Kıyafetnameden İnsan Tanıma Örnekleri
1. Kafa
Yassı kafası olanlar için olumsuz bahsedilirken küçük kafalılar için güzel bir mizacı olduğu belirtilir.
2. Ağız
Geniş ağız cesarete işaret eder. Ağzı dar olan güzeldir. Eğri ağızkötü olur.
3. Ben
Yüzde bulunan ben vefâlı olma şeklinde değerlendirilirken göz kapağındaki ben hasetçi ve hileci olma durumuna işaret eder.
4. Alın
Çok geniş alınlılar kavgacılıkla ve huyu kötü olmayla ilişkilendirilmiştir. Dar alın bilmezlikle, vahşetle, ahmak ve bencillikle bağlantılı olarak ele alınmıştır.
5. Boyun
Boynun kısa olması olumsuz bir duruma işaret eder.
6. Dudak
Dudakların kalın olması kızgın vs. gibi istenmeyen nitelikleri içeren bir durum olarak kabul edilirken, ince ve kızıl dudaklara sahip olmak anlayış sahibi gibi iyi karakter özelliklerine yorulmuştur.
7. Kulak
Büyük kulağa sahip olanların sert, kaba olmakla birlikte uzun yaşadığına, küçük kulağa sahip olmanın ihtiyaç sahibi, yoksul olmakla, orta büyüklükteki kulağın arzu edilen kulak biçimi olduğu vurgulanmıştır
8. Göz
Çukur göz hileci ve kibirli,
Kara göz zekâlı,
mavi göz edepsiz ve kötü huylu,
kırmızı göz cesâretli,
çakır göz bahadır,
turna göz cesaretsiz,
yumru göz kıskanç ve hain,
kıpık göz hileci,
şaşı göz inatçı ve zorba,
küçük göz hafif ve ihmalkâr olarak nitelendirilmektedir
9. Diş
Dişlerin iri ve düzensiz olması karakter açısından olumsuz özelliklerle ilişkilendirilirken, mu’tedil(orta) olması olumlu özelliklere işaret kabul edilmiştir.
10. Çene
Çenenin küçük ve büyük olması olumsuz bir özellik olarak kabul edilirken mu’tedil (orta) olması olumlu bir nitelik sayılmıştır.
11. Burun
Burnun ince olması, aklın hafifliğine,
yassı olması kişinin şehvet düşkünlüğüne,
burun deliklerinin geniş olması hasetçiliğe işaret olarak kabul edilirken mu’tedil (orta) olması olumlu bir özellik olarak nitelendirilmiştir.
12. El
Eğer el küçükse güzellikte eşsiz olur.
13. Tırnak
Tırnağın beyaz olması bereket işaretidir.
14. Ayak
Ayak büyükse sahibi çok hayalıdır.
17. Boy
Uzun ve orta boya sahip olmak sade mizac,akıllı güzel huylu vs. gibi olumlu özelliklere işaret olarak kabul edilirken kısa boylu olmanın çoğu kıyafetnâmede olduğu gibi fitne ve aldatmaya işaret ettiği kabul görmüştür.
16. Gülmek
Yüzü güleç sözü tatlı olan insan azizdir sevilir.
Kaynaklar
- MİNE MENGİ, “KIYAFETNÂME”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kiyafetname (11.09.2019).
- Çakır, Müjgan, (2007), “Kıyâfet-Nâme”ler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi.” Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, cilt 5, sayı 9, s. 333-350.
- https://www.sanatduvari.com/kiyafetname/
- Elbir, Bilal (2017). “Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyâfet-nâme Üzerine”, Dîvân Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S.19, s.s. 37-58.
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 19, İstanbul 2017, 37-58.
ÖZET
İnsanların fizikî özelliklerinden yola çıkarak kişilikleri
hakkında değerlendirmeler yapmak tarihin çok eski dönemlerinden beri karşımıza çıkmaktadır. Doğu kültüründe
kıyâfet veya firâset olarak adlandırılan bu ilimde, insanların
kaş, göz, saç, yanak, ayak vb. uzuvlarından yola çıkılarak
kişilikleri ve ahlâkları hakkında bilgiye ulaşma temel ölçüt
olarak alınmıştır. Batı kültürü içerisinde de insanların fizikî
özelliklerinden hareketle karakterlerine dair çıkarımların
yapıldığı çalışmalar mevcuttur.
Kıyâfetnâme ve firâsetnâme geleneği konusunda Türk
edebiyatında telif ve tercüme çok fazla çalışma yapılmıştır.
Yapılan bu çalışmaların bazısı metin bazısı da metin-inceleme çalışmalarıdır. Çalışmamızda kıyâfetnâme geleneğiyle
ilgili bilgiler verildikten sonra Manisa İl Halk Kütüphanesi
Yazma Eserler Bölümü’ne kayıtlı yazarı bilinmeyen bir eser
tanıtılacaktır. Müellifi bilinmeyen kıyâfetnâmedeki fizikî
özelliklere yönelik değerlendirmelerin Hamdullah Hamdi’nin kıyâfetnâmesindeki değerlendirmelerle örtüşüp
örtüşmediği değerlendirilecektir.
ANAHTAR KEL İ MELER
Kıyâfetnâme, firâsetnâme, fizyonomi, Doğu kültürü,
Hamdullah Hamdi
KEYWORDS
Kıyâfetname (typology), firâsetname, physiognomy,
Eastern Culture, Hamdullah Hamdi
Giriş
İnsanların fiziksel özelliklerinden ahlakî ve karakteristik özelliklerine dair çıkarımlarda bulunan “kıyâfet ilmi” Türk edebiyatına İslâmiyet sonrası dönemde girmiş ve bu türde birçok eserler verilmiştir. Batı kültüründe “fizyonomi”, doğu kültüründe ise “ilm-i firâset” olarak
adlandırılan ilim kapsamında yer alan kıyâfetnâmeler kültürel yaşantımızda kendisine yer bulmuştur. Genellikle kıyâfetnâmeler, firâset
ilmiyle karıştırılmış, kıyâfetü’l-beşer, kıyâfetü’l-insaniyye, kıyâfetü’lebdân olarak da kullanılmıştır.
Kıyâfet kelimesi bir kimsenin ardınca gitmek iz takip etmek, peşi sıra
gitmek manalarına gelir ve Arapçadaki “kavf” kökünden müştaktır. Bu
kelime Türkçe’de galat olarak; elbise, şekil, suret, kılık manalarında
kullanılmış olup dilimize Farsça’dan geçmiştir.
Bir kişinin saç, göz, kulak, el gibi organlarına ve dış görünüşüne bakarak karakter yapısı hakkında görüşler ortaya koyan bilim dalına “kıyafe(t)”, bu görüşleri ortaya koyan esere de “kıyâfetnâme” adı verilir.
Yine bu bilimle uğraşan kişiye de “kâyif” veya “kıyâfetşinas” denir. İlm-i kıyâfet, çeşitli gruplara ayrılabilirse de umumi mahiyette “kıyâfetü’l-isr” ve “kıyâfetü’l- beşer” olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan ilki, ayak izlerinden bahseden ve onlara göre hükümler veren ilim dalıdır.
