25 Aralık 2019

İNSANI TANIMA SANATI DÖRDÜNCÜ BÖLÜM









Kadın ve Erkek Cinsiyeti ArasındakiGerilim
Bütün bu olayların temelinde,uygarlığımızdaki birtakım yanlışlıklar yeralmaktadır. Uygarlık denilen şeye bir kez birönyargı musallat olmasın, dört bir yandaduyurur sesini. Böylece, kadının yetersizliğineilişkin önyargı ve buna bağlı olarak erkeğinkendini beğenmişliği, her iki cinsiyet arasındakiuyumu sürekli bozarak inanılmayacak birgerilimin doğmasına yol açar; ilgili gerilim,

özellikle sevgi ilişkilerine nüfuz ederek tümmutluluk olanaklarını aralıksız tehdit altındatutar, hatta çok kez yok eder. Tüm aşkyaşamımızı zehirleyerek kurutup bir yangınyerine çevirir. Uyumlu bir evliliğe alabildiğineseyrek rastlayışımızın nedeni de yine aynıgerilimdir; çocuklarımızın, evliliğin son dereceçetin ve tehlikeli bir iş sayılacağı görüşüylebüyümeleri yine aynı gerilimden kaynaklanır.Yukarıda belirttiğimiz önyargılar ve düşünceler,çocukların yaşamı gerçekten anlamalarını çoğukez engeller. Evliliğe salt bir imdat kapısıgözüyle bakan bunca kızı, evliliği kaçınılmaz birbaş belası sayan bunca kadın ve erkeğidüşünmek yeterlidir bunu anlamaya. Kadın veerkek arasında söz konusu gerilimin doğurduğugüçlükler, günümüzde öylesine boyutlaraulaşmıştır; bu güçlükler, kendilerine zorlabenimsetilmek istenen role karşı kızlarınçocukluktan beri gösterdiği yadsımanın şiddetive tüm mantıksızlığına karşın erkeklerdekiayrıcalıklı rol oynama hevesinin gücüyle doğruorantılıdır.

Kadınla erkek arasındaki uzlaşma ve dengeninkarakteristik özelliği
arkadaşlık 
’tır. Kadın veerkek arasındaki ilişkide karşı tarafı boyundurukaltına almak, tıpkı ulusların yaşamındaki gibikatlanılmaz nitelik taşır. Böyle bir girişiminin ikitaraf için doğuracağı tatsız durumlar öylesineçoktur ki, aslında herkesin bu konu üzerindedikkatle durması gerekir. Sorun, tüm bireylerinyaşamını ilgilendirecek boyuttadır. Beri yandan,alabildiğine karmaşık bir yapı gösterir; nedenide, çocuğun yaşamda izleyeceği tutumu, karşıcinsin tutumuyla zıtlık oluşturacak şekildebelirlemeye zorlanmasıdır. Serinkanlı bir eğitimebaşvurularak, baş gösterecek güçlüklerinüstesinden gelinebilir kuşkusuz. Ne var ki,günümüzün telaş ve tedirginliği, değerigerçekten deneyimlerle kanıtlanmış eğitimilkelerinin elde bulunmayışı, ama hepsinden çoktüm yaşamımızı avucunda tutan rekabet savaşıevlerde yavrularımızın odalarına kadarsokulmakta, gelecekte izleyecekleri temeldoğrultuları onlara benimsetmektedir. Bazıinsanların gözünü yıldırarak onları başkalarıyla

aşk ilişkileri kurmaktan alıkoyan engellerbulunuyorsa, bunun nedeni ister hileli yoldan,ister “bir fatih gibi davranarak” erkekliğinigöstermenin erkek için bir yükümlülükdurumuna getirilmesidir. Böyle bir yükümlülükde sevgideki doğallık ve güvenlik özelliğini yoketmektedir.
 Don Juan
, yeterince erkeklikduygusuyla donatıldığına inanmayan, süreklifethettiği yeni kalplerle bunu kendi kendisinekanıtlamak isteyen biridir kuşkusuz. Erkek vekadın arasındaki güvensizlik havası her türlümahremiyet ve içtenliği boğup atar, bununsonucunda tüm insanlık acı çeker, bundan zarargörür. Aşırı erkeklik ideali, karşı tarafayöneltilen sürekli bir istek, bir kışkırtma, bitiptükenmez bir huzursuzluk kaynağı oluşturur;kendini beğenmişlik, daha çok şeye sahip olmave hayatta ayrıcalıklı bir yeri ele geçirme gibisonuçlardan başka bir şey doğurmaz; öylesonuçlar ki toplu yaşamanın doğal koşullarınaaykırı düşer hepsi de. Kanımızca, feminizminşimdiye kadar amaçladığı özgürlük ve eşitliğekarşı çıkmak için bir neden yoktur; tersine,

bunların enerjik biçimde desteklenmesi gerekir;çünkü tüm insanlığın mutluluğu ve yaşamkıvancı, kadının kadınlık rolüyle uzlaşmasınısağlayacak koşulların yaratılmasına, ayrıcaerkeğin, kadınla arasındaki ilişki sorununuçözümleyecek güce kavuşmasına bağlıdır.
Durumu Düzeltme Girişimleri
Kadınla erkek arasında daha sağlıklı birilişkinin kurulmasına yönelik çabalardan enönemlilerinden biri olarak, öğretimkurumlarındaki
karma eğitimi
 gösterebiliriz.Ancak böyle bir eğitimin tartışma götürmez birnitelik taşıdığı söylenemez; karşısında yeralanlar bulunduğu gibi, savunucuları da vardır.Bu sonuncuların, karma eğitimin temelüstünlüğü olarak ileri sürdüğü şey, erkek vekızların böylelikle vakit geç olmadan birbirini

tanıma fırsatına kavuşacağı, dolayısıyla birtakımyanlış önyargıların doğacak zararlı sonuçlara yeraçılmasının en iyi şekilde önlenebileceğidir.Karma eğitime cephe alanların bu tutumları içinöne sürdüğü nedene göre, erkekler ve kızlararasında okula başlama döneminde zatenalabildiğine güçlü olan karşıtlık, karma eğitimdedaha da geniş boyutlara ulaşacak, çünküerkekler kızlar karşısında bir ürkekliğekapılacaklardır. Böyle bir ürkekliğin nedeni de,ilgili dönemde kızların ruhsal gelişimininerkeklerinkinden daha hızlı bir seyir izlemesidir;dolayısıyla, ayrıcalıklarının yükünü omuzlarındataşıması ve kızlardan daha beceriklisayılacaklarının kanıtlarını sergilemesi istenenerkeklerde, ansızın ayrıcalıklarının, gerçekkarşısında sönüp giden bir sabun köpüğündenfarksız sayılacağı düşüncesi uyanacaktır. Bazıaraştırmacıların sözde saptadığına göre, karmaeğitimde erkekler kızlar karşısında çekingendavranarak özsaygılarını yitirmektedir.Söz konusu görüş ve nedenlerin kuşkusuzdoğru bir yanı yok değildir. Ne var ki, ilgili

nedenler ancak karma eğitimin altın madalyayıkazanmak için kızlarla erkekler arasında birrekabet savaşı gibi anlaşılması durumundageçerlilik taşıyacaktır. Öğretmenlerle öğrencilertarafından böyle bir gözle bakılacak karmaeğitimin zararlı nitelikler taşıyacağıkuşkusuzdur. Karma eğitime daha sağlıklı biryoldan yaklaşan, onu kız ve erkeklerin gelecekteortak ödevler üzerinde sürdüreceği ortakçalışmalar için bir alıştırma ve hazırlık olarakgörerek, böyle bir yaklaşımı mesleki uğraşlarınatemel yapan öğretmenler çıkmadıkça, karmaeğitim denemeleri her zaman başarısız kalmayamahkûmdur. Karma eğitimin karşısında yeralanların ise söz konusu başarısızlıkları, kendigörüşlerinin doğruluğuna kanıt sayacaklarıkuşkusuzdur.Bu konuda ayrıntılara girmek, bir sanatçınınyaratıcı gücünü gerektirecektir. Biz, yalnızca ananoktalara değinmekle yetineceğiz. Daha öncesözünü ettiğimiz tiplerle arada kimi ilişkilerbulunduğunu söyleyebiliriz; yetersiz organlarladünyaya gelen çocuklardan söz ederken

değindiğimiz durumların burada da karşımızaçıktığı görülecektir. Büyüme çağında olan birkız da çoğu kez yetersiz biriymiş gibi davranır;dolayısıyla, aşağılık duygusunun dengelenmesikonusunda söylediklerimizi bu kızlar için detekrarlayabiliriz. Arada bir ayrım varsa, bir kızınböyle bir yetersizlik inancına dış etkenlerinbaskısıyla varabileceğidir. Dış etkenler kızları okadar güçlü şekilde böyle bir yola iter ki, aklıbaşında araştırmacılar bile bazen kızlarınyetersizliği önyargısına kapılmaktan kendilerinialamazlar. Bu önyargının genel sonucu da,gerek kızların, gerek erkeklerin sonunda
 prestijolitikası
’nın girdabına sürüklenmesi vehakkından gelemeyecekleri bir rolü üstlenmeyekalkmasıdır ki, böyle bir rol masum yaşamıçapraşık bir duruma sokar, karşılıklı ilişkilerdekidoğallığı silip atar; iki tarafı da önyargılarlabesleyip her türlü mutluluk şansını yok eder.


