ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI
Z ise onunla övünür. Aşk, Allah’ın kalplere bir ihsan ve ikramıdır,
İlâhî aşk,öyle bir seraptır ki, onu muhabbet kadehiyle içen aşığın başına köyler, kasabalar, şehirler dar gelir. İlâhî aşk, öyle bir cevherdir ki kalplerin derinliklerine indikçe artar. Aşk bir hastalıktır ki, onun ilâcı derdindedir. Yiyecek ve içeceklerden lezzet ve şehvet doğar. Şehvetten sevgi, sevgiden aşk,aşktan vecd doğar sonra bunlarla görtül, her türlü maddî lezzet ve şehvetten uzaklaşır, yalnız manevi huzur ve lezzetle başbaşa kalırAşk; iradenin isteklerine, maşuka (sevgiliye) olan sevginin üstün gelişidir. Aşıkın alâmetleri, yüzünün solması, gözünün kararmasıdır. Sesinin yakıcılığıyla sevgisini göstermesidir. Allah’ın hu-surundaki sessizlik ve şaşkınlık içinde kalmasıdır. Aşk ebedî birsevgi olduğundan, seçkin velîlerin sıfatıdır. Muhabbet çalışmaklaelde edilir, aşk ise Allah vergisidir. Aşk, maşukun sıfatıdır ki, aşı-ğın kalbine aktarılır.Aşk, korkağı cesur, anlayışsızı anlayışlı, cimriyi cömert, kibirliyi mütevazi, çirkini güzel yapar. Aşk, sevenler meclisine devamedenlerle dost yapar, sahibine kuvvet ve kudret verir. Aşk, öylebir hükümdardır ki halk ona boyun eğer, akıllar ona itaat eder,kalpler ona bağlanır, duyu organları onunla saflaşır, pak olur, ruhonunla sevinir.Aşk insanları ıslah eder, kusurlarını düzeltir, güzel ahlâklı kılar. Aşk, bir hakimdir ki kapıcısı sabır, hizmet edeni duyular veorganlardır. Aşığm kusuru, maşukundan çekingenliği ve eksik taraflarının, onun yanında gizli kalmasıdır. Aşığın kalbi, şevkle, şenve şerefli, ruhu manevî zevkle mesrur, gönlü ona yakın olmak vesilesiyle nurla doludur. Aşk, öyle bir hastalıktır ki, hür olan kalplere arız olur gider.Bir hekim şöyle demiştir: Aşk, insanın kalbinde bir sevinçtirve feleklere mensup bir nurdur ki, yıldızlardaki ışıkların neticesidir. Aşk, kavuşma arzusunun doğurduğu bir huydur ki, insan onuhatıraların bir lütfü olarak kabul eder ve mutedil oldukça, akıl vezekânın işleticisi, ifrat derecede olunca öldürücü bir hastalık olur.Aşk, eflâtûnî, onun gezdiricisi, gurur ve iffetidir, namusudur.Aşığın derdi, her türlü illetten ayrıdır. Aşk, İlâhî sırların ızdırapkaynağıdır. Bir kâmil zat şöyle demiştir: Arif olan sevinçli olur, âşık olanAllah’a yakın olur, Allah’a yakın olan O’na kavuşur ve her muradı yerine gelir.Ahmet bin Hanbel (Allah’ın rahmeti üzerinde olsun) hazretlerine, «şarkı söyleyip oynayan bir cemaat hakkında fikriniz nedir?» diye sormuşlar, şu karşılığı vermiştir: «Onların bu eğlenmeleri bitince âşık olmuş ve vecd halini bulmuşlarsa vücutları ölür,kalpleri aşkla hayat bulur. Onlara engel olmayınız, ta ki bir saatHak’la sevinsinler.
Bir adam görmüşler, kendisine bin değnek vurulduğu halde ne ses çıkarmış, ne de inlemiş. Sonra hapsederken sormuşlar:Niçin dövüldün? Aşık olduğum için, demiş. Niçin ses çıkarmadın? Maşukum (sevgilim) karşımda olduğu için, cevabım vermiş. Ebedî maşuk utanıyor musun? diye sorduklarında şiddetle bağırmış ve düşüp ölmüştür. Şöyle naklederler: Bir aşık, bir cariyesini sattıktan sonra pişman olmuş, fakat ona karşı olan aşk halini halka açıklamaktanhya ettiğinden gece gizlice Allah’a yalvarmış. Sabah olunca müşteri, cariyeyi geri getirip yermiş ve ödediği parayı da almamış. Sebebini sorunca: «Bana rüyada dediler ki cariyeyi satan Allah’ın velîlerindendir, ona olan sevgisi Allah içindir.
Eğer onu geri götürür ve parasını da geri almazsan muhakkak peygamberlerle beraber,cennete gidersin.
Onun için cariyeyi size geri veriyor ve parasım'istemiyorum,»
demiş ve cariyeyi bırakıp gitmiştir.
Aşk, dibi olmayan bir denizdir ki onun dalgalan cihanın gözleridir. Aşk, koyunun kuyruğunu mum, taşı kum eder, yeri yakar,felekleri parçalar. Aşk bir denizdir ki felekler ve unsurlar (bitki,hayvan, maden, toprak) onda bir avuç kadardır. Eğer aşk olmazsa bütün cihan donardı, felekler ve unsurlar helâk olur giderdi.Aşk öyle coşkun bir nehirdir ki, cihan dolabını döndürür. Aşk,insanın kalbinde vefalı, sadık bir dosttur, kalp onun postudur. Yırranlık içinde kendilerinden geçerler. Nitekim batış güneşini aksettiren ışıklarla aydınlanmış duvarlara âşık olanlar, güneşin batışından sonra usanırlar. Çünkü mana, iç ve nurdur, suret, kabuk ve karanlıktır. Mana, köpük suretinin denizidir. Mana, inci ve sedefin suretidir. Mana, surette zahirdir. Arif surette, manaya aşıktır. Suret âşığı, vefasız olur. Mana aşığının gönlü şendir.Akilin (akülmın) öğünmesi izzet ve zenginlik iledir. Aşığmöğünmesi ise yoksulluk iledir. Akil, nefsi arzuların tatminindenzevk duyar. Aşık ise İlâhî aşktan zevk duyar. Hangi zevk ve safaİlâhî aşkınga ynsından olursa, o belâ getirici, eza ve işkence vericidir. İlâhî aşktan doğan her eziyet, her zahmet o aşığın canı içinhuzur ve sürür vericidir. Aşıklar tanışınca sohbete dalar ve birbirlerinin sırt taşıyıcısı olurlar.
Akil, mücadeleden, didinmeden zevk alır. Aşık ise, vecd halinden zevk alır.Akilin bütünd üşünce ve çabaları hep şöhret yapmak, isim bırakmak içindir. Aşığm bütün çabası, himmeti, dünya gaileleriniunutmaktır. Akilin çabası, mal ve mülk, zenginlik ve mevki içindir. Aşığm çabası ise Allah sevgisinde kendinden geçmektir. Akil,akla, aşık aşka itaat eder. Akil, ham veav âmdır. Aşıklar ise hasve kiramdır. Akü, çeşitli bilgi ve fenleri ister, âşık ancak manevîzevk ister. Aşık, aşkın lezzetini almış, dünya lezzetlerinden arınmıştır.Aşkla çok dertlenmiş şevk ve iştiyakla yanakları solmuş olankimse muhakkak ki kendinden vazgeçip Allah’la meşgul olmuş demektir. Allah’m yanında da en makbul, insan budur, aşk burakmabinenin gözüne, miracın sırları görünür. Hak âşığı derviş olur. Haktan başkası onu şaşırtır. Aşığın ölümü, su kabarcıklarının sönüşü-dür, esen rüzgârdan kalan bir su damlasıdır. Hak âşığı, ölümü ister, âkil ise ölümden kaçar. Aşığın canından korkması utanç vericidir. Çünkü onun ölümü dosta kavuşmadır. AkiTin ise ölüm korkusu çok şiddetlidir. Çünkü onun bütün arzu ve istekleri ölümle yok olur. Aşık, aşkın ateşine yanmaya isteklidir. Akil, o zor iştenkaçıcıdır.Aşık, maşukuyla aym evde beraber ve mahremdir. Akil ise, ondan yoksun ve yalnızdır. Aşık görünürde fakir ve hakirdir. Fakatiaslında İlâhî aşık, onun ebedî saltanatıdır. Aşık, aşk evinin hâzinesi ve aşk güzelliğinin aynasıdır.Aşk, saman altında gizli akan bir nehirdir. Aşığın cismi birkan karışımı, kalbi âlemden saklıdır. Ruhunun sıfatlan da haddinden çoktur.
Aşığm görünüşü, külhan (küllük) için gülşen (gül bahçesi). dir. Aşığın beden hazzı eza ve cefa, gönül hazzı ise zevk ve safâdır.Aşığın gönlü, Allah’ın cemalini, canı vecd halini ister. Akıllı, cihanahvalini bilir ama bilmez. Fakat âşık, gönül ve ruh sırlarının mahremidir veH z. Yazdan’a (Allah’a) aşinadır. Zekâ, akili cihanınemiri yapar, hayranlık ise aşığı cihanın kutbu yapar. Akil, dünyameydanım aşık can ve gönül şehirlerini deveran eder. İnsan aklı,can ayağına bağlıdır. Akilin cam ise kendi âlemini dolaşmak gücünü kaybetmiştir.Akıllar, izzet, namus ve vekar üe geçerler. Aşıklar, yalnızlıkiçinde aşk şarabım içerler. Aşığın gönlü büyük bir şehirdir ki, eşive benzeri olmayan bir sultan orada yaşar. Aşığın can ve gönlüonun zindanıdır. Madem ki o tutuklu cisim fanidir ve zamanla zindan o cismi harabeye çevirir, o zaman ebedi olan boşluğu dolaşır.Aşkın güneşi kalbe doğunca, akıl bir gölge gibi kaybolur gider.Aşık, deniz gönüllü olunca, maşuka kavuşma işi kolaylaşır. Aşık,renk ve kokudan utanır, onun için dünya ehlinden kaçar. İlâhî aşk,dille anlatılamaz. Okyanuslar bir çukura sığmadığı gibi.Her gönül, mevlâsı için bir medresedir. Oradaki dersler ya ilham veya vesvesedir. Aşığın davramşı ilhama, âkilinki ise vesvese ye göredir. Aşık, zevkinden hal ehline döner, çabasmdan dili tutulur. Akil ise kelime ve sözlükle durmadan konuşur durur. Herkesbir yöne dönük, aşıksa yönü olmayana dönüktür.Akil, halkın avı, âşık aşkın fan olur. Akil nefsin lezzetleriylemesrur olur. Lâkin ruhu, beden mahpushanesinden kederli ve huzursuz olur. Aşık, bedenin lezzetlerinden kurtulmuş, ruhu aşk şarabıyla kendinden geçmiştir. Aşıkm zikir ve fikri her daim Allah’tır, dileği yalnız O dergâh’dır. İlâhî lütfün kahn altında kaybolanâşık, bu kahırdan şeker lezzetini alır. Akil ise bu kahırdan kaçıponun lütfü kereminden yoksun kalmıştır. Aşığın yeme ve içme iş-tihası tutulmuştur. Çünkü aşk ona cam kuvvetli olmuştur, herpislikten pâk olup vahdet şarabıyla dolmuştur. Aşığm içi, bu şarabın zevkiyle coşkundur. Onun bu zevk ve safasına mest oluşuşahittir. Fakat bu şarap, sarhoşluk vermez, tatlı, temiz ve helâldir,şahidi ezelî ve ebedî, cemali benzersiz Cenab-ı Hak’tır. Aşık, aşkınderdiyle arslan kesilir ve dünya işlerine karşı ilgisiz olur.Hak’ka aşina olan aşkla beraber olur. Hak aşığı olanın sözü, işive fikirleri adaletli, doğru ve sâftır. Kalbi, kusurlardan beridir.Aşık, aşk denizinin dalgıcı, aşk çölünün kartalı, aşk sırlarının hâzinesidir. Kalbi, aşk nurlarının doğduğu ufuktur. Akil, dünya işleriyle uğraşır. Aşık, gizli sırlara meftundur. Aşık insani vasıflarından arınmış, dolayısıyla da İlâhi vasıflara lâyıktır. Aşığın canı, can denizine gömülüdür. Bir damla iken bir deniz olur. Aşığın her radı içindedir. Kendi dışında olan hiç bir şeye ihtiyacı yok,tur.. Asığm tek muradı kavuşmadır. Aşık, maşukundan rtaSıl ayrılır.Akil, lezzet ve tadı bağ ve bahçede bulmuştur. Aşık, zevk vehuzuru, kalb ve ruhda bulmuştur. Akilin yeri su ve toprak dün» yasıdır. Aşığın makamı ise gönül ve ruhu içindedir. Aşığm kolukanadı aşktır. İsteğinin başlangıcı, matlubu neticesi aşktır. Aşığmgözünün nuru, göğsünün sevinci aşktır. Aşığın ruhu, parlak güneştir. Alem onun gözünde gül bahçesidir. Aşık, aşkla arslan kesilmiş, akil akılla mahcub kalmıştır. İnsan aklı, ruh gözünün perdesidir. Bu perdenin arkasında aşkın esrarı gizlenmiştir. Aşk şara-bıyla ruh, sarhoş olunca akıl, o zaman şaşkınlık içinde kalır ve bütün gizli sırlar ruha aşikâr olur.İnsan aklı güneş ışığıyla ruh ve gönül arasında kara bir bulutolmuştur. Bunun için ruh ve gönül bu bedenler yurdunda perdeliolmuş ve şaşkına dönmüştür. Çünkü Allah aşkı, âşığın gönlündeşiddetli bir rüzgâr gibi eser. O zaman bu akıl bulutları aradan sıy-nlır gider ve ruhun sevgilisi, doğan bir güneş gibi gönül semasındaruha görünür ve ruh onunla mesrur, ve onun güzelliğine hayranolur, onu metheder, o gül karşısında bülbül gibi güzel sesli olur.Aşk ilmiyle meşgul olan aşığın kalbinde aşk rüzgârları eser. Çünkü aşkın ilmi onun kalb gözünü açıp dünyadan istek ve hevesinikeser.KISIM : 21AŞKIN HALİ, AŞIĞIN DÜŞKÜNLÜĞÜEy Aziz, Ehlullah diyorlar ki:Aşk, muhabbetin bir neticesi ve gayesi, Allah’ın dostlanna birhidayeti, lütuf ve inayetidir. Güzel âşıkları onu can-u gönüldenistemişlerdir. Her maşuk, aşığına şikâr olmuştur. Nitekim her susayan su ister, su da, susuzluğu giderir. Aşk, ruh ve gönülde nurüstünde nurdur. Damad-gelin misali onunla örtülmüştür. Şiddetliaşkda sükûn ve karar yoktur. Bunun için âşığın hali deliye benzer. 'Aşk ateşi, aşığı yakmıştır. Bunun için o, söz ve düşünceleri bırakmıştır. Aşığın kalbine sırlar akıtılır. Onda söz ve görünüş birbirine karışmış olur. Aşığın meşrebi her meşrepten farklıdır. Aşı-
Bir adam görmüşler, kendisine bin değnek vurulduğu halde ne ses çıkarmış, ne de inlemiş. Sonra hapsederken sormuşlar:Niçin dövüldün? Aşık olduğum için, demiş. Niçin ses çıkarmadın? Maşukum (sevgilim) karşımda olduğu için, cevabım vermiş. Ebedî maşuk utanıyor musun? diye sorduklarında şiddetle bağırmış ve düşüp ölmüştür. Şöyle naklederler: Bir aşık, bir cariyesini sattıktan sonra pişman olmuş, fakat ona karşı olan aşk halini halka açıklamaktanhya ettiğinden gece gizlice Allah’a yalvarmış. Sabah olunca müşteri, cariyeyi geri getirip yermiş ve ödediği parayı da almamış. Sebebini sorunca: «Bana rüyada dediler ki cariyeyi satan Allah’ın velîlerindendir, ona olan sevgisi Allah içindir.
Eğer onu geri götürür ve parasını da geri almazsan muhakkak peygamberlerle beraber,cennete gidersin.
Onun için cariyeyi size geri veriyor ve parasım'istemiyorum,»
demiş ve cariyeyi bırakıp gitmiştir.
Aşk, dibi olmayan bir denizdir ki onun dalgalan cihanın gözleridir. Aşk, koyunun kuyruğunu mum, taşı kum eder, yeri yakar,felekleri parçalar. Aşk bir denizdir ki felekler ve unsurlar (bitki,hayvan, maden, toprak) onda bir avuç kadardır. Eğer aşk olmazsa bütün cihan donardı, felekler ve unsurlar helâk olur giderdi.Aşk öyle coşkun bir nehirdir ki, cihan dolabını döndürür. Aşk,insanın kalbinde vefalı, sadık bir dosttur, kalp onun postudur. Yırranlık içinde kendilerinden geçerler. Nitekim batış güneşini aksettiren ışıklarla aydınlanmış duvarlara âşık olanlar, güneşin batışından sonra usanırlar. Çünkü mana, iç ve nurdur, suret, kabuk ve karanlıktır. Mana, köpük suretinin denizidir. Mana, inci ve sedefin suretidir. Mana, surette zahirdir. Arif surette, manaya aşıktır. Suret âşığı, vefasız olur. Mana aşığının gönlü şendir.Akilin (akülmın) öğünmesi izzet ve zenginlik iledir. Aşığmöğünmesi ise yoksulluk iledir. Akil, nefsi arzuların tatminindenzevk duyar. Aşık ise İlâhî aşktan zevk duyar. Hangi zevk ve safaİlâhî aşkınga ynsından olursa, o belâ getirici, eza ve işkence vericidir. İlâhî aşktan doğan her eziyet, her zahmet o aşığın canı içinhuzur ve sürür vericidir. Aşıklar tanışınca sohbete dalar ve birbirlerinin sırt taşıyıcısı olurlar.
Akil, mücadeleden, didinmeden zevk alır. Aşık ise, vecd halinden zevk alır.Akilin bütünd üşünce ve çabaları hep şöhret yapmak, isim bırakmak içindir. Aşığm bütün çabası, himmeti, dünya gaileleriniunutmaktır. Akilin çabası, mal ve mülk, zenginlik ve mevki içindir. Aşığm çabası ise Allah sevgisinde kendinden geçmektir. Akil,akla, aşık aşka itaat eder. Akil, ham veav âmdır. Aşıklar ise hasve kiramdır. Akü, çeşitli bilgi ve fenleri ister, âşık ancak manevîzevk ister. Aşık, aşkın lezzetini almış, dünya lezzetlerinden arınmıştır.Aşkla çok dertlenmiş şevk ve iştiyakla yanakları solmuş olankimse muhakkak ki kendinden vazgeçip Allah’la meşgul olmuş demektir. Allah’m yanında da en makbul, insan budur, aşk burakmabinenin gözüne, miracın sırları görünür. Hak âşığı derviş olur. Haktan başkası onu şaşırtır. Aşığın ölümü, su kabarcıklarının sönüşü-dür, esen rüzgârdan kalan bir su damlasıdır. Hak âşığı, ölümü ister, âkil ise ölümden kaçar. Aşığın canından korkması utanç vericidir. Çünkü onun ölümü dosta kavuşmadır. AkiTin ise ölüm korkusu çok şiddetlidir. Çünkü onun bütün arzu ve istekleri ölümle yok olur. Aşık, aşkın ateşine yanmaya isteklidir. Akil, o zor iştenkaçıcıdır.Aşık, maşukuyla aym evde beraber ve mahremdir. Akil ise, ondan yoksun ve yalnızdır. Aşık görünürde fakir ve hakirdir. Fakatiaslında İlâhî aşık, onun ebedî saltanatıdır. Aşık, aşk evinin hâzinesi ve aşk güzelliğinin aynasıdır.Aşk, saman altında gizli akan bir nehirdir. Aşığın cismi birkan karışımı, kalbi âlemden saklıdır. Ruhunun sıfatlan da haddinden çoktur.