Konumuzu ilgilendiren ise,“kıyâfetü’linsâniyye” veya “kıyâfetü’l- ebdân” da denilen ikinci bölümdür. Bu bölüm insanların beden ve organ yapısıyla ahlakı ile karakteri arasındaki ilişkiyi inceleyen bir bilimdir (Pala 2002: 339; Yerdelen 1988: 43). Edebiyatımız içerisinde yazılan kıyâfetnâmelere bakıldığında bu eserlerin edebî kıymet kaygısı ile yazılmadığı, bu nedenle de genel olarak sanatsal değer taşımadığı düşünülür. Kıyâfetnâme türündeki eserler kimi zaman manzum kimi zaman mensur olarak kimi zaman da manzummensur karışık şekilde yazılmıştır. Türk edebiyatının bilinen ilk müstakil kıyâfetnâmesi Hamdullah Hamdi’ye ait manzum bir kıyâfetnâmedir. Bedr-i Dilşâd bin Muhammed Oruc’un Murâd-nâme’sinin 34. ve 40. babları; Sarıca Kemal’in Selatin-nâme’si; Firdevsî-i Rûmî’nin müstakil Firâsetnâme’si; Şeyh Baba Yusuf’un Kıyâfet-nâme’si; Şaban-i Sivrihisarî’nin manzum-mensur kıyafet tercümesi; İlyas ibni İsâ-yi Saruhanî’nin Kıyâfetnâme’si; Abdulmecid ibni Şeyh Nasuh’un manzum kıyafetnamesi; Mustafa ibni Evrenos’un Kıyâfetnâme’si; Mustafa bin Bali’nin Firâsetnâme’si; Nesîmî’nin Kıyâfetü’l-Firâse’si; Niğdeli Visâlî’nin Vesiletü’lİrfân’ı; Seyyid Lokman Çelebi bin Hüseynî’in Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâili’l-‘Osmâniyye’si; Şeyh İbrâhim Kûrânî’nin Risâle-i Muhtasar-ı Eşkâl ve Kıyâfet Terceme-i Şeyh İbrâhîm Kûrânî’si; Şeyh Ömerü’l-Halvetî’nin manzum Kıyâfet-nâme tercümesi; Ömer Fânî Efendi’nin Kıyâfetnâme’si; Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnâme eseri içinde bir bölüm olan Kıyâfetnâme’si; Gevrekzâde Hâfız Hasan’ın Firâset tercümesi, Dımışkî’nin Kıyâfet-nâme tercümesi; Mustafa Hâmî Paşa’nın Fenni Kıyâfet’i; Yusuf Halis Efendi’nin Kıyâfetnâme-i Cedîde’si; Avan-zâde Mehmed Süleymân’ın Musavver ve Mükemmel Kıyâfet-nâme’si; Hüseyin Şakir’in Firâsetü’l-Hikemiyye fî Kıyâfeti’l-İnsâniyye’si; Âkif Mehmed Paşa Yozgatî’nin Terceme-i Risâletü’l-Firâset ve’s-Siyâset’i kıyâfetnâme geleneğiyle ilgili çalışmalardandır (Sarıçiçek 2014: 47-50). Yazarları ve isimleri belli olan kıyâfetnâmeler olduğu gibi müellifi belli olmayan kıyâfetnâmeler de vardır. Üzerinde çalışma yaptığımız eser bu kategoriye girmektedir. Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ma’rifetnâme adlı eserinin dördüncü risalesini beş bölüm olarak kıyafet ilmine ayırmıştır. İbrahim Hakkı, kıyâfet risalesinde sırasıyla saç, baş, cilt, alın, kaş, kulak, göz, yüz, beniz, burun, ağız, ses, söz, dudak, diş, çene, sakal, boyun vb. organ ve özelliklerini ele alır; değerlendirmeler yapar. İbrahim Hakkı söz konusu risalenin girişinde ilm-i kıyâfeti şöyle tarif etmektedir: “Hikmet sahipleri demişlerdir ki, kâinatı bu şekilde yaratan ve takdir eden Allah insanı en güzel bir şekilde tasvir edip, ruhundan üflemekle onu süslemiş ve nurlandırmıştır. Gerçi insanoğlunun hepsini mizaç ve yaratılışta düzgün ve birleşik yaratmamıştır. Ancak fertlerini şekil ve ahlak bakımından birbirine zıt ve başka türlü yaratmıştır. Böylece insan önce kendi organlarının şeklinden kendi özelliklerini tamamen bilip ihtimamla ahlakını düzeltmeye çalışsın. Sonra dost ve arkadaşlarını kıyafetlerini ferasetle bakıp her birinin şahsında gizli olan haller ve huylarına vakıf ve haberli olduğunda onlara ya huyuna göre sevgi ve muhabbet ile davransın veyahut (kötülerden) uzaklaşıp emniyet, selamet ve rahata kavuşsun. Ne kimseden incinsin ne de kimseyi incitsin” (Akkuş 2006: 129). Bütün ilimler gibi kıyâfet ilmi de çeşitli kültürlerden beslenerek şekillenmiştir. Kıyâfetnâme türündeki eserlerde, yer yer bu ilmin tarihi gelişiminden bahsedilmiştir. Kıyâfetnâmelerde dile getirilen hususları, yüzyıllar boyunca halkımızın zihin dünyasında yer etmiş inanç tezahürleri olarak değerlendirmek mümkündür. Ayrıca 20. yüzyılın ilk yarısında, psikoloji alanında bilimsel değer kazanmaya başlayan bu türe ayrı birönem verilmesi de oldukça dikkate değerdir. Kıyâfetnâmelerin önemli yönleri arasında; içinden çıktığı toplumun sosyolojisi, psikolojisine dair izler taşıması ve folklorik malzemeler içermesi sayılabilir. Her kıyâfetnâme birbirinden etkilenmekle birlikte yazarının yaşadığı dönem ve toplumundan da izler taşımaktadır. “Her sanatkâr şu ya da bu biçimde çağının ve toplumunun estetik değerlerinin, zevk anlayışının derleyicisidir. Kıyâfetnâmeler de, çağlarının ve ait oldukları Osmanlı toplumunun insanının estetik görünümüyle ilgili ölçü ve değerleri, güzellik anlayışını büyük ölçüde yansıtan eserlerdir” (Mengi 1977: 303). Ülkemizde kıyâfetnâmeler hakkında birçok çalışma yapılmıştır.
Bir kişinin saç, göz, kulak, el gibi organlarına ve dış görünüşüne bakarak karakter yapısı hakkında görüşler ortaya koyan bilim dalına “kıyafe(t)”, bu görüşleri ortaya koyan esere de “kıyâfetnâme” adı verilir.
Yine bu bilimle uğraşan kişiye de “kâyif” veya “kıyâfetşinas” denir. İlm-i kıyâfet, çeşitli gruplara ayrılabilirse de umumi mahiyette “kıyâfetü’l-isr” ve “kıyâfetü’l- beşer” olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan ilki, ayak izlerinden bahseden ve onlara göre hükümler veren ilim dalıdır.
Konumuzu ilgilendiren ise,“kıyâfetü’linsâniyye” veya “kıyâfetü’l- ebdân” da denilen ikinci bölümdür. Bu bölüm insanların beden ve organ yapısıyla ahlakı ile karakteri arasındaki ilişkiyi inceleyen bir bilimdir (Pala 2002: 339; Yerdelen 1988: 43). Edebiyatımız içerisinde yazılan kıyâfetnâmelere bakıldığında bu eserlerin edebî kıymet kaygısı ile yazılmadığı, bu nedenle de genel olarak sanatsal değer taşımadığı düşünülür. Kıyâfetnâme türündeki eserler kimi zaman manzum kimi zaman mensur olarak kimi zaman da manzummensur karışık şekilde yazılmıştır. Türk edebiyatının bilinen ilk müstakil kıyâfetnâmesi Hamdullah Hamdi’ye ait manzum bir kıyâfetnâmedir. Bedr-i Dilşâd bin Muhammed Oruc’un Murâd-nâme’sinin 34. ve 40. babları; Sarıca Kemal’in Selatin-nâme’si; Firdevsî-i Rûmî’nin müstakil Firâsetnâme’si; Şeyh Baba Yusuf’un Kıyâfet-nâme’si; Şaban-i Sivrihisarî’nin manzum-mensur kıyafet tercümesi; İlyas ibni İsâ-yi Saruhanî’nin Kıyâfetnâme’si; Abdulmecid ibni Şeyh Nasuh’un manzum kıyafetnamesi; Mustafa ibni Evrenos’un Kıyâfetnâme’si; Mustafa bin Bali’nin Firâsetnâme’si; Nesîmî’nin Kıyâfetü’l-Firâse’si; Niğdeli Visâlî’nin Vesiletü’lİrfân’ı; Seyyid Lokman Çelebi bin Hüseynî’in Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâili’l-‘Osmâniyye’si; Şeyh İbrâhim Kûrânî’nin Risâle-i Muhtasar-ı Eşkâl ve Kıyâfet Terceme-i Şeyh İbrâhîm Kûrânî’si; Şeyh Ömerü’l-Halvetî’nin manzum Kıyâfet-nâme tercümesi; Ömer Fânî Efendi’nin Kıyâfetnâme’si; Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnâme eseri içinde bir bölüm olan Kıyâfetnâme’si; Gevrekzâde Hâfız Hasan’ın Firâset tercümesi, Dımışkî’nin Kıyâfet-nâme tercümesi; Mustafa Hâmî Paşa’nın Fenni Kıyâfet’i; Yusuf Halis Efendi’nin Kıyâfetnâme-i Cedîde’si; Avan-zâde Mehmed Süleymân’ın Musavver ve Mükemmel Kıyâfet-nâme’si; Hüseyin Şakir’in Firâsetü’l-Hikemiyye fî Kıyâfeti’l-İnsâniyye’si; Âkif Mehmed Paşa Yozgatî’nin Terceme-i Risâletü’l-Firâset ve’s-Siyâset’i kıyâfetnâme geleneğiyle ilgili çalışmalardandır (Sarıçiçek 2014: 47-50). Yazarları ve isimleri belli olan kıyâfetnâmeler olduğu gibi müellifi belli olmayan kıyâfetnâmeler de vardır. Üzerinde çalışma yaptığımız eser bu kategoriye girmektedir. Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ma’rifetnâme adlı eserinin dördüncü risalesini beş bölüm olarak kıyafet ilmine ayırmıştır. İbrahim Hakkı, kıyâfet risalesinde sırasıyla saç, baş, cilt, alın, kaş, kulak, göz, yüz, beniz, burun, ağız, ses, söz, dudak, diş, çene, sakal, boyun vb. organ ve özelliklerini ele alır; değerlendirmeler yapar. İbrahim Hakkı söz konusu risalenin girişinde ilm-i kıyâfeti şöyle tarif etmektedir: “Hikmet sahipleri demişlerdir ki, kâinatı bu şekilde yaratan ve takdir eden Allah insanı en güzel bir şekilde tasvir edip, ruhundan üflemekle onu süslemiş ve nurlandırmıştır. Gerçi insanoğlunun hepsini mizaç ve yaratılışta düzgün ve birleşik yaratmamıştır. Ancak fertlerini şekil ve ahlak bakımından birbirine zıt ve başka türlü yaratmıştır. Böylece insan önce kendi organlarının şeklinden kendi özelliklerini tamamen bilip ihtimamla ahlakını düzeltmeye çalışsın. Sonra dost ve arkadaşlarını kıyafetlerini ferasetle bakıp her birinin şahsında gizli olan haller ve huylarına vakıf ve haberli olduğunda onlara ya huyuna göre sevgi ve muhabbet ile davransın veyahut (kötülerden) uzaklaşıp emniyet, selamet ve rahata kavuşsun. Ne kimseden incinsin ne de kimseyi incitsin” (Akkuş 2006: 129). Bütün ilimler gibi kıyâfet ilmi de çeşitli kültürlerden beslenerek şekillenmiştir. Kıyâfetnâme türündeki eserlerde, yer yer bu ilmin tarihi gelişiminden bahsedilmiştir. Kıyâfetnâmelerde dile getirilen hususları, yüzyıllar boyunca halkımızın zihin dünyasında yer etmiş inanç tezahürleri olarak değerlendirmek mümkündür. Ayrıca 20. yüzyılın ilk yarısında, psikoloji alanında bilimsel değer kazanmaya başlayan bu türe ayrı birönem verilmesi de oldukça dikkate değerdir. Kıyâfetnâmelerin önemli yönleri arasında; içinden çıktığı toplumun sosyolojisi, psikolojisine dair izler taşıması ve folklorik malzemeler içermesi sayılabilir. Her kıyâfetnâme birbirinden etkilenmekle birlikte yazarının yaşadığı dönem ve toplumundan da izler taşımaktadır. “Her sanatkâr şu ya da bu biçimde çağının ve toplumunun estetik değerlerinin, zevk anlayışının derleyicisidir. Kıyâfetnâmeler de, çağlarının ve ait oldukları Osmanlı toplumunun insanının estetik görünümüyle ilgili ölçü ve değerleri, güzellik anlayışını büyük ölçüde yansıtan eserlerdir” (Mengi 1977: 303). Ülkemizde kıyâfetnâmeler hakkında birçok çalışma yapılmıştır.
1
Hamdullah Hamdi’nin Kıyâfetnâme’sini ilim dünyasına ilk olarak Amil
Çelebioğlu duyurmuştur. Hamdullah Hamdi’nin eseri tamamı manzum
xxxxxxxxxxxxxxx
1
Âmil Çelebioğlu’nun Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi’nde yayınlanan
“Kıyâfet İlmi ve Hamdullah Hamdi ile Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Kıyâfetnameleri” adlı çalışması ile Mine Mengi’nin, TDAY Belleten’de yer alan “Kıyâfetnâmeler
Üzerine” adlı makalesi de önemli başvuru kaynaklarındandır.
Cevat Yerdelen tarafından hazırlanmış olan
“Türk Edebiyatındaki Kıyâfetnâmeler ve Niğdeli Visalî’nin Vesiletü’l-İrfan Adlı Kıyâfetnâmesi” adlı yüksek lisans tezi, Ali Çavuşoğlu tarafından hazırlanan “Kültür Tarihimizde Kıyâfetnâmeler” adlı yüksek lisans tezi, Hayyam Pur’un İstanbul Üniversitesi’nde hazırlamış olduğu
“Türk Edebiyatındaki Kıyâfetnâmeler ve Niğdeli Visalî’nin Vesiletü’l-İrfan Adlı Kıyâfetnâmesi” adlı yüksek lisans tezi, Ali Çavuşoğlu tarafından hazırlanan “Kültür Tarihimizde Kıyâfetnâmeler” adlı yüksek lisans tezi, Hayyam Pur’un İstanbul Üniversitesi’nde hazırlamış olduğu
“Manzum
Kıyâfetnâmeler” adlı lisans bitirme tezi, Hülya Demiray’ın İstanbul Üniversitesi
Türkiyat Enstitüsü’nde hazırladığı “Seyyid Lokman Çelebi’nin Kıyâfetü’l- İnsaniye
Fi Semâili’l- Osmaniyye’si” adlı lisans tezleri de kıyâfetnâmeler hakkında yapılmış
araştırmalardan bazılarıdır.
Kenan Bozkurt tarafından hazırlanan "Kıyâfet İlmi, Türk edebiyatında kıyâfetnâmeler ve Şa'bân-ı Sivrihisârî'nin Kıyâfet-nâmesi" adlı yüksek lisans tezi 2008
yılında tamamlanmıştır. Adem Ceyhan tarafından yapılan "Bedr-i Dilşâd'ın Murâdnâmesi" adlı çalışmada 34. bölüm kıyâfetnâme geleneğiyle ilgilidir.
Gökhan Türk’ün Anadolu sahasına ait bir Kıyâfet-nâme örneği üzerine inceleme
adlı yüksek lisans çalışması; Bahadır Güneş’in Arapça’dan Türkçe’ye Tercüme
Edilen Bir Kıyafetnâme Metni Üzerine başlıklı makalesi; Bekir Çınar’ın Niğdeli
Visâlî ve Hamdullah Hamdi’nin Kıyâfetnâmeleri Üzerine Bir İnceleme başlıklı
makalesi; Müjgan Çakır’ın Kıyâfetnâmeler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi
çalışması; Melike Gökcan Türkcan’ın İlm-i Kıyâfet ve Firâset Bağlamında Mustafa
İbn-i Evrenos’un “Haza Kitab-ı Firasetname ve Kıyafetname’si bu alanda yapılan
çalışmalar içerisinde zikredilebilir.
Dr. Ramazan Sarıçiçek’in “Risâle-i Kiyâset-i Firâset /İlm-i Firâset adlı kitap çalışması,
Emine Gürsoy Naskali’nin editörlüğünü yaptığı kitapta yer alan Müellifi Bilinmeyen Bir Kıyâfetnâmeye Göre Karakter Tahlili (Abdülkerim Gülhan), İhtilâcnâmeler (Eren Ersoy), Manzum Kıyâfetnâmelere Göre Beden ve Kişilik (Bilal Aktan), Kıyâfetnâme (Mahmut Kaplan) çalışmaları kıyâfetnâme geleneğiyle ilgilidir.
olup 158 beyitten meydana gelmiştir. Türk edebiyatının ilk müstakil kıyâfetnâmesi Hamdullah Hamdi’nin eseridir. Müellifi Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada kayıtlı 29 varaklık Kıyâfetnâme, talik hatla yazılmış olup her varakta 13 satır bulunmaktadır. Kıyâfetnâmenin müellifiyle ilgili herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Manzum-mensur karışık tarzda yazılmış olan kıyâfetnâme iki bâb (bölüm) halinde düzenlenmiştir. Kıyâfetnâmenin başı Farsça yazılmış altı beyitlik bir nazım parçasıyla başlamıştır. Daha sonra “Evvelkisi isimden ahvâl-i müsemmâya nazar, ikincisi sûretten sîrete güzerdür” (Manisa 1506: 2) ifadesiyle kitabın çerçevesi ortaya konulmuştur. İsimden müsemmâya nazar bölümünde insana verilen ismin taşıdığı anlamla insanın tavır ve davranışlarının örtüşmesi, isminin ya da lakabının özelliklerini taşıması üzerinde durulmuştur. Bu bölümdeki açıklamalarda kullanılan isim ve örneklerin çoğu Arap dil ve kültürüne aittir. Bu da eserin bu bölümünün çeviri özelliği taşıdığını düşündürtmektedir. “ve daĥı ķavm-i ˘Arab isim ķomaķda kibār-ı selefüň her birinüň kem (3/a) ef˘āl-i lašīfe ve aĥlāķ-ı şerīfe birile iştihārı vardur. Ol fi˘l-i lašīfi ve ĥulķ-ı şerīfi umub śāĥibinüň ismiyle tesmiye iderlerdi. İsimden müsemmāda ma˘nâ šaleb ķılurlardı. Ol śāĥib-i ķalbü’l-mühim-i aśl-ı uśūl a˘nī ˘Abdü’l-Muššalib cedd-i rasūlden (˘aleyhi’s-selām) su’āl etdiler. Niçün evlādına esmānuň şerlüsün ve ĥademeňe ĥayırlısun ķorsun? Eyitdi: ˘Abīdimüz nefslerimiz içün ve evlādımuz a˘dāmız üzerine adlandıruruz. Ĥuśūśā kesb-i laķab gökden iner, cānib-i ĥakīmi ˘alīmden bī-hūde fi˘l vāķı˘ olmaz elbette. Ol ism-i nāziliň müsemmā ile münāsebeti vardur kemal mertebede şöyle ki andan ġayrla ol münāsebet yoķdur. Eger āĥirle daĥı ziyāde münāsebet olaydı ĥakīm-i ˘alīm terk-ūlā etmek lāzım gelürdi” (Manisa 1506: 3-a). İnsanoğlu, var olduğu günden itibaren sürekli olarak kendini tanıma ve anlama uğraşı içinde olmuştur. Bu anlama süreci hiç kesintiye uğramamakla beraber, bu süreç doğrultusunda elde edilen bilgilerin üst üste konmasıyla birlikte bu uğraşı giderek birilim halini almış ve bu ilim,
Dr. Ramazan Sarıçiçek’in “Risâle-i Kiyâset-i Firâset /İlm-i Firâset adlı kitap çalışması,
Emine Gürsoy Naskali’nin editörlüğünü yaptığı kitapta yer alan Müellifi Bilinmeyen Bir Kıyâfetnâmeye Göre Karakter Tahlili (Abdülkerim Gülhan), İhtilâcnâmeler (Eren Ersoy), Manzum Kıyâfetnâmelere Göre Beden ve Kişilik (Bilal Aktan), Kıyâfetnâme (Mahmut Kaplan) çalışmaları kıyâfetnâme geleneğiyle ilgilidir.
