01 Aralık 2019

RUH İLE BEDEN ARASINDAKİ DENGE

RUH İLE BEDEN ARASINDAKİ DENGE
RUH İLE BEDEN ARASINDAKİ DENGE ile ilgili görsel sonucu"
 Yaşam hep yeniden başlamaktır. 
Ve her yeni başlanılan gün bir öncekinin hatalarını mümkün olduğunca yapmamaktır. Kendimiz haricinde diğer insanları düşünmek, yardımcı olmak ve paylaşmak insan olmanın en iyi yönüdür. 
Bilincimiz ve bilinçaltında yaşadığımız düşünceleri hep iyiye yöneltmek hiçte zor değil. 
İyilik yaparsanız iyilik, kötülük yaparsanız kötülük sizi bulur. 
Evrenin yegane çekim yasası ve ilahi adaleti budur.
Hayata, ‘bitse de gitsek’ demeyin! Önce kendinize hizmet edin. Bizi para var etmiyor, parayı var eden biziz. An, gelmekle gitmek arasındadır… Ruh ile beden arasındaki şaşırtıcı denge… Ruha hitap ediyor, enerjiyi dönüştürüyor… Fizyoterapist Esra Turgay sanılanın aksine, insan vücudunda karşılaştığı en büyük problemin ‘ruh’ olduğunu “Önce kendinize hizmet edin”
Sizin zorluklarla başa çıkma konusunda en büyük yardımcınız nedir?
Anda kalmak! Esas varlık durumudur. Buradayım demektir. Ben de türlü türlü yaşam evrelerinden geçtim, bazı dönemlerde çok derin düştüm, ya da ortalamaya gelebilmek için çok çabaladım. Ama iki tane mesaj aldım bu evreler boyunca; bir tanesini paylaşmak istiyorum:
Yapım gereği hep bir şeylere koşturan ve verdikçe çoğalacağını zanneden bir insanken, “kendine hizmet başkalarına hizmettir” diye bir cümle okudum. Başlarda bana çok bencilce ve ters geldi fakat zamanla şunu fark ettim: Tıpkı uçaktaki gibi yaşamda da ‘ramak kala’ pozisyonlar vardır. Ölümle burun buruna geldiğimizi ve bunları ifade eden yumuşak bir tabiri hatırlayın: “Tehlike anında önce kendi oksijen maskenizi sonra çocuğunuzun maskesini takın.” Bu cümle, aldığım o mesajı çok netleştirdi. Kendime hizmet ilk sırada olmalı çünkü ben eğer hayattaysam ve sağlıklıysam ancak diğerlerine faydalı olabilirim.
Kendinize nasıl hizmet ediyorsunuz peki?
Kendimi ruhsal ve bedensel olarak dinliyorum. Öncelikle onların ihtiyaçlarını dikkate alıyorum ki bunlar çok büyük çaba gerektirmiyor. Dengede kalarak ve yargılardan kurtularak hizmet ediyorum ki anda kalmak bunu beraberinde getiriyor zaten. Sadece hedeflediğim ve istediğim şeylere odaklanarak değil, hedeflemediğim fakat o anda bana sunulan şeyleri de görmeye çalışarak yaşıyorum.
Anda kalmak, ruhu dinlemek, yargılardan kurtulmak… Bunlardan ev temizlemek, kediyi beslemek, çöpü çıkarmak gibi rutin ve kolay işlermişçesine bahsediyorsunuz. Aslında her biri çalışma gerektiren büyük konseptler değil mi? Kişisel gelişimde pratiği olmayan bir kesim için bunları nasıl daha elle tutulur bir hale getirebiliriz?
Evet çoğu insan bunları mistik birer konsept gibi algılıyor. Halbuki anda kalmak dediğimiz şey nefes almak, buradayım, hayattayım demek.
Yapılabilecekler üzerinden gidersek peki, mesela günde 5-10 dakika ayırarak ne yaparsak bu alanda kendimize hizmet etmiş oluruz?
