09 Şubat 2012

Mevlānā Celāl-ed-Dīn Muhammed Rūmī


Bu sırada Mevlâna, indifaa başlayan muazzam bir volkandı.
    Mevlâna düşünce sınırını çoktan aşmış, zaman ve mekân kaydından sıyrılmış, aklı bir kenara itmiş, kendisini, âşkın ferman dinlemeyen sonsuzluğuna koyvermişti. Vücud bir kovandı, âşk onun arısı ve balı. Ten bir üzüm salkımı, aşk onun şırasıydı. Şimdi bu şıra, Şems'in görünüşte yok. gerçekte mevcut, yakıcı kavurucu güneşinde âşk şarabı haline geliyor, beden de, ruh da, bir ilâhi mestlik içinde, Hak'kı, ezelî ve ebedî sevgiliyi zikrediyordu. O güne dek Şems ve Mevlâna iki ayrı kutup, iki büyük mürşid. Şimdi tekleşmişti. Mevlâna diyordu ki:
    "Denizin kenarına kadar, ayakların izi vardır. Ama denize girdikten sonra, ne iz kalır, ne nişan.."
    İşte Mevlâna âşkın uçsuz bucaksız ummanına simdi dalmış, izsiz nişansız kalmış, garkolmuş. Hak'ta fânî olmanın ezeli sırrına ermişti. Bir hâdis-i şerifte: "mutû kable ente mutu) yani (ölmeden evvel olünüz..,) buyuruluyor ve bu sırra işaret olunuyordu. Bu, gerçekte, dünyadan elinizi, eteğinizi tamamen çekiniz, demek değildi. Gönlü kötülüklerden, kinden, hasetten arıtmak, nefse galebe çalmak, onu. Allah âskıyla doldurmak, olgunlaştırmak demekti. Mevlâna "Ölmeden evvel ölen bir kişi. gerçekte diri olan bir ölüdür. Canı arınmış, makamı yücelmiştir" buyururlar.
    Mevlâna bu haldeyken etrafındaki çember de gün geçdikçe büyüyordu. Devrin sultanları, âşıkları, emirleri, bilginleri, dervişleri etrafını çevirmişlerdi. Mevlâna'nın sohbetine bir defa giren, onun büyüleyici tesirinden kurtulamıyor, kısa bir zaman sonra, eşiğine tapulanıyordu.
    apazlar ve hahamlar onun âşk ve mânâ dolu. gerçeği izleyen.Allah'a yönelen sohbetiyle kendinden geçiyor, çoğu zaman hidayet yolunu seçiyorlardı.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...