olup 158 beyitten meydana gelmiştir. Türk edebiyatının ilk müstakil kıyâfetnâmesi Hamdullah Hamdi’nin eseridir. Müellifi Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada kayıtlı 29 varaklık Kıyâfetnâme, talik hatla yazılmış olup her varakta 13 satır bulunmaktadır. Kıyâfetnâmenin müellifiyle ilgili herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Manzum-mensur karışık tarzda yazılmış olan kıyâfetnâme iki bâb (bölüm) halinde düzenlenmiştir. Kıyâfetnâmenin başı Farsça yazılmış altı beyitlik bir nazım parçasıyla başlamıştır. Daha sonra “Evvelkisi isimden ahvâl-i müsemmâya nazar, ikincisi sûretten sîrete güzerdür” (Manisa 1506: 2) ifadesiyle kitabın çerçevesi ortaya konulmuştur. İsimden müsemmâya nazar bölümünde insana verilen ismin taşıdığı anlamla insanın tavır ve davranışlarının örtüşmesi, isminin ya da lakabının özelliklerini taşıması üzerinde durulmuştur. Bu bölümdeki açıklamalarda kullanılan isim ve örneklerin çoğu Arap dil ve kültürüne aittir. Bu da eserin bu bölümünün çeviri özelliği taşıdığını düşündürtmektedir. “ve daĥı ķavm-i ˘Arab isim ķomaķda kibār-ı selefüň her birinüň kem (3/a) ef˘āl-i lašīfe ve aĥlāķ-ı şerīfe birile iştihārı vardur. Ol fi˘l-i lašīfi ve ĥulķ-ı şerīfi umub śāĥibinüň ismiyle tesmiye iderlerdi. İsimden müsemmāda ma˘nâ šaleb ķılurlardı. Ol śāĥib-i ķalbü’l-mühim-i aśl-ı uśūl a˘nī ˘Abdü’l-Muššalib cedd-i rasūlden (˘aleyhi’s-selām) su’āl etdiler. Niçün evlādına esmānuň şerlüsün ve ĥademeňe ĥayırlısun ķorsun? Eyitdi: ˘Abīdimüz nefslerimiz içün ve evlādımuz a˘dāmız üzerine adlandıruruz. Ĥuśūśā kesb-i laķab gökden iner, cānib-i ĥakīmi ˘alīmden bī-hūde fi˘l vāķı˘ olmaz elbette. Ol ism-i nāziliň müsemmā ile münāsebeti vardur kemal mertebede şöyle ki andan ġayrla ol münāsebet yoķdur. Eger āĥirle daĥı ziyāde münāsebet olaydı ĥakīm-i ˘alīm terk-ūlā etmek lāzım gelürdi” (Manisa 1506: 3-a). İnsanoğlu, var olduğu günden itibaren sürekli olarak kendini tanıma ve anlama uğraşı içinde olmuştur. Bu anlama süreci hiç kesintiye uğramamakla beraber, bu süreç doğrultusunda elde edilen bilgilerin üst üste konmasıyla birlikte bu uğraşı giderek birilim halini almış ve bu ilim,
çeşitli kültürlerde farklı isimlerle anılmıştır. Batı kültüründe “fizyonomi
(physionomy), Doğu kültüründe ise “İlm-i Firâset” adlarını alan bu ilim
her iki kültürde de oldukça ilgi çekmiştir. İnsanların vücut özelliklerine
bakarak karakterlerini çözmeye yönelik ilk çalışma Hippokrates tarafından yapılmıştır. Eflatun (Platon) ve Calinus (Galenus) da İslam âlemindeki bu ilimlerle ilgili eserlerde sözü geçen âlimlerdendir (Pala 2002: 339).
Doğu kültüründe verilmiş birçok orijinal ve tercüme eserde öncelikle
firâset ilminin tanımı yapılmış sonra bölümleri belirtilmiştir. Zira bu ilim
dâhilinde eser veren âlimler, öncelikle firâset ilminin tanımını yaparak bu
ilmin gerekliliğini ortaya koymuş, sonra da bölümlerini belirtmişlerdir.
Yapılan bu tasniflerde firâset ilmi çoğunlukla iki ana bölümde incelenmiş
ve bu durum genel olarak kabul görmüştür. Bahsi geçen iki bölüm; “şer’î
ve hükmî” olarak adlandırılır. Üzerinde inceleme yaptığımız kıyafetnamenin ikinci bölümü iki ayrı kategoride ele alınmıştır. Birinci kategori
fenn-i kıyâfet; ikinci kategori ise ilm-i firâset’tir.
“El-ķısmu’ŝ-ŝānī fī ma˘rifeti’s-sīri be-vāsıŧa-i’s-suveri ve’l-firāseti:
Ve bu ķısm-ı ŝānī iki nev˘dür. Nev˘-i evvel fenn-i ķıyāfetdür ve nev˘-
i ŝānī ˘ilm-i firāsetdür. Evvelā nev˘-i evveli beyān idelüm ki idrāk-i
ķıyāfetle ˘ilm-i firāsete isti˘dād ziyāde ola.
Çıķılır nerdbāna pāye pāye
Žiyā az az virür ħurşīd aya
Bular tedrīcle her şey kemāli
O kim tedrīci yoķ ĥāżır zevāli
Neŝr: Ma˘lūm ola ki erbāb-ı ĥadīs lašīf-i mešālib-i sīre mebādī śuverden
bi’l-ķıyāfet intiķālāt ve imtiĥānāt idüb kerrār tecrübe ile merrāren ˘ilmi yaķīn taĥśīl ve ķıyāsāt-ı ˘aķliye’i tekmīl etmişler. Ve ĥukemā-i selef ve
fużalā-i ĥalef bu fende ħayli gūşīş etmişler. Nitekim Sabbāĥ-ı Ķulzüm
Ma˘ānī Seyyid ˘Ali Hemedānī radıya’llāhu ˘anhu Ķitābu Zaĥīretü’lMülūk’da buyurmuşlardur: Bir şaĥśıň gözleri gök ve ķılları ķızıl ve
egni ince olsa ve başında saçı sıķ olsa mār-ı ef˘ādan niçe ĥaźer olunurise
andan eyle (12/b) ĥaźer etmek gerekdür”(Manisa 1506: 12).
KIYÂFETNÂME’DE HAKKINDA HÜKÜM BULUNAN
UNSURLAR:
İncelemiş olduğumuz Kıyâfetnâme’de hakkında hüküm bulunan
uzuvlar şunlardır: Ağız, alın, ayak, baş, bel, boy, boyun, burun, çene, diş,
dudak, et, göğüs, göz, karın, kas, kol, kulak, parmak, saç, kıl, sakal, sırt,
tırnak, yanak ve yüzdür. Eserde uzuvlar değerlendirilirken; azlık-çokluk,
büyüklük-küçüklük, darlık-genişlik, eğrilik-düzlük, kalınlık-incelik, sertlik-yumuşaklık, uzunluk-kısalık, zayıflık-şişmanlık gibi özellikler açısından değerlendirilmiştir. Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada
kayıtlı eserdeki unsurlar Anadolu sahasındaki ilk müstakil kıyâfetnâme
olan Hamdullah Hamdi'nin "Kıyâfetnâme"siyle mukayese edilecektir.
AĞIZ:
“Giň aġız şecā˘ate delīldür ve šar aġız delīl-i śıĥĥat-ı ĥavāss-ı
bāšındur” (1506: 16-a).
