türkçe'nin en eski sözcüklerinden birisidir.
Bilge Kağan'ın Çin'deki örneklerine bakarak bir kent kurmayı düşlediği günler, Uygurlar'la birlikte bir Türk realitesi haline gelmiştir.
Orta Asya halklarının bir sanayisi olduğundan söz etmek elbette mümkündür. Bunlar: Keçe ve halı maden sanayi (demir-tunç-altın vb.) alanındaki üstünlüğü çevre ülkelerle kıyaslandığında yadsınamaz. Göktürkler zamanında Bizanslılara bile demir satmışlardır.
Sanat [değiştir]
Çoğu göçebe olan Orta Asya topluluklarında demircilik ve maden işçiliği gelişmiştir. "Eyer" ve "koşum takımları" yapımı çevre kültürlere göre oldukça gelişmişti. Yapılan eşyaların çoğu pars, kaplan, geyik, kurt, koyun, keçi ve at figürleriyle süslenmekteydi. Realistik sanat anlayışı egemendi. Tekstil ürünlerinde geometrik şekiller ve damgalarda bulunmaktaydı.
Çin kayıtlarına göre Hun başkentinde usta marangozlar ve tahta oymacılar vardı. Masa, sandalye, koltuk, dolap, yatak gibi eşyalar Hun saraylarında ve aristokrat kesimde kullanılıyordu.
En eskisine Pazırık kurganında rastlanan halılar, göçebe ve yerleşik hayatın bir parçasıydı.
Savaş [değiştir]
Karşı tarafca "Yenilmez" olarak kodlanan Orta Asya halkları, bu duygunun güvencesi altında başarılar elde etmiştir. Üzerine yüklenen "Yenilmezlik" vasfını çok iyi kullanmışlardır. Bu sıfat, sürdürdükleri savaşın korkutucu görünmesi gerçekliğe ve düşmanları üzerinde yarattıkları kaygıya uygundu.
İlk Türk toplulukları, başıbozuk ve öfkeli vahşi bir grup değil, düzenli ve iyi yönetilen ordulara sahiptiler. Herkes askerdi. M.Ö. tarihlerden beri ordular tümen sistemiyle kurulurdu. Dönemlerindeki tüm gözlemciler, bu orduların azla yetinme özelliklerine hayran kalmışlardır. Atlı süvariler yanında piyade askerler de vardır. Çin kayıtlarına göre, sefere çıkan Tonyukuk'un askerlerinin 1/3'ü piyadeydi. Ordular aynı zamanda arkasından sürüklediği ekonomi demekti. Ordu sürekli yenilenen ve dinamik bir güçtü. Hareket kabiliyeti genişti.
Savaş aletleri, kalkan, kargı, kılıç, temrendi. Kılıç kabzaları çoğunlukla hayvan figürleriyle süslenmiştir.
Kurganlarda çıkan kalıntılarda, eyerler, at zırhları, koşum takımları, zırh, kılıç, kalkan, oklar vardı. Türk sanatıyla işlenmiştir. Gözetleme kulesi kalıntıları bulunmuştur.
Çin kayıtlarına göre Hunların ve Göktürklerin bir milyon civarında askeri vardı. Çin kayıtlarına göre, en iyi süvariler ve en iyi okçular Orta Asya halklarınınkiydi.
Türklerin kullandıkları savaş taktikleri arasında Geri çekilme taktiği, Hilal taktiği, Kurt kapanı taktiği, Çöle sürme taktiği gibi taktikler sayılmaktadır.
Kutlamalar [değiştir]
Çin kaynaklarına göre, Hun müziği Çin müziğinden oldukça farklıydı. Çin kayıtlarında "28 çeşit Hun halk türküsü"nün kaydı vardır.
Giyim ve Beslenme [değiştir]
Gerek Ön-Türk kültürlerinde gerekse Hun ve Göktürk kurganlarında günlük hayatta kullanıldığı anlaşılan, düğme, kemer, kemer tokası, ilkel pantolon, ilkel ceket, çizme, şemsiye bulunmuştur.
Çevre medeniyetlerle karşılaştırıldığında (Çin-Hindistan) ketenin ilk Orta Asya bozkırlarında kullanıldığı görülmektedir. Bunun yanında pamuk, kenevir, yün ve ipek kullanımı da mevcuttur.
Din [değiştir]
İlk Türk topluluklarında dini açıdan ise Tengricilik (Göktanrı dini) ön plana çıkıyordu. Göktürkçede cennet, "uçmak"; cehennem "tamu" olarak tanımlanıyordu. Din adamlarına "kam" deniyordu. Bunun yanında "Atalar kültü" adı verilen ritüeller de toplum yaşantısında öne çıkyordu. Orta Çağ'ın sonlarıyla farklı dinlerle de tanışmışlardır. Ölen kişi adına "yuğ" adı verilen cenaze töreni yapılırdı.Fakat bazı kaynaklarda da Şamanizm ya da Kamcılık (şamanlar tarafından "deneyim" olarak ifade edilir), varlığı tüm insanların tarihinde erken taş devrine ve daha da geriye kadar kanıtlanabilen, inisiyasyon içeren bir vecd ve trans tekniği olan bu din inancı belirtilir.
Şamanizmi uzun süre ayakta tutmuş olan toplulukların arasında Türkler de vardır. Eski Türk şamanizm geleneği, Kuzey ve Orta Asya'nın bazı Türk topluluklarında günümüze kadar hâlâ sürdürülmektedir.
Günümüzde bazı Batılıların ilgi duyup tekrar uygulamaya başladıkları şekline ise Neo-Şamanizm denir.
Bazı Ön Türk araştırmacıları [değiştir] Jean-Paul Roux Wolfgang Scharlipp Kazım Mirşan Turgay Tüfekçioğlu Haluk Tarcan Wolfram Eberhart, Çin'in Şimal Komşuları, TTK yayınları Lev Gumilyev Lazslo Rasonyi Zeki Velidi Togan Julius von Klapproth Gustaf John Ramstedt Lászó Nemeth Sinan Meydan Ayrıca bakınız [değiştir] Türk kültüründe at Kaynakça [değiştir]
^ Roux, Jean Paul. Türklerin Tarihi, Büyük Okyanus'tan Akdeniz'e iki bin yıl. AD. ISBN 9755060189 ^ a b c Roux, Jean Paul. Türklerin Tarihi, Büyük Okyanus'tan Akdeniz'e iki bin yıl. AD. ISBN 9755060189. “Belki de ilk çağ yazarlarının sözün ettikleri Toharlar olan Yüe-çiler İli ırmağı'nın vadisine yerleşmeye çalıştılar. Ama orada bulunan ve proto-Türk oldukları kesin olan Vusun'lar yerlerini onlara bırakmadılar. ” ^ Yunanca ilk anlamına gelen ön ek. TDK BSTS / Biyoloji Terimleri Sözlüğü 1998 ^ Büyük Larousse, Türkler maddesi, İnterpress ^ Türkler Ansiklopedisi (İngilizce:The Turks ^ a b c Kazım Mirşan, Proto-Türkçe yazıtlar, 1970 ^ Kazım Mirşan, Alfabetik yazı başlangıcı ve Glozel yazıtları, 1993 ^ Kazım Mirşan, Alfabetik yazı başlangıcı, 1994
Dış Bağlantılar [değiştir]