ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
ikinci ve birinci makamlara inmesi ve iltifatı kesilir. Bu nefs-1mülhimesi tabiatı haline gelen üçüncü makamdan kendi tabi-ati olan iki aşağı makamın tarafına İltifat etmekten ve onlaradönmekten geri durmaz. Sâlikin gafletini bekler, nefsini yürüt*inek veya durdurmaktan gâfü bulduğu an, hemen eski alışkanlıklarına döner. Çünkü nefis, daima asıl huyuna dönmekisteğindedir.Nefsi üçüncü makamdan dördüncüye çıkarmak, ancakmahbubun ve maşuka (sevgiliye) kavuşmayı düşünmek, arzulamak ve zikretmekle olur. Sâlik, hayran olmak, aşk ve vecdhalleri yaşamakla kemâl makamını bulabilir ve o zaman nefsinin daha aşağılara meyletmesinden tamamen emin olur. Buüçüncü makamda sâlik, nefsinin geriye döneceğini sezince kalbi kesik kesik atar, gözü döner ve afallaşır. Nitekim Mecnunve Leylâdan bir hikaye bu manâya işarettir.Mecnun der ki: Deveme binip sevgilimin iline doğru yürüdüm. Devemi hızla sürdüm. Epey yürüdükten sonra uyku bastırdı. Uyandığımda devenin beni yavrusunun bulunduğu yeregeriye götürmüş olduğunu gördüm. Sonra tekrar deveme binip yola koyuldum. Deveyi evvelkisinden daha hızlı ve dikkatlisürdüm. Fakat yine uykuya dalıp deveden gafil olunca, kendimi eski yerimde buldum. Bu hali defalarca tekrar ettimse deher defasmda kendimi yine aynı yerde buldum. Hayret ve acziçinde kaldım. Çare ve tedbir kalmayınca kendimi devenin sırtından aşağı attım, ayağım kınldı. Buna rağmen inliyerek,sürüne sürüne nihayet Leylâ'nın iline vardım.Mecnun’un kendisini devenin sırtından yere atması, aczin,zilletin, kırgınlığın ve kulluğun gösterilmesine işarettir. Çünkü bu 4 vasıf, bütün isteklerin oluşuna sebeb ve yardımcıdır,özellikle zillet, muhtaç olmak ve acizlik sadetin iksiridir. Gerçek sâlik, zillet, yani kendini aşağı görmek ile lezzet alır, ihti yaç ile nimetlenir, acizlik ile razıdır ki, bu onun âdetidir.öyleyse bir kere basiretle bak ki bu mukarrebler yolu nekadar güzel bir yoldur ve ne lezzetli halleri vardır. Sâlilderinmakamları pek yüksektir gönülleri çok hoştur. Çünkü, korkuve üzüntüden arınmıştır. Eğer zelil olsalar aziz onlardır, fakir
654
MARİFETNAME
iseler zengin onlardır. Sermayeleri zül ve iftikârdır (ihtiyaçtır)meskenetleri (acizlikleri) izhardır.
KISIM: 6
Üçüncü makamda bulunan nefs-i mülhimenin güzel halleriyle vasıfları, nefsin kötü meyillerden arınmasının özeliklerive açıklaması.Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Üçüncü makamda sâlik, lâtif-i ruhanî ve âşık-ı rahmanıkalbinde irfan nuru güneş gibi doğar ve ruhuna, kemâle ermemüjdesini verip Allah’a kavuşma rüzgârını estirir, kalbindekiperdeleri kaldırıp, nefsinin en büyük ve çirkin zevklerini yokAllah’ı görmekten utangaçtır. Çünkü, ruhun duyduğu şiddetlieder. Çünkü üçüncü makam, ruhun güzel makamıdır. Ruh isesevinçler, kendisinin ona kavuşmasına engel olmaktadır. Fakatnurlu perde ve onun sevinçleri makbul ve faydalıdır. Çünkü,utanma ve sevinmesi Allah’ın Cemâlini görmeyi istemek veona kavuşma devletini arzulamaktadır. Zül ve iftikar (aşağılıkve fakirlik) duygularından lezzet alır. Şevki arttıkça sabır vekaran kesilir.V Bu makamda âşıkm mâşûka olan şevki, arzu ve isteği arttıkça ve sofu üstadlarmın, bu makamdakıler için yazdıklanşiirlerle İlâhîleri duydukça ve nağmelerini dinledikçe sevgilisine kavuşmaktan başka bir zevk ve kararı kalmaz. îzzet-i nefsini kırıp, ayıplanma ve değer vermeye aldırmaz. Giyimindehalkın değer verip vermemesini düşünmez ve öyle hareket ederki, hiç kimsenin yanında itiban kalmaz. O aşık bunlardan lezzet alır. Bu içten sevgisiyle, yalancı sevenlerden ayrılır. ÇünküSeviyorum diyenler çok ise de, sözünde doğru olan çok azdır.Muhabbette doğru olan, yani gerçek aşık, kalbinde sevgilisinden başka şey kalmıyan, insanlan unutan ve insanların da kendisini unuttuğu kimsedir. Sevginin bir şartı da şudur ki; sevenmutlaka sevgilisinin her emrine itat eder ve boyun eğer.
655
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
Tabiat âleminde kalan ve hakikat ilminden habersiz olupAlah’a ortak koşanlar, nefsin gururunu kırmanın emir ve yasaklara aykırı olduğunu zannederler. Tabiî bunlar, namaz veorucu terkettikleri gibi, hac ve zekâtı da menederler, şehvetlere bağlıdırlar, yasak edilen şeyleri yaparlar. Bunların iddialarışudur: Bu tüm yaptıklarımız ve yapmadıklarımız, sırf kabahatimizi örtmek, nefsimizi kırmak ve, itibarımızı düşürmek içindir. Hakkı bulan ve seven biziz. Canımız onu bulmuştur ve bizim gibilerin boynundan şeriatın teklifleri kalkmıştır» Bunlar,bu iddiaların boş hayaller, sapıklık ve küfür ve Cenab-ı Hak’km lânet ettiği şey olduğunu bilmiyorlar mı? Onların bu sözlerive fiilleri hiç bir dine uygun olmadığı gibi, hiç bir mezhebe deuymaz. Demek ki, bu mezhepten olanlarda şeytanî hayaller üstün gelmiş ve gururlanmayı nefsin emirlerinden saymışlardır.Bunlar günah olan şeyleri yapmakla gönülleri kararmış, ibadetve riyazattan (nefsi terbiye etmekten) '.^sanmışlardır. Fakatâşıklar şuna inanmışlardır ki, nefsin gururunu kırmaktan maksat saygıyı gerektiren makam ve şöhretlerden ayrılmaktır. Bunlar şeriat emirlerine bağlı, sahabelerin hareketlerine uyan, bü yük velilerin âdetlerine göre yaşayan kimselerdir. Bunlar nefislerini yenmek için izzet-i nefislerini kırar, halkın nazarındadeğersiz görünen işleri yaparlar. Meselâ evlerine taşınacakşeyleri el ve sıtlannda pazara götürüp getirirler. Hamur tahtasını ve ekmek teknesini başlarına koyup götürmekten çekinmezler. Aüe ve komşuları için su getirip odun kırar, kapılarınönünü süpürür, evlerindeki hayvanların hizmetlerini görürler. Bağ, bahçe, tarla ve harman işlerini kendileri yapar, dükkânlarım kendileri idare ederler. Süslü ve kıymetli elbise giymek için çalışıp yorulmazlar. Ancak soğuk ve sıcaktan korunmak için eski elb'seler giyerler. Bunun gibi, Alah’ı düşünmekve O'na yaklaşmaktan insanı engelleyen her engeli keserler,Üçüncü makam, aşk makamı olduğundan bu makamdakiâşığa izzet-i nefsini kırmak kolay gelir. Bu hal onun ruhunazevk ve lezzet verir. Arifler gözünde aziz, Allah’ın yanında kadir ve kıymeti çok olur.
656
MARİFETNAME
KISIM: 7
Üçüncü makamda ruhanilerin sâlike hitab ve senası, onunkendilerinden kaçması ve Cenab-ı Hak’ka yönelerek fâni olması.Ey azizi Ehlullah diyorlar ki:Üçüncü makamda sâlik, nefsinin gururunu tamamen kırdığı zaman, kendisini Cenab-ı Allah’tan uzaklaştırmaya sebepolan şeytani nefsi ölür gider. İşte o zaman ruhânilerden ona,emir ve yasakların ne olduğu bildirilir. Fakat gerçek sâlik, onlara iltifat ve itibar etmez ve onlardan korkmaz, kendisine sevinç ve üzüntü gelmez. Çünkü, hepsinin de kendisini istediğinden alıkoymak çabasında olduklarım bilir. Onun için onlardanuzaklaşır ve Allah’la meşgul olmaya çalışır.Eğer sâlike, ruhânilerden hiç bir konuşma gelmezse, bu,onun için daha hayırlı ve faydalıdır. Çünkü bir çok sâlik işitmedikleri nice garip seslenişleri, Allah’m hitabı sanıp, murad-larma erdiklerine inanır. Mücahedelerinde gevşeklik olur vetabiat âlemine döner. Bu da üçüncü makamın tehlikelerinden-
dir.
Bu makamda sâlike fenâ haleti gelir. Onun dördüncü makama çıkıp, nefsinin mutmain olmasına yardım eder. Bu makamda ona gelen fenâ, öyle bir hâldir ki, onu bütün duygularından alır. Her duyu organı kendi duygusundan geçip, idrâkeder gibi olur. Halbuki, her biri kendi idrâkinden muattal kalır. Meselâ gözü açık olduğu halde, karşısındaki şeyi görmezolur. Bu sâlikin hâli, başına bir musibet gelmiş bir kimseninhaline benzer ki, kimse bir arkadaşının yanından geçip onugördüğü halde, ona ne selâm verir, ne de onunla konuşur. Sonra o arkadaşı ona, size karşı kusûrum nedir ki, yanımdangeçtiğin halde bana selâm vermez, kelâm etmezsin der).O da ona vallahi o kadar üzüntülü idim ki, seni görmedim de yip yemin eder. Bunun gibi, kulakları ses duymaz. Halbuki işitir. îşte bütün duygular böyledir. Aklı da, bütün maîkulattanböyle olur. Bu hâli, ancak ona tutulan ârif olan
büir.
O
ârif
657
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
şöyle demiştir: «Rabbim beni durdurdu ve buyurdu ki; Karşılığında cehâlet olmıyan bir ma’rifetle beni tanı. Çünkü karşılığı cehalet olan ma’rifet cehl’dir.» Birinci fenâ budur.Bu makamda sâlike gelen fenâ (yok olma) halinin İkincisi,beşinci makamda olur. Üçüncü fenâ ise, edebiyat mertebesindeolur ki, bunda, bütün beşeri sıfatlar yok olur. Buna Hak’kal yakın hali denir. Bu üçüncü fenâ hali, var olmanın ta kendisidir.Birinci fenâ halinde sâlik ruhanilerin sözlerini işitir. Fakat hiçbirisini anlamaz. Ancak bu fenâ hali tamamen kaybolduğu zaman duyu organları tekrar işlemeye ve söylediklerini anlama ya başlar. Büdikleri sırlan saklar, gönlünün aynasında naksolunan halleri tasavvur der. O anda konuştukları sözlerin hepsihikmettir. Çünkü o anda, hikmet pınarlan kalbinden coşup diline akar, işte bu fenâ (yok olma) halinin sebebi şu dört şeydir:Açlık, uykusuzluk, sükût, inzivaya (yalnızlığa) çekilip zikir veibadet yapmak. Bunlardan üçüncü makamda istenen ve enönemli olam açlıktır. Bu da birinci ve ikinci makamda istenmez.
KISIM: 8
Üçüncü makamda olan sâlikin aşk halleri, kabz ve bastınınbirbiri ardınca gelmesi:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Üçüncü makamda olan sâlikin aş halleri, kabz ve bastınınkı artar ve hayranlığı kuvvet kazanır. Şevk duyma, kendindengeçme, onurunu kırma gibi hal ve fiillerinden fazlasıyle lezzetduyar. Çünkü ruhun bu makamı, aşk ve hal makamıdır. Aşkmakamı ise, manevî zevk ve lezzet alma makamıdır. Hattaâşık, ruhî lezzetleri fazlasıyle duyduğu için aşk, maşuka karşıperde iken bile bu aşk makamından daha ileriye gitmek istemez. İçinde bulunduğu sıkıntının göğüs darlığından kurtulma ya Çalışmaz. Belki bu halin devamını ve sebâtını ister. Gerçiaşk hali, kendinden üstün olan hallere göre yerinmiş ise deesasında makbul bir haldir. Hatta Kâmil insan, aşk zamanını
658
MARİFETNAME
ve halerini düşündükçe onda olan rûhâni lezzet ve gamsızlıkiçin hasret çektiğini görürsün. Fakat aşk hali, ancak mücadelesonunda varılan gerçek haldir. Sahibi aşk şiirlerinden her neokusa samimidir. Konuştuğunda, gönlünden kopan yanık ahve eninlerle birlikte söylediği sözler tesirli ve yakıcıdır. Eğermücahede yapılmadan bu hal gösterilirse yalandır. Kelimelerifcadsız, söyleniş ve ifadede lezzet yoktur. Ne işitenler bir zevkalır, ne de gönüllerde bir tesir bırakır. Dinliyenler ondan tiksinir ve nefret eder. Çünkü üçüncü makam, ruhun beğendiği b»rftıakamdır. Ruh ise, aşk ve hayranlık duyma yeridir. Bu makamda sâlikin kalma zamanı uzun olabilir. Çünkü âşık, kendinefsinden habersizdir. Maşukun ismini zikretmekle ve onunCemal ve Kemâlini öven şiirleri, beyitleri terennüm ederek güzel sesle okudukça, maşukundan da hebersiz bir hal içindedir.*Bu bildirilenlerin hepsi, onun açıldığı, yayıldığı ruh hahiçinde olur. Fakat bu açılışından sonra aşk ve hayranlık uykusundan uyanıp da kendisine geldiğinde göğsü öyle daralır ki, yüreği yerinden kopacak gibi olur. İşte o zaman âşık, hakikatzüllü ile zelil olup derin bir huşû içinde hayrette kalır.Bu makamda sâlike, ard arda gelen bu kabz ve bast, yaniaçılış ve kendine geliş haleri, onu dördüncü makama yükseltir.Aşkı sâkinleşir, kendine geliş ve açılışı, heybet ve ünse döner.Her türlü zahmetten kurtulur. Bunlar iki hal olup dördüncümakama gelen Kâmil insanın kalbinde birbiri ardından gelirlerve ancak manevi zevkle bilinirler.Kabz ile heybetin arasındaki fark: Kabz halinde, göğüsdaralır, nefis kendini yorgun hisseder. Heybette ise göğüstebir ferahlık, bir açılma duyulur. Nefis kendini rahat hissederBast ile üns arasındaki farka gelince; Bast halinde sâlik öylebir hal içindedir ki, Cenab-ı Allah’a karşı saygısızlıkta bulunmasından korkulur. Halbuki üns halinde sâlik, Alah’a karşısaygı ve huşû içindedir.Hülâsa; korku ile ümid, kabz ile bast, heybetle üns birbirinden ayn iki hal olup ancak şahıslar ve makamlar itibariyleadlan değişir. Yani ilk makamdaki nefs-i emmare ile ikinci makamdaki nefs-i levvame sahiplerinin vasıflandınidığı bu iki659
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKİ HAZRETLERİ
hale, kabz ve bast adlan verilir. Nefs-i mutmainne, raziye vemarziyenin vasıflandırıldıktan bu iki hale ise heybet ve ünsadlan verilir. Eğer bunlarla nefs-i Kâmil olan Halife vasıflan-dınlırsa ona da Celâl ve Cemal adı verilir.Demek ki korku ve ümid bu yola yeni girenlerin, kabz vebast ortancaların, heybet ve üns Kâmilin, Celâl ve Cemal Halifenindir. Korku ve ümid, kabz ve bast halleri pek sıkıntılı zahmetle geçer. Heybet ve üns rahat, huzur ve sevinç halidir. Celâl ve Cemal hali ise acip fayda ve kerâmet vericidir. Özelliklecelâl halinde Kâmil, bir şeye, ancak Allah’ın izni ve muvafakatiyle yönelir. Çünkü o anda kâmil Cenab-ı Allah’ın en hâliskuludur ve yeryüzünde Halifesidir. Allah için kızar, Allah içiaintikam alır. Sevdiği için sever, ikrâmı için ikrâm eder. Kâmilbu makama vardığında, dışarda olup biten tesirlerin kendi eliyle meydana geldiğini gözü ile görüp esasını öğrenip üns meclisine gider. Mevlâsma karşı sonsuz saygı duyarak kulluk makamında gafil olmamak için huşû ile ve kendinden geçercesine yalvarır, istiğfar eder.NAZIMAşk ile mâmur olurHane-i viranımızHüzünle mesrur olur. Tâlibi - cânâmmızHer ne ki âlemde varAşk imiş ey yar-ı gârOlmuş ol leyl-ü nahartim ile irfanımızAşk ile hoş dolmuşuzMest-i müdam olmuşuzFakr-u fenâ bulmuşuzOldu baka şânımızGerçi hakiriz çu hâkOldu veli aşk-ı pakDilde Çu meh tâ-benâkOldu çu zer Kânimiz
660
MARİFETNAME
Çevremize ne felekDevreder ol çün kelekKim Şeh-i mülk-ü melek Tahtıdır eyvanımızAşk gedası olanSaltanat eyler nihanLâ-cerem olmuş cihanBende-i fermanımızHakkı, Cu divâne dir.Aşık-ı cananadırAşk ile meyhanedirŞevk ile hayrammızKISIM: 9Üçüncü makamda sâlikin kabz ile olan zûl ve iftikanEy aziz! Ehlullah diyorlar ki:Üçüncü makamda sâlike göğüs darlığı anz olur ve sâlik du yar. Çünkü bu makam, ruha aittir. Ruh ise, ayrılmaya eğilimlidir. Onun için kabz zamanında bedenin kafesini kırıp asli vatanı olan mücerret âleme kavuşmak isteğindedir. Fakat bunagüç yetişmez. Fakat kabzın geldiği saatlerde, kaban hararetine dayanıp sabreder. Çünkü o hararetten sonsuz faydalar bulur. Hatta denilmiştir ki: Eğer kabz halinin harareti ve ateşiolmazsa, nefsin habis ve zararlı istekleri temizlenmez, amellerin en makbulu olan ilahi hâzineyi, gönüller bulamazdı.Sâlike bu yolda ikram olunan kerâmetlerin en büyüğü vsen önemlisi, insanı helâke götüren hayvani nefsi rahman’ın ah-lâk’ına dönmesi ve böylece tatlılık ve ferahlık duyma saadetinibulmasıdır. Çünkü tarikata girmekten ve mücahede yapmaktan maksad, Cenab-ı Hak'ka yaklaşmak ve kavuşmaktır. Bu yaklaşma ve kavuşma ise, ancak 70 perdeyi kaldırmaya bağlıdır.Bu 70 perde Allah ile kul arasındaki uzaklıktan doğar, öyleysesıfatlan değiştirmek ve kemâl sahibi olmakla Allah’a yaklaşılır. Meselâ; sâlik esfele götüren tokluğu hak olan açlıkla değiş
661
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
tirir.