Müellifi bilinmeyen "Kıyâfetnâme"de ağızla ilgili verilen hükümlerle
diğer kıyâfetnâmelerin hükümleri genellikle örtüşmüştür. Geniş ağzın
cesarete işaret etmesi ortak bir özellik olarak yer almıştır.
Dar ağız Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada kayıtlı eserde
sıhhat delili olarak ele alınmasına karşın, karşılaştırdığımız Hamdullah
Hamdi’nin eserinde olumsuzlanmıştır.
"Deheni teng eğerçi bihcetdür
Havf-ı kalbe velî 'alâmetdür
Bulmayasın ili ararsan eğer
Eğri agızlularda togrı haber" (Çelebioğlu 1998: 243).
ALIN:
“Giň alın ki anda šamarlar ve siňirler aňlanmaya muĥāśamaya ve nāsāzkārlıġa delīldür. Šar alın bilmezlige vaĥşete ve büyük alın kāmillige
ve miyāne alın ĥalķla ülfetde ve muvāsenetde i˘tidāle delīldür” (Manisa
1506: 14-b).
Alın, Manisa 1506 numaralı eserde dört kategoride ele alınmıştır:
Gin, tar, büyük ve miyâne. 'Gin' tabiri çok geniş alınlılar için kullanılmıştır
ve olumsuz bir kavram olan kavgacılıkla ve huyu kötü olmayla ilişkilendirilmiştir. Dar alın bilmezlikle, vahşetle, ahmak ve bencillikle bağlantılı
olarak ele alınmıştır. Büyük ve miyâne alın olumlu çağrışımları olan alın
modelleridir. Miyâne kavramı, mu'tedil (vasat) kavramıyla birlikte normal anlamında kullanılır. Büyük alın yerine bazı kıyâfetnâmelerde yumru
alın kullanılmıştır. Hamdullah Hamdi'nin kıyâfetnâmesinde alın çeşitlerine yüklenen anlam değerleriyle Manisa 1506 numaralı eserdekiler arasında tam bir örtüşmenin olduğu görülmüştür.
"Alnı gin olsa huyı çirkin olur
Tar olursa gabî ve hod-bîn olur
Gâlibâ yumrı olsa kâhil olur
Pes budur ahseni ki a'del olur" (Çelebioğlu 1998: 240).
BAŞ:
Kıyâfetnâmede diğer kıyâfetnâmelerde olduğu gibi başın büyüklüğü, küçüklüğü; vücudun kıllı olup olmaması; saçın rengi gibi özelliklerden hareketle kişinin huy özelliklerine dair göndermeler yapılmıştır.
“Beyān-ı siper: Baş büyük olmaķ himmet-i ˘ulyāya delīldür. Küçi baş
ķıllet-i ˘aķla miyāne i˘tidāle delīldür" (Manisa 1506: 14).
Kıyâfetnâmede geçen özellikler başka kıyâfetnâmelerle karşılaştırıldığında örtüştüğü görülür. Anadolu sahasına ait bir kıyâfetnâmede geçen
baş hakkında yazılanlar Manisa İl Halk Kütüphanesi’ndeki yazmayla
aynıdır.
“büyük baş himmet-i ˘āliye delīldir orta baş sıfatlarıñ i˘tidāline delīldir
küçük baş ʻaḳılsızlıġa delīldir” (İzmir Millî Kütüphânesi 1373/1)
Mustafa bin Evrenos’un “Kitab-ı Firâset ve Kıyâfet” adlı eserinde
orta baş’ın akılsızlığa delil olması genel kanaatin dışında bir durum olarak değerlendirilebilir.
“Faṣıl: Büyük baş himmet-i ʻāliye delíldür. Orta baş ʻaḳılsızlıġa
delíldür” (Türkdoğan 2014:180).
Büyük baş ve küçükbaşla ilgili kıyâfetnâmelerde benzer değerlendirmeler yapılmıştır. Kıyâfetnâmeler adlı çalışmada yassı baştan olumsuz
olarak bahsedilirken küçükbaşında diğer organlarla uyumlu olması durumunda güzel bir mizaca işaret ettiği belirtilmiştir (Çavuşoğlu 2004: 117).
"Başı büyük büzürg himmet olur
Küçük olursa 'aklı kıllet olur
Yassı olsa kafası insanun
Misli olmaz belâdet içre anun" (Çelebioğlu 1998: 239 ).
BEN:
“Burunda beň kibre ve ˘ucbe delīldür. Yüzde ben vefāya ve
meskenete delīldür. Göz ķapaġında ben mekre ve ĥasede delīldür. Egiňde
beň ˘işret sevgüsine delīldür. Gövdede beň eyü śıfatlara delīldür. Alında
beň devlete ve firāsete delīldür.” (Manisa 1506: 18-b).
İnsan vücudunun değişik yerlerinde bulunan ben farklı şekillerde
yorumlanmıştır. Yüzde bulunan ben vefâlı olma şeklinde değerlendirilirken göz kapağındaki ben hasetçi ve hileci olmayla ilişkilendirilmiştir.
Hamdullah Hamdi’nin eserinde benle ilgili bir bölüm yer almamıştır.
Vücutta değişik yerlerde bulunan benin daha detaylı bir şekilde tanımlandığı kıyâfetnâmeler de mevcuttur.
"Yüzde ve gövdede çok ben olmak ülfet azlığına ve avrata meyl itmemege ve kendisinde....(!) husulüne, kaş kılına bitişik yerde ben olmak
halk ile ülfet azlıgına; burnunun üstünde ben olmak sahibinin oglı ve kızı
yaşamamasına, burnunun bir tarafında mercimek kadar olmak sevgili
tabi'ate; üst tudagın orta yerinde olmak erkege mâ'il ve evladı olmamaga;
sag yanagında bahle(!); sol yanagında olmak keyd ü mekre ve şekâvete"
(Çavuşoğlu 2004: 165).
BOY:
“Yüksek boy sāde mizāca ve mübāreklige ve ġafletden ĥālīlige delīldür. Orta boy ĥikmete ve fıšnata ve i˘tidāl-i evśāf-ı bāšına delīldür. Ve ķıśa
boy kīne ve ˘adāvete ve fitneye delīldür” (Manisa 1506: 17-a).
Manisa 1506 numarada kayıtlı olan yazmada yüksek boya ve orta
boya sahip olmak olumlu özelliklere işaret olarak kabul edilirken kısa
boya sahip olmak bütün kıyâfetnâmelerde olduğu gibi fitne ve aldatmaya
işaret olarak kabul edilmiştir.
"Kâmeti her kimün ki olsa uzun
Olur ol sâfî-kalb ü sâde derûn
Kısa olursa kibr ü kîne olur
Mekr ile hîleye hazîne olur
İ'tidâl ile ola çü kâmet
Ana rahmet niş'anıdur hikmet" (Çelebioğlu 1998: 238 ).
BOYUN:
“Ķısa boyun delīl-i mekr u ĥabāŝetdür. Yoġun boyun delīl-i ġażab u
ĥamāķatdur” (Manisa 1506: 18-a).
Kıyâfetnâmelerde özellikleri verilen uzuvların kısa olması olumsuz
bir duruma işaret olarak kabul edilmiştir. Yoğun boyun sahibi olmak da
olumsuz bir özellikle ilişkilendirilmiştir. Hamdullah Hamdi eserinde
mu’tedil olan boynun güzelliklere işaret olduğunu vurgular.
"Uzun u ince ola çün gerden
Issı olur muhannes ü gevden
Yogun olsa sıgır gibi boyunı
Yimeg ile olur anun oyunı
Kısası mekri ile hıyânetdür
Mu'tedil olsa hoş 'alâmetdür" (Çelebioğlu 1998: 245).
BURUN:
“ Uzun ince burun yeyniceklige ve ĥiffet-i ˘aķla delīldür. Yaśśı burun
şehvete delīldür. Burun delikleri giň olmak ĥasede ve ġażaba delīldür.
Yükseklikde ve alçaķlıķda ve giňlikde ve šarlıķda mu˘tedil burun delīl-i
śıĥĥat ĥavāşś-ı bāšındur” (Manisa 1506:16-a).
Her unsur kıyâfetnâmede ele alınırken kendine has özelliklere göre
değerlendirilmiştir. Burnun ince olması, aklın hafifliğine, yassı olması kişinin şehvet düşkünlüğüne, burun deliklerinin geniş olması hasetçiliğe
işaret olarak kabul edilirken mu'tedil olması olumlu bir özellik olarak
nitelendirilmiştir.
"Burnı anun ki ince ola dırâz
Hıffet-i 'aklı anun olmaya az
Agzına burnı ucı ola yakîn
Şîr odur ana karşu turma hemîn
Her ki burnı delüği vâsi' ola
Hased ü kibr ü kîni câmi' ola
Olsa burnı kalaklı insanun
Öykesi öykesine sıgmaz anun
Burnı yassı cimâ'a lâzım olur
Agzı büyük dilîr ü mukdim olur" (Çelebioğlu 1998: 243).
