15 Şubat 2012

ESMA'ÜL-HÜSNA EL-RAHİM (C.C.)



El-Rahîm (c.c.)

(Pek ziyâde merhamet edici, verdiği ni'metleri iyi kullananları daha büyük ve ebedî ni'metler vermek sûretiyle mükâfatlandırıcı).
    Er-Rahmân ism-i şerifinden Allahu teâlâ'nın ezelde bütün mahlûkâtı için hayr ve rahmet irâde buyurduğu anlaşılıyordu. Er-Rahîm ism-i şerifi ise mahlûkâtı arasında irâde sahipleri için muzaaf bir rahmet-i ilâhiyyeyi ifâde eder. Yâni insandan mâada her mahlûk, kendisi için tâyin edilen hudut içinde kendisine verilen ni'metlerden yaradılışı sevki ile faydalanır ve o huduttan dışarı çıkmazken, irâde sâhibi olan insanlar için terakki imkânı verilmiştir. Bu imkân, fıtrî ni'metleri arttırma ve ebedîleştirme imkânı. Meselâ, çiğneyip geçtiğimiz ot yaprağından rüzgâr dalgalarına kadar her şey, bizim hayır ve saâdetimize yarayan ni'met hazinesidir. Sonra yaradılışımızda başka mahlûkâta verilmeyen bir çok kâbiliyetler ve tabiat kanunlarının azat kabul etmez köleler gibi bize tâbi ve emrimize munkat olması, hep o şânı büyük Rahmân'ın lûtuf ve âtıfeti eseridir. Fakat her şeyde ve kendimizde gizlenmiş olan bu sayısız ni'metleri meydana çıkarmak ve onlardan faydalanmak için çalışacağız. Bütün kâbiliyetlerimizi işleteceğiz. Bu takdirde gayretlerimizin boşa gitmiyeceğini bize tebşir eden işte bu, Er-Rahîm ism-i şerifidir. Çünkü bu ism-i şerife göre her gayret bir mükâfatla karşılanacaktır.
    Er-Rahmân, Er-Rahîm isimleri iki türlü rahmet ifâde eder. Er-Rahmân ism-i şerifinin ifâde ettiği rahmet, hiç bir türlü şarta, hiç bir türlü kesb ve irâdeye bağlı olmayarak bahşolunan rahmettir. Bu bir rahmet-i şâmiledir ki, bütün mahlûkâtı kaplar. Bunda çalışan-çalışmayan, suçlu-itaatli, îmanlı îmansız ayırt edilmez.
    Er-Rahîm ism-i şerifinin ifâde ettiği rahmet ise, Rahmân'ın lûtfu olan rahmeti iyiye kullanarak çalışanlara bir mükâfat olmak üzere verilen rahmettir ki, en az (bire on) dur. Çalışanın ihlâsındaki kuvvete göre Allahu teâlâ'nın daha fazla ve hattâ hudutsuz ve hesapsız mükâfatları da vardır. İşte gayr-i meşrû arzulara kapılmamanın, kötülükten korunmanın, Allah yolunda fedakârlıkta bulunmanın ehemmiyeti bu yüzdendir. Şunu kat'î surette bilmek lâzımdır ki, -dünya için olsun, âhiret için olsun- çalışanlarla çalışmayanlar müsâvi muamele görmeyeceklerdir.
    Dünya milletleri arasında Allahu teâlâ'nın ahlâkını, evsafını en dürüst ve en geniş bilenlerin Müslümanlar olması icâbeder. Böyle olunca, meselâ bu ism-i şerifin hükmüne göre "fikrî teşebbüs" Müslümanlar için en umumî ve en tabiî bir haslet olması lâzım gelirken, i'tiraf etmeliyiz ki, Müslümanların çoğu, bugün Müslümanlık esaslarını her zamankinden ziyâde ihmal etmişlerdir. Bunun neticesi olarak dünya yüzündeki Müslümanların ne duruma düştükleri de meydandadır.
            RUHLARI ESEFLERE BOĞAN ACI BİR DUYGU:
    Uzun asırlar Müslüman yaşayan ecdâdın bugünkü torunları arasında Müslümanlığı, teşebbüs fikrini öldüren, insanları atâlete ve miskinliğe sürükleyen bir din sananlar türemiştir. Bu telâkkî doğru ise, dindar ve Müslüman ecdâdımızın o silinmez izlerini nasıl izah edeceğiz? Yurdumuzu dolduran ve asırlar boyunca ihmâlin, bakımsızlığın yok edemediği bunca hayr müesseseleri karşısında ne yapacağız? Hele o târih ve ahlâk kitaplarımızı dolduran ve başka milletlerde pek azına rastlanan bunca fazilet menkıbelerine, kahramanlık destanlarına ne diyeceğiz? Bu iftihar ve gurur verici izler, miskin ve hakir insanların mahsûlü olmak kâbil midir? Hayır hayır, bunlar, hakîkî birer Müslüman olan, Allah uğrunda yorulmak bilmez, pulat îmânlı, çelik irâdeli ecdâdımızın izleridir. Fakat ne yazık ki, biz onları bilememişiz, gittikleri yoldan ayrılmışız, miskin sinekler gibi hevâ vü heves tuzaklarına yapışıp kalmışızdır.
