ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
sözleri bir hastanın şu sözlerine benzer: Doktorlar, kendisine; senibu hastalıktan ancak kuvvetli bir perhiz kurtarır, şu ilâçları da aliyileşirsin, dediğinde hasta doktora; ben perhiz yapsam ve ilâç İçsem, sana ne fayda ve zarar gelir dese hastanın bu sözü doğrudur.Fakat perhiz yapmaz ve ilâç içmezse kendisi ölür. İşte bu grubagöre de isyanla ibadet birdir. Bunlar, isyanın haramın öldürücü vekötü olduğunu anlıyamamışlardır. İbadetin, her iyiliğe faydalı ve yol gösterici olduğunu bümezler. Hastalık, nasıl vücudu eritip öl-dürüyorsa isyan ve haram da kalbi karartır ve öldürür. Perhiz veilâç, bedene nasıl sıhhat veriyorsa, ibadet de kalbi temizler ve Allah’ın rızasını kazandırır. Haram ve günah şekavettir. Tâat ve ibadet saadettir. Haram ve günah nefsin, şeytanın yolu, tâat ve ibadetAllah’ın yoludur.
KISIM: 7 TASAVVUF EHLİNİN 12 FIRKA OLDUĞU, BUNLARDAN SADECE BİR TANESİNİN KURTULDUĞU, DİĞER FIRKALARIN SAPITIP HER BİRİNİN NE ŞEKİLDE BELASINI BULDUĞU
KISIM: 7 TASAVVUF EHLİNİN 12 FIRKA OLDUĞU, BUNLARDAN SADECE BİR TANESİNİN KURTULDUĞU, DİĞER FIRKALARIN SAPITIP HER BİRİNİN NE ŞEKİLDE BELASINI BULDUĞU
Ey Aziz, Ehlullah diyorlar ki: Tasavvuf bir ilimdir. Hak Teâlâ’mn sıfatlarından ve ona nasılkavuşulabileceğinden bahseder. Kulu, bu ilmi öğrenmeye sürükle yen Allah sevgisidir. Kalbinde Allah’tan gayrısına yer vermeyensofu bu ilmi öğrenir. Çünkü tasavvur, kişinin Allah’tan gayrısınaolan sevgiyi kalbinden atması ve gönlünde sadece Cenab-ı Hakk’mmuhabbetine yer vermesidir. Ehl-i sünnet ve cemaat üzere itikadımdüzeltip Peygamberimiz S.A.V.) Efendimizin sözlerine, hareketlerine ve ahlâkına uyup izinden gitmesidir. Tasavvur, kötü ahlâkı değiştirip en güzel ahlâkı benimsemek, daimî ve içten gelen bir duygu ile Allah’m zikrine devam etmek ve bu yolla O’nun huzurunavarmaktır.555. H. yılında mutasavvuflar, 12 fırkaya bölünmüştür. Bunların bir tanesi şeriata, ehl-i sünnet vel-cemaate uyup hidayet yolunu bulmuş ve muradına ermiştir. 11 fırka ise biat yoluna saparak delâlet çukuruna düşmüştür. Bu fırkaların isimleri şunlardır:Evliyaiyye, Hübbiyye, Şemrahiyye, Ebahiyye, Haliyye, Hululiyye,Huriyye, Vakıfiyye, Mütecahiliyye, Mütekâsiliyye, Ilhamiyye. Bunların hepsinin de fikri bozuk, fesat ve fitne ile doludur. Bunlardanuzak kalan Allah’a yakındır, dinî itikadı fitne ve fesada uğramadanmetanet ve selâmeti bulmuştur.Bu fırkalar iman sahibi oldukları halde, nefislerinin arzu veheveslerine uydukları ve şeriat hükümlerini küçümsedikleri içinHak Teâlâ onlara sapık hayallerle uğraşma belâsım vermiştir. Herfırka sapık mezhebiyle nam salmış ve böylece Allah’m kapısındanuzaklaşmışlardır.1) Evliyaiyye fırkasının görüşü: Bu yola giren kişi, veli mertebesine erişti mi, şeriatm bütün emirlerini yapmak mecburiyetinden kurtulur ve bu velinin makam ve mertebesi, Peygamberlerdendaha üstün olur. Halbuki böyle bir inancı taşıyanın kalbinde dinve imanın zerresi kalmaz. Çünkü ruh bedenden çıkmadıkça şeriatemirleri hiç bir zaman Müslümamn boynundan sakıt olmaz ve hiçbir vli, Peygamberlik makam ve mertebesine erişemez.2)) Hübbiyye fırkasının görüşü: «Bir kulun kalbinde Allah’tan başka şeylere karşı sevgisi kalmaz ve sadece Allah sevgisi yaşarsa, o kul artık namaz kılma, oruç tutma ve şeriatm bütün hükümlerini yapma zorunluluğundan kurtulur, hatta haram olanher şey ona helâl olur.» Halbuki şer’an, harama helâl diyen kimsedinsizdir. İşte bu görüşün sapıklık olduğunu idrak edemiyen bufırka mensupları, bütün haram şeyleri seve seve yapmaktan çekinmemişlerdir.3) Şemrahiyye fırkasının görüşü: «Kul İlâhî huzurda bulunmak ve sohbetine nail olmak mertebesine erişti mi, şeriatm emir ve yasaklarına uymak mecburiyeti ondan sakıt olur. Çalgı seslerinidinlemek, kadınları bir çiçek gibi koklamak ve onlardan faydalanmak, ona helâl olur.» Bu görüşü benimseyip zevk-u safa içinde yaşayan bu fırkanın kurucusu Abdullah Şemrah ile mensuplanmnöldürülmesi dinen vaciptir. Çünkü sapık fikirleri fitne ve fesad saçmıştır.4) Ebahiyye fırkasının görüşü: «Biz, nefsimize hükmetmekgücüne sahip değiliz ki onu haramdan, kötülüklerden men edebilelim. Herkesin malı ve karısı bizim için mübah ve helâldır. Nefsinarzu ve hevesini çeken bir şeyi ona yasak kılmak küfürdür.» Buaşırı fikirlerin sahipleri, kötülükleri çok olduğundan ve küfre giden kimselerdir.5) Haliyye fırkasının görüşü: «Çalgı çalmak ve oynamak he-lâldir. Bu çalgı ve oyun anında kendimizden geçip bize şeyhimizden bir halet gelir.» Bu fırkamn görüşü de tamamen batü ve fesada yol açıcıdır.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
6) Hululiyye fırkasının görüşü: «Güzel kadına ve sevimli oğlana bakmak helâldir. Çünkü bu, insanın yaradılışında o lan birhaldir. Güzellere bakarak sevinç ve neşe içinde oynamak hali, Allah'ın sıfatlarından biridir ki, bize gelmiştir. Canımız, bedenimizhepsi onundur,» der ve birbirlerine sarılıp öpüşürler, halka olupoynar, tepinirler. Bunlar da tamamen sapık görüşün sahihleridir.7) Huriyye fırkasının görüşü: Kendimizden geçtiğimiz zamanbize Cemıetten huri kızları gelir. Onlarla yatar, kalkarız ve kendimize geldiğimizde bize gusül (yıkanmak) lâzım gelir.» Halbuki bugörüşü kabulu eden ve buna inanan da kâfir olur.8) Vakıfıyye fırkasının görüşü: «Bu fırkanın mensuplan;kul, Allah’ı bilmek ve tanımaktan acizdir. Onu idrak etmeğe, insanın gücü yetmez» demektedirler. Oysa Kur’an-ı Kerim’deki âyetlere ve Hz. Peygamber Efendimizin hadîslerine göre insan, aklenAllah’ı kolayca idrak edebilir. Aksi takdirde Allah’a inanma teklifim insanlara yapmak gereksiz bir şey olurdu. Bu inançta olanlarda sapıktır. Görüşleri fitne ve fesada yol açtığından zararlıdır.9) Mütecahiliyye fırkasının görüşü: Biz gösterişten korkar veçekiniriz. Onun için salih insanların giyimini bırakıp fasık, sapıkinsanların elbiselerini giyer, halkın içine gireriz. Bu görüş de şeriata uymaz, dolayısıyla mensuplan da sapıktır.10) Mütekâsiliyye fırkasının görüşü: «Bunlar, bu dünyayagelmekten maksat, vücudu beslemektir. Bu dünyaya gelişin başkabir gayesi yoktur.» derler. Çalışıp kazanmayı bırakıp kapı kapı dolaşır, dilencilik ederler. Her ne verilir ve ne bulurlarsa yiyip içipgezerler. Bunların bu hareketi do şeriata uygun değildir. Çünküİslâm dininde çalışıp kazanmak insana farzdır. Dolayısıyla bu görüşün mensupları da sapıktır.11) İlhamiyye fırkasının görüşü: «Şairlerin, ediplerin kitapları kur’an gibi gerçek yolu gösterir. Hepsi de hakikattir. O haldeKur’an, hadis ve fıkıhı öğrenmeye gerek yoktur. Edip, şair ve hakimlerin kitapları İlâhî ilhamlardır. Onları okumak yeterlidir. Bunlar da bu görüşleriyle ömürlerini sapıklıkta geçirirler.Doğru ve Allah yolundan giden fırka ise Kur’an-ı Kerim veHadis-i Şerifler, dinimize ve dünyamıza kâfidir. Şeriat bize yeter,derler. Bunlar, hidayete ermiş, Peygamberin (S.A.V.) yolundan giderek veliler zümresine katılmışlardır. Allah yolunda ilerlemiş, hakikat ilmini kazanmış ve İlâhî huzur ve ünse varmış, muhabbetderyasına dalmışlardır. Fena fillâh olup onunla kalmışlar, ebedidevlet ve saadete ermişlerdir.
006
MARİFETNAME
NAZIMSaray-ı din esasıdır şeriat Tarik-ı Hak hidasıdır şeriatBudur ol kapu dergâh-ı Hakk’aKi yolun iptidasıdır şeriatDahi bununla bu yol hatmolunurBu rahın intikasıdır şeriatSırat-ı müstakime davet edenMunadiler nidasıdır şeriatŞeriat Enbiyamn sünnetidirKanunun ihtidasıdır şeriatHûda'nın leyle-i miraç içindeHabibine atasıdır şeriatYirmi üç yıla dek Cebrail’inAna vahy-ı Hüdasıdır şeriatCihanda çoktur envai ulumunKamusunun hemasıdır şeriatBu nefsi kâfiri katletmek içinHakk’ın hükmü kazasıdır şeriatCihad-ı ekber eden ehl-i irfanKulubunun safâsıdır şeriat Tarikat kurbanının önündeDelil ve müktedâsıdır şeriatHakikat gerçi sultanlıktır ammaÖnünde anın livasıdır şeriatŞeriatten veli yad olmaz aslaVelinin aşinasıdır şeriatŞeriatle durur arz-u semavatBu dünyanın binasıdır şeriatNe bilsin şer-i pâkl ehli ilhadOl a’dânın cefasıdır şeriatHemen anlar da aklınca sanır kimNizam için olasıdır şeriatSakın camm sakın anlar gibi hemDeme sen de nolasıdır şeriatŞeriatsız hakikat olur elhadHakikat gün ziyasıdır şeriatZiyası olmayan şemsi de yok bilHakikatle kıyasidir şeriatCihana bir veli gelmez ki illâ
607
ERZURUMLU ÎBRAHlM HAKKI HZ.Elinde anm asasıdır şeriatDahi başında tac-u ş&l ve kisvetHem eknında ab&sıdır şeriatHakikat camdır ancak velininCanından maadasıdır şeriatSakın soyma anı nâ mahrem içreYüzün suyu hayasıdır şeriatCemi-i Enbiya ve evliyanınNiyazı Rahnümasıdır şeriatHakikat Arş-ı âlâdır muhakkakO Arşın istivasıdır şeriatBeden bulmaz beka; can olmadıkçaHakikat ten bekasıdır şeriat
608
BÖLÜM: 5KONU: 1RUHUN SEYRÜ SULÜKÜNÜ, İNSAN NEFSİNİN YEDİMAKAMINI GEÇMEYİ, ALLAH-Ü TE ALANIN HUZURUNDAKİEDEB VE RÜKÜNLERİ, YOL GÖSTERİCİ MÜRŞİDİN KERAMETVE EMARELERİNİ, KABİLİYETLİ MÜRİDİN SIFAT VEALAMETLERİNİ, ŞEYTANIN HİLE VE ALDATMALARINI,ZAMANIN EVLİYASI KUTBUNUN MENKABE VE GÜZELSIFATLARINI SEKİZ FASIL ÜZERE BİLDİRİRKISIM: 1İNSAN RUHUNUN MEBDE VE MEADINI BİLDİRİREy Aziz, Ehlullah diyorlar ki:Hak Teâlâ kendi hikmetiyle zatının esrarım görünmeyen yere indirip, isim ve sıfatlarının hususiyetlerini belli ettirmek için oesrarı nutfeler sadeflerinde gizleyince, onlar nefsânî karanlıklarile öylesine örtülmüşlerdir ki, önceden sâhib oldukları itibar ve kemalleri unutup duygulara ve şehvetlere yapışarak hayvanların derecesine inmişlerdir. O asıl vatanlan asla hâtıralarına gelmeyipmebde (ilk halleri) ve meâd-ı aslilerini hiç bilmez gibi olmuşlar veterk etmişlerdir. Sonra onlara kendi cinslerinden çok sayıda peygamberler gönderip, bâtın sûretlerinde de çok haberciler iletmiştir. Böylece onlar İnsanî zulmetlerinde melekût kandilleri yakarakaydınlansınlar, içinde bulundukları pislik ve zelil durumları görsünler, her çeşit kemâllere kavuşma yetenekleri olduğunu bilsinler, karanlık ve nûr perdelerini aşmaya çalışıp ilk hallerine dönme yi arzu etsinler istemiştir. İşte o arzu ile O’na doğru bir kanş yaklaşanlara, O bir adım yaklaşmıştır. O’na bir adım yaklaşana, Obir kulaç yaklaşmıştır. O’na yürüyerek gidenlere, O koşarak gel-609
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
mIştir. Böylece O’nun lutfu, onları öyle bir cezbe ile huzura çekmiştir ki, onlan âdet ve tabiatlerinden tamamen uzaklaştırmıştır.O cezbe ile onlar, yine Hazret-i Ehadiyyete gitmişlerdir. Kendi sıfatlarım, O’nun sıfatlarında zail etmişlerdir. Zira onlar tam kullukla sıfatlanmış olduklanndan, O’nunla mutmain olmuşlardır. O’n-dan razı ve O’nun yanında razı olunmuşlardan olup huzur bulmuşlardır. Nitekim onlan bazı adlarla çağırıp: «Ey mutmainne olmuşnefs! Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön» buyurmuştur. Onlara kayyumluk hil'atı giydirip, ebedî kemallerle bitmez tükenmez nimetler bahşetmiştir. İşte o aslına dönmek ve çekilmek,Hayy ve Vedûd olanın hidayet nuru olup, ancak ezelî inâyet ve hilkaten saadet içeren temiz sülâle, selim tabiat ve kerim ahlâk sahibipeygamberlerin ve velilerin kalblerine dolmuştur. Herbiri kendi yeteneğine göre nefsini tanımakla Hakk’ı tanıma huzuruna ermiştir.Onlar ,dünya lezzetlerine bakmazlar, ahiret nimetlerine de aldırmazlar. Saf kalbleri yalnızca mevlâlarına yönelmiştir. Yüksek ruh-lan gece-gündüz O’nun zikir ve fikrine dalmıştır. Temiz nefisleridış duygu lezzetlerini satıp kalb gözlerine görünen izzet ve lezzetleri almıştır. Ruhun bu evliyadan ise, sana müjdeler olsun ki, onlarla berabersin. Hadis-i Şerif de: «Kişi sevdiği ile beraberdir» bu- yurulmakla, bu gerçeği dile getirmektedir. Tabiatm zindanındaki karanlığa inip, beden esfel-i safilinebağlananların gönülleri öfke ve şehvetin esiri olup korku ve tehlikeleri çoktur. Muhalefet ağı içinde ümitsiz, düşmanlık kafesi içinde hapis kalmışlardır. Çünkü onlar, hayvanlar gibi çok yemek .içmek, uyumak ve cima etmek ile meşgul olup nefsini tanımakla,asıl hallerini ve meadlerini bilmekten mahrum kalmışlardır.KISIM:
2