Aşığm görünüşü, külhan (küllük) için gülşen (gül bahçesi). dir. Aşığın beden hazzı eza ve cefa, gönül hazzı ise zevk ve safâdır.Aşığın gönlü, Allah’ın cemalini, canı vecd halini ister. Akıllı, cihanahvalini bilir ama bilmez. Fakat âşık, gönül ve ruh sırlarının mahremidir veH z. Yazdan’a (Allah’a) aşinadır. Zekâ, akili cihanınemiri yapar, hayranlık ise aşığı cihanın kutbu yapar. Akil, dünyameydanım aşık can ve gönül şehirlerini deveran eder. İnsan aklı,can ayağına bağlıdır. Akilin cam ise kendi âlemini dolaşmak gücünü kaybetmiştir.Akıllar, izzet, namus ve vekar üe geçerler. Aşıklar, yalnızlıkiçinde aşk şarabım içerler. Aşığın gönlü büyük bir şehirdir ki, eşive benzeri olmayan bir sultan orada yaşar. Aşığın can ve gönlüonun zindanıdır. Madem ki o tutuklu cisim fanidir ve zamanla zindan o cismi harabeye çevirir, o zaman ebedi olan boşluğu dolaşır.Aşkın güneşi kalbe doğunca, akıl bir gölge gibi kaybolur gider.Aşık, deniz gönüllü olunca, maşuka kavuşma işi kolaylaşır. Aşık,renk ve kokudan utanır, onun için dünya ehlinden kaçar. İlâhî aşk,dille anlatılamaz. Okyanuslar bir çukura sığmadığı gibi.Her gönül, mevlâsı için bir medresedir. Oradaki dersler ya ilham veya vesvesedir. Aşığın davramşı ilhama, âkilinki ise vesvese ye göredir. Aşık, zevkinden hal ehline döner, çabasmdan dili tutulur. Akil ise kelime ve sözlükle durmadan konuşur durur. Herkesbir yöne dönük, aşıksa yönü olmayana dönüktür.Akil, halkın avı, âşık aşkın fan olur. Akil nefsin lezzetleriylemesrur olur. Lâkin ruhu, beden mahpushanesinden kederli ve huzursuz olur. Aşık, bedenin lezzetlerinden kurtulmuş, ruhu aşk şarabıyla kendinden geçmiştir. Aşıkm zikir ve fikri her daim Allah’tır, dileği yalnız O dergâh’dır. İlâhî lütfün kahn altında kaybolanâşık, bu kahırdan şeker lezzetini alır. Akil ise bu kahırdan kaçıponun lütfü kereminden yoksun kalmıştır. Aşığın yeme ve içme iş-tihası tutulmuştur. Çünkü aşk ona cam kuvvetli olmuştur, herpislikten pâk olup vahdet şarabıyla dolmuştur. Aşığm içi, bu şarabın zevkiyle coşkundur. Onun bu zevk ve safasına mest oluşuşahittir. Fakat bu şarap, sarhoşluk vermez, tatlı, temiz ve helâldir,şahidi ezelî ve ebedî, cemali benzersiz Cenab-ı Hak’tır. Aşık, aşkınderdiyle arslan kesilir ve dünya işlerine karşı ilgisiz olur.Hak’ka aşina olan aşkla beraber olur. Hak aşığı olanın sözü, işive fikirleri adaletli, doğru ve sâftır. Kalbi, kusurlardan beridir.Aşık, aşk denizinin dalgıcı, aşk çölünün kartalı, aşk sırlarının hâzinesidir. Kalbi, aşk nurlarının doğduğu ufuktur. Akil, dünya işleriyle uğraşır. Aşık, gizli sırlara meftundur. Aşık insani vasıflarından arınmış, dolayısıyla da İlâhi vasıflara lâyıktır. Aşığın canı, can denizine gömülüdür. Bir damla iken bir deniz olur. Aşığın her radı içindedir. Kendi dışında olan hiç bir şeye ihtiyacı yok,tur.. Asığm tek muradı kavuşmadır. Aşık, maşukundan rtaSıl ayrılır.Akil, lezzet ve tadı bağ ve bahçede bulmuştur. Aşık, zevk vehuzuru, kalb ve ruhda bulmuştur. Akilin yeri su ve toprak dün» yasıdır. Aşığın makamı ise gönül ve ruhu içindedir. Aşığm kolukanadı aşktır. İsteğinin başlangıcı, matlubu neticesi aşktır. Aşığmgözünün nuru, göğsünün sevinci aşktır. Aşığın ruhu, parlak güneştir. Alem onun gözünde gül bahçesidir. Aşık, aşkla arslan kesilmiş, akil akılla mahcub kalmıştır. İnsan aklı, ruh gözünün perdesidir. Bu perdenin arkasında aşkın esrarı gizlenmiştir. Aşk şara-bıyla ruh, sarhoş olunca akıl, o zaman şaşkınlık içinde kalır ve bütün gizli sırlar ruha aşikâr olur.İnsan aklı güneş ışığıyla ruh ve gönül arasında kara bir bulutolmuştur. Bunun için ruh ve gönül bu bedenler yurdunda perdeliolmuş ve şaşkına dönmüştür. Çünkü Allah aşkı, âşığın gönlündeşiddetli bir rüzgâr gibi eser. O zaman bu akıl bulutları aradan sıy-nlır gider ve ruhun sevgilisi, doğan bir güneş gibi gönül semasındaruha görünür ve ruh onunla mesrur, ve onun güzelliğine hayranolur, onu metheder, o gül karşısında bülbül gibi güzel sesli olur.Aşk ilmiyle meşgul olan aşığın kalbinde aşk rüzgârları eser. Çünkü aşkın ilmi onun kalb gözünü açıp dünyadan istek ve hevesinikeser.KISIM : 21AŞKIN HALİ, AŞIĞIN DÜŞKÜNLÜĞÜEy Aziz, Ehlullah diyorlar ki:Aşk, muhabbetin bir neticesi ve gayesi, Allah’ın dostlanna birhidayeti, lütuf ve inayetidir. Güzel âşıkları onu can-u gönüldenistemişlerdir. Her maşuk, aşığına şikâr olmuştur. Nitekim her susayan su ister, su da, susuzluğu giderir. Aşk, ruh ve gönülde nurüstünde nurdur. Damad-gelin misali onunla örtülmüştür. Şiddetliaşkda sükûn ve karar yoktur. Bunun için âşığın hali deliye benzer. 'Aşk ateşi, aşığı yakmıştır. Bunun için o, söz ve düşünceleri bırakmıştır. Aşığın kalbine sırlar akıtılır. Onda söz ve görünüş birbirine karışmış olur. Aşığın meşrebi her meşrepten farklıdır. Aşı-
55B
MARİFETNAME
ğın
meşrebi vahdet, mezhebi Allah’tır. Aşk kâmil bir üstaddır
ki
onunla, binlerce ruh arasında birlik olur.Aşık kendini haki rve zelil eder, maşukunu methu
senayla
yükseltir. Aşık, aşkla dinçleşir, zamana bağlı olmadığı için,
yıllarca
onu yıkamaz. Aşığa çile ve üzüntü şeker, akile belâdır. Aşığın ruh
gıdası hoş seslerdir. Aşık, cemali güzel sevgilisine pervasız bakınca
öyle bir ağlar ki, ceylân onun bu ağlayışına hayran olur. Bir de
ba-
kar ki, sevgilisinin gamzesinden kopan ok, göğsüne saplanmış,
gö-
zünü o şehvetli bakıştan men ediyor, aşığın üstadı, sevgilisinin
gü-
zelliğidir, onun defteri, ders kitabı da sevgilinin yüzüdür.Allah’ın hikmeti, kaza ve kederde, bizi birbirimize âşık yap-mıştır. Fakat her nasılsa bu iki beden birbirinden uzak ve bir di-ğerine yabancı kalmıştır. Fakat kalpten kalbe öyle yakın yollar var-dır ki, her an birbirlerine kavuşabilirler. Nitekimm çanakları ayn
olan iki mumun ışıkları nasıl birleşiyorsa, maşukuna kavuşmaya
içten istekli olan aşığa muhakkak sevgilisi de kavuşmaya istekli-dir. Fakat aşığın aşkı, vücudunu hasta ve zayıf yapar. Maşukun
aşkı ise onu iyileştirir ve güzelleştirir.Bir gönülde birden parlayan ışık sevgilinin güneşinden ise
muhakkak o gönülde o güneşin sevgidi vardır. Maşuk, bir suret
değil, bir ruhtur. Çünkü ölüm anında o suret iğrenilecek bir şey
olur. Halbuki aşık olduğu ruh, bütün güzelliğiyle görünmektedir.
O halde surete âşık olanlar zavallıdır, şanssızdır. Ruha âşık olanlar mutludurlar.Gönüllerin doktoru olan güzeller, kendi hastalarını elbet sormak isterler. Eğer utanır isim söylemekten çekinirlerse bir bahanebulup söylenirler ve onları, bir an dahi hatırlarından çıkarmaksızmtahayyül ederler. Çünkü, hiç bir maşuk yok ki, aşığından habersholsun. O halde eğer Allah sevgisi senin kalbinde İki kat artmışs?bil ki, Allah da seni o nisbette sevmektedir. Çünkü susamış olannerede akan su da çağlar ve bağırır ki, hani bana susamış olanİçimizdeki bu susuzluk, caziptir. Yani biz onun için, o da biziriçin vardır. İnsan, hayvan, bitki, maden kısaca bütün varlıklarıbir dilekleri vardır. Aynı dilekte olanlar arasında ise bir cazibe vaıdır. Nerede birbirlerini görürlerse aralarında yakınlık başlar. Mışukun muhabbeti herkesten saklıdır. Aşığın muhabbeti ise davuzurna gibi ortada, aşikârdır. Maşukun kalbinde her an âşık vadır. Aşık da aynı duyguyla yaşadığı için Mevlâya âşık olur. Aşığıbenliği, bir gölge gibi güneşi görünce silinir. Allah âşığı, hava kaşısındaki sivrisineğe benzer. Şiddetli esinti onu ahr götürür. Ger
559
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
aşığın sonu maşuk
ile ebedi yaşamaktır. Lâkin aşkın başlangıcı
kendinden yok
olmadadır. Aşkın şiddeti, inşam konuşkan yapar!
Nefte karşı olan bu zulüm,
aşka karşı olan bir bilgisizlik, neticede
âşığı zalim ve
cahil etmiştir. Nasıl ki tavşan, nefsine zulmedip ars-
lan karşısına
çıkmış ve cahilliğinden dolayı kendi arzusu ile onun
kucağma
atılmıştır. Nasıl ki pervane, ışığa olan aşkından dolayı
kendini
ateşe atmıştır. Ancak insan bu zulüm ile her türlü adle ve
bu cahillikle
her çeşit ilme kavuşmuştur. Çünkü, yer ve göğün
yüklenmekten
kaçındığı emanetyin yükü altına girmiştir.KISIM :
22
İLAHİ AŞKIN GİZLİ SIRLARI VE YÜKSEK ŞANIEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Külli aklın bir cüz’i olan insan aklı, İlâhî aşkın varlığına hay-randır. Aşkın 72 çeşit divaneliği vardır. İki âleme de yabancıdır.Aşkın kendisi gizli, hayreti aşikârdır. Aşıkların cam, onun hasretliği ile yanmaktadır.İlâhi aşk, yokluk denizidir. Akıl, onda kırık ayaklıdır. Hakikatşarabı aşktır. Her sıddıka içirilen odur. Aşk, hasta aşıkın dünyevîİsteklerini yok edinceye kadar aşıkla kanlı bıçaklıdır. Aşk, öfke ile
Aşkın
gıdası açıktır. Gerçek aşığın cismiyle işi yoktur. Onun
sermayesiz
kârı çoktur. Aşıklar çadırlarını yokluk sahrasında ku
rarlar.
Yokluk
gibi
tek beden ve tek nefis olmuşlardır. Aşık ölme
den evvel
ölmüştür ve aşkla ebedî hayatı bulmuştur.Aşık kırık olur, gam ve üzüntü onu bağlar. Aşığın sevinci zillet ve yokluktadır. Akilin huzuru, izzet ve şereftedir. Akilin taatve ibadeti isteksizlik ve zorunluluklardır. Aşığın taat ve ibadeti sevgi ve istekledir. Her ikisi de isteklidir. Allah, hepsini kendisine cez-beder. Fakat âşıklar, acı ve üzüntü zikrini bal ve şeker bulur, mihnet ve elem çukurunda sevinç ve neş’e içinde olur, zelil ve hakirolmaktan, alçalmaktan zevk ve lezzet alır, şan ve şeref, izzet veikbal aramaktan uzaktırlar.
Aşk,
atamız Adem’den bize miras kalmıştır. Kurnazlık, kalbe
şeytan
vasıtasıyla gelmiştir. Kurnazlık, denizde yelkenle bir yol
culuktur ki
ruhun helâkine neden olur. Aşk ise aşıklar için Nuh
gemisi gibi
kurtadıcıdır. Aklın kurnazlığı zan ve haberdir. Aşkın.
500
MARİFETNAME
hayreti, bakan gözdür Kısaca akh aşka kurban eden, maşukun yüzüne hayran kalacağı muhakkaktır.Aşkın yanında akıl, pek zavallı kalır. Nitekim güneşin
yanında
mum ışığının sönük kalması gibi. Çünkü akıl, ancak bir işçi,
aşk
ise ulu bir sultandır. Akıl, bir gölge, aşk parlak bir güneştir.
Aşı
ğın keder ve sevinci sevgilisidir, her hizmetinin karşılığı odur. Birâşık, maşükundan dünya malını isterse, bil ki o aşık heveslerinebağlı bir kimsedir. Çünkü Allah aşkı, öyle bir ateştir ki, aşığm
kal
binde tlünya heveslerini barındırmaz, tümünü yakıp yok eder.AşKsız geçen ömür, beden için ağır bir yükten başka bir şeydeğildir. Haktan uzak kalmak, ölüm çukuruna ayak basmak demektir. Binbir nazla elde edilen aşk, ancak gönül yakıcı bir ateşleturulur.İlâhî aşk, vefa kaynağıdır. Aşığm kalbi, onun sevinciyle doludur. Aşığın kemale ermesi, ölüm ve yoklukla olur. Fânî aşık, kendini sevgilisi sanıp önünde hürmetle eğilip büzülmek, neşelenipsevinmek, onun şanı, öğtinülecek halidir.Aşkın yüz bin kanadı vardır, her biri arşın üstünden, yer altına iniktir. İlâhî aşk, kuruntuların ve didinmelerin yağlı bağıdır.Aşk ile nefis, dilsiz olur. İlâhî aşk, dünyaya ve dünya varlığına rağbet etmez. Hayır ve şerri aramadan aşka bağlı kalır ve onunla maşukun rızasını kazanır. İlâhî aşk, aşkların piridir ve her ümitsizintutunacak bağıdır. Alemin nizamı onun tedbiriyle düzen alır.Aşığm mezhebi, yok olmak ve yokluk feleğine doğru yükselipfani olmaktır. Aşık, kendi vücuduyla ilgisiz olur, aşkla vücut bulur. Aşkla nams, bir gönülde topluanmaz. Aşığın, insanlarla birilgisi kalmaz. Aşk, kahredici bir padişah, bir mülkün* sahibidir kiâşık, onun en becerikli hizmetçisidir. Aşk, bir arslandır ki âşık,onun avıdır. Aşka av olanlar, kendi nefislerinden vazgeçmiş hürkimselerdir. Aşk, esen bir rüzgârdır ki âşıkları önüne katıp sürükler. Aşk hızlı akan bir nehirdir ki, âşıklar canım ona atmıştır.Aşık, kimse ile uğraşmaz, kalbinde dıştan gelmiş hiç bir şeye yer vermez. Aşık kendinden geçmiş bir haldedir ki, sevgilinin heremrine boyun eğerek ona itaat eder. Aşık, beden yaşayışı içinde de^ğil, aşk hayatı içinde yaşamak ister. Su, ekmek değil, aşk şarabı,ister. Aşık, kendi vücudundan vazgeçmiş, içi aşk şarabıyla dolmuştur. O pınarın dibinden ancak o şarap sızar ve yayılır.