Düşüncelerinizi düzenleyebilirsiniz mesela. İç sesinize kulak verebilirsiniz. Kendi kendinizle konuşabilirsiniz. Bugün bir yerim ağrıyor mu? Bedenimin harekete mi dinlenmeye mi ihtiyacı var? Zihnimin bana sormak istediği bir şey var mı? Bu soruları kendinize sorabilirsiniz. Bir süre sonra cevapları almaya başlayacaksınız. Yalnızlığa da çaredir bu. Kendi kendimizin arkadaşı olabiliriz.
İnsanların son zamanlarda bu kadar derin bir yalnızlık çekmesinin sebebi de bu değil mi zaten? Bir kendinden kopukluk söz konusu…
Eh tabii, sistem bizi bu duruma ister istemez sokuyor. 24 saatlik günümüzün sekiz saatini iş yerinde önümüze konanı yaparak geçiririz. Bunun karşılığında 100 TL aldık diyelim. Memnun oluruz. Şimdi özel hayatımıza dönerek istediğimizi yapabiliriz deriz. Eve dönerken karnımız acıkır, markete girer ve yiyecek alırız. Sistem bu yiyecekler karşılığında 50 TL’mizi bizden geri alır. Marketten çıkınca karşıda bir butik görürüz. Vitrinde bir kazak çarpar gözümüze, kendimizi o kazağın içinde hayal ederiz. Sıcak ve güzel görünür bu hayal bize. Gerçek olsun isteriz ve kalan 50 TL’mizi vererek bu kazağı alırız. Günün sonunda ömrümüzün 8 saati bir torba yemek ve bir kazak için harcanmış olur. Ertesi gün aynı döngüye yeniden gireriz. Bu düzende insanların robotlaşmaları çok normal.söylüyor. Ruh ile beden arasındaki şaşırtıcı denge…
Esra Turgay bu hayata insanlara dokunmak için gelmiş. Kelimenin gerçek anlamıyla dokunmaktan bahsediyorum hem de. Kendisi çok başarılı bir fizyoterapist. Daha doğrusu manuel terapist. İnsan vücudu, kas, sinir ve iskelet sistemi hakkında ayaklı bir ansiklopedi adeta.
Avusturya’da sıkı bir eğitimin ardından yedi sene boyunca iki ayrı uzmanla birlikte çalışmış. On binlerce insana şifa olmuş. Şifa kelimesini özellikle kullanıyorum çünkü etten kemikten oluşan insan vücudunu ‘tamir etmekten’ çok daha fazlasını yapıyor Esra Hanım. Ruha da hitap ediyor. Enerjiyi de dönüştürüyor.
Ben bu harika kadını kendi kelimeleri ile tanıyın istedim.  O yüzden daha fazla araya girmeden sizleri Esra ile baş başa bırakıyorum..
Röportaj: Esra Turgay
Bugüne kadar haftada seksen hastadan yedi senede neredeyse otuz bin insana temas ettiniz. Bu kişilerde gözlemlediğiniz ortak bir problemden bahsedebilir miyiz?
İnsan vücudunda en sık karşılaştığım problem, ruh ile alakalı. Fiziksel bir mekanizma var işleyen beden dediğimiz, sonra süptil beden var; bir de yaşayan ruh dediğimiz esas varlık var. Eğer genelleme yapmamız gerekirse, bu mekanizmayı kullanma kabiliyetine sahip fakat kendisini böyle bir üçlemede görmediği için fizikselin dışında kalan kısımlarını tanımamış bir insan topluluğundan bahsedebiliriz.
Fiziksel işleyişin yerinde olması bir bakıma bu üçlemeyi anlamakla yani akılla bağlantılı yani?
Aklının kullanım kılavuzunu elinde tutan insanlar doğru kullanacaklardır bedenlerini tabii ki de.
Bedeni doğru kullanmak nedir?
Onun fonksiyonlarını bilmektir. Bedenin bizimle iletişim dili olan ağrıyı tanımlayabilmek ve kelimelerini analiz ederek bedene yardımcı olabilmektir. Bize hizmet eden kişinin maaşını, sosyal sigortasını, dinlenme zamanını ve hem ruhsal hem de fizikse konstantrasyonunu düzenli olarak sağlayabilmek gibi. Bedenimiz için de bunları gözetmemiz gerekir. Biz ona ne kadar yardımcı olursak o da bize o kadar fayda sağlar çünkü.