ÇENE:
“İnce eňek ya˘ni küçirek benciklige ve ĥiffet-i ˘aķla delīldür. Ķatı büyük eňek tekebbüre (16/b ) delīldür. Mu˘tedil eňek delīl-i ˘aķldur” (Manisa
1506: 16-a-b).
Çenenin küçük ve büyük olması olumsuz bir özellik olarak kabul
edilirken mu'tedil (orta) olması olumlu bir nitelik sayılmıştır.
"Çün enek ince ola hıffet olur
Büyük olursa kibr ü gılzet olur
Mu'tedil olsa ıssı 'âkıl olur
Her neye tâlib olsa kâbil olur" (Çelebioğlu 1998: 245).
DİŞ:
“Uzun ve iri diş delīl-i şerr ü fitnedür. Mu˘tedil diş šoġru sözlülüge
delīldür. Eger diş nā-hemvār ola delīl-i mekrdür” (Manisa1506:16-a).
Dişlerin iri ve düzensiz olması karakter açısından olumsuz özelliklerle ilişkilendirilmiştir. Kıyâfetnâme geleneği içerisinde birçok uzuvda
olduğu gibi diş de mu'tedil(orta) olmak olumlu özelliklere işaret kabul
edilmiştir.
"Çünki seyrek uvag ola dendân
Gâlibâ za'f-ı cisme ola nişân
İri olursa şerr ü âfetdür
Eğrisi hîle vü hıyânetdür
Çün düz ola vü mu'tedil dendân
Kim ola yigleye dürri andan" (Çelebioğlu 1998: 244-245).
DUDAK:
“Ķalın šušaķ delil-i ĥamāķat ve šab˘-ı ġalizdür. Yufķa šušaķ delīl-i
fehm ü lešāfet-i šab˘dur. Ķızıl šušaķ eyüdür aķ šušaķ sehldür” (Manisa
1506:16-a).
Dudakların kalın olması istenmeyen nitelikleri içeren bir durum olarak kabul edilirken, ince ve kızıl dudaklara sahip olmak iyi karakter özelliklerine yorulmuştur. Hamdullah Hamdi'nin eserinde edebî benzetmelerden yararlanılmış, dudağın renginin galiz bir renk olması durumunda
dudak sahibi esrarkeşe benzetilmiştir.
"Yufka vü kırmızı olursa tutak
Anlanur lutf-ı tab' u fehm-i sebak
Ger galîz olur ise rengi gibi
Sahibi ahmak ola bengî gibi" (Çelebioğlu 1998: 244 ).
ET:
“Yumşaķ et fehme ve lešāfet-i šab˘a ve berk et ķuvvet-i tene ve ġılzeti šab˘a ve ża˘f-ı fehme delīldür.” (Manisa 1506: 17-b).
İnsanın yumuşak ete sahip olması hoş bir durum olarak görülürken
sert ete sahip olması teninin kuvvetini yansıtma olarak kabul edilmiştir.
Sert ete sahip olan insanların kaba ve ahmak olarak nitelendiği kıyâfetnâmeler de bulunmaktadır.
Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 49
"Her kişinün ki yumşak ola eti
Lutf-ı tab'ı çog ola fehmi iti
Katı olursa kuvvet-i tendür
Issı ammâ galîz ü gevdendir" (Çelebioğlu 1998:239).
GÖZ:
Anadolu sahasında yazılmış ilk müstakil kıyâfetnâme olan Hamdullah Hamdî’nin Kıyâfetnâmesi’nde, çukur göz hileci ve kibirli, kara göz
zekâlı, gök göz edepsiz ve kötü huylu, kırmızı göz cesâretli, çakır göz
bahadır, turna göz cesaretsiz, yumru göz kıskanç ve hain, kıpık göz hileci,
şaşı göz inatçı ve zorba, küçük göz hafif ve ihmalkâr olarak nitelendirilmektedir:
Gözi çukur olursa insanun
Reşki vü kibri çok olur anun
Göz karası zekâ alâmetidür
Surh olursa şecâat âyetidür
Gözleri gök olanda olmaz edeb
Gözi çakır bahâdur olsa aceb
Görmedi her ki gördi ömr-i dırâz
Turna gözli olanda cür’et-i bâz
Yumrı olsa hasîd ü hâyin olur
Mu’tedil bunlara mübâyin olur
Göz kıpıklığı mekre âyetdür
Dâyim olsa delîl-i hıffetdür
Olur ahvel mu’annid ü cebbâr
Bire bir diyesin kılur inkâr
Gözi büyüğün ıssı kâhil olur
Küçük olsa hafîf ü mühmil olur (Çelebioğlu 1998: 241-242).
50 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Üzerinde çalıştığımız Manisa İl Halk Kütüphânesi’nde kayıtlı olan
müellifi bilinmeyen kıyâfetnâmede göz ile ilgili değerlendirmelerin birçoğunun Hamdullah Hamdi’nin manzum kıyâfetnâmesindeki değerlendirmelerle örtüştüğü görülmektedir.
“Ve ĥayli büyük göz kāmillige delīldür. Küçi göz yeyniceklige (15/a)
ve miyāne göz vaķāra sebük-rūĥluġa delīldür. Ve küçi göz ki içeru
batmış ola mekr ü ĥasede ve ĥıyānetde delīldür. Göz ki yüzden yüksek
šomalıç ola bī-şermī ve nādānīdür. Göz tīz tīz yumulub açılmaķ delīl-i
mekrdür. Geç geç yumub açmak ķıllet-i fehme ve eblehlige delīldür.
Açılmaķda ve yumulmaķda miyānesi delīl-i ˘aķl u fehmdür. Ķatı ķara
göz delīl-i sevdādur. Çeşm-i ezraķ bī-şermīdür. Göz ki ķatı göklikden
aķlıġa māyil ola çaķır ola ķorķaķlıġa delīldür. Ķara göz ki ķatı ķara
olmaya delīl-i ˘aķldur. Şol göz ki baķmaķda ešfāl gibi baķa ve beşeresinde ĥande ve ferah žāhir ola šūl-i ˘ömre delīldür. Göz ki küçi ve ditrer
ve gök ola bī-şermī ve ĥīle ve şehvetperestlige delīldür. Göz ki od gibi
ķızıl ola dilīrlige ve şer-engīzlige delīldür. Gök göz ki śaruluġa māyil
za˘ferānī renk ola çoķ yaramaz śıfatlara delīldür.(15/b) Gözde gök noķšalar olmaķ delīl-i keŝret-i şerdür. Göz ki ĥadeķasınuň šolusunda šavķ
gibi nesne ola delīl-i ĥased ve ĥīndür ve şer-engīzlige delīldür. Śıġır
gözi gibi göz delil-i ĥamāķatdür. Göz ki bebegi altun gibi śaru ola ķıtāle
ve ķan dökmege delīldür. Göz ki ķızıl ola ve yuķaru ŧarafı ġalīz ola śıġır
gözi gibi nādānlıga ve zināya ve mestlige delīldür ve ġaflete dāldür.
Şehlā gözlülerüň yegregidür ve pīrūze gibi yaşıl göz ve śarulıġa māyil
gök delil-i evśāf-ı źemīmedür. Eğer yaşıllıķ ve göklükle anda ķızıl ya aķ
noķšalar ol ķatı yaramazlıġa ve mekkārlıġa delīldür. Ĥadeķa ki yüksek
ve gözüň bāķīsi alçaķ olsa delīl-i ĥamāķatdur. Ve küçi göz ki tīz ĥareket
ve tīz tīz yumulub açılıcı ola begenilmemiş śıfāta delildür. Kirpikler
śınmaķ ve bī-˘illet ĥareket itmek mekr ü kiźb ü ĥamāķate delīldür. Ditreyici büyük göz bī-devletlige delīldür. Dāyimā göz vurmaķ (16/a)
ya˘ni açub yummak ĥiyānete ve cünūna delīldür” (Manisa 1506:15b16a).
KARIN:
“Küçi ķarın ˘aķl u fehme büyük ķarın keŝret-i nikâha ya cimā˘a meyle
delīldür.” (Manisa 1506: 18-a).
Kıyâfetnâmelerde karnın küçük olması olumlu bir nitelik olarak ele
alınırken büyük olması olumsuz bir durum olarak nitelendirilmiştir.
Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 51
"Karnı büyük gabî ve câhil olur
Küçük olsa zekî ve kâbil olur
Karnı büyük kimesne olsa kasîr
Olmaya şerr içinde ana nazîr (Çelebioğlu 1998:247 ).
KIL:
“Ķarında ve gögüsde ķıl çoķ bitmek eblehliğe delīldür. Ķıl azlıġı
lešāfete ve kiyāsete delīldür.” (Manisa 1506: 14-a).