501
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.KISIM : 23İLAHİ AŞK VE VECD HALLERİEy Aziz! Ehlullalı diyorlar ki:
Aşkın keder ve acısından boşalan gönül, gönül değildir. Gönülderdini çekmiyen su ile topraktan başka bir şey değildir. Aşkın esi-ri, her dertten uzak olur. Onun kederine alışan daima sevinçli olurAşk şarabı, insanı hararetiyle kendinden geçirir. Onun dışındakiler kalbe donukluk, nefse benlik, sevgisini verir. Aşık, aşkla dinçve zinde olur. Ona sarılmakla zikri, daima hayır olur. Leylâ ileMecnun, bu şaraptan lezzet almışlardır. Onun için dünyada güzelisim bırakmışlardır.Dünyaya yüzbinlerce akıllı gelmiş, hepsi de Hekim-Filozof olmuş, fakat hepsi de âşıklıktan bir yudum alamadan göçüp gitmişlerdir. Gerçi dünyada binbir kâr ile uğraşırsın, fakat kendindenancak aşk yolu ile kurtulabilirsin. Aşktan şikâyet etme. Her nekadar kendisi mecazi de olsa. Fakat mecaz, hakikatin yapıcısıdır.Nitekim önce harflerden ibaret alfabeyi okur, öğrenirsin, sonraKur’an dersi olmaya muktedir olursun.Bir mürid, Allah için bir mürşide gider. Muhabbet yolunda onukendine rehber edinir. Sonra o aşk yolunun mürşidi ona, eğer aşıkdeğilsen git birine âşık ol, sonra bize gel, demiştir. Çünkü «mecaz,hakikatin ölçüsüdür» tabirince bardağı dudaklarından uzak kılmadıkça mânâ âleminin yudumlarını tatmak mümkün değildir.Ancak mecaz köprüsünü süratle geçmek ve mânâ âleminin gerçekdenizinden içip, muhabbet şarabıyla kendinden geçmek gerekir.Aşkın başı muhabbet, sonu vecd halidir. Vecdin başı mukâşe-fe, sonu müşahade (Allah’ı görme) ’dir. Vecd, öyle İlâhî bir konuşmadır ki, vahdaniyet sırlan onunla bilinir ve insanlık sefaletlerionunla yok olur. Rahmanın hükümleri onunla icra olunur. Vecd,aşk ehlinin kalbinde öyle müşkül bir sırdır ki, kimse ona vakıf olamaz, onu bilemez. Vecd, kulun İlâhî sırlan incelemesi yanında ruhun kendinden geçme halidir. Vecd, Allah’ın öyle bir vergisidir ki,âşığın kalbini kendine cezbeder. Aşk, hayrete dalmak, vecd nurdenizine gömülmektir. Vecd, Allah zikrinin verdiği tatlılıkla insankalbini istilâ edince ruh, o şevkin ağırlığı altında ezilir.Vecd, mevcudun nurlarında vacidin tükenmesidir. Vecd, nurların huzuruna varıştır ki, kutsal kokular o nurlardan âşıklannkalbine serpilir. Bunun içindir ki, vecd içindekilerin ruhlan ıtırlı
562
MARİFETNAME
dır. Gönülleri aydın, bedenleri yoldaş, işaretleri incedir; sözleri,akıl ve kalplere hayattır. Herkesçe değerli ve makbuldür. Bu vasıfları taşımayanın mizacı bozuktur. Tedaviye muhtaçtır.Kalbdeki mevâcilıin bereketleri bedende görünür. Ruhlarınmevacidinin bereketleri ise, gizli kalır. Vecdin kolayı zor, zoru daçok şiddetli olur. Vecdin hali sözle ifade edilemez bir mânâdır. Çünkü o, velilerin göğsünde İlâhi bir sırdır. Vecd, aşk ehlinin bedenlerinden habersiz olması ve hareketlerinin yok olmasıdır.Cihan, aşk denizinin bir damlasıdır. Felek, aşk sahıasınm bir yeşilliğidir. Aşk işinden daha itibarlı, daha güzel bir sanat olmaz,onun arzusundan daha lezzetli bir endişe olmaz. Aşkın esiri, azadolmak (serbest olmak) istemez, kederden canını verse sevinmekistemez. Gerçi aşk tuzlu olur. Fakat dert ve kederi tatlı ve neşeverici olur. Aşkın bahan solgun olmaz, şevkin kıvılcımlan donukolmaz.Aşk ister mecazi, ister hakiki olsun, devlet, o âşığın başına konmuştur. Zira hakikat mecaz ile beraberdir. O hâzinenin kapısınıbu anahtar açar. Aşkın makamı çok yüksektir. Aşk olmadan felekler dönmez. Onsuz, âlem bu nizâmı bulmaz. Aşk varsa, âlem hoştur. Aşık olan, ârif ve kâmil insandır. Aşkın vasıfları dille ifadeedilemez. Aşk, kıyamete kadar vasfedilse yüz kıyamet geçse yineonun vasıfları bitmez.KISIM : 24İLAHİ AŞKA ERMENİN YOLLARI VE USULLERİEy Aziz, Ehlullah diyorlar ki:Cenab-ı Hakk’a giden yollar, gerçi yaratıkların sayıları kadarçoktur. Fakat muhabbet ehline yakışan fena (yok olma)) ve cezbe yoludur. Çünkü bu yol, çok yakın, olgun, açık ve üstündür. Bu yoldan gitmek isteyen aşk ehlinin vasıtası olan cezbe, bu yolu çok çabuk bitirir. Eğer bu yol fakirlik ve yokluk ise, bu, ancak iradî birölümle geçilir.Bunun elde edilişi de oıı esasa bağlıdır.Birinci Esas tövbedir. Bu, kulun iradesiyle Cenab-ı Hakk’adönüşüdür. Nitekim ölüm de iradesiz bir gidiştir. Çünkü ölüm, Allah’ın emridir. Tövbe, günahların hepsinden sıyrılmak ve Allah’asığınmaktır. Günah ise, kulu Allah’a karşı utandıran iki cihanınmertebelerine bakmaktır, onları dilemektir. Aşığa yakışan maşuk
563
ERZURUMLU İBRAHİM IIAKKI HZ.
tan
başkasına bakmamaktır. Benliğini bırakıp varlığını ona fedaetmektir. Çünkü bedenin günahlarından sıyrılmak, bu hale
gelme-
nin esas şartıdır.İkinci esas zühd’dür. Zühd, dünyanın süsünden, lezzetlerindenmal, mülk, mevki ve zenginliğinden tamamen elini çekmektir. Nitekim ölüm de bunlardan aynlmaktır. Gerçek zühd iki cihanı daterk etmeye çalışmaktır. Uitekim Peygamberimiz (S.A.V.): «Dün ya ahiret ehline, âhiret de dünya ehline, Ehlullah’a her ikisi haramdır,» buyurmuştur.Üçüncü esas; tevekküldür. Tevekkül, Cenab-ı Hakk’a dayanarak bütün sebeplerden tamamiyle çekilmektir. Nitekim ölüm halinede öyle gidilir.Dördüncü esas, kanaattir. Bu da nefsin şehvetlerinden ve hayvani arzulardan vazgeçmektir. Nitekim ölüm de bu sonuca varıştır. Aşığa yakışan yiyecek, içecek, giyecek ve barınaktan kendisine yeteceği kadanyla yetinmektir. İsraf etmemektir. Nitekim Hak Te*âlâ: «İsraf etmeyiniz,» buyurmuştur.Beşinci esas, uzlettir. Uzlet de inzivaya çekilmek suretiyle halkla ilgisini kesmektir. Nitekim ölüm de insanlardan ayrılıp gitmek?tir. Mürid, kendisini terbiye eden mürşid-i kâmilin hizmetini görecek ve nasıl ki ölü kendisini yıkayana teslim ediyorsa, o da kendini öylece mürşide teslim edecektir. Ta ki kendisini mürşitlik su yu ile yıkayıp bütün pisliklerden tertemiz kılıncaya kadar. Uzletinen üstünü, yalnızlığa çekilip bütün duyu organlarını çalışmaktanalıkoymaktır. Çünkü ruhun tutulduğu her türlü âfet ve belâ, fitneve fesad, hep onlarla olmuştur.Nefs bunlarla ruha hakim olur. Bunlar, insanı yerin dibinebatınr, dünyadaki şeylere bağlar. Bunların hepsi beş duyu organının pencerelerinden içeriye girmişlerdir. Eğer halvete çekilirse, beşduyunun pencereleri kapatılır, duyum ve algı almaktan alıkonur-sa o zaman, şehvet ve heveslerden, dünya arzularından, nefsin istekleri kalmaz ve bu gayret ve korunmadan sonra temizleyici olanAllah zikriyle faydasız meyiller, nefret, cehalet, gaflet ve bütünşehvetler silinip süpürülecek ve böylece gönül sıhhat ve afiyet bulacaktır.Altıncı esas, Allah’ı zikre devamdır. Zikir dünyaya ait olan herşeyi unutup yalnız onu zihinde anmaktır. Nitekim ölüm, bütündünyayı unutmaktır. «Lâ İlâhe İllallah» güzel sözü, manevi bir macun gibidir. Bu macun iki şeyden yapılmış. Lâ sözünü söylemeklebütün bozuk şeyler yok olur ki, nefsin istekleri, kalbin hastalıklan,
S64
MARİFETNAME
ruhun bağlantıları onlardan doğar. İllallah sözüyle de
kalp sıhhat
bulur, mizaç selâmete erer, Allah’m isim ve sıfatlarının verdiğikuvvetle can ve gönül ferahlık ve teselli bulur.Yedinci esas, Allah’a tam teveccühtür. Ieveccüh, dünyayı
ve
onun varlığım çağıran her çağrıdan yani her türlü maddi arzu
ve
isteklerden sıyrılmaktır. Nitekim ölüm, o hale düşmektir. Bundansonra o âşığın Allah’tan başka ne isteği ne de sevgilisi kalır
ve
ondan başka bir gayesi kalmadığı gibi, bir anda ondan gafil kalmaz.Sekizinci esas, sabırdır. Sabır, mücahede ve çabalama ile nefsi,sevdiklerinden alıkoymaktır. Nitekim ölüm de o makama ermektir. Bundan sonra âşık, nefsini alıştığı ve sevdiği şeylerden çekerve bu halinde sabır ve sebat eder. Böylece nefis, tertemiz olur, bütün şehvet arzulan susar ve yüce şeriatm yoluna konulur, kalbiannır, ruhu parlar.Dokuzuncu esas, murakabedir. Bu da kendi hareket ve kuvvetinden sıynlmaktır. Nitekim ölüm de o yokluğa gitmektir. Bundan sonra âşık, Allah’ın ilhamlarını, lütuflannı bekler ve dünyavarlıklanndan sıynlarak, İlâhî aşk ve sevgi denizine gömülür. Böylece Allah’ın rahmetinden kendi nefsine öyle bir nur parlar ve yükselir ki, onunla bir anda bütün amellerinin karşılığını bulur ve otuzsenelik riyazetle yok olmayan kötü nefsin karanlıklan yok olur.Onuncu esas, nzadır. Rıza, kulun Allah’m nzasma girmesi venefsinin nzasından sıyrılmasıdır. Nitekim ölüm de o makama ermektir. Bundan sonra o âşık, Allah’m ezelî hükümlerine teslimolur, onun ebedî tedbirine bütün işlerini tafviz eder ve kazasındanitiraz ile kaderinden çekinmeyip rızasının yoluna girer. Karanlıkvasıflarından ve nefsinin fenâ arzularından kendi iradesiyle ölenemuhakkak Cenab-ı Hak, inayet nuruyla yeniden hayat verir. Yanibeşerin karanlık vasıflanndan kendi iradesiyle ölen kimseyi, Ce-nab-ı Hak, İlâhî vasıflarıyla yeniden canlandırır. Ona cemalininnurlarmdan bir nur ihsan eder ki, o nurla halkın hallerini görüpzekâsıyla insanlann sırlarım anlar. Lâkin nefsinin vasıflanyla yaşayan kimse insanlık karanlığında kalır. Ne marifet gücüyle İlâhînura, ne de sevgi semeresi ile sevgilisine kavuşur.Şu bir gerçektir ki beşer vasıflanndanölen âşık, elbette maşukun (Allah’ın) vasıflarıyla ebedî hayata kavuşur ve onunla bekabulur.MÜSTEZADEy mâlik-i mülk-i du, cihan, vahid-i kahhar yoktur sana sâni
ses
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Sen dâim ve
bakisin ve yok darda diyar eşya heme (hepsi) fâni
Mevcud-ı
hakikisin ve ma’dümdur eşya çün sâye ve rüya
Sensin
hep edüp eyliyen ey fâil-i muhtar Ahval-ı cihan
Sun’unla var
ettin nice bin enfüs-i ervah Eşkâl ile eşbâh
Nurunla
semavet-üze min eyledin izhâr hep kevn-ü mekâni
Ey
evvel-ü hem âhir ve hem batın-u zâhir Senden bu mazâhir
Hep
havi dalıi kuvvet alır ondan ve bisyâr Hem nam ile şanıAşkınla dönüp ruz ile şep (gündüz ile gece) rakseder eflâkHayrette kalır hâkŞevkinle yanar şems-ü kamer (güneş ve ay) sabit seyyarEyler deveraniEflâk-ü anasırla mevalide çu hemrâh Nurundur ey AllahZerrati kamu eyledi serkeşte çu pergâr Aşkın hafakanı(çalkantısı)Aşkınla hava cuş edüp emvac olur ebhor Şevkinle kamu pürAşkın düşürür şevk ile vadilere naçar Her ab-ı revanıAşkınla muamma-yı cihan, hal olur ancak Ey vâhid-1 mutlakBir şule (alev) imiş âlem edermiş anı tekrar Aşkın cevelaniHer can-ü gönül, tab iledir nuruna mail, Nur anlara şâmilZerrat-ı Cihan, vahdetini eylemiş ikrar Bi nutk-u lisanı(konuşmadan)Nurunla, dil-ü didemize kalb ve gözümüze) göster ilahi Eşyayı,kema lıi (olduğu gibi) Tâ seyredelim şanların ey kulzem-ı Zahlıâr (ey denizlericoşturan) Her an-u zamanıNurunla zuhur etti çu ervah ile esma, Aşk oldu müsemmâGöster bize her mertebede sair etvar, Bir ayn-ı ayanıGer aşk-ı cihangirine meyil eylese, zâhid Olurdu müşâhidHem Kâbe misali sevb etmezdi ol inkâr Her Sang-ı nişanı .Hakka ki olan aşk-ı safa bahşına vâkıf olmuştur o ArifHoş canı gibi şefkat eder cümleye her bâr İncitmez o canıAdemde kodun sırrına mahzen dil agâh (uyanık gönül)Olmuş o nazargâhÇün aymadır lütfûna dil ey şeh-ı cebbar (Allah) Kesreyleme anıSâf eyle bu dil aynasın, tâ Tura kâmil ol hüsne mukabilBaktıkça ana sen seni kim dolu envar, Hem râz-ı nihani(gizli sırları)iler hamd-ü sena meth*ü duadır sana raci, Sen cümleyi Cami(hepsini toplamışsın)Hep senden alırlar dün ve gün âşık ve dildar Hem aşk ve lıemanı
566
MARİFETNAMEMihrinle (güneş) pür ettin bir avuç hâki (toprağı) diıahşanİsmin dedin insan.Nurunla hem ettin yüzünü mazhar-ı didar (cemalini gösterme)Bulmuş lein&nı yolunda çu terk eylemişim cümleyi Mevlâ Bildim seni ulâDil gerçi senin çün sever ol cümleyi yekbâr olmaz nigaraniAşkınla refik eyle beni, olsun enisim Hem dilde celisimŞirin diheni cana değer eliyle güftar Esrar-ı beyanBî aşk temin (aşksız vücudum) bâr-ı girandır (ağır yük) eydost Ger mağz ve eğer PostAşkınla tahammül kılınır yükle ne kim var Her bâr-ı giranıBi aşk belâdır ki ne var devlet ve nimet Aşkınla saadetAşkınla belâ bal olur ateş, gül ve gülzar (gül bahçesi) Oldurzer-ı kâniAşkın elem-ü derdi verir gönlüme lezzet Oldur bana izzetKim gamla yanıp cism ola kül can ola çün nâr, İtr ola dühanıAşkınla dolan, buldu ayân devlet ve ikbal Hem izzet ve iclâlBenlikte kalan nefse uyan müdbir bimâr (şansız bir hasta)Çekmiş o ziyanıBir kerre içen âşık elinden mey sâfi (temiz şarap) olmuş anakâfiCismi uyuşup kalbi olur hane-ı hümar (içki evi) Kor âb ilenam (su ile ekmeği)Aşkm çün olur âşıka deryalar sâkı, Hay olur o bakiŞevkin bitirir gülşen-i canında çok ezhârEsmar-ı cinani (cennetlerin meyvelerini)Benlikten irağ et beni, aşkına vasıl olsun bana hasılAnında ne kim görürse gönül eyliye tezkâr ol ruh-ı revâmEvham-ı hayalimle işim havf-u hatardır ödten bu beterdirHüzünle pür et gönlümü tâ kalmasın efkâr, Ver emn-ü amâni(korkusuzluk-huzur)Kahrinle olan münkabiz eylerse tevekkül Hem sabr-utahammülMihrinle (güneşinle) dolar kalbi, gider zulmet-i ağyar(yabancı karanlık) Kor tir ve kemâniHikmetle nazar et nedir heyet-; âlem çok âyet mühkemEşyada ayân nur-ı yakın bulmuş o Hüşyar (akıllı) Kor gayrikemâniŞevkinle fiğan eden olur aşkına mahıem Zevk eyler o her dem
567
EBZURUMUjjgg^*^—
-----------------------------
^
—
---
^
.
prer
bahrolur enhâr, kalmaz o figanıFervad ile çün baft«*« yamamı irfan, Kıldın bizi
8
ârt&çSnurı ^
en
^rS *ewftr Aşkın galeyanı^ol bahrı hakikatten o*
eyledi Hakkl yok
anladı halkıHer dilde sana hamdu
^
lle eşâr
Ebkârı maâniAşkınla eder nazm
noş
56Ö
KONU:3DÖR NEVÎ İLE EVLİYA HİKMETİNİN İLMİ SÜDUROLDUĞU VE ONDAN KALBİN ZEVK VE HİDAYETBULDUĞU VE AHKAM İLMİNDEN ÜSTÜN OLDUĞU4 KISIMDAN İBARETTİRKISIM : 1VELİLERİN HİKMET VE FAZİLETLERİNİN AYET VEHADİSLERLE BİLDİRİLMESİEy Aziz!Hak Teâlâ, kullarına inayetle kendi hikmetini müjdeleyip elde edilme yolunu duyuruyor.«Nitekim Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonraonlan (onların delâlet ettiği âlemleri, eşyayı) Meleklere gösteripdoğrucular iseniz (her şeyin iç yüzünü biliyorsanız) bunları, adlarıyla bana haber verin demişti.» (Bakara, 31)«Allah, dilediğine hikmet (faydalı ilim) verir ve kendilerinehikmet verilenlere de sayısız hayırlar ihsan eder. Bunları sâlimakıllardan başkası düşünemez.» (Bakara, 269)«Ey Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalbimizi (Haktan) saptırma. Bize, kendi cânibinden bir rahmet^ver. ŞüphesizSen, bağışı en çok olansın.» * (Al-i tmran, 8)«Yâ Rab, bana mülk (ü saltanat) verdin ve sözlerin te’viliniöğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan, dünyada da âhirette de benim yânm Sen’sin. Benim canımı Müslüman olarak al. Beni, salihler(zümresine)’e kat.» (Yusuf, 101)«Derken kullarımızdan (öyle) bir kul buldular ki, biz ona tarafımızdan bir rahmet (vajıy) vermiş, kendisine yanımızdan (has)bir ilim (gayb ilmi) öğretmiştik.» (Kehf, 5)
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
«İnsanları,
hikmet ve güzel mevizalar (öğütler) la Allah yolu,
na çağırınız.»
(Nahl, 125)
«(Ey Habibim!) De ki: Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur
mu?
Ancak temiz akıl sahipleridir ki (bunlar) hakkıyla düşünürler.»