hayvan
sıfatı olan uykuyu, melek sıfatı olan uykusuzluğa
tebdil eder,
şeytan sıfatı olan kibri insan sıfatı olan alçak gö-
nülülük ve
onursuzlukla değiştirirse, Allah’a yaklaşmak için
münasebet
kazanmış olur. Çünkü açlık, uykusuzluk ve bunla
ra
benzer temiz vasıflar, meleklerin sıfatlarıdır.
Bunların
zıddı olanlar, yerinmiş olup hayvani sıfatlardır.
İnsan ise bu
ikisi arasında geçit durumunda olan bir yaratıktır.
Eğer
hayvani sıfatlarla sıfatlanırsa hayvandan da aşağı olur.
Eğer
meleklerin sıfatlarıyla sıfatlanırsa meleklerden üstün olup
onların
ulaşamadıkları mertebelere erer.Zül (kendini aşağı görmek, alçak gönüllülük) ve inkisar(nefsini kırmak) ile kulluk aynasını Rablık aynasına karşı tutar. Demek ki, kemâl derecelerinin en yükseği, kulun kullukvasıflan ile bezenmiş olmasıdır. Bu da, alçak gönüllülük venefsi kırmanın saadete ermeye sebep olduğunu gösterir. İlâhîsırlar, ibadet ve mücahedeye sanlanlara açılır. Sâlik, alçak gönül, onursuzluk ve ihtiyaç duygusu ile başkasına köle olmaktan kurtulur. İbadet yapmakla hür olur. Nitekim gönül ehli,mukarrebler yolunu ancak nefisleri temizleyenlere lâyık görmüştür. Sonra bu makamda sâlik, sanki vücudunu toprağagömmüş gibi ortadan kaybolur. Hz. Ebubekir’in (R.A.) tabiatineuyarak yeryüzünde ölü gibi yürür. Sâlikin bu şekildeki ölümüsanki tabii bir ölüm gibidir. Hatta Azrail (A.S.) ruhunu almakiçin yanma geldiğinde selâm verip ona yumuşak davranarakruhunu alır ve bu yabancı ilden asıl vatanına götürür. Çünküo, istenen iradi ölümle ölmüş ve yok olmuştur. Bu yok olma öyle bir haldir ki, bu durumda sâlikin, ne mala, ne evlâda, ne debaşka bir şeye karşı meyli olmaz. Hiç kimseden korkusu kalmaz. Bu da, hiç kuşkusuz ölü halidir. Nitekim ölülere Berzahâlemi göründüğü gibi bu sâlike, ârife de hem Berzah hem demisâl âlemi mukâşefe olunur.KISIM: 10
Üçüncü
makamda bulunan sâlikin kalbinde, üçüncü İsmin yaptığı tesir ve özellikleri ve müşahedenin çeşitleri ile mahi yetleri:
862
MARİFETNAME
Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:
Üçüncü ismin tesiri ve özelliği şudur: Bu ismin zikrine devam eden Arifin kalbinde, mutlakın hakikati belirir. Ruhunaimanın gerçeği yerleşir ve rabbâni marifler açılır, ilâhî bilgilerdoğar. Dünyanın aşağılık lezzetlerinden nefret edip ebedi hayatın devlet ve saadetine şevkle sarılır. Fakat bu isminden istenenözelliklerin meydana gelmesi için zikrin gizli ve kuvvetli yapılması, şeriatın emirlerine uyup tarikatın şartlarına bağh kalınması, nefeslerinin sesini işitip kelimelere kulak vererek zikredevam edilmesi lâzımdır.Bu makamda Ârif, zaman zaman «Lâ hüve illâhü» ismini Lâve vav’ı uzatarak söylesin. Çünkü bu ismin şânı çok yücedir.Arif bu isim ile iştigali halinde sanki bütün organlarıyla «Allah’tan başka ilâh yoktur» der. İşte Kâmil insanların şühûdu bu şü-huddur. Arif bu şühûdu kendi nefsine söyleyip idmanını yaparsa, görünen şey onda öyle kökleşir ki, artık hiç ondan aynlma- yıp makamı olur. Böylece isteği ve son gayesi olan bu şühûdu(görüneni) bulur. Bu şühûdun sahibi olan sâlik, hiç bir halindeve hiç bir şeyle Allah’m huzurundan bir an dahi gafil olmaz.İnsanlarla bir arada olduğu zaman Hak’dan ayrılmaz. Hak ileolduğu zaman da halk ile olur. Ne çoklukta birlikten, ne birlikteçokluktan gözü perdelenir. Belki o, çokluğu, tüm varlıkları tekgören gözle (Allah’ın birliğinde), birliği de (Allah’m birliğini)çoklukta gören gözle, basiretiyle görebilir. Şûhûdlar üç çeşittir:Biri kâmil, biri noksan, biri de pek noksandır. Kâmil şühûd, engüzel ve en mükemmeldir. Noksan şühûd ise muvahhid ariflerinşühûdu olup görünen ve gördüren onlann görüşlerinde birleşir.Onlara göre, yardımcı görünende yok olur. Demek onlarm görüşlerinde ne çokluk olur, ne de Allah’tan başkası kalır. Bu şühûdun noksan sayılmasının sebebi, Cenab-ı Allah’ın özel isimve sıfatlarının bırakılmış olmasıdır. Fakat bu şühûdun sahibiözürlüdür. Çünkü eksik makam olan üçüncü makamda bulunduğundan nura yenilmiştir. Bu yüzden ikinci basamak onun görüşüne kapalıdır.En noksan, eksik olan şühûda gelince, bu da tarikata ilkgirenlerin şühûdudur ki, bunlar yardım edenle görünenden
663
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
perdelenmişler. Yardımcının etkisi olmadan hiç bir şey göro-mezler, onun içinde çoklukta, birliği bulmaya çalışırlar. Fakatvahdeti (birliği) bulamayıp yalnız çokluğu bulurlar. Halbukikemâl sahibi olan, birliği çokluk gözü ile ve çokluğu da birlikgözü üe (Allah’ın birliğini gören gözle) görür, biri diğerini perdelemez. O halde kâmil insan Hak ile halktan vs halk ile haktan perdelenmez. Çünkü, her iki yanı da mamurdur.KONU: 4Yedi makamın dördüncüsünde bulunan nefs-i mutmainne-nin hallerini sıfatlariyîe fiillerini, kerametlere olan meyilleri,karşılaştıkları fitne ve âfetleri. Peygamber (S.A.V.) efendimizeolan sevgilerini, mal ve mülke olan meyillerini, mürşid olmayaliyakatlannı, akıllı ve zeki kimselerin tarikata giritıeyi tercihettiklerini ve bütün velilerin tatbik ettikleri yollan 4 kısımdabildirir:KISIM: 1Nefs-i Mutmainne’nin bu ismi almasının sebebi, seyri, âlemi, yeri, hali kazandıktan sıfatlan ve ondan üstün olan nefs-i-Ra-ziya makamına yükselmesi:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Dördüncü makamda nefs-i nâtika, duyduğu ızdırabındanCenab-ı Hak’kın hitabıyla itmînân bulduğu için adı Mutmainneolmuştur. Bunun seyri Allah iledir. Alemi, hakikat-ı Muham-mediyedir. Yeri sırdır. Hâli, kalbin tam ve gerçek inanışıdır. Kazandıklan şeriatın bazı sırlarıdır. Sıfatlan; cömertlik,tevekkül, tefviz, sabır, hilm, teslim, ümid, doğruluk, ibadet, yumuşak gönüllü ve güleryüzlülük, hamd-u sena, şükür, tammüşahede, huzur, kalp sevinci, tatlı dilli, ayıpları örtmek, kıı-surlan bağışlamaktır.Sâlikin dördüncü makama girmesinin alâmeti, şeriattanbir karış dahi aynlmaması ve Peygamber (S.A.V.) efendimizin
044
MARİFETNAME
ahlâkım uygulamaktan zevk alması ve onun söz ve hareketlerine uymakla kalbinin mutmain olmasıdır. Çünkü bu makamıntemkin, ayn-ul yakin ve kâmil iman sahibi olma makamıdır.Bu makamda kâmilden ona bakanların gözleri ve yanındaolanların kulakları zevk ve lezzet bulur. Hatta çok uzun zamankonuşsa, tatlı sözlerinden dinliyenlere bıkma ve usanç değil,hoşluk ve lezzet gelir. Çünkü onun dili, Alah tarafından dimağve kalbine akıtılan eşyanın hakikatlerine mana ve inceliklerinin ve büyük şeriatteki sırların tercümanı olur. Söylediği hersöz, Kur'an-ı Kerim’e ve hadis-i şeriflere uygundur, öyle ki,bir kitap okumadığı gibi de bir şey duymamıştır. Çünkü bukâmilin bilgileri, Alah tarafından beyin ve kalbine akıtılan ilhamlardan ibarettir.Sonra bu kâmil, Alah’ın «Ey Habibim! ben senin sırrınım,sen de benim sırrımsm» ilhamıyle ıztıraplan, üzüntüleri dinmiş, kalbi mutmain olmuş haya deryasına dalmıştır. Ona, korkaklık yerine heybet onur ve makbul rütbeler verilmiştir, buâlemin hakikatleri gösterilmiş, Rahman süresinde bildirilenüzerindeki ilhamım almıştır.Bu kâmil kalbine akıtılan bu hikmetleri yakınlarına vehalkla görüştüğünde, onlara söyler, sevdiklerine ve isteyenlereanlayışlarına göre, kabiliyetleri yeterince öğretir, onlan irşateder. Çoğu zaman zikir ve ibadetle uğraşıp kendi âleminde kalır. Böylece diğer makamlara yükseltmekten mahrum olmaz.KISIM: 2Dördüncü makamda bulunan kâmil için olağan üstü olankerametlere meyil ve istekleriyle karşılaşacağı fitne ve afetleri (çekişme ve belaları bildirir).Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Dördüncü makamda olan kâmil, dördüncü isimle meşgulolur. Hak, Hak, Hak der veya yâ Hak deyip bu güzel sözü tekrarlar. Böylece tekrarla tesirini bulur, kalbinde hasil olan aca yip bilgilerden ve hallerden çekinip Cenab-ı Allah’a yönelir. Ken
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
di eliyle meydana gelen olağanüstü hallere ve çeşitli kerametlere iltifat ve itibar etmeyip onları ikram eden Cenab-ı Allah'asarılır. Çünkü, bunlara meyletme ve onları sevmenin fitneyesebeb olduğunu bilir. Bunun için Kâmil zatlar, kendilerindençıkan kerametlerden ya hiç haberleri olmaz veya olsa bile ka-tiyyen kimseye söylemezler.Nitekim Kâmil zatın biri camiye giderken yanından geç9nbirisi bir taş atmış. Kâmil o taşa aldırmamış, hatta taşı bile görmemiş. Fakat taşı atan adam, o anda düşüp ölmüş. Yanındakiler ona, «Kâmil insanlara yakışan kusurlu kimseleri bağışlamaktır. Sen ise onu öldürdün. Bu sana yakışır mı?» Kâmil onlara yemin ederek, bu işten haberi olmadığını, ne kendisine taşatıldığını duyduğunu, ne de vuranı gördüğünü söylemiş. FakatAlah’ın âdeti şudur: Velilerine bir ikram olsun diye, haberleriolmadan kendilerine yardım eder ve onlara kötülük yapanlar-dan intikam alır. Bundan anlıyoruz ki Kâmil zatlar, kendilerinden zuhûr eden kerametleri bilmez, bilseler de onlara iltifat et-*mezler, iltifat etselerde meyletmez ve sevmezler.Kendinden zuhûr eden kerametlere meyil eden, onlara değer verip üzerlerinde duran sâlikin hali ise, şu hacının durumuna benzer: Allah’ın evini ziyaret etmeyi çok arzu eden ve yola koyulan bir hacı adayı arkadaşlarıyle beraber yolun çoğunu aldıktan sonra bir konakta karşısına gayet güzel, endaml:bir kadın çıkar. Onunla tanışır ve ona aşık olur. Onunla kalmak istemiş. O vakit Hac emiri ona: Gel, yolundan kalma arkadaşlarınla beyt-i şerifi tavaf edip hac vazifesini ifa et. Dönüşte bu kadını sana nikâhla alınz, o zaman bu helâlınla burada kalırsın. Fakat, eğer şimdi sen burada kalırsan ona sahibolamazsm. Olsan dahi sana haram olduğunu . unutma. Sonraçok pişman olursun der. Lâkin bu hacı adayının aşkı salip geliyor ve arkadaşlarından aynlıp aşkla bu kadına yaklaşıyor,kadının yüzündeki peçeyi kaldırdığında bir de ne görsün, Allah korusun! Ağzı kokmuş, suyu akmış, dişleri çürümüş, yüzükırışmış, gözünün feri sönmüş kapağı şişmiş, rengi solmuş, saçıdökülmüş, bli bükülmüş, işi bitmiş, kara kuru bir acuze idiş.Hemen o anda pişman olan Hacı adayı arkadaşlarına yetişmekistemiş. Fakat buna gücü yetmemiş. Gece gündüz feryad edip
666
MARİFETNAME
figan