Kıl azlığı latiflik unsuru olarak öne çıkarılırken çok kıl bitmesi aptallık alameti kabul edilmiştir. Hamdullah Hamdi’nin eserinde “kıl” unsuruna değinilmemiştir.
KİRPİK:
“Kirpikler śınmaķ ve bī-˘illet ĥareket itmek mekr ü kiźb ü ĥamāķate
delīldür” (Manisa 1506: 15-b).
Kirpiklerin sık sık hareket ettirilmesi olumsuz bir nitelik sayılmıştır.
Hamdullah Hamdi’nin eserinde “kirpik” maddesi ele alınmamıştır.
KULAK:
“Büyük ķulaķ tünd ve tīzlige ve uzun ˘ömre ve küçi ķulaķ ĥasāsete
mu˘tedil ķulaķ ĥıfža delīldür” (Manisa 1506: 17-a).
Kıyâfetnâme geleneğinde büyük kulağa sahip olanların sert, kaba olmakla birlikte uzun yaşadığına dair bir inanış vardır. Küçük kulağa sahip
olmanın ihtiyaç sahibi, yoksul olmakla ilişkisinin kurulduğu görülürken
arzu edilen kulak biçiminin mu'tedil (orta) olduğu vurgulanmıştır.
Her ki har-gûş olursa câhildür
Gerçi hıfz eylemekde kâmildür
Küçük olsa kedi gibi gûşı
Ugrulukda unutturur mûşı
Lîk vardur büyüklüginde delîl
Ki ola sâhibinin 'ömri tavîl" (Çelebioğlu 1998: 240 ).
52 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
OMUZ:
“Yaśśı omuz devlete ve sa˘ādete šar omuz fikre ve ˘aķla yoġun bāzū
ķuvvete ve ˘ucbe ince bāzū šab˘ u nīke ve ince ketf ķıllet-i ˘akla ve yaśśı
ketf ĥamāķate ve ketf-i ĥamīde fikr ü fetānete ve mu˘tedil ketf ˘aķla
delīldür” (Manisa 1506: 18-a).
Kıyâfetnâmelerde omuzla ilgili değerlendirmeler kürek kemiğiyle
birlikte yapılmıştır. Yassı omuza devlet ve saadeti çağrıştıran bir anlam
yüklenmiştir.
"Omuzu sivri olsa insânun
Dîni vü mezhebi kem olur anun
Kısa olursa gâyet ebleh olur
İnce olursa 'acâyib esfeh olur
Egri olursa fikri togrı olur
Mu'tedil olsa 'aklı ugrı olur" (Çelebioğlu 1998: 246 )
PARMAK:
“Uzun barmaķ fehm tīzligine ķıśa barmaķ fehm kündlügüne barmaķlar ve aya nerm olmaķ delīl-i ˘aķldur” (Manisa 1506: 18-b).
Manisa 1506 numaralı eserde uzun parmak olumlu özelliklere işaret
olarak kabul edilirken kısa parmak anlayış kıtlığı gibi olumsuz özelliklerle ilişkilendirilmiştir. Hamdullah Hamdi’nin kıyâfetnâmesinde parmaklarla ilgili yakın değerlendirmeler yapılmıştır.
"Barmagı ayası uzun olanun
Uzluk olur her işde işi anun
Barmagı yumşak olsa zîrek olur
Tırnak ak olması mübârek olur" (Çelebioğlu 1998: 246 ).
SAÇ:
“İri saç şecā˘ata delīldür. Yumşaķ saç cebānete miyāne i˘tidāle delīldür. Başında saç çoķ olmak kesāfete delīldür” (Manisa 1506: 14-a).
Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 53
Saç kıyâfetnâmelerde sertlik ve yumuşak olma özelliklerine bakılarak ele alınmıştır. Sert saça sahip olanlar cesaret sahibi, yumuşak saça
sahip olanlarsa korkak olarak nitelendirilmişlerdir. İnsanın başında saçın
çok olması genellikle olumlu olarak değerlendirilmiştir.
"Saç irisi delîl-i cür'etdür
Sıhhat-i magza hoş 'alâmetdür
Yumşak olursa havfe şâhiddür
Issı gevden dimâgı bâriddür" (Çelebioğlu 1998: 239).
SAKAL:
“Kevsec ŝaķal zeyreklige delīldür. Degirmi meĥāsin delīl-i vaķār ve
temkīndür. Ziyāde uzun meĥāsin ķıllet-i ˘aķla delīldür. Meĥāsin-i tüg
delīl-i fehm ü lešāfet-i šab˘dur. Meĥāsin ķılı śıķ olmak delīl-i ġılzet-i
šab˘dur.” (Manisa 1506: 16-b).
Manisa 1506 numaralı eserde sakalın seyrek olanının makbul olduğu,
sık sakalın sertlik, kabalık alameti olarak değerlendirildiği görülmüştür.
Hamdullah Hamdi’nin eserinde de kalın sakalı olanlar sâkil olarak nitelendirilirken ince sakal zekâ ve akla işaret kabul edilmiştir.
"Rîş-i merdüm tavîl olursa eğer
Bil ki oldur ser-i tavîle-i har
Kalın olup sakalı ger ola gür
Sohbet içre sâkil olur anı sür
Ger degirmi olup ol bisyâr
Sâhibi ola anun ehl-i vakâr
Ol ki salmaz yüzine mû sâye
Bil ki dir len terânî Mûsâ'ya
İy dil andan sakın ki hîle olur
Mekr-i şeytân anunla bile olur
Rîş odur kim ola dakîk u kalîl
Fehm u 'akl u zekâya delîl" (Çelebioğlu 1998:245 )
54 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
SES:
“Avāz ki yoġun ve yüksek ola delīl-i şecā˘atdür. Ve ince ve nerm āvāz
delīl-i cebānetdür. Miyānı ve mu˘tedil āvāz yükseklikde ve alçaķlıķda
delīl-i aĥlāķ-ı ĥamīdedür. Yoġun āvāz ĥasede ve tekebbüre delīldür. Tīz
tīz söylemek fehm tīzligine ve ivceklige delīldür. Yüce āvāzla tīz tīz söylemek yaramaz ĥuya ve ġażaba delīldür” (Manisa 1506: 17-a).
Sesin insanlar üzerinde oluşturduğu tesirler bilinmektedir. Yoğun
bir sese sahip olmak cesaret göstergesi olarak kabul edilirken ince sese
sahip olmak korkaklık göstergesi sayılmıştır. Hamdullah Hamdi’nin
eserinde de sesle ilgili değerlendirmeler benzer niteliktedir.
"Her kimün gunne-y-ile olsa sözi
Ahmak u kibr ü kîne olur özi
İnce vü tîz ünli câhil olur
Bî-hayâ vü yalanda kâmil olur
Sözde cünbişde her ki sâri' ola
Fikr ü fehmi berk-ı lâmi' ola
Giç olursa olur tabî'atı giç
Hem-dem olma cihanda gevdene hiç
Âlî-himmet olur bülend-âvâz
Kısa ünlilerün yürekleri az
Savtı yogun olursa insânun
Hulkı bed hasmı çog olur anun" (Çelebioğlu 1998: 243-244 )
SIRT:
“Arķa ĥamīde olmaķ yaramaz ĥulķa ve šoġru arķa eyü ĥulķa delīldür.” (Manisa 1506: 18-a).
Her iki kıyâfetnâmede sırtın kambur olması olumsuz karakter
özelliklerine, toğru veya yassı olması da iyi karakter özelliklerine işaret
olarak kabul edilmiştir.
"Arkası yassı ehl-i kuvvet olur
Sâhibi cür'et ü sakâmet olur
Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 55
Egri olursa hûyı çirkin olur
Halk içinde sefîh ü hod-bîn olur
Arka kılı delîl-i şehvetdür
Bogaz ile omuzda cür'etdür" (Çelebioğlu 1998: 246 ).
TIRNAK:
“Ma˘yūb šırnaķlar pesendīde degildür” (Manisa 1506: 18-b).
Manisa 1506 numaralı eserde kusuru olan tırnakların makbul olmayacağı belirtilirken Hamdullah Hamdi’nin eserinde tırnaklara dair değerlendirme bulunmamaktadır.
YANAK:
“Yüz šolu et olmaķ kâhili ve cāhilīdür. Yaňaķda et çoķ olmaķ delīl-i
ġılzet-i šab˘dur” (Manisa 1506: 16-b).
Manisa 1506 numaralı eserde yüzün et dolu olması ve yanakta etin
çok olması kabalık alameti olarak belirtilmiştir. Hamdullah Hamdi’nin
eserinde de yanağın yumru olması olumsuz bir niteliktir.
"Yumru olsa anun yanagı dahı
Gin olup alnı tar olup zenahı
Hem saçı çog u az ise sakalı
Şerr içinde bulunmaya bedeli" (Çelebioğlu 1998: 238 ).