Mesela, başımız ağrıdığında ağrı kesici alıp ağrının altında yatan nedeni göz ardı ediyoruz genellikle. Halbuki ağrı kesici sadece semptomu ortadan kaldırır. Ağrının kaynağını araştırmazsak bedenimizi ve ihtiyaçlarını ertelemiş oluruz.
“Hayata, ‘bitse de gitsek’ demeyin!”
Ne tür bir farkındalık bize bu yolda yardımcı olur?
Öncelikle, bu sürenin sadece kendi yaşamımıza dair ve çok kıymetli olduğunu bilmemiz gerekir. Hayata gelirken bir bedel ödemediğimiz için yaşlılığa kadar fonksiyonlarımızı yitirmekten, elden ayaktan düşmekten korkmayız. Çoğunluk, bir hastalık vuku bulana kadar bedenlerini ve ihtiyaçlarını göz ardı ederek yaşıyor. Fakat önemli olan, hastalanmadan ya da bir problemle karşılaşmadan önlem alabilmek. Bunun için de insanın kendini dinlemesi ve tanıması gerekiyor doğal olarak.
Bu farkındalığa en çok ihtiyacı olan kesimi düşününce, 09.00-17.00 masa başında çalışan beyaz yakalı büyük şehir sakinleri geliyor aklıma. Hayatları kariyerleri etrafında şekillenen ve sürekli koşuşturan bir kitle var. Merak ediyorum, iş hayatı dengeli bir insan için çizdiğiniz ideal resimde nasıl bir yerde?
İş hayatındaki çalışma süresi, kendi kişisel gelişimizi de içeren birçok konuyu kapsayan bir zaman dilimi. O işten edindiğimiz bilgileri ruhsal ve bedensel alanımıza nasıl taşıyabiliriz? Üretkenliğimizi bir çıta daha nasıl yükseltebiliriz? Bunları düşünmemiz lazım. Dönüştüren, geliştiren ve üreten insanlar halinde olmalıyız. Şehirde yaşayan insanların birçoğu işte geçirdikleri bir güne ‘bitse de gitsek’ bakış açısıyla yaklaşıyor. Hâlbuki o bitse de gitsek dedikleri sekiz saatlik süre iş değil, ömürleri. Bu bakış açısıyla aslında hayata, ‘bitse de gitsek’ diyorlar.
İş hayatı diye bir ayrım yapmak yanlış mı yani?
Bir bakıma. İnsanlar genelikle hayatlarını iş ve özel olarak ikiye ayırıyor; aslında böyle bir durum yok.  Her ikisi de aynı atmosfer içinde, aynı zaman diliminde var oluyor. İşten eve geldiğimizde kafamızdaki iş şalterini kapatmıyoruz. Yapabilen vardır mutlaka ama bu çok zor. Aynı şekilde işteyken de özel hayatımızla ilgili yansımaları tamamen kapatamıyoruz. İnsanlar genelde iş hayatıyla para kazanmayı ve bu parayla özel hayatlarında diledikleri yerlere varmayı hedefler.
Fakat bana göre iş hayatı dediğimiz şey, bir insanın dünya üzerinde geçirebileceği en iyi öğrenim sürecidir. Bu öğrenim sürecinde karşımızda çıkan bütün varlıklar bize çok iyi dersler verir, çok iyi mesajlar getirirler çünkü onlar bizim seçmediklerimizdir. Özel hayatımızda seçim hakkımız var ama iş dünyasında seçtiklerimizden çok, seçmediklerimizle irtibat halindeyiz. Zorluklarla başa çıkmanın en iyi yolu da bu derse iyi çalışmaktır.
“Bizi para var etmiyor, parayı var eden biziz”
Evet, ama dağın başında tek başınıza bir hayat sürmüyorsanız bu sistem artık hayatımızın bir gerçeği değil mi? Toplumun parçası olmak için belli bir ölçüde içinde yer almak lazım. Sizce bu döngüyü kırmak mümkün mü?