(Zümer, 9)
«Biz onu (n fetvasını) hemen Süleyman’a anlatmıştık. (Zaten) biz, her birine hüküm (Peygamberlik) ve ilim vermiştik.»(Enbiya, 79)«Kim ki Allah, onun göğsünü İslam imanıyla doldurmuştur, o(şüphesiz) Allah’ın nuruna gömülmüştür.» (Zümer, 22)«Kur’an’ı, O çok esirgeyici (Allah) öğretti. İnşam O yarattı.O'na, beyanı (konuşmayı) O öğretti.» (Rahman,
1
-
4
)«(Habibim) göğsünü senin (fâiden) için (açıp da) genişletmedik mi (genişlettik).» (İnşirah, 1)«(Habibim) hakikat biz sana Kevser’i verdik, o halde Rabbi-
ne
namaz kıl ve kurban kes.» (Kevser Sûresi)KUTSİ HADİSLER :«Ey âdemoğlu! Batın ilmini halktan gizledim. Bilinmemin sonucu olan bu ilmi ben, ancak has kullarıma verdim.»Ey âdemoğlu! Doymuş halde ilmi, çok konuşarak hikmeti nasıl istersin. İlmi açlıkta, hikmeti susmakta ara.Ey âdemoğlu! Ahlâkımla ahlâklan ki seni doğru yola yöneltsin.Ey âdemoğlu! Ben, ilhamlarımı seherde indiririm. Halbuki ozaman siz, uykudasınız. Hikmetlerimi karnı boş olanlara veririm.Halbuki siz toksunuz. Bunları (ilham ve hikmetlerimi) nasıl bulabilirsiniz?Hz. Peygamber (S.A.V.) de ümmetine şefkat ve sevgisiyle dinilmini öğretmiş ve ilmi ledüni (gizli ilmi) anlatarak kazanma yoklarını göstermiş ve hakikatini bildirmiştir.Nitekim bazı hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:«Hz. Musa ile Hızır (A.S.) bir gemide iken, bir kuş, gemininbir kenarına konmuş ve denizden su içmiş. Onu gören Hızır (A.S.)Hz. Musa’ya demiş ki: Ya Musa, muhakkak ki, Cenab-ı Hak, banabir ilim öğretmiştir, onu sen bilmezsin. Allah, sana da bir ilim öğretmiştir, onu da ben bilmem. Benim ilmim ve senin ilmin, Allah’ın ilmi yanında bu kuşun denizden aldığı iki damla kadardır.»«Allah’a 40 gün temiz bir kalple ibadet edenin diline Hikmetkaynaklan akar.» (Yani her ne söylerse kitap ve sünnete uygunhikmet söyler.)
570
MARİFETNAME«timiyle âmil olana, Allah bilmediği ilimleri ilham eder.»«Mü’minln kalbi, Hikmet pınarıdır.»«Hikmet, gönülde bir nurdur.»«Hikmetin semeresi, kurtuluşa ve felâha ermektir.»«Mü’minin isteği Hikmet, münafıkın isteği şehvettir.»«Hikmet, mü’minin kaybettiği malıdır.»«Hekimin sermayesi Hikmettir.»«ilim ikidir. Biri Kur’an’ın zahir ilmi olup Cenab-ı Hakk’ın yaratıkları üzerine delil ve burhanı, nimet ve ihsanıdır. Diğeri Kur’-an’m bâtına ilmi olup sevdiklerine Allah’ı tanıtır. Bu, Allah’m enfaydalı ilmidir.KISIM: 2VELİLERİN HİKMETİNİN SIRRI, ALAMETLERİ VE KIYMETİEy aziz, Ehlullah diyorlar ki:Hikmet, Allah’ın yüksek bir ihsanıdır. Tasvir olunsa onunlagüneş, kapkaranlık olur. Hikmet Allah’ın ilhâmı olan Ledûn ilmidir. Hikmet, ârifin kalbinde meselâ, bir minarenin tepesinde durankuşun ağzındaki bir kıl gibidir.Hikmet, zekâ ve anlayışın kemal derecesine varmasıdır. Hikmet mükâşefe-i yakin (gerçeği görebilmek) dir. Hikmet, gayb âlemini (görünmeyen âlemi) mühaşede etmektir. Hikmet, bir nurdur ki, izafi ruhtan (Allah’tan) ârifin kalbinde belirir ve onda fazla sevinç doğurur. Hikmet yerinde bir konuşmadır, hakkı, hakikati, konuşmak ve hakkı duyunca sükût etmektir.İlâhî hikmetlere sahip bir zat demiştir ki: Hikmet nuru kalbime ineli otuz yıldır ki dilimden, söylediğime pişman olduğum birtek söz çıkmamıştır.Hikmet, konuşmada, hareketlerde, emir ve dileklerde isabettir. Çünkü hakim olan, ancak hakkı konuşur, amel ve hareketleri yalnız Hak içindir, dileği de yalnız Hakk’m dileğidir. Hikmet, Allah’ın gayb hâzinesidir ki* belirip velîlerin kalplerini nurla doldurur. Ulu velîler, hikmetlerin örtüsüdür. Kalbin zulmeti (karanlığı)şehvettir. Nur, hikmetin ışığıdır. Nitekim cihanda nurla zulmetbir araya gelemez. Bunun gibi Hikmetle şehvet de bir gönülde bir-leşemez. O halde şehvetleri terkeden hikmet sahibi olur. Hikmetlerin başı da Allah’tan korkmak ve O’na bağlanmaktır. Hikmetinsüsü, şehveti terketmektir.
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.Hikmet
gönülde kuvvetlendikçe şehvet zayıflar ve nihayet sö
nüp yok
olur. Gönül her türlü şehvetten ve makam sevgisindenuzaklaştıkça orada hikmet nuru artar. Hikmetin belirtisi, dünyaşehvetlerini terketmek ve Allah’ın huzurunu istemektir. Hikmetinbir belirtisi de yeme, içme ve uykuyu azaltmak, ancak gerektiğin,de ve yerinde konuşup bunun dışında susmaktır, gönülden Cenab-ıHakk’a yönelmektir.Hikmetin diğer bir belirtisi de Hakk’a tevekkül, tefviz, teslimve nzadır, insanlara güzel ahlâkla, alçak gönülle yumuşaklık veşefkatle muamelede bulunmaktır. Hikmet kendinden büyük olanateslim olmak, kendinden küçüğüne ise şefkat ve merhamet göstermektir. Bu vasıflan taşıyan ârif, kâmil insandır. Onun sözlerinin ve hareketlerinin faydası sayılamıyacak kadar çoktur. Hikmet, ölü kalpleri diriltir, daralmış göğüsleri açar. Hikmet, hekiminsermayesidir. Hikmeti sözle yok eden şey ve hikmetten alınan lezzetin gönülden gitmesi, hekimin, sorulmadan onu söylemesidir.Hikmeti, ehlinden (anlayabilenden) esirgemek, onlara söylememek zulümdür. Hikmete zulmetmek büyük hatadır. Çünkü o, zilimin düşmanı, Cenab-ı Hak’tır. İlâhî hikmetlere sahip bir zat demiştir ki: İlk zamanlarda, hikmetin, göğsümdeki kaynayışım du yardım. Onu anlayabilen ve anlayamayandan esirgeyip söylerdim.Sonra bana ilham olundu ki, has kullara mahsus olan hikmeti, cahil insanlara niçin söylersin ve büyük bir değer taşıyan bu devleti, niçin küçük duruma düşürürsün. Hikmetin kadir ve kıymetinibilmeyenlere niçin söylersin. Çünkü velilerin hikmetleri en değerli incilerden daha değerlidir ve onu inkâr edenler, hayvandan aşağıdır. Onun için İlâhî hikmetleri taşıyana yakışan, hikmetleri ancakehline söylemek ve ehli olmayandan saklamaktır. Böylece hikmetin nur ve sevinci onun içinde gömülü kalmasın, zevk ve lezzetinden mahrum olmasın.KISIM: 3VELİLERİN HİKMETLERİNİN AKLİ İLİMLERDEN DAHAFAYDALI VE ZEVKLİ OLDUĞUEy aziz, Ehlullah diyorlar ki:Velilerin hikmetleri, Allah’ın ilham ettiği ilimdir ki bu, gerçekilimdir, hâl ilmidir, irfan ilmidir, aşk ilmidir, bâtın ilmidir, Ledün
572
MARİFETNAMEilmidir, sudur ve kalplerin ilmidir. Bu ilim, dertlerin bilinmesi,ayıpların örtülmesi, günahların ödenmesidir.İlmi Billah (Allah’m ilham ettiği ilim) a hikmet denir ve Kur’>an-ı Kerim’de büyük hayırla vasıflandırılmıştır. Bunun talibi, açlık ve susuzluğa, uykusuzluğa katlanandır. Bedenle ruh nasıl birbirinden ayrılmayan bir bütünse, ilimle hikmet de birbirinden ayrılmaz bir bütündür.İlim (zahir ilim), öğretim yolu ile, Mkmet açlıkla elde edilir.Hikmet, dilden dile geçer ve gayb âleminden kalbe gelir. İlim, sözlerin kulak yolu ile zihne varışıdır. Bâtm ilmi ise, gönlün içindençıkar ve nefse tesir edip, kalbin içine akar. İlim dilin işleyişinin
mahsulü,
dil ise mülk âleminin hâzinesidir.Batın ilmi, gönlün hallerindendir. Gönül ise Meleküt âlemininhâzinesidir. Zâhir ilim, dünya ilmidir, kitaplarda yazılı ve halkiçinde meşhurdur. Bâtın ilmi ise Hak içindir ve göğüslerde mevcutolup kapalıdır. Bu yüzden halka bildirilmez. Onlardan saklıdır. Batın ilmi inkâr olunmaz, belli edilse herkes anlayamaz. Velîlerinhikmetlerini inkâr eden akılsız ve cahildir. Onun en ufak cezası,hikmet zevkinden mahrum olmaktır.İlim, öğretim yolu ile kazanıldığından sınırlıdır ve sonucu vardır. Allah ilminin ne sımn, ne de sonucu vardır. İlim tefekkür, hik-nifet ise tezekkür ile kazanıhr. İlm-i billâh, Allah’a varış yolunun enkısasıdır. Aklî ilimlerde, mü’minle kâfir ortaktır, müşterektir. Marifet nurunu bulmak için mümin olmak şarttır, ilim, marifettendaha umumîdir. Marifet ise ilimden daha önemli ve özdür.İlim nuru ancak kâinata ulaşır. Marifet nuru ise Allah’a ulaşır. Bunun için «men aleme nefse-hu» (kim nefsini öğrenirse) denmemiş, «men arefe nefse-hu, fekad arefe-rab-be hu» (kim nefsinibilirse, Allah’ını da bilir) denilmiştir.Marifet, ilimden daha çok makbuldür. Çünkü ilim, isim ve sıfatlara, marifetse, Allah’ın zatına mensuptur. Cenab-ı Hak, kullarından iki şey istemiştir; biri din (ibadet), diğeri marifet (Allah’ıbilme) ilmidir. Bu ikisinin dışında kalan aklî ilimler ki, hepsi nefisiilgilendiren, ona haz veren bilgilerdir.Mümin hikmet, münafık şehvet ister. Şehvete kapılan, hikmetten mahrum olur. Hikmet, kalplerin sevinci, nefislerin temizle yicisi, ruhların helâveti (zevki), sırların lezzetidir.Nakledildiğine göre; bir gün Zinnun-ı Mısrî Hazretlerinin müritlerinden biri, kendisine şu soruyu sormuştur: «Hikmette olantatlılık nedendir ki, velilerin ağızlarından çıkınca, dinleyiciler ondan büyük bir zevk ve lezzet duyar.» Üstad cevabmda dedi ki: «Hik-
573
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
met, ilham ilmidir, hekimin kalbine iner. Allah tarafından kalple,re indirildikleri İçindir ki, hikmetler bu kadar tatlı ve lezzetlidir,Hakim-i İlâhî «Ben lalandan duydum, o da filandan duydu» deme» yip «Kalbim bana Rabbimden bana bildirdi ki» buyurur. O hikmetin, dinin usulünden ve yakini işlerden bulunması, İlâhî ilhamınmahsulü olduğunu bildirir.»Nitekim Ebu Talip Mekki Hazretleri demiştir ki: «Alim-i bilinil olan kâmilin üç türlü ameli vardır: Biri zahiri ilim olup halkaaçıkça anlatılır. Diğeri batınî ilim olup ancak ehline bildirilif.Üçüncüsü ne zahir, ne de batındır. O bir gizli sndır ki, Allah ile kâmil arasında örtülü ve saklıdır.Kâmilin marifetinin beyni, muhabbetinin zevki, hikmetini^dudağı, hakikatinin ilmi odur. Onun manevî devletinin sermayesi, 'saadetinin mayası, yakm olmanın gayesi, izzet ve -lezzetinin sonuodur ve o ilim ilim ilmi ne halka ne de batın ehline ifşa edilebilir^O ilim, ancak ona sahip olan kul ile Allah arasında kalır.KISIM: 4VELİLERİN HİKMETİNİN, ONLARIN TEMİZ KONUŞMALARINDAN DAHA LEZİZ VE TATLI OLDUĞU, KALPLERE ÇOK TESİRETTİĞİ VE İLAHİ HEKİMİN, ALİMLERDEN DAHABİLGİLİ VE ŞEREFLİ OLDUĞUEh Aziz, Ehlullah diyorlar ki:Hakimlerin kalbi, âlimlerin kalbinden bin defa daha halim yeselimdir. Alimin sözü hastaya şifâ, hekimin sözü ölüye hayat verir. Hikmet ilmi, kutsî bir oktur. Hakimin nutku onun yayıdır, talibin kalbi onu$ hedefidir ve Hay Ve Kayyum olan Allah'ın vergisidir. Onun için hata yoktur.Alimin ticareti, başkasının sermayesi iledir, hekimin ticaretiise kendi sermayesi üedir. İlim gümüş, marifet altındır. Hikmetcevherdir. Alime soru sorulunca cevap verir. Hakim ise cevab vermemek için özür diler. Alim insanlara dediğinden aşağıdır, hakimise halka dediğinden yüksektir. Halkın her istediğine fetva verendeli veya yanıltıcıdır. On meselenin dokuzuna susup birine cevapveren İlâhi hakimdir. Hekimin gönül ve canı, Allah’tan
gayrısın-
dan arınmıştır. Onun için kalbinden hikmet, lisanına akmaktadır.Nitekim imam Ahmet bin Hanbel ile İmam Muhammed Şafiîbir yerde kazaya kalmış namazların nasıl kılınacağı hakkında ko
574
MARİFETNAME
nuşurlarken, onların yanma bir veli çoban gelmiş. İmam Ahmed,bu meseleyi çobandan sorayım mı? diye İmam Şafii’den sormuş.İmam Şafiî razı olmamış. Buna rağmen İmam Ahmed, çobanıngönlü kırılmasın diye şöyle sormuş: «Bir farz namazını kılamayıpkazaya bırakan bir mü’min, kazaya kalan farzın da hangi vaktinnamazı olduğunu unutursa, bu durumda hangi farzı kaza etsin.»Hemen çoban dikkatle bakmış ve: O kimse gaflette kalmıştır. Bu yüzden beş vakit namazı da kaza etmesi lâzımdır, cevabını verince,İmam Ahmed, çobanın heybetinden bayılmıştır. Çoban da kalkıp yoluna devam etmiştir. İmam Ahmed, kendine gelince çobanın oheybetinden hayrete düşmüş ve verdiği cevabı çok beğenip kabuletmiştir. İmam Ahmed, bu olaydan, velîlerin çobanı bu halde olursa, âlimlerinin ne mertebede olduklan üzerinde düşünmüş ve bundan ibret dersi alarak, muhabbet yoluna girmiş, İmam iken en yüksek velîlerden olmuştur.Alim, ilmiyle nefsini düşünür. Hakimse, nefsini terk ve vücudunu yok ederek, yalnızca Allah’ı düşünür. Nitekim İmam AzamEbu Hanife Hazretleri, yüksek velilerden olmasına rağmen, velîlerden İbrahim Ethem Hazretlerine «efendimiz» dermiş. Talebesiona, niçin böyle dediğini sorunca: «Biz ilmimizle nefsimizi düşünürüz. Velîler ise kendilerini unutup hikmetle yalnız Allah’ı düşünürler,» diye cevap vermiştir.Alimin, hakime ihtiyacı çoktur. Hakimin ise âlime ihtiyacı yoktur. Nitekim Hz. Musa, Hızır (A.S.)’a muhtaç olmuştur ve sohbetine girmiştir. Hızır (A.S.) ona muhtaç olmayıp kendisinden ay-rümıştır.Alîm, cahil insanları, hakim âlimleri terbiye eder. Hakimi terbiye eden de Allah’tır. Nitekim cahil bir kimse, bir âlimden dersalarak dinî ilimlerle aklî ilimleri öğrenir, âlim ve âmil de olur. Lâkin nefsinin hallerinden cahil kalır. Sonra o âlim, bir mürşid-i kâmile gider ondan manevî bilgiler öğrenir, ahlâkmı güzelleştirir,. sülük yolu ile yedi mertebeden geçmek ve ibadete devam etmek.suretiyle ârif ve kâmil bir zat olur. İşte bu kâmil, temiz, kalbiyleAllah’m huzuruna vararak hikmetlerini görür ve onun şeriatıylaHabibi Muhammed (S.A.)in izinden gidip huşû ve hudû üe veliliğin en yüksek mertebesini kazanır ve bütün adap ve erkân ile ilimve fenleri nefsinde toplar.Çünkü; kâmil insan, Allah’ın rızasını gönlünün genişliğindeve huzurunda bulur. Onun heybet ve azametini, kalbinin daralışıve sıkılışı esnasında bilir.