YÜZ:
“Arıķ yüz fehme ve īŝāra ihtimāma ve ķatı degirmi yüz cehle ve ķatı
uzun yüz ĥayāsızlıga ve ķatı büyük yüz kāhillige delīldür. Ve ķatı küçi
yüz ĥiffete ve ĥorluga delīldür. Ve küçilikde ve büyüklükde ve uzunluķda ve degirmīlikde ve semizlikde ve arıķlıķda mu˘tedil yüz begenilmiş
fi˘llere delīldür. Açıķ yüz eyü ĥulķa ekşi śūret yaramaz ĥulķa delīldür.
Zaĥmdan ve nesneler çıķmaķdan yüz nā-hemvār olsa nā-hemvārlıga ve
ziştlige delīldür” (Manisa 1506: 16-b).
Yüz kıyâfetnâmelerde en çok üzerinde durulan uzuvdur. Sert, katı
ve küçük yüz karakter açısından olumsuz özelliklere işaret kabul edilirken açık yüz olumlu niteliklerle ilişkilendirilmiştir. Manisa 1506 numaralı
56 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
eserle Hamdullah Hamdi’nin eserinde yüzün makbulünün vasatı (orta)
olduğu belirtilmiştir.
"Yüzi büyük her işde kâhil olur
Küçük olsa denî vü mühmil olur
Ger mülahham olursa gılzet olur
Yumrı olursa cehl ü sıklet olur
Çün göresin ki yüzi zerd ü nahîf
Mekr odundan kaçarsan olma harîf
Yüzi ol âdemün ki ola dırâz
Da'vîsi çog olur unutması az
Ekşi yüzlüde acı söz çokdur
Eğri yüzlüde togruluk yokdur
Âdem oldur derûnı sâde ola
Sûreti gül gibi güşâde ola
Eyü yüze bu vasf olur kâfî
Mu'tedil ola cümle evsâfı" (Çelebioğlu 1998: 242-243 ).
Kıyâfetnâmelerde insanların değerlendirme yapılan unsurları farklı
farklı sayılarda belirtilmiştir. Hamdullah Hamdi Kıyâfetnâmesi'nde 26
öğe etrafında değerlendirmesini yaparken Erzurumlu İbrahim Hakkı
Mârifetnâmesi'nde 32 öğe kullanmıştır (Canım 2010: 105-106). Kıyafetnâmelerde ele alınan unsurların birçoğu ortak olduğu gibi onlara
yüklenen anlamların da ortak ya da benzer olduğu görülür.
Sonuç
Sezgi ya da tecrübe ile elde edilen genellemeler kıyâfet ilminin
merkezini oluşturmakla birlikte bunlar genellikle toplumun ortak değer
yargılarından, inançlarından ve geleneklerinden kaynağını alır. Bu
genellemeler vardıkları sonuçlar bakımından günümüz bilim anlayışına
uzak düşmektedir. Bundan dolayı kıyâfet ilmi bir dönem “falcılık” olarak
algılanmıştır. Çeşitli ayet ve hadislerle ilm-i kıyâfete dair destekleyici
kanıtlar bulunsa bile kabul görmesi kolay olmamıştır. Kıyâfetnâmelerin
Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 57
vardığı genellemelerin kesinlik taşımaması ve her insanın kendine has
özelliklerinin bulunması da önceleri bu ilmin fazla ilgi görmemesine
neden olmuştur.
Günümüzde, modern tıp sayesinde her insanın gen haritası çıkarılıp
biyolojik özellikleri tespit edilebilmektedir. Tespit edilen fiziksel özelliklerden hareketle karaktere ulaşma gayretleri Batı’da da yapılmıştır.
Firâset ve kıyâfet ilimleri de yıllar boyunca insanların benzer özelliklerinden yola çıkarak genellemelere ulaşma yoluyla bazı çıkarımlarda bulunmuş ve bu çıkarımlar insan hayatının çeşitli safhalarında kullanılmıştır.
Bu ilimler çerçevesinde yazılmış kıyâfetnâmelerin temel amaçları da
insanların bu ortak özelliklerinin belirlenmesi ile iyi ve kötü yönlerinin
farkına vararak kendini ıslah etmesini sağlamaktır. Mesela, yaratılışında
bazı kötü durumlar bulunan kişilerin kesinlikle kötü huylar sergileyeceği
gibi bir kural yoktur. İnsanlar farkına vardıkları kötü huylarını çeşitli
kontrol mekanizmaları ile köreltebilir. İşte kıyâfetnâmelerin yazılış amacı
da insanların kötü huylarının farkına vararak bu huylarını köreltmesini
sağlamaktır. Yoksa bu türde verilen eserlerin amaçları hiçbir zaman
insanların kötü yönlerini ortaya koyarak onları ümitsiz bir duruma sokmak olmamıştır.
Kıyâfetnâmelerde insana ait organların biçimlerinde ölçülülüğün
öne çıktığı görülür. Bu düşüncede İslâm dininin ifratla tefritten sakınma
yaklaşımının etkisi olduğu söylenebilir. Dış organlarda görülen anormallik ve sakatlıklar ya da toplumun alışageldiği tipin dışında kalan tipler
mizaç ve karakter bozukluklarının yansıması olarak değerlendirilmişlerdir. Osmanlı toplumunda beğenilen insan tipinin fiziksel özellikleri şu
şekildedir: Orta boylu, küçük başlı, yassı ve yuvarlak yüzlü, siyah ya da
kumral saçlı, siyah gözlü, siyah yay kaşlı, sık kirpikli, küçük elli, uzun ve
yumuşak parmaklı, yumuşak etli (Erkal 1999:222).
Modern tıp çerçevesinde bazı durumların çeşitli rahatsızlıklara yol
açabileceği belirtilmiştir. Örnek olarak, renkli gözlü olan kişilerin migren
riski altında olduğu söylense de her renkli göz sahibi insanın migren
ağrısı çekeceği kuralı da yoktur. Bu durum sadece ortak özelliklerden
yola çıkılarak ortaya konan ancak genel geçer bir ispat niteliği taşımayan
bir sınıflandırmadır. İşte kıyâfetnâmelerin de çalışma sistemi bu duruma
58 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
benzer niteliktedir. Bu sebeple, yüzyıllardır kesin bir şekilde çözümlenemeyen ve doğadaki en mükemmel organizma olan insanoğlunu tanıma
amacıyla uzun çalışmalar yapılarak hazırlanmış olan kıyâfetnâmelerin
edebiyatımızda önemli bir yer tuttuğu söylenebilir.
Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada kayıtlı olan kıyâfetnâmeyle Türk edebiyatının ilk müstakil kıyâfetnâmesinin insan uzuvlarına
dair değerlendirmelerinin genel olarak örtüştüğü görülmüştür.
KAYNAKÇA
AKKUŞ, Metin(2006), " Kıyafetname", Klasik Türk Şiirlerinin Anlam Dünyası
Edebi Türleri ve Tarzlar, Erzurum: Fenomen Yay.
CANIM, Rıdvan (2010), Divan Edebiyatında Türler, Ankara: Grafiker Yay.
ÇAVUŞOĞLU, Ali (2004), Kıyâfet-nameler, Ankara: Akçağ Yay.
ÇELEBİOĞLU, Âmil (1998), “Kıyâfet İlmi Akşemseddinzâde Hamdullah
Hamdî ile İbrahim Hakkı’nın Kıyâfetnâmeleri” Eski Türk Edebiyatı
Araştırmaları, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, s.225-262.
ERKAL, Abdülkadir (1999), ”Kıyâfetnâmeler Üzerine”, AÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum: Sayı 13, s. 217-225.
PALA, İskender (2002), Kıyafet Maddesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C:V, İstanbul: Dergâh Yay.
MENGİ, Mine (1977),“Kıyâfetnâmeler Üzerine” TDAY, Ankara: Belleten,
s.299-309.
MENGİ, Mine, (2002), “Kıyâfetnâme” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C: XXV, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., s. 513-514.
SARIÇİÇEK, Ramazan (2014), Risâle-i Kıyâset-i Firâset /İlm-i Firâset, İstanbul: Büyüyen Ay Yay.
TÜRKDOĞAN, Melike Gökcan (2014), "İlm-i Kıyâfet ve Firâset Bağlamında
Mustafa Bin Evrenos’un “Hâzâ Kitab-ı Firâsetnâme ve Kıyâfetnâme”si, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C: VII, Sayı 34,
s.172-195.
YERDELEN, Cevat (1988), "Türk Edebiyatı’ndaki Kıyâfet-nameler ve Niğdeli
Visali’nin Vesiletü’l-İrfan adlı Kıyâfet-namesi", Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Yazma Nüshalar
Müellifi Yok, “Kıyâfetnâme”, İzmir Millî Kütüphanesi, 1373/1.
Müellifi Yok, “Kıyâfetnâme”, Manisa İl Halk Kütüphanesi, 1506.