İNSAN VÜCUDUNDA BULUNAN ŞEHVANİ NEFS İLE NEFS İNLTIKANIN HAKİKATLERİ VE İKİSİNİN BİRBİRİYLEOLAN HAL, TAVIR VE İSİMLERİEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:İnsanın iki ruhu vardır. İslâm fıkıhçılan bunların birbirinehayvani, diğerlerine İnsanî ruh demişlerdir. Onlann hayvanî ruhdedikleri cevher, latif bir buhar olup, bedende olan hayat, his veiradî hareketleri taşır. Biz bu ruha, nefs-i fehvâniyye ve nefs-i bahî-
610
MARİFETNAME
mlyye, yani hayvani nefs deriz. Bedenden ayrılırsa o kimse ölür.Yâ Rabbi, san'atında ne hikmetler vardır.İslâm hükcmasımn İnsanî ruh dedikleri cevher, nefs-i nâtıka-dır. O zatında, madde olmayan bir cevherdir. Lâkin işlerinde maddeye yakın bulunmuştur. Jşte emmâre, levvâme, mülhime, mut-mainne, radıyye, mardiyye ve kâmile isimlerini alan, yalnız bunefstir. Birçok sıfatlarla sıfatlanınca, bu isimlerden biriyle anıl-’iniştir.Eğer bu nefs-i nâtıka, o nefs-i şehvânlnin emrine girer, onauyar, onun hükmü altında bulunursa, buna EMMARE derler. Eğeremr-i teklifi altında sâkin olup Hakka tabi olur, fakat onda hâlâgeçici şehvetlere meyil varsa, ona LEVVAME derler. Bu temayülüde gidip şehvani nefs ile çatışmada galib geldiyse, kendi âleminedaha çok meyi edip ilhama istidatlı olduysa, buna MÜLHİME denir. Eğer şehvâni nefsin hükmünden çıkıp, kulluk makamına geldiyse, ızdırabı sâkin olup şehvetleri tamamen unuttuysa, buna daMUTMAİNNE denir. Bundan yukarı çıkıp makam sevgisini gözünden düşürdüyse ve bütün isteklerinden vazgeçip fani olduysa bunaRADIYYE denir. Bu hali kemâl bulduysa Allah katında makbul veİnsanlar yanında kalblerin sevgilisi olduysa buna MARDİYYE adıverilir. Eğer bütün kemal sıfatları ile sıfatlandıysa ve kullan irşadiçin, halka dönmekle erttr olunduysa buna KAMİLE denir.Bu nefs-i nâtıkanın bu yedi isminden başka daha bir çok isimleri vardır. Bu soyut cevhere kalb, bundan murâd gönüldür derler.Bu bir idrak eden âlim olup, şeriatm emirleri ile muhatab, ibadetve marifetle görevlidir. Bu cevherin dışı ve bir bineği vardır M buda adı geçen nefs-i şehvaniyyedir. Bunun bâtmı RTJH’dur. Ruhunbâtmı SIR, Sırrın batını SIRRÜSSIR’djr. Bunun da bâtını HAFİ’-dir. Onun da bâtım AHFA’dır. Bir şeyin bâtını, onun hakikati vemaddesidir. Meselâ, taht bir şeydir. Bnun bâtım tahta parçalandır. Bunların da bâtım ağaçtır. Ağacm bâtım dört unsurdur. Unsurların bâtını ise heyülâdır. İşte bu lâtif emir çok lâtif olduğundan adına AHFA denir. Bir derece inip biraz kesifleşirse HAFİ adını alır. İki derece inip, ondan çok kesifleşirse, ona SIRRIN SIRRIdenir. Ayni şekilde inerse SIR denir, sonra ruh, sonra Kalb veNefs-i nâtıka, latife-i insâniyye ve hakikat i insan denilir. Bu derecede dört isimle anılır. Bir derece daha inerse insan-ı hayvani venefs-i emmâre denir. Bu büyük ruh hakkında Allah-ü Teâlâ: «Deki, ruh rabbimin ermindendir.» buyurmuştur. Bu emr-i rabbanî,Allah-ü Teâlâ’nın bir sim olup, mahiyet ve aslım, Hak Teâlâ an
611
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
cak kendi nefsini bilen seçkin kullarına bildirmiştir. Bu ruhun alemi kebir olan isimleri ve aynaları, akl-ı evvel, Kalem-i a’la, Levh-imahfuz, Hakikat-ı Muhammediyye, Rûh-ı Muhammedi, Nûr-ı Muhammedi ve Nefs-i külliyedir. Allah- ü Teâlâ Kur’an’ı Kerimde Nisâsûresi birinci âyetinde: «O sizi bir şahıstan yarattı,» buyurmuştur.İnsan âleminde olan isim ve aynaları yukarıda beyan olunduğu gibi, ahfâ, hafî, sırrın sırrı, sır, ruh, kalb ve nefs-i nâtıka, latife-i in-sâniyye ve hakikat-i insandır. Allah-ü Teâlâmn yarattığı mahlûka-tın hepsinden öncedir. Büyük halife, büyük sırdır.KISIM: 3NEFS İ NATIKANIN İNSAN BEDENİNE, ŞEHVANİ NEFSVASITASIYLA OLAN BAĞLILIĞI VE İKt ALEMEOLAN TEVECCÜHÜEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Ahfâ makamından kalb derecesine inen ruh, insan bedeninebağlanıp onun işlerini yürütmüştür. Bu bağlılık, aşıkın ma’şukunaolan bağlılığı derecesine ulaşmıştır. Bu İnsanî ruh, bedenin tedbirve tasarruflarım şehvani nefs vasıtası ile yapmaktadır. Çünkü buruh çok latif, beden ise aksine çok kesif olduğundan, şehvaniyye,letafetle kesâfet arasında bir geçit ve birleştirici olmuştur. Onuniçin inen temiz ru hile topraktan olan beden arasında vâsıta olma ya lâyık olmuştur. Bu yüksek ruh, şehvanî nefs ile sarmaş dolaşolduğundan, kalb ve nefs
:
i nâtıka ismini almıştır. İşte bu kalbiniki yam vardır: Biri duygu ve görünen âlem tarafına, diğeri kudsîve gaybî âlem tarafmadır. Onun için insanın kalbi, en şerefli uzvu,isim ve sıfatların tecelli yeri olup, nurlar kaynağı ve sırlar mahzeni, eşyanın hakikatinin olduğu gibi görüldüğü yer, Hz. Mevlânınnazargâhı olmuştur. Hak Teâlâ Kaf Sûresinin otuzyedinci âyetinde: «Kalbi olan kimse için» buyurmuş ve onun kâmil insanın kalbiolduğunu bildirmiştir. Zira az kimsenin kalbi ibret almağa erişmiştir. İşte gönül şehadet alemine öyle bir dönüp gayb ve tenzih âlemini tamamen unutsa ,onda olan yüksek hususiyetlerden örtülükalıp hayvan olur. Aksine, yine gönül gayb âlemine öyle bir yönel-se ki, bu şehadet (görünen âlemi) unutsa kendine takdim olunanve arızî olarak gelen süfli âlemin hususiyetlerinden uzaklaşır. Eğergönül, iki âlemin birine yönelip öbürünü gafletle unutmasa, o gönül sahibi kâmil insan olur. Bu kemal, öyle yüksek bir makamdır
612
MARİFETNAME
ki, ancak nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi ile hâsıl olur. Mukar-rebler yolunda ilerleyen bu kemale erer.İşte kalb, bedenin lezzetleri ve nefsin şehvetleri ile bedene yönelirse, sâhibinden yetmiş perde ile perdelenir ki bu mertebede kalbin adı NEFS-İ EMMARE olmuştur. Zirâ kalb o zaman, kötü olan,öfke, hased, kibir, gurur, kötü ahlâk, hırs ve şehvet ile dolmuştur.Bu huylar ise kalbi, sahibinden uzak ve rahatsız eder. Bilhassa öfke ve şehvet, aziz olanı zelîl eder. Zira kalbin hakkı, bedenin emiriolmak, bedenin vazifesi de onun her emrine uymaktır. Şehvetle öfke kalbe galib gelse, emir olan memur olur ki, iş tersine döner.Onun için öfkesine, kızgınlığına mağlûb olan, rüyada kendini köpek önünde secde eder görür. Şehvetine mağlûb olan da, rüyadamerkebi sırtında taşır. Gönül, bu lanetli aşağılıkta kendini unutupuzun müddet kalırsa, gayb âlemine yönelmeye kudreti kalmaz. Zira kalb aynaya benzer. Tozlardan ve pastan temizlenince, insan onda şekil ve sûretleri görür. Eğer ayna bir müddet parlatılmayıp daiçine pas işlese artık ondan sonra parlatma ve cilâlama yapılsa dafayda etmez, çünkü artık özelliği bozulmuştur. Nitekim hadis-i şerif de: «Kalbler demirin paslanması gibi paslanır. Cilâsı, ölümü hatırlamak ve Kur’an-ı Kerim okumaktır.» buyrulur. Gönül kendi âlemine (gayb âlemine) döndüyse, elbette o zikr ve fikr ile, adı geçenperdeleri birer birer açmaya ve aşmaya uğraşır. Neticede şehvet vegünâhlarm çokluğundan oluşan pas ve lekelerin hepsi yok olur. Kieşyanın hakikati ve ma’nânın dekaiki onda İşlenmiş olup, tecellilere müsâid olur. Zira perdelerin keşf olmasının, açılmasının manası, gönülden şehvetler gittikçe, gelmiş olduğu asıl makamını bulması demektir. Gönülde şehvet ve arzulardan birşey kalmayınca ozaman aşık matlubuna kavuşur. O kalb ile sahibi arasında bir perde bulunmaz.Nitekim Hak Teâlâ: «Göklere ve yere sığmam, ancak müminkulumun kalbine sığarım)) buyurmuştur. Yani O’nu ancak halimve selim olan mümin kulun gönlü basiretle müşahede eder. YoksaHak Teâlâ kullarının kalblerine girer demek değildir. Hâşâ! Lâkinmüminin kalbi zikir ve fikir cilâsı ile ayna gibi tasfiye olunduğundan, şehadet âleminde olan şekiller aynada nasıl görünürse aynışekilde gayb âleminin acaiblikleri de o kalbde müşahede edilir. Zihinde oluşan şeylerin suretlerini beyan eden bu İlmî müşahededir.Zira zihinden maksad nefs-i nâtıkadır, bu da gönüldür.
613
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
KISIM: 4KALB İLE KALBİN SAHİBİ ARASINDA OLAN PERDELER VEKALBİN ONLARDAN HANGİ YOLLA KURTULDUĞUEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Allah-ü Teâlâyı seven sâlik için herşeyden önce gereken veehemmiyetli olan dünya ve dünyadakilerden, belki Allah-ü Teâlâ-dan başka herşeyden yüz çevirmektir. Her tedbir ve arzudan vazgeçip tüm günah ve şehvetlerden tevbe edip Hakkın huzuruna gitmektir.Nitekim Allah-ü Teâlâ Tahıim sûresinin sekizinci âyetinde :«Ey müminler, Allah-ü Teâlâya, ölünceye kadar bir daha yapmamak üzere, günahlarınızdan tevbe ediniz.»Nûr sûresinin otuzbirinci âyetinde:«Ey müminler, sizden meydana gelen taksirattan Allah-ü Te-âlâ’ya tevbe ve rücû ediniz.»Bakara sûresinin ikiyüzyirmiikinci âyetinde:«Allah-ü Teâiâ yasaklardan tevbe edenleri ve fuhuştan temiz-lencnleri sever,» buyuruyor.Resûlullah efendimiz (SAV.) de lıadis-i şerifte şöyle buyurdu :Günahdan tevbe eden, hiç günahı olmayan gibidir.»«Tevbe edeni Allah-ü Teâlâ sever.»«Kulun canı boğazına gelinccye kadar tevbesi kabul olur.»Hak Teâlâya tevbe edip yönelmek hakkında âyet-i kerime vehadis-i şerifler çoktur. Hepsini yazmağa lüzum yoktur. Çünkü Hak Teâlâ’nm hidayetiyle inâyet eylediği ârif için bu işaret yeter. Haz-ret-i Ömer (radıyallahü anh) dedi ki: «Kalbim Rabbimi görmüştür.»Sâlih, bu saadete kavuşmak ve kemal derecelerinin en yükseğine çıkmak isterse, günahlarından tevbe etsin. Bu tevbeye onuniçin bâb-ül evbâb denmiştir. Zira kul önce mâsivadan tevbe eder,sonra Cenab-ı Rabbin yakınlığına erer. İcra-ı ümmet, tevbenin hemen yapılmasıdır. Eğer kendi nefsine insaf ve şefkat gözüyle ba-karsana, bu tevbeye ihtiyacını, yemek ve içmeğe olan ihtiyacındançok görürsün. Çünkü şehvetler ve günahlara olan meylin, kalbinimahbubundan perdelemiştir. Halbuki kul ile Mevlâsı arasında bulunan yetmiş perdenin en büyüğü ve kalını günah perdesi olup zul-mânidir. Diğer perdeleri de kaldırmak lâzım ise de, onlar nûr perdeleri olduğundan onlarla beraber müşahede etmek kulun şâmdır,
MARİFETNAME
kalbe günahın oluşturduğu perdeler, seninle mahbubun arasındabulunan engel duvarı gibidir. İşte onlarla mahbubun ne zâtı görünür, ne de eseri bulunur. Nûr perdeleri ise cam gibi olup şeffaftır.Az olurlarsa matlub müşahede olunur, çok olurlarsa matlub her nekadar görünmez ise de yine şekli bilinir.Eğer basiret gözü mühürlenip, günah zulmetleri örtüldüyse,gayb nurlarım göremez. Dolayısıyla huzur ve taatten mahrum olur.Günah işlemekten utanmayıp bundan aksine mesrur olur. Günahların hepsinden tevbe ettiyse, basiretinden zulmani perdeler kalkar. O kimse huzura gelip, huşû ve hudû ile Mevlâsından haya eder.O anda onda nurani perdeler kalır. Onlar, onun Cennet lezzetlerine dönmesidir, hal ve makamlara, tecellî ve kerametlere itizarıdır.Kendine sâdır olan sâiih amellere güvenmesidir. Çünkü bu kimseöyle zanneder ki, amellerin mucidi ancak kendidir ki sonra zikirve fikir hareketleri ile bu perde ondan açılır. O hal içinde Hakkıntevfikını müşahede edip, şükründe kusur ettiğini itiraf eder. Görürki, veren ve vermiyen, zarar ve fayda veren ancak Rabbül âlemindir.Hak Teâlâ bir kuluna iyilik vermek isterse, onu takvâ elbisesiile süsler ve huzuruna lâyık kılar. Yine görür ki kul, işinin failidir.Lâkin onun elinden ne iyilik gelir, ne de kötülük. Herşeyi yapan, yalnız o hakiki yaratıcıdır. Bu keşf ile kulun gönlü gafletten uyanınca, o zaman sürür velezzetinden kendini vuslatta sanır. Eğer omüşahedeye kavuşan gizli lutuflar ile kuşatıldı ve muhafaza olun-duysa elbette bu keşiften yukarı çıkar. Kalan nûr perdeleri de birbir çekilir. Mukarreblerin menzillerine ve sıdk derecesine nail olur.Bu perdeleri cama benzetmemiz hiç bir şeye benzemiyen Zât-i Te-âlâ’nın dünyada baş gözü ile göründüğü mânasına alınmasın.Çünkü o mukaddes zât ,bu cihanı gören gözlerle görünmekten münezzehtir. Ancak günahdan pâk olan kalbin basiret kalbi gözüylemüşahede .edilir.Buradaki tevbe, geçmiş günâhlara pişman olmaktır. Bu, avâ-mın tevbesi olup makbul tevbedir. Havâsm (seçilmişlerin) tevbe-si ise, kalbi, sahibinden alıkoyan, herşeyden tevbe etmektir. Seçilmişlerin seçilmişlerinin tevbesi ise, Hakk’ın üns ve huzurundanbir an gafil olmaktan tevbe etmektir. Bu tevbe ezkiyâ ve sıddîkla-rın tevbesidir. Bunlar temiz nefeslerinin kıymetini bilmişler ve herbir nefeslerini dünya ve içindekilerden hayırlı bulmuşlardır.Burada perdeden murad, kalbi Hakk’ın tecellisinden men eden,dünya şekil ve sûretlerinin kalbe dolup onda yer etmesidir. Sâlik’in
615
ERZURUMLU İBRAHİM IIAKKI HZ.