8. KARDEŞLER 
B
ir insan üzerinde yargıya varırken onuniçinde yetiştiği ortamı tanımanın önemini dahaönce sık sık belirtmiştik. Bir çocuğun kardeşlerarasında işgal ettiği yer de, kendine özgü böylebir ortamdır. Bu açıdan bakarak insanları belirlikategorilere ayırabilir, yeterince deneyimsahibiysek, bir kimsenin kardeşlerden enbüyüğü mü, yoksa ailenin tek çocuğu mu ya daçocuklardan en küçüğü mü olduğunukestirebiliriz.Öyle anlaşılıyor ki, en küçük çocuğunkendine özgü bir tip oluşturduğunu insanlar çokeskiden beri bilmektedir. Pek çok masal vesöylence, Tevrat ve İncil’de anlatılan pek çokkıssa böyle olduğunu gösteriyor. Bunların

tümünde de en küçük çocuk hep aynı şekildesahnede boy gösterir, hep aynı şekildetanımlanır. Gerçekten de en küçük kardeş öbürkardeşlerin hepsinden düpedüz değişik birortamda büyür. Anne ve baba için ötekilerdenayrı bir çocuktur. Hepsinin en küçüğüolduğundan özel bir ilgi ve bakım görür.Kardeşlerin en küçüğü olduğu için aynızamanda cüsse bakımından en ufaklarıdır; ötekikardeşler bağımsız bir yaşa ulaştıkları,büyüyecekleri kadar büyüyüp erişkin insanlardurumuna geldikleri bir sırada, o anne vebabasının yardımını çok gereksindiği bir dönemiyaşar. Dolayısıyla, çoğunlukla öteki kardeşlerinhepsinden daha sıcak bir atmosfer içinde büyür.Bu durum bir dizi karakter özelliğiyle donatırkendisini; söz konusu özellikler yaşamkarşısındaki tutumunu özel bir biçimdeetkileyerek, kendine özgü bir kişiliğekavuşmasını sağlar. Ayrıca buna gelip eklenenbir durum daha vardır ki, görünürde bir çelişkiizlenimi uyandırır. Kendisine bir şey emanetedilemeyen, elinden bir iş geleceğine hiç ihtimal

verilmeyen en küçük kardeş rolünü hepoynamak, bir çocuk için asla imrenilecek bir şeydeğildir, onu öylesine kamçılayıp uyarır ki,elinden neler gelebileceğini çevresindekileregöstermeyi dener. İçindeki güçlülük arzusu dahageniş boyutlar kazanır. Böylece çoğu zaman,kendisi için en elverişli konumu elegeçirmedikçe rahat etmeyen biri olup çıkar,ruhunda herkesi geride bırakmak gibi bir eğilimigeliştirir.Yaşamda pek sık rastladığımız tiplerdir bunlar.En küçük kardeşlerden bir grup vardır ki,kendilerinden büyük kardeşlerinin önüne geçer,kardeşlerinin tümünden daha çok başarısağlarlar. O kadar parlak sayılamayacak birbaşka grupsa, içlerinde aynı eğilimi taşımasınakarşın, tam bir aktiflik ve özgüvendenyoksundur, ki bu durum da yine büyükkardeşlerle aradaki ilişkiden kaynaklanabilir.Son gruptakiler kardeşlerini aşamadıklarınıgörünce, kendilerini bekleyen işlerdenyılgınlıkla kaçar, ödlek ve dokunsan ağlayacakkimselere dönüşür, üzerlerine düşen ödevlerden

yakalarını sıyırmak için hep bir bahane arayıpdururlar. Birinci gruptakilerden daha az hırslısayılacakları söylenemez; ama hırsları öyledir ki,ödevlerine yan çizmeye iter onları, yaşamınödevlerinden uzakta kalarak açgözlülüklerinedoyum sağlamaya ve becerilerini kanıtlamatehlikesiyle yüz yüze gelmekten kaçınmayazorlar.En küçük kardeşin haksızlığa uğramış veiçinde bir yetersizlik duygusu taşıyormuş gibidavrandığı, bazılarımızın dikkatini çekmiştirkuşkusuz. Kendi incelemelerimizde söz konusuduyguyu en küçük kardeşlerde her zamansaptamış, ruhsal gelişimlerindeki büyük atılımıniçlerindeki tatsız ve tedirgin edici duygudankaynaklandığını belirtmiştik. Dolayısıyla, enküçük evladın güçsüz organlarla dünyayagelmiş bir çocuktan hiç farkı yoktur. Güçsüzorganların varlığı ille şart değildir; önemli olan,bir şeyin nesnel varlığı, bir kimsede gerçek birorgan yetersizliğinin varlığı değil, kişinin bukonuda içinde yaşattığı duygudur. Ayrıca,bildiğimiz bir şey varsa, çocuklukta bir hata

işlemenin son derece kolay oluşudur. Bu konudakendimizi yığınla soru karşısında bulur, bir hayliolanağın, çıkarılması gereken bir yığın sonucunbizi beklediğini görürüz. Eğitim ödevini üstlenenkişi nasıl davranmalıdır? Örneğin böyle birçocuğun kendini beğenmişliğini kamçılamaktanvazgeçmeyerek, onu izlediği yolda daha çokuyarıp teşvik mi etmelidir? Bir çocuğun hepbirinci olmasını istemek, çocuğa pek fazla şeykazandırmaz; ayrıca, deneyimler de birinciolmanın hayatta başta gelen bir önemtaşımadığını göstermektedir. En iyisi, bu konudabiraz abartıya kaçarak şöyle diyebiliriz:Birinciler bize gerekli değildir. Doğrusubirincilerle karşılaşmak gönlümüzü bulandırır.Tarihe bir göz atar, deneyimlerimizi gözdengeçirirsek, birincilik çabasının bize mutlulukgetirmeyeceğini söylemeden duramayız.Birincilik ilkesi çocuğu tek yanlı yapar, herşeyden önce toplumun iyi bir bireyi olmaktanalıkoyar onu; çünkü böyle bir ilkeyi temel alaneğitimin doğuracağı başlıca sonuç, çocuğunyalnız kendini düşünmesi, başkalarının onun

önüne geçip geçemeyeceğini sürekli meraketmesidir. Çocukta kıskançlık ve kin duygularıuyanacak, ayrıca birinciliği hep elde tutamamakorkusu gelip buna eklenecektir. En küçükkardeş, durumu dolayısıyla zaten daha baştasürat koşucusu olmak ve herkesi geride bırakıpöne geçmek eğilimini taşır; bu eğilim bütündavranışlarında ele verir kendini, ruhsalyaşamındaki tüm ilişkiler örgüsü bilinmediğisürece çoğunlukla dikkati çekmeyen küçükayrıntılar biçiminde kendini açığa vurur.Örneğin böyleleri hep bir grubun başında gider,önlerine birinin gelip dikilmesine katlanamazlar.Sürat koşuculuğu, en küçük kardeşlerden büyükçoğunluğunun belirleyici bir özelliğidir.Bazen yozlaşmış olarak karşımıza çıkan bu enküçük kardeş tipinin pek saf örneklerini de yineyaşamda bulabiliriz. Aralarında çoğunluklaenerjik kimselere rastlanır; izledikleri yolda odenli ileri gitmişlerdir ki, bütün bir aileninkurtarıcısı durumuna gelmişlerdir. Gerileredoğru bir göz atar ve Tevrat’taki Yusuf kıssasınıgözden geçirirsek, burada en küçük kardeş

tipinin özelliklerinin olağanüstü bir ustalıklaanlatıldığına tanık oluruz. Her şey öylesineplanlı ve açık seçik dile getirilmiştir ki, sankikıssayı yazanlar bugün bizim güçbela elegeçirmeye çalıştığımız bilgilere daha o zamanlarsahiptir. Kuşkusuz yüzyıllar içinde bu konudadeğerli bir sürü malzeme kaybolup gitmiştir.Şimdi bunların yavaş yavaş yeniden elegeçirilmeleri gerekmektedir.En küçük kardeşler arasında bir başka tip de,daha önce sözünü ettiğimiz birinci tipten gelişipçıkmıştır. Birinci tipteki sürat koşucusununansızın bir engele çarptığını, engeliaşamayacağından korkarak yönünü değiştiripdolambaçlı bir yol izlediğini düşünelim.Cesaretini kaybeden böyle bir küçük kardeş aklagelebilecek en ödlek kişilerden biri olup çıkar.Hep geriye doğru yönelir böyleleri. Hangi işolursa gözünde büyütür, her iş için bir bahanebulur, hiçbir işe girişme yürekliliğinigösteremez, tembellik ve uyuşuklukla zamanınıöldürür. Hayatta çoğunlukla hiçbir başarı eldeedemez, daha baştan her türlü rekabeti kapı

dışarı eden bir alanı güçbela ele geçirip buradayaşamını sürdürür. Başarısızlıkları için türlünedenler gösterir; pek güçsüz bir çocuk olduğu,ailesince ihmal edildiği ya da şımartıldığı,kardeşleri tarafından çelmelenip ilerlemesinefırsat verilmediği vb. bunlar arasındadır.Gerçekten organsal bir yetersizlikledonatılmışlarsa, böylelerinin alınyazısı daha daberbat bir niteliğe bürünür.Her iki tipten de çoğunlukla kötü insanlarçıkar. Kuşkusuz ilk tiptekiler, rekabet önemtaşıdığı sürece ikinci tiptekilerden daha iyikonumdadır, başkalarının sırtında dengedetutabilirler kendilerini. Oysa ikinci tiptekiler,yetersizliklerinin ezici duygusu ve yaşamlauyuşmazlıkları nedeniyle ömür boyu kahrolupdururlar.Kardeşlerden
en büyüğü
 de karakteristikbirtakım özellikler gösterir. Her şeyden önceruhsal gelişim açısından mükemmel bir konumuelde bulundurmak gibi bir avantaja sahiptir.Tarihten bildiğimize göre, öbür kardeşlerdendaha elverişli koşullarda yaşamıştır hep. Bazı