            İSM-İ ŞERİFE MAZHAR OLANLAR:
    Aramızdaki merhametli insanlar, Allahu teâlâ'nın rahmet sıfatına mazhar olmuşlardır (mazhar demek, bir şeyin göründüğü yer demektir.) Allahu teâlâ'nın merhameti, içimizdeki merhametli insanlardan sezilir. Eğer dünyâda merhametli insanlar olmasaydı ve merhamet denilen ma'nâdan ortada hiç bir nişan bulunmasaydı, Allahu teâlâ'nın rahmeti öğrenilmez ve merhamet hakkında hiç bir fikir edinilemezdi.
    İnsanlardaki merhamet sıfatı, Allah'ın Rahmet sıfatına benzer mi? Hayır aslâ benzemez. Allah'ın hiç bir sıfatının benzeri yoktur. O bütün sıfatlarda tektir, eşsizdir. İnsanlardaki merhamet, Allahu teâlâ'nın merhametini bildiren bir iz, bir nişandır. Bir şeyin izi ve nişanı o şeyin ne benzeridir, ne de ondan bir parçadır. Yalnız ona delâlet eden bir gölge veya bir akisdir. Asıl merhamet, Allâh'ın merhametidir. Yâni merhamet kelimesinin hakîkî ma'nâsı, Allahu teâlâ ile kâim bulunan ma'nâdır. İnsanlara merhametli denmesi hakikat ma'nâsıyle değil, mecaz ma'nâsı i'tibâriyledir. (Medlûlün ismini dâlle ıtlak kabîlinden.) Şu halde Allahu teâlâ'daki merhametle insanlardaki merhamet arasındaki münâsebet yalnız kelime benzerliğinden ibârettir.
            BU NOKTANIN ÎZÂHI:
    İnsanların hayâtı, kudreti, bilgisi mahdut olduğu gibi merhametleri de mahduttur. Merhametli insanları bir sıraya koymak ve her birinin mevkiini, derecesini tâyin etmek mümkün olsaydı, bunun için elimizde bulunması lâzım gelen ölçü ne olabilirdi? Şüphesiz bu hasletin kuvveti ve şumûlü... Hayırseverlikte en yüksek duygu sâhibi, hayır yapmakta en geniş kudret sâhibi hangisi ise, en ileride bulunacak ve herkesin hattâ haslet ortaklarının bile takdir ve hürmetlerini üstüne toplayacak olan da o olacaktır. Şimdi bu en merhametli farzettiğimiz zâtın merhametini tahlil edelim: -Acaba bu adam ne yapmıştır?
    - Bir çok hayır müesseseleri meydana getirmiş, hastahâneler, çeşmeler, yollar, köprüler, mektepler... Bir çok kimsesiz çocukları himâyesine almış, onları yurda yarar birer mütehassıs yetiştirmiş... Bir çok felâketzedelere yardım etmiş, serm yesizlere sermâye, evsizlere ev, işsizlere iş bulmuş...
    - Peki, acaba bunlar ne kadar, bir memleketi doldurur mu dersiniz?
    İşin hakikati şudur ki: bu faaliyeti ne kadar geniş kabûl edersek edelim, sayısı rakamlara sığmayan yaratılmışlar üzerinde, tâ ezelden sonu gelmeyen müddetler boyunca tecellî edip duran Allah'ın merhameti karşısında dâima sönük kalacaktır. Sonra insanlar, yaptıkları iyilikten mutlakâ kendilerine âit bir menfaat ve meselâ ad yapmak, şan ve şöhret kazanmak veya sevap ve mükâfat dilemek gibi bir hedef, bir gâye gözetir. Dünyâca, âhiretçe her halde bir karşılık beklerler. Çünkü noksanlıkları, ihtiyaç ve aczleri böyle icap ettirmektedir. Bu ise cömertlik değil bir çeşit muvâzaadır. Hakikî cömertlik, minnetsiz, garazsız ve ivazsız olarak yapılan iyiliktir. Buna da insanlar muktedir değildir.
