İlker Başbuğ'u Kim Tutuklayacak?
Komutanları Lahey’e de Teslim Edecek Misiniz?
Ergenekon tertibi başladığından bu yana, bu tertibin arkasındaki gücün ABD olduğunu, tertibin tümüyle PKK politikaları doğrultusunda geliştiğini ve bunun sonunun da Türk Devletinin Kürtlerden özür dilemesi olduğunu ısrarla söylüyoruz. Söylüyoruz çünkü bu tertipte tetikçilik yapanlarla onları azmettirenler arasındaki bağ pek görülemiyor ve kamuoyu da genellikle gölgelerle savaşıyor.
İlk planda tam da bu tertip için yayınlanan Taraf gazetesini görüyoruz. Bu gazete liberal sol (yani dönek solcu) bir çizgi izliyor, İkinci Cumhuriyetçilerin sözcülüğünü üstleniyor. Ama Taraf’ı sahaya süren gücün bizzat ABD ve Fethullahçılar olduğu gizlenemiyor.
Fethullahçıların kendi gazetelerinde ise Ergenekon’la savaşın en ön cephesine yine dönek solcular ve ülkücü artıkları konmuş durumda. Fethullahçılar yine kendilerini sağlama alıyorlar, eski solcu ve ülkücüleri tetikçi olarak kullanıyorlar.
Bu ön cepheye Radikal ve Milliyet gibi diğer liberal ve dönek solcu kesimleri ekleyebiliriz. Ama en ön cepheye bazı dönek solcuların ve ülkücü artıklarının sürülmesi anlamlıdır, Fethullahçılar ve ABD dönek solcuları ve ülkücü artıklarını kendi çatısı altında toplayarak adeta kendi “Kızıl Elma”sını kurmuş durumda.
Ön cephenin hemen arkasında Fethullahçılar duruyor. Ama Fethullahçılara atılan kemik oldukça küçük: 28 Şubat’la ve Atatürkçülerle hesaplaşma. Şimdi kimi Fethullahçılar Cumhuriyet’le ve Atatürk’le hesaplaştıklarını sanıyor olabilirler, ama bu sadece tertibin görünür tarafı.
Fethulahçıların arkasında ise sessiz bir şekilde PKK duruyor. Farkındaysanız Ergenekon tertibinden en kazançlı çıkan kesim PKK, ama nedense bu tertibin sözcülüğüne soyunmuyor. Soyunmuyor çünkü Ergenekon tertibini doğrudan PKK eliyle yürütseler bu kamuoyunda kabul görmez.
Ama sessizce izleyen PKK’nın tüm soruşturmayı yönlendirdiğini de görüyoruz. Bundan 5 sene önce PKK’nın gazetesi Özgür Gündem’de atılan tüm manşetler ve yazı dizileri bugün Ergenekon iddianamesine girmiş durumda. Bunlardan en öne çıkanı PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan’ın itirafları. 4 sene önce Özgür Gündem’e yazı dizisi olan itiraflar bugün Ergenekon soruşturmasının temel hukuki dayanağı oluyor!
Türkiye’de sözde Atatürkçü muhalefetin temel stratejisi de burada çöküyor. Türkiye’ye ABD’nin biçtiği rolü Ilımlı İslam zannedenler, ABD’yle mücadele cephesini AKP ve Fethullah’la mücadele hattına kurdular.
Oysa ABD’nin Türkiye planı bir Ilımlı İslam dönüşümü değil Kürt-İslam rejimi ve Büyük Kürdistan projesiydi. Savaş hattını yanlış cephede kuran ulusalcı akımlar PKK ile, Kürt istilasıyla mücadele etmek yerine Ilımlı İslam’la mücadeleyi seçtiler. Bu tür laiklikle sınırlı ama bağımsızlıkçılık ve antiemperyalizm yanı cılız bir ulusalcılık, şimdi Silivri Cezaevi’nde bulunuyor.
Silivri Cezaevi’nde tutuklananlara baktığımızda ise ön cephede liberal solun ve Fethullahçıların asıl rakipleri olan ulusalcı kesimi görüyoruz. Fethullah Gülen “yükselen ulusalcı dalgayı aşacağız” buyurmuştu iki sene önce. Şimdi ulusalcı aydınları tutuklayarak bu dalga aşılıyor. Yükselen ulusalcı dalgayı bitirmek için dalga dalga süren Ergenekon operasyonları ise sanırız Fethullahçıların ince bir alayı.