kavimlerde ve halkın bazı kesimlerinde enbüyük kardeşin bu ayrıcalıklı yeri gelenekselnitelik kazanarak varlığını koruyagelmiştir.Örneğin köylüler arasında en büyük oğul, dahaçocukluktan başlayarak ileride kendisini nasıl birgeleceğin beklediğini bilir, günün birindeçiftliğin kendisine kalacağının farkındadır;dolayısıyla, zamanı gelince baba evini terketmeleri gerekeceği duygusu içinde büyüyenöteki kardeşlerden çok daha iyi bir konumuelinde bulundurduğu kaçmaz gözünden.Köylüler dışında başka birçok ailede de yine enbüyük oğulun ileride evin efendisi olacağıdüşünülür ve hesaplanır. Böyle bir geleneğinpek önemsenmediği ailelerde, örneğin küçükburjuva ve emekçi çevrelerinde de en büyükoğul hiç değilse öteki kardeşlerden çok dahagüçlü ve akıllı gözüyle bakılan biridir; aileiçinde babanın yardımcısıdır, öbür kardeşlerininbaşında bulunarak onlara göz kulak olur,denetler onları. Böylece çevrenin tüm güveninibütün ağırlığıyla sürekli omuzlarında taşımanınböyle bir ağabey için ne anlama geleceğini

düşünebiliriz. Bunun sonucu olarak öyle bir ruhdurumu içinde yaşayacaktır ki, söz konusu ruhdurumu yaklaşık şu düşüncelerle açığavuracaktır kendini: Sen, öbür kardeşlerindendaha güçlü ve daha büyüksün; dolayısıyla,hepsinden daha akıllı olman gerekiyor.Böyle bir doğrultu izleyen bir gelişiminseyrinde hiçbir aksamayla karşılaşılmadı mı, enbüyük oğul öyle özellikler edinir ki, bunlarkendisini düzenin koruyucusu bir kişininkarakteriyle donatır. Böylelerinin gözünde güçdenilen şey alabildiğine büyük önem taşır; gerekellerindeki gücü, gerek güç kavramınıkendilerine özgü yüksek bir değerlendirmeyekonu yaparlar. Bu gibi kimselerin genellikletutucu bir karakter özelliği taşıdıkları da gözdenkaçacak gibi değildir.İkinci doğan çocuklarda da yine bir güçlülükve üstünlük eğilimine rastlanır ve bu eğilim ayrıbir nüansla açığa vurur kendini. İkinci doğançocuklar herkesten öne geçmek için harıl harılçalışır, yaşamlarını biçimlendiren yarış havasınıdavranışlarında da sergiler, önlerinde birinin

bulunup üstünlük taslamasını güçlü bir uyarıgibi hissederler. Güçlerini geliştiripkendilerinden büyük kardeşleriyle yarışagirişecek gibi bir durumla karşılaştılar mı,normal olarak hızla ileriye atılırlar; ellerindebulundurdukları güçle kendilerini görece sağlamdurumda sanan ağabey ve ablaları bir de bakarki, küçük kardeşleri onları geride bırakmaklatehdit etmektedir.Yakup ve İşaya kıssası bunun için güzel birörnektir. Söz konusu kişiler durup dinlenmekbilmez, gerçeklerden çok gösterişi hedef alankarşı durulamayacak bir çaba harcarlar. Öyleolur ki, sonunda ya amaca erişilerek ağabeyaşılır ya da savaş başarısızlıkla biter ve geriyeçekilme başlar ve ikinci doğan kardeş soluğu birsinir bozukluğunda alır. Ruhundaki haksızlığauğramışlık duygusuyla ikinci doğan kardeşindurumu, mal mülkten yoksun sınıfların varlıklısınıflara karşı duyduğu kıskançlığabenzetilebilir. Bazen ulaşmak istedikleri amacıçok yüksekte saptar, dolayısıyla ömür boyubunun acısını çeker, yaşamsal gerçekleri bir

düşünce, bir hayal ve değersiz bir gösterişuğruna ihmal ettiklerinden iç uyumlarınıyitirirler.
Tek çocuğun
 da yine kendine özgü birdurumu vardır. Çevresinin eğitsel saldırılarınakarşı bir boy hedefi oluşturur. Anne ve baba içinbir seçim olanağı yoktur adeta, bütün eğitselcoşkularıyla tek çocuklarının üzerine çullanır.Çocuk giderek bağımsızlığını yitirir, izleyeceğiyolu bir başkasının kendisine göstermesinibekler hep, çevresinden sürekli destek arar. Elüstünde tutulup şımartılır çok kez, herhangi birgüçlükle karşılaşmayı beklememeye alışır;çünkü ne zaman bir güçlük baş gösterse hemenyolundan temizlenmiştir. Dikkat ve ilgi herzaman üzerinde toplandığından kendini bir şeysanması, böyle bir duyguya kapılması iştendeğildir. Güç bir konumda bulunur, dolayısıylahatalı tutumlar sergilemesi adeta kaçınılmazdır.İlgili durumların önemini ve ne gibi sakıncalarısinesinde barındırdığını bilen anne ve baba, bazıtehlikeleri kuşkusuz önleyebilir. Ama yine de işçetinliğini korur her zaman. Çoğu zaman anne

ve babaların kendileri, hayatı pek çetin bulan,son derece sakıngan kimselerdir, alabildiğinebüyük bir dikkat ve ihtiyatla çocuklarınıeğitmeye çalışırlar. Böyle bir davranışı ise,çocuk daha büyük bir baskı gibi hisseder.Esenliği bakımından anne ve babasının duyduğusürekli kaygı, dünyayı kafasında düşman birnesne gibi tasarlamaya iter çocuğu, kendisi içinbir uyarı oluşturur. Böylece çocuk, ileridekarşılaşacağı güçlüklerle ilgili bitip tükenmeyenbir korku içinde büyür, gelecek hesabına hiçbiregzersizi, hiçbir hazırlığı yoktur, çünküevdekiler ona hep yaşamın tatlı tarafınıgösterirler. Kendi başına hangi işe el atayım desegüçlüklerle karşılaşır, yaşamda işe yaramazduruma gelir. Batağa saplanıp kalır kolaycacık.Bazen bir asalak gibi yaşar, başkalarının çalışıpkazandığını yer.Aynı ya da değişik cinsiyetten birden çokkardeşin rekabet durumunda yaşadığı çeşitlikombinasyonlar düşünülebilir. Dolayısıyla, tekbir vaka üzerinde bir yargıya varmak enikonugüçtür. Birden çok kız arasında tek erkek

çocuğu özellikle zor durumdadır. Böyle birailede kızların sözü geçer, erkek çocuğu çoğuzaman hayli geri plana itilir, hele kardeşlerdenen küçüğüyse rahatlıkla böyle bir durum sözkonusudur; çok geçmeden, dışa kapalı bir safoluşturan ablalarının karşısında bulur kendini.Ruhundaki saygınlık içgüdüsü büyük engellereçarpar. Dört bir yandan uğrayacağı saldırılarkarşısında, geri kalmış uygarlığımızın erkekleretanıdığı ayrıcalıkların bilincine pek varamaz,bocalayıp duraksar. Ürkeklik ve yılgınlığı odereceyi bulabilir ki, bazen erkeksiliğekadınsılıktan güçsüz bir gözle bakar. Morali veözgüveni kolaylıkla sallantılı bir durum alır;bazen bu durum öylesine büyük bir dürtü rolünüoynar ki, yapacağı olağanüstü atılımla büyükişler becerir. Her iki durum da aynı nedendenkaynaklanır. Böylesi çocukların nerede soluğualacağı, kuşkusuz çevrelerindeki koşullarabağlıdır. Ama ortak bir özellik hiçbir zamantümüyle eksik değildir bu çocuklarda.Çocuğun doğarken yanında getirdiği tümyeteneklerin, içinde yaşadığı koşullar tarafından

nasıl biçimlendirilip renklendirildiğinigörmekteyiz. Böylece, özellikle eğitim açısındanalabildiğine sakıncalı
kalıtım öğretisi
 tahtındanalaşağı edilmiş olmaktadır. Ancak, kalıtsaletkilerin saptanabildiği kimi durumlarla dakuşkusuz karşılaşılmaktadır. Örneğin anne vebabasıyla her türlü ilişkinin dışında büyüyen birçocuk, anne ve babasındakilere benzeyen ya daonlardakinin aynı kimi özelliklergösterebilmektedir. Bu, bizi yadırgatır ilkin. Nevar ki, güçsüz bir vücut yapısıyla dünyaya gelenbir çocuğun gelişiminde kimi kusurlararastlanmasının doğallığı düşünülürse, içimizdekiyadırgama kaybolur, durumu daha iyi anlarız;organlarının çevreden kaynaklananzorunlulukları göğüsleyecek güçten yoksunluğu,belki aynı şekilde zayıf organlarla dünyayagelmiş baba gibi çocukta da bir gerilimindoğmasına yol açacaktır. Duruma bu açıdanbakınca, karakter özelliklerinin kalıtsallığıöğretisinin pek sağlam temellere dayandığısöylenemez.Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı üzere,