S7S
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Allah’ın velilerinden bir hakim, bir hakime gidip bir meselehakkında soru sormak istemiş. O da ona şu cevabı vermiş; senin,âlimleri bırakıp bana mesele sorman, tıpkı çölde yolunu şaşırmışbir sultanın, çobanları bırakıp o yolu, kendisi gibi bir sultandansormasına benzer.Hakim-i İlâhinin adetlerinden biri şudur ki; insanlar, içindebulunduğu zaman susar ve kalbiyle Allah’ın huzuruna gider. Sonra ondan sorulanlara ancak gönlünden ona beliren cevabı verir.Yine Hakim-i ilâhî, bir gün bir mecliste vecde gelir ve hikmet di-liyle gayet tatlı konuşmaya başlar ve mânâ âleminin hakikatleriniinceleyip anlamanın verdiği zevkle göğüsleri çatlatacak niteliktenükteli (mânâlı) sözler söyler. Sonradan ona, çok hoşumuza gideno nüktelerinizi bir daha tekrarlarsanız çok iyi olur deyince hakimonlara; evet, o aşk hali bir daha gelse benim için de çok hoş olur, yoksa söyleyeceğim boş sözlerin bir zevk ve lezzeti olmaz, demiş.Bir hakime demişler ki: «Camide otur ve orada konuş ki, halka faydalı olasın.» O da, «camide ancak toplayabilen oturur. Benise toplayıcı değilim, toplanmışım,» demiş. Cenab-ı Hak, ârifin kalbine hikmet ağaçlarım diker ki ârif, onları gündüz, açlıklarıyla sular.Hakim-i üâhi (ilâhı hikmetleri bilen) kalbiyle olan hali, bostancının bostanıyla olan haline benzer. Çünkü; hakimin hal ve şanı budur ki, daima gönül bahçesine gider ve orada, Hakk’a lâyıkolmayan eşyayı söküp atar.Hakim, ilk önce Tevhid bahçesine gider. Onda, şek ve şirk filizleri görürse, onlan çıkarır ve atar. Sonra tevekkül bahçesine gider, orida, korku ve çekingenlik filizleri bulursa onlan da hemençıkarır atar. Sonra Tafviz bahçesine gider. Orada, tedbir ve ihtiyar
filizlerini
bulursa onlan çıkanr atar. Sonra sabır bahçesine gider.Onda sabırsızlık ve telâş filizleri bulursa hemen çıkanr atar. Sonra ma bahçesine gider. Onda, kızmave öfke filizleri bulursa hemenonlan da çıkanp atar. Sonra marifet bahçesine gider, nefse ve dün yaya ait arzu ve heveslerle şehvânî istekler varsa hepsini çıkanpatar. Sonra muhabbet bahçesine gider. Onda, başkalarına meyil v6itibar, halka ve giyinişe karşı sevgi varsa hepsini çıkanp atar. Sonra da Hikmet bahçesine gider. Onda olan ağaçlan, açlık sularıylasular. Tâ ki çiçek ve meyveleri olgun olsun, zevk ve lezzetinden cana caq katsın. Bundan sonra o hakim, iki cihandan el çekip o bahçeye can atar ve Vahdet denizinegömülüp muradına erer.Akıllı olan, velilerin hikmetlerine meyleder ve onlarlaolur. Arif olan, bu hikmetleri bilir. Hikmetleri öğrenmek v&P»'
576
MARİFETNAME
metlerin nimetleriyle lezzetlenmek mutluluktur. Velîlerin hikmetlerini saklayan hakikatlerden faydalanıp onları söyleyenin kadirve kıymeti yüksek, aziz olur. Kalbi tertemiz olan akl-i külden (Allah’tan) hikmet dersi alır ve hikmet ilmi ile kalbi dolup engin deniz olur.NAZIM :Muallim aşktır, künc-i sükût olmuş debistânSebaktır bilmemek dildir anm tıfl-ı sebah-hânıLisânı bi zebânlıktır bu fâdıl, kâmil üstâdm,Velî âlemde yok anın lisânın anlar akrânı.Gönül çün bilmemek zevkin bulur her defter-i fikri,Ki yazmış kilk-i akl anı, eder mahv âb-ı nisyâm, Tavilü’z-zeyl bir tomardır bu bilmemek ilmi,Ki ömr-ü câvidan içre bulunmaz hadd ü pâyânı,Şühûdü’l-Hak fi’l-kalb oldu mazmununda bir nükteSevâdü’l-vech fi’d-dâreyndir onun memduh-i ünvanı, Tasavvur edemem bir kimse tasdik ede bu ilmi,Marifet olmadıysa keşf ü huccet-i zevk-i vicdanîUlûmun enfa’ı hikmettir, anı aşktan öğren,Rumûz-ı pîr-i aşkı anlamaktır ârifin şâm,İlâhi, izzetin Hakkı, enis et canıma aşkı,Ki anm hikmeti zevkiyle kendimden olmam fâni,Fakirullahı Hakkî’dan ıyân seyr eyleyen ârif,İyan ehlidir ol neyler delil-i akl ü burhânı.
577
KONU: 4VELİLERİN FAZİLETLERİ, HAREKETLERİ, ESERLERİ,ADETLERİ, HAD VE TARİFİ, VECDİN HALLERİ VE VASIFLARIVELİLİĞİN ALAMETLERİ, HAREKET VE DURAKLARI, ’MERTEBE VE KERAMETLERİ, MÜŞAHADELERİNİNDERECESİ, SON MAKAMLARI9 KISIMDAN İBARETTİRKISIM: 1ULU VELİLERİN FAZİLET VE BEREKETLERİ, KUR’AN-IKERİM AYETLERİYLE VE HADİSLERLE BİLDİRİLMİŞTİR.CENAB-I HAK, BU HUSUSU, KUR AN I KERİM İNDEBİRÇOK AYETLERLE BELİRTMİŞTİR
Ey Azizi
Allah-u Teâlâ, kullarına inayetle kendi evliyasını tarif edip onlara olan muhabbetini duyurur. İşte bu husustaki ayetlerin meali :«Allah, iman edenlerin yardımcısıdır. Onları karanlıklardan(kurtarıp) nura çıkanr. Küfredenlerin dostlan ise şeytandır.»(Bakara, 257«Haberiniz olsun ki, Allah’ın veli kullan için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.» (Yunus, 62)«Allah’ın velileri gerçek takvâ sahipleridir.» (Enfâl, 34)«Ey Rabbim, dünyada da âhirette de benim yardımcım sen-sin. Benim canımı müslüman olanak al. Beni sâlihler (zümresine) e
kat.»
(Yusuf, 101)«O çok esiıgeyen (Allah’m has) kullan ki onlar yer (yüzün)
de vekar ve tevazu
ile yürürler. Kendilerine, beyinsizler (hoş gitme yecek) lâflar
attığı
zaman «selâmetle» de (yip geçer) 1er.»(Furkan, 63)
570
MARİFETNAME
«Onlar ki Rablanna, secde ederek ve ayakta durarak ibadetederler (Onlar için felah vardır.)» (Furkan, 64)«Allah’ın öyle kullan vardır ki alış-veriş onlan, Allah’ı zikretmekten alıkoymuyor.» (Nur, 37)BU HUSUSTAKİ KUTSİ HADİSLER«Velî kulumun dilediğini yapanm. O bana tutunur, benimlehükmeder. Eğer benden dünyanın vezâlini (yok olmasını) isterse,onun için dünyayı yok ederim. Çok sevdiğime kerâmet veririm»«Benim evliyam, benim kubbelerimin, örtülerimin altındadır. Benden başkası onları tanımaz.»Allah (C.C.) Dâvud Aleyhisselâma vahy gönderdi ki:«Ey Dâvud, beni seven veli kullanma haber ver ki, onlarlaaramda olan perdeleri lütuf ve keremimle kaldırdım ki, onlar gözleriyle benig örsünler. O durumda halk, kendilerine zarar veremez.Benim lütuf ve inayetim onlara eriştiği için, halkın haset ve öfkesionlara hiç tesir etmez ve asla keder vermez.Ey Davud! Eğer sen benim sevgimi kazanmak istiyorsan öncedünya sevgisini kalbinden çıkarmalısın. Çünkü benim sevgimledünya sevgisi bir gönülde birleşemez.Ey Davud! Sen, benim sevgimi kendi kalbinde halis ve muhkem kıldığın ve her şeyde benim kudret ve hikmetimi görebildiğinzaman, dünya ve dünya halkıyla karışsan, kalkıp otursan bile, kalbindeki sevgime en ufak bir noksanlık ve keder gelmez.Ey Davud! Eğer sen bana dost isen, nefsine düşman ol ve onuşehvetlerden men et ki ben sana muhabbetimle bakayım ve aramızdaki perdeyi kaldırayım.Ey Davud! Yeryüzünde nice evliya kullarım vardır. Onlar benim dostlarımdır. Ben de onlarm dostuyum. Onlar bana müştaktır,ben de onlara müştağım. Onlar beni zikr ederler, ben de onları zikrederim. Gurbette olanlar vatanlarını arzuladıkları gibi, onlar gece yi arzularlar. Onlar, geceleyin sürür içinde olurlar. Akşam olup karanlık basıp her dost, ancak kendi dostuyla yalmz kalınca, onlarbenim için kıyâmda durup, boyunlarım büküp, yüzlerini açıp, yalvararak münâcât edip, ni’met ve ihsanımı isterler. Onlar bazanayakta bazan oturur, bazan rükû, ve bazan secdede olurlar. Sevgimden başka benden bir şey istemeyip, nzâ yolunda giderler. Bende onlara, çok sevdiğim için üç şey veririm: Birincisi, kalblerineihsân ettiğim, indirdiğim bir nûrdur. Hep konuşsalar, onunla benden haber verirler. İkincisi, ben onlara zat ve sıfatımla teveccüh
579
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
ederim. Hiç bilir misin ki, ben teveccüh eylediğim dostuma, nelerihsân eylerim ve o nice devletlere erişir. Üçüncüsü, öyle bir ikram-dır kİ ,onu, ancak ben bilirim, bir de o kulum bilir. Yerde ve gökteolan şeyler, o ikramın yanında küçük ve az kalırlar.»Resûl-i Ekrem (S.A.V.) meşhûr hadislerinde buyurmuştur ki*«Ümmetimin evliyası göründükleri zaman, Allah-ü Teâlâ hatırla,mr. Zira evliya yüzünü görmekle şereflenenin kalbinde Allah fiknbulunur.»«Ümmetimde öyle insanlar bulunur ki, onlar insanlardan ay.nlırlar. İnsanlar onlara şaşar. Onlara deli derler. İnsanlar da
on
lara deli görünür. Biliniz ki onlar ebdallerdir.»«Allah-ü Teâlâ’mn halkından, evliyası açlık ve susuzluktaolanlardır. Onlara eziyet edenden Allah-ü Teâlâ intikamlarını alır.»«Dünya, âhiret ehline haramdır. Ahiret de, dünya ehline ha.ramdır. İkisi de Ehlullah’a haramdır. Ehlullah, evliya’yı kiramdır.»KISIM: 2EVLİYA-YI KİRAMIN RÜSUM VE ADETLERİ KALELER İLESEYAHATLARIEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Halkın kimi dünya, kimi ahiret, kimi de mânâ ehlidir. Dünyaehline âhiret haramdır. Ona nail olamazlar. Ahiret ehline dünyaharamdır, ona tenezzül etmezler. Mânâ ehline ikisi de haramdır.Hiç birine iltifat etmezler. Dünya ehlinin tümü, tabiat ve beşeri yet karanlığında kalınca, yüksek âlemi istemekten onlara yeis vegevşeklik gelmiştir. Meyi ve iradeleri, ancak aşağı âleme yönelmiştir. Akıl ve himmetleri dünya lezzetlerine tutulmakla kalmıştır.Halbuki dünya, çöplüğe atılmış bir leştir. Öyleyse buna tutulanların emelleri ziyan, boş olmuştur. Bunlara iki şiddetli azab vardır.B£ri bu halden ayrılmak azabı, diğeri ileride yanma acısıdır.Ahiret ehli, genel olarak yüksek derecelere mâil olup arzularıCennette kalmıştır. Zira Hak Teâlâ kullarını dünyadan
Cennetine
davet edip, orayı ikram yeri kılmıştır. İşte buradakilerin gönülleri yükseklik ve şeref ile meşgul olup, daha yüksek ve şerefli olandan uzak olmuştur. Bunlar ilerideki yakıcı ateş azabından kurtulmuş iseler de, bu halde kalmakla, ayrılık ateşinde bulunmuşlardır.Halbuki muhabbet ehline, ayrılık ateşi, ateşin yakmasından zor
ve
580
s.
MARİFETNAME
şiddetli gelir. Nitekim, «İntizâr (bekleme) ateşten daha şiddetli-dir» denilmiştir.
Bunların çoğu, insanlık sebebiyle benlik da’va edip, kibir, ucubve riyâ semtine gidip, nefs-i levvamesiyle çekişme belâsında kalmıştır.Mâna ehli: Tabiat âlemi, zindanından çıkıp, insanlık âlemi yuvasından uçmuşlardır. Onlarda kendi resimlerinden bir şey kalmayıp, varlıklarda kalmayarak geçmişler, herkesi gayb edip, Hakkın huzuruna gelmişlerdir. İki dünyayı isteyenlerine verip, sahibinialıp Ehlullah olmuşlardır. Onlar Cennet ve Cehennemi unutup, ancak O’nun için O’na ibadet etmişlerdir. Zira iki alemi O’nunla Cennet, O’nsuz Cehennem bulmuşlardır. İşte yalmz O’nu isteyip, O’nuhep nimet bilmişlerdir. O’nun marifet şarabıyla daimi mest olmuşlardır. Muhabbet zülâli ile dolmuşlar, hep O’nunla kalmışlardır. Halka ahirette verilmesi va’d olunanlar, onlara dünyada verilmiştir. Başkalarına gayb olanlar, onlara bildirilmiştir. Bedenleribir yerde iken, gönülleri doğu ve batıyı gezip, Arş ve Kürsi’yi dolaşmıştır. Bedenleri ile yükselmezlerse de, ruhları mi’raca gider.Hak Teâlâ’yı göz ile görmeseler de, esrâr ile müşahede ederler.Alemde herkesle ne muamele ederlerse, yalnız Allah rızası içinederler. Kendilerine tâbi ve teslim olan dostların Hakkın huzurunaçağırırlar. O halde onları sevenlere, onlara yaklaşanlara, sözlerineuyup, izlerinden gidenlere ve onların irşadı ile Mevlâsına kavuşanlara müjdeler olsun.NAZIM:Gönül alsa büyu andanYüzünü görürse candanDile sâkî olsa cânânÇün olur riyâz-ı RahmanO ki mülk cismini yıkmışDahî Arş-ı cana çıkmışYemm-i nutkun ebri candırGönül ehl-i bahriyândırYürü sen bu levh-i dildenDile dolsa hikmet andanGözetir rızâ-yı HakkıBu cihânı kor bu halkı.Ana dü cihan görünmezDahi cism ü can görünmez
581
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Dil olur gül ü gülistan,Ana hâkidân görünmez.O gelû-yı nefsi sıkmış,£na nerdübân görünmez.Bu lisân çü nâvedândır,Gam ü nâvedân görünmez.O ulûm-ı aşkı öğren,Kalem ü lisân görünmez.Bulan anı dilde Hakkı,Ki bu câvidân görünmez.KISIM: 3EVLİYA-YI KİRAMIN HAD VE TARİFİ,VECD VE HALLERİEy Aziz! Ehlullah diyorlar kVeli hal ve hareketleri muvafakat üzere olandır. Velî, dünyadan uzak, Mevlâya yakın olur. Velî, mâsivadan kurtulup, bütünvarlığı ile Allah-ü Teâlâ’ya bağlamr. Velî, kalbiyle Allah-ü Teâlâ’- ya döner. Velî’nin gizli ve açık her hali Allah-ü Teâlâ ile olur. Velî,dünya devletinin ne de geçmesine sevinir, ne de geçmemesine üzülür. Ona göre gümüş ve altm, toprak ve taştan aşağıdır. Veliyyul-lah, yeryüzünde kimsesizdir. Onun dostu Rabbi olup ,ona kâfidir.Onun kendi nefsinde ihtiyân olmaz. Haktan başkasıyla bulunmaz.Kalbinin dışında bir işi kamaz. Ölümden kaçınmaz.Velî halk ile halim olur, Hak ile sabit mukim olur. Deiiz gibicömerd, dağ gibi sabit, hava gibi muti, gece gibi örtücü, sema gibi yüksek, himmetli olur. Aslandan kaçar gibi fitneden kaçıp selâmet bulur. Peygamberlerin mucize göstermelerinin şart olması, insanların onlara uyup kurtulmaları içindir. Evliyanın kerametinisaklamasının lâzım olması, insanların onlarla fitneye düşmemesi veonların insanlardan saklı Hak ile sevinip huzurda kalmaları içindir. Velî, daima halini gizler, bütün kâinat onun velâyetinden konuşur. Velî, yeryüzünde Hak Teâlâmn gülü, fesleğenidir. Onu sıd-dıklar koklar. Onun kokusu, onların kalblerine varınca, Mevlâyamüştak olurlar. Evliyaullah geline benzerler. Gelini nâmahrem görmediği gibi, Allah-ü Teâlâmn bu gelinleri de O’nun muhteşem ün-sünde duvaklı olup, onlan kimse göremez. Sûretlerini görseler de,herkes hakikatlanna eremez.