Ancak önemli olan ulusalcı kesim değil. Sonuçta bu tertipte siviller içeri alınır, yargılanır ve serbest kalırlar. Ancak önemli olan ön cephe değil arka cephe, yani karargâhlar. Tertipçilerin karargâhı ABD ise, ulusal güçlerin karargâhı da Genel Kurmay’dır. Ve son taarruz da kaçınılmaz bir şekilde buraya yapılacaktır.
Emekli komutanlarla başlayan süreç görevdeki subayların tutuklanması ile sürüyor. Fakat askerlerin Silivri’de çok fazla kalacaklarını beklemeyelim. Siviller gibi tahliye edileceklerinden değil ama, Silivri onlar için ilk durak.
Eğer iddianamede yazılanlardan bir yargılama yapılacaksa, yani faili meçhul cinayetler üzerinde bir yargılama yapılacaksa, bunun yargılama merkezi Türk adliyesinin sınırlarını aşar. Çünkü o halde ortada uluslararası hukuku ilgilendiren bir durum ortaya çıkar.
Çok basit bir örnek Miloseviç’in yargılanmasıdır. Şimdi sıra Türk Ordusu’nun bazı komutanlarının da “Kürtlere karşı savaş suçu” işlemekle yargılanmasında. Ancak durum Miloseviç’inkinden bile ağır, çünkü ortada ilan edilmiş bir savaş da yok. O halde Türk komutanlar savaş suçundan değil doğrudan “soykırım suçu”ndan yargılanacaktır.
Bu yargılamalar ise uluslararası mahkemede görülür ve yeri de Silivri değil Lahey’dir.
Askeri lojmanların kapısı çalındığında Genelkurmay Karargâhı askerlerin polislere teslim edilmesine karşı çıkmıyor. Ne de olsa ülkede hukukun üstünlüğü var!
Peki bu iddianameden yola çıkarak Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi Türk Adalet Bakanlığı’na bir yazı yazsa ve dese ki:
“Mevcut kanıtlara göre ortada bir uluslararası suç var ve Türkiye’nin de bu uluslararası hukuk sözleşmelerinin altında imzası var. Yargıladığınız askerleri bize teslim edin, biz de yargılayacağız.”
Adalet Bakanının ne yapacağını kestirmek zor değil ama ya Genelkurmay ne yapacak?
Evet şimdiden düşünmeli karargâh: Askerlerini uluslararası mahkemeye de teslim edecekler mi?
(TÜRKSOLU, sayı 222, 02/02/2009)
İlker Başbuğ'u Kim Tutuklayacak?
Faşistin Hukukla Kavgası
Faşizm tehlikesinin güncelliği ise son derece yakıcıdır. Bunlar devleti değil sadece hükümeti ele geçirdiklerinde bile neler yaptılar, kimlerle kavga ettiler bir bakalım.
Danıştay’la, Yargıtay’la, Anayasa Mahkemesi’yle!
Neden?
Çünkü bunlar hukuk tanımazlar.
Hukuk bunlar için diktatörlüğe giderken kullanacakları sonra da kaldırıp atacakları bir şeydir.
Dünyanın hangi demokratik ülkesinde hukuk sistemiyle, mahkemelerle, yargıçlarla, savcılarla bu kadar kavgalı bir hükümet olmuştur acaba?
Bunlar tesadüf müdür?
Elbette değildir, faşistler hukuku iktidara çıkan basamak olarak görürler, iktidarı ele geçirdiklerinde de iktidarı başka kimseyle paylaşmamak için o merdiveni atarlar.
Hitler’in faşizmi de böyleydi.
Hitler rejiminde anayasa, hukuk, kanunlar değil, Führer’in emirleri vardı. Führer’in emirleri doğal kanundu ve onlar uygulanırdı. Tümüyle diktatöre bağımlı bir sistem kurulmuştu.
Hitler rejiminin ilk yıllarında mahkemeler vardı.
Bizim Tayyip Erdoğan’ımızın yaptığı gibi Hitler de bu mahkemelerde solcuları yargılattırırdı. Daha doğrusu bu mahkemeler rakipleri ortadan kaldırmak için kullanılan mekanizmaydı.
Bunların en ünlülerinden birisi Reichstag yangınıdır. Alman Adalet Sarayı, Hitler’e bağlı faşist SS tugayları tarafından kundaklanmış ve sonra suç komünistlerin üzerine atılmıştır. Reichstag mahkemesinde komünistler bunun bir Nazi komplosu olduğunu ispatlamışlardır.
Bunun üzerine Hitler mahkemeleri kaldırmıştır!
Ondan sonra mahkeme değil, “emir, toplama kampı, gaz odası” üçgeni kurulmuştur.