gelişimi sırasında çocuğun attığı hatalı adımlarınen tehlikelisi, başkalarından üstün olmayaçalışması ve kendisine birtakım avantajlarsağlayacak güçlü biri konumunu ele geçirmekistemesidir. Uygarlığımızda pek deyadırganmayan böyle bir eğilim bir kez insanınruhuna yerleşti mi, çaresiz izlenecek gelişimyolu artık belirlenmiş sayılır. Bunun önünegeçilmek istenmesi durumunda, karşılaşılacakgüçlükleri iyice bilmek ve anlamak gerekir. İlgilikonuda tüm güçlüklerle başa çıkabilmemizisağlayacak tutarlı bir yöntem varsa, çocuktatoplumsallık duygusunun geliştirilmesidir. Böylebir şey başarılsın yeter ki, bütün güçlüklerönemini yitirir. Ne var ki, toplumsallıkduygusunu geliştirebilme fırsatı zamanımızdahayli seyrek ele geçirilebilmekte, dolayısıyla sözkonusu güçlükler önem ve ciddiyetinikorumaktadır. Bir kez bunu böyle bildik mi,hayatta salt varlıklarını sürdürebilmek içinboğuşan ve yaşamın kolay üstesindengelemeyen insanlara rastlamamız bizi şaşırtmazartık. Böyle kişilerin yanlış bir gelişimin kurbanı

olduğunu, gelişimleri sağlıklı nitelik taşımadığıiçin yaşam karşısında da kusursuz bir tutumtakınamadıklarını biliriz. Dolayısıyla, bir kimseüzerinde bir yargıya varırken çok dikkatlidavranmalı, özellikle ahlaki (bir insanın ahlakaçısından değeri konusunda) yargılardabulunmaya yanaşmamalıyız. Bundan böyle,edindiğimiz bilgilerden yararlanarak insana birbaşka yoldan yaklaşmamız gerekmektedir;çünkü insanın iç dünyasını artık eskisinden dahaiyi tanıyacak durumdayız. Ayrıca, elegeçirdiğimiz bilgiler eğitim konusunda da bizimiçin önemli bakış açıları sağlar, hata kaynaklarınıbilip tanımamız kişiyi etkileme bakımından birhayli olanakla donatır bizi. İnsanı kendi gelişimsüreci içinde değerlendirerek ele geçireceğimiztabloda onun yalnız geçmişini değil, kısmengelecekteki yaşamını da görebiliriz. Bu da elealdığımız insana gerçekten bir dirimsellikkazandırır. İnsan bizim için salt bir siluetolmaktan çıkar, kendisi hakkında,uygarlığımızda çoğunlukla rastlanmayan değişikbir yargıya varabilmenin yolunu ele geçiririz.

II. BÖLÜM: KARAKTERBİLGİSİ

9. GENEL BİLGİKarakterin Yapısı ve Oluşumu
B
ir karakter özelliği denilince, yaşamınkarşısına çıkardığı ödevlerin üstesinden gelmeyeçalışan bir insanda belirli bir ruhsal dışavurumunön plana çıkması anlaşılır. Buna göre “karakter”,
toplumsal bir kavramdır
. Bir karakterözelliğinden söz açılabilmesi için, insanınçevreyle ilişkisinin göz önünde tutulmasıgerekir. Örneğin Robinson’un nasıl bir karaktersahibi olduğu hiç önem taşımaz. Takınılanruhsal bir tutumdur karakter, bir insanın çevrekarşısında aldığı tavırdır, saygınlık eğiliminintoplumsallık duygusuyla bağlantılı olarakamacına ulaşmak için izlediği temel doğrultudur.

İnsanın bütün davranışının bir amaç tarafındanbelirlendiğine ve bu amacın da başkalarındanüstün ve güçlü olma, başkalarına söz geçirmekılığında kendini açığa vurduğuna daha öncedeğinmiştik. Söz konusu amaç insanın dünyagörüşünü, hal ve gidişini, yaşam modelinietkiler, duygu ve düşüncelerinin dışavurumundayararlandığı davranışları yönetir. Buna göre,karakter özellikleri, insanın devinim çizgisininsalt dış belirtileridir. Söz konusu belirtiler, birkimsenin çevresi, soydaşları, kısaca toplum veyaşamın sorunları karşısında nasıl bir tutumtakındığını bize gösterir. Kişiyi saygınlığaulaştıracak
araçlar
’dır karakter özellikleri, hepsibir araya gelerek bir yaşam yöntemi oluşturanbecerilerdir.Karakter özellikleri çoklarının sandığı gibidoğumsal nitelik taşımaz, doğa tarafındanbağışlanmaz insana; bir temel doğrultuyabenzer, bir model gibi insan varlığına yuvalanırve onun fazla düşünmeye gerek kalmadan herdurumda tutarlı bir kişi gibi davranabilmesinisağlar. Doğumsal güçlere ya da temellere

dayanmayan bu özellikler, birey tarafındanerken bir dönemde olmakla birlikte belirli biryaşam biçimine bağlı kalabilmek için
sonradanedinilir
. Dolayısıyla, hiçbir çocuk doğuştantembel değildir; bir çocuk tembelse, tembelliğeyaşamı kolaylaştıracak, saygınlığını eldençıkarmak zorunda bırakmayacak uygun bir araçgözüyle baktığı için tembeldir. Çünkü insan,tembellik doğrultusu üzerinde devinmesinekarşın, güçlü bir konumu bir bakıma eldebulundurabilir. Doğuştan kendisinde var olan birkusur gibi gösterebilir tembelliği, böylece içdeğerini her türlü saldırıdan korur. Durumaböyle bir açıdan bakarak örneğin şöyle birsonuca varır: “Bu kusur bende olmasaydı,yeteneklerim parlak bir şekilde gelişmeolanağına kavuşurdu; ama ne yazık ki, böyle birkusurla doğmuşum.” Önüne geçilmez birgüçlülük eğilim ve çabası sonucu çevresiylesürekli çatışma durumunda yaşayan bir başkasıise, kendisinde böyle bir savaşım için zorunlugördüğü hırs, kıskançlık, güvensizlik gibiözellikleri geliştirir. Biz sanırız ki, söz konusu

özellikler insanın kişiliğiyle kaynaşmıştır; oysayakından baktığımızda bunların söz konusukişinin salt devinim doğrultusu için gerekliliktaşıdığını, dolayısıyla o kişi tarafından sonradanedinilmiş özellikler sayılacağını görürüz. Hepside “birincil” değil, “ikincil” etkenler olup,kişinin gizli amacı tarafından ele geçirilmiştir,dolayısıyla teleolojik [erekbilimsel] bir açıdanbakılması zorunludur. Daha öncekiaçıklamalarımızı anımsarsak, insanın yaşam vedavranış biçimiyle bir bakış açısınakavuşabilmesi için, ister istemez bir yaşamsalamacın saptanmış olması gerekir. Belirli biramacı gözümüze kestirmeden ne bir şeydüşünebilir, ne bir şey yapabiliriz. Böyle biramaç da henüz erken bir dönemde çocuğunruhunda karanlık bir siluet olarak açığa vururkendini, çocuğun tüm gelişiminin yönünübelirler. Her bireyin özel bir birim, başkalarındandeğişik kendine özgü bir kişilik oluşturmasınısağlayan yönetici ve yaratıcı güçtür amaç;insanın tüm devinim ve dışavurumları bir amaca,ortak bir noktaya yöneliktir; dolayısıyla, izlediği

yolun hangi noktasında bulunursa bulunsun birinsanı her zaman tanır, nasıl biri sayılacağınısöyleyebiliriz.Tüm ruhsal olaylarda, özellikle karakterözelliklerinin oluşumunda
kalıtım
’ın öneminidüpedüz yadsımamız gerekiyor. İlgili konudakalıtımın rol oynadığı görüşünü destekleyecekhiçbir ipucu yoktur. İnsan yaşamındaki bir olayıgeriye doğru izlersek, kuşkusuz ilk güne gelipdayanır, her şey insanda sanki doğuştanbulunuyormuş gibi bir izlenime kapılırız. Bütünbir ailede, ulusta ya da ırkta ortak karakterözelliklerine rastlamamızın nedeni, birininötekinde gördüğü özellikleri benimsemesi,kendinde başkalarındakine benzer özelliklergeliştirmesi, başkalarından kimi özellikleri alarakkendine mal etmesidir. Öyle gerçekler, ruhsalözellikler ve bedensel dışavurum biçimleri vardırki, yaşadığımız uygarlık ortamında büyüyüpyetişen insanları kendilerine öykünmeye ayartıcınitelik taşırlar. Örneğin bilme tutkusu bunlararasındadır; bazen bu tutku, bakma ve seyretmetutkusu kılığında açığa vurur kendini, görme

organlarında kimi kusurlar bulunan çocuklardabir karakter özelliği olarak meraka dönüşebilirama zorunlu olarak böyle bir karakter özelliğigelişecektir denemez. İzlediği temel doğrultuistedi mi, çocuk, bilme tutkusunun etkisiyle öylebir karakter özelliği geliştirir ki, bütün nesneleriinceler, söküp dağıtır ya da kırıp atar, bir kitapkurdu olup çıkar bazen. İşitme organları bozukkimselerin güvensizlik duygusunda da farklıdeğildir durum. Uygarlığımızda böylelerikendileri için söz konusu olabilecek tehlikelerialabildiğine duyarlılıkla algılamak zorundadır.Ayrıca kusurlu kişiler alay edilmek, sakat birkimse gözüyle bakılmak gibi tatsız davranışlarakonu edilir, bu da onlarda çevreye kuşkuylabakan bir karakterin gelişimini kamçılar. Birçokhaz ve kıvancı yaşayamadıklarından, ruhlarındadüşmanca duyguların uyanması doğaldır. Böylekimselerin doğuştan kuşkucu bir karaktere sahipoldukları görüşü, bir temelden yoksundur. Aynışey, suça yönelik karakter özelliklerinin insandadoğuştan bulunduğu varsayımı için desöylenebilir. Bir ailede birden çok suça yönelik