MARİFETNAME
Velî, Hak Teâlânın, kendine ait işlerinde muvafakatından, kendinin Hak Teâlâ’ya uygunluğunu bilir. Dilinden çıkan dua, ancakkabul vaktinde olur, işte böyle uyanık olan veliyyullah, yeryüzünde, Allah-ü Teâlâ’nın âdil şahididir.Müminlerin kalbleri gaflet ve keder içindedir. Evliyanın kalb-leri huzur ve sevinç içindedir. Düşmanlarının kalbleri korku veuzaklık içindedir. Mü’minlerin azabı, yasakları işlemek iledir. Evliyanın azabı kerametlerinin açığa vurulması iledir. Evliyaullah, ikidünyadan bir şey istemezler. Hakkın huzurundan bir an gafil bulunmazlar. Onlara hizmet edenler, muhabbet şarablanndan mahrum kalmazlar. Evliyayı kiramın gönlüne girenler, onlara ilhakolup, dünya ve içindekileri, bir arpa tanesine saymazlar.Velî yalnız cemâl-i kadimi istemektedir. Velî, vecd halindemahlukatın güzelliğinden geçmiş olur. Onun ruhu, ancak vech-ikadim ile sevinir ve meşgul olur.Nitekim Şeyh Şibli bir gün vecd halinde, Şeyh Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinin ziyaretine öyle bir zamanda varmış idi ki, Cü-neyd ehli ile yemek yiyordu. O hatun, onu görünce, yemekten elçekip kalkmak isteyince, Cüneyd ona mâni olup, elini tutmuşturve: «Yerinde rahat otur. Şibli ne seni görür, ne de burada olduğunu bilir.» demiştir. Sonra Şeyh, o hayran müridi ile bir saat kadarsohbet eylemiştir. Ta ki, Şibli akıl dairesine girip ağlaymcaya kadar. O zaman Cüneyd, ehline «Şibli’ye görünme» demiştir. ÇünküŞibli, şimdi sarhoşluktan aynlıp, cisim âlemine gelmiştir. Şimdiinsanları tanıyacak haldedir. Zira onun bu hallerine, kendi sözleri ve gözleri delâlet eylemiştir. Özellikle evliyâyı kiram, o ferasetnurları ile kalb casusları olmuşlardır.BEYT:Allâm-ül guyûbun hâlis kullan,Can âleminde kalb câsusları.KISIM : 4EVLİYAYI KİRAMIN VASIF VE ALAMETLERİHUZUR VE SELAMETLERİEy aziz! Ehlullah diyorlar ki:Evliyanın iki alâmeti vardır. Biri Hak Teâlâmn emrine ta’zim
ve
hürmet, diğeri bütün mahlûkata şefkattir. Evliyanın alâmeti,
5B‘i
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
Allah-ü Teâlâmn hukukunu yerine getirme, mahluklarım sevmektir. Velînin alâmeti, kendisi ile Allah-ü Teâlâ arasında olan sırlansaklamak, mahlukatımn eziyetlerine karşılıksız sabretmek, incin-meyip nzaya ermektir. Kulları ile iyi geçinip, kimseden kimseyeşikâyet etmeyip, herşeyi örterek ve koruyarak hakimane gitmektir.Evliyanın alâmeti lutf ve hikmetle konuşmaktır. Güzel huylugüler yüzlü, vücudu güzel kokulu ve cömerd olmaktır. Herkese şef!katle muamele etmektir. İtiraz etmemek, özürleri kabul etmektir.Arkadaşlarım kendine tercih etmektir.Bir veli ile, fakir birisi bir yolculukta beraber giderlerken, omürüvvet kaynağı veli, fakirin ihtiyar, arkasında da ağır heybesiolduğunu, ayağında eski papuçlar bulunduğunu görür ve ona:«Eğer bizimle arkadaş olup da bu yolda gitmek istersen, bizeteslim olup her sözümüze uymalısınız, yoksa bizden ayrılırsınız.»der. O ihtiyar, ona teslim olduğunu söyler. O îsâr ma’deni, onuneski ayakkabları ile kendi yenilerini değiştirir. Heybesini yüklenirve beraber giderler. Her veli, yanında bulunduğu kimseye, elbetteböyle muamele etmiştir. Zira onlar, muhabbet makamına ermiştir.Evliyanın âdetleri Mevlâya ibadettir. Huyları halka şefkattir. İşleri teenni üe nfk ve hizmettir. Sözleri medh-ü senâ ve ülfettir. Ziraonların gönülleri muhabbet deryasıdır. Vahdete âşinâdır.Evliyanın alâmeti Hakkın sırlarına ermek, bunu da insanlardan saklamaktır. Velî Hakkı muhafaza ettikçe, Hak Teâlâ da onukorur, saklar. Ve Hakka tazim eyledikçe Hak Teâlâ da ona ta’zimeyler. Veli, kendinden görülen kerameti ne hisseder, ne de kimseyesöyler. Veli, kalıbım halka teslim eder, kalbiyi Hakkın huzurunagider.Velinin gönlü sevinç ve nur ile doludur. Ruhu huzur ünsü ileolur. Evliyanın alâmeti, herşeyden Hakka yönelmek, Ondan başkasına muhtaç olmamaktır. Veliyyullah O’nunla hâzırdır, her halinde O’nu zikretmektedir. Velilik herşeyi kendinde bulmaktır. Vemecma-ı ezdâd olmaktır.NAZM:Aşk ehli mânend-i melekCam eder seyr-i felekHem mülk ü hem sultan olurHem can ü hem cânân olurHem telh ü hem helvâ olur
SB4
MARİFETNAME
Peyda vli nâ peyda olurÇün mâsivadan can geçerHamr-ı muhabbetten içerŞîrîn olur dil şûr iseBî perdedir ol nûr iseÇün canda kalmaz bu hevesZikr eyler a’za çün ceresMahv olsa Hakkı cân olurHer derde hoş derman olur.Hoş huy ü hem hoş bû olur.Gönülde ol meşrû olur.Hem Huld ü hem Rıdvân olur,Hem şir ü hem âhû olur.Hem sûret ü ma’nâ olur,Can tab’ma hemhû olur,Çerha Mesihâ tek (İsa gibi) uçar,Yektûy iken sadtû olur,Nezdik olur can dür ise,Şevkiyle vuslat-cû olur,Dil zinde olur her nefes,Fikri hemân yâ hû olur.Bir kul iken Sultan olur,Her zahme hem dârû olur.KISIM: 5EVLİYAYI KİRAMIN KERAMETLERİ VE HER TEHLİKEDEN EMİN VE RAHAT OLDUKLARIEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:Evliyayı kiramın himmet ve îsârları Mevlâ’dır Arzû ve kaçışları O’ndan yanadır. Mevlâdan başkası, onlara göre toz gibidir. Evliyanın ibadeti O’nun huzurunda bulunmaktır. Adetleri, sırlan saklamak, kerametleri örtmektir.Bir abid, bir arifi, hücresinde gördü ve ona: «Allâh-ü Teâlâ sana bu halvette ne fayda vermiştir?» dedi. Arif cevabında: «Sultanın sımnı açıklayan bir vezir gördün mü hiç? Sultan sırrım açıklayan vezirine ne muamele eder? Abid, ne söyleyeceğini bilemedi.Veli mevcûd olanı dilediğinden, onun dileği yerine gelir.Halka gizli olan, veliye aşikâr olur. Halka zor olan veliye kolay olur. Habeşi bir velî vardı. Vecd ve hal ona galip olunca, rengi
5BS
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
beyaz olurdu. Velinin hayatı hapis, ölümü hapishaneden çıkmakolur. Nefsin hazlarını unutup, zevk, huzur ve ünsü bulur. Hak Teâlâ veliyi muhafaza eder, bir an kendine bırakmaz. Bir arif der ki:Halvette zikrullah ile meşgul idim. Bir gün nefsim, nar yemek istedi. Nar almak için pazara giderken, bir duvarın dibinde yatançok hasta bir kimse gördüm. Sinekler ve arılar üzerine konup, etinden besleniyorlardı. Beni görünce Allah-ü Teâlâ’ya hamd etti. Selâm verip şükretmesinin sebebini sordum. Cevabında: «Seni gördüm. Bir nar isteğiyle, Rahman’dan yüz çevirmişsin. Ben, kalbimonunla bulunduğu için şükrediyorum.» dedi. «Madem Allah-ü Teâlâ üe huzurdasın, bu karanlıktan seni kurtarması için niçin O’nadm etmezsin?» dedim. «Sen Allah-ü Teâlâya dua et de, seni bu arzulardan kurtarsın. Çünkü anların yalaması, sineklerin ısırmasıancak nefse oluyor, ama şehvet ve arzunun sokması, kalbi incitir,»dedi.Allah-ü Teâlâ, kulunu, kendine yakın veli yapmak istese, hidayetiyle önce onu dünya sevgisinden kurtarır. Kendine ibadetlemeşgul eder. Sonra az yemek, az içmek, az konuşmak, az uyumak veİnsanlardan uzlet etmeyi, ona ilham edip, daimi zikir ve fikri onaikram eder. Sonra tevekkül, tefviz, sabır ve rıza makamlarına kavuşturup, kendi marifeti devletine ve sevgisi saadetine naü eder.Sonra onu huzur ve ünsiyyeti meclisine sokup, hikmet ilimleri ilegönlünü doldurur. Sonra kendi vahdaniyyet ve ferdâniyyetiyle onatecelli edip, temiz ruhunu teselli eyler. İşte o kul, o zaman, kendinefsinden uzak ve beri olup, huzura yakın ve veli olur. Korku veümid ondan gidip, karşılıklarında o kâmilin kalbine heybet ve üns
gelir.
Sonra kendi Sülfatlarından fâni olup, Hakkın sıfatları ile be-kâ buldukta, o heybet ve üns ondan gidip Celâl ve Cemâlle mestolur.Hak Teâlâ evliya kullarından, onun için korku ve üzüntüyügiderip, «Biliniz ki, evliya için ne korku ne de üzüntü vardır,» bu yurdu. Çünkü korku, gelecek zamanla ilgili olup, arzu edilenin kaçırılmasından ve kötülük kazanmaktan sakınmaktır. Üzüntü ise,geçmiş zamanla ilgili olup .istenen bîr şeyi kaçırmış olmaktan veyakötülük elde etmekten pişman olup kederlenmektir. Halbuki velî,önce zamana ve hale uyar. Sonra ebû’l-vakt ve kemâl sahibi olur.Ne geçmişi bilir, ne de kalbine,gelecek gelir. Öyleyse onda, ne hüzün ne de gam, ne korku, ne de tehlike bulunur. Bir velî
hakim de
miştir ki, evliyadan korku ve üzüntünün giderilmesi, şunun içto*dir ki, onlarda ne kavga, ne çatışma olur. O halde rıza
makamında
588
MARİFETNAME
muvafakat kılan, tam kullukla vasıflanan ve mutmain olan, huzurve yakınlık devletini bulan emin velinin nasıl korku ve üzüntüsüolur! Çünkü onun şanı niyet ile zevk ve sevinç olur.
KISIM: 6EVLİYAYI KİRAMIN HAREKET, DURUŞ, BEREKET,
İBADET, KAVUŞMA VE TASARRUFLARIEy Aziz! Ehlullah diyorlar ki:
Evliyanm hal ve tavrı, sıfatlarıı, peygamberlere benzer. Onların edeb ve şartları peygamberlerinki gibidir. Evliyaullah, O’nunindinde, peygamberlik mertebesine yakın şehidler derecesindedir.Onlar, peygamberler gibi, Hakkın nzasmı kazanmak için, ana, baba, evlât ve akrabadan uzaklaşırlar. Onlar, mal ve makam sevgisini terk edip, tevazu ve kanaatla nefislerim kırarlar. Nefsin lezzetlerinden ve fani isteklerden geçerler. Allah sevgisi ile gamlanıp,derdiyle nimetlenir, elemleriyle zevklnirler. Mevlâya yanarak, eri yerek yalvarıp, peygamber yolunda giderler. Onlarm kalbleri, sâ-hiblerine bağlıdır. Ruhları, O’nun ahlâkı ile ahlâklanmıştır. İlimleri ilham ve hikmet, bir saatleri bir yıllık faat, bakışları ibret, konuşmaları hayır ve nasihattir. Lâtifeleri ağırlıkları kaddınr. Tebessümleri lutf ve şefkattir. Susmaları huzurdur. Nefesleri tesbîhve ibadettir. Uykuları vahdet âlemini seyrdir. Ölümleri mübarekbayram, sevinç günü ve kavuşmaktır. Onlar kabz-ı kudrette saklıve örtülüdürler. İki âlemde emin ve mesrurdurlar, muhaliflerinegalibdirler.Evliya-yı kiramın kavuştuğu yol, adımla alman uzun ve kısamesafe gibi değildir ki, herkes ayağındaki kuvvet kadar gidebilsin.Bu ruhanî bir yoldur. Gönüller onda seyr edip, düşünce ve himmetleri oranında anlar. Gözü gördüğü kadar gidip, zikir, yakîn veşühûd ile bu yolu alırlar. Bunun aslı, nazar-ı İlâhiden semavî birnur olup, kulun kalbine inince, o kul, onunla bir bakışta iki âlemihakikatiyle görür. Onunla külli akle erdikçe, ruhunu varlıklara sirayet etmiş görüp, eşyayı uzuvları gibi bulur. O halde, Allah-ü Te-âlâ’nm yardımı ile, âlemdeki her şeyi tedbir edebilir. Onun için, okâmil ve tasarruf sahibi olur.öyle olur ki ,adı geçen o nûru, bir kimse, yüz yıl arar, yine,kalbinde ondan bir eser bulamaz. Çünkü cahilliğinden, o nûru aramada hatâ edip, murad alamaz. Kimisi onu elli yılda ancak bulur,
5B7
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
kimisi on yılda bulabilir. Kimisi bir ayda, kimisi bir günde, kimisibir saatte, belki bir anda, Hakkın inâyeti ile, o nûru kend gönlün,de bulur. Onunla marifet devletine erip, muhabbet saadetine n&üolur. Arif ve kâmil olup, her muradını alır.NAZIMKim bi haberse aşk ile dolmuş haberdir ol,Aşık ki, aşk-bin ola sâhib-i nazardır ol.Hâb ü hor etti âşıkı mahcûb kendinden,Vuslattadır, o demde ki, bî hâb ü hordur ol.Düştüyse nûr-i aşk dil ü cân-ı âşıka,Billah ki âfitab nedir hûtberdir ol.Baştan ayağa aşk ile pür nûrdur o kim,Derd ü belâ-yı aşk ile bî pâ vü serdir ol.Mihr-i cemâl-i aşkı gören cümle zerreden,İlm-i nazarda mâhir ü nûr-ı basardır ol.Fakr ü fenaya erdi eren cû’ ü samt ile,Devlette bâkıdır ebedî mu’teberdir ol.Ey Hakkı nâr-ı aşk ile sâf eyle kalbiniBu kimyâyı âmil olan ayn-ı zerdir ol.Kim bu tarikata girerse o hakikata kavuşur. Allah’tan gayrıilgisini keserek zat-ı hakkın tevhidiyle meşgul olur. Böylece Hak Teâlâ ona mülk ve tasarruf ikrâm eder. Zira mülk, aslında iradeyitüketir. Bu mülk ise, dünyada kazaya râzı olan evliya-yı kiramamahsustur. Yeryüzünün kara ve denizleri onların gönüllerine biradımdır. Taş ve kiremit onlar için altm ve gümüştür. Cin ve insanlar, canavarlar ve kuşlar onların emrindedir. Onların istediklerişey, arzularına uygun olur. Zira onlar, yalmz Allahü Teâlâmn mu-rad ettiğini, irade ederler. Dilemediği şey meydana gelmez. Onlara kimse heybetli gelmez. Ama onlar herkese heybtli görünür. Mev-lâdan başka kimseye hizmet etmezler. Ama bütün mahlûkat onlarahizmet eder. Böylece ancak, Hak aşkına hizmet edebilirler.KISIM: 7EVLİYAYI KİRAMIN MERTEBE VE MAKAMLARI,BEREKET VE KERAMETLERİ
Ey Aziz,
Ehlullah diyorlar ki:
Evliyâ-yı
kiram, aba giyen ve akıl şarabını içen sultani#®*'
50ü
1
MARİFETNAME
Bu şarabın sarhoşluğu ile kendinden geçip içtikleri halde ayıktırlar. Hıkkm nazargâhı olmuşlardır. Evliya altın ve gümüşsüz zengin, davul ve sancaksız padişahlardır. Evliya, Allah-ü Teâlâ’nın örtüsü altındadırlar. Yakınlık yaygısı üzerinde mesrurlardır. Gönülleri Arşî, bedenleri vahşîdir. Yeryüzü onlara yaygı, sema çatıdır.Onların bedenleri ve ruhları ulvîdir. Sözleri nebevi, işleri melekî-dir, ahlâkı İlâhidir, maişetleri tefviz ve tevekküldür. San’atlan sabır ve tahammüldür, tutundukları teslim ve rızadır, lezzetleri fakr-üfenâdır. Onlar hayrandırlar. Hak ile ünsiyyette ve kaimdirler. Onlan sevene müjdeler olsun. Acaba dünya hükümdarları, bu saltanatın yüzde birine malik midirler?Allah-ü Teâlâ âhiret mülkünü insan süresinin yirminci âyetinde şöyle vasfetmektedir:«Cennette, hangi tarafa bakarsan, anlatılmaz ni’ metler ve geniş mülk görürsün.»Kerametin Çeşitleri:Bunu Allah-ü Teâlâ’nın feyz kaynağı İmam-ı Muhammed Gazali (rahmetullahi aleyh) şöyle beyan eder: Hak Teâlâ kendi evli yasına kırk tane keramet vermiştir. Yirmisini dünyada, yirmisiniühirette ihsân eylemiştir.Dünyada olan kerametler:Hak Teâlâ’nm onları senâ etmesi, tazim etmesi, sevmesi, onların işlerini tedbîr etmesi, rızıklarım kendi üzerine alması, onlara yardım etmesi, onlara enis olması, onları halka hizmet ve istihdamdan kurtarıp, aziz eylemesi, himmetlerini dünya ve ehlinden yüksek tutması, onlara hiç bir şeye muhtaç olmayan kalb vermesi, herhalde temiz nefs vermesi, kalblerine hikmet ve hidayet olan nûruindirmesi, heybet ve vekar vermesi, göğüslerini geniş etmsi, onları kalblerde sevgili etmesi, onlara ait eşyâya bereket vermesi, dün yadaki bütün varlıkları onlara müsahhar (itaatli) kılması, yerinhazine anahtarlarını onlara vermesi, onları muhtaç ve hastalara,sıkıntıda olanlara yardımcı eylemesi, dualarını kbul eylemesidir.Ahirette olıı kerametler:Onların canlarını kolaylıkla alması, onları imân ve ma’rifettesâbit kılması, onlara rahatlık göndermesi, kabirlerini geniş etmesi,onları fitne ve korkudan koruması ve uzak eylemesi, onlara üns vehuzur ile nimetlendirmesi, ikram ve ihsânda dâim kılması, onlarahülleler ve tac giydirmesi, yüzlerini ak ve nurlu etmesi, onlan emin
5B»
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
kılmak
ve beraât ile müjdelemesi, defterlerini kâfi görmesi, hesab
etmemesi,
mizâna çekmemesi, günahkârlara şefaatçi kılması, on
ların
nûruyla cehennem ateşini sâkin etmesi, Sıratı sür’atle geç.
mesi,
Kevser havuzundan içirmesi, sonsuz mülk vermesi, onlanmak’ad-ı sıdka erdirmesi, onlara cemâl-i bâ-kemâlini niteliksiz göstermesidir. Yâ Rabbi, onlann sevgisini bize ihsan et ve bizi onlarlaberaber kıl.KISIM : 8EVLİYAYI KİRAMIN MÜŞAHADELERİNİNSONU VE ALAMETLERİ
Ey Aziz! Ehlullah diyorlar ki:
Müşâhede, mücâhedenin neticesidir. Müşahede, gayb hallerinekalbin muttali olmasıdır. Müşahede, kendi fenâsiyle eşyayı görmektir. Müşahede mevsûfu sıfatında bulmaktır. Müşâhede, günahlardan uzak olup her halde Hak ile olmaktır. Müşahede, her mev-cu tile maksûdu görmektir.Müşahede, kalb gözü ile matlubu görmektir. Müşahede lâtifbir hal olup, ruhları ve kalbleri, mahbubun cemali ile sevindirir,güzel eyler. Müşahid, Cebbarın nûr sırlarının mütalâasiyle, gayb-lan keşiftir. Hz. Ömer (radıyallahü anh) buyurur ki: «Benim kalbim Rabbimi görmüştür.» Hazret-i Ali (radıyallahü anh) : «Müşahede, gözün görmesi değildir. Lâkin marifet nûru ile kalbin görmesidir.» buyurdu. «Rabbime görmeden ibadet ediyorum,» sözü bunu göstermektedir. Müşahede, gönül dostunu görmektir. Hakkı,sırrında müşahede eden âşıkm kalbinden cihan sâkıt olup, gözünegörünmez. Onun gönlünde ve gözünde, yalnız Mevlânm aşkı kalır.Müşahede üçtür: Biri Rabbi müşahededir. Birisi Rabden müşahededir. Birisi de Rab için müşahededir. Müşahede, kulun, kendisıfatından fâni olup, Rabbinin rubûbiyyetiyle bâkî kalmasıdır. Yoksa kendi zâtından fâni ve zât-ı pâk ile bâkî olur demek değildir.Hâşâ ve kellâ! Bu imkânsızdır. Böyle olur diyen sapıktır. Evliyanın
seçkinleri,
müşahededen bir an kalsalar, helâk olurlar.
Zünnûn-i
Mısrl (rahmetullahi aleyh) şöyle demiştir. «Çocukların bir adamı taşladıklarını gördüm. Bundan ne istersiniz? dedim. Rabbini gördüğünü
zannediyor, aklı
gitmiştir,» dediler.