Şimdi Danıştay’da, Şemdinli’de kurulan mahkemelerde bizim faşistin foyası da ortaya çıktıkça, provokasyonlarını ellerine yüzlerine bulaştırdıkça bunlar da aynısını yapacaklardır.
Nasıl bir rejime gidiyoruz peki?
Onun resmi yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır.
Kürt-İslam faşist diktatörlüğünde,
1-) Hukuk olmayacaktır, Anayasa Mahkemesi, Yagıtay, Danıştay gibi üst mahkemeler olmayacaktır, çünkü bu rejimde Kadı hükmü verecek ve Şeriatın kestiği parmak acımaz diyecektir.
2-) Meclis ve hükümet olmayacaktır, sadece faşist liderin danışmanları olacaktır. Tıpkı bugünkü gibi!
Bugün de ülkeyi hükümet değil Başbakanın danışmanları yönetmektedir.
Çünkü faşist liderler kendilerine bağlı hükümet ve bakan bile istemezler, onlardan da çekinirler, sadece danışman atarlar, çünkü o danışmanları da emir eri olarak görürler.
3-) Muhalif basın olmayacaktır. Cem Uzan’ın Star medyasına yapılanlar üç yıl öncesinin küçük bir uygulamasıdır. Bugün rahatmış gibi gözüken tüm liberal medya da ortadan kaldırılacaktır.
Bu noktada Başbakan’ın son yurtdışı gezilerinin uçaktaki gazeteler kadrosuna bakın, yarının basınını görüsünüz. Yeni Şafak, Vakit, Zaman, Star, TGRT gibi kurumların yanında göstermelik bir muhalif basın temsilcisi bile yoktur!
4-) Hitler’i bilenler bilir. Aslında askeri bir diktatörlüktür kurduğu. Tek övüncü güçlü ordusudur. Ama bu ordunun komutanlarına da hiç güvenmemiştir. Bu komutanlar ilk başarısızlıklarında hemen idam edilmişlerdir.
Bizim Tayyip’imizinse Ordu’ya zaten genetik bir düşmanlığı vardır. Yeniçeri olayları, 31 Mart vakası gibi olaylar, Kuvayı Milliye, 1960, 28 Şubat gibi tarihsel olaylar onda Ordu düşmanlığını kökleştirmiştir.
Bu nedenle onun faşist diktatörlüğünde Ordu komutanları hemen emekli edilecek, yerine Pentagon güdümlü generaller getirilecektir.
Özel Yetkili Hukuk: Faşist Hukuk
Bu satırları bu sütunda yayınladığımızda tarih 5 Mart 2007’ydi.
Ve tam 3 yıl sonra geldiğimiz nokta, artık başsavcıların da tutuklandığı bir Türkiye’dir.
“Demokratikleşme” sloganıyla gelen bir iktidarın, teröristleri bile serbest bırakan bir iktidarın hazırladığı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun aslında ne denli faşist bir kanun olduğu şimdi anlaşılıyor.
Ülkede bugün bir “kanun” vardır bir de “özel kanun”.
Bir “savcılık” vardır bir de “özel yetkili savcılık”.
“Özel kanun” kanunun, “özel yetkili savcı” başsavcının üzerindedir.
Görüyor musunuz adamların kurduğu hukuk sistemini!
Yargıyı ele geçirmenin başka bir yolu.
Yargıyı ele geçirecek güçleri yoksa yargının arkasından dolanırlar ve “özel bir yargı sistemi” kurarlar.
Sonra o “özel yetkili yargı sistemi” ile istediklerini tutuklarlar.
Peki kimleri tutuklarlar?
Terör örgütlerini mi?
Elbette hayır!
CMK’nın 250. maddesi ile kurulan özel yetkili savcılıklar, sözde terör örgütleri ile mücadele için kurulmuştu ama bugüne kadar hiçbir terör örgütüne operasyon yapmadılar.
Çünkü bu özel yetkili savcılıklar iktidarın terörist gördüğü kurumları soruşturuyor.
En başta Ordu’yu.
Gazetecileri, yazarları, siyasetçileri, muhalifleri...
Ve aynı zamanda hukuk adamlarını.
Bugün Ergenekon soruşturmasının başındaki başsavcı bile Ergenekon soruşturmasına bakan bu özel yetkili savcılıkça takip ediliyor, dinleniyor, izleniyor...
Hitler’e rahmet okutacak bir sistemdir bu....
İmamlar Cuntası Darbeyi Yaptı Bile
Şimdi bir yaptıklarına bakalım, bir de yapabileceklerine.
Mesela bu “özel yetkili savcı” kanunun arkasından dolanarak Yargıtay Başkanını tutuklatabilir mi?
Evet!