kişiye rastlanması, söz konusu varsayıma kanıtolarak gösterilir; oysa gerçekte gelenekler,yaşama bakış biçimi ve kötü örnekler elelevererek söz konusu sonucu doğurmakta,çocuklar hırsızlığa adeta bir yaşam olanağı gibibakmaya zorlanmaktadır.Aynı şey özellikle saygınlık eğilimi için deileri sürülebilir. Çocuğun yaşamda karşılaştığıgüçlükler, onun böyle bir eğilimden yoksunbüyümesine izin vermez. Söz konusu eğiliminkendini açığa vuruş biçimi değişebilir ve bueğilim, her insanda bir başka görünümkazanabilir. Çocukların karakter özellikleribakımından çoğunlukla anne ve babalarınabenzediği savına karşı şunu belirtelim ki,saygınlık peşinde koşan bir çocuğu, çevresindeyaşayıp aynı şekilde saygınlık peşinde koşan vebu saygınlığı elinde bulunduran kişiler kendisineçeker. Böylece her kuşak, atalarından bir şeyleröğrenir ve en kötü zamanlarda, güçlülükeğiliminin doğuracağı en büyük zorluklarda bileöğrendiklerine bağlı kalır, onlardan ayrılmaz.Üstünlük amacı, gizli bir amaçtır; toplumsallık

duygusunun engelleyici etkisinden ötürü ancakgizlilik içinde gelişir ve her zaman dostlukmaskesinin arkasına saklayabilir kendini. Ancakşunu belirtelim ki, insanlar birbirlerini daha iyitanıyabilse, üstünlük duygusu böyle eğrelti otugibi dal budak salıp büyüyemez. İnsanlargözlerinin daha iyi görebileceği bir aşamayagelse, herkes soydaşlarının karakterini daha açıkseçik saptayabilse, dost maskesi arkasınasaklananlara karşı kendisini daha iyi korumaklakalmayıp söz konusu kişilerin çalışmalarını dagüçleştirir, onların gizli saklı işini kârlı bir uğraşolmaktan çıkarır. Bu da güçlülük eğilim veçabasının maskesinin düşürülmesini olası kılar.Dolayısıyla, söz konusu durumları daha birderinliğine araştırıp, elde edilen bilgileri pratiktedeğerlendirme yoluna gitmek, zahmetedeğecektir. Çünkü insanı tanıma sanatının fazlabir geçmişi yoktur. Uygarlığın hayata doğrudürüst hazırlanılmayı geniş ölçüde güçleştirençapraşık koşullarında yaşıyoruz. İnsanlar,bakışlarında bir keskinlik sağlayacak en önemliaraçlardan yoksundur. Okula gelince, belirli bir

bilgi dağarcığını çocukların önüne çıkarmaktanve onların bu dağarcıktan güçlerinin yettiği yada canlarının çektiği bilgileri alıp midelerineindirmelerini sağlamaktan öteye gitmemiş,çocukların ilgilerini gereği gibi uyandırmayı birtürlü başaramamıştır. Hatta okulda okumak bilehalkın büyük bölümü için günümüzde birdilekten öteye geçmiyor. İnsanı tanıma sanatınıöğrenmenin en önemli koşuluna şimdiye kadargereken önemin verildiği pek söylenemez. Birinsan üzerinde yargıya varırken başvurulacakölçütleri bizler de sözü geçen okullarda edindik;bu okullarda nesneleri iyi ve kötü diyesınıflandırıp birbirinden ayırmasını öğrendikyalnız, öğrendiklerimizi denetimden geçirmeolanağı bulamadık. Dolayısıyla, hayatın içineayak atarken bu kusuru da yanımıza alıpgötürdük ve bütün bir ömür boyu bu kusurubizimle dolaştırıp durduk. İnsanlar, çocuklukyıllarının önyargılarına kutsal yasalarmış gibibüyüdükleri zaman da el atmaktan gerikalmazlar. Bu çapraşık uygarlık girdabına nasılsürüklendiğimizi bilmez, nesneleri gerçekten

tanımamıza son derece zararı dokunacak bakışaçıları edindiğimizin farkına varmayız; çünküher şeyi kişilik duygumuzun yüceltilmesiaçısından görür, gücümüzü arttırmamızısağlayacak bir tutum takınmaya çalışırız. Biziminceleme yöntemimizin ise, enikonu nesnel birnitelik taşıdığını söyleyebiliriz.
Karakter Gelişiminde ToplumsallıkDuygusunun Önemi
Karakterin inşasında güçlülük eğilim veçabasının yanı sıra ikinci bir etken olaraktoplumsallık duygusu alabildiğine büyük roloynar. Saygınlık eğilimi gibi, çocuğun ruhundailk duygu kıpırdanışlarının baş gösterdiği birdönemde çevreyle ilişki kurma eğilimi kılığındaaçığa vurur kendini. Toplumsallık duygusununoluşumunu hazırlayan koşulları bir başka yerde

görmüştük, şimdi bunlara yalnız kısacadeğineceğiz. Söz konusu duygu, her şeydenönce aşağılık duygusunun ve bu duygudankaynaklanan güçlülük çabasının sürekli etkisialtındadır. İnsan, aşağılık duygusunun her türüiçin olağanüstü bir duyarlılığa sahiptir. Gerçekteruhsal yaşam sürecinin başlamasının tek koşulu,bir aşağılık duygusunun ortaya çıkması, başgösterecek bir huzursuzluğun giderilmezorunluluğu, huzur ve neşe içinde yaşayabilmekiçin bir güvenliğe ve eksiksizliğe kavuşulmakistenmesidir. Aşağılık duygusunu iyi tanımak,çocuğa karşı izlenecek davranışta hangiönlemlere başvurulacağını gösterir; buönlemlerin de başında, hayatı çocuğa zehiretmemek, yaşamın olumsuz tarafınayönelmekten onu esirgemek, yani kendisinielden geldiğince yaşamın olumlu taraflarıyla yüzyüze getirmek çabası yer alır. Toplumsallıkduygusunun oluşumunda rol oynayan diğer birdizi etken vardır ki, ekonomik nitelik taşır veçocuğun aslında zorunlu sayılamayacak birtakımolumsuz koşullarda yetişmesine yol açar; büyük

değişiklikler, anlayışsızlık ve maddi sıkıntıçocuktan uzak tutulması gereken zararlıetkenlerdir. Bedensel kusurların da toplumsallıkduygusunun gelişimine önemli katkısı vardır,normal yaşam biçiminin böyle bir çocuk için biranlam içermemesi, varlığını sürdürebilmesi içinçocuğa birtakım ayrıcalıkların tanınması ve özelbirtakım önlemlere başvurulması gibi bir sonucayol açar. Saydıklarımızın tümünü yapabilsekbile, yine de bu çocukların yaşamayı çetin bir işgibi hissetmelerini önleyemeyiz; bu da,toplumsallık duygusunun ağır bir darbeyemesine yol açar.Belirli bir kişi üzerinde bir yargıyavarabilmemizin tek yolu, toplumsallıkduygusunu ölçüt alıp, o kişinin bütün tutumunu,düşüncesini ve davranışını buna görebelirlemektir. Duruma böyle bir perspektiftenbakma zorunluğunun nedeni, bireyin toplumsaltutumunun, yaşamsal ilişkileri kavrayacakderinlikte bir duygunun varlığını gerektirmesidir.Böyle bir duygu sayesinde, başkalarına nelerborçlu olduğumuzu bazen az ya da çok üstü

kapalı biçimde, bazen de açık seçik sezipanlayabiliriz. Yaşam çarkının ortasında yeralmamız ve toplu yaşamın mantığına uygundavranmak zorunda olmamız, insan üzerindeyargıya varırken elimizde bazı kesin ölçütlerinvarlığını gerektirir; bu konudabenimseyebileceğimiz tek ölçüt de toplumsallıkduygusunun gelişmişlik derecesidir. Ruhsalbakımdan toplumsallık duygusunabağımlılığımızı yadsımamız düşünülemez.Hiçbir insan gösterilemez ki, ciddi olarakkendisinde bir toplumsallık duygusu eksikliğiniileri sürebilsin. İnsanı, soydaşlarına karşıyükümlülüklerden kurtaracak hiçbir söz yoktur.Toplumsallık duygusu uyarıcı bir sesle insanasürekli hatırlatır kendini. Bu demek değildir ki,biz her zaman toplumsallık duygusunungösterdiği doğrultuda davranırız; ancak, sözkonusu duyguyu sınırlandırmak ya da kaldırıpbir kenara atmak, belli bir çabanın harcanmasınabakar. Ayrıca, toplumsallık duygusunun genelgeçerli niteliğinden ötürü hiç kimse şu ya da buşekilde söz konusu duyguya karşı kendini haklı

göstermeden herhangi bir davranışta bulunamaz.Yaşamda düşünülen ya da yapılan her şey için,en azından hafifletici nedenler bulup öne sürmeözelliği de buradan kaynaklanmaktadır. Böyleceyaşamanın, düşünmenin ve davranmanın özelbir biçimi doğup ortaya çıkar, yani insantoplumsallık duygusuyla hep bir ilişki içindebulunur, bulunduğuna inanır ya da başkalarıüzerinde hiç değilse böyle bir izlenimuyandırmaya çalışır. Kısacası, sözdetoplumsallık duygusu diye bir şeyin varolduğunu ve bundan bir örtü gibi yararlanılıpdiğer eğilimlerin kamufle edilebileceğini, birinsan üzerinde doğru bir yargıya varmakistiyorsak söz konusu örtüyü kaldırmamızgerektiğini bu açıklamalarımız ortayakoymaktadır. Söz konusu yanıltmaca olasılığınınvarlığı, toplumsallık duygusunun boyutlarınınsaptanmasını güçleştiren bir etkendir. Ama neyaparsınız ki, insanı tanımak pek zordur;dolayısıyla, işin bir bilim durumuna getirilmesigerekmektedir. Bu konuda ne dolaplarınçevrildiğini göstermek için, kendi deneyim