    Allahu teâlâ kemâl-i zâtı ile kâmil bulunduğu için, zâtına âit beklediği her hangi bir şey, bir kemâl yoktur. Binaenaleyh O'nun cûd-ü rahmetinin her hangi bir kemâlin istihsâli için olması imkânsızdır. Her türlü ivaz ve garazdan münezzehtir. Mutlak ve hakîkî merhamet edici ancak O'dur. Daha doğrusu merhametli dediğimiz şahısların kendilerini yaradan O olduğu gibi, ellerindeki ni'metleri yaradan da O'dur. O ni'metlerden muhtaçlara vermek üzere gönüllerinde arzu uyandıran da yine O'dur. Bütün bunları sâhibine verdikten sonra ortada kalan şey, yalnız hayır sahiplerinin irâdesi, yâni hayrı yapmağa vicdanlarında karar vermiş bulunmalarıdır. Fakat bu da yine Allah'ın verdiği serbestliğin bir neticesidir. Şu kadar ki, onlar Allah'ın verdiği bu serbestliği kötüye kullanmayıp iyi niyete sarfetmişlerdir. Mükâfâta istihkakları da işte bu yüzdendir.
            MERHAMETLİ İNSANLARIN YAPMASI GEREKEN ŞEYLER:
    1- Dâimâ Allâhu teâlâ'ya şükretmen" ki, kendilerini, bu meziyete lâyık görmüştür.
    2- Hayırlı işlerde kullanıldığından dolayı kat'iyyen onurlanmamalıdır. Çünkü o imkânı veren ve bu meziyeti yaratan Allah'tır. Eğreti bir vasıfla onurlanmak, olgun insanların kabul edeceği bir şey değildir.
    3- Kendine bahşedilen bu meziyetten Allah'ın kullarını elinden geldiği kadar faydalandırmağa çalışmalı ve bu uğurda zahmet ve meşakkat görse bile tahammül etmeli ve bunu yaparken yüreğindeki dileği yalnız Allah'ın rızâsı olmalıdır. O zaman bu uğurdaki çalışmaları bir ibâdet olur da Allah'tan mükâfatını görür, kazancı yalnız dünyâ'da eline geçenden ibâret kalmaz.
    4- Yaptığı iyiliği, iyilik ettiği insanların başına kakmamak; çünkü bu hal iyiliğin sevâbını öldüren çirkin bir iştir. Halbuki Allahu teâlâ eğer başkalarının yardımına muhtaç insanlar yaratmasaydı, servet sâhipleri, ellerindeki servetleri ile Allah'a yarar bir iş yapmağa fırsat bulamazlardı. Şu halde aramızda bir takım aceze ve fukarânın bulunması da bir ni'mettir. Onlar ücretsiz emânetçidir, kendilerine burada verilir, âhirette fazlasıyle alınır.
            İYİLİK GÖRENLERİN YAPMASI GEREKEN ŞEYLER:
    1- Onların yüzünden faydalandıkça kendilerine teşekkür etmeli ve her zaman onları iyilikle anmalı. Çünkü Allah iyilik bilenleri sever, nankörlük edenleri sevmez.
    2- Yüzünden iyilik gördüm diye onları mâbut derecesine çıkarıp da kendilerine tapmamalı, her iyiliğin, her yardımın Allah'tan geldiğini ve mahlûkatın bu hususta nihâyet birer vâsıta, birer âlet olduğunu bilerek, asıl iyiliği yaratanla ona vâsıta olanları güzelce ayırt etmeli ve her birinin şânına lâyık bir suretle sevgi ve saygı göstermelidir.
            ER-RAHMÂN, ER-RAHÎMİSM-I ŞERİFİNİN ZEVKİNİ DUYANLAR:
    Bu zevki duyan gönüllere yeis ve ümitsizlik giremez. Ne kadar darlık ve ıstırap içine düşerse düşsün, Allâhu teâlâ'nın mutlaka onu selâmete çıkaracağına emindir. Çünkü suret-i at'iyede bilir ki, O merhametlilerin merhametlisi, kerimlerin ekremidir.İnsanlar arasında intihar fâciasının ümitsizlikten, bunun da çok defa Rahmân ve Rahîm sıfatlarının sâhibi bulunan Allahu teâlâ'ya imansızlıktan ileri geldiğine şüphe yoktur.

Ali Osman Tatlısu

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...