Peki şu anda AKP’yi kapatma davası açmaya hazırlandığı iddia edilen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını tutuklayabilir mi?
Evet!
Peki bu “özel yetkili savcı” kendisini atayan HSYK üyelerini ya da başkanını tutuklayabilir mi?
Evet!
Olayın vehametini anlamamız gerekir.
AKP “hukuk içinde hukuk” yaratmış ve Anayasal rejimi, demokratik hukuku, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırmıştır.
Bu AKP’nin hokus pokusudur.
Tüm kanunlar yerindedir, anayasa değiştirilmemiştir ama çıkarılan bir kanunla tüm kanunlar fiilen geçersiz hale gelmiştir.
Bu, AKP’nin sıkıyönetim hukukudur.
Türkiye bir darbe yaşamaktadır.
AKP’nin imamlar cuntası darbe yapmıştır.
Anlaşılan “cemaatler rahatsızdır” o nedenle AKP cemaatleri rahatlatacak operasyonları yapmaktadır.
Ve AKP bu işin açık tarafıdır.
Yargı sözde bağımsızdır ama bir savcının görevden alınma kararına karşı Adalet Bakanı açıklama yapmaktadır.
Halbuki Adalet Bakanı hakimlerin, savcıların amiri değildir.
Hakimler ve savcılar tarafsızdır ve bağımsızdır.
Bir Adalet Bakanı çıkıp bir savcıyı koruyup diğerini suçlayamaz.
Suçlarsa taraf haline gelir.
Nitekim taraftırlar.
Adalet Bakanı savcıya telefon açıp cemaat soruşturmasını bitirmesini isteyebilmektedir.
Bugün AKP adına Bülent Arınç, açıkça hukuk sistemine, yargıçlara darbeci diyebilmektedir.
Üstelik bu dava onların davası da değildir.
Ortada bir “AKP kapatma davası” olsa ve aleyhlerinde bir karar çıksa AKP’nin tepki göstermesi anlaşılabilir.
İyi ama Erzurum Savcısının görevden alınması sizi ne ilgilendiriyor?
Gören de AKP’nin Erzurum milletvekili görevden alındı sanacak!
Demek ki Erzurum’a o savcıyı siz görevlendirdiniz.
Demek ki kendi özel hukuk sisteminizi kurdunuz.
AKP’yi Kapatmak Artık Farz Oldu
Peki bunun anlamı nedir?
Bugün herhangi bir katil suçu ispatlansa ve hakim ona cezayı bildirse yine de hakime dönüp “sen darbe yapıyorsun” diyemez!
Derse hakime hakaretten de ceza yer!
Peki aynısını bir Adalet Bakanı yaparsa ne olur?
Hakim ona elbet ceza veremez çünkü yargı dokunulmazlığı vardır.
Ama yargı dokunulmazlığı da dokunulmaz değildir.
AKP artık açıkça Anayasayı ortadan kaldırmak için çalışan bir suç örgütü tanımında soruşturulacak bir partidir.
Bundan sonra iş HSYK’ya kalmıştır.
HSYK özel yetkili savcılığı harekete geçirebilir ve AKP’yi bir terör örgütü, Anayasayı ve hukuk sistemini ortadan kaldırmaya çalışan bir terör örgütü olarak soruşturmaya başlayabilir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı için Adalet Bakanı ve Bülent Arınç’ın son açıklamalarından başka kanıta gerek yoktur.
Ortada Anayasayı ortadan kaldırmaya yönelik açıklamalar ve eylemler mevcuttur.
Artık AKP’ye Anayasa’yı ortadan kaldırmaya çalışmak gerekçesiyle bir kapatma davası açılabilir.
Düşman Artık Karargahın İçindedir
Ya da bunların hiçbiri yapılmaz.
Ve...
Erzincan Başsavcısı’nın yanına diğer savcılar eklenir.
Ordu komutanları bir bir tutuklanır.
Bir bakmışsınız İlker Başbuğ özel yetkili savcılık tarafından tutuklanmış.
Tutuklanamaz mı diyorsunuz?
Bir Genel Kurmay Başkanı’nın kendi askerlerine yaptığı konuşma televizyonlardan yayınlanabiliyorsa...
Düşman zaten artık karargahın içine kadar girmiş demektir!
Neden girmiştir sizce?
Dinlemek için mi?
Yoksa tutuklamak için mi?
Anlaşılan İlker Başbuğ için kanıtlar toplanmaktadır, yakında tutuklanacaktır.
Bakalım Başbuğ’u hangi özel yetkili savcı tutuklayacak izleyip göreceğiz...
(TÜRKSOLU, sayı 272, 22/02/2010)