dağarcığımızdan birkaç vaka sunalım:Bir genç şunları anlatıyor: Bir gün birkaçarkadaşla denizde yüzerek bir adaya çıkmış vebir süre burada kalmışlar. Derken,arkadaşlarından biri bir kayanın kenarındanaşağı eğilmiş ve ansızın dengesini kaybederekdenize yuvarlanmış. Bizim delikanlı arkadaşınınarkasından eğilip merakla bakmış, onun nasılsulara gömülüp gittiğini görmüş. Sonradanüzerinde düşününce, olay anında meraktanbaşka bir şey hissetmediği dikkatini çekmiş. Buarada şunu belirtelim ki, sonunda arkadaşıkurtulup çıkmış denizden. Buraya kadaröğrendiklerimize bakarak, hastamızıntoplumsallık duygusundan büyük çapta yoksunbiri sayılacağını söyleyebiliriz. Daha sonra kendiağzından hayatında hiç kimseye kötülükyapmadığını, hatta bazen çok iyi anlaştığıkimseler olduğunu işitsek de, bu biziyanıltmayacak, toplumsallık duygusununyetersizliği konusundaki düşüncemizideğiştirmeyecektir. Kuşkusuz, böylesine atak birsavı kanıtlayacak verilerin elimizde olması

gerekiyor; bunun için de hastamızın hoşdenilecek bir gündüz düşüne [daydream]başvuracağız. Söz konusu düşleminde[fantezisinde] bizim delikanlı bir ormanıngöbeğinde, kutu gibi güzel bir evdedir, tüminsanlardan soyutlamıştır kendini. Ayrıca, budüşlemi pek seven gencin, yaptığı resimlerdeondan sık sık bir motif gibi yararlandığınıöğreniyoruz. Düşlemlerin dilinden anlayan birkişi, daha öncesini biliyorsa, hastamızdatoplumsallık duygusunun yetersizliğinikolaylıkla saptayacaktır. Biz de duruma ahlakiaçıdan bakmayarak, hastamızdaki kusurlu ruhsalgelişimin toplumsallık duygusunu engellemişolması gerekeceği sonucuna varırsak, kendisinepek haksızlık etmiş sayılmayız.Umarız yalnızca bir anekdot olarak kalmış birbaşka olay, gerçek ve yalancı toplumsallıkduygusu arasındaki ayrımı daha açık seçik gözönüne serer. Bir tramvaya binerken ayağı kayanyaşlı bir kadın karlar içine yuvarlanır. Düştüğü

yerden kendi gücüyle kalkamaz bir türlü, yoldangeçen onca insandan da hiçbiri koşup kadınayardım edeyim demez. Neden sonra biri gelipkadını kaldırır yerden. Derken ileriden birbaşkası seğirterek yaklaşır, besbelli o zamanakadar bir yerde gizlenmiştir; kadına yardım eliniuzatan kişiyi selamlayarak şöyle der: “Heleşükür, sizin gibi bir insan evladı çıktı; beşdakikadır şuracıkta dikilmiş, acaba kimsekadıncağızın yardımına koşacak mı diyebekliyorum. İlk gelen siz oldunuz.” Buradanaçıkça görüyoruz ki, bir kişi böbürlenmekte,toplumsallık duygusuna sahip biriymiş gibidavranıp söz konusu duyguyu kötüyekullanmakta, gerektiğinde kendisi kılınıkıpırdatmazken başkalarını yargılamayakalkmakta, övgü ve yergilere başvurmaktadır.Bazı durumlar vardır, öylesine karmaşıknitelik taşır ki, toplumsallık duygusununboyutları konusunda bir karara varmak kolaydeğildir. Böylesi durumlarda yapılacak şey, sözkonusu durumun kökenine inmektir. Böyledavrandık mı, örneğin savaşa artık yarı

kaybolmuş bir gözle bakan, öyleyken binlerceaskeri ölümün kucağına atmaktan geri kalmayanbir başkomutan üzerinde yargıya varmak bizimiçin güçlük doğurmayacaktır. Söz konusubaşkomutan, kuşkusuz toplumun çıkarınıdüşünerek davrandığı görüşünü savunacak,çoğu kişi de ona hak verecektir. Ne var ki,davranışı için hangi nedenleri ileri sürersesürsün, biz kendisine toplumun kusursuz birbireyi gözüyle pek bakamayacağız.İlgili durumlarda sağlıklı bir yargıyavarabilmek için bize gereken, genel geçerli birbakış açısıdır.
Toplumun yararı, toplumunesenliği
 de böyle bir bakış açısını oluşturur. Bubakış açısını benimsedik mi, söz konusudurumlarda karar vermek bizim için ancak sonderece seyrek olarak güçlük doğuracaktır.Toplumsallık duygusunun boyutları, birinsanın tüm yaşamsal dışavurumlarında açığavurur kendini. Örneğin bir kimsenin birbaşkasına bakış tarzı, onunla tokalaşması,konuşması gibi çoğu kez tamamen dış belirtilerlekendini belli eder. Bir kişinin karakteri

konusunda çoğu zaman salt duygusal birizlenime kapılırız. Bazen düpedüz bilinçsizolarak bir insanın davranışından birtakımsonuçlar çıkarır, bu konuda o kadar ileri giderizki, tutumumuzu söz konusu sonuçlaradayanarak belirleriz. Buradakiaçıklamalarımızla, bilinçaltında geçen bir olayı,bilinçaltına aktarmaktan ve böylece yanılmakorkusuna kapılmaksızın bir yargıya varılmasınısağlamaktan başka bir şey yapmayız. Olayınbilinçaltında geçmesi durumunda, önyargılarbizi çok daha kolay yanıltabilir; çünkübilinçaltını denetleyemez, bilinçaltındadüzeltmelerde bulunamayız.Bir kez daha şunu belirtelim ki, karakterkonusunda bir yargıya varırken her zamaninsanı bütün olarak göz önünde tutmamızgerekir; bütünden koparıp alınan öğelerin,örneğin
salt 
 bedensel etkenin,
salt 
 çevrenin yad a
salt 
 eğitimin incelenmesi bunun için yeterlisayılamaz. İnsanı bütün olarak ele alma, bizi birkarabasandan kurtaracak, esenliğe çıkaracaktır.Çünkü bu yoldan ayrılmaz ve onu daha da

genişletip mükemmelleştirir, daha derinlemesinebir öztanıyış sayesinde daha yerindedavranabileceğimizi bilirsek, başkalarını,özellikle çocuklarımızı olumlu yöndeetkileyebilir, yazgılarını talihin kör cilvelerininürünü olmaktan kurtarır, karanlık bir aileortamından geldikleri için mutsuzlukta soluğualmalarını ya da mutsuz yaşayıp gitmeleriniönleyebiliriz. Bunu başarabildik mi, uygarlığınileriye doğru önemli bir adım atmasını sağlar,kendi yazgısını kendisi belirleyecek bir kuşağıyetiştirme olanağını ele geçiririz.
Karakterin Gelişim Doğrultuları
Çocuğun ruhsal gelişimi hangi yönü izliyorsa,geliştirdiği karakter özellikleri de aynı yöneyönelecektir. Bu da ya düz bir çizgi oluşturacakya da birtakım kıvrılıp bükülmeleri içerecektir.

Birinci durumda çocuk düz bir çizgi izleyerekamacına ulaşmaya çalışacak, dolayısıylasaldırgan ve atak bir karakter edinecektir.Karakter oluşumunun başlangıç dönemindesaldırganlık özelliğinin kimi öğelerinerastlayacağını ama yaşamın zorlukları karşısındabu çizginin de kolaylıkla bir bükülmegöstereceğini söyleyebiliriz. Zorluklar, bilindiğiüzere, karşıt güçlerin gösterdiği direncinbüyüklüğünden kaynaklanır; dolayısıyla çocuk,üstünlük amacına düz bir çizgi üzerindeulaşamaz, çaresiz, söz konusu zorluklarınçevresini dolanması gerekir. Bu dolambaçlı yoluizlerken de yine birtakım yeni karakterözellikleri edinir. Organların gelişim yetersizliği,aile ortamından kaynaklanan engeller vb. gibidaha önce gördüğümüz diğer güçlükler deçocuğun gelişimini etkiler. Aynı zamandaamansız bir eğitici rolünde boy gösteren genişçevrenin etkileri küçümsenecek gibi değildir.Çünkü yaşam, eğiticilerin istek, düşünce veduygularına dönüşür, eğiticiler deuygulayacakları eğitimi toplumsal yaşam ve

toplumda, egemen uygarlıkta bağdaşacak gibibiçimlendirip düzenlerler.Karşılaşılan tüm güçlükler, karakterin düz birçizgi üzerinde gelişimini tehdit eden bir öğeoluşturur. Dolayısıyla, çocuğun güçlülükamacına ulaşabilmek için izleyeceği yolla düzçizgiden az çok sapmalar gösterir. Karakter düzbir çizgi üzerinde gelişiyorsa, çocuğuntutumunda hiçbir bocalama görülmez, çocukhep bir düz çizgi üzerinde bulunur, güçlüklerledoğrudan yüz yüze gelir. İkinci tür karaktergelişiminde ise, karşımızda bambaşka bir çocukbuluruz; böyle bir çocuk ateşin yaktığını, hayattadüşman güçlerle karşılaşılabileceğini, dikkatli veuyanık olmak gerektiğini artık öğrenmiştir.Saygınlık ve güçlülük amacına dolambaçlı yollarizleyip kurnazca davranarak ulaşmaya çalışır.İlerideki gelişimi, düz çizgiden sapmaderecesine, yaşamın gerekleriyle uyum içindebulunup bulunmamasına bağlıdır. Böyle birçocuk ödevlerine düz bir çizgi üzerindeyaklaşmaya çalışmayacak, korkak ve çekingenbirine dönüşecek, başkalarının gözlerinin içine