etmiş. Ama nafile. Son pişmanlık fayda etmez îşte buradaki hacı adayı sâlike, Kâbe yolu Hak yoluna, Beyt-i şerif Ce-nab-ı Hak'km zatına misâldir. Kadın da kerâmete misaldir ki,sâlik Hak yolunda iken ona meyil eder. Hac emiri Mürşid-i kâmile misâldir. Hacılar ise tarikata sülük edenlere misaldir. Hiçkuşkusuz sâlik, veliler mertebesine yaklaşınca bütün kerametler ona itaatli ve emrinde olur. Halbuki kendisi onlara meyletmekten ve onlan sevmekten uzak olmalıdır. Eğer hevesi galipgelip ve kendisine mukadder olan hallere vaktinden önce istekli olur ve kerametlere meyledip onlara bağlanırsa kendine boşuna eziyet etmiş ve yolundan geri Jtalmış olur. Eğer sâlike kerametler hasıl olduğunda onlara meyletmezse, hakikate erdiğizamanda bu kerametlerin, ne dünyasına ne de âhiretino' hiçbir faydası olmadığını anlar.Kerametlere meyletmek, binbir zahmetle kazanılan bu makamdan inmesine sebep olur. Aslmda keramet, kendi nefsi içinkötü bir şey değildir. Çünkü o Cenab-ı Halc’kın velüere bir ikram ve ihsanıdır. Fakat onlara meyletmek ve muhabbet beslemek, sâlik için bir fitne ve tuzaktır.KISIM: 3Dördüncü makamda bulunan Kâmilin Peygamber (S.A.V.1efendimize olan sevgisi, mal ve mülke karşı olan meyil ve rağbeti ile Mürşid olmaya olan liyakati:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Dördüncü makamda bulunan nefs-i mutmainne sahibi Kâmil, zikir, dua ve ibadete devam edip Peygamber (S.A.V.) efendimize önceki sevgisinden fazla bir başka sevgiyle bağlanır.Mal ve mülkü, sırf hayır yapmak, fakirlere yardım etmek içinister. Para kazanma ve mal edinme, onun gönlünü, Cenab-ıHaktan bir an bile alıkoymaz. O’nun huzuruna varmasına engel olmaz. Kazandıklanm gizlemeyerek ihtiyacı olmadığını belli eder. Kimseden bir şey istemez, verilenleri de fakirlere dağıtır. Bu niyetle, bu şekilde olan mal sevgisi, bu kâmilin şanı
6*7
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
na uygundur. Bu maksatla hazanılan mal da sırf Allah içinolur harcanır. Böyle olan mal sevgisi yerinmemiş, bilâkis makbul olup öğünülmüştür.Eğer bu dördüncü makamda bulunan Kâmili Cenab-ı Hak,kimsece tanınmayan bir insan kılığında gizler ve böylece kendisini, şöhret yapma afetlerinden korursa, bu hal onun için birnimet ve selâmettir. Eğer Cenab-ı Hak onu, halk gözünde, beğenilmiş ve herkesçe takdir görmüş olarak gösterir ve Şeyhlikrütbesini ona giydirip irşad göreviyle vazifelendirirse o zamanKâmü, bu durumu her ne kadar kabul eder ise de; esasında o,bu Şeyhliği ne ister, ne de arzu eder, ondan çekinip kaçar. Ancak Cenab-ı Allah, onu, kalplerin sevgilisi edip dost ve müritlerini kendisine itaatli ve saygılı yapar. Müridleri irşad ettiğiiçin, o da onlara teslim olup kalblerini kazanır. Hepsini kendinefsinden yüksek görüp onlara iyi muamele eder. İyi ahlâk sahibi olmaları için, onlara alçak gönüllü, tok gözlü ve kanaatkar olma yolarını öğretir. Bu mertebeye nail olmaları için, onlara öğüt verir, yardımcı olur. İşte o kâmil Allah tarafındankendisine verilen Şeyhlik vazifesini bu şekilde kabul edip uygular. Çünkü o Kâmil, halkın dillerini, doğruyu söyleyen Allah’m kalemleri olarak bilir. İşte bu özellikleri, bu sıfatları nefsinde toplayan Kâmil, Mürşid olmaya lâyıktır. Fakat çok yorulacağı da bir gerçektir Egor o memlekette bu vazifeyi, kendisinden daha mükemmel yapan bir Şeyh varsa onu fırsat bilip kendisine gelen isteklileri o zata gönderip, rahat eder ve bu davranışları ile beş altı ve yedinci makamlara yükselerek Halife olurve Hakkın huzurunda kalma dileğine varır.KISIM. 4Zeki insanların Tarikata girmeyi tercih ettikleri ve velilerin' tatbik ettikleri yollar:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Sâlikin mukarreblerin (Allah’a yakın olanların) yolundailerleyip yükseldiği makamlar yedidir. Fakat bazı evliya, bu
668
MARİFETNAME
makamların üç olduğunu kabul ve iddia ederler. Çünkü mu-karrebler yolunu üç makam olarak kabul eden Veliler birincimakamı hiç saymayıp İkinciden başlarlar ve bu makamdakinefs-i natıkaya Levvame adını verirler. Üçüncü makamdakinefs-i natıkaya Mülhime, dördüncü makamdaki nefs-i natıkayaMutmainne adını verirler. Beşinci altıncı ve yedinci makamlarıise saymayıp Cenab-ı Alah’m birer cezbesi olarak kabul ederler. Çünkü bu yolu üç makam olarak kabul eden veliler, ancak yaratılıştan huyu güzel, halim, selim ve şefkatli olan zeki insanların tarikate girmesini kabul etmiş ve bu özellikleri taşı yanları beğenmişlerdir. Kötü huylu olan emmare nefislere iseitibar etmez ve onlan tarikatten atmışlardır.Bunlar kabul ettikleri Sâlike üç isim öğretirler: Nefs-i Lev-vamede Lâ ilâhe illallah, Nefs-i mülkimede, «Allah, Allah, Al-ler. Bu son isimle Sâlik, Nefs-i Mutmainne makamına gelip Kâ-lah» ve üçüncü makamda «Hu, Hu, Hu» isimlerini telkin eder-mil olunca, ona halkı irşad etme vazifesi ve (yetkisini) verirler.Çünkü zeki olan sâlik, Nefs-i Mutmainne makamına çıkıncahalkı irşad etmeye öğüt ve telkinde bulunmaya liyakat kaza-
®r.
Muhakkak ki zeki olan Sâlik, nefsini mürşidsiz bile terbi ye edebilir, kendi çabasıyla kemal derecelerinin en yükseğine-ulaşıp seçilmişlerin seçilmişlerinden olabilir. Çünkü her sâlik.doğuştan zeki ve temiz değildir. Zeki ve kabiliyetli olmıyanlar,Nefs-i Mutmainneye yükselirlerse de irşad yapma liyakatinikazanmaz. Kâmil makamına yükselmedikçe irşad makamındaoturamaz ve bu görevi yapmaya yetkili olamaz.Bu sebepten bu yedi makam yolu, herkes için muteberdir.Bütün Ehlullah diyorlarki, dördüncü makamda Kâmüin nefsi,Nefs-i Mutmainne-i Rahmaniyedir. Kitap ve sünnete bağlı olupondan zevk ve lezzet bulur. Bütün hareketlerinde şeriatm hükümlerine göre amel eder. O zaman ilâhi lütufda bu nefiscezbetmeye tutulur ve ona: «Ey Mutmainne nefis, razı olmuşve razı olunmuş olarak Allah’a dön» emir ve ilhamı gelir. Ve yine o zaman bu Kâmil, Alah’tan başka her şeyi unutur. Bütündünya ve âhiret işleri hafızasından silinir, kalbi müşahededenbir an bile aynlmayıp Hak Taâlâ ile olur.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI
HAZRETLERİ
NAZIMAcep
kim gördü bir âşık
Ki vazgeçmez bu sevdadan
Acep
kim gördü bir bâlık
Ki usanmış bu deryadan
Yedi nakkaştan birun
Bulunmaz nakşı günâgün
Acep kim gördü bir Mecnun
Ki iraz etti Leylâ’dan
Ve Mecnun olsa bi Leylâ
Kalır bir ismi bi mânâ
Olur mâşuk müstağni
Ki fariğdir hep esmâdan
îllâ ey canı can sensiz
Kararım yok bir an sensiz
Ki zindandır cihan sensiz
Muradım sensin eşyadan
Hayalin cana sultandır
Gönülde hoş hıramândır
Gelir güya Süleyman’dır
Derunı Beyti Aksâdan
Bu cami beyti ekberdir
İçi kandüi enverdir
Behiştu, aynı Kevserdir
Dolu Vildanu huvvardan
Gönülde Hakkı bul her an
Ki oldur manzarı Rahman
Gönülde Cenneti irfân
Yücedir Arşı âladan
KONU: 5
Yedi makamdan beşincisi olan Nefsi Kaziyenin durumu-nu, hal ve hareketlerini, fiilleriyle isim ve sıfatlarını belirten
ve llmelyakin, Aynelyakin Hakkalyakin mertebelerinin mi-sal ve örneklerini üç kısımda bildirir.
670
MARİFETNAME
KISIM: 1Nefsi Raziye’nin bu ismi almasının sebebi, seyri, âlemi,
3
**rl, hali, kazandıkları, sıfatları ve kendisinden üstün elanNefsı Marziye makamına yükselmesi:
Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Beşinci makamda nefsi natika, bütün hallerinde rızanın
kemâl derecesini kazandığı için, ismi Raziye olmuştur. Nite-kim Hak Taâla bu nefse «Rabbine razı olmuş ve razı olunmuş
olarak dön» kelâmıyla hitab etmiştir. Bunun seyri Allahdır.
Alemi,
Lâhût
âlemidir. Yeri sırrın simdir. Hâli, fenadır. Lâkin
üçüncü makamda bildirilen fena değildir.Bu iki fena arasındaki fark şudur: Üçüncü makamdaki fe-na orta durumda bulunan bir sâlikin halidir ki, duyu organla-rının verilerinden yanılmasıdır. Beşinci makamdaki fenâ ise,
sülük yolunun sonuna yaklaşmış olan sâlikin beka ile müşer-ref olma halidir ki, beşerî sıfatların mahvolup gitmesidir sâ-lik bekaya hazırlanıp ona kavuşmuştur. Bu Hakkalyakindir
ki, yedinci makamda hasıl olur.Nefsi raziyenid varidi yoktur. Çünkü varid, ancak beka
sıfatlarıyla var olur. Halbuki bu makamda, kâmilin beşeri sı-fatlan öyle yok olmuştur ki, izi bile kalmamıştır. Onun için bu
makamda Kâmil, bütün varlığından fani olup nefsiyle bakidir.
Fakat bundan evvelki makamlarda olduğu gibi nefsiyle değil,
yedinci makamda olduğu gibi Allah’ı He bakidir. Sonra bu. öyle
bir haldir ki, ancak tadarak anlaşılır.Bu makamda nefse ikram içhı verilen sıfatlar. Vera (Ya-saklardan sakınmak) ihlâs muhabbet, üns, Allah’tan başkasını
terkedip unutmak, teslim ve nzadır. Çünkü bu makamdaki kâ-mil, Allah’ın cemalini görüp kendinden geçer. Sonra, bu âlemde
var olan her şeyi itirazsız, gönül hoşluğu ile kabul edip haz
duyar. Yasak ve mekruh olan şeylere yönelmeme hususunda
nefsine hâkimdir. Bu haliyle halka öğüd verir. Allah’ın emir
ve yasaklarını bildirir. Bu suretle halkı irşad eder. Onun
sözü-
671
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
nü dinleyen herkes istifade eder. İşte bu haliyle kâmil sırrus
sır (sınn sırn) ile Lâhût âlemini bulur. Böylece Allah’ın huzu-runda edep deryasına gömülür. Onun duası, Hak Taâla'nın
yanında makbul olup asla red olunmaz. Fakat haya ve edebi-nin çokluğu onu, dua yapmaktan alıkoyar. Ancak güç durum-da kaldığında dua eder ki o zaman da muhakkak kabul olunur.
Bu kâmil, Allah’ın yanında aziz ve mükerremdir. îleri gelenler
ve halk arasında da saygı ve sevgi görür. Bu saygı ve sevgi iç-ten gelen zorlayıcı bir etki iledir. Fakat insanlar onu niçin se-vip saydıklarını bilmezler. Kâmil de, halkın bu kadar sevgi ve
saygısını umursamaz ve onlara meyletmez. Hele zalimleri ka
tiyyen sevmez ve onlara boyun eğmez. Fakirin dahi ikram ve
ihsanlarına bakmayıp yalnızca Rabbi le olur. Çünkü tecrübe-leri ona göstermiştir ki, insanlardan kaçtıkça onların kendisine
karşı sevgi ve meyilleri artar. Yine bilir ki, onların malından
bir kısmeti varsa elbette bir bahane ile kendisine gelir. Öyley-se insanların elinde bulunan ve Cehennem ateşinden başka
bir şey olmıyan dünya malı için neden onlara iltifat etsin, dal-kavukluk yapsın. Gerçekte bu Kâmil, batın âleminde öyle bir
saltanat kurmuştur ki, zahirdekilerin (yani dünya saltanatla-rının) hepsi onun hükmü altında kalir, emrini bekler. Bu du-rumda olan bir Sultan, emrindeki insanlara nasıl meyil eder,
onlardan bir şeyler umar ve onlara güvenir.Bu makamda Kâmil, beşinci isim olan Hayy, Hayy, Hayy
ile meşgul olur ve maddi varlığı yok olup, manevi varlığı Hay
ile bâki oluncaya kadar buna devam eder. Tâ ki, altmr.» maka-ma çıkıp kapısında durmadan içeri girebilsin. Bu isimle meş-gul oldukça fenâdan çıkıp bekâya. ererek Allah’ın Hayy sıfatı
ile muttasıf olur. Onunla işitip onunla görür. Onunla konuşup,
Onunla anlar. O’na tutunarak yürür. Fiillerin tecellisini geçip
isim ve sıfatların tecellisine kavuşur.KISIM: 2Beşinci makamda bulunan Kâmile hâsıl olan
1
fiil, isim ve
sıfatların tecellileri ve bunlarla hasıl olan kerametler:
d72
MARİFETNAME
Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Nefsi raziye tahibi olan Kâmil, beşinci makamın sonların-da fiillerin tecellisini geçer, isim ve sıfatların tecelli yeri olan
altıncı makama yükselir. Böylece ilmelyakinden aynelyakin
mertebesine gelir. Buradan da bir cezbe ile yedinci makama
girip onda Hakkalyakma varır.Fiillerin tecellisi şudur: Hak Taâla’nın fiillerinden bir fiil
o kulun kalbinde doğar. Çünkü Cenabı Hak, kendi fiillerinden
biriyle kuluna tecelli edince, O’nun bütün eşyada cereyan eden
kudreti o kulunda belirir. O kul da durduran ve yürütenin yal-nız Cenabı Hak olduğunu bulur. Bu hal ona müşahade ile olur.
Bu durumu, ancak o makamın sahibi bilir. Bu fiillerin tecelli-si, ayaklan kaydınlabilir. Onun için tarikata yeni başlayanlara
korku ve çekingenlik gelir. Çünkü onlar, fiili kendilerinden ta
mamıyle nehy eder, uzaklaştırırlar. Fakat Cenabı Allah’ın ko-rudukları istikâmet üzere yürürler. Bu makamda olan Kâmil,'
fiillerin tevhidinde olan tecellide sebat eder, durduran ve yürü-tenin Cenabı Hak olduğunu bilir, şeriat hükümlerini kendi
nefsine eksiksiz uygularsa, muhakkak o kul korku veren bu
tecelli makamını geçer, isim ve sıfatların tecellilerine yükse-lir. Eğer korkup da sebat etmez ve inancı sarsılırsa o zaman bu
Hak yoldan geri dönüp zındık (dinsiz) olur, esfeli safiline
(aşağılıklannın aşağısına) inip tabiat zindanında kalır.İsimlerin tecellisi de şudur: Hak Taâlâ, Esmâi Hüsnâsın
dan bir ismini kulunun kalbinde doğurur. Çünkü Allah Taâlâ,
kendi isimlerinden biriyle kulunun kalbinde tecelli eder. O kul
daC,' bu ismin nurları altında öyle mağlub olur ki, eğer Cenabı
Hak, o anda, o isimle çağmlsa, onun cevabını o kul verıjr.Sıfatların tecellisi ise şudur: Hak Taâlâ kendi sıfatlanndan
birini kulunun kalbinde doğurur. Çünkü bir kulun bütün beşe-ri sıfatlan yok olursa, Cenabı Allah, onun kalbine kendi sı
fatlanndan biriyle tecelli eder. İşte o sıfatın.bazı .eserleri, Al-lah’m yardımıyla o kulda görünür. Meselâ; Cenabı Hak, ona
işitme sıfatıyle tecelli ederse, o kul canlı cansız bütün varlık-ların konuşmalannı işitip anlar. Çünkü o fani kul, ilmclyakin
ve aynelyakin mertebelerinden geçip Hakkalyakin mertebesi-ni bulmuş olur ki, diğer sıfatlar da buna kıyasla bilinebilir.
673
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
KISIM: 3İlmei-yakın,
aynelyakin ve hakkalyakin halleri ve Allah’ı
görebilmenin şartlan:
Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Gerçek sâlik, ilmelyakin mertebesini geçip aynelyakin
mertebesine gelir ve orada da ilâhi bir cezbe ile Hakkalyakin
mertebesini bulur. İlmelyakin, akli delillerden hâsıl olan bir
ilimdir. Fakat Hakkalyakin müşahede (görme) ile hâsıl olan
bir ilimdir. Hakkalyakin makamında kulun sıfatlan, Allah’ın
sıfatlarında fani olur.O kul, Allah’ın ilmi, şühûdu ve halleriyle bekâ bulur. Haki-katte kulun ancak sıfatları fâni olur, zati fenâ bulmaz. Yani
o fani kulun zatı, maddi varlığı vardır. Hakka iftira eden ca-hillerin bozuk görüş ve iddiaları gibi kulun zatı, Allah’ın zatın-da yok olmaz. Çünkü kul, Cenabı Hak’ka tam bir inanç, zillet,
âcizlik ve teslimiyetle bağlanmıştır. Kulluğa uymayan sıfatla
nn hepsinden fena bulup (yok olup) Alah’a yaklaştıkça O da
fazlukeremi Lütfu inayetiyle o kötü sıfatlarından arınan ku-luna kendi güzel sıfatlarından ihsanda bulunur. Evet her şeye
kadir olan Allahu Taâlâ’dır, her işte âciz ve eksik olan da kul-dur. Fakat Cenabı Hak murad edince, bir kulunda bulunan
bütün kötü sıfatlan yok eder. Yerine diğer kularınm aciz ola-cakları ve onları hayrete düşürecek kerametler verir. Cenabı
Hak’lcm âciz kuluna verdiği kuvvet ve kudretle, o kul, Allah’m
izniyle kâinatta her işi yapabilme gücünü kazanır. Çünkü kul-lukla Rablık birbirine ayna olup birbirinden akis (yansı) alır.
Gerçek
kulluk ise, elde olana rıza, olmayana sabır göstermek
hudûdu muhafaza etmekle olur.Bunu bir misâlle anlatalım. Meselâ bir kömür parçasına,
ateşin ışığı bir duvara düştükten sonra aksedip bu suretle onu
aydınlatırsa bu, ilmelyakine misaldir. Eğer ateşin alevi, vasıta
olmaksızın doğrudan doğruya kömüıe düşerse bu, aynelyaki
ne misaldir. Eğer o kömür ateşin yanında ise ve onun ısısından
yanıp ateş gibi olur ve kömürün vasıflan ateşin vasıflarında
674
MARİFETNAME
yok olursa öyle ki; o kömürün karartısı ateşin ışığına soğuk-luğu onun ısısına ve fiilleri de ateşin fiillerine dönüşürse bu,
Hakkalyakine misaldir. O halde sâlik, mücahede ile altıncı
makama kadar yükselebilir. Fakat yedinci makama ulaşması
ancak Cenabı Hak’kın ihsan edeceği cezbeye bağlıdır. Bu ise,
hakkalyakin ehâdiyyet (birlik), her şeyi nefsinde toplamış ve
isimlerin mertebesiyle vasıflanmış bir mertebedir. Eğer bu ha
kikata kavuşup tevhit hali olan kemâli buldunsa, sözde tevhid
muvahhid olan taklitçilerin o yanlış görüşlerini anlarsın. On-lar, tabiatın kirlilikleriyle gizlenmiş, şehvet ve tutkularına ye-nilmiş, önlerine gerçeği gizliyen perdeler gerilmiş iken, kendi-lerini Hak Taâlâ’nın birliğine inanan gerçek muvahhid, ârif ve
kemâl derecesinin zirvesine varan birer fâzıl olduklarını sa-nırlar. Halbuki onların bu sanışları yanlış ve hatalıdır. Çünkü
yalnız Alah’ın birliğine inanmak yetmez. Belki öyle olur ki, bu,
sahibini yanlış yoldan götürüp dinsiz eder ve tabiatın zindanı-na düşürür. Halbuki sâlike sülük yolunda faydalı olan, vahda-niyeti görmek ve her şeyde onun varlığını idrak etmektir.Yalnız ma’rifet (bilmek) fayda vermez. Çünkü eksiktir.
Şuhûd lâzımdır. Şuhûd ise, mücahede ile elde edilen bir haldir.
Bu hal, hiçliğini idrak, alçak gönül ve iftikarla vücuda gelir.
Çünkü müşahede (görme), ancak mücahede yolu ile elde edi-lir ve kuvvet bulur. Ancak o zaman bu şuhûd hali sahibine
faydalı olur ki, bununla şeriata bağlanır, güzel huylarla huy-lanır, böylece murada nail olunur. Aksi takdirde zındıklık çu-kuruna düşüp helâk olur.KONU: 6Yedi makamdan altıncısı olan nefsi marziyenin halleri sı-fatları tavır ve bazı sırları ile tabiatın tarif ve isimlerini üç
maddede bildirir.KISIM: 1Nefsı marziyenin bu ismi almasının sebebi, seyri, âlemi,
yeri, hali, kazandıkları, sıfatları ve yedinci makama yükselişi:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:
675
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
Altıncı makamda bulunan nefs-i natikadan Cenab-ı Allahrazı olduğu için ismi Marziyye olmuştur Bunun seyri (gidişi),anelahtır. Âlemi, şehadet âlemidir. Yeri gizlidir. Hali, hayretve hayranlıktır. Kazandıktan şeriattır. Sıfatları, Allah’ın ahlâ-kıyla ahlâklanmaktıdır.Beşerî istekleri terk ve güzel huyluluktur. Günahları afv,kusurları örtmek, hüsn-i zan, herkese şefkatli ve lütufkar olmaktır. İnsanları karanlık sıfatlarından, ruhun nurlanna çıkarmayı sevmek ve onlara meyletmektir. Bu meyil ve sevgisırf Allah için olduğundan makbuldur. Nefs-i emmare makamında olan meyil ve sevgi gibi değil, bu şefkat ve merhamettir.Çünkü Nefs-i emmarede sevgi nefis için olduğundan yerinmişuğursuz, karanlık ve gaflete bürünmüştür. Halbuki nefs-i mer-ziyenin sıfatı, halkla hâlıkın sevgisini birleştirmektir. Bu öylebir meziyettir ki, herkese nasip olmaz, yalnız altıncı makama yükselenlere nasip olur. Bunun için bu makamda olan Kâmil,görünüşte avamdan ayırd edilmez. Ama, kalbi bir kırmız;, kibrit gibi olup benzeri bulunmaz. Öyle hâs ve tertemizdir ki,,nurların kaynağı,, sırların madeni, seçilmişlerin önderi ve ilahi ilmin taşıyıcısıdır. Kalbi Allah’ın gayrısmdan boştur. Bumakamın sahibi Hak Taâla’nm ve halkın yanında makbuldur.Kadir ve kıymeti yüksektir. Bu kâmilin seyri anel-lalTtu. Ya*-ni muhtaç olduğu bilgileri doğrudan doğruya Cenab-ı Allâlı'tan alır. Gayb âleminden şehâdet âlemine Allah’m izniyledönmüş olan bu zat, kendisine orada iken ihsan olunan bilgileri, hikmetleri, herkesin anlayabileceği şekilde halka söyler.Bu kâmilin hayreti, makbul bir meziyettir. Çünkü bu, Cenab ıHak’km huzurudur. Bu hayret, sülükün ilk zamanlardaki gibisırf gaflet olan hayret değildir. Kâmilin sıfatlarmdadır ki, verdiği sözü mutlaka yerine getirir sözünden caymaz. Her şeyi yerli yerine koyar. Adaletten ayrılmaz. Yeri geldiğinde harcar ve dağıtır ki, onu tanımayan müsrif zanneder. Yerinde olmayınca o kadar tutumlu davranır ki, onu tanımayan çok cimri sanır. Kendini metheden kimseye vermeye uygun değilse ka-tiyyen bir şey vermez, eğer onu kötüleyene, verilmesi uygunise, yenliği için hakkını vermemezlik etmez. Fazlasıyla ihsanve ikramda bulunur. Bu güzel haller ise, kalpleri bilen ve anli-
676
MARİFETNAME
yan kâmil zatların şanıdır. Bu makamın sahibi her işinde mu-tedil davranır. İfrat ve tefritten uzaktır. Bu orta yol görünüş-te kolay, fakat yapılması zordur. Bu güzel meziyete herkes sa-hip olmak ister. Herkes bu meziyete sahip olanlan sever ve
her yerde iyiliklerini söyler. Lâkin orta yolda yürümek zor ol-duğu için, onunla sıfatlanmış olan çok azdır. Ancak bu maka-mın sahiplerine mahsus İlâhi bir lütuf güzel bir huydur.KISIM: 2Altıncı makamda bulunan' Kâmilin, bazı halleri, sözleri ve
sırlan:' Ey âzizr Ehlullah diyorlar ki:Altıncı makamda bulunan kâmile, başlangıçta büyük ha-lifelik müjdeleri görünür. Makamın sonunda da bunun hilatla
rı (değerli hediyeleri) verilir. Bu hilatlan, Cenabı Hak, kutsi
hadîsinde: «Kulağı Ben olurum, benimle işitir, gözü Ben olu-rum, benimle görür; dili Ben olurum, benimle konuşur; eli Ben
olurum, benimle tutar; ayağı Ben olurum, benimle yürür.» di-ye buyurarak bildirirt^Bıa, şu demektir: Bu makamda kâmil,
Cenabı Hak’ka yakındın Onun izniyle halka tesiri olmakta-dır. Bil ki bunun manası çok ince ve kanşıktır. Haşa! Bir veli-nin kitabı okuyup maksadını anlamıyan bir dinsiz gibi, kulun
gözü Allah’ın gözü olamaz. Fakat muhakkak olan şu ki, şeri-ata uyarak bu makama gelmiş olan kâmilin mutlaka görebile-ceğidir. Bu da bu makamda, bulunan kâmilin beşerî bütün kö-tü sıfatlardan armmfŞ, bunların yerine ilâhî sıfatlarla bezen-miş olmasıyle olur. O zaman, bu kâmil, Cenabı Hak’km izniy-le başkalarına tesir edebilir, İşte yukarıda beyan olunun Hak
kalyakin, bu görüşe uygundur. Çünkü Hak Taâlâ ne bir şeya
hulül eder (girer), ne de bir şey ona hulül eder. Cenabı Allah,
bundan münezzehtir. Bunun esasını kimse idrak edemez. Çün-kü akıl, bunu idraktan acizdir. Bunu akılla anlamaya çalışmak
büyük bir hatadır. Bu işler, ancak hal ile idrak olunur. Hâl eh-li olmayanların bunu idrak etmeleri imkânsızdır. Çünkü bu
fenâ ve bekânın dış âlemde benzeri yoktur. Bunun için misal
verilemez.
677
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKİ
HAZRETLERİ
Bu makamda kâmil, hal içinde bulunur ve bundan manevi
bir zevk
alır. Bu durumda olan kâmil, bu makamda olduğunu
da bilir.
Çünkü Hak yolu yolcusunun en son ve en yüksek ma
kamı,
meleklerin kıblesi olan Ademin süretindekine varması
dır.
Bu, öyle bir sürettir ki, gerçeği hakikat-ı Muhammediyo-
dir, İlâhi
lütuftur, Hû'nun büyük sırrıdır ki, Cenab-ı Hak’ka yaklaşmanın sonu budur. Sâlik bu makama eriştiği zaman o,
sırf
ibadet yolu ile alçak gönüllülük acizlik, zayıflık ve ifti-karla vasıflanmış bir kâmil olur. Nefsini bu sıfatlarla bilince,Rabbini Rubûbiyet sıfatlarıyla bilir. Çünkü bu kâmil, nefsinizillet ve fenâ ile bulduğundan, Allah’ını izzet ve beka ile bulur. Ve kulluk aynası, ilâhi aynaya karşı durur. Ve o haldebirinde ne varsa ötekisine akseder, işlenir. Nitekim Cenab-ıHak, kudsi hadisde: «Yer ve göklere sığmam. Fakat kulumun
kalbine sığanm»
buyuruyor.Demek ki, hâlis ve gerçek imana sahip kul,'her şeyde varolan ince ve derin sırlan Allah’tan aldığı bilgilerle bilir. Nitekim Cenab-ı Hak’kın: «Ben Âdeme, bütün isimleri öğrettim»buyruğuyla bu sırları, kullarına işaret etmiştir. Bu makamdabazı gizli sırlar vardır ki kelimelerle ifade olunmaz. Bu altıncımakamda bu kâmil zata Âdem sureti keşf oldukta, bunun, sâlikin en yüksek dileği, kâmil insanların en yüksek makamı veher şeyin en üstünü, en şereflisi olduğunu bilir. Bu sûreti istemede, şeriata sarılmanın tarikatın gereklerine uymanın ve altıncı isim olan Kayyum’u okuyup himmet ve çaba göstermeninlüzumunu da büir ve yapar. O zaman ebrann iyiliklerini kendisi için kötü bulup şeriat, tarikat ve hakikat adabıyla dahaçok edeblenir ve suret-i Ademiyye ile hakikât-ı Muhammediye- yi araştırma mertebesine erip yedinci makama yükselir.KISIM: 3 Tabiat, zül ve nefs-ı-Rahmani, bu üçünün bir cevher olduğu:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:
Alimlerin tabiat
dedikleri kuvvet, bütün cisimlere hulül
eden ve her cismin
onunla tabiî kemâline eriştiği şeydir. Biz
678
MARİFETNAME
buna zül deriz. Çünkü bu, izâfi bir varlık olup, kendinde bu-lunmayan imkân ve ahkâm üzerine yayılmıştır. Nitekim Ce
nabı Allah, Kur’anı Kerim inde: «De ki: Rabbimin kelimeleri-ni yazmak için denizler mürekkeb olsa, Rabbimin kelimeleri
bitmeden denizler biter, bir o kadar daha gelse gene biter.»
buyuruyor. Böylece kelimelerden muradın ayanı mercudat ol-duğunu bildiriyor. însan konuştuğu kelimeler, türlü manala-ra delâlet ettiği gibi, görünen varlıklar da Cenabı Hak’km
varlığına isim ve sıfatlarına delâlet eder. Nitekim Cenabı Al-lah Kur’anı Kerîm’de; görünen varlıklarda bir çok manalar
bulunduğunu, insanlara bildirmiştir. Gerçekten, insanın konuş-tuğu kelimelerin her birinde bir mana vardır ki, her kelimenin
kendinden sonrakine göre manası başkadır. Bunun gibi, görü-nen varlıkların her birinde bir sır vardır ki, o sır her insanın
gözünde başka türlü görünür. Cenabı Allah o sırları, yalnız
nefsini bilen Ârif kullarına bildirmiştir. Arif olmıyan kulların-dan gizlemiştir. Meselâ bu kitapta yazılı olan kelimeler gibi.
Bunları ilim adamları okuduğunda manasını anlar. Fakat ca-hil insanlar ne okuyabilir, ne anlıyabilir ne de ondan bir lez-zet alabilir. Ancak bu,, kitabın yazılı satırlarım görebilir. İşte
tabiat âlemi de bıuna benzer. Herkes bu tabiat kitabını okuya-maz ve anlıyamaz. Veren vermiyen Allahu Taâlâ her türlü
noksanlıklardan münezehtir.NAZIM, Ey mühendiş nıedir ol tefrikaı nokta vü hat.Bil hattı kevn ü mekân, noktai aşk oldu fekat.Nokta hat oldu ve hat harf olup, ol oldu hurûf,Çünki tebdili suver kıldı vü tagyiri nukat.Noktadan gayri ne kim levhi şühûdun üzre
Nakş olunmuş» onu mahv et ki, od ur sehv ü galat.Nokta bil, noktaıya bak, nokta ol, andan gayri
Her ne kim eyle sen od ur sebebi bu’du sahat.Bahrdan dür iken enhâr Fırat ve Şattır,Yine su içre eri:şse, no Fırat ola ne Şat.Ne olur tenbel o ârif, ne seğirtip yorulur.Ehli irfân reviş ü râhi olur seyri vasat.
670
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
KONU: 7
Yedi makamın yedincisi olan Nefsİ. Kâmilenin, hallerinisıfatlarını, hareketlerini, alâmet ve kerâmetlerinl, MürşidİKâmilin eğitiminin belirtilerini ve kabiliyetli sâlikin metanetve alâmetlerini ve sıkıntılı hallerindeki iç ferahlığı (sevinci)ile huzurunu şeytamn sâlike karışmasını, aldatmasını sekiz kı-sımda bildirir.KISIM: 1Nefsikâmilenin bu ismi almasının sebebi, seyri, âlemi, ye-ri, hali, kazandıktan, sıfatlan ve sâliklerin nasıl terbiye olun*
duklan:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Yedinci makamda nefsi nâtika bütün kemalâti taşıdığı için
ismi Nefsi Kâimle olmuştur. Bunun"' seyri Billahtır. Alemi,
kesrette vahdet, vahdette kesret âlemidir. Yeri sırdır (gizlidir).
Bu öyle bir gizliliktir ki, tıpkı bedene nisbeten ruhun gizliliği
gibi. Hali bekâdır. Kazandıkları, bütün insanların öğrendikle-rinin tümüdür. Sıfatlan, insanlığın en güzel sıfatlannm tümü'
dür. Bu kâmilin meşgul olduğu vird, Kahhar ismidir ki, bu ye-dinci isimdir.Bu yedinci makam, bütün diğer makamlann en yükseği ve
en üstünüdür. Çünkü bunda bâtin saltanatı hemâle ermiş, mü-cahede tamamlanmıştır. Bu makamda riyazete (açlıkla nefsi
terbiye etmeye) lüzum kalmamış, her şeyde orta halde bulun-mak yeterli olmuştur. Bu makam sahibinin artık hiç bir isteği
kalmamış, her muradına nail olmuştur. Yalnız Cenabı Hak’km
nzasmı almak kalmıştır. Bu kâmilin bütün hareketleri, iyilik
ve ibadettir. Onun temiz nefesleri kudret ve inayettir. Yumu-şak konuşması, sırf ilim ve hikmettir, lezzet ve tatlılıktır. Mü-barek yüzü görenlere huzur ve sevinç vericidir. Bu azizi gö-renlerin kalbine, Allah’ın zikri ve fikri gelir, huşû ve hûdû ile
680
MARİFETNAME
Cenabı Hak’ka yönelir. Nasıl yönelmesin ki, bu Allah velisinin
mübarek yüzü ile karşı karşıya gelmişlerdir. Belki o dördüncü
makamda iken yine Allah'ın velisi idi. Çünkü dördüncü ma-kam avam evliyasının makamı beşinci makam seçkin evliya-nın makamı, altıncı makam ve yedinci makam seçilmişlerin
seçümişlerinin makamıdır.Bu Kahhar isim Kutba (yani en üstün olan evliyaya mah-sustur.) mahsus olan isimlerdendir. Kutup bununla sâliklerin
yardımına koşar, onlara nur ve hidayet müjdelerini ulaştırır.
Hatta sâliklerin içinde kendiliğinden meydana gelen cezbe se-vinç ve huzür gibi kalb ve ruh hallerine yardım, irşad kut-bundan olup onların zikir ve teveccühlerine karşılıktır. Bu ma-kamın sahibi, bir an bile ibadetsiz kalmaz. O bütün vücut aza
lanyla, diliyle, eliyle, ayağıyla, yahut sırf kalbiyle ibadet eder
ve bir an bile Cfenabı Hak’tan gâfil kalmaz. Bu kâmilin istiğ-farı çoktur. Çok mütavazidir. Halkın Cenabı Hak’ka yönelişi
onu.çok sevindirir. Halkın gafleti ise onu fazlasiyle üzer ve öf-kelendirir. Allah’ı isteyenleri ye sevenleri evladından daha çok
s^ever. Bu kâmilin ağrıları çok, hareketleri, çaba harcaması az,
kuvveti zayıftır. Allah’ın emir ve yasaklarına tam uyar ve bun-ları gayet yumuşak güzel bir dille halka telkin eder, öğretir.
Muhabbet ehlini sever. Sevilmeyeceklere, kızdığını belirtir. Ge-rek sevgi ve kızması kendi nefsi için dğil, sırf Allah içindir.
Kalbinde kimseye kötülük beslemez. Bunun kahrı lütfü ile; kız-ması hilmi ile, Celâli Cemaliyle karışık olduğundan kızma ha-linde razı olup rıza halinde kızma gösterir. Fakat her şeyi yerli
yerinde yapar, her halinde adalet üzere hareket eder.Bir emrinin, bir sözünün yerine gelmesini dilediği zaman,
onu isteğine uygun olarak hasıl olmuş bulur. Çünkü bu kâ-milin dileği Allah’ın dileğine uygundur. Rıza ve tepkisi O’na
bağlı ruhu huşu ve hayret içinde daima O'nun huzurundadır.KISIM: 2MürşidıKâmilin alâmetleri kerametleri ve istidatlı
sâlikin
terbiyesi, alâmetleri ve kendi âdetleriyle ibadetleri:
681
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:
Mürşidi
Kâmil, bütün insanlara karşı çok şefkatli ve merhametli olur. Bilhassa Hakkı istiyen ve sevenler onu, ana vebaalarından daha merhametli Ve şefkatli bulurlar. Mürşid-iKâmilin güzel âdetleri şudur: Cenab-ı Allah’m marifetini vemuhabetini talib (isteyici) ve kendi hizmet ve sohbetine hevesli olup huzuruna gelen sâliklere sohbetin başında din ilminiöğretir. Onların müşküllerini, ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebine uygun olarak çözer, şüphelerini giderir, inançlarını düzeltir ve kuvvetlendirir. Sonra temizlik ve namaz meselelerinitam manasıyla öğretir. Tevekkül, tefviz, sabır, teslim ve rızayıanlatır. Bu şekildeki sohbetine bir müddet böylece devam eder.Sonra sâlikin durumuna bakar. Eğer onu, Cenab-ı Hak’km yoluna girmeye kabüiyetli görürse o zaman ona tevhid kelimesini zikretmesini söyler ve mukarrebler yolunu açar. Geçinmedegüçlük ve sıkıntısı varsa ona maddi yardımda bulunur. Karşılaştığı engelleri yok etmeye çalışır ve her hususta onu korur.Böylece onun dayanağı olup Hak yolunda ilerlemesini sağlar.Eğer sâliki bu yolda kabiliyetli görmezse o zaman onaöğüt verip: Sanatm varsa sanatına devam et, yoksa doğruluktan ayrılmadan ticarete başla. Çünkü Allah tembel ve boş duranları sevmez. Bu tembellik ve gevşeklikle bu yoldan gidilmezder. Eğer bu Mürşid-i Kâmil o sâliki sanatına, işine göndermezse o zaman onu aldatmış olur. Halbuki Mürşid-i Kâmil aldatıcı olmaz. Kendi için lâyık görmediğini ve yapılmasını istemediğini, halka lâyık görmez ve onlara yapılmasını istemez. Nitekim Peygamber (S.A.V.) efendimiz bir hadis-i şerifinde: «Aldatan bizden değildir» diye buyurmuştur. Eğer mürşidin hizmetçiye ihtiyacı varsa, onu işlerinde çalıştırabilir. Fakat kendisine mukarrebler yoluna girmeye kabiliyetli olmadığını bildirmesi şarttır. Bundan sonra sâlik hizmetinde kalmak isterse yamnda bırakır.Mürşid-i Kâmilin alâmetleri: Ayıpları örter. Kimsenin ayıbını, kusur ve hatasını ifşa etmez. Bilhassa sâliklerin ona bildirdikleri sırlan asla kimseye söylemez. Sonra bu Kâmilin nefsi muhtaç değildir, hiç kimseden bir şey ummaz ve almaz. Yine bu kâmilin öyle güzel huyları var ki, asla kimseye
kızmaz
MARİFETNAME
ve en ufak bir kırıcı lâf söylemez. Ancak Allah için buğz eder
ve söyler. O’nun yanında yemeklerin iyisi ile kötüsü birdir. Her
türlü giyecek ve giyeceklerin yenisi de, eskisi de onun için bir-dir. Bu kâmilin yanında hamurla ekmeğin, pirinçle arpanın,
temiz su ile bulanık suyun sarımsakla anber kokusunun, yün-le ipeğin, döşekle hasınn, gençle ihtiyarın, şan ve şeref sahi-biyle hakirin, amir ile fakirin hiç bir farkı yoktur, hepsi ona
göre birdir. Bunlardan hangisini bulsa, ötekisini istemez. Bu
kâmil, açlıkla toklukta, uyku ile uyanıklıkta, konuşma ile sü-kutta, uzlet (yalnızlığa çekilmek) ile ülfette (halkla temasta)
veNbütün âdet ve ibadetlerinde «her işin ortası hayırlıdır» pren-sibine göre hareket eder. Nitekim kâmillerin ve ırnrşidlerin
en büyüğü olan peygamber (S.A.V.) efendimiz: «Allah’a yemin
ederim ki sizin en çok Allah’dan korkanınız benim. (Buna rağ-men) oruç tutanm, oruç açarım, Namaz kılanm, dinlenirim
ve evlenirim» Yani ifrat ve tefritten kaçınır, ikisinin ortasın-da yürür. Bu ortalama hareket şekli yalnız veliler mertebesine
eren Kâmil insanlara mahsustur diye buyurmuştur. Muhakkak
ki bu alâmet ve kerâmetler Mürşidi Kâmil olan zatta görünür.
KISIM: 3
İstidâtli olan sâlikin metaneti ve alâmetleri:' Ey azız! Ehlullah diyorlar ki:Mukarrebler yoluna girmeye kabiliyetli olan sâlikin meta-net ve alâmetleri şunlardır: Kendi nefsine düşmandır. Açlık,
susuzluk, uykusuzluk, az konuşmak ve uzletle nefsine eziyet
ve işkence eder. Çeşitli zorluklara katlanarak ona muhalefet
ve metanet gösterir. Onu hükmü altına alıp ona galib olur.
Eğer bir kimse kendini incitirse ona kızmaz, kusuru kendinde
bulur ve der ki, «Nefsim kötü olmasaydı Cenabı Hak, bana bu
kullarını musallat etmezdi» Eğer kendisini mürşidine şikâyet
ederlerse ona şikâyet edenlerin değil, kendisinin haksız ve ka-bahatli olduğunu söyler.îşte nefsini yenen, ona hakim olabilen ve her kusuru ken-di nefsinde gören böyle bir sâlik kabiliyetlidir, mukarrebler
683
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI
HAZRETLERİ
yoıuna
girmeye lâyıktır. Eğer bazen kendisinde bir takım ku
sur
kötü
haller
görünürse
de,
bunlar onun bu Hak yola girme
sine
engel olmaz, mazur görülür. Çünkü kendinde kötü bir hareket gördüğü zaman buna razı olmayıp nefsini kınar, kimse
ye
kötü ve ağır söz söylemez, her kusuru nefsinden bilip hiçbir suretle ona hak vermez, yardımcı olmaz. Fakat sâlik, nefsinden razı olup onunla mücaheden âciz kalırsa, gerektiği zaman üç gûn aç, susuz ve uykusuz kalmak suretiyle nefsini ye-nemezse, kusur ve kabahati kendisini sövüp dövenlere bulursave onlara kırıhp düşman olur, intikam almaya kalkışır ve nefsini düşünüp onun rahat ve huzuru için çalışırsa bu mürid, sâlik olmaya kabiliyetli değildir, evliya yolunun kokusunu bilealamaz. Bu sâlik nefsiyle başbaşa kalsın, kendi sanatiyle uğraşsın, çünkü ruhâni ticaretin ehli değildir. Zira mukarrebler yolunun esası, nefsinden razı olmayıp ona düşman olmak,onunla mücahede edip müşahidler zümresine girmektir.Eğer sâlik, manevi binasını bu temel üzerine kurmazsa,binası çabuk yıkılır.Kabiliyetli sâlik ise, nefsine kızar ve ondan razı olmaz,üzüldüğü zaman yalmz nefsinden üzülür, kızdığı zaman yalnıznefsine kızar., tenkit etse yine onu tenkit eder. Böyle hareketedebilen sâlik mukarrebler (Allah’a yakın olanlar) yoluna girmeye kabiliyetlidir. Şu halde nefsine izin veren ve böylece ona yenilen, sülüke kabiliyetli olamaz, mukarrebler yolundan birlezzet alamaz. Çünkü düşmanı olmıyan, dostunu bulamaz.
KISIM: 4
Kabiliyetli olan sâlikin üzüntü ve sıkılma ile sevinç ve ferahlık duyması kabz halinde iç huzuru bulduğunu bildirir.Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Kabiliyetli sâlikin alâmetleri şunlardır: Sâlikin gizli-aşikârbütün arzu ve isteği, kendi nefsini kötü vasıflardan temizlemektir. Çünkü nefsini, kendisinin büyük düşmanı ve tehlikelimanevi hastalıkların kaynağı olduğunu bilir. Bu sebepten, nef
684
MARİFETNAME
sinin etkilerinden kurtulmak için büyük çaba harcar. Eğer
kendisinde tarikata uymıyan bir hareket görürse Mürşidine,
bu kusurunu şikâyet etmeğe gider. Mürşidi de ona; nefsinin o
saldırışının tersine hareket etmeye devam etmesini emreder.
Meselâ; sâlik çok yemek, içmek, uyumak ve konuşmaktan şi-kayetçi ise, Mürşidi ona bunların tersi olan açlık, susuzluk, uy-kusuzluk ve uzun süre konuşmamayı tavsiye eder. Tâ ki, sâ-likin nefsi, orta hal olan az yemek, içmek, uyumak ve konuş-maya razı olsun ve bu yoldan yürüsün. Kabiliyetli sâlik, birçok
hallerinde musibete düçâr olmuş çaresiz bir kimse gibi kâlbi
üzgün, boynu bükük olur. Sevinçli olduğu zamanda beladan
kurtulmuş kimsenin sevinci gibi yarım sevinci bulur. Esasında
bu kabiliyetli sâlikin musibeti her musibetten büyüktür. Çün-kü o, zikre devam etmekle nefsinin yoğrulmuş olduğu kötülük
ve çirkinlikleri bilmiştir. Bu engel ve yol kesiciler devam et-tikçe mahbübuna (sevgilisine) kavuşamıyacağını muradına*
eremiyeceğini de anlamış, bunlardan kurtulmaya yönelmiştir.
Ancak kavuşmaya engel olan kötü huyların hepsinden kurtul-mak mümkün olmadığı için üzüntü ve şaşkınlık içinde kalmış-tır. Çünkü nefsin kötü huyları pek çoktur. Nefis onlara alıştığı
için kurtuluşu güçtür’. Kötü bir huydan kurtuldukça ondan da-ha kötüsüne düçâr olur. Muhakkak lci, bu durumda sâlikin kal-bi kırık, gözleri yaşlı olduğu halde kendi nefsinden şikâyetçi
olur. Bu hale düşen kabiliyetli sâlik, başını kaldırmak ve utan-madan bağırıp çağırmak, gülmek ve alay etmek gibi neşeli hal-lerden çekinip kendisi ile Allah’ı arasındaki bu halini değiş-tirmek için inzivaya, yalnızlığa çekilir. Cenabı Hak’tan, o ha-linin giderilmesini ve kendisini himaye ve koruması altına alt
masını ister. Bunun için de dua eder. Çünkü o, yalnızhğa çekil-menin selâmet olduğunu bilir. Bu durumda bulunan sâlikten
korkulmaz. Fakat bu, güç bir haldir. Cahil olan kimselere
uy
gun gelmez. Fakat Arif olan sâlik, arslandan korktuğu kadar
bu bast halinden korkar. Dünya ehlinin dünya nimetlerinden
lezzet buldukları gibi kabz halinden lezzet alır. Çünkü tecrübe
ile bilir ki bast halinde zahirin tamiri görünürse de gerçekte
bâtının helaki vardır. Halbuki kabz halinde nefsin kötü hal ve
sıfatlarının helaki, bâtının tamiri vardır. Eğer bir sâlik, bast
halinde, «Ben, Allah’ın huzunmdayım. Onu düşünüyor,
görü
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI
HAZRETLERİ
yor ve O’nunla konuşuyorum. Halbuki kabz halinde bu faziletlerin hiç birisi bende olmuyor.» derse bundan açıkça anlaşılırki, sâlik ne Allah’ı bilmiş ne de huzurunu ve o huzurun lezzetini bulmuştur. O bu davanın ehli değildir. Sülük yoluna girmekte hata etmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak’km huzuruna varış, ancak mâsivadan geçmekle, yani Allah’dan gayrisini düşünmemekle olur. Halbuki mâsivadan geçmek, ancak kabz halindeolabilir, bast halinde olmaz. Nitekim bir gün bir sâlik, bast halinde duyduğu sevinçle raksederken Mürşidi ona niçin bu sevincini izhar ediryorsun diye sorunca o da; nasıl sevincimi gös-termiyeyim ki, O bana Rab, ben O’na kul olduğum halde sabahlamışım, cevabım vermiş. O zaman mürşidi ona irşat venasihatta bulunup şöyle demiş: Ferahlık ve sevinç O’nunla daolsa açığa vurulması hatalı görülmüş ve yerinmiştir. HalbukiCenab-ı Hak, üzüntülü olan kalbi sever. Onun için kabz veüzüntü hali daima makbuldür.
KISIM: 5
Mukarrebler yoluna giripde nefs-ı-emnıare makamındaiken, şeytanın- sâliki bu Hak yoldan saptırmak için ona suret-i-Hak'tan göründüğü kapılar.Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Mukarrebler yoluna girmek isteyen kimse önce kabiliyetliolup olmadığı hususunda baksın. Ondan sonra, istenilen vebildirilen vasıflan taşıyıp taşımadığı hususunda Mürşid-i Kâmilin haline baksın. Eğer nefsini kabiliyetli ve Mürşidini kâmilbulursa ona, mukarrebler yoluna girmek vacip olur. Böyleceo, tabiatın zindanmdan kurtulup kemâl sıfatlannı kazanmışolur. Eğer bu dileğine erme müddeti uzarsa üzülmesin, yarı yolda ve eksik kaldım, demesin. Muhakkak kemâli bulacak vemuradına erecektir. Hatta eğer sâlik kendi nefsinde kabiliyetgörür de, mürşidinde umduğu kemâli bulamazsa, o zamanmürşidsiz olarak tek başına sülük yolunda, şeriatın âdâp voerkânına, tarikatın hükümlerine uygun hareket ederek, Peygamber (S.A.V.) efendimizin izinden yürümeğe devam etsin.
686
MARİFETNAME
Ona salâtuselâm getirsin, hadis şeriflerini okuyup onlarla
amel etsin. Çünkü, şeytan bir an dahi «düklerin yakasını bırak-maz. Çeşitli kapılardan onun kalbine girmeye ve her makamda
vesveselerle onu yanıltmaya çalışır.Sâlik nefsi emmare makamında iken şeytan, onu bu hak
yoldan saptırmak için gelip: «Senin bü yol ile ne münâsebetin
vardır. Bu öyle bir yoldur ki, ehli kalmamıştır. Yalnız sözleri
ve kitapları kalmıştır. Halbuki sen, öyle zamandasın ki, dinini
koruyan ateşin korunu avucunda tutmuş gibidir. Hak yolun-da gitmek istiyorsun, ama kimin eliyle ilerliyeceksin? Mücâ
hede ve müşâhede sâhipleri nerede? Hâl ve kerâmet ehli mi
kaldı? Hepsi dünyadan göçüp gitmiştir. Çoğunun âdetleri bile
kalmamıştır, onlardan (ruhlarından) yardım diliyerek şeria-tın zâhirinde kalıp, onunla yetinmeli.Eğer sâlik bu sözleri dinler, tarikat yolundaki himmeti so-ğur, azimeti sarsılırsa ve sülüke başlamış iken ona bir çekin-genlik gelirse, sonra yine şeytan" ona gelip: «Hak taâlâ, .farz-larını yerine getirenleri nasıl severse yapılmasına izin verdik-lerini kabul edip yapanları da öyle sever. Kulu Mevlâsınm
mağfiretini nasıl severse, Mevlâsı da yapılmasına izin verdik-leri ile amel etmesini öyle sever. O halde, nefsine sert dav-ranmayı terk edip, yumuşak muamele et. Çünkü o senin binek
hayvanındır. Nitekim Allahü taâlâ: «Allahü taâlâ size kolaylık
istiyor, zorluk istemiyor. Sizin için dinde zorluk olmadı» bu-yurmuş ve kulanna şefkatli ve merhametli olduğunu bildir-miştir.»Eğer sâlik, şeytanın bu sözlerine kulak asar ve ümmetle-rin yapılmasını ön gördükleriyle amel etmeye başlarsa şüphe
yoktur ki, haram ile helâl arasındaki şüpheleri artar ve hara-ma yaklaşmaya başlar. Şüpheler çoğaldıkça kalbinin karar-ması artar ve böylece helali bırakıp haramı işler. O zaman bu,
sâlik değil Hâlik olur. Çünkü kamını haramla dolduran gafi-lin hatırına ancak haram işler gelir. Böylesinin konuşması da
yalan, gıybeti de sövme olur. Günaha götürücü işler peşinde
olur. Elininin hareketi harama uzanır, ayağının yürüyüşü ha-rama gider. Böylece şeytanın muradı da yerine gelmiş olur.
687
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
Eğer
sâlike, Allah’m lütfü erişir de bütün bu vesveselerin
şeytandan
geldiğini bilirse ruhsatlara (yapılmasına izin veri
lenlere)
meyletmek tembellerin işidir, onlarla amel etmek,âcizlere mahsustur, şeriat âdâbı ve tarikat erkânıyla yürüme
ye
çalışmak şarttır, deyip hareket ederse o zaman nefsi, lev-vame olup ikinci makama yükselir.KISIM: 6Mukarrebler yoluna giripte nefs-i-Levvâme makamındaiken şeytanın kendisini Hak yoldan saptırmak için ona suret-iHak’tan göründüğü kapılar:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Hak yolunda yürüyen sâlik, nefs-i Levvame makamındaiken, şeytan onu bu yoldan saptırmak için ona sâlih amellerisüslü gösterir ve böylece kalbine ucub (kendini beğenme) duygusunu sokar. Sâlik de amel yolunda ucba tutulup nefsini beğendikten sonra şeytan ona suret-i Hak’tan görünerek der ki:«İlimden maksat ameldir. Halbuki sen, sâlih amelleri yapıyorsun. Artık bundan sonra senin ne ilim tahsiline, ne âliminsohbet ve va’zmı dinlemeye ihtiyacın kalmamıştır. O sana va’zü nasihat eden âlim, keşki kendi nefsine söz geçirip nasihatalsa ve senin aıAellerinin onda birini yapsa, ona ne mutlu hakiki kurtuluşa ererdi.»İşte bu ucb (kendini beğenme, üstün görme) hali, kendisinde yerleşti mi kendini büyük, başkalannı küçük görüp insanlara sû-i zan eder. Sonunda öyle kötü huylu olur ki, âlimden bir tek nasihat kabul etmez hale gelir. Aklına göre ibadetini yapıp Cehalet karanlığında yok olur gider. Sonra bu sâlike yine şeytan der ki: «Halk, seni çok beğeniyor. Âmellerini onlara göster ki, sana uysunlar, sevabın kat kat artsın.» Eğer sâlik, bu niyetle amellerini güzelleştirirse illetli olur. Sonra şeytan, bu sâlike der ki: «Sen şimdi ibadetini hemen gizle. Cenab-ıHak gizli olan amelleri kabul edip seni sever. İnsanlar da, senin bu temiz kalpliliğini anlar seni severler.» Eğer sâlik, şey
688
MARİFETNAME
tanın bu sözlerine kanıp sırf halk onu sevsin diye ibadetinigizlerse düşer de haberi bile olmaz.Şeytanın hile ve aldatmaları çoktur. Gücü yeterse sâlikinamelini bozar. Bozmaya gücü yetmezse sâlikin kalbine o amelden daha faziletli bir amel sokar, ki, onu yapmaya gücü yetmesin. Fakat ikinci ameli ona över, güzel ve kolay gösterir. Böy*lece ona başlayıp birinci amelden kesilir, bunu da yapmayagücü yetmez, nihayet her iki ameli de yapmaktan vazgeçer.* Meselâ şeytan sâlike der ki «Sen, Allah ve peygamberisevdiğini iddia ediyorsun. Fakat ne Beyt-i şerifi hac ve tavafediyorsun, ne de Peygamber (S.A.V.) efendimizin kabrini zi yaret ediyorsun.., Bunda gevşek davranan kimsenin kalbindohiç onların sevgisi vardır denebilir mi? O halde Allah’ı ve ha-bibini sevdiğini söyleyen kimseye yakışan şey, hemen Allah'atevekkül edip Hacca gitmesi, Allah’ın habibinin mübarek kabrini ziyaret etmesidir ve yol boyunca namazla, salâvat-ı şerifegetirmekle ve diğer' zikirleri yapmakla meşgul olmasıdır, ki.bu ibadetiyle de ikinci Hac sevabım kazansın.Sonra eğer sâlik, şeytanın bu vesvese ve aldatmalarınakulak asar, erzaksız, bineksiz, fakir haliyle Hac kafilesine katılıp Beyt-i şerife yönelirse, o yol zahmetinden vücuduna yorgunluk ve gevşeklik gelir, bu sebepten zikirlerinde yavaş yavaş azalma ve namazında gevşeme göstermeye başlar ve kalbinde bir sıkıntı belirin İşte o zaman, şeytan, yine ona yanaşıpder ki: «.Nefsini bu kadar zorlama, ona gücünden fazla yük yükleyerek zulüm etme. Namazın geçse de üzülme, kazasmıMekke’ye vardığında yaparsın, ibadetlerinde o kadar titiz davranmana gerek yoktur. Sâlik de yorgunluk ve acizliğinden dolayı şeytanın bu sözlerine uyar ve farzları yerine getirmedegevşeklik gösterir. Açlık ve susuzluğu bastırıp tenbelliği artınca, şeytan yine ona yanaşır der ki: «Cenab-ı Hak, Haccı zenginlere farz kılmıştır. Senin gibi fakirlerin Haçta ne işi vardır, şüphe yok ki, seni Hacca gönderen fikir, şeytanın hile voaldatmalarından başka bir şey değildir.» İşte o zaman bu fakir,şeytanın sözlerinden üzülür ve ona pişmanlık gelir. Böylecenamazlarını kazaya bırakıp kalbi kararmaya başlar ve gıybet
689
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
yapmaya, halkın arkasından konuşmaya, sövmeye, namusa tecavüz gibi kötülüklere yeltenir. Çünkü, Hac yolunda cna nekimse sadaka verir, ne de yardım edebilir. Hac kafilesinde herkes ancak kendi derdiyle meşguldür. O ise yardıma muhtaç. Tabii olarak da ya Hac ziyaretinden mahrum kalır, ya da bindert ve belâ ile bu ziyareti yapmış olur.İşte bu sâlik Hacca gitmeden önce, memleketinde iken kalbi ferah, huyu güzel, gönlü şen, merhametli, insanları kendinefsinden üstün gören, eli açık ve cömert bir kimse iken şimdibu Hac yolu boyunca başına gelen hallerden, çektiği eza veüzüntülerden dolayı halkı yermeye, küçük görmeye başlar.Kalbi sıkıntılı, nefsi cimri, haris ve kınayıcı olur, Çünkü bu sâlik, Hacca gitmekle tuttuğu Hak yolundan sapmış ve başınabunca belâ ve felâketler gelmiştir. Böylece şeytan bu sâliki yolundan alıkoymuş, muradına ermiştir.Eğer Hak Taâlâ’mn lütuf ve yardımı sâlike erişir, onu şey-’tanın bu aldatma ve hilelerinden korursa o zaman sâlik şeriattın adâbı ve tarikatın erkanına bağlı Olarak çalışır ve tuttuğu yoldan ilerliyerek nefsi mülhime olur ve üçüncü makama yük-; ^selmiş olur.KISIM: 7Mukarrebler tarikatına giripte Nefs-ı-mülhime makamında iken şeytanın kendisini bu Hak yoldan saptırmak içiiı onasuret-ı-Hak’tan göründüğü kapılar:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Hak yolunda yürüyen sâlik, nefs-i Mülhime makamındaiken şeytan onun yolunu kesmek için münasip kapılardan kalbine girer. Çünkü sâlik, yukarıda anlatılan belâları, zorlukları atlatıp üçüncü makamdaki marifet derecesine gelmiştir.Şeytanın bu aldatışlarını bildiği ve atlattığı için kendindenemindir. Bu sebepten şeytan, bu sâlike suret-i Hak’tan görünür ve der ki: «Sen âlemin hallerini öğrenmiş vahdet-i vücuduidrak etmişsin. Allah’tan başka ilâh yoktur, dersin. Çünkü Ev
690
MARİFETNAME
vel, Ahir, Zâhir, Batın nurunun parıltılarını bulmuşsun. Çünkü, Allah’m yer ve göklerin nuru olduğunu, hepimizin O’ndangelmiş ve tekrar O’na döneceğimizi bilmişsin. Başlangıcımız vevarışımız ancak O’dur. Cennet ehli Cennet için, Cehennem ehli Cehennem içindir hiç bir şey O’nun emri olmadan hareketedemez. Nitekim, Hak Taââlâ Kur’an-ı Kerim’inde: «Sizi Allah yarattı, siz ise bilmiyorsunuz» diye buyurmuştur. Kur’an-ı Kerimde bildirdiği gibi yaratılışın sırrını da ancak arifler bilir.O halde bütün bunları bildikten sonra ne diye sana zahmet veüzüntü veren amelleri yapmak için uğraşırsın. Bundan böylesana yakışan şey, bu zahirden ibadetlerle riyazatlann hepsini,hakikatleri göremiyen Zâhir ehli için terk etmendir. Taklidçihalkın işleriyle uğraşmayıp ancak kendi kalbine dönüp şevkile dölmandir. Zâhir ibadetten daha önemli ve lüzumlu olanmurakabe ve müşahade gibi batını ibadetlerle uğraşıp lezzetduymandır.» Eğer bu makamdaki Arifin kalbi, şeytanın buvgsvese ve aldatmalarına kapılır, ibadet ve mücahedeyi terke-dip nefsinin hava ve hevesine uyarsa, onun kalbi yavaş yavaşkararmaya başlar, böylece şeytan orada yerleşme' imkânınıelde eder. Sonra şeytan yine ona der ki: «Rabbin senin hakikatindir, sen de onun hakikatisin. O halde her ne dilersen yap.Asla sorumlu olmazsın.» îşte şeytanın bu aldatıcı sözleri Arifin gözlerini, basiretini öyle örter ki, ârif gerçeği hiç göremezolur. Hırsızlık, hainlik, zina, içki gibi her çeşit haramı yapmakve işlemekten çekinmez, İnancı tamamiyle bozulur. Allah’tankorkmaz olur. Mel’un şeytanın yoluna girmiş olur. Şeytanınöyle bir oyuncağı olur ki Allah’ı bırakır, kendine şeytanı önder yapar.İşte şeytanın sözüne uyanın akibeti ve acıklı hali budur.Eğer bu Arife, Allah'ın lütuf ve yardımı erişir, ibadet ve mü-cahedede sebat ederse, muhakkak onun nefsi, Mutmainne olupdördüncü makama yükselir. Her iki dünyanın sadetine eripşeytanın aldatmasından emin olarak selâmeti bulur.
691
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
MANZUMEGafletten uyan ey dil, kim bâd-ı saba geldiAşkın yeli esti bil kim, câna safâ geldiEy âşık-ı ruhani vey arif-i rahmani Tenha gece bul âm kim cana hidâ geldiVer hâbını emvate gel kadı-ı haca taHoş başla münacate âvânı senâ geldiKoy hâb-u hayalatı terk eyle muhalâtıBul aşk ile hâlâtı kim şevk-i lika geldiKesret kederinden geç vahdet meyini saf içSen sayma vücudunun hiç, ol nur ve ziya geldiHâb içre olur gamlar aşk içre olur demlerAgâh olun âdemler çün avn-ı hüda geldiHakki, ko bu ağyarı bul dilde o dildâriFevt eyleme eshâri kim vakt-i nidâ geldiKISIM: 8Mukarrebler yoluna girip de nefs-i Mutmainne makamınaeriştiğinde Allah’ın kalesine girip şeytana galip gelmesi:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:Gerçek sâlik, dördüncü makama eriştiğinde onda öyle birkemâl hasıl olur ki, mâsivadan (Allah’ın gayrısmdan) kaç£*rve yalnız Hak ile ünsiyeti arar, Cenab-ı Hak’kı sevip Habibinebağlanır. O’nun fiilerini, sözlerini, ahlâkını can ile kabul edipondan ruhu için hayat bulur, imanı için lezzet alır. Ölünceyekadar şeriatle amel eder, Mârifet nuru ile gönül rahatlığı bulur. Sonra bu kâmilin kalbine ne doğarsa, onu Peygamber(S.A.V.) efendimizin söz ve fiilleriyle kıyaslar. Eğer uygun görürse onunla amel eder, uygun görmezse şeytandandır deyip yapmaz. Çünkü, Peygamber (S.A.V.)’in vefat edinceye kadarfarz ve vaciplerin hiç birini terketmemiş, ne veli, ne alim, nede sâlih zatların ameli salihi terkettikleri görülmemiş, işitil-
692
MARİFETNAME
memlş olduğunu kesinlikle bilir Sonra Alah’ı gerçekten sevenkâmil zat, şeriata uymayan tüm fikirlerin safsata, sapıklık olduğunu da bilir. Çünkü batın ehli, dış âleme uymıyanbatın görüşü sapık bulmuştur. Böylece ibadet ve Hak yolundadoğru yürüyüp şeytanı yenmiştir. Hak Taâlâ’nın Hicr süresinin 42. ayetinde: «(Muhlis) kullarımın üzerinde senin asla hiçbir hükmün yoktur.» buyurduğunu bilmiştir. Şeriatın sırlarıona keşfolunmuş ve onu,. şeriatın zahirinde gizli sonsuz birdenizi haline getirmiştir. Ama şeriatın açık hükümleriyle ameletmiyen gâfil, ne ârif ne de kâmil olabilir ve ne de batın âlemin sırları ona görünür. Belki dinsiz olup sapıklıkta kalır.Çünkü Cenab-ı Allah habibine: «De ki: Allah’ı seviyorsanız bana tabi olunuz. Allah-u Taâlâ da sizi sever.» buyurmakla ölünceye kadar şeriata bağlı olmanın gerektiğini duyurmuştur.Şeriatla âmil olan Ârif ve Kâmil şeriatın gizliliklerine girmiş, oradan Hak Taâlâ’nın sırlarına ermiştir. Böylece kendikalbiyle sahibi (Allah) arasında vaki olan özellikleri bilmiştir.Bu sırları, ancak dış görünüşleri şeriatla bezenmiş, içleri hakikatle aydınlanmış olan Kâmiller bilirler ki, onlara hiç bir şeyşüret-i Hak’dan görünmez. Şeytan onlara yaklaşamaz, yaklaşsa da hiç bir taraftan yol bulup kalplerine giremez. İstese bileonlan asla y ollanndan saptıramaz, en ufak bir zarar bile veremez. Nitekim bir gün yolda yürüyen Şeyh Abdülkadir Geylanihazretlerine, şeytan yanaşıp «Ya Abdülkadir! Ben Allah’ım,haram ettiğim her şeyi sana helâl kıldım. Dilediğini yap.» dediğinde Şeylh hazretleri ona: «Yalan söylüyorsun. Sen şeytansın. Çünkü Cenab-ı Hak, hiç bir şekilde yasak kıldığı şeylerin yapılmasını istemez ve yapın diye emretmez» cevabını verir.Ey Hakkı! Basiretle bir kez bak: Bu şeriat ne büyük bir ke-râmet kalesidir. Şeriat ile amil olan, her iki dünyada da azizdir, şeriftir ve her korkudan emindir, selâmettedir. Sonra bütün iyi zatlar, âbidler, Arifler ve Kâmil insanlar’m kalesine sığınıp selâmete ermek ve şeytanın kötülüklerinden korunmakiçin, muhakkak Hak Taâlâ’nm yardımına, şeriat emirlerineuymaya, K.âmil zatlann himmetlerini istemeye ve âlimlerinsohbetlerinde bulunup öğütlerini yerine getirmek gereklidir.
693
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKİ HAZRETLERİ
KONU: 8KISIM: 1Hz. Gavs-ı A’zam Fakiruilalı Tillovî merhûmun haseb venesebi, rae/heb ve meşrebi, dil ve edebi, vatanı ve doğumu,âdetleri, ilim ve ibâdetleri:Ey Aziz! O Mevlânın veli kulu ve Resûlullalıın vasîsî pirimiz şeyh İsmail Fakirullah (rahmelullahi aleyh) hazretleri,âlimler soyundan olup mezhebi Şafii, aslı arabîdir. Yüksekbabalarının dilini arabca olarak konuşurdu. Büyük dedesi Mey-lânâ Molla Ali, Cezire-i Ekrâdıı âlimlerinin reisi iken dokuz- yüzon (M. 1504) târihinde, zâlimlerden hicret edip, iki günlükuzaklıkta ve Erzurumun güneydoğusundan on günlük* mesâfe-de bulunan Siirt ilinin doğusunda iki sat mesafede, yüksek bir yerde, havası gayet güzel, ormanlık, suyu az, sarnıç ve kuyusuçok, ikiyûz ve bir çok dükkân, bir han, bir hamam, üç mescidve bir cum’a câmisi bulunan Tillo adlı arab kasabasına gelmiş,o cum’a câminde imâm, hâtib ve müderris olmuştur. Onunkıymetli oğlu Mevlâna Molla Atdülcemal, ondan arabi ilimlerini alıp babasının vefatından sonra yerinde kalmıjştır. Onun dadeğerli oğlu Mevlâna Molla Kasım ondan ilim alıp, babasındansonra onun yerini almıştırHicri binaltmışyedi (M. 1656) yılında Mevlâna Kasım’m o yılın Beceb ayının birinci Cunı'a gecesi (Regaip ? gecesi), gece yarısından sonra saadetle bir oğlu dünyaya gelmiştir. Sıdkı yönünden İsmail ismini almıştır. Annesi onu kırk yıl latif meyvelerle beslemiştir. Temiz tabiatı, her yemekten belki ekmekve sudan bile kaçındığı için, hayvâni sıfatlardan temiz kalmış,İçi ve dışı, ilim ve ibâdet lezzetiyle dolmuş, Huşûı ve hudû ilemelekler huzurunu bulmuştur. Anne ve babasının hukukunugözeterek dua ve rızâlarını almıştır. Babası Molla Kasımdanilim tahsil edip, yirmi dört yaşında iken ilim ve m.a’rifetleri tamamlamıştır. O yıl sonu babası vefat edip kend.isi evlenmiş.İmamlık, hatiblik, müderrislik ve ibâdette babasınnn yerini al-
604
MARİFETNAME
ıratır. Otuz yaşına gelince, şefkatli annesi de vefat edip, kenu.plili ve evlâdı ile kalmıştır. Zühd ve vera’ı gereğince bağlarınsonunda bir hayli yeri ihyâ edip, kendisi için bir üzüm bağı dikmiştir. Ehil ve evlâdı için bir tarla yapıp, meşeden topladığı mazı ile kazancı helâl bir kimseden tohum için bir ölçek buğdayalıp kendi eliyle kazarak ekmiştir. Üzüm bağı işlerini kendieliyle görüp, meyvesini sırtında eve getirirdi. Tarlası susuz olduğundan, diğerleri gibi kavgalı değil idi. Hasadı zamanındataebesi ile birlikte abdest alıp onu orak ile biçer bağ bağ tokmakla dövüp tozunu savururlardı. Sonra evindekiler, o buğdaydan tohum miktarını ayırıp fazlasını el değirmeni ile un yaparlardı. Sonra gün be gün hamur ve ondan ekmek yapıp, hiçbirşübhe karışmadan helâl olarak yerlerdi. Kendisi daima üzümve kuru üzüm ile iftâr eder ve bunla da yetinirdi. Her Cum’agünu gusl edip, çamaşırmı değiştirince, cebine bir miktar kuruüzüm koyardı. Ertesi hafta bir kısmı yine cebinde bulunurdu. Çünkü her gece ibâcfet eder, her gün oruç tulârdı.Mevlâsı ile lılazuru daim İdi. Zikri, fikri ve ibâdeti kendine âdetetmişdi. Onlarljat o, can kuvveti bulur, imân lezetini duyardı.Bu hali kırk yaşına kadar böyle devam etti. Kırk yaşında ikengüzel mizacı değişti. Kırk gün yemedi, içmedi ve kimseyle konuşmadı. Kendinden habersiz yattı. Kirle gün sonra mübarekgözünü açıp, bir tas su içip, ekşi nar isleyip ekmekle yedi. Kendine geldi, sıhhat buldu. Her yemeğe iştihasi gelip orta derecede yedi. Bu şekilde kırksekiz yaşına kadar devam edip ilm vefazilette baba vo dedelerinin yerini tuttu. Bu güne kadar beş çocuğu dünyaya geldi. Dördü yaşadı. Bir kız çocuğu küçükken vefat etti. Kıymetli oğularının büyüğü ilim ve fazilette eşi pek azbulunan Abdülkâdir’dir. Ortancası Allahü taâlâ'nm ahlakı ileahlaklanmış olan Molla Abdullah’dır. Küçüğü Hâcı Sâlih’dir.O da ârif ve sâlihtir. Hafsa adında hepsinden şefkatli olan kerimesini çok severdi.Büyük oğlu Abdülkadir efendi kendinden sonra kutublukmakamına ermiştir. . »y-uafc-
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
NAZIM
Cân dimağı dembedem bir bûy-i cânân oldu hoş,Ka’r-ı bahr-ı lem yezel emvâc-ı ihsân oldu hoş.Cümleye sırr-ı maiyyetle, çü aşk olmuş refik,Zerrelerden dâim ol hurşid rahşân oldu hoş.Halktan, tanınmayı sevdim çün olmuş kasd-ı yâr,Bu zuhurat-ı firâvân içre seyrân oldu hoş.Çin-i zülf-i aşkından bir halka açtı çün sabâ,Lem’a-i hüsn-i ruhu şem-i şebistân oldu hoş.Zülfü sevdasında rencûr olmuş iken şükr kim,Can yüzünden gördü gönülden şad ü handan oldu hoş.,Cümle zerrât-ı cihâna aşktır sâri müdâm,O sebebden her güle bülbül senâhân oldu hoş.Çün haremden kalbe kıldı bir nazar sultan-ı aşk,Cân-ı âşık mahrem-i esrâr-ı sultân oldu hoş.Aşk bi perde zuhûr etti çü dilden âşıka,Mest olup doldu derûnu bahr-i irfân oldu hoş.Hakkı, bil her mazharın bir rütbesi var hıfz kıl,Sanma kim hep mazhar-ı aşk oldu yeksân oldu hoş. ,KISIM: 2Gavs-i a’zam Şeyh İsmail Fakirullah hazretlerinin kuyu hikâyesi ve velâyet-i keşfiyyesi ile kudsî kuvveti:Ey Aziz!Gavs-i a’zam Fakirullah Tillovi (rahmetullahi aleyh) hazretlerinin yaşı kırksekize gelince hicri bindörtyüzdört (M.1702) yılında, onun komşularından bir müslüman Fteceb ayının sonunda âhirete intikal etti. O mürüvvet kaynağı olanşeyh İsmail Fakirullah hazretleri, Şa’ban ayının başı olanCum’a günü akşamı gidip ölünün evindekilere ta’ziye verdi.Orada her evin bir kuyusu vardı. Bu kuyulardan yüz sene kadar su çıkar sonra kururdu. O komşunun duvarının yanında
696
7MARİFETNAME
da böyle bir kuru susuz kuyu vardı. Derinliği onbeş metre veduvarı taştan yapılmış idi. Yazın su soğutmaya ve eşyaları korumaya yarardı, öyle susuz kuyulara meyve ve yiyecek asarlardı.
‘V;
î
Hazret-i Şeyh ta’ziyeden sonra, akşam üstü yemek yiyip,Cemate: «Siz burada durunuz, ben yalnız camiye gideyim. Yatsı namazına hazırlanayım» diyerek onları bıraktı, yalnız olarak avluya çıktı. Dış kapıdan çıkarken kapının sağ tarafındakiduvar içinde gizli olan derin kuyuya bilmeden girmiş, dibineinmiş buna rağmen kuyu olduğunu bile anlayamaıştı. O susuzkuyu içinde dolanıp dış kapıyı bulamadığından üzülüp şaşakalmış iken işte O an, o şaşırmışların delili olan Cenab-ı Hak,onun içinden kapı açıp bir,cezbe ile onu almıştı. Hz. Şeyh, omana meclisinde evliyânm ruhlarını bulmuştur. O zaman hermuradı olmuş, Muhabbet kâsesiyle daim sarhoş olup kendinden geçmiştir. Tecelli nuruna hayran olup kalmıştır. Rühun yeşil nûru, o kuyuya aksetiğinden, kuyunun içi yemyeşil olmuştur. Bu saadette aşk denizine daldı. Vilâyet mertebesini bulup, müşâhede lezzetini aldı. Onun bu hâlini bilmiyen cemaatonu camide ve evinde arayıp bulamama üzüntüsünde kaldı.Ancak dokuması bir müslüman o avluda bulunan dükkânındabez dokurken geceden dört saat geçince, o kapının içinden buâşıkm tatlı sesini duymuş. Hemen halka haber vermiş. Bütünmahalle halkı, ellerinde lambalarla kuyunun başına toplandı.Fakat o öylesihe dalmış ki, kimseden haberi yoktu. Kuyununİçerisine adam salıp, onu çıkardılar. Sarığı başında na’iini ?ya-gında ve bütün vücûdu selâmette idi. Ancak mübarek alnındasol kaşı üstünde bir tırnak yarası kadar sıyrılma
a
ardı. Onazarar gelmediğine herkes sevindi.Bu hikâyeyi o aziz kendi diliyle anlattığında jöylo der: Beno kuyuya ne düştüğümü, ne de beni çıkardıklarını Diliyorum.Beni çıkarmak isteyenlere, «Allah’ı severseniz beni bırakınız,Sizinle işim kalmadı, benden uzağa gidiniz» demişim. Bunuda hatırlamıyorum. Bildiğim sadece iki kişinin beni tutup rıa-halle başında eve getirmeleridir. Mahalle halkı, kadınları veçocukları etrafımda toplanmış. Herkesin elinde bir lamba, ki-
697
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKİ HAZRETLERİ
rai başına yaklaşıp yüzüme bakar, sağlam olduğuma şükredip öyle evlerine dönüyorlardı.O ikinci Yusuf, bu karanlık kuyuda Hak’km nûrunu ayanolarak görünce, o gönül Mısnnda aziz, muhterem ve zamanınveliyasımn sultanı oldu. Ünü, kadr-ü kıymeti ve mevkii dilleredestan olup cihana yayıldı. Kuyuda içtiği muhabbet şarabından sekiz yıl zarfınca, devamlı mest oldu, insanlardan tamamen uzlet edip, ehil ve evlâdından bile ayrı kalıp yalnızlığa çe^-kildi. Zira halktan uzak olanın Iiak’ka yakın olduğunu bildi.Bunun için insanlardan ayrıldı. Ünsiyet ve huzûr lezzetini, baklün ni’metlerden leziz ve aziz buldu. Ancak büyük oğlu Abdül-kadir efendiyi hizmeti için kabul edip içeri aldı.Hz. Şeyh, o sekiz yıl zarfında, ehli ve evlâdı hizmet ve huzuruna gelince onlardan imtina edip «benim iki hizmetçimvardır ki, her biri bir yerden gelecektir, her hizmeti ancak onlar görecektir» derdi Dokuzuncu sene yalnızlıkla kalabalıktar
başkasından anndırma ve yalnızca O’nunla meşgul olma, ibadeti, tefekkürü, fenası, tevazuu, mürüvveti, dünya ve dünya ehlinden ilgiyikesmek, fakir iken cömerdlikle kendini zengin göstermek, neş’eli ve üzüntülü zamanlarda bir olmak kazaya nzasızlığı terketmek, belâlara karşı sabır ve şükür, nefs ve hevaya uymamak,kibir, gösteriş ve riyâdan sakınmak, sıkılmadan emirlere tâbiolmak, yalnız ve kalabalıkta yasaklardan sakınmak, şeriat üzre yürümek, kerem, cömerdlik, afv, ilim, hayâ, sıdk, nfk veşefkat üzere olmak; taassub ve cefadan kaçınmak, dosta düşmana nasihat etmek, ahbaba isâr, alimlere, sâlihlere muhabbet, evliyâ ve enbiyayı tazim gibi güzel sıfat ve ahlâkı vardı.Allah-u Taâlâ onu kendisine yakın eylesin ve onunla olan ümitlerimizi kabul buyursun.Hazret-i Şeyhin Şemaili:Hz. Şeyh güzel idi. Bütün uzuvları, Sâni’ ve Hâkim olanınlütfü ile düzgün, orta ve en güzel şekilde idi. ücudunda ayıb vekusur yok idi. Çünkü boyu ne uzun ne kısa, orta boylu idi lâtifve eşsiz idi Mübârek başı büyükçe idi. Mutedil alm güzel vekılsız idi. Kulağı normal güzeldi. Kaşları yay gibi, iki kaşı arası açık idi. Gözleri düzgün, bakışı güleç idi. Yüzü nurlu vemütebessim idi. Esmer buğday tenli idi. Burnu düzgün ve inceidi. Ağzı düzgün, dudakları ince idi. Sesi tegannisiz, konuşmasıaçık, dili herkesçe anlaşılır, sözü doğru idi. Kokusu güzel, dişleri beyaz ve sağlam, sakalı tamam ve ak idi. Boynu ve omuzlan latif, kolları ve elleri zaif idi. Avucunun içi yumuşak, parmakları uzun idi. Göğsü geniş ve kılsızdı'. Kamı hafif ve bütünbedeni nahif idi. Ayaklarının parmakları uzun, baştan ayağagüzel idi. Hak Taâlâ o dostunu övmüş yaratmış idi. Yüzbingönülde ona yer etmiş idi. Hazret-i Şeyhin günlük ibâdetleri:Seçkinlere mahsus olan orta derecede idi. Adeti, her işte Resulullah’a (S.A.V.) uymak idi. Çünkü o aziz önceleri murakabe ve fenâ sayılan uykusundan her seher vakti uyanıncakalkar ve: «Elhamdü lillhillezf ehyânâ ba de mâ emâtenâ veredde ileyne ervâhane ve ileyhi ba’sü vcn nüşûr. Ve eşhedü enlâilâhe illallah ve eşhedü ennc Muhammeden abdühü ve resülühü hakka» deyip abdest alır ve teheccüd namazını kılar. Sonsa kıbleye karşı seccâde üzerinde oturup dua ve istiğfar ile Gaf-fâr olan Allah’a münâcât edip seher vaktini ihyâ .eder, sabahakadar istirahat ederdi. Sonra, «Allahümme mâesbaha» deyip,«Raditü billahi rabben ve bil islâmı dinen ve bi Muhammedi(aleyhisSelâtü vesselam) nebiyyen ve bil Kâ’beti Kıbleten ve bilKur’ân-i imânen ve bil mümine ihvânen ve bil münâtı ehevât,ve lâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azim» okuyup, sabah olunca Şâfiye göre, hücresinde tuğla kadar bir taş üzerinde sesli olarak ezan okuyup.- «Allahümme Habbe hâzihidda-vet-ît-tâmeti vessalât-il kaimeti âti seyyidinâ Muhammeden el ve-sılete vel fadilete ved-dereceter rafıate veb’ashü makamenMahmûde ellezi vaadtehü, inneke lâ tuhlif-ül mi’âd» duasıyla
ezanı
tamamlar. Sonra da sabah namazını sünnetini kılıp, yüzkere «Sübhânellahi ve bihamdihi sübânellahil azim» derdi. Sabah namazının farzmı çocukları ile edâ ederdi. Âyet-el kürsi-den sonra teşbih, tahmîd ve tekbiri, sağ elinin parmaklarınınboğumlan ile otuz üçer olarak sayardı. Sonra«Lâ ilâhe illahla-,hü vahdehü lâ şerîkeleh lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyî ve yumîtü ve hüve hayyun lâ yemüt bi yedihil hayr ve hüve alâküllü şey’in kadir» deyip duasının başında ve sonunda peygamber efendimiz (S.A.V.) ’e salat ve selâm ederdi. Duadan sonraon kere «Lâ ilâhe illallah», onuncuda «Muhammedün Resûllul-lah» derdi.Şeyh Hazretleri abdesti misvâk ve dualan ile alıp, namazıhuşû ve hudû ile kılar duayı ihlâsla ve tefvizle edip, anne vebaasına, üstâdlanna, akrabasına ve etbaına ve hayır düâ ilevasiyyet eden ahbabının adlannı söyleyip beş vakit namazdaböyle dua ederdi. Güneş doğuncaya kadar Yâsin sûresini veEsmâ-i hüsnâyı okuyup, müsebbiat-ı aşere gibi dua ve zikirlerini tamamlardı. Sonra işrak namazını kılar, ancak ondan sonra çoluk çocuğu ile konuşurdu. Sonra kendi yazdığı Mushaf-ışeriften dört beş cüz kadar Kur’ân-ı Kerim okur, kuşluk namazı ile bitirirdi. Sonra dostlanna ve ziyâretçilerine kapısını açıp,öğlene kadar, gelen derdlilere nasihat ve hikmetle, dua ve himmetle derman edip, fakirlere ihsan, gariblere yemk ikram ederdi. Aşıklar onun huzuru ile sevinir, ârifler sözleri ile kendilerinden geçerlerdi.
700
MARİFETNAME
öğle olunca, yine hücresinde aynı minâre üzerinde kendisiezan okur, yanında bulunan cemaat ona uyar, öğlen namazınınedâsını teşbih ve duaları ile tamam ederdi. Sonra ikindiye kadar, ziyaretine gelenlere, zâlimlerden başkasına lutf ile muamele ederdi .Herkese yumuşak ve alçak gönüllü davranır. Zengin devlet adamlarından çok hasta ve fakirlere ikram ederdi.Hepsine teveccüh edip edip akıl ve himmetine göre maksadınakavuştururdu. İkindi olunca, yine kendi ezan okur, yanında bulunan ahbâbı ona uyar, böylece namazı kılıp sözü keserdi. İkindiden sonra o gönüller sevgilisi inzivâya çekilir, kapısını ahbabına karşı kapayıp Rabbül erbâba dönerdi. Akşama kadar adetiolan dua ve zikir ederdi. Akşam olunca «Allahümme mâ em-sâ..., Allahümme inni e’ûzü bike min şerri hâzihilleyleti veşerri mâ fîhâ ve şerri mâ bâdihâ ve eûzü bike min hemezâtiş-şeyâtin ve e’ûzü bike rabbi en yuhdarun ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azim» deyip akşam namazını kılmaktaacele ederdi. Oruçlu ise, su ile iftâr edip: Allahümme leke sum-tü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ nzkıke eftartü»deyip, duasını tamamlardı. Akşam namazından sonra, Evvâbinnamazını kılar,
Feth süresini okur, çoluk çocuğuyla yerde, bezden bir yaygı üstünde, tahtadan tabak içinde edeble ve sünnetüzere yemek yerdi. Yemekten sonra: Allahümmeşbı’külle câyi’in kemâ şebe’tenâ» deyip, sağ elinin parmaklanmn uçlarını sofra üzerine koyup, dudaklarına getirir ve «Elhamdü lillahi hainden kesîren, tayyiben, mubâreken Elhamdü lillahillezi et’ame-nâ ve sekânâ ve kisânâ ve ce’alnâ minel müslimine ve hedânâve rahmetullahi ve berekatühü alâ Sâni'ıttaami vel âkilin, vel*hamdü lillahi rabbil âlemin» der, elerini yüzüne sürüp ni’metehürmet ederdi. Sonra çoluk çocuğu ile sohbet edip, gönüleriıı-ce olup ev ve idâre husûsunda konuşurlardı. Yeniden abdestalıp, yatsı namazını çocukları ile kılıp, Mülk suresini okurdu.Şeyh Hazretleri Cuma gecesi ise, Hatm-ı Kur’ân duasını yapıp,Resulullah efendimizin (S.A.V.) ruhlarına hediye ederdi. Kıbleye dönük serilmiş yün yatak üzerinde hemen uykuya yatardı. Yatak içinde biraz oturup, birer Fâtiha ve Âyet-el kursi, üçihlâs-ı şerif, birer muavvizeteyn (kul eûzuleri) sonra üç istiğ-raf ve on lâ havle velâ kuvvete ve bir tane lâ ilâhe illallah,Muhammedün Resulullah okur, her biri bitince bedenine üfle
Feth süresini okur, çoluk çocuğuyla yerde, bezden bir yaygı üstünde, tahtadan tabak içinde edeble ve sünnetüzere yemek yerdi. Yemekten sonra: Allahümmeşbı’külle câyi’in kemâ şebe’tenâ» deyip, sağ elinin parmaklanmn uçlarını sofra üzerine koyup, dudaklarına getirir ve «Elhamdü lillahi hainden kesîren, tayyiben, mubâreken Elhamdü lillahillezi et’ame-nâ ve sekânâ ve kisânâ ve ce’alnâ minel müslimine ve hedânâve rahmetullahi ve berekatühü alâ Sâni'ıttaami vel âkilin, vel*hamdü lillahi rabbil âlemin» der, elerini yüzüne sürüp ni’metehürmet ederdi. Sonra çoluk çocuğu ile sohbet edip, gönüleriıı-ce olup ev ve idâre husûsunda konuşurlardı. Yeniden abdestalıp, yatsı namazını çocukları ile kılıp, Mülk suresini okurdu.Şeyh Hazretleri Cuma gecesi ise, Hatm-ı Kur’ân duasını yapıp,Resulullah efendimizin (S.A.V.) ruhlarına hediye ederdi. Kıbleye dönük serilmiş yün yatak üzerinde hemen uykuya yatardı. Yatak içinde biraz oturup, birer Fâtiha ve Âyet-el kursi, üçihlâs-ı şerif, birer muavvizeteyn (kul eûzuleri) sonra üç istiğ-raf ve on lâ havle velâ kuvvete ve bir tane lâ ilâhe illallah,Muhammedün Resulullah okur, her biri bitince bedenine üfle
701
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
yip, elerim göğsüne sürer. Sonra sağ yanı üzere kıbleye clönülr, yahut arkası üzere gökleri tefekür ederek yatardı. «BismikeRabbî, vada'tü cenbî, fağfirlî zenbi evda’tüke nefsi fe in enısek-tehâ ferhamlıa ve in erseltehâ fenfazhâ bimâ frahfezu bihi ibâ "dikessâlihin. Allahümmeykızni fi ehabbil evkâtı ileyke vesta’milni bi ahsenil a’mâl ledeyke eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eş-hedû enne Muhammeden abdühü ve Resûluhu» deyip çoklukâleminden, murakabe ile vahdet âlemine dalardı.KISIM: 4Şeyh İsmail Tillovî hazretlerinin âdetleri ve elbiseleri:Ey Aziz!Şeyh Hazretlerinin âdetleri, Hakkın emrine ta’zim bütütıhalka yumuşak davranıp ikram etmek idi. Çünkü yanında Hak Taâlâ’nm ismi amlsa (Celle şânühü) diyerek tazim ederdi#Hazret i Peygamberin ismi söylense (Sallallahü aleyhi ve sel-:İem) diğer peygamberlerden birinin ismi söylense (leyhissalat*üvesselâm) der idi. Cebrail veya İsrâfil, Mikâil ve Ezrâil’in isimleri anıldığında (leyhisselâm) der idi. Eshâb-ı kirâmdan bisjanıldığında (radıyallahü taâlâ anh), Evliyadan biri anıldığında(Kaddesallahü ruhanüî der di. Âlim ve sâlihlerden biri anılmaca, (rahmetullahî taâlâ aleyh) der idi. İslâm sultanına adalet■ve insaf üzere olması ve düşmana galib gelmesi için dua ederdi. Çocuklarına din ilimlerini öğretip akraba hakkını gözetirdi.Komşu hakkına riayet eder ve meveddetle işlerini görürdü»;Ziyâretine gelen ve gelmiyen ahbabını sever, kusurlarını gör-
702