Evet, bizler topluluk içinde yaşayan varlıklarız. Artık mağaralarda barınarak, hayvanları avlayarak hayatlarımızı idame ettirmiyoruz. Bu bakıma şanslıyız fakat unuttuğumuz bir şey var: Paranın insan icadı olduğu… Birçok insan param varsa yaşayabilirim düşünce kalıbına giriyor. Evlilikler, ilişkiler, arkadaşlıklar bozuluyor bu düşünce yapısında.
Ama düzen gerçekten de para ile dönmüyor mu?
Evet, para ile dönüyor fakat ihtiyacımız olan kadar parayı kazandıktan sonra şunun da bilincinde olmak lazım: birçok şey aslında para ödemeksizin sunuluyor bize. Bunların en başında gelen de nefesimiz. Hayattayız, buradayız, varız ve eğer ruhsal ve bedensel olarak bu anlamda dengedeysek parayı tekrar kazanabiliriz.
Bizi var eden para değildir. Parayı var eden biziz. Üretkenliğimizi bozmamamız ve kazandığımız paranın miktarı ile kısıtlanmamamız gerekir. Düşünceleri düzenlemekten kastım da bu aslında. Bir yerde bir kahve içtim ve bundan çok keyif aldım. Aldığım keyfin boyutu benim kahve için ödediğim bedeli ifade etmiyor.
Şu an durum tam tersi. İsmi olan bir kafeye gidip, keyif aldığı için değil, harcama gücünü konuşturup boy göstermek için kahve içenler çoğunlukta.
Aynen öyle! Halbuki ben kahvemi evimde hazırlayıp bir termosa koyup gidip kumsalda ayaklarıımı uzatarak da içebilirim. Kahveden alacağım keyfi kendim belirleyebilirim.
“An, gelmekle gitmek arasındadır”
Kesinlikle katılıyorum. Peki, herkesin yapması gereken bir şey var mı tavsiye edebileceğiniz daha kaliteli bir yaşam için? Okumaları gereken bir kitap mesela ya da bir egzersiz?
Kitap değil de, herkesin kesinlikle NLP (neuro linguistic programming) eğitimi alması gerektiğini düşünüyorum. Hatta bu eğitim okullarda beş yaşından itibaren verilmeli bence. Fitness salonuna gidip kas geliştirmek gibi beynimizin de kaslarının geliştirmemiz lazım. Bu şekilde dünyada çok daha fazla mutlu insan olurdu.
Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Ah bu, en zor soru. O kadar fazla şey var ki… Yaşadığımız anın keyfini çıkarmak en önemlisi diye düşünüyorum. İnsanoğlu bir tek ölümle tanıştığı zaman durup düşünüyor. Bir tek ölüm durduruyor insanı, gerçekten de neyin önemli olduğunu sorgulatıyor. İnsanın sevdiklerine veda etmesinin gönlünde yarattığı yangını söndürecek birşey yok. Yaşam dediğimiz süre içinde iki tane net gerçek var: Biri, yaşam okyanusuna daldığımız yani doğduğumuz an. Diğeri de balık adam elbisemizi çıkarıp diğer boyuta geçtiğimiz durum. Geliyoruz ve gidiyoruz. Gelmekle gitmek arasındaki noktadır an. Birçok felsefe sisteminde de böyle geçer, yaşam sadece bir nefes boyu uzundur derler. Şu ya da bu şekilde harcamamak gerekir. 
Bunun bilincinde olun isterim. Bu bilinçle de hareket ederken kendimizi tanımalıyız. 
Çuvaldızı kendimize, iğneyi başkalarına batırmalıyız. Yani birini yargılarken önce kendini yargılamalısın. Sonra zaten kimseyi yargılayamıyorsun. İnsanın tek olmazsa olmazı kendini bilmek olmalı. “Kahve içmeden duramıyorum” diyorlar mesela. Durursun. Şunsuz yapamam, bunsuz olamam… 
Yaparsın da olursun da bunların hepsi izafi.  Motivasyon için ihtiyaç duyacağınız 3 adım Motivasyon için ihtiyaç duyacağınız 3 adım Motivasyon varsa ilerleme var, aksiyon var. 