bakamayacak, doğruyu söylemeyecektir.Karşımızdaki çocuk tipi değişecek ama amaçyine aynı kalacaktır. İki kişi aynı şeyi yapmasabile, yapılan şey birbirinin aynı olabilir.Her iki doğrultudaki gelişimin de belirli birölçüde olumlu nitelik taşıdığını belirtebiliriz.Hele çocuk henüz aşırı derecede katı davranışbiçimlerini benimsememişse, davranışının temelilkeleri henüz bir yumuşaklığı içeriyor,dolayısıyla hep aynı yolu izlemeyip yeterincegirişim gücünü elde bulunduruyor, esnekliğinikoruyor, bir davranış biçimi yetersiz kalınca birbaşkasına yönelebiliyorsa, bunu rahatlıklasöyleyebiliriz.Toplumsal yaşamın gereklerine uyumsağlanabilmesi, insanlarla ilişkilerin düzgünolmasını gerektirir. Böyle bir uyum da, henüzçevresine karşı savaşçıl tutum takınmamış birçocuğa kolaylıkla benimsetilebilir. Aile içindekisavaşın önlenebilmesinin tek koşulu ise, eğitimgörevini üstlenenlerin kendilerindeki güçlülükeğilimini çocuk üzerinde bir baskıoluşturmayacak şekilde arka plana

itebilmeleridir. Bunun yanı sıra bir de çocuğungelişimine gereken anlayışı gösterebildiler mi, ozaman düz çizgi üzerinde seyreden karakterözelliklerinin aşırılığa vardırılmasını önler,cesaretin yozlaşıp küstahlığa, bağımsızlığın kababir bencilliğe dönüşmesini engelleyebilirler. Veyine böyle davranmakla zora başvurularaksağlanacak otoritenin etkisiyle çocuktakiuyumun kölemsi bir itaate dönüşmesine,dolayısıyla çocuğun kendi içine kapanmasına veaçık yürekliliğin yol açacağı sonuçlardankorktuğu için gerçeği dile getirmektençekinmesine karşı durabilirler. Çünkü eğitimdeçoğu zaman başvurulan baskı sakıncalı biraraçtır; pek sık olarak yalancı bir uyuma zorlarçocuğu. Zora başvurularak sağlanan bir itaat,sözde bir itaattir ancak. Bütün bu aklagelebilecek güçlükler çocuğu ister dolaylı, isterdolaysız yoldan etkilesin, her zaman genelkoşullar çocuğun ruhuna yansıyacak, ona birbiçim verecek ve bu arada çocuk hiçbireleştiriyle karşılaşmayacaktır; nedeni de, yaçocuğun henüz böyle bir eleştiri gücünden

yoksunluğu, ya büyüklerin söz konusudurumları bilmemesi ya da onları anlamamasıdır.İnsanları bir başka açıdan, yani güçlüklerkarşısında takındıkları tutumu dikkate alarak dasınıflara ayırabiliriz. Karakter gelişimlerigenellikle düz bir çizgi izleyen insanlar sözkonusu sınıflamada
iyimserler
 (optimistler)safında yer alır. Böyleleri hangi güçlük olursaolsun yüreklilikle karşısına çıkar, karşılaştıklarıgüçlüğü hiç de gözlerinde büyütmezler. Kendikendilerine inançlarını yitirmemiş ve yaşamdaelverişli bir konumu başkalarına göre daha kolayele geçirmiş kişilerdir bunlar. Kimsedenistedikleri fazla bir şey yoktur; çünkü kendideğerlerine iyi bir not vermiş olup, kendilerinimağdur durumda hissetmezler. Dolayısıyla,kendilerine güçsüz ve yetersiz gözüylebakabilmek için bunları hep bir bahane gibikullanan başkalarından daha kolay göğüslerler.Nazik durumlarda hiç telaşa kapılmaz, işlenecekhataların sonradan yine onarılabileceği kanısınıhiç elden bırakmazlar.Dıştan bakıldığında da iyimserleri ötekilerden

ayırt etmek mümkündür. Korkup yılmaz,başkalarıyla açık yürekli ve rahat konuşur,çekingenlik ve sıkılganlık diye bir şeyi pekbilmezler. Onları, başkalarını kucaklamak içinkollarını açmış bekleyen kimseler olarakkafamızda canlandırabiliriz. Başkalarıyla zorlukçekmeden ilişki kurar, insanlarla kolay dost olur,çünkü içlerinde kuşkuya yer vermezler.Konuşurken dilleri dolaşmaz, gerek duruş veoturuşları, gerek yürüyüşleri bir doğallık taşır.Ne var ki, bu tipin katıksız örnekleriyle seyrekolarak, neredeyse yalnız ilk çocukluk yıllarındakarşılaşırız. Ancak, rastladığımız iyimserler de,iyimserlikleri ve başkalarıyla kolay ilişkikurmaları bakımından bizi memnun bırakacakdüzeydedir.Eğitim açısından en çetin sorunları karşımızaçıkaran
kötümser
 tip ise, daha bir değişiktir.Çocukluk yaşantı ve izlenimleri kendilerinde biraşağılık duygusuna yol açmış, çeşitli güçlüklersonucu yaşamın kolay olmadığı duygusunakapılmış kişilerdir bunlar. Çevrelerindengördükleri çarpık davranışla beslenmiş kötümser

dünya görüşlerinin hain tuzağına bir kezyakalanmışlardır, gözleri yaşamın karanlık veolumsuz yanındadır hep. Yaşamsal zorluklarıniyimserlerden çok daha fazla bilincinde olup,cesaretlerini kolaycacık yitirirler. İçleri çoğuzaman bir güvensizlikle doludur, hep bir destekararlar kendilerine. Bu, dıştan bakıldığında bilegenellikle gözlemlenebilecek bir özellikleridir.Örneğin, çocukluklarında annelerinin eteğinindibinden ayrılmamış ya da hep annelerini çağırıpdurmuşlardır.
 Annelerine yönelttikleri bu çağrıyı
bazen ileri yaşlara kadar tekrarlamaktan gerikalmazlar.Kötümserler, aşırı derecede ihtiyatlıkimselerdir. Çoğunlukla çekingen, korkak,ağırdan alan, her şeyi dikkatle hesaplayan birdavranış sergilerler, çünkü dört bir yandakendileri için tehlike sezerler. Uyku, bir insanıngelişim düzeyini gösteren mükemmel birölçüttür.
Uyku bozuklukları
, her zaman aşırı birihtiyatın ve güvensizliğin belirtisidir.Kötümserler, yaşamın düşmancadavranışlarından kendilerini daha iyi

koruyabilmek için, adeta uyumayıp süreklinöbet tutarlar. Bu da, doğru dürüst bir uykuuyumaktan bile payını alamayan kötümserlerinne denli az bir yaşama sanatına, hayata vehayatın ilişkiler örgüsüne yönelik ne denli az birkavrayış gücüne sahip olduklarını ortaya koyar.Bir de davranışlarında gerçekten haklı sayılsalar,gözlerine hiç uyku girmemesi
gerekirdi
. Yaşamböylelerinin sandığı gibi güç olsa, gerçektenzararlı nitelik taşırdı uyku. Böylesi doğalzorunluluklara karşı cephe almalarıyla butiptekilerin yaşam karşısındaki güçsüzlüğü eleverir kendini. Kötümserlerde ille de uykubozukluklarına rastlanacak diye bir şey yoktur.Örneğin kapının iyice kapanıp kapanmadığınakalkıp bakmak, geceleri sık sık eve giren hırsızdüşleri görmek vb. daha başka küçük belirtilerde olabilir bu. Hatta uyurken vücutlarının aldığıkonuma dikkat edilerek bu tiptekileri tanımakmümkündür; çoğu zaman yataklarının birköşesinde kıvrılıp tortop olur ya da yorganıtümüyle başlarına çekerler.Daha değişik bir açıdan bakarak insanları

saldırgan tipler ve saldırıya uğrayan tipler diyede ayırabiliriz. Saldırganlık tutumu, her şeydenönce geniş boyutlu davranışlarda açığa vururkendini. Cesursalar cesaretlerini taşkınlığa kadarvardırır, ellerinden bir şey gelen kimselerolduklarını özellikle vurgulayarak kendilerine vebaşkalarına kanıtlamak isterler. Budavranışlarıyla, aslında onları avcunda tutan,derinlere kök salmış güvensizlik duygularını eleverirler. Korkaksalar, korkuya karşı dirençkazanmaya çalışırlar. Bazıları da, yumuşaklık vesevecenlik duygularını baskı altına almayauğraşır, çünkü bunları bir güçsüzlük sayarlar.Çoğu zaman kendilerine güçlü kimseler süsüvermeye kalkar, bunu da öylesine bir açıkseçiklikle yaparlar ki, dikkati çekmemeleridüşünülemez. Saldırgan tiplerde bazen kabalıkve acımasızlık özelliklerine rastlayabiliriz.Kötümserliğe eğilim göstermeleri durumundaçevreyle tüm ilişkileri değişir, çünkübaşkalarının yaşantı ve duygularını paylaşmaz,herkese düşmanlık besler, cephe alırlar.Kendilerine bilerek verdikleri büyük değer kimi

zaman çok geniş boyutlara ulaşır, gurur, kibir vekendini beğenmişlikten kaplarına sığmazlar.Sanki gerçek fatihlermiş gibi kurumlarındangeçilmez. Ama bütün bu davranışlarındakibelirginlik ve boşunalık, başkalarıyla bir aradayaşamalarını engellemekle kalmaz,kendilerindeki her şeyin çürük bir temelüzerinde yükselen yapay bir bina niteliğitaşıdığını ele verir. Böylece, bir süre devamedecek olan saldırgan tutumları doğup ortayaçıkar.Bu gibi insanlar ilerideki gelişimlerindegüçlüklerle karşılaşır, çünkü toplum kendilerinipek hoş karşılamaz. Bir kez göze batmalarıylaçevrelerinde antipati uyandırırlar. Herkestenüstün olma çabaları sonucu çok geçmedenbaşkalarıyla kapışır, özellikle rekabetduygularını kamçıladıkları başka kişilerle birçatışma durumuna girerler. Yaşamları, ardıarkası kesilmeyen savaşımların oluşturduğu birzincire dönüşür. Bir kez adeta o kaçınılmazakıbetle karşılaşıp yenilgiye uğradılar mı,çoğunlukla yengi ve zaferlerin arkası kesilir.