kalbinde günah olduğu müddetçe, o tecellîlerin nârlarından perdelenmiş kalır. Bazan onda, Allah’tan başkası çok olunca, perdelerzulmânî olur. Bazan ağyar azalıp, perdeler nûrânî olur. Onun İçinevliyâ-yı kirâm, tecelliler tâlibi olan sâliklere sebebleri terki emredip, uzlete çekilmelerini tenbih etmişlerdir. Böylece onlarm kalble-rine dünya sûretleri olmadığından, tecellîlere mâni olmaz. Amakalbe mâni olan tecellilerin sadece dünya sûretlerinin nakşı olduğuna kesin delil budur ki, mukarrebleriıı yolunun sâliki olmayan kulu, Hak Teâlâ hazretlerine hudû ve huşû ile yetmiş yıl ibadet ettiğihalde kalbinde, sâliklerde hâsıl olan şevk, zevk, vecd ve hallerdenhâsıl olmadığını görürsün. Zirâ sâlik olmayan âbidin kalbi, ağyarile dolmuştur, bir saat boş kalmaz. O âbid; o ağyarı kalbinden gidermeğe çalışmaz vc sâlikleıin murâdını murâd etmeyip kendi canından içeri gitmez. O ancak Cennette vad olunduğu ni’metleremuntazır olur. İşte eğer Hak Teâlâ onun ibâdetlerini kabul ederseve o dünyadan âhirete îmân ile giderse, o âbid va’d olunmuş, cennet nimetlerini bulur. Zira Hak Teâlâ va’d edince, va’di yerine gelir. Ama sülük eden (ilerleyen) âbide Hak Teâlâ dünyada tecellî,âhirette ise yüksek dereceler ihsân eder.KISIM: 5İNSAN NEFSİNİN YEDİ MAKAMI, RUHUN ZULMANİ VENURANİ HİCABLARININ TERTİBİ VE MERTEBELERDEKİPERDELERİN KALKMASININ SEBEBİEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Mukarrebler yolunda ilerlemek, peygamberlerin ahlâkmdandır.Sâlih kullarm hallerindendir. Halbuki onların hak yolunda sülük-lanndan gaye, ruhun, inmiş olduğu mertebesinden önceki aslî derecesine çıkarılmasıdır. Kendini tanımakla Hakkı tanımaya kavuşması ve kemâl-i muhabbetle sıddıkların derecesine erip huzur veünsü bulmasıdır. Bu yolun ehli arasında belli makamları vardır.Sâlik, onlan sırasıyla geçip, sonuna kavuşur. O zaman sülük konaklan biter ise de Hakkın tecellîleri kesilmez. Zira tecellilerin nihayeti olmaz. Bu konakları aşmada bu sâlikin hâli, dünyadaki bir yolcunun konak ve durakları geçmesi gibidir. Yolcunun nasıl ki, yolda, yolun hallerini bilen bir rehbere, yiyecek ve binek vasıtasına,arkadaş ve silâha ihtiyacı varsa, sâlikin de, bu yolun iyisini, kötüsünü bildirecek bir mürşide, en iyi azık olan takvâya, binek vâ
616
MARİFETNAME
sıtası olan himmet, maksadım arayan talihlerden arkadaşlara
ve
silâh olan zikrullah’a ihtiyacı vardır. Ancak bunlarla nefsten
ve
şeytandan kendini koruyabilir. Nasıl ki, yolcu yol süresince bir çokşehirlere, köylere rastlayıp, herbirinde bir müddet kalıp sonra oradan hareketle matlubuna, işine gidiyorsa, s&lik de bu yolda ilerlerken (velîler) arasında meşhur olan makamları geçip gider. Bu makamlar yedi tanedir:1 — Ağyar zulmetlerinin makamı olup, onda bu nefs-i nâtıka,EMMARE adım almıştır.2 — Nûrlar makamıdır. Bu nefs orada LEVVAME adım almıştır.3 — Esrar makamıdır. Bu nefs orada MÜLHİME adım almıştır. ^ l
fl&
4 — Kemâl makamıdır. Bu nefs orada MUTMAİNE adım almıştır.5 — Vuslat makamıdır. Bu nefs orada RADIYYE adım almıştır.6 — Fiillerin tecellîleri makamıdır. Bu nefs orada MARDİYYEadını almıştır.7 — Sıfat ve isimlerin tecellîleri makamıdır. Bu nefs oradaKAMİLE adım almıştır.Sâlik bu yedi makamın herbirinde bulundukça, o makamlaötesinden sonra gelenlerinden perdelidir. Buna göre birinci makamda bulunan, ağyar ile nûrları görmekten perdelidir, ikinci makamda bulunan nûrlarla sırlardan perdelidir, üçüncü makamdabulunan sırlar ile kemâlden perdelidir, dördüncüde bulunan kemâl ile vuslattan perdelidir, beşinci makamda olan vuslat ile fiillerin tecellîlerinden perdelidir, altmcı makamda bulunan fiillerintecellîleri ile isim ve sıfatların tecellîlerinden perdelidir, yedincimakamda bulunan ise isim ve sıfatların tecellîleri ile kalmış olupzâtın tecellîlerinden örtülüdür. Zâtın tecellisi ise, güneşin kursuna bakmak gibi karartı verip, her şeyi görünmez eder. O halde en yüksek makam isim ve sıfatların tecelli ettiği makamdır. Bunun,için mukarrebler «Hak Teâlâ, isimlerin gerisinden olmaksızın, Zâtı,ile tecelli etmez» demişlerdir.Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:«Allah-ü Teâlâ ile kullar arasında nurdan ve zulmetten yetmiş perde vardır. Onlan açıp, aradan kaldırsa, ona bakan gözler yanardı.»Kul ile Mevlâ arasında bulunan nûr ve zulmetten yetmiş per
617
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
denin hepsi kul tarafındadır. Zira, Allah-ü Teâlâyı hiç bir şey örtemez. Hâcibi (perdeleyen) olsa idi, kahiri de olurdu. Halbuki herkese ve herşeye kahir ve hâkim O’dur. O halde perde arkasındakalan, kulun kendisidir. Gerçekte perdeden maksad, aradaki münasebetin uzaklığıdır. Yoksa dünyadaki perde ve engeller gibi değildir. Mesafe ve zaman bakımından uzaklık da değildir. ÇünküAllah-ü Teâlâ, hissedilen uzaklık ve yakınlıktan, zaman ve mekândan münezzehtir. Ama Hak yolunda sülük, bu yetmiş perdeyi kaldırmak için konmuştur. Bu yetmiş perde, bildirilen yedi makamlaaşılır. Demek ki, nefs-i nâtıka, bu yedi makamın herbirinde on perde ile perdelenmiştir. O on perdenin birincisi İkincisinden, İkinciside üçüncüsünden kesiftir. Onuncuya kadar böyledir. Bu kaide, her yedi makam için de aynıdır. Bunun için sâlik, yedi makamdan birine kavuşunca, Hak Teâlâ’ya kavuştuğunu zanneder. Bu hallerianlayınca, yakınen bilir ki, kulun Mevlâsından en uzak olduğu-
makam,
birinci makamdır. Zira nefs-i nâtıka kötülükle emredicidir. Bu nefs-i emmârenin perdeleri zulmânidir. Öbürlerininki nû-rânî’dir.Sâlik birinci makamda iken, birinci ismi, yani Lâilâhe illâllahkelime-i tevhidi mürşidinden telkin yoluyla alıp, gece gündüz, ayakta ve otururken, sessiz olarak devam ederse, Hak Teâlâ bu isminbereketiyle, onun bâtınında, melekûtî bir kandil yakar. O sâlik, işlediği kabahatleri kalb gözüyle görüp, onlarla sıfatlanmış olduğundan nefret duyar, kaçırdığı zamanlarına hasret çeker, pişman olur.Zira daha önce, dalmış olduğu gaflet uykusundan, iyi ile kötüyüayıramazdı, ancak dil ile fark ederdi. Şimdi uyandığından evvelceboş verip irtikab ettiği namazları terk etmek, ipek giymek, içki içmek, zinâ etmek gibi, gizli ve açık hatalardan kurtulmağa çalışırve bunda devam eder, içinde bulunan uzun emel, kibir ve hasedgibi kötülükleri çıkarıp atmağa uğraşır. Sâlik bu ismi söylemeyedevam ederse, kötü işlerden, çirkin huylardan daha çok nefret ederve kaçar. Böylece tevbenin esası olan pişmanlık hâsıl olur. ŞeyhAbdülkadir Geylânî (rahmetullahi aleyh) hazretleri, kendisine biremri yapmamaktan veya bir yasağı işlemekten şikâyet eden birigeldiğinde, ona «Lâ ilâhe illâllah kelimesini çokça tekrar eyle. Ogünâhdan ancak bununla kurtulabilirsin» diye tenbih ederdi. Bumuhakkak olan işi, ancak tecrübe etmiyenler terk eder. Allah-ü Teâlâ’nın, bu sâlike ikram ettiği ilk keramet budur. Bununla engelleri aşmak kolay olur. Sâdık sâlik için her bir makamda çokkerâmetleri vardır. Bunlar ona sülükunda sabit olmak için ikramolunur. I Bi618
MARİFETNAME
Adı geçen kandil, önce Rahmani bir cezbedir. Mücâhede ileHakk’ın zikrine devam edildikçe, o cezbe kuvvetlenir. Nihayet kemâl derecesinin doruğuna erip, emaneti yüklenmek kuvvetini bularak fakr-ü fenâ devleti ile tecellîlere kavuşur.KISIM: 6KALBİ TAHLİYE VE RUHU SÜSLEMENİN KEMALATOLDUĞU, SÜLUKSUZ O KEMALİN İMKANSIZLIĞI,MUKARRERLER YOLUNDA SÜLUKUN EN ŞEREFLİ HASLET VE ONUN DA ZÜLCELALİN HUZURUNA VESİLE OLDUĞUEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Kâmil olmayı istemek, insanların en değerli hasletidir. Kemâlise, kalbi hayvani sıfatlardan tahliye ve ruhu rabbani güzel sıfatlarla süslemek ve bunlarla Hakkın huzurunu bulmaktır.Kötü sıfatlar, cahillik, kızgınlık, kendini beğenmek, riya, kin,hased, kibir ve kazaya rızâsızlıktır. Gurur, makam ve dünya sevgisi, tenkidden korkmak, sözünde durmamak, kötü zanda bulunmak,nefsin arzularına uymak, öğünmek, öğünmeyi sevmek, acele etmekve uzun emeller peşinde olmak gibi şeylerdir.Güzel huylar ise, ilim, hilim, tefekkür, sıdk, ihlâs, murakabe,sabır, şükür, zühd, sena, tevekkül, tefviz, teslim, rızâ, huşû\ hüzün,huzur, hayâ, nasihat, alçak gönüllü olmak, tahammül, rıfk, uzletisevmek, Allah için sevmek, cömertlik, merhamet, şefkat ve merhamet, mürüvvet, fütüvvet,'sözünde durmak, ülfet, hizmet, alv, güler yüzlülük, lutf, dua, kabahatleri örtmek, iyilikleri açıklamak,dostlara muvafakat, makam ve güzel huylarını saçmak, kendiniküçültmek, din kardeşlerini yüceltmek, sekinet, vakar, teenni, îsârve kısa emelli olmak gibi şeylerdir.İşte Hak yoluna sülükten gaye, kötü ve çirkin sıfatlardan kurtulmak, güzel huylar ile sıfatlanıp kemâle ermektir. Zira insandasaydığımız bu kötü sıfatlar çoktur. Seçilmişlerin yolunda ilerlemeden, onların hepsinden tam kurtuluş yoktur. Seçilmişlerin yolunagirmek isteyen sâlik, önce çirkin sıfatların aslı olan kibir Ve benliği kalbinden söküp atmakla emr olunmuştur. Kötü sıfatların, fitne ve fesadın anası olan kibir ve benliğin sebebleri yedidir:Birinci Sebep : İlimdir. Hepsinin en büyüğü budur. İlâcı da çokzordur. Zira ilmin mertebesi ve değeri, Allah ve insanlar katında
619
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
büyüktür. İlim insana farz olduğu için, öğrenmesini terk edemez.Onun güzel hâli budur. O halde bunun ilâcı iki ma’rifetle olur.1 — İlmin faziletinin iyi niyyetle olup onunla amel edince vekarşılıksız Allah için onu yaymakla olduğunu bilmelidir. Yoksailim, sâhibine vebal olup, sahibini câhilden aşağı kılar. Ahiretteise azabı çok şiddetli olur. O halde böyle ilimle nasıl kibr edilebilir?2 — Kulların kibirlenmesinin haranı olduğunu bilmelidir.Kibir ve azamet, yalmz Allah-ü Teâlâ’ya malısustur. Mahluklaralayık olmadığı bellidir. Eğer âlimin niyyeti hâlis olup ilmi ile âmilolduysa, o ilim ona huşû ve hudû verir. Böylece tam alçak gönüllülük üe Peygamberler ve velîler yoluna gider, tekebbür ve benlikedemez. Zirâ kendini her mahlûktan aşağı bilir.İkinci Sebep : İbadettir. Onunla fâşıklara kibir olunur. Bununla kibir etmek, yine câhilliktendir. Bunun ilâcı, ibadetin faziletinin,hâlis niyyetle olduğu, riyâ ve gösterişten ve diğer fitnelerden, fe-sadlardan uzak bulunduğu zaman olduğunu bilmektir. Bu ise bizim gibiler için zordur. Böyle ibadette tehlikeden korkmak yerinekibir etmek, ancak câhilliktendir.Üçüncü Sebep: Neseb ve hasebdir. Sülâlesi ile, geçmişleri ilekibirlenmek tam cehâlettir. Nitekim denilmiştir ki:Eğer şeref sâhibi atanla övünürsenDoğru söylersin, ama sen öyle değil isen!?Dördüncü Sebep: Güzelliktir. Bu kadınların işidir ve hayâldir. Bununla kibir etmek, öğünmek câhillerin işidir. Zira güzellikfanidir, kimsede kalmaz, vücudunun yapısı ve şekli ile övünen,
içi
organlarına bir baksın. Bir damla menîdendir, sidik yolundan çıkıpöbürüne geçmiş, sonra nutfe olmuştur. Sonu ise kokmuş bir leştir.Mezarda çürüyüp kalmıştır. Hayatı boyunca kendisi pislikleri taşıyıcı olmuştur. Kulağı pis, gözü çapaklı, burnu sümüklü, ağzı tükürüldü ve balgamlı, mesânesinde idrar, bağırsaklarında necâsetvardır. Günde bir defa helâya gidip, kendi pisliğini eliyle yıkayıptemizler. Halbuki bunlann hepsi, alçak gönüllü ve hayâ Sahibi olmayı gerektirir. Nerde kaldı ki kibir ve övünme vesilesi tam cehâ-Beşinci Sebep : Güç ve kuvvettir. Bununla övünmek tam cehâ-lettir. Zira kuvvete bakılırsa, hayvan daha üstündür. O halde hayvanların kendisini geçtiği bir sıfatla övünmek uygun değildir. Hele bir günlük hastalık ve ateşle giden sıfatlar ancak boş hayallerdir.Altıncı Sebep: Maldır. Dünya malı ile zevklenmek ve uğraşmaktır. Bununla övünmek de cehâlettir. Çünkü mal, çabuk deği-
620
MARİFETNAME
şlr ve intikal eder. O halde mal ile övünmek, ancak hayâldir.Yedinci Sebep : Çocukları, akrabaları, hizmetçileri ile övünmektir. Kadılığı, hocalığı ve sultana yakınlığı ile iftihâr etmek vekibirlenmektir. Bunlar câhillerin böbürlendiği en çirkin sebeplerdir. Çünkü hiç biri kendi değildir. Adamları ve çocukları helak olursa yahut bulunduğu makamdan azl olup sultandan uzak kalırsa,zillet ve hakarette kalan o olur.Kibir sıfatı, insanın kalbinde öyle gizlidir ki, sahibi kendini ondan uzak sanır. Kibrin alâmetlerini bildirelim ki gizliden açığa çıksın, gönülden sökülüp atılması kolay olsun. Kibrin ve kibirlenenle-rin alâmetleri onikidir:1 — Kendine hürmet ve saygı için, insanların kendi önündeveya huzurunda ayakta durmalarım sevmektir.
2
— Arkasından bir kimse gelmezse, bir yere gitmemektir.3 — Din işlerinde istifâde olunan kimseleri ziyaret etmemek-4 — Kendine yakın başka birinin oturmasını istememektir.5 — Konuşurken arkadaşının doğru sözünü kabul etmemek,kendi hatasını itiraf edip ona teşekkür ve dua etmemektir.6 — Hastalığı ve rahatsızlığı olan kimselerle oturmaktan sakınıp onlara yakın olmamaktır.7 — Zenginlerin davetine icabet edip, fakirlerin davetine gitmemektir.8 — Kendi evindeki hizmetleri kendi eliyle yapmamaktır.9 — Kendi evinin ihtiyaçlarım pazardan kendi eliyle getirmemektir.10 llj Akraba ve arkadaşların pazardan, çarşıdan görülecekişlerini, özellikle işkembe, ciğer, kelle, paça, sabun, kına, tarak, sakız ve zerniç gibi değersiz şeylerin satın alınmasından utanıp eliyle getirmemektir.
11
Ü
Yürürken ve otururken, akran ve emsâlinin kendisinden ilerde bulunmaları ağrına dokunduğundan onlardan uzaklaşıponlarla yakın olmamaktır.
12
||| Uzun elbise giymektir. Halbuki kemâl yolu sâliklerininsermayesi, kendini aşağı ve zelîl görmektir.İşte kulun vazifesi, önce kibri kalbinden söküp, kimseye böbürlenmemesi, ondan sonra hiç kimseye, görünüşte hor görünme-
yip,
herkese haddine göre tevazu etmesidir. Ama kalbinden, kendini herkesten zelîl, rezil ve alçak bilsin ve bulsun. Bir âlim görürse, «bu benden bilgilidir, ben nasıl bunun gibi olabilirim, bu yüksektir, ben aşağıyım,» demelidir. Bir cahil görürse, «bu,'Hak Te-
621
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
âlâya bilmiyerek âsi olmuş ise, ben bilerek isyan etmişim. Onuniçin bu benden iyi ve yüksektir, ben bundan kötü ve aşağıyım,» demelidir. Eğer yaşça kendinden büyüğünü görürse, «bu, benden önce Allah-ü Teâlâ’ya itaat etmiştir. Bu yüksektir, ben aşağıyım,» demelidir. Kendinden küçüğünü gördüğü zaman, «ben bundan önceAllah-ü Teâlâya isyan etmişim, ben bundan aşağıyım,» demelidir.Kendi yaşında olan birini görürse, «ben kendi kötü hâlimi biliyorum, bunun hâlini bilmiyorum. Bilinen günah, bilinmeyenden çokaşağılanmaya lâyıktır. O halde bu benden yüksektir, ben aşağıyım»demelidir. Bir bid’at sâhibine veya kâfire rastlarsa, «bilinmez ki, bukâfir sonunda imana gelir. Benim akıbetim ise, bunun şimdiki hâligibi olabilir. Son nefesteki duruma itibar olunur. O halde ben bundan aşağıyım,» demelidir. Bir köpeğe veya bir yılana veya, diğerhayvanlara bakarsa, «bunlar Allah-ü Teâlâya asi olmadığından,bunlar için azar ve azab yoktur. Halbuki ben günah denizine dalmışım, hem azara, hem azaba müstehak olmuşum, ben bunlardanaşağıyım,» demelidir. Bu minvâl üzere, bütün mahlûkları kendinden üstün ve yüksek görüp, nefsini hepsinden zelîl ve rezîl bilsin.İşte o zelîl kul, Mevlâ’nın dostluğunu elde etmek arzusuyla, mu-karrebler yoluna bildirileceği şekilde sâlik olsa, o bütün bâtın âfetlerinden ve zâhir rezilliklerinden kurtulup güzel ahlâk ile her kemâle sahib olur. Zira, bu gelecek ilâçlar ile, bütün âfet ve rezillikleri, köklerinden öyle söküp atar ki, asla izleri bile kalmayıp hepsinden kurtulur, selâmet bulur, her daim Hakkın huzurunda olur,Sülük etrtıemiş bir âbid, bu âfetlerden kurtulmak istese, imkânsız bir işi istemiş olur. Onun için ebrârın ileri gelenlerini
gö->
rürsün ki, kötü sıfatların birinden kurtulmağa bir gün çalışırlar vebuna da nail olurlar. Lâkin ertesi gün, ondan daha acı ve dahaçirkin bir başka sıfata mübtelâ olurlar, bir başka haslette muzta-rib kalırlar. Bunun sebebi, onlann bütün âfetlerden kurtaran mu-karrebler yoluna sülük etmemeleri, kibir ve benliklerini bırakıp Hakkın huzuruna gitmemelerdir. Onun için zahmet ve meşakkatte kalıp, rahat ve saadete eremediler. Demek ki ebrâr, amellerinde ihlâsüzere olsalar da, yine de büyük tehlikededirler. Bunun ne demekolduğunu anlayabilirsen, mukarrebler yolunun sülûkünün bir faydasını bulmuş olursun. Ama maksad, bizzat olan faydalarına kavuşup, Allah-ü Teâlâ’ya yakın olmaktır, isim ve sıfatların tecellîlerinin kalbde hâsıl olmasıdır, hâlifelik devletine kavuşmaktır.İşte bu yolun, adı geçen yedi makamından geçen nefs-i nâtı-kanın, herbirinde bulunduğu sırada olan ismini ve seyrini, âleminive yerini, hâlini, vâridini ve sıfatım, üstünde olan makama çıkma-
622
MARİFETNAME
sının nasıl olduğunu açıklamak lâzımdır. Böylece mukarrebler yolunun yolcusu, o makamların hangisinde bulunduğunu bilir, nefsini sıfatları ile tanır, arzu ve heveslerine galib olur. Her birindenilerleyerek yüksek makamlara kavuşma isteğinde olur.KISIM : 7. YEDİ MAKAMDAN İLK MAKAMDA BULUNAN NEFS-İEMMARENİN BU İSMİ ALMASI, SEYRİ, ALEMİ, YERİ, HALİ,VARİDİ VE SIFATLARIEy Aziz! Ehlullah diyorlar kİ:Birinci makamda nefs-i nâtıka, nefs-i şehvâninin mağlubuolup, kötülük ile emredici olduğundan, EMMARE ismini almıştır.Nitekim Yusuf sûresinin elli üçüncü âyetinde: «Nefs, ma’siyetleemredicidir» buyuruldu. Seyri, illallah, âlemi, Şehadet, yeri sadr,hâli, meyil, vâridi şeriat, sıfat lan, câhillik, bahillik, hırs, kibir, öfke,şehvet, hased, kötü huyluluk, boş ve faydasız şeylere dalmak, alayetmek,, eziyet vermek ve benzerleridir.Bu nefs-i emmâre, rabbânî bir latifedir. Lâkin tabiata eğilmesi,şehvetlere kayması sebebiyle kirli ve pis bulunmuştur. Hayvani olanşehvânî nefsin emri altında kalıp ona uymasıyla, hayvanlar gurubuna girmiş, kendinin güzel sıfatlarını, onların kötü sıfatları iledeğiştirmiş, sadece şekilde onlardan farklı kalmıştır. Şeytan onunaskerinden olup, ondan kuvvet bulmuştur. Bu öyle habis, aşağılıkbir nefistir ki, hakkında Peygamberimiz (S.A.V.) «Yanında sanadüşman olan nefsine düşmanlık et» buyurmuştur. Onun düşmanlığıaklî delillerle de sabit olmuştur. Zira her düşman, kendisine ihsânve hizmet edildiğinde, insana dost ve sâdık olur. Ama bu nefs, ihsân ve hizmet bilmeyip, düşmanlığında ısrarlı ve insanlığa zararlıkalmıştır. «Küçük cihâddan büyük cihâda döndük.» buyurmakla,nefisle olan cihadın kâfirlerle olan cilıaddan daha büyük olduğunuifade etmişlerdir. Zira bu nefs, o tabiat zulmetinde kaldığından hakkı bâtıldan, hayrı şerden ayıramayıp şeytana yardımcı olmuştur.İşte bu makamda, kabiliyetli sâlik kendi nefsinden emin olmaz, ondan kaçıp ona yardımcı olmaz. Eğer bir kimse onu incitirse, nefsine dost olmaz. Belki o kimseye nefsini incitmesinde yardımcı olur, nefsinin tarafını tutmaz. Çünkü sâlik, nefsin düşmanlığı,bilmiş olup, onunla bir işe girişmez. O zaman yemeyi, içmeyi veuykuyu azaltır. Böylece hayvanı nefs zaif düşer. Onun şebekesin-
623
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
den bu emmâre adı verilen nefs-i nâtıka kurtulur. Sâlik bu makamda Lâ ilâhe illâllah zikri ile meşgul olup lâ’yı uzatarak, ilâhe’dekii’yi belli ederek söyler ve sondaki hc’yl de bildirerek illâllah’m arasım kesmyip, Allah kelimesinin sonunda durur. Zikr eden sâlik,bu kelim-i tevhide bu şekilde sessiz olarak devam eder. Ayakta, otu?rurken, yatarken her hal ve zamanda okur. Zira bu kelimenin fayda ve tesir etmesi için, gece ve gündüz ona devam etmek lâzımdır.Nitekim Habib-i Ekrem (S.A.V.) «İmanınızı yenileyiniz, lâ ilâhe il-lâllahı çok söyleyiniz. Çünkü bunu söylemek günahı alıkoyar. Onabenzer bir amel yoktur...» buyurmuştur. Bu kelime-i tevhidin heiriyilikten, her amelden üstün ve Allah-ü Teâlâ’nm en sağlam kal’esıolduğunu bildirmiştir.Bu yola ‘yeni giren sâlik, bir müddet diliyle Lâ ilâhe illâllahdedikçe, mâ’nasından zevk almaz. Lâkin günler geçince, geçmiş günahlardan hâsıl olan zulmanî perdeler kalbinden tedricenaçılır. Hak Teâlâ’yı kalbleıin ve hallerin değiştiricisi bilip, eşyayıve fulleri yaratan bulur. Böylece O’nun veren ve vermiyen olduğunu, zarar ve faydanın O’ndan geldiğini, her şeyde müessir ve mutasarrıf ve herşeyi câmi’ olduğunu basiret gözüyle görür. O’nun bumüşahedesi, itikad ve ikrârından başka zevk ve halle olur. Halbuki zevk ve hâlin müşahedesini, ancak hâl sahibleri bilir. Bu şühû-dun alâmetlerindendir: Bunun sâhibi, asla bir mahlûku kötü görmez, hiç kimseden nefret etmez, ne bir mü’mine, ne kâfire, ne hayvana, ne de kendine düşmanlık eden câhile, hiç zarar ve kötülükdüşünmez. Kendini aşağı ve zelil görür, yüzü nurlu olur, gönlü daimi sürür ile dolup, şeriatın edebleri iJe edeblenmiş olur.Sâlikte nefs-i emmâre sıfatları bulunduğu müddetçe, bu kelime-i tevhidi abdestli olarak yalnız olduğu bir yerde, gözünü yumupsessiz olarak tekrar eder. Kalbinden ma’nasını düşünür. Kuvvet ve,şiddet ile illâllah dedikte, huşû ve hudû ile sol göğsüne başıyla imâeder. Böylece ondan şakilik sıfatlarının gitmesi, kalbine tevhid veef’âl gelmesi ilk saadete kavuşması ve bunlarla Allah-ü Teâlâ’mnkal’esına girmesi, her muradını alması mümkün olur.KISIM : 8NEFS-IEMMARENİN BİRİNCİ MAKAMDAN KURTULMASININVE İLERLEMESİNİN ÇARE VE YOLUEy Aziz! Ehlullah diyorlar k!:Kemâl yolunun sâliki, bu makamda iken, ancak akidesini dü-
MARİFETNAME
zeltip ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebine uyar, güzel abdest alır,namazına dikkat eder. îlm-i hâlinde kanaat edip onunla âmil oluırgider. Nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye edinceye kadar ilimle, fenlepek uğraşmaz ve dünya işleri ile meşgul olmaz. Zira bu dar makamda bulunan sâlik, nefsini tabiatinden kurtanp kalb aynasınacilâ vermekten daha önemli bir şey bulmaz. Önce kelime-i tevhidile kalbini parlatır. Böylece, eşyanın hakikatim ve ma’nanın inceliklerini anlamaktan onu mahrum eden leke ve bulanıklıklar gidip^ilim ve fenlerin öğrenilmesi onun için kolaylaşır. En aşağı makamada bulunan sâlik, gönül aynası, hayvani sıfatlarla pas tutunca, çokrzikr ile kalbleri gayb nurlarından perdeleyen pislikleri kalbinden»giderip yemeği, içmeyi ve uyumayı azaltsın. Böylece kalbini günahlardan arındırıp halis kılsın. Şeytanın yollarım daraltıp kalb âlemine gelsin. İmânın hakikatim bulup o açık güneşi müşahede etsin. Çünkü bu makam, sakatlık, tabiat zindam, sıkıntılar ve bedenin en aşağı makamıdır. O halde bundan kurtulmaya çalışmak, heramelden ve her iyilikten üstündür. Sâdık sâlik, yedi makamm herbirinde, şeriat kapısı üzerinde durur. Bilhassa bu gaflet makamında her zaman nefsini, ölüm hastalığı, kabir azabı, mahşer halleri
vq
Cehennem korkuları ile korkutur ve bu korkusunda da daim olur.Bununla nefs-i nâtıka, gafletten uyanıp, şehvani nefisten yüz çevirir. Şeriatla amel edip, Hak yoluna gider. Çünkü birinci ve ikincimakamda, sâlikle beraber iki hal bulunur: Biri havf (korku), diğeri recâ (ümid) ’dir. Sonra sâlik üçüncü makama geçince, korkusu yavaş yavaş geçer. Dördüncü makama vardıkta, kemâl derecesinin,başlangıcına kavuşup tutumu heybete, recası açılmaya ve yayılma^ ya tebdil olur. Beşinci ve altıncı makamda bu gidişle gider. Sonra yedinci makama çıkınca heybeti celâle, ünsü cemâle dönüşür. In-şaallahü teâlâ bu hallerin hepsi, yerleri gelince anlatılacaktır.Demek ki, her kim kendini bu çirkin ve dar makamda bulduysa? şehvanî nefsin zindâmndan Rahmani ruh fezâsına çıkmayaçalışması, yemeyi içmeyi, uykuyu ve konuşmayı azaltıp, daima zikrve fikir etmesi, ahlâkını güzelleştirip tevekkül,- tefviz, teslîm, sabır,tahammül ve rızâyı kazanması lâzımdır. Böylece onun kibri teva-zua, kin ve düşmanlığı muhabbete, şehveti iffete ve diğer kötühuyları, güzel huylara dönüşüp gönül hastalıklarından kurtulur.Eğer insanlar içinde meşhur ise, süslü elbiseleri bırakıp kendinigözden düşürecek elbise giyerek adını unuttursun. Bununla şöhret âfetinden emniyyet bulup Mevlâsıyla yalnız kalsın. O’nun hu-zorundan alıkoyan şeyleri kalbinden boaşltsın. Az veya çok, elindeolanla kanaat etsin. Geçici lezzetlerden yüz çevirip, Allah-ü Teâ-
625
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
lâ’ya yönelsin. Nihayet O’ndan işitip, O’na söylsin. îmtihan zincirleri ile, Hak’dan yana sevk olunmazdan önce, ihsân ve ikbâl ile yönelip, bu ruhâni alâmet ile, kalb âfetlerinden nefsini kurtarmağaihtimam edip ahlâkım güzelleştimeye muvaffak olduyda, insanlıksandığında gizli olan garîb ve acîb sırlan müşahede eder.MANZUMEÇün oldu tefrika-ı Mevlevi bu cem-i kütübGönülde âşıka herbir varak hicâb oluncaO hüsn-i aşkı derûnunda seyr eder ârifÇü Mısr-ı aşk-ı muhabbettesin aziz-i cihânBu aşk vasfım kimden sorarsm ey HakkıBu cem’i koy ki, bulunmaz bununla ref’i hücüb.Gözünde zehm-i da kat kat hücübsün oku kütüb,Ki hüsn-i lübb-i cihandır bu aşktan lübb-i lüb.Değil bu Yûsuf’i Ruhun yeri gıyâbe-i cüb,Ki bu muhiti bilendir garîk-ı lücce-i hüb.
KONU:2
KISIM : 1NEFS-I LEVVAMENİN BU ADI ALMASININ SEBEBİ, SEYRİ(GİDİŞİ), ALEMİ, YERİ, HALİ VE SIFATLARIEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:İkinci makamdaki nefs-i natika, kötülükleri emretmekten pişmanlık duyduğu ve kendini çok kınadığı için, kendisine Levvameadı verilmiştir. Bunun seyri gidişi) Allah’adır. Alemi, Berzah, yerigönül hali sevgidir. Dayanağı tarikattır ki, fiilleri Peygamberlerinfiillerinden, sıfatları levm (kınama), heves, fikir, acep (şaşkınlık),halka itiraz, azarlama, yalvarma, gizli ikiyüzlülük, baş olma veşehvete karşı sevgidir. Ayrıca Emmare nefsin bazı alışkanlıklarınınizleri yine bu nefiste vardır. Fakat bütün bu vasıflara rağmen, yine bu nefis, hakkı hak, batılı batıl görür ve bilir, bunun için de busıfatlarla huzursuzdur. Ancak ne var ki kendini tamamiyle bunlardan kurtarmaya güç yetiremiyor. Fakat şeriata karşı olan sevgisi fazla ve tarikata bağlılığı daimidir, namaz, oruç ve sadaka vermek gibi salih amelleri çoktur. Fakat bu nefse aceb (şaşkınlık) vegizli riya (iki yüzlülük) getirdiğinden, fikirleri, ona bir ikazdır. Bunefsin sahibi, insanların onun güzel amellerini görmesini ve bilmesini sever. Amellerinin lialk için değil, Allah için olduğunu dabilmelerini ister ve bunların halktan gizli olmasını da ister, fakatamelleri sebebiyle kendisini methetmelerini de içinden arzular. Ancak bu huyundan da nefret eder ve bu yüzden rahat etmez. Bunarağmen bu huyunu kökünden koparıp atmak da elinden gelmiyor.Eğer bu huyunu, kalbinden tamamen söküp atabilse muhlis, tertemiz olurdu. Halbuki her muhlis, büyük tehlikededir, tamamen düzeltemiyor. Çünkü halkın, kendisinin tertemiz olduğunu bilmelerini sever. Halbuki insanların bilmesini istemek, gizli riyadır. Açıkriya (iki yüzlülük) ise halk için amel etmektir. Bu daha kötü birhuydur ki, insanı gizli şirke (Allah’a eş koşma) kadar götürür. İş-
627
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI IIZ.te sâlih, bu sıfatlarla sıfatlanınca kendini ikinci makamda bulurve nefsine de Levvame denir ki, faziletli ve ibadetinde titiz olanlardan olmuş olur. Fakat bu makamın sahibi ne kadar temiz kalpledavranırsa davransın yine tehlikelerden ve hatalardan kurtulmaz.Nitekim hadis-i şerifte: «İnsanların hepsi helâktadır, alimler müstesna. Alimler de helâk olur, ilmiyle âmil olanlar müstesna. İlmiyle âmil olanlar da helâk olur, muhlisler müstesna. Muhlisler ise bü yük tehlikededir,» buyruldu.Bu makamda olanlar, kendi benliklerinden yok olması Allah’la var olmayı istemiş ve ecelleri gelmeden kendi iradeleriyle ölüp yok olma yoluna girmişlerdir. Nitekim Peygamber (S.A.V.) : «Ölmeden evvel ölünüz,» hadis-i şerifi ile, nefisleri öldürmeğe çalışmamızı ifade etmişlerdir. İkinci makamdan öle ^kamıyanlarm yerive varabildikleri son mertebeleri burasıdır. Halbuki mukarrebler(Allah’a yakın olan veliler) bu makamda durmaz, tâ yedinci makama varıncaya kadar, dalıa yüksek makamlara çıkarlar. Bu zatlar ikinci makamda durmazlar. Çünkü bunda büyük bir tehlikeve yıpratıcı bir yorgunluk olduğundan bm makamda kalanların rahat ve selâmet bulamadıklarını bilirler.Bu makamın en yüksek derecesi ihlâsür (yani* samimi, temizkalplilik). Bunlar için de büyük tehlike vardır ve bu tehlikeden kurtulmaları da çok zordur. Ancak yaptıran ve «durduranın Cenab-ıAllah olduğunu görmek ve tam bir kalp temizliğiyle © zevki tadarakonda yok olmakla mümkün olur. Bu görme zevki, mukarreb kulların yoluna girmek suretiyle tadılır ki, ikinci makamda bulunanzatlar onun kokusunu bile alamazlar. Çünkü mukarreb kullar delilve keşif yolu ile şu inanca varmışlardır ki, Cenab-ı Allah kullarınaşeriat kapılarını göstermiş ve dilediklerine o kapılardan huzurunagirme iznini vermiştir. Onlar da bu ilâlıî emre uyarak o kapılardaniçeri girmiş ve basiret (kalp gözü) ile Cenab -ı Hakk’ı müşahede etmişlerdir. Adı geçen kapıların açıldığını gören bu zatlar, ne şaşmış,ne de riya göstermişlerdir. Bunun, Allah’ın bir lütuf ve kereminineseri olduğunu görmüş ve bilmişlerdir ki, bu inançları sayesindeAllah'ın yardımı ulaşmış, ibadet kapıları açılmış ve oraya girmeğehak kazanarak huzura kabul edilmişlerdir. Artık bu halde olan kâmil zat için, ihlas gerekli değildir. Hattâ ihlâs fikrine bile gelmez.Çünkü o, kendi nefsi için ihlâsı gerektirecek bir amel görmez veCenab-ı Hak'tan başka bir iş bilmez ki, onda zarar görsün ve elemduysun. Artık o, amellerinde tam bir ihlâs içinde, hallerinde sevinçve selâmettedir. Fakat ikinci makamda olanlar, şuhud (Allah’ı ve628
MARİFETNAMEeserlerini görme) mertebesine varamazlar. Onların herbirinin kendi amelinde ihlâs sahibi olması istenir. Fakat bunlar kalb gözleriperde ile örtülü olduğundan, Cenab-ı Hakk’m, kullarının bütün fiillerinin yaratıcısı olduğunu göremezler. Bunlar, bazı fiillerindendolayı elem duyup meşakkatte kalmışlardır. Yorgunluk ve eziyetleri öyle bir dereceye varmıştır ki, eğer onların birisi meselâ bir faredeliğine girse ona bir kedi pençesi musallat olur, eziyet verir ve işkence yapar. Çünkü onlarda yorgunluk, iç sıkıntısı, göğüs darlığı yapan , şaşkınlık ve kibirlenme gibi kötü vasıfları gösteren insanduyları vardır.KISIM : 2İKÎNCİ MAKAMDA DURAKLAYIP DAHA YÜKSEKLEREÇIKAMAYAN ZATLARLA MUKARRERLERARASINDAKİ FARK
Ey Aziz, Ehlullah diyorlar ki:
Nefs-i Levvameye sahip olan zatlarla daha yüksek makamlaraçıkan mukarrebler arasındaki farkı açıkça görmek için şu misalivermek yeterlidir. Meselâ Habis bir ağaç vardır ki, bü;yük gövdesibirçok dallar ile kuşatılmıştır. Bu dallarda her zaman türlü zehirli meyveler ürer. Öyle ki, her daim meyvesi bir başka türlü zehirdir.Bir gün bu ağacın altına bir grup insan gelir ve ağacın altındanbir nehrin aktığını görürler. Hemen bu ağaca çıkıp dallarım kesmeye başlarlar. Ancak ağacı kökünden kesmeyi, ya da ağacın kuruması için suyunu kesip toprağını atmayı akıl etmediklerindeno dalların zehirli meyveleri ile zehirlenip ölürler. Çünkü ağacıngövdesi yerinde durduğu için, bir tarafındaki dalları kesmeye çalışırken diğer tarafındaki dallar, yeşermeye başlıyormuş. Başka birzaman yine aynı ağacın altına başka bir grup insan gelir ve ağacınkökünü besliyen suyu keser, toprağını bir tarafa atarlar. Kısa süreiçinde ağacın dallarının zayıflayıp zehirli meyve vermemeye başladığını ve böylece o öldürücü zehirli meyveyi besliyen dalları kesmek zahmetine katlanmadan ağacın kuruduğunu görürler ve kendisinden tamamen kurtulurlar.İşte insan midesi de tıpkı bu zararlı ağaca, kötü ahlâk dallarına, fena sıfatlar ve bunlardan hasıl olan günahlar da zehirli meyvesine benzer. İşte ikinci makamdaki zatlar da kötü ahlâkın insanı felâkete götürdüğünü, her iki âlemde belâlara maruz bıraktığını,629
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
ancak aklî delillerle bilmişler ve ondan sonra o kötü sıfatları birerbirer yok etmeye çahşmışlardır. Fakato kötü sıfatlardan tamamiy-le kurtulamayıp ahlâkî hallerini ıslahtan aciz kalmışlardır. Çünküonlar bir gün bir kötü sıfattan temizlendiklerini görseler bile çokgeçmeden başka bir zamanda yine o sıfatla veya daha beteriylemüptelâ olduklarım görürler. İşte bunların ömrü bu şekilde zahmet ve işkence çekerek biter. Çünkü, bunların mideleri dolmuş, beşerî yönleri kuvvet kazanmış, kanları fazla dolaşmakla şeytanamağlûp olmuş ve onun verdiği vesveselerle gönülleri dolmuştur.Muhakkak ki şeytan yol bulup bir kimsenin bedenine girse ve kangihi damarlarında aksa, o adamın kalbi kötü sıfatlarla dolar, o kimse, o sıfatların birini bile yok etmekten aciz duruma düşer. Gerçi,bazı
zamanlarda
dinlediği ölüm sekeratı, kabir azabı, mahşerin hal-'leri ve cehennem korkusu, onda bir takım kötü vasıfların yok olmasına sebep oluyorsa da zamanla o korku azalıp sönünce o yokolduğunu bildiği kötü sıfatın tekrar kendisinde ortaya çıktığını görür. Fakat (Allah’a yakın olan veliler), delil ve tecrübe ile mideninfesat, fitne ve kötülükleri men edici olduğunu bilmiş ve bütün kötü sıfatların kaynğı bulunduğuna innmışlardır. Bunun da tek çaresi olan yemeği azaltmak suretiyle midenin bu kötü tehlikelerdenkendilerini tamamen kurtarmış, selâmete ermiş ve kendilerini bütün güzel vasıflarla bezeterek kalplerini daimi bir huzur, bir nurve sevinçle doldurmuşlardır. Çünkü, yeme ve içme azaldıkça, uykuda hafifler ve azalır, bu sebepten konuşma da az olur. Çünkü, açve uykusuz olanm konuşma isteği olmaz, sükutu sever. Onun içinmukarreb kullar, halktan uzak kalır, inzivaya çekilip ibadetle meşgul olurlar. Bunlarda zerre kadar kötü sıfat kalmadığı için rahatederler. Nitekim büyük veliler ve Allah’a yakın olan zatlar ancakaçlık, uykusuzluk, susmak ve tenhada ibadet yapmak suretiyle bu
İ
mertebeye nail olmuşlardır.İşte bu misaldan açık olarak anlaşılan şudur: Allah’a yakınolanlar, öyle bir topluluktur ki, onlarda şaşkınlık, kibirlenme vekıskanma gibi kötü vasıfların zerresi bile bulunmaz. Çünkü onlar,kötü vasıfların tümünü kökünden kazıyıp yok etmişlerdir. Öyle ki,’hiç biri hatırlarına bile gelmez. Onun için, bunlar tüm evham, kuruntu, keder ve üzüntülerden arınmış, gönülleri huzur ve rahata,kavuşmuş, manevî zevk ve sevinçle dolmuştur. Bunlar, hiç kimse yi incitmedikleri için, halk, onlan gönülden sever. Çünkü, bunlariyi işlerden başka bi rşey yapmazlar. Böyle olduğu halde yine kıskanç insanlar bunlan çekememiş ve türlü hilelerle bunlara zararvermeye çalışmışlardır. Fakat bu hile ve kıskançlıkların kendileri
630
MARİFETNAMEne hiç bir zarar ve faydası olmamıştır. Çünkü bu zatlar, şuhud zikrine dalmışlar, onun için de düşmanları tarafından kendilerine kazılan kuyulara yine düşmanları düşüp belâlarım bulmuşlardır.Kendileri ise Allah’ın kalesine sığınarak emniyet, selâmet bulmuşlar ve her iki dünya saadetine ermişlerdir. Nitekim Cenab-ı Allah,Kur’an-ı Kerim’inde, Ulu velilerin, dünya ve âhirette her çeşit keder ve üzüntüden uzak olduklarını buyurmuştur. Gerçi bu âyet,Peygamberin (S.A.V.) «Dünya müminin hapishanesidir» hadis-işerifine muhalif görünüyorsa da buna benzer hadis-i şerifler ikinci için söylenmiştir. Gerçi onlar doğru, takva sahibi ve tam inanmış, ibadet, zühd ve takvalarında ileri gitmiş, şeriat hükümlerine jfeoyun eğmiş, itaatli kişilerdir. Cenab-ı Allah, onlan hoş görmüşve öğmüştür. Ancak ne var ki onlar, nefsin kederlerinden tamamenkurtulmamış ve kalp boşluğu ile İlâhî huzurun zevkine erememiş-lerdir. Ayrıca bu dünya onlara, yorgunluk ve eziyetle dolu bir belâ»zindanıdır. Fakat âhirette kendilerine vadedilen sevap ve mükâfattan mahrum olmazlar, fakat ulu veliler, aşk deryasına dalmışlar,dünya ve ahiret ehli olmayıp mâna âleminin insanlarıdır ve Allah(C.C.)’ın huzurunda olup bütün insanları unutmuşlardır. Allah’mfikriyle ve onu tefekkürle uğraşıp gönülden içeri girmişler, bütünkâinatı bırakıp yaratıcıya varmışlardır. Çünkü bunlar ne dünyalezzetleri alır, ne de âhiretin nimetlerini bilirler. Bu durumda bunlar nasıl esir edilirler ve niçin üzülüp elem duysunlar? Onlar Hak^Teâlâ’nın huzurunda duydukları zevk ve sevinç içinde kendilerin-'denden geçer ve varlıklarından yok olup Allah ile var olurlar.KISIM : 3, NEFS-İ LEVVAMENİN İKİNCİ MAKAMDAN ÜÇÜNCÜMAKAMA YÜKSELİŞİNİN ÇARESİEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Bütün âfet ve elemlerden kurtulmak ve daimi bi rrahata kavuşmak isteyenler, mukarreblerin izlerinden gitsinler ki, nefislerikemâle erip bir makamdan diğerine yükselerek yedinci makamakadar çıksınlar ve o makamda görülmemiş, acayip şeyleri müşahede etsinler. Bu ilerleyiş, nefis mücadelesi ve devamlı olarak içlizikir yapmak suretiyle sağlasınlar ve her makamda ona mahsusolan isim ile meşgul olsunlar. Çünkü, ismiyle ne kadar çok uğ-raşılırsa yol o kadar yakınlaşır ve uğraşma ne kadar ihmal edilirse
831
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ. yoldan o kadar uzaklaşılır. Sonra o hiç kimseyi kınamasın, kendinefsini kınasın ve kusuru kendinde bulsun.Sâlik için mücahede lâzımdır. Mücahedede muvaffak olanınbütün alışkanlıklarını terketmesi şarttı. Adetlerin hepsini terket-mek ve mukarreblerin yoluna girmek için konulan G esas vadır ki,bunlar; az yemek, az uyumak, az konuşmak, inzivaya (yalnızlığa|
;
'
;
çekilmek, zikir yapmak ve daimi surette Allah’ın azametini, kudretini düşünmektir. Bu 6 esas sırasıyla yapılacaktır. Çünkü hepsi debirbirine bağlıdır ve birbirini kuvvetlendirir. Eğer sâlik bu yolagiren kişi, bu 6 esası sadakat ve içten gelen kuvvetli bir duygu veirade ile yaparsa bütün faydasız alışkanlıklarım terketmiş, müca-hedeyi başarıyla kazanmış olur. Bu 6 esas, ne ifrat ne de tafritegitmemek ve itidalle (ortalama) gitmek suretiyle uygulanır. Onuniçin yemek içmeyi terkedin denilmiyor da azaltın deniliyor. Sonrasâlik için faydalı olan şey de şudur: Acıkmadıkça bir şey yememek,doymadan yemekten kalkmak ve acıkmadan nefsini yemektenmen etmektir ki, yemenin ağırlığını üstünden atsın. Nitekim peygamber (S.A.V.) efendimiz öğleyin yemek yediğinde akşam yemez?lerdi veya akşam yediklerinde öğleyin yemezlerdi. Sonra sâlik sof?rada çeşitli yemekler bulundurmamaya da dikkat etmelidir. Tekçeşit yemekle yetinsin ve nefsin hakkım verip yani 75 gramdan150 grama kadar yedirip isteklerini engelisin ve eğr bu ortalamadavranış, tarikata yeni girmiş sâlike güç gelirse ve duyduğu hazve lezzet sebebiyle işi ifrata vardırırsa, o zaman nefsini terbiye içinhaklanna riayet etmemesi gerekir, yani 24 saatte 50 ile 100 gramdan fazla yemek yedirmeyip çok az uyusun, kendini açlık ve uykusuzluğa öyle alıştırsın ki, nefsi bu hakkının yerine getirilmesiyle sevinip itâat etsin. İkinci makamda sâlik, bu makama mahsusolan isimle daima meşgul olsun; Allah, Allah, Allah deyip sonuna yani H’yi sakin kılmazsa bu isimden beklenen tesir oluşmaz ve kalbe, meleküt âleminin şaşılacak şeyleri görünmez. Ancak yatar, kalkar ve iş yaparken gece gündüz, gizli ve içten duyarak bu isimlezikir yapılırsa murad edilen yerine gelir ve gayb âleminin şaşıla--cak şeyleri ona görünür. Birçok vakitlerinde kıbleye dönerek gözlerini yumup bu mübarek ismi kısa nefeslerle zikreder, her tekrarında başını kaldırıp göğsüne indirir ve Allah lâfzının hemzesi üzerinde durup H’den evvel gelen elifi uzatıp H’yi sâkin okur. İsmitekrarda acele edilmemesi gerekir. Çünkü o zaman, bu ismin manası kalmaz, tekrarında beklenen tesir olmaz.Bu makamda sâlikin kuruntuları ve yersiz hayalleri çok olur.Eğer bu ismin zikrine devam ederse bu kuruntu ve yersiz hayaller632
MARİFETNAMEbirer birer söner. Çünkü bu celâl ismi öyle bir ateştir ki, bununlabütün fikir ve hatıralar yanar. Sâlik, sırf bu mübarek isimle meşgul olur ve zihnindeki diğer fikir ve hatırlarla ilgilenmezse o zaman bu makamı süratle geçerek diğerlerine yükselebilir. Çünkü sâ-likin kalp aynası insanlara dönüktür. Bu ayna neye çevrilirse onda o şey görünür. Tabiî bu makamda, sâlikin kalp aynasında insanların suret ve şekilleri, fiilleri, âdetleri, vasıflan, sözleri, güzellik ve çirkinlikleri birer birer aynada görünür. Sâlik, bu görüntüleri kalp aynasından silip yok etmek için çalışır. Fakat tamamensilinip yok olmaları güç olur. Çünkü aynaya daima yeni yeni görüntüler gelir, resimler çizilir. Ancak insanlann hepsinden tamamen uzaklaşırsa suretlerini görmez, sözlerini işitmez ve bütün zevklerinden öyle uzaklaşır ki ne kokularnf'alır, ne tadl^rım bulur nede onlardan biriyle ilgisi olur. Tâ ki onda, onlara ait hayal ve kuruntulardan bir iz kalmasın, onlardan gelecek azabı bulmasın, veinsanlar kendisiyle Allah arasında perde olmasın. Ondan sonra artık Allah’a kavuşma hasreti içinde olan sâlik, insanlan ve onlardan gelen bütün zevk ve lezzetleri unutsun.İşte mücahedenin neticesi budur. Buna muvaffak olana nemutlu!KISIM : 4İKİNCİ MAKAMDA KULU, ALLAH’TANAYIRAN ENGELLEREy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Her ne kadar Allah’a yakın olan velilerin yollarına çok engeller çıksa da, halka meyletmek ve onlarla sohbe etmeken daha beteri yokur. Çünkü, bu yolda gereken mücahedenin esası, halkınâdetlerine aykırı hareket etmektir. Onların meclislerine giren, şakalarına karışan sâlik, hiç bir makama yükselemez ve mücahedeile müşahede mertebesine çıkamaz. O yüksek makamlara çıkmakisteyen kimse, dostlan ve yakınları dahil bütün insanlardan uzaklaşıp inzivaya (yalnızlığa) çekilmeli, yüce Mevlâsıyla başbaşa kalmalıdır. İşte o zaman hayret edilecek şeyleri, kalp gözü ile seyredip ruhunda derin bir haz ve zevk duyar. Fakat bu ilâçlan uygula-mıyan kimse, yorgunluk ve inadında kalır, boşuna vakit kaybedipAllah’a yakın olma isteğine nail olamaz. Çünkü ancak halktan uzakolan Allah’a yakın olur ve saadeti bulur ve ulu veliler zümresinegirer.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZBu
makamda sâlike gereken şey, uyanık olmak ve nefsindekalan kibir, kıskançlık, iki yüzlülük, kuşkulanma ve itiraz etmegibi nefs-i emmarenin izlerini tamamiyle silip yok etmektir. Kendinefsini ebediyyen helâktan kurtarıp kalbini müşahedeye mani olanişlerden arındırmak, sâlik için her şeyden önemli ve lüzumludur.Çünkü gönül, Allah'ın bakış yeridir. Allah’ı bilmek ise, her şeyinüstündedir. Bunun için kalbi temizlemek hepsinden iyidir. Bu makamda sâlik güneşin doğuş ve batışında, kalbi arıtmadan evvel«Ey kalpleri dilediği gibi tasarruf eden ve onlara hükmeden Allah,kalbimizi tâat ve ibadetin ile süsle,» duasını, kalbini arıttıktan sonra da «Ey kalpleri dilediği gibi çeviren Allah, kalbimi dinin ve tâ-atin üzerinde sabit kıl» duasım okumalıdır.Kalpleri değiştirmenin manası; Cenab-ı Hakk’ın gönülleri gafletten huzura ve aksine üzüntüden sevince ve aksine korkudanümide veya aksine genişlikten darlığa, darlıktan genişliğe ve bunungibi zıtlara döndürmesidir. Bu duadan murad, ancak bu tarikattasadakati sağlamaktır. Bu ikinci makamda sâlike «kulların kalpleri,Allah’ın ellerindedir. Dilediği gibi evirir, çevirir» hadis-i şerifininsim zevkle belirir ki, bu zevk, sülûke olan isteği fazlasıyla arttırır,mücadedede bulunmaktan hasıl olan elemi unutturur ve kalbinhallerini daha iyi anlayıp Allah’tan başkasından uzaklaştırır.Esas olan bu manevî hali kazanmak ve hiç bir riyakârlığa kaçmadan Hak Teâlâ’dan kalbe akışını sağlamaktır. O manevî hal de ya üzüntüdür veya sevinçtir, ya korkudur veya ricadır, ya sıkmaktır veya genişliktir, ya heybettir veya usluluktur, ya celâldir veyacemâldir veyahut da başka bir mânâ kalbe gelir. Eğer o mânâ, gönülden yok olursa, ona Hal denir. Eğer Meleke olup dâim kalırsa,ona Makam denir. Sonra Hal, Allah vergisidir, makam ise kazanmaile elde edilir. Hal, İlâhî pınardan gelir, makam ise fazla mücahedeile kazanılır ve onun sırrı ancak mücahede yapmak suretiyle âşi-kâr olur.Eğer sâlik, mücahede yapmadan bu sırrın tezahür ettiğini iddiaederse, o sırrın tezahürü değil, belki nefsin gururlanmasının neticesidir. Çünkü nefsin gurur duyuşu şamndandır. Nefis kendindeolmıyan kemâli duyduğu zaman, varlığını iddia eder. Halbuki müşahede diye bir şeyyok tur. Çünkü, müşahede ancak mücahede ileoluşur. Tabiî doğruyu söyliyen sâlik, mücahede yapar ve onda saklıolan kıymetleri ortaya çıkarmak için kalbinden içeri girer ve boş yere konuşmakla vakit geçirmez, nefsini terbiye eder. Çünkü nefis,kendinde olmayan kemâli iddia ederse, kendini imtihan ederken,vereceği cevablarla yalancılığım ortaya koyar. Sâlikin nefsini ken-
634
MARİFETNAME
disi imtihan edip tasdik etmesi yetmez ve ona haz vermez. Hak’tanuzaklaştığını gördükçe ona düşmanlık eder ve bütün kabahatlerinişeyhine aynen anlatır ve hiç bir şey gizlemeden bütün derdini onadöker. Tedbirli olan şeyhi de bu kusur sahibi müridinin derdini anlayıp ona göre ilâcını verir. Şeyh ile mürid arasında geçen şeylerinhepsi de gizlidir. Ömürleri oldukça dille söylemek veya yazı ile yazmak birbirlerine ihanet olduğu gibi Allah’ın yanında da hiyanetsayılır. Sözünde sebat etmek ve emaneti mezara kadar götürmekiyilerin vasfıdır.KISIM: 5İKİNCİ MAKAMDA NEFS-İ LEVVAMENİN MİSAL ALEMİNEGİRİŞİ VE ORADA RUHLARA KAVUŞMASI, KARŞIKARŞIYA GELİP SOHBET ETMELERİ' ' Ey Aziz, Ehlullah diyorlar ki:İkinci makamda bulunan sâlik, eğer nefsiyle mücahedede sebat ederse, kalbin, acayip sırları ona görünür ve misal âlemine girer ki o, bu âlemin dışında olan bir âlemdir ve onu kalp makamının sonuncusuna erenlerden başka kimse bilmez. Çünkü misal âlemi ikinci makamın sonudur ki, onu ancak mücahede eden bilir.Yoksa ikinci makamda kalanlara bu hal nasip olmaz ve o âlemiMüşahede edemez. Misâl âlemi, Allah’a yakın olan makamlarınİlkidir ki, bu beş duyu organı ile idrak edilmeyen işleri, bu yoldailerlemiş gerçek sâlik, işitir ve görür. Nitekim Peygamber (SA.V.)eîçndimiz de «mü’minlerin kalbi, Allah’ın evidir,» buyurmuşlardır.peygamberimiz (S.A.V.) bu sözüyle, kalbin İlâhî sırların saklandığı yer olduğunu bildirmişlerdir. Sonra o sâlik, Habibullah’ın sözlerinden ibaret olan şeriata göre amel eder. İlâhî nurun tarikatın dediklerini yapar. Tâ ki, hikmet pınarları onun kalbinden delinip dilinden akmaya başlar ve bununla yükselip rütbesini arttınr. İkinci makamdan ayrılan sâlik, Cenab-ı Allah’a doğru yol alır ve bu yolculuğunda ilk durağı misal âlemidir. Bu âlemde cisimlerin ke-şifliği ile ruhların letâfeti arasında olan eşbah (ceset) suretleriylebuluşur. Ona lezzet ve sevinç getirir. Bu güçle yoluna devam eder.Şevk ve zevkini arttıran sırları öğrenerek yüksek makamların yakınlarına doğru ilerler ve kalbinde muhabbet ateşi yanarak nefsinbütün şehvetlerinden kesilir. Her ne kadar ruhanî lezzetler kahrise de bir engel teşkil etmezler. Çünkü ikinci makamda varılmak
635
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.istenen, geçmişe göre karanlık perdeleri geren nefsin şehvetlerinden vaz geçmektir.Misâl âlemine ancak sâlik olanlar girer. Bu giriş ise uyku ileuyanıklık arasında olan bir haldir ki, sâlike genellikle oturduğu yerde gelir. Bu hale vâkıa derler. O bu halde göreceğini görür. Şuşartla ki, bulunduğu yeri ve zamanı, kendisinin kim olduğunu vene halde olduğunu bilir ve uyku ile uyanıklık arasında olduğunubildiği halde görür. Eğer bu beş şarttan birinden gaflet ederek görürse o zaman gördüğü âlem misâl âlemi değil, Berzah âlemidir vegördüğü de rüyadır. Vakıa değildir. Çünkü bu hal sâlike uyku ileuyanıklık arasında gelmiştir ve başlangıçta uyku onu bastırır vesonradan yavaş yavaş bu yolda ilerler, böylece uyanıklık hali ga-lib duruma geçer. O zaman bazı ruhanileri görür ve tanır. Onları,uyanıkhk halinde gördüğünü sanır. İşin doğrusu, o sâlikin onlanbu hal içinde görmesidir. Fakat himmetinin yüksekliğinden onunbu hali, uyanıklığına o kadar yakın olur ki, duygu organlarını durdurur ve bu halin uyku ile uyanıklık arasında meydana geldiğinibilir. Ashab-ı kirama bu hâlette Cebrail (A.S.) ârabî suretinde gelmiştir. Büyük velilere, bu hâlette Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’inruhaniyeti görünür. Bu büyük devlete müşâfehe (karşı karşıya gelip konuşmak) adı verilir. Falan adam, o hazreti müşafehe ile görmüş deniliyor. Hülâsa başlangıçta duyu organları aldamr. Sonrao hallerin kalbe belirmesi mümkün olur.Nitekim kâmil bir zat demiştir ki: Mücahede eden bir sâlik,bana yeminle, «Ben Peygamberi (S.A.V.) gözümle gördüm. O zaman uyumadığımı ve uyanık olduğumu katiyetle bilirim,» dedi.Ben, o sâlike nasıl gördüğünü sordum, dedi ki: «Falan yerde idim,falan ve falan dostlarım da yanımda iken o Hazret meclisimize geldi ve benimle konuştu. Ben de onunla konuştum ve gözümle gördüm.» Ben ona, peki seninle bulunan dostların da o Hazreti gördüler mi? dediğimde, «hayır, onlar görmediler» cevabım verdi. Bende o sâlike öğüd verdim ve dedim ki: «Eğer o Hazreti hakikatenbaş gözünle görse idin, seninle birlikte bulunan dostların da onugörürlerdi. Ancak seni o anda bir gaflet bürüdü, onun için sana oruhaniyet gelmiştir ve misâl âlemi de kalp gözüne görünmüştür.»Sâlik hemen hatasını kabul ve idrak etti, benim öğüdümü canlabaşla kabul ederek dua etti.Buna hiç şüphe yok ki, uyku ile uyanıklık arasında yalnızmülk âlemi içinde bulunan eşya görünür. Melekût âlemi onun birşubesi olan misâl âlemi görünmez. Ancak kalp gözü ile görürler.Gerçi baş gözü açık olsa bile gören, yine o baş gözü değil, kalp gözüdür.636
M
MARİFETNAMEMANZUMEMâşuku hırâmandırOldukça bu tarz olsunUşşak ana hayrandırOldukça bu tarz olsunDil, sulh salâh olduŞeb gitti sabah olduKüfr itti hep imândırOldukça bu tarz olsun.Hem rikkat mahzundurHem himmet mecnundurOl silsile CünbandırOldukça bu tarz olsunNefs oldu çu RahmanıDer eşlem şeytanîBu ten ki müslümandırOldukça bu tarz olsun.Ol mihr dirahşândırKevneyn gülüstandırEşhas kamu candırOldukça bu tarz olsun.Aşkın lebi KevserdirŞirin sözü şekerdirAlem şekeristandırOldukça bu tarz olsun,Aşkm gamı nimettirZihri dile şerbettir,Hakkı, şeker efşandırOldukça bu tarz olsun.KISIM : 6MİSAL ALEMİNDE OLAN FEHVANİYEYİ VE TEMİZLEME VEDÜZELME ALAMETLERİEy Aziz, Ehlullah diyorlar ki:Sadakatle tarikata sarılmış sâlik, öyle bir zaman gelir ki misâl âleminde fahvaniye halini bulup Allah-u Teâlâ’mn konuşmasını duyar ve hoşlanır. Bazen de bu emri şeytan verir ve sâlik de
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.Cenab-ı Hakk’a erdiğini sanır. Halbuki o, kendi şeytanını görmüştür. Eğer bu halden hemen sonra sâlikte hikmet bilgisi, şeriatabağlılık, tarikata uyma halleri belirirse, bu hal ona Allah’ın birikramıdır kİ, fehvaniye hali doğrudur. Eğer bu halden hemen sonrasâlikte inançsızlık, şeytanlık ve heveslere meyil başlarsa bu hal,şeytanîdir ki, Allah’a giden yolu kesmiştir. Sâlik’i, dileğinden geciktirmek veya geri bıraktırmak için gelmiştir. Allah onun şerrinden korusun.Allah onun şerrinden korusun ki, o delâlete (sapıklığa) düşmüştür. Gerçek fehvaniyeyi Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz birhadis-i şerifinde şöyle bildirmiştir: «Ben Allah’ı, en güzel surettegördüm. Onunla konuştum. Emirlerini aldım. Demek ki, gerçekfehvaniye şudur ki, neticesi bu bilgiler olur. Neticesi kuruntu olanşeytanın işi olan aldanmalar Fehvaniyye değildir. Bu tarikattanmurad olan Allah’ı bilmelidir ki, bunlar kalbin ve insan nefsinintemizlenmesidir. Bu temizlenmenin -alâmetleri vardır: Kalbin temizlenme alâmeti, İlâhî ilimlerin ilham olunması ve bu ilhamınkitap ve sünnete uygun olmasıdır. Nefsin temizlenmesinin alâmetide bütün kötü hallerden kurtulmasıdır. Onda şaşkınlık, kibir, kin,keder, şehvete meyil, kimseden tiksinme, kimseyi azarlama halleriolmaz. Bütünlük haller ,ona göre müsavidir, birdir. B.ü .hallerindendolayı rahat ve selâmete ermiştir. O kalp rafföiti 'içİfıde İlâhî meclise gelip mevlâsıyla yalmz kalır. Çünkü, halkın bir kısmıtıa fazlasevgi göstermiyor ki,- Allah’tan ayrı kalsın ve insanların bazısınada nefret duymuyor ki kalbi bozulup Allah’tan gafil kalmasın.Onun insanlara sevgisi de, nefreti de sadece Allah içindir. Bu ikinci makamda en önemli şey, sâlikin şehvetlerden tamamen kesilmesidir. Bu şehvetlerin başı da yemek ve giyinmektir. Eğer sâlik, kendi nefsinde bazı yiyecekleri fazlasıyla sever ve giyeceklerin bir kısmım çok beğenir, giymek isterse, o zaman bütün yiyecek ve bütüngiyimler ona bir oluncaya, eşit görününceye kadar mücahedeyedevam eder. Bu eşitliği duyduğu zaman nefsini temizlemiş, şerrinden kurtulmuş olur ve ük kemâl derecelerini geçmiş, his âlemindenuzaklaşıp yüzünü kutsal âleme çevirmiştir. Eğer sâlikin nefsi, şehvetlere meylediyor ve mücahede ile bunlan tşrketmekten âciz kalıyorsa, o zaman o sâlik Hak yoluna girmemiştir, girdiğini iddiaederse, tam bir sapıktır. Onunla konuşmak, sohbet etmek kişiyeancak pişmanlık ve zarar verir. Ondan çekinmek ve hatta nefretetmek, imanın selâmetidir. Sülük ehli Hak yolundan şaşmamak veşehvetlere kapılıp sapıklığa düşmemek için, bu gibilerden sakınma
lıdırlar.
Çünkü, Hak yolu, halkın müptelâ olduğu kötü âdetlerin638
MARİFETNAMEhepsine karşı koymaktan ibarettir. Gerçek sâlik, âdetleri terkedin-ce halkın durumuna aykırı hareket etmiş olur ki, halk onu delisanır. Halbuki o küllî akla kavuşmuştur ve sâlik o yüksek dileğineancak halkı deli yerine koyup, terketmekle ulaşabilir. Çünkü onunkalbinde en ufak bir şeye meyil doğarsa önünü keser. Allah huzurundan mahrum kalır.KISIM: 7KALBİN TEMİZLENMESİNİN VE NEFSİN ISLAH EDİLMESİNİNEN GÜZEL VE EN KISA YOLUEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Gerçek sâlik vardır ki, Allah’tan başka her şeyden yüz çevirir, yalnız Cenab-ı Allah’a döner. Hiç kimse ile dost olmaz ve oturupsohbet etmez. Çünkü kalp içinde hikmet nuru, beş kapüı bir evde'yanan bir muma benzer. Nitekim beş kapımn hepsi kapalı olsa, •% mumun ışığıyla o ev aydınlanır. Eğer kapılardan biri açılırsamum söner ve bütün ev sabaha kadar karanlıkta kalır. Beş duyuorganıyla kalbin içinde bulunan hikmetin hali, tıpkı bu beş kapıhevde yanan -ftjuma. benzer. Eğer kalp, o beş duyu organının kazandırdığı idraklardan, yani kulak, işitme, göz görme, burun, koku,dil, tad, dokunma duyusu da dokunma duyumlarından vaz geçersebütün şehvetler unutulur ve o zaman kalpten dile hikmet pınarları coşarak akar. Bu hikmet, «Eğer o nur kalbe inerse, kalp açılırve sevinir,» hadis-i şerifinde bildirilen nurdur. Eğer bu beş duyuorganı duyumlardan vazgeçmezse, yani kulak seslere, göz görülenlere, burun koklananlara, dil tadılanlara çevrilirse kalpteki hikmetlerin nuru söner ve gönül evi ecel gelinceye kadar tabiatın karanlığı içinde kalır. -
,
Bütün bu anlattıklarımızdan anlıyoruz ki, kalbin (ruhun) şehadet âlemiyle (görülen âlemle) münasebetini sağlıyan ve tam tanbeş duyu organıdır. Çünkü bunlar olmazsa ruhun dış âlem hakkında hiç bir idraki olmaz. Ruhun gayb âlemine olan hasreti, onun içduyu organıyla yani kalble, olur ki, gayb âlemini (görünmeyen âlemi) ve içindeki işleri bunun vasıtasıyla idrak eder. Yukanda anlatıldığı gibi, kalb temizlenmeden evvel iki âlemden birine yönelince öbür âlemden vazgeçmek zorundadır. Çünkü aynı zamanda heriki âleme birden yönelip ikisini birlikte idrak etme gücünden mahrumdur. Esasında şuhud (görülen) âlemi değersiz, Cenab-ı Allah'-
639
■MH
9KSH!HnHRİ2$
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.tan çok uzaktır. Eğer gönül bu âleme bütünüyle çevrilip gayb âlemi terkedilirse, böyle yapan kimse insan suretinde hayvan olur.Onun için böyle kimselerin çok yiyip içtiğini, çok uyuduğunu, öfkeve şehvetin esiri olduğunu görürsün. Böylelerinin düşmanlığı, çatışması da fazla olur. Cehalet ve gaflet içinde manasız şeylerle uğraşır. Eğer gönül, Allah'ım düşünüp ona yönelirse ve İlâhî yasaklardan nefsini uzaklaştırıp emir olunanları yapmaya çalışır, nefsininzevklerinden vazgeçip haklarına razı olursa, yani fazla yeme içme yi bırakıp 24 saatte 200 gram yemekle yetinir ve fazla uyumayı bırakıp ancak 4 saat uyursa, daima hayrı konuşup yersiz konuşmaktan çekinirse ve gayb âlemine dönüp ona bağlanırsa bu kimse heriki âlemde yanılmadan nefsinde toplar ve Allah yoluna sülük ederek meleklerin vasıflarını kazanmış olur. Öfke ile şehvetine hakimolup nefsini gemler ve başkalarıyla ilgisini keserse, emaneti taşıma ya lâyık bir kimse olur. Çünkü öfke ve şehvet, insan ve melek arasında müşterek, ruh için aynanın arkasına yapışmış olan kesif (yoğun) bir şey makamındadır. Nitekim aynanın bir yüzü kesif birşeyle kararmadıkça onda suret görülmez. Bunun gibi insan ruhuda öfke ve şehveti taşımadıkça onda tecelliyat olamaz. Ancak şuşartla ki, öfke ve şehvet, akıl ve şeriatın hükmü altına girsin; Böylece saldırıştan korunmuş sâkin bir ruh hali içinde beğenilmiş veöğünmüş olsun. Gerçi öfke ve şehvetten ötürü insana zalim denmiştir. Fakat bunlar, akıl ve şeriat ile korunduğunda Allah’ın emanetini taşımak için gereken sebep bulunmuştur. Çünkü insan, öfkelive şehvetli olduğu için, yer, gök ve dağlann taşımayı kabullenmediği emaneti yüklenme görevini üzerine almış ve bu güç vazifeyikabullenmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: «Cahil ve zâlim olaninsan, bu emaneti yüklenmiştir,» diye buyurulmuştur.öfke ve şehvete sahip fakat ona hakim olan kâmil insan, buağır yükü yüklenen, fakat ona hakim ademoğlunun varisidir. Çünkü, Hak Teâlâ ona yerde halifelik rütbesini vermiş ve bu âlemdeaziz kılmıştır. Fakat öfke ve şehvetinin esiri olmuş olan kimse de,insan suretinden bir hayvan, hatta hayvandan da aşağıdır. Çünkühayvan yaradanına isyan etmediği gibi bir şeyle de mükellef değildir, dolayısıyla da ne hesap verir, ne azap görür, ne de Cehenneme gider. Allah yoluna giren kimse ise öfke ve şehvetini yendiğiiçin, kalbinde gayet yüksek bir dereceyi bulur. Nefsinin kadrini bilirve onu hayvani sıfatlardan uzaklaştırır. Bitki ve hayvan mertebelerinden dönük; az yeme, az uyuma, az konuşma, inzivaya çekilipzikir yapmak ve Allah'ın büyüklüğünü düşünmek suretiyle ilerleyipinsanlığın Hilâfet makamına yükselir. Çünkü bunun kalbinde ar
640
MARİFETNAMEtık şirk ve cehaletin izi olmadığından onda korkunun ve üzüntünün eseri olmaz. İnsanda bulunması gereken şeyler onda kalmadığından günah işlemezler. Bu dereceye gelmiş olan kâmil insan, ahiret saadetiyle mutlu olur. Böyle bir zat, her iki dünyanın da saadetine ermiştir. İşte kâmil bir insanın hal ve tavırları budur veböyle olan zat elbette ki yeryüzünde Allah'ın halifesidir.KISIM: 8İKİNCİ MAKAMDAKİ SÂLİKTE BULUNAN VE ONA HAF*MOLAN ÖFKE VE ŞEHVETİN SEBEBİ, KÖKÜ, HAKİKATİ, TAHAMMÜL ETME VE İLAÇLARIEy aziz! Ehlullah diyorlar ki:İkinci makamın başlangıcında sâlik, şaşkınlık ile kibirden tamamen arınmamıştır. Bunlarsa öfkenin kaynağıdır. Çünkü öfke,külün içinde görünmeyen köz gibi kalp içinde örtülü bir ateştir.Kibir onu ortaya çıkarır. Kibir, insanın nefsinde kendini görmektendoğan bir sıfattır. Kibrin de hakikati, ucubdur. Bir kimsenin halkakarşı olan kibirlüiği bu sıfatın eseri olarak belirir. Çünkü, nefistegömülü olan kibrin ortaya çıkışı kibirlenmedir ki, bu haramdır. Ohalde kötü olan, nefsini görmekten doğan öfke olup sahibini hükmü altına, alır. Ne aklın, ne de şeriatm hükmü altına girmez. Sahibi ona mağlûb olur, onunla muztarib olur. Dış görünüşü çirkinolduğu gibi öfke amnda içi dışından daha da çirkin olur. Çünkübu kızgınlık, şeytamn yaratıldığı ateştendir. Nitekim Ayşe annemizin kızgınlığı zamanında Peygamber (S.A.V.)’in ona: «Şeytanin geldi» buyurduğu ateş budur. Cenab-ı Allah, nice hikmetler için bu ateşi insanın içine koymuştur. Bu ateş, herhangi bir sebeple yanınca yüreğin kam kaynayıp damarlara yayılır, sonra bedenin üst kısmına çıkıp deriye kadar gelir. Eğer kendinden aşağı olana kızmışsa, öfkesinden rengi kıpkırmızı olur. Eğerkendinden büyüğüne, yükseğine kızmışsa, korkusundan rengi sapsarı olur. Eğer kendi akranına kızdıysa, yüzü kızanr, bozarır. Buöfke hali, çok yerinmiştir ve sahibini helâk eden çok tehlikeli birdüşmandır. O halde her tehlikeden kurtulmak istiyen, bu kötü hu yun özü olan kibirlenmeyi, açlık'ile kökünden kesmeye çalışsın.Böylece kızgınlığı zayıflayıp yenilsin ve o kötü şeyden nefsini kurtarıp emniyete, selâmete kavuşsun.Kızgınlık heyecanı anında en kuvvetli ilâç, nefsinin zayıf ol-
641
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.duğunu
düşünmek, bu sebepten başkasına saldırmaya kendini lâ
yık
görmemektir. Cenab-ı Allah’m kendisi üzerindeki kudretinin,
kendisinin
başkasına olan kuvvet ve kudretinden çok daha üstün
olduğunu
bilip Allah’ın azâb ve intikamını hatırına getirmektir.
Böylece
nefsini, öfkenin akıbetinden korkutsun ve ona desin kİ:
«Ey
nefsim, eğer öfke ile düşmandan intikam aldınsa, bil ki sana
daha
çok düşman olacaktır ve senden zayıf bile olsa yine sendenintikam almak için fırsatım kollayacaktır. Bu sebeble kalbin, hep
bu
korku düşüncesi ile dolar ve bundan dolayı kederin çok olur.
Eğer
hilim edersen, yani kendinde yumuşama ve acıma duygusunu doğurabilirsen, bütüp o kederlerden ve onları düşünme üzüntüsünden kurtulur, rahat ve emniyette olursun. Eğer acımıyorsan baridayanmaya ve sinirlerine hâkim olmaya çalışarak velilere ve peygamberlere benzemeye çalış. Hilim gerekli ise de nefse hâkim ol
mak
ve öfkeyi yenmek daha çok gereklidir. Hilim ve şefkatin arttıkça, akim kâmil olup öfkene tamamen hâkim olursun.»Öfkenin bir üâcı da şudur : Kızma amnda ayakta olan hemenotursun, oturan sırt üstü yatıp bu duayı okusun: «Ya Rabbi! Beniilimle zenginleştir, hilim ile süsle ve bana, ibadet ve takva ikramet, sıhhat ve afiyet ihsan eyle, amin.» Sana, öfke ile hilim arasındaki fark üzerinde düşünmek ve en güzelini seçip onu kendinehuy edinmek lâzımdır. Çünkü, sana vacip olan şey nefsini ve kalbini temizlemendir. Böylece kötü düşünce ve üzüntülerin yok olupgönül hoşluğu ile Kâmil olasın.İşte bu ilâçlar ile tedavi olup, bedenin hastalıklarından dahaşiddetli olan nefsin hastalıklarından şifa bulasın. Bil ki, ilâçlarınen faydalısı, nefsinden kibri yok etmektir. Çünkü onun yok olmasıyla öfke kendiliğinden ortadan kalkar. Kibri doğuran nedenler yok edilmedikçe kibrin yok olması imkânsızdır. Kibri doğuran neden ise kamın doymasıdır. Kibir onunla kuvvetlenir ve öfke de kudurma derecesine varır. Onun için muhakkak açlıkla uykusuzluğukendine huy edin. Böylece susma ve inzivaya çekilip ibadet etmeyede hazırlanasın, Allah’ın zikriyle ve onun büyüklüğü üzerine düşünmekle meşgul olasm. Böylece bütün hayvani sıfatlardan kurtulup meleklerin vasıflarını kazanasın. Allah’tan başkasını unutuphuzur safâsıyla dolasın, aşk denizine dalıp cevher toplıyasın ve nihayet ilâhî huzura vanp onunla kalasın.
642
MARİFETNAMEKISIM: 9İKİNCİ MAKAMDA BULUNAN SALİKİN YOLUNU KESENENGELLERİ GİDEREN DÖRT ŞEY VE ÜÇÜNCÜ, ORADAN DADÖRDÜNCÜ MAKAMA VARMAK :Ey Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Bütün varlıklar, sâliki kıskandıkları için, onu Cenab-ı Allah’ınhuzurundan alıkoymaya çalışırlar. Çünkü, Allah’a yakın olmak içinsülük eden Allah’ın halifesi olur. Bu mertebeye gelecek olan zat,elbette insanlarca kıskanılır. Fakat bu kıskançlık ona değil, kıskananlara zarar verir.Allah yoluna giren zata şu lâzımdır: Hiç bir şeye iltifat veitibar göstermesin, hiç kimseden korkup çekinmesin. Çünkü Ce-nab-ı Allah, ona herkesten daha yakındır. Bir karmca bile ancakAllah’ın kudret ve iradesiyle hareket etmektedir. Yerde ve göktene varsa, ilminden bir zerre bile kaybolmadan hepsinin içini dışım, kalplerinin durumunu ve bütün hal ve fikirlerini bilir. Cenab-ıHak kendisine herkesten, hattâ ana ve babasından bile dahamerhametli ve şefkatlidir.Allah-u Taâlâ’dan gelen, ancak kullarının hayrına ve faydasınadır. Ortaya çıkan şerler, görünüşe göre şerdir. Lâkin hakikatigören bir gözle bakılsa hepsi de faydalı ve hayırdır. Ne var ki çoğutabiatlara uygun gelmediği için şerre, şer ve zararlı denmektedir.Nitekim «her cüz’i şerrin içinde büyük bir hayır vardır.» Hadîs-iŞerifi bunu gösterir. İşte sâlik bu sırrı öğrenmeden evvel kalbinitemizlemeye çalışsın ki, bu büyük sırrı zevk ile görüp tadabilsin vekalbini, Allah’ın huzurundan alıkoyan engellerin hepsini yok etmekiçin dört emre katiyyetle inansın ve gereğini yapmaya cehd vegayret etsin.1) Cenab-ı Hak’kın her şeye kadir olmasıdır. 2) Allah’ın herşeyi bilmesidir. 3) Cenab-ı Hak’kın kullarına rauf ve rahim olmasıdır. 4) Cenab-ı Hak’kın bütün fiillerinin yalmzca hayır olması.Eğer sâlik, Allah’ın bu dört emrine tam inanır ve tasdik ederseona kıskançlık, korku, keder yaklaşamaz, her şeyden emin olur.Şeytanlardan, insan ve cinlerden yana en ufak bir korkusu olmazve hiç kimseye, hiç bir şeye itibar etmez. Çünkü, Cenab-ı Allah’ınher şeye kadir olduğuna inanmış ve onun zatma tam bir inançla yönelmiştir. Cenab-ı Hak’kın her şeyi bildiğini, rauf ve rahim olduğunu ve her fiili hayırlı ve faydalı kıldığım yakînen büen için,
643
ERZURUMLU İBRAHİM jrfAKKI HZ.tevekkül, tevflz, teslim, rıza, ma’rifet, safâ, sevgi, vefa, fakirlik,fenâ (yok olma), yaklaşma ve görme, kavuşma ve beka (var olma)gibi yüksek haller hasıl olur. Bilhassa bunlar ikinci makamdanüçüncüye, üçüncüden dördüncü makama yükselmesine yardımcıolup, her iki dünyanın saadetine ermesine vesile olurlar.Gerçi Allah’ın dileği ve âdeti şudur ki, ikinci makamdan üçün-cüsüne yükselmek, Allah’a yakın olanların yolunu, makamlarım vehallerini büen Ariflerin eliyle olur. Fakat bazen Allah-u Taâlâ, buâdetini bozabilir. Zeki ve inançlı olan sâliki, mürşidi olmadan daİkinciden üçüncü makama yükseltir. Bilhassa bu kitapta zikredilenşeyleri bilip aynen yapmaya çalışsa bu yükseliş daha çok kolaylaşır. Çünkü bu bölümün her konusu, kendinden öncekine bağlıdır.Meselâ; sâlik, nefsi emmare konusunda bulunan ruhî ilâçla kendini tedavi etse Levvame makamına yükselir ve bu tarz üzere ilerleyerek bir makamdan diğerine yükselir, tâ yedinci makama ulaşır, orada her muradına nail olur. Fakat üçüncü makamdan dördüncüsüne yükselmek Arifin eli üe değil, ancak Mürşid-i Kâmilinnefeslerinin bereketiyle, telkin ve tesiriyle olur. Çünkü, üçüncü makamda nefs-i mülhimede olan salike Arif denir. Ancak dördüncümakama yükselmekle beraber nefs-i mutmainne olmadıkça onamürşid-i Kâmil denmez. Çünkü her ârif, kâmil değildir. Fakat herkâmil âriftir, aralarındaki fark açıktır.Üçüncü makamdan dördüncü makama yükselmede kâmil zatın nefesleri lâzımdır. Şunun için ki, üçüncü makam diğer makamlardan daha zordur ve daha tehlikelidir. Çünkü, üçüncü makam hayır ve şerle, fayda ve zararı içinde topladığından onda hakile batıl birbirinden ayırdedilmez. Ancak, o arifte ayırma kudretive Allah sevgisi üstün derecede olur ve şeriatın emirleriyle tarikatın isteklerini yapa yapa alışkanlık haline getirirse, üçüncü maka»mm tehlikelerinden kurtulmuş olur. Bu suretle o ârifi, nefsi temiz, istidadı lâtif, düşüncesi doğru, buluşu yerinde, himmeti biilj yük, aslı kerim olup bu sıfatlan kazanmıştır. Bu meziyetleriyle saadete eren Arif, mürşid-i Kâmil olmazsa da yine hakkı hak, batılıbatıl görüp yedinci makama kadar yükselir ve nefsi mutmainneolur. Dördüncü makamdan beşinci, altıncı ve yedincisine yükselmek için mürşid-i Kâmile ihtiyaç olmaz. Olsa da nadir olur. ÇünküCenab-ı Allah, sâlikin kalbinde Kemâl ışığını yakınca, ârif onunlabütün kemalâtı görür ve bulur. Çünkü dördüncü makam, kemalâtderecelerinin başlangıcıdır.
644
KONU:3Yedi makamın üçüncüsünde bulunan nefs-i mülhimenin halleri, sıfatlarıyla fiilleri, Mürşid-i Kâmile teslim olmanın ve şeriat hükümlerine bağlı kalarak yürümenin, dünyaya sarılmaktansakınmanın özeti ve şeriatm hakikatin batım olduğu, üçüncüisimle meşguliyeti, bu nefsin güzel halleri, ruh&nilerin konuşmave hayalinde kabz ve bastın ard arda gelişi, çekilip toplanmayaboyun eğerek ihtiyaç duyması ve üçüncü ismin tesir ve sırlan.KISIM: 1■ , NEFS-t MÜLHİMENİN BU ADI ALMASININ SEBEBÎ, SEYRİ,ALEMİ, YERİ, HALİ, VACİDİ, SIFATLARI VE ONDAN YÜKSEKOLAN NEFS-1 MUTMAİNNE MAKAMINA ÇIKIŞIEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Üçüncü makamda, nefs-1 natıkanın fücur ve takvasını. Ce-nab-ı Allah ona Melek ve Şeytanın vasıtası olmadan, doğrudan doğruya ilham ettiği için ismi mülhime olmuştur. Bunun seyri Alallah-tır. Yani bu makamda sâlikin içinde imanın hakikati belirdiğindenonun şuhudunda Allah’tan başkası kalmaz. Alemi ruhlar âlemidir.Yeri ruhtur. Hali aşktır, vâridi marifettir. Sıfatlan; ilim, cömertlik, kanaat, tevazu, sabır, tahammül, özrü kabul, hoş görü ve ezi yetlere katlanmaktır. Bu makamda sâlik, tüm insanlann nâsiye-lerinin Cenab-ı Allah’ın kudret elinde olduğunu müşahede ettiğinden hiç bir mahlûka asla itirazı kalmaz. Yine bu nefs-i mülhimenin diğer vasıfları da şunlardır: Hararet, ağlamak, halkı ihmal,Allah’ı anmak, kabız ve bastın ard arda gelişi, korkmamak ve ümidetmemek, güzel sesi duyunca fazla haz duymak, Allah’ı zikretme yi fazla sevmek, Allah adım söylerken iç ferahlığı duymak, güler
645
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI
HZ.
yüzlülük, hikmetli ve manalı konuşmak, müşahede (görme) ve mü-rakabe (Allah’ı düşünmeye dalma).Bu makamda sâlik, bütün mahlukatın kaderlerinin Cenab-ıAllah’m kudret elinde olduğunu gördüğü için hiç bir yaratığa itirazda bulunmaz. Nefs-i mülhime, bu makama yükselmeden öncehayvani makama yakın olduğundan ancak Melek ve Şeytan aracılığı ile ilham işitebüiyordu. Bu makamda ise aracısız olarak ilhamişitiyor. Bunun için bu makam ona, güç ve endişeli gelir. Bu makamda sâlik, kendisini karanlık şüphelerden kurtarıp nurlu ufuklara çıkaracak bir kâmil mürşide ihtiyacı vardır. Çünkü bu makamda sâlikin hâli zayıftır. Hakka gidemez, Celâl ile Cemâli ayırdedemez ve insanlık tabiatından kendini kurtaramadığı için de nefsinden gafU kaldığı anda geriye dönerek tabiat zindamna girip bedenin aşağılıklarının aşağısına ineceğinden korkulur ki, bu, alıştığı önceki makamdır. İşte yine eski alışkanlıklarına dönüp çok yeme, içme ve uyumaya başlar, insanlara kanşır. Bazan da itikadıbozulup taati terkeder, günah işler. Bununla beraber işlemeye yeltenir. Allah’m birliğine inandığını, eşyamn hakikatini arayıp bulduğunu ve kendi dışında diğer tâat ehlinin gözlerinin perdelenipmâna âlemini göremediklerini zanneder. Halbuki zulmet deryasına gömülen kendisidir. Eğer inancı da böyle bozulmuşsa o, artıksâlik değil, halik olmuştur ve tabiatımn ateşi kalbindeki imam yakıp küfre yaklaştırmış, bunca gayret ve çalışmaları zayi olmuştur. Maksadına kavuşmasına bu sapıklık engel olmuş ve heveslerine uymuştur. O, şeytanî hayalleri gördükçe Allah’m tecellileri olduğunu sanıp şeytanla kalmış ve kalbi onun vesvese ve hileleriyledolmuştur.Bu sâlikin, beşerî tarafı zayıflayıp ruhî yönü kuvvet bulmuş,mücahede ile kemal makamına yaklaşmışken bu kötü hale düşmesine sebep, önceki makama yakın ve ona dönme isteğinin var oluşudur. Çünkü mücahedeye kendini alıştırmadan evvel kalbindenbazı perdeler yok olmuş, evvelki perdelerden oluşan korku da kalmamış olduğundan o korku, onu günahlardan menedememiş, dola yısıyla da taate sevk etmemiş. İşte onun korkusu kalmadığındantarikata meyli de kalmaz. Belki şeriatm hükümlerine de uymaz.Ancak, Allah ona gayret ve aşk verirse ibadetten lezzet alıp o yoladevamda sebat eder. Bu tehlikeli makamdan kemal makamına yükselip emniyetle her iki cihanın saadetine erer.
646
MARİFETNAME
KISIM:
2
ÜÇÜNCÜ MAKAMDA BULUNAN MÜRİDİN, MÜRŞİD-İ KAMİLEBÜTÜN İRADESİYLE TESLİM OLMASIEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Üçüncü makamda bulunan sâlike her şeyden önce önemli şey,mürşid-i kâmiline bütün ihtimam ve iradesiyle bağlamp her emrine tam teslim olmaktır. Eğer bu makamda sâlik, nefsini mürşidinden daha mükemmel samp onu inkâr eylerse hemen o anda onalazım olan şeriatın emirlerine göre kendini terbiye edip tarikatıngereklerin} yerine getirmek ve dördüncü makama yükselinceye kadar mücahedeye devam etmektir. Çünkü bu üçüncü makamda nefsin yine dünyaya meyli vardır. Bunun için dördüncü makama yükselinceye kadar nefsin arzu ve dileklerinin aksine hareket etmesilâzımdır. Çünkü; dördüncü makam, her iki dünyanın saadetini sağlayan, çok değerli bir makamdır. Çünkü sâlik, ancak Allah’ın yardımıyla dördüncü makama gelir ve bu makamda nefsin bütün-afetlerinden ve insanda bulunan hayvani sıfatlarından tamamiylekurtulur, kemal derecelerini bulup ilâhî huzurun verdiği nefeslerlerahata erer. Sonra kâmil olma isteğinde olan sâlik, nefsin arzularım terkedip yüksek dileklerini bulur. Yaptığı tevhid ve zikirlerlegurura kapılmaz ve onu Hak’tan dönüş ve kesilişinin bahanesi etmez. Himmetini yüksek tutup aslî vatam olan ilâhî huzura gelirkendisine gö rünen rütbelerin hiç birine iltifat etmez. Çünkü, bunların ilâhî nuru örten perdeler olduğunu, sâliki Allah’a yaklaşmaktan menettiğini ve hayvanların makamı olan eski makamlara dönmeşine sebep olduğunu bilir, idrak eder.Üçüncü makamda sâlik, eğer nefsini bulunduğu mertebeye erdiren 6 esası tatbik etmeye devam eder ve Mürşid-i kâmilin eteğinesıkı sıkı sarılıp hatıra gelen iyi ve kötü fikirlerin tümünü aynenona anlatır ve onun verdiği ilâçları kabul edip canla başla tatbikeder, kalben ondan razı olursa manevî alanda hızla yükselir, dördüncü makama varır. Çünkü mürşidine olan inancı kuvvetli oldukça kalbi vesvese ve şüphelerden emin olur, kutsî âleme yükselişikuvvetli olur. İnsanî arzulan zayıflar.Üçüncü makamda sâlik, eğer mürşidinden şüphe eder, ondandaha bilgili ve kemal sahibi olduğunu sanırsa, o zaman Mürşittenkendisine gelen feyiz yolu kapanır, onun yardımından yoksun kalır. Bu durumda olan sâlik, bu bölümün yedinci kısmım inceleyip
647
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
şüphesini gidermeye çalışsın, mürşidini kâmil bulursa ona sıkı sıkıya bağlanıp himayesine sığınsın ve onun eliyle kurtulabileceğineinanıp her zahmetine katlansın. Tıpkı ölünün yıkayıcıya teslimolduğu gibi mürşidine tam teslim olsun. Öyle ki onu kendine anave babasından daha yakın, dostlarından ve yakınlarından daha sadık ve sırlarım gizleyen bir zat olduğunu bilsin. Her isteğini ve kusurunu ondan saklamayıp yalmz bulundukça kendisine söylesin,kendisinde mürşidin inkâr veya ona itiraz etmek düşüncesi gelince, hiç çekinmeden ona söylesin ve tövbe etsin. Çünkü sâlik, mür<şidinde inkârım gerektiren şeylerin yapıldığım görür. Meselâ mür-şid, önemsiz bir şey için ona hizmet edeni sertçe azarlar ve döverBir gün yeni mürid olmuş bir kişi mürşidini it suretinde görür. Busebepten ondan ayrılmak ister. Veda için mürşidinin yanma gittiğinde mürşidi, ondan ayrılmasının sebebini sorar. O da doğrusunusöyler. Mürşid ona, kendisine sarılmasını söyler. O da mürşidinesarılınca kendi nefsine sarıldığını görür. O zaman mürid bu gizlisun mürşidinden sorar. O da onu aydınlatır. Sende bu halde kız*gınlık ateşi yanmaktadır. O gördüğün senin bu kızgınlığının aksidir ki, bizden sana zahir olur. Çünkü biz halk içinde bîr aynagibiyiz. Bize bakan, kendini görür. Nitekim «Mümin, mü’minin aynasıdır.» hadisi şerifi bu mânaya gelir. Bununla o mürid irşadolup, durumunu anlar. Nefsini bilerek mürşide teslim olup ondanfeyz alır.Demek bir mürid, mürşidinde bu gibi halleri görünce sakın hemen onu inkâra kalkmasın. Hüsn-i zan ile hayra yorup Hızır (A.S.)ile Musa Peygamberin (A.S.) kıssasını nefsine söylesin, mürşidetam bir güvenle bağlansın. Çünkü kâmil insanlann halleri başka-lanyla mukayese olunmaz, onun hakikati bu akılla bilinmez diyerek onun hakkındaki şüpheyi kalbinden atsın, tövbe edip onun rızasını almaya çalışsın.KISIM: 3ÜÇÜNCÜ MAKAMDA BULUNAN MÜRİDİN ŞERİATHÜKÜMLERİNE UYARAK YÜRÜMESİ, DÜNYAYABAĞLANMAKTAN SAKINMANIN GEREKLİLİĞİ, HAYIR VEŞERRİN ÜSTÜN GELMESİNİN SEBEPLERİ
Ey Aziz! Ehlullah diyorlar ki:
Üçüncü makamda sâlik,
mürşidi kâmille sohbet etme
imkânve fırsatmı bulamazsa, o zaman onun
için
en
önemli
şey,
Şeriatın
648
MARİFETNAME
emirlerine uyup Allah’ın habibi olan Peygamber (S.A.V.) Efendimizin dualarıyla zikirlerini ve ona salât-u selâm getirmeyi nefsineilâç yapıp erenlerle sohbet etsin. Ta ki, istikametle nefs-i mutmainolup kemâl makamım bulsun. Bu dua ve zikir, salât-u selâmlar veerenlerle sohbetler, bilhassa sâlikin kalbine şüphe düştüğü ve nefsinin şerri hayrına galip geldiği zaman lâzımdır. Fakat kalbine enufak bir şüphe gelmez ve hayrı şerrine galip gelip nefsini şeriatve tarikat yolunda ve doğrulukta bulursa o zaman ferahlasın, kalbi huzur ve sevinçle dolsun. Hiç üzülmesin, içindeki bulanıklığı vevesveseleri söküp atsın. Öyle ki onda ne şöhret ve isim yapma, nesıkılma ve üzüntü, ne cennet ve cehennem fikri kalsın. Allah’tangayrı olan her şeyden kaçınsın. Düşmanların kötülemelerine, dedikodularına kulak asmasın ve kendisine muarız olan karşı gelelilerden çekinip tarikata bağlı olanlarla dost olsun.Hülâsa bu üçüncü makam, hayır ve şerle dolu bir makamdır.Eğer nefs-i mülhimenin hayri, şerrini yenerse, yüksek makamlaradoğru çıkar. Eğer şerri, hayrım yenerse tabiatın zindanına düşüpbedenin esfel-i sâfilinine (aşağılıklarının aşağısma) gider. Onuniçin salik ilerleyip dördüncü makama çıkıncaya kadar nefsini yorması ve onun hiç bir isteğini yapmaması lâzımdır. Çünkü bu makamda aşağılık şeylere meyil ve insandaki kötü vasıflara dönüş arzusu vardır.Bu makamda hayrin, şerri yendiğinin belirtisi şudur: Sâlik içinin iman hakikatiyle aydınlandığım, dışının da İslâm şeriatiyle güzelleştiğini bulur. Yani kalbi, bütün varlıkların Cenab-ı Hakk’ınemir ve iradesine göre hareket ettiğini müşahede eder. Kendisi de,alıştığı tâat ve ibadetlerine devam ederek büyük küçük her türlügünahı işlemekten sakınır. Halk arasında veya yalnız bulunmak,ona tesir etmez. Çünkü bu duruma gelmiş olan sâlik her an Allah'ın huzurunda olduğunu bilir.Şerrin, hayri yendiğinin alâmeti ise şudur: Sâlikte insanın kötü vasıfları görülür. Şeriatm emirlerine uyma duygusu az olduğundan tâat ve ibadetleri terkedip günahlara dalar. Gerçi âlemdekibütün varlıkların ve kendi fiillerinin Cenab-ı Allah’m emir ve iradesine uygun olarak meydana geldiğini müşahede etmektedir. Fakat şeriat sırlarından ve hakikat nurlarından perdeli olduğu, gözleri hakikati görmekten mahrum din ve dünyasını yitirmiş, korkunç bir zındık (inkârcı) olur ki, hiç bir din ve mezhebi kabul etmez. Belki insanla hayvanın farkını bile bilmez. Benlik taslamaktan vaz geçmez. Ya Rabbi! Bize hidayet verdikten sonra, kalblerimi-zi kaydırma. Bize yüksek hazretinden rahmet ver.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ
şaşkınlık ve
kibirlilik duyguları kabarmıştır. Çünkü kendileri
ni sultanın
emirlerine uymıyan kullardan daha üstün görmüş
lerdir.
Sultan da, bunlardaki acep ve kibri sezmiş, bu sebeple
kendilerim
beğenmeyip kendisine dost etmemiş. Lâkin bunlara
da
tayin ettiği kapılardan hayırlar ihsan etmiştir. Gelen üçün
cü grup
insanlarsa, hayır kapıları üzerindeki manayı anlayamadıklarından tayin edilen hayırdan bir zerre dahi onlara na-
sib
olmamış. Çünkü, bunlar bu kapıların o işle ilgisi olmadığı
nı
sanıp «belki sarayda böyle kapılar da yoktur ve veren yal
nız
Sultandır. Kapısız da istenileni verebilir» demişlerdir. Sul
tanın,
kapüan belli ettirmesinin bir hikmeti, bir sebebi yokzannedip verilen emre uymamış, tabiî olarak da sultanın buişteki hikmetini, maksadını bilmeyip kapılar üzerinde durma
dıkları
için onun huzurundan uzaklaşıp gitmişler. Yollarını da
öyle bir
şaşırmışlar ki, kovulduklarını dahi anlamamış, hatta
onu
sevdiklerini iddiaya büe kalkmışlardır. Halbuki sultan,onlardan ikrah etmiştir.Çünkü onlar haddi aşmışlardır.Buna göre kullar üç kısma ayrılmıştır.Birinci kısım, sultanı tayin ettiği kapılardan ihsan ediojgörmüşler. İkinci kısım da birinciler gibidir. Yalnız kapılarlabirlikte nefislerini de görmüşlerdir. Üçüncü kısım,ise sultandan başka kimseyi görmeyip ve hayır kapılarından başka ka-pılarda durmuşlardır.Burada sultan Cenab-ı Hak’ka misâldir. Saray Allah’m hâzineleri hayır ve şer kapılan da şeriatm emir ve yasaklandır.Sultandan haber götüren vezir de Peygamber (S.A.V.) efendi-mizdir. Üç grup halk da Allah'ın kulları, Muhammed (S.A.V.)’in ümmetidir. Hz. Peygamberin, ümmetine bildirdiği şeriatınemirlerinden biri namazdır. Namazı, tadil-i erkân ile kılınız. Tâ ki, namazdaki manevi zevk, sizde belirsin ve Allah da sizden razı olsun. O halde kim, peygamberin sözüne ve Allah’ınemrine uyup iki dünya saadetini ve Cenab-ı Hak’kın rızasınıümid ederek namazı şartlarıyla edâ ederse, Allah’a yakın olanlar zümresine girer ve umduğundan fazla muradına erer. Kim ki namazı, şartlanna riayet ederek kılarsa, fakat namazı ve
652
MARİFETNAME
nefsini görüp Allah'ın emrine itaat ettiği için kendisine kibirgelirse, o kimse Cenab-ı Hak’ka yakın olmaya lâyık olmayıp yalnız iyiler zümresinde kalır ve kim de namazı terkedip; Allah’m muhabbet ve tecellileri, rahmet ve şefkati, Cennet ve nimetleri, lütuf ve ihsanlan ve her türlü ikramları namaza bağlıdeğildir. Allah’m ihsanlanna hiç bir engel yoktur, herkese şamildir, dese bu cahüin iddiası, sarayın kapısını bırakıp arkaduvanndan içeriye girmesine benzer. Halbuki namazı kasdenterkeden zmdık olur ve namazın manevî zevkinden mahrumkalır. Eğer namaz kapısından mukarreb kullar için vaad olunan İlâhi tecelliler o namaz kılmayana görünseydi, ömrü bo yunca bir tek farzı terketmezdi ve şeriatın emirlerindenbir adım dışarı atmazdı. İşte şeriatın emir ve yasaklarınınhepsi de namaz gibidir. Çünkü Cenab-ı Hak’kın nzası ve tecellileri ancak tâat ve ibadet kapılarından gelir, öfkesi azarlayıpkovması da ancak isyan etme ve günah işleme kapılarındangelir.O haldearif olan sâlik, şeriat kapılarını bilip Çelil Allah’a yalvaran bir kul olmalı ve muhtaç olduğu Cenab-ı Hak’kın affını ve nzasmı istemelidir. Cenab-ı Allah da onu affedip ondanrazi olsun.
KISIM: 5
Üçüncü makama mahsus olan isimle sâlikin
1 uğraşması venefsin dönmeyi arzu ettiği meyiller:Ey aziz! Ehlullah diyorlar ki:'' Üçüncü makamda bulunan sâlik, üçüncü ismi söylemeyedevam etsin. Yani Hû Hû Hû desin böylece her şeyden arınmış ve her şeye sâri olan manevî nur, onun içinde görünsün,ilk zamanlarda yç Hû, daha sonralan yalnız Hû desin. Ayaktaiken, otururken, yan yatarken, gece-gündüz sessiz olarak tekrarlasın ki, tesirini bulsun. Çünkü sâlik, bu isimle meşgul olunca, bunun bereketiyle üçüncü makamm tehlikelerinden kurtulur. Bununla nefs-i mülhimenin bu makamından aşağı bulunan
653