Motivasyon yoksa bekleme, erteleme ve hüsran var. Kendinizi hiçbir şeye karşı motive hissetmiyor, bir türlü harekete geçemiyorsanız bu yazıdaki öneriler tam size göre!.. Bir koç olarak işim, insanları hayatta istedikleri noktaya getirebilmek: Danışanlarımın düşüncelerinde, inanç sistemlerinde ve hareketlerinde oluşturdukları, gelişimlerinin önünde duran engelleri keşfetmek ve ortadan kaldırmak. 
Bir diğer ifadeyle, mümkün olabilecek en iyi şekilde, başarıya giden yolda önlerini açmak. 
Bu meslekte, birlikte çalıştığım ve hayatlarına dokunduğum onlarca danışanımın istisnasız her birinden, bir noktada duyduğum ve ilerlemelerine en büyük engel olarak gördükleri bir kelime ile ilgili ulaşıyorum bugün size: Motivasyon. Motivasyon ile ilgili gözlemlediğim iki genel yargıdan bahsedeceğim öncelikle. Sonra da alternatif bir bakış açısı sunarak, motivasyon konusuna yeni bir perspektiften bakacağınızı ve ileriye dönük çok daha kolay adım atar hale geleceğinizi ümit edeceğim. Bakalım, motive olmak konusunda sizleri motive edebilecek miyim? Motivasyon ile bilinen yanlış yargılar 
1-Bu genel yargılardan ilki, motivasyonun kontrolsüz bir şekilde Balkanlar’dan gelen soğuk hava akımı gibi belirli aralıklarla oluşan; sonra yine kafasına göre geldiği gibi giden bir his olduğu yönünde. Bu yargıda kişinin motivasyon yaratmak gibi bir meziyeti yok; sadece geldiği zaman -artık o da ne zaman olursa- aksiyon alıp almama gibi bir seçim hakkı var. 
 İkinci genel yargı ise aksiyonun motivasyon geldikten sonra alınabiliyor olduğu yönünde. Kilo vermek istiyorsanız, iş kurmak istiyorsanız, yazar ya da müzisyen olmak istiyorsanız, gereken fedakârlıkları yapabilmek ve başarılı olabilmek için önce motivasyonun olması gerektiği inancı var çoğunlukta. Günün sonunda motivasyon varsa ilerleme var, aksiyon var. Motivasyon yoksa bekleme, erteleme ve hüsran var. “Yapmak istiyorum ama motivasyonum yok” cümlesini kaç kere kullandınız acaba hayatınızda merak ediyorum. İçinizden “Off, evet yaa!” diyorsanız okumaya devam edin. Çünkü işinize yaracağını düşündüğüm bir planım var. 
 Adım 1: Sebep Sonuç İlişkisini Yeniden Kurmak 
“Motivasyon gelince aksiyon alınır” aslında yanlış bir yargı. Hadi, yanlış demeyeyim ama sizi son derece pasif ve çaresiz bir konuma sokan bir sebep sonuç ilişkisi bu. İşin aslı bunun tam tersi. Yani aksiyon alınınca motivasyon gelir çoğunlukla. Küçük de olsa bir adım atmak hareket yaratır ve hareket halinde olan bir şeyi yürütmek, ilerletmek çok daha kolaydır. 
isimli kitabın yazarı James Clear bu sürece, ‘Aktif İlhamlanma’ adını koymuş. Aksiyon almak için motivasyonun bizim hanemize de uğramasını beklemek yerine, kendi kendimizin ilham kaynağı olup, aktif bir tavırla, istediğimiz yöne doğru ufacık bir adım atmakla başlıyoruz ilerlemeye. Ve bu ilerleme ile motivasyon doğuyor; ufak bir adım büyük bir yolculuğu beraberinde getiriyor. 
Zaten bir işe başladıktan sonra gerisini getirmek ve bitirmek, o işe başlamaktan daha kolay değil mi? Spor salonuna gittikten sonra spor yapmak, evden çıkıp spor salonuna gitmekten daha kolay. Yani, motivasyon söz konusu olduğunda asıl mesele ve çoğumuzun zorlandığı kısım işin başlangıcı. Bu mantıkla da bizim odaklanmamız gereken yer işin başlangıç kısmı. Ve başlamak için artık motivasyon beklemediğimize göre, bize ilk adımı ne attırır? O işin kolaylığı.
Adım 2: İlk Adımınızı Kolaylaştırmak
Kilo vermek isteyen ve halihazırda herhangi bir fiziksel aktivitede bulunmayan bir kişinin, bir pilates sınıfına yazıldığını ve haftanın üç günü işinden çıktıktan sonra evinden beş kilometre uzaklıktaki bir spor salonuna gitmesi gerektiğini düşünün. Sizce, kilo verme yolculuğunda bu, ne kadar kolay bir ilk adım? Bana sorarsanız zor. Bu kişinin aşırı motive ve kararlı olduğunu varsaydığımızda bile, sürecin sürdürülebilirliği konusunda büyük soru işaretleri yaratan bir aksiyon bu benim gözümde. Onun yerine yapmak istediğiniz her ne ise, kolay bir ilk adım bulmak ve yola buradan başlamanın daha kalıcı sonuçlara yol açtığını gözlemledim ben kendi danışanlarımda. Bu noktada ilk adımınızı kolaylaştırmak için;
• Fiziksel çevrenizi düzenleyin:
Yaşadığınız ortamı, ulaşmak istediğiniz hedefe uygun hale getirin. Örneğin, düzenli bir şekilde ders çalışmak ya da yazı yazmak istiyorsanız, kendinize bunu yapabileceğiniz uygun bir alan yaratın. Rahat, düzenli ve temiz bir çalışma masasına oturup iş yapmak, üzerinde faturalar, kağıtlar, yeni yıkanmış çamaşırlar, yemek artıkları vs. olan bir masaya oturup iş yapmaktan daha kolay olacaktır.
• Görünürlüğü artırın:
Hayatınızda daha fazla ne olsun istiyorsanız, fiziksel alanınızda da bulunmasını sağlayın. Sağlıklı beslenmek istiyorsanız, mutfak tezgahınızın üzerinde sağlıklı atıştırmalıklar, buzdolabınızın kapağında kendinizi en ince ve seksi hissettiğiniz resminiz olsun. İstediğiniz şeyi adeta gözünüze sokun, kaçınılmaz hale getirin. Ulaşımını kolaylaştırın.
• Yapmamanız gerekenleri zorlaştırın:
Aynı mantıkla, istediğiniz hedef doğrultusunda neleri yapmamanız gerekiyorsa, onlara ulaşımınızı zorlaştırın. Sigarayı bırakmaya çalışıyorsanız, sigara paketini her kullanımdan sonra evin en uzak köşesine bir çekmeye koyun, gözünüzün önünden kaldırın. Dizi izlemekten kurtulmaya çalışıyorsanız Netflix aboneliğinizi iptal edin. Yapmamanız gereken her ne ise ulaşımınızı zorlaştırın, araya engeller koyun.
• Beş dakikanın altında tutun:
İlk adımınız her ne olacaksa beş dakikadan daha fazla vaktinizi alan bir şey olmasın ve günlük rotanızın içinde yer alan bir mekanda yapabileceğiniz bir şey olsun. Başlangıç için, her sabah beş dakika boyunca yatak odanızda egzersiz yapmak, serviste işe giderken kitap okumak, işten eve gelince spor kıyafetlerinizi giymek gibi son derece basit ve kolaylıkla uygulayabileceğiniz bir adım seçin kendinize. Tüm bunlar sonucunda eğer ilk adımınızı atmayı başarırsanız, ki başarmamanız için hiç bir neden yok, motive de olacaksınız. Ve bu hareketi bir süre devam ettirebilirseniz, büyük bir olasılıkla hayatınızda aldığınız birtakım kararların da iyi yönde etkilendiklerini göreceksiniz. Bir kartopu etkisiyle küçük de olsa sonuçlar almaya başlayacaksınız ve motivasyonunuz da aynı oranda artacak. İşte bu noktada ‘aktif ilhamlanmanız’ sonucu, kendi kendinize yaratmış olduğunu bu motivasyonla ne yapacağınızı bilmeniz elzem. Bu da bizi üçüncü aşamaya getiriyor.
Adım 3: Motivasyonu Planlamak
Yazar James Clear ve Sarak Peck’e göre, insanların yapmak istedikleri şeyleri yapacak motivasyonu bulamamasının ardında yatan neden, vakitlerinin ve enerjilerinin çoğunu yanlış noktaya harcamaları. Clear’a göre, ‘Sporunuzun belli bir saati ve yeri yoksa her gün, “Acaba bugün spor yapacak motivasyonu bulabilecek miyim?” diye uyanırsınız. Eğer işletmenizin belirli bir pazarlama stratejisi yoksa her gün işe “Umarım bugün kendimi bir iki yerde tanıtabilecek bir fırsat yakalarım” beklentisi ile gidersiniz. Eğer yazı yazmak için her gün kendinize ayırdığınız bir zaman dilimi ve belirli bir mekan yoksa, kendinizi “Bugün yazı yazmak için gerekli iradeyi toplayabilirim umarım” gibi kelimeler kurarken yakalarsınız.
Sonuç olarak, elinizdeki kaynakları nerede ve ne zaman çalışacağınıza kafa yorarak harcarsanız, işin kendisini yapmaya yeriniz kalmaz.
Bu nedenle kendinize bir plan yapın. Alışkanlıklarınızı programlayın. Bir saate, yere ve düzene oturtmakla başlayın. Neyi ne zaman nerede yapacağınız konusunda herhangi bir soru işaretiniz kalmasın. Bu şekilde karar verme mekanizmanız boşa çıkacak ve kafanızı sadece yapmanız gereken işe yoracaksınız. Bu konuda da size son derece büyük yardımı dokunacak son bir tüyo ile bu yazıyı tamamlamak istiyorum. 
Kendinize bir defter alın.  Haftalık vizyonunuzu, neler başarmak istediğinizi, nasıl hissetmek, görünmek ve davranmak istediğinizi yazın. Günlerinizi planlayın; motivasyonunuz olsun olmasın, canınız istesin istemesin, neyi ne zaman nerede yapacağınızı defterinize yazın. Ekstra bir motivasyon istediğinizde haftalık, aylık ya da senelik vizyonunuzu okuyun. Kendinize, fedakârlığınızın ve yapmak istediklerinizin ardındaki nedenleri hatırlatın. Faydasını göreceksiniz, bana inanın. Tüm bu bilgiler ışında size soruyorum. Yapmak istediğiniz ama bir türlü kendinize çeki düzen verip, motivasyonum yok diyerek, ertelediğiniz, yapmadığınız o şey her ne ise beklemeye devam mı edeceksiniz? Yoksa kendi motivasyonumu kendim yaratırım, hayallerimi yeteri kadar beklettim zaten diyerek ilk adımınızı atacak mısınız?
Seçim sizin.
Hepinize gelişim ve sorgulama dolu bir hafta diliyorum. Kendinize iyi davranın.
6 maddede kendimizi neden tanımalıyız? 
 Hayatları boyunca arayışta olan ve mutluluğu bazı şeylerin gerçekleşmesine ya da elde edilmesine bağlayanlar Mutluluk gerçekten de dışarıda değil, içeride! 6 maddede kendimizi neden tanımalıyız? Hepinize merhaba. Umarım güzel bir hafta geçiriyorsunuzdur. Ekim ayı benim için son derece hareketli geçti.  Başlattığım bir senelik sosyal medya projesi doğrultusunda, günlük koçluk egzersizleri düzenlemeye ve paylaşmaya başladım. Bu ayın egzersizlerini, kişisel gelişimin çıkış noktası olarak gördüğüm, “kendini tanıma” konsepti çerçevesinde kurguladım ve ay boyunca kendimizi daha iyi tanımamıza yardımcı olan paylaşımlarda bulundum. Bu yazıda, kendimizi tanımanın önemini ve faydalarını anlatarak kişisel gelişim yolculuğunuzda büyük resmi görmenize destek olmak ve motivasyon sağlamak istiyorum. Her zaman söylediğim gibi, neyi neden yaptığımızı bilmek, farkındalığımızı oturtmak için son derece elzem. Kendimizi neden çok iyi tanımalıyız? Gelin, bu soruya beraber cevap verelim: 
1- Mutluluk içimizde: 
Hayatları boyunca arayışta olan ve mutluluğu bazı şeylerin gerçekleşmesine ya da elde edilmesine bağlayanlara kötü haber: Mutluluk gerçekten de dışarıda değil, içeride. Mutlu olmak için öncelikle bizi neyin mutlu ettiğini bilmemiz gerekir. Bu da kendimizi tanımaktan geçer. Paranın, şanın, şöhretin, gücün ve bunun gibi daha birçok dünyevi titrin mutluluk sağlamak adına evrensel bir gücü yok. Kimileri için bunlar geçerli, kimileri için önemsiz, kimileri için ise kendilerini tamamen kaybedecekleri yola bir giriş bileti sadece. Önemli olan sizin özünüzde nasıl bir insan olduğunuz ve nelerle beslendiğiniz. İnsanlar kendi doğrularını ve değerlerini yaşadıkları sürece mutluluğa ulaşırlar. Olması gereken yaşandığında ya da başkalarının doğruları benimsendiğinde değil. Kendi güçlerimiz, korkularımız ve zaaflarımızla ne kadar aşina olursak, bizim için en doğru olan hayatı şekillendirmemiz de o kadar mümkün olur. Yakın çevrenizde tanıdığınız insanları bir aklınızdan geçirin… Hangileri kendilerine iyi gelen, gerçek güçlerini gösterebildikleri, parladıkları bir işte çalışıyor? Hangileri kendilerini besleyen, gerçek anlamda huzur buldukları bir ilişki yaşıyor? Kaç tanesi bir hedef uğruna yüzde yüzünü vererek çabalıyor? Ve milyon dolarlık soru: Kimin gerçek anlamda iç huzuru var ve mutlu? Aradaki farkı görmek hiç de zor değil, değil mi? Bu farkı yaratan da kişisel farkındalığın ta kendisi. 
 2- İç çatışma can sıkar: 
Gece yastığa başınızı koyduğunuzda kafanızın içinde geçen konuşmaları ve tartışmaları benden daha iyi biliyorsunuz. “Neden böyle yaptım? Doğru mu yaptım? Başka seçeneğim var mıydı? Aklım başka bir şey diyor, kalbim farklı bir şey, arada kaldım…” Dışarıya yansıttığımız hareketlerle, içimizde yaşananlar uyuşmadığında kendimizi iki taraftan çekiştiriliyormuşuz gibi hissediyoruz. Halbuki kendimizi gerçek anlamda tanısak böyle bir ayrım olmayacak. Yaptıklarımız, düşündüklerimiz ve hissettiklerimiz bir uyum içerisinde olacak ve kafamızın içi bir huzur dünyasına dönüşecek. Bu konuyu en çok karşı cins ile ilgili kafası karışık arkadaşlarımda gözlemliyorum. Her ilgi gördüğü insana aşık olduğunu zanneden, sonra kendini ve duygularını sorgulayan, bu süreçte bazı davranışlarda bulunup sonrasında pişmanlık duyan bir karakteri eminim siz de tanıyorsunuz. “Şöyle mi, böyle mi, gerçek mi, boşluktan mı?” diye diye kendi kendilerini yer bitirir bu kişiler. Halbuki kendisini tanıyan insanda durum çok daha kolay çözümlenir. Bu kişi neyi neden yaptığını bilir. Birinden hoşlandığı zaman bunun nedenini de, kendisi için sonuçlarını da çok net bir şekilde görür ve tereddütsüz karar verir. Verdiği kararı sorgulamaz ve büyük krizleri bile kendine ve çevresine eziyet etmeden atlatır. 
 3- Kararsızlık başa bela: 
4- Otokontrol önemlidir: 
 5- Çevre baskısına karşı güçlü kalın: 
 6- Tolerans ve empati kişisel farkındalık ile artar: 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...