Korkuyla geriler, sabır ve sebatlarını yitirir,uğradıkları kayıplardan ancak güçlüklekendilerine gelirler. Çekildikleri köşelerdentekrar meydana çıkarılmaları da zordur artık.Sorunların çözümünde uğradıklarıbaşarısızlıklardan adamakıllı etkilenirler.Gelişimleri öyle bir seyir izler ki, neredeysekendilerini hep saldırıya uğramış hissedentiptekilerin yanında yer alırlar.S
aldırıya uğrayanlar
 ise, kendilerindekigüçsüzlük duygularını yenmeye çalışırkensaldırı yolunu izlemeyip ürkeklik, ihtiyat, tedbirve korkaklık yoluna sapan kimselerdir. Böyle birtutumun doğabilmesi için, ilk tiptekilerinyürüdüğü yolu kısa bir süre için de olsaizlemeleri gerekir kuşkusuz. Saldırıya uğrayanlarkısa zamanda öylesine çok kötü deneyim edinirve deneyimlerden öylesine ezici sonuçlarçıkarırlar ki, kolaylıkla kaçış yolunu tutarlar.Bazıları kaçma girişimlerini kendi kendilerindengizlemeyi başarır, bunun için de kaçtıkları yerdesanki kendilerini verimli ve etkin bir çalışmabekliyormuş gibi davranırlar. Geçmişe el atar,

yoğun biçimde anılar üzerine eğilir, hayalgüçlerini geliştirirler. Oysa söz konusu çabalarınhizmet ettiği tek bir amaç vardır, o da kendilerinitehdit eder gördükleri gerçeklikten yakalarınısıyırmaktır. Girişim güçlerini tümüyle yitirmeyenbazıları, kuşkusuz bu yoldan da kimi başarılarsağlayabilir. Ne var ki, söz konusu başarılar,topluma herhangi bir yarar sağlamaz.
Sanatçısikolojisiyle
 uğraşanlar, sanatçılar arasındaçoğunlukla böylelerine rastlayacaktır. Bu kişilergerçek’ten yüz çevirmiş, hiçbir engellekarşılaşılmayan hayal âleminde ve düşüncelerdiyarında kendilerine ikinci bir dünya kurmayayönelmişlerdir. Ne var ki, istisna oluştururböyleleri. Çoğunluk başarısızlıktan yakasınıkurtaramaz, herkesten ve her şeyden korkupçekinir, kuşkuyla dolup taşar içleri,başkalarından salt düşmanca davranış beklerler.Ne yazık ki, çoğu zaman uygarlığımız tarafındanbu tutumlarında desteklenirler. Giderekinsanların iyi özelliklerini, yaşamın olumlu veaydınlık yanlarını görmez olurlar. Böylelerindesık rastlanan bir karakter özelliği de, alabildiğine


eleştirici
 kimseler olmaları ve keskin gözleriyleher hatanın hemencecik farkına varmalarıdır.Çevrelerine yararı dokunacak hiçbir iş ellerindençıkmazken, başkaları üzerinde yargıçlığakalkarlar. Sağlarına sollarına eleştirileryöneltmekten asla kendilerini alamaz,başkalarına ayak uydurmayı beceremez, hepoyunbozanlık yaparlar. İçlerindeki güvensizlik,bekleyen ve duraksayan bir tutum takınmayazorlar onları. Bir ödevle karşılaşsalarumutsuzluğa kapılır, ne yapacaklarınıkestiremez, verecekleri kararı adeta ileriki birtarihe ertelemek istiyorlarmış gibi davranırlar.Ellerini kendilerini savunmak için ileri uzatmış,bazen tehlikeyle göz göze gelmemek içinyüzlerini çevirmiş kimseler gibi kafamızdacanlandırmakla bu tiptekileri de simgesel yoldantanımlamış oluruz.Bu insanlarda hiç eksikliğine rastlanmayandiğer karakter özellikleri de pek iç açıcısayılmaz. Kendilerine güvenemeyenlerinbaşkalarına da güvenmemek gibi bir eğilimiiçlerinde barınmaları, genellikle karşılaşılan bir

durumdur. Ne var ki, böyle bir tutumusergileyen kimselerde kıskançlık ve cimrilik gibikarakter özelliklerinin gelişmesi kaçınılmazdır.Yaşadıkları çoğunlukla inziva hayatı başkalarınısevindirmeye ve başkalarının sevinçlerinekatılmaya istek duymadıkları anlamına gelir.Başkalarının sevindiğini görmek çoğu zamanüzer onları, böyle bir sevinçten ötürü adetaküsüp alınır, incinirler. İçlerinde tek tük kimselervardır ki, kendilerini başkalarından üstün veyüce bir durumda hissetmeyi başarır. Bu dahayatta kolay kolay sarsıntıya uğramayan birduygudur. Kendilerini başkalarına karşı biryücelik içinde gösterme özlemi sonucuruhlarında öyle duygular uyanabilir ki,alabildiğine karmaşık nitelik taşır, ilk bakıştadüşmanca içeriklerini asla ele vermezler.

Eski Psikoloji Ekolü

Bilinçli belirlenmiş bir doğrultuyabaşvurmaksızın da insanları tanımayaçalışabiliriz. Bunun da genellikle yolu, ruhsalgelişim sürecinden bir tek olayı çekip almak vebu olaydan yola koyulup insanları tiplereayırarak bir açıklığa kavuşturmaktır. Örneğinböyle davranarak insanları daha çok düşünceli,daha çok düşünüp taşınabilir ya da daha çokhayallerle oyalanan ve hayatın içine karışmaktanhoşlanmayıp, eylemlere yöneltilmeleri kolaysayılmayanlar ve bir de daha çok etkinlikgösterip daha az düşünen ve hayale daha az yerverenler, hep bir işle oyalanıp hayatın dışındakalmak istemeyenler olarak üç tipe ayırabiliriz.Sözü geçen tipler kuşkusuz vardır hayatta. Nevar ki, böyle bir ayrıma gidersek,incelemelerimize bundan böyle son vermemiz,bir tiptekilerde hayal, ötekilerde eylem gücününağır bastığını saptamakla yetinmemiz gerekirdi.Ancak, böyle bir ayrım her zaman için yeterlisayılamaz. Bizim aradığımız, bir şeyin nasıl şuya da bu duruma geldiği, söz konusu durumagelmesinin bir zorunluluk taşıyıp taşımadığı,

böyle bir şeyin nasıl önlenebileceği ya da böylebir durum ortaya çıkmışsa, bu durumda nasıldeğişikliğe gidilebileceği konusunda açık seçikbir fikre varmaktır. Dolayısıyla, yüzeysel birbakış açısından kalkılarak yapılmış keyfisınıflandırmaların akıl ve mantığa dayanmasıgereken bir insanı tanıma sanatı için işe yaramaznitelik taşıdığını söyleyebiliriz. Söz konusutiplere hayatta sık sık rastlamamız, bu durumudeğiştiremez.Dışavurumsal davranışların gelişimi dahabaşlangıç evresinde, yani ilk çocuklukgünlerinde saptamaya çalışan bireyselpsikolojinin belirlediğine göre, söz konusudavranışlar tümüyle ya toplumsallık duygusununağır basması ya da güçlülük eğilim ve çabasınınön plana çıkmasıyla kendine özgü biçiminikazanır. Böyle bir belirleme, bireyselpsikolojinin eline ansızın bir anahtartutuşturmuş, bu anahtar her insanın hayli birkesinlikle anlaşılıp sınıflandırılmasına olanakvermiş, kuşkusuz ki bu yapılırken geniş biralanda çalışmalarını sürdüren bir psikoloğa

yaraşan dikkat hiçbir zaman eldenbırakılmamıştır. Pek doğal bir koşul olarakbenimsediğimiz böyle bir dikkati gösterip elegeçirdiğimiz ölçütten yararlanarak, ruhsal birolayda toplumsallık duygusu ağır basıp güçlülükeğilimi ve prestij politikası pek yer almıyor mu,yoksa söz konusu olay düpedüz bir hırs niteliğitaşıyor da, kişinin başkalarından ne çok ileridebulunduğunu kendisine ya da aynı zamandaçevresine kanıtlama amacı mı güdüyor, bunusaptayabilmekteyiz. Böyle bir temel üzerindebazı karakter özelliklerini daha açık seçikbelirleyip, göz önünde tutabilmemiz, özelliklekişiliğin tutarlılığı açısından bunları anlayarakinsanları etkilememiz mümkün olmaktadır.
Mizaç ve İçsalgı Bezleri
Psikolojide ruhsal dışavurumlarla ilgili çok

eski bir ayrım da
mizaçlar
 ayrımıdır. Mizaçtanne anlamak gerektiğini söylemek kolay değildir.Bir kimsenin düşünme, konuşma vedavranmadaki çabukluğu, bu eylemler içineyerleştirdiği güç