Ço cukların bu
cevabım, o kimseden sordum. Hemen ağlayıp: «Vallahi, eğer ben O’nu müşahede etmesem, ona ibadet edici olmazdım,»
500
■
MARİFETNAME
dedi. Büyüklerden biri der ki: «Bir gün tımarhaneye gittim. Oradaayaklan bağlı bir genç gördüm. Yüksek sesle: «Yâ Rabbî, göklerisırtıma vursan, dünyayı ayağıma bağlaşan da, bir an senden yüzçeviremem,» diyordu.Müşahede, her anda, Rabbin mülâhazası ile sırra riâyettir. Ta-atlerin en üstünü, her zaman Hakkı murakabedir. Müşahedeninalâmeti, Hak Teâlânm tercih ettiğini tercih etmektir. Onun ta’zimeylediğini ta’zim eylemek, tahkir eylediğini küçük görmektir. Müşahedenin alâmeti herşeyden yüz çevirip Hak Teâlâ ile meşgul olmaktır. Müşahede sahibinin alâmeti şudur ki: Uyanıklığı uyku gibi, uykusu uyanıklık gibi olur. Hareketi sükûn .sükûnu hareket gibi olur.KISIM: 3EVLİYA-YI KİRAMIN FENA, BEKA VE MAKAMLARIEy Aziz! Ehlullah diyoıiar ki:Kul, kendi insanlık sıfatlarından fâni olunca, Mevlâmn sıfatlan ile bekâ bulur. İşte «Allah-ü Teâlâ’mn ahlâkı ile ahlâklanınız,»emrine uyup Esmâ-ı hüsnâsı ile sıfatlanmış olur. Fena fillah, aşağı nefse uymamaktır. Ulvî rûha uymaktır. Fenâ fillah, Hak’dangayrisini fânî etmektir. Beka billah, Hakkın bekasıdır, devamıdır.Fena fillah, bekâ billâhdır. Beka hakikatlerinin başlangıcı, bütüngünahlardan, masivadan fâni olmak, arınmaktır. O halde, halkı bilmez, ancak Hakkı bilir. Onu müşahede eder. Ona kavuşur.Fenâ üç çeşittir. Beka da üç çeşittir. Fenâ çeşitlerinden birisi;kul öyle fânî olur ki, kendi nefsinde bir hazzı kalmaz. Bir diğerHakkı, nefsi için istemekten haya etmesidir. Üçüncüsü de, Hak’tan, Hak’tan başkasını istemekten haya etmesidir. İşte bu kul Mevlâmn ünsünde hayrân olur. Beka çeşitlerinin birincisi, marifet be-kasiyle bekadır. İkincisi, muhabbet bekasiyle bekadır, üçüncüsü deüns bekasiyle bekadır.Demek ki fenâ, kulun sıfatlarının yok olmasıdır. Beka, kulunsıfatlarına karşılık Hakkın sıfatlarının bâdi olmasıdır. Bir kâmilder ki: Kendini Mevlâ için öyle yok eyle ki, sende, senden ve seniniçin bir şey kalmasın. O halde evliyâmn makamlarının sonu fenâve bekâdır. Ma’rifet yolunun sonu muhabbetle fenâdır. Fenâ’nınsonu, muhbûb ile bekadır. Bekâmn neticesi, Allah’ı görme ve ebediyete yükselmedir.
Sttl
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKİ HZ.
Fenâ mahlûk
sıfatı, bekâ Hâlık sıfatıdır. Nitekim Allah-ü Te
âlâ
Rahman
sûresinde, «Üzerindeki herşey fânidir,» ve sonra: «Rab
binin vechi
(Zat-ı İlâhî) bâki kalır» buyurmuş, kendi bekâsını du
yurmuştur.
Vecd hâlinde gönül huzuru cem’iyyettir. Beşeriyete
dalmak ve
gafil olmak tekfikadır. Huzûr ve cem’iyyet, nimetlerin
en
lezzetlisidir. Gaflet ve tefrika büyük belâdır. Nitekim: «Cem’iy
yet
gibi ni’met yoktur. Tefrika gibi de azab yoktur,» sözü bu mâ
nadadır.
Fâni kul, nefsim ve herşeyi alemlerin rabbi ile, O’ndan ve
O’na râcî
müşahede etmelidir.
FARİSİ NAZIM :
Din büyüklerine canla köle olBu fırkaya edeb ile hizmet etKendisinden fâni olan kimselerSözü, işitmesi, görmeleri birO kâmillerden ben ne diyeyimUnutmaları olur mâsivaKonuşurlarsa hikmet söylerlerSusarlarsa tefekkürde olurlarZâhirde toprak gibi görünürlerEğer onlar bulunmasa cihandaSaf kalbleri arzulardan cüdâdırYüzleri Hüdâdan esinti verirOnlara irfanları yeterlidirKibr ü riyâyı onlar terk ederlerFul ve sıfatla hidâyet yolundaSaadet sofrasındandır ekmekleriHayy’ın tevhidiyle aşkla bâkilerAllah katında yüzleri çok aktırDualan olur her derde devâOnlardan birisi isterse Hak’danEğer kahr geçerse gönüllerindenSessiz nidâları ulaşır her anElest bezmi her an kulaklarındaBir na'rayla şehri altüst ederlerBir kimse olursa onlara yakınBir kimse durursa uzak onlaraHalktan eziyet, sıkıntı görürlerİnkâr dikeni ayaklarına batarNe isterlerse ondan hemen olur.593
MARİFETNAME
Yük çek ki, senin yükünü çeksinlerKötü kişileri Hakk’a ısmarlaHilim; süsü, ziyneti âriflerinBu hilyeden ârî olur ham avamOnların yanında başın eğik ol,İşlerini hem Rabbin işi farz et,Rabbânî ahlâka âyinedirler.Rabbin kendilerinin nurlarıdırHalleri söze sığmaz, bildireyimOnlar Hak’dan olmazlar bir an cüdâBakarlarsa boşa nazar etmezler,Fikir kapısını zikirle açarlar,Fakat iki âlemden hâriçtirler.Gökten yere inmez idi bir damla,Rızaları hep nzâ-yı Hudâdır.Muameleleri elle değildir,Onlar Hak’dan başkasını ne bilir,Kibriya perdesinde hep giderler.Giderler muktedâ Ahmet ardındaKerâmettir sofradan dökülenleri,Onlar dosttan başka bir şey görmezler,Makamları anlatmaktan uzaktır,Nefesleri hastalaradır şifa,Ölüyü, diriltir Hak, duasından,Diri ölür o an, emirlerinden,Halleri tasdiktir Hakkı her zaman.Kâlû belâ deyip, onlar aşmada,Bir hamdeyle dağı yerinden sürerler,Yakın bilir geçti azabı Hakkın,Şüphesiz ki, sonu gitmektir nâra,Kötüden iyiden söz işitirler,Nâkeslere de hilim ile bakar,Derlerse dedikleri gibi olur,Kızma, yoksa seni dâra çekerler, Tâ ki bağışlanasın, yapsan hatâ,Akl nişânı ve vasfı velîlerinVelî vasfı bununla oldu tamam.
S93
KONU: 5
Evliyanın seçkinlerinin seçtiği
yol olan Nakşibendi yolunun Hakka
varan yollann en yakını
olduğunu, onun üç nevinden herbirinin
irfân devleti sermayesi olduğunu,
o yolda ilerleyenin her kemâle
mâlik olup, gizli hâl ve neş’eli gönülle
üns ve huzûru bulduğunu,
korku, sapıtma, tehlike ve
melâlden emin olup kavuşma zülâli ile
kâm aldığım
yedi nevi ile beyân eder:KISIM: 1NAKŞİBENDİ YOLUNUN RÜKÜN, HAKİKAT, USUL VE
İNCELİKLERİ
Ey Azizi Evliyanın
seçkinlerinden büyük pir ve mürşid Hace
Muhammed Behâeddin
Nakşibend ve onun değerli halîfeleri (aley
himürrahme verrıdvân) demişlerdir
kİ: Peygamberlerin en üstünü
Muhammmed Mustafa
(S.A.V.), evliyanın en üstünü Ebû Bekri
Sıddîk (RA.) hazretlerine gizlice
öğrettikleri, ilimlerin en üstünü
olan huzûr ve marifet ilmi,
insanların avamından, hattâ insanlar-
daki Hafaza meleklerinden
bile gizlidir. O gizli hazîneye kavuşma
yolunun esası ve çeşitli
usulleri vardır. Bu yolun üç şartı vardır:
a) Az yemek, b) Azuyumak,
c) Az konuşmak. Az yemek, az uyu-
mağa, az uyumak az
konuşmağa, az konuşmak kalb zikri ile tam
teveccühe yardımcı ve gıdadır.
Bunlardan murad, cânü gönülden
Rabbin huzurudur. O halde,
yemede, uyumada ve konuşmada, or-
ta dereceyi gözetmek yetişir.Nakşibendi tarikatının
hakikati de üçtür: Hâtıraları giderme-
ye, kalble olan zikre ve
murakabeye devam etmektir. Bunlar da
birbirlerine yardımcı ve kuvvetlidir.
Murakabe ise, Hak Teâlâ’nın,
kâinatın bütün zerrelerine
her zaman muttali olduğunu, kalbden
bir an çıkarmamaktır.
Bu
tarikatın
sonu, işte bu huzura ermektir.
Bu yolun usulleri şu on iki kelimede bildirilmiştir: Nefy-i vu-cûd, bezl-i mevcûd, terk-i sûret, âzimetle amel, hoş der dem,
nazar
504
MARİFETNAME
ber kadem, sefer der vatan, halvet der encümen, bid’attan kaçma,sünnete uyma, dâimi zikr ve tam teveccühdür.Bu yolun şartı bir ma’nâdır, Kalb ve ruhda Mevlâya muhabbettir. O halde arzu derdinin bürüdüğü gönülü, büyük ni’met bilmelidir. Gece gündüz artması için çalışmak lâzımdır. Zira o ezelîsevgi olup, gönül aynasında» aksetmekte, parlamaktadır. Onun içino gönül muhabbet ve şevk ile dolmuştur. İşte Mevlâyı isteyici olankimse, murad olunmuş velîdir. Nitekim Hak Teâlâ buyurur ki: ^
«Allah onlan sever, onlar da Allahü Teâlâ’yı severler.»
Bununla kendi sevgisinin, kendine olan sevgilerin aslı olduğunu bildirir.Bu Nakşibendî yoluna bel bağlıyanlar ve bu arzu derdiyle zaman zaman ağlıyanlar, görünüşte insanlar arasında bulunup hizmet görürler. Bâtında, ancak Hakkı bilirler ve bulurlar. Bedenlerini halka, gönüllerini Hakka teslim ederler. Bu yol ile gizlice Hakka doğru giderler. Dışardan yabancı, içerden aşina olurlar. Bedenağyar, gönül yar ile, kulak sadâ ile gönül Hudâ ile, göz rakîb, gönülhabîble, dil söz ile, el san’atta, gönül hazrette, ayak gitmekte, gönül zikretmekte, beden pos tile uykuda, gönül dost ile kâim, beden rahatla mekânda, gönül seyahatle cevlânda, beden sebeblerlekavgada, gönül mutlak üns-i Mevlâ’da bulunur.Onlar bu yol ile; hâtıralarını mesrûr ederler, her ne ederlersegönülde örtülüdür. Muhabbetleri, sırları halka bildirilmez. İfşa olmaz. Gönülleri zevkine hiç zarar gelmez. Onlar, şöhret âfetindenuzak olup Allah-ü Teâlâ’nın seçkin evliyası olurlar. Onlar, kalb zikri ile, zikr olunanı yakın ve çabuk bulurlar. Çünkü kalble zikir,Allah-ü Teâlâya en yakın yoldur. Her âfetten korunmuş ve uzaktır. Vahdet âleminin hayret edilecek anahtarıdır. O hazretin huzûrcemiyetini çekicidir. Fakr-ü fena devleti ile beka billah bulurlar.İzzet ve yükseklikle iki âlemde kâm alırlar.KISIM: 2NAKŞİBENDİ YOLUNUN ÜÇ YOLUEy Aziz! Hazret-i Hâce Behâeddin ve onun halifeleri Hâcegân-ıGüzîn (rahmetullahi aleyhim ecmaîn) demişlerdir ki:Akaidi düzelttikten, emirleri yapıp yasaklardan sakındıktansonra, bu tarikatımızın neticesi, Allah-ü Teâlâ ile devamlı huzurdur. Her an O’nu bilip, O’nunla olunca, Ondan gafil olunmaz. Bu
503
ERZURUMLU İBRAHİM IIAKKI IIZ.
huzûr, nefsde
meleke hâline gelip gönülde kuvvetlenince ismi mü
şahede olur.
Bu devlete kavuşmanın yolu üç türlüdür:1 — Kalbde zikir yoludur. Zikr eden, kalb huzuru ile Lâ İlâhe
İllallah
kelimesini tekrar eder. Lâ derken, Allah’tan başkasını yokdüşünür, İllâllah derken, Allah-ü Teâlâ’nın varlığını kıdem ve be
kâ
nazariyle müşahede eder. Bu güzel kelimeyi tekrar ederken, dilini üst damağına yapıştırır. Hakikî kalbe bağlı ve bitişik olan yürekle O’na teveccüh eder. Nefesini habs edip, göbeğini içine çekiptam kuvvetle öyle zikreder ki, onun eseri bütün uzuvlarına sirayetedip çok lezzet bulur. Meselâ bir kimsenin yanında otursa, bu tek-rânndan haberdar olmaz. Bütün vakitlerini bu zikr ile geçirip, hiçbir meşguliyetle ondan ayrı kalmaz. Hattâ oturma, kalkma, dinleme, konuşma, yeme ve uyuma esnasında bile bu zikre bir kesilmeve gevşeme gelmez. Bazı işlerle bir gevşeklik gelirse, zikredenin ondan tamamen vaz geçmeyip, basiretle ona devam etmesi gerekir.Seher vaktinde bu kelimeye çok devam ederse, bereketi o günün sonuna kadar devam eder. Yatmadan önce bu zikri çok ederse, bereketi gecenin tamamına erişip, uyurken bile kalbi zikr eder. Zikreden, bu hal üzere zikre devam edince, arada bir kendinden geçipşuurunu yitirir. Bu, cezbenin başlangıcıdır. Zakirin kendini bu haleverip teslim olması lâzımdır. Elinden geldiği kadar onu korumalıdır. O hal azalmaya başlayınca, o da tekrarına başlar. Bu hayret,ardı arkası gelip birbirine eklenecek hale gelince, zakire bir meleke hâsıl olur ki, her ne kadar o hal, bilfiil onun hâli olmayıp, hâliilminde bulunursa da, onu istediği zaman az bir teveccühle o hâlibulup, o kendinden geçme hâliyle hallenebilir. Eğer zakirin mizacı,nefesin habsine tahammül edebiliyorsa, düşünceleri sürmede vekendinden geçmekle hayret âlemine gitmede bunun tesiri tamamdır. Vicdani büyük bir lezzet onda dâimdir. İşte bunu isteyen zâkir,b zikre, anlatıldığı şekilde meşgul olduğunda nefesini tutup göbeğine, içe doğru
öyle
kuvvetli alır ki, bedenin bütün kısımları ondanetkilenil’. Lâ İlâhe İllâllah kelimesinin mânasını kalbinde bulundurur. Diğer düşünceleri çıkarıp kelime-i tevhidin sayısını sayıp,üçte, beşte, yedide bir nefes alarak ilerler. Nihayet bir nefeste yir-mibire çıkar. O zaman Zikrullahm nûru, onun kalbine iner. Ondan günah düşüncesi tamamen çıkıp gider. Göğsü genişleyerek bü yük lezzete kavuşur. Yirmibirde bu hal el vermediyse ve gönül ozevk ve lezzete ermediyse, yeniden başlayıp, teklerde nefes alıp
ilerler ve
manâsım kalbinde tutup, göbeğini içine çekerek yirmibi-re gelsin. Böylece göğsün genişlemesi ile zevklenip lezzetle dolsun.O hâl ile fakr-ü fenâ devletini bulsun. Kalbi daima Hazret-i Hak'-
506
MARİFETNAME
dan âgâh olsun. Öyle bir mertebeye ersin ki, o âgâhlığı
gidermek
istese, gideremesin. Gönülde ve gözde düşünce ve hayâli,
Hak
olupkendini bulmasın, istenen ancak budur ki, zâkirin sıfatlan fânîolup, zikr olunanın sıfatlan ile bâkî kalsın. Zikirden geçip O’nunlameşgul olsun. O’nun üns ve huzuruyla ebedî devlet ve saadete kavuşsun. Yâ Rabbi, bize de müyesser eyle!
KISIM: 3
NAKŞİBENDİ TARİKATININ İKİNCİ YOLU2) Kalb teveccühü yoludur. Zâkir kalbiyle ism-i Celâle (Allah Allah Allah) devam edip, bu mübarek ismin tesirinden anlaşılan biçûn (nasıl olduğu bilinmeyen) mânâsım mülâhaza eder. Omânayı muhafaza edip, bütün idrak ve kuvvetleri ile kalbine teveccüh eder, yönelir. Bu teveccühe devam edip, o mânayı kendinizorlayarak muhafaza edip, bu külfet ve zorlama aradan kalkınca ya kadar sürdürür. Eğer o mâna cezbeden önce, o zâkirin vücuduna tamamen tesir ederse o zaman bu mânayı, bütün varlıklara şâmil bir basit nur-ı kâmil sûretinde görmesi ve bu hal kayboluncayakadar idrak kuvvetlerinin tümü ile kendi kalbine dönmesi lâzımdır.Zakir duygulu kalbiyle Allah dediği zaman, Allah-u Teâlâ’yı âlemin tüm zerrelerinde bilip düşünmesi ve bu hal içinde öyle zikir yapmalı ki, kendinden geçsin ve öyle bir mertebeye gelsin ki, buhal onun kalbinde daim olsun ve kalbinin bir sıfatı olarak yerleşsin, kalbin içi o nur ile dolup büyük bir lezzet duysun.Gönül bu zikir ile meşgulken ona Meleküt âleminin kapısı açılır, zakir öyle hayretler içinde kalır ki onu seyrederken bütün zikirve fikri bırakır, zakire düşen, o hayrete dalarken gönlün halleri neise yine gönülde kalsın ve bu sırları halka söylemeyip şeriat yolundan dışarı çıkmamasıdır. Zakir o hayret hali kendisinden gittiktensonra yine zikrine devam etmeli, hayret hali tekrar geldiğinde isebaşka bir işle uğraşmaktan vazgeçip o durum kendisinden yokoluncaya kadar o halde kalmalıdır. Çünkü zikretmek, mana kapısını çalmak demektir. Hayret ise Mevlâ kapışırım açıldığını görmektir. Kapı açıldıktan sonra artık o kapıyı çalmaya gerek var mıdır? O zaman kalbin susması hayırlıdır.Bu hayret, birbiri ardınca gelir ve gittikçe de artar, öyle ki o .zakir, vakitlerinin çoğunda bu hayrette kalır. Zakir bu hayret içinde öyle dalmalı ki, kendi sıfatlarından yok olup Allah’m sıfatlarıy-
597
ERZURUMLU
İBRAHİM
HAKKI HZ.
la şimali
ve beşer köleliğinden kurtulup kendi âleminde saltanat
bulmalıdır.Ermişlerin kalplerinin kuvveti
fazla, bu yokluğu bulan kâmil-
Jerin mutluluğu çoktur. İtikâf ve
halyet ona üstünlüktür. Birlikve
yalnızlık ona çokluktur. Teneffüsü
teşbih
ve
ibadet, konuşması
hikmet pınarı,
fiilleri ibadet
ve
hizmet, âdeti yakınlık
ve
dostluk,
bakışı ibret verici,
fikri görmek
ve
bilmek, ahlâkı bütün insanlara
şefkat
ve
merhamettir. Çünkü
İlâhî şarapla mest olup kendinden
geçmiş, muhabbet denizine
gömülmüştür. Her halde Cenab-ı Hak
kın yüksek huzurundadır ve
bütün zıdlarla yoldaşdır, onlarla ko
nuşmaktadır.
Nerede bulunursa bulunsun rahat ve huzur içindedir ve mu-‘ halif rüzgârlardan kederlenmez, cam canandan bir an bile ayrılmaz. Gönlü dışa meyletmez, kimseden korku ve umudu kalmaz.İçinde ve dışında Allah’tan başkası bulunmaz. Gözünü yumsa fenafillah mertebesindedir ve eğer açarsa beka billah mertebesindedir.Bu haller ve makamlar, bu mertebe ve kemâller, belki bir yılda, belki 40 gün, belki 10 gün, belki bir günde, belki de bir saat ve ya bir anda Allah'ın lütuf ve inayetiyle ve Müridin istidadına görehasıl olup ve gönül, sadakat ve içten bir duygu ile yaptığı yönelişledostuna (Allah’a) erişir.Eğer zâkir her an Allah’ı düşünmekten boş kalmazsa ve uyurken
bile
Allah’ı zikreder ve ondan uzak durmazsa, onun
uykusu#
uyanıklığı gibi Hakkın huzuru olur ve fakirlikle yokluk devletiniçabuk bulur. Çünkü bu Allah isminin özellikleri ve etkileri çoktur.Allah, Allah, Allah diye zikreden Mürid, ondan kuvvet bulur vehuzur içinde olur. Mülk ve Meleküte tasarruf etme yetkisini kazanıp her muradına erer.KISIM: 4NAKŞİBENDİ TARİKATININ ÜÇÜNCÜ YOLUHoca Bahaeddin Hazretleriyle Halifeleri demişlerdir ki:
3)
Üçüncüsü, kalbin bağlanış yoludur. Mürid, kalbini Allah’ın huzurunda ve tam bir teslimiyetle kânıir bil mürşide bağlarsa,o, müşahede makamını bulur ve İlâhî isimlerle sıfatlar, muhakkakona görünür. Sonra o Mürşid-i kâmilin yüzü suyu hürmetine Allah’ı anmanın faydasını görür ve onun güzel sohbeti, ilâhî sohbete erme neticesini verir. Çünkü o değerli Mürşidin mübarek yüzü-
508
MARİFETNAME
nü görmek ve söylediği hikmetli sözleri dinlemek bu sonuca ulaşmayı kolaylaştırır. Mürid bu mürşidin eserlerini kalbinde yazar vegücü yettiğince onları ezberler ve eğer o manaya bir eksiklik gelirse tekrar onun sohbetine başvurur. Onun sohbeti bereketiyle omana ışığı kalbine akmcaya dek mürid o kâmil mürşidin huzuruna gidip ikinci defa ona müracaat edince o manayı bir mertebe olarak kalbinde kökleştirir ki, mürşidinden ayrılsa bile onun suretinihayalinde tutup içli dışlı bütün kuvvetleriyle kendi kalbine çevirip,kalbine gelen her hatırayı atar. Böylece yalnız onun hayal ve hatıraları kalır. Tâ ki, ona bir hayret hali gelinceye kadar.Bu durumu tekrar tekrar yapmak suretiyle hayret hali kendisinde bir alışkanlık oluşturur ve böylece fakirlikle fenâ devletinibulur. Bundan daha yakın bir yol olmaz. Ancak Mürid, daha istidatlı olursa durum değişir ve Mürşid-i Kâmil ona tasarruf eder veilk sohbette onu, müşahede mertebesine kavuşturabilir. Sonra istidatlı mürid, bir Mürşid-i Kâmili, Allah’ı bilmek için sebeb kılsa ye gece gündüz bütün söz ve hareketlerinde onun yolundan yürüse,o mürşidin nurlu yüzü onun hatırından bir an bile gitmezse, otururken, kalkarken, yemek yerden, ondan bir an bile gaflette bulunmaz, daima zihninde yaşarsa her ne kadar bu halin devamı, mürid için epey zahmetli olursa da bunun sonunda öyle bir mertebe ye erer ki, Mürşid-i Kâmilin sureti kalbinde kökleşir ve artık heran onu zahmetsizce tahayyül edebilir.Sonra gayp âleminden Mürşidin kalbine akan İlâhî bilgi vehikmetler aynen, Müridin kalbine akma yolunu bulur. Fakat terk-iedep sebebiyle bu feyiz yolu Müritte bozulabilir. Onun için bu bağlantı yolunu düzeltmek zor olur. Bu zamanda böyle aziz ve yüksekbir Mürşidin sohbetini bulmak büyük bir şans ve bir nimettir. Sonra irfan isteklisi, veliler mertebesine erinceye kadar bu iki yoldanbirinde yürümesi lâzımdır. Yani veli, ya inzivaya çekilir veya irşadvazifesiyle halkın içinde yaşar.Şu halde veliler iki sınıftır. İnzivaya çekilen veli, şerefli ve değerlidir. Halk arasına karışan veli de kemali ile kendisini tanıtır.Her ikisinin de muradı halka faydalı hizmette bulunmaktır. Çünkü onlar benliklerinden geçmiş, sevgi bardağıyla İlâhî şarabı içmişlerdir. Dostu bulmuşlar ve O'ndan muradlarım almışlardır. İşleri,gönüllerine engel olmaz. Çünkü gönülleriyle her an huzurdadırlar.Bu makamda iman belli olur. Belli olan, göz için görünmezolur. Ayrılma ve kavuşma onlar için eşittir. Yaşamak ve ölmek onlar için ikisi de kolaydır. Bu gibi velilerin sohbetini bulana ne mut-
50ü
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
lu? Onların kadir ve kıymetlerini bilip saygı gösterene ve sadakationlara hizmet edip kendilerine gönülden teslim olana ne mutimKISIM: 5NAKŞİBENDİ TARİKATINA GİRENİN HER KEMALİ KAZANI»KALP ANLAYIŞINI BULDUĞU, HADİSE VE NUR GİBİOLAYLARDAN ÇEKİNİP ALLAH’A YÖNELDİĞİ, GÖNLÜNÜNSEVİNÇLE DOLUP HALİNİN ÖRTÜLÜ KALDIĞI VE ALLAH’IMHUZURUNA VARMAK İÇİN GAFİLLERDEN ÇEKİNDİĞİHoca Bahaeddin Hazretleriyle Halifeleri demişlerdir ki:Bütün vakitlerde kalbe yöneliş, kalb anlayışını sağlar. Kalbinanlayışı demek, yalnız veya topluluk içinde geçen vakitlerin mu-hasebesini yapmak değildir. Vâkıf olmak, sayıları birbiriyle karsı,laştınp bir neticeye varmak da değildir. Bazen öyle olur ki, yuka-nda (2. ve 3. cü kısımda) anlatılan üç yoldan birinde sâlike hâdiseve nurlar görünür. Sâlik (bu yola giren kişi), o zaman bunlardanuzak kalmaya çalışacak ve istediği hakikatle (Allah’la) meşgul olacaktır. Çünkü o nurlar ve hâdiseler ancak ibadetin kabul edildiğini belirten alâmetlerdir. Onları gördükten sonra faydaları kalmaz.Allah'ın yardımıyla bu hakikat yolunu bulan kimsenin kendisini aleme belli ettirmemesi şarttır. Mümkün olduğu kadar onugizlemeye çalışsın, mahremden ve namahremden saklasın. Çünkübu yolun binası görünüşte halkla olmaktır. Fakat gönülde Allah’ın huzurunda bulunmaktır. Bu yolun en güzel örtüsü konuşma veistifade etme şeklidir ki, bu suretle âlimler rahat, selâmet ve safayaererler.Sonra ilim ehline şöyle emir olunmuştur. O kavuşma ve huzura varışı bu suretle gizleyip halkın gözünden uzak tutunuz ve yalnız kitaptan konuşunuz. Bu yola girenlerin, girmeyenlerin
sohbet
lerinden uzak durmaları özellikle iman nurundan uzak olup, nurfeyzini vermek iddiasıyla yalancıktan yırtık elbiseleri giyip ömrünü geçiren kötü insanlardan çekinmeleri ve ondan uzak
durmaları
gereklidir ki, kötü duruma düşmeyip mutlu olsunlar.Yine bu yola girenlerin geçmişteki hallerden ve
gelecekteki iş
lerden tamamen uzak kalmaları ve onlan zihinlerinden atmaları*zihinlerini yalnızca Hak fikri ile
doldurup
iki cihanı
unutmaları
veher nefeste Allah’ı zikir etmeleri lâzımdır ki, Allah’ın
huzurunu
600
MARİFETNAME
bulsun ve kendi sıfatlarından yok olup Cenabı Hakk’ın sıfatlarıyla
başbaşa kalsınlar.Bu yolun adap ve erkânının en önemlileri olan bu öğütlerin
dışında şunlara da dikkat edin:Faydalı ilim ve sâlih amel hususunda ehli sünnet velcemaat
le beraber ol. Tefsir, Hadis ve Fıkıh öğrenip cahil sofulardan uzak
kal. İman ve müezzin olmayıp namazını cemaatla kıl ki, her çeşit
şehvet ve afetlerden selâmette kalasın ve hiç bir makama bağlı
kalmayıp kavgadan kurtulasm. Mahkemei kazaya hazır olmayıp,
suçlular defterine adım yazdırma. Kimseye vekil ve kefil olmayıp,
halkın vaziyetlerine karışma ki rahat bulasın. Büyük insanlarla ve
onların çocuklarıyla görüşüp konuşma. Adı çıkmış yerlerde eğlen-me, cahillerle zenginlerden kaç, kadın ve hizmetçilerle sohbet et-me. Elden geldiğince bekâr kalıp evlenme ki dünyaya karşı meylin
olmasın. Şayet dünyaya karşı meylin olursa, onu dininle değiştir-me. Çok kadın almak belâsıyla rezil olma ve helâl ile kanaat edip
haram yeme.Şaka yapma huyundan vazgeçip fazla gülme ki kalbini öldür-meyesin. Herkese şefkat gözü ile bakıp hiç bir kimseyi küçük gör-me. Kimseden bir şey isteme, kimseye de hizmet teklifinde bulun-ma. İhtiyaçlarını hastalıklarını, altınlarım ve zevklerini saklayıp
halka duyurma. Zakiri ziynetleri bırakıp temiz ahlâk ve iyi hare,
ketlerle içini süsleyesin. Kâmil velileri ve ilimleriyle amel eden âlim-leri bulduğun zaman, onlara büyük hürmette bulun, selâm verip
ellerinden öp, huzurlarında edep ve haya ile otur ve sana düşen
işlerini, hizmetlerini camnla, malınla gönülden yap, hizmetlerini
saltanat, sohbetlerini ganimet, muhabbetlerini saadet bil. ki nza ve
dualarını kazanasın. Hızır ile Musa A.S.’ın kıssasını unutma, onla-rın söz ve hareketlerini mantığınla inkâr etme. Çünkü inkâr etmek
uğursuzluk verir. Velileri inkâr eden, onların bilgi ve sevgilerinden
mahrum kalır. Hiç kimse ile mücadele etme, aksine gitme, itirazda
bulunma, kötü insanları Allah’a havale et. Kimseyi gıybet etme.
Dünyanın süsüne itibar etme, ehline güvenme. Çünkü dünya ehli,
kendisi gibi vefasızdır, sohbetleri de huzursuz ve safasızdır. Halbu-ki senin sermayen şeriat, mekânın sahra ve mescit, dostun Hz. Mev-lâ olsun.
601
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HZ.
KISIM:
%
İRFAN YOLUNDAN, HİDAYET CADDESİNDEN SAPIKLARINÇUKURUNA DÜŞEN MUBAHİLERİN KUSUR VE HATALARIEy Aziz, Ehlullah diyorlar ki:Mubahiler, Allah’ın hükümlerini reddeden ve İslâm dininingösterdiği yoldan çıkıp yanlış yoldan yürüyenlerdir. Bu bilgisizlikve hatayı gösterenler, beş gruba ayrılırlar:1 — Cenab-ı Hakka İman etmeyenler: Onun zat ve sıfatlarını,vehm ve hayallerle, kıyas ve misallerle öğrenmek istemişlerdir. Bugruptaki mubahiler Allah’ı idrak edemediklerinden ve O’nun âlemdeki tasarrufunu, kâinatı idare edişini, tabiat ve yıldızların eseriolduğunu sandılar. Alemin bu akıl almaz tertibini, ahenk ve düzenini, kendiliğinden oluşmuş ezeli ve ebedi kabul ettiler. Bunlaragöre insan, hayvan, bitki ve madenlerin hepsi de yıldızların ve tabiatın etkisi altında düzenini yürütmektedir. Alemin dışında bir yaratıcı yoktur. Bu düzen, kendiliğinden kurulmuştur.
2 — ölümden sonra tekrar dirilmeye ve mahşer gününde hesabın görüleceğine inanmayanlar: İnsan ve hayvan, bitki gibi biter ve onlar gibi ölüp bir daha dirilmezler. Ruhların tekrar eskicesetlerini bulup bir yerde toplanmaları, hesaba çekilerek hesaplarının mükâfat veya azap görmeleri de imkânsızdır. Bunların buhata ve inkârları, kendi nefislerini bilmemelerinden ve cehaletle-rindendir. Çünkü onlar, ruhu hayvani ruhtan ibaret sandılar. Halbuki gerçek ruh, İnsanî ruhtur. İrfan yeri, Allah’ın muhatabı vebaki olan bu ruhtur. Bu ruhun bedenden ayrılışına ölüm diyoruz.İşte yarnlan bu ikinci grup, bu insani ruhu idrak edememişlerdir.3 — Ahlâkın düzelebileceğine ,iyi ahlâkın kazanılabileceğineinanmayanlar: Bunlar şöyle diyorlar: Şeriat bize kalbimizi öfkeden,şehvetten, riyadan »kirlikten temizlenmemizi emrediyor. Halbukibu mümkün değildir. Çünkü nefsimiz, bu sıfatlarla yoğrularak yaratılmıştır. İnsanın karakterini değiştirmek imkânsızdır. Nasıl si yah derili bir inşam beyaz derili insan yapmak mümkün değilse,bunun gibi nefsimizi de aslı olan karakterinden sıyırıp temizlemekmümkün değildir. Bunlar şeriatın, insandaki bu sıfatların nefsimizden tamamen çıkarılmasını değil, onları akıl ve iradenin kontrolü
2 — ölümden sonra tekrar dirilmeye ve mahşer gününde hesabın görüleceğine inanmayanlar: İnsan ve hayvan, bitki gibi biter ve onlar gibi ölüp bir daha dirilmezler. Ruhların tekrar eskicesetlerini bulup bir yerde toplanmaları, hesaba çekilerek hesaplarının mükâfat veya azap görmeleri de imkânsızdır. Bunların buhata ve inkârları, kendi nefislerini bilmemelerinden ve cehaletle-rindendir. Çünkü onlar, ruhu hayvani ruhtan ibaret sandılar. Halbuki gerçek ruh, İnsanî ruhtur. İrfan yeri, Allah’ın muhatabı vebaki olan bu ruhtur. Bu ruhun bedenden ayrılışına ölüm diyoruz.İşte yarnlan bu ikinci grup, bu insani ruhu idrak edememişlerdir.3 — Ahlâkın düzelebileceğine ,iyi ahlâkın kazanılabileceğineinanmayanlar: Bunlar şöyle diyorlar: Şeriat bize kalbimizi öfkeden,şehvetten, riyadan »kirlikten temizlenmemizi emrediyor. Halbukibu mümkün değildir. Çünkü nefsimiz, bu sıfatlarla yoğrularak yaratılmıştır. İnsanın karakterini değiştirmek imkânsızdır. Nasıl si yah derili bir inşam beyaz derili insan yapmak mümkün değilse,bunun gibi nefsimizi de aslı olan karakterinden sıyırıp temizlemekmümkün değildir. Bunlar şeriatın, insandaki bu sıfatların nefsimizden tamamen çıkarılmasını değil, onları akıl ve iradenin kontrolü
602
MARİFETNAME
altına alınmasını emrettiğini bilmezler. Bunun kolay ve mümkünolduğu tecrübeyle sabittir. Nitekim Peygamberimiz (S.A.V.) degençliğinde beşeri sıfatları galipken Nübüvvetten sonra hepsini yendiğini hadis-i şeriflerinde bildirmişlerdir. Hak Teâlâ da Kur’an’ı. Kerim'de, kin, öfke, hased ve şehveti, akıl ve iradelerinin kuvvetiyle yenenleri öğmüştür.
*■■■’•
i4 — Nefislerine mağrur olup kendilerini dâhi ve olgun bilenler: Onlar diyorlar ki: Biz, bu seviyeye geldiğimize göre, haram sa yılan şeylerden bize bir zarar gelmez. Bu halle gönlümüz bir der yaya benzer. Nasıl denizi, pislikler kirletemiyorsa, kalbimizi de hiçbir haram kirletemez. Bunlar, deniz gibi olmanın bir durgunluk olduğuna, hiç bir rüzgârla kımıldamadığına ve böylece kendilerininde hiç bir şeyden kederlenmediklerine inanırlar. Halbuki, bir kimse onlarla konuşurken gereken hürmeti kendilerine göstermezseveya onlarla alay edip şaka yapsa yahut onurlarma dokunur birsöz söylese, ona aylarca, senelerce düşmanlık yapmaktan ve ellerinden gelen zararı vermekten çekinmezler. Bir kimse onların elinden mal ve paralarını alacak olsa, dünya başlarına dar gelir, gözleri kararır, kederlerinden akıllan dağılır. Çünkü onlar, öfke ve şehvetin kölesidirler. Kibir ve gururlarıyla böbürlenirle. Ne olgunlaşmış, ne de insaniyette kemale ermişlerdir. Bu yönden eksiklik içindedirler. Bunlar, bilgisizlik, gaflet ve gurur içinde olduklarındanbu yanlış, mantık fikirleri benimsemişlerdir. Halbuki Peygamberler ve veliler bir hatâ işlediklerinde hemen ağlar, tövbe ederler.5 — Cenab-ı Hakk’m merhametine, affına dayanarak O’nunkahredici, azap verici sıfatından emin olduklarına inananlar: Onlar şu görüşü ileri sürerler: «Allah, gafur ve kerimdir, rauf ve rahimdir. Kullarına, ana ve babalarından daha şefkatlidir. Bu sebepten ayıplarımızı örter, hata ve günahlarımızı bağışlar.»Bunlar, Cenab-ı Hakkın ayıpları, kusurları örten ve günahlanbağışlayan sıfatı yamnda kahredici ve azap verici sıfatım unutu yorlar. Sonra bunlar diyorlar ki: «Hak Teâlâ ibadetlerimizden müstağnidir. O’nun ibadetimize ihtiyacı olmadığı gibi, O’na bir faydasıda yok. Bizim isyanlarımızdan ve günah işlememizden de O’na hiçbir zarar gelmez. Gerçi ibadet faziletli ve yapana sevap getirici birameldir. Fakat Hak Teâlâ’ya madem ki faydası yok o halde yapılmasına ne gerek var.»Gerçekten bu gafillerin, bu mantıksız görüşü ileri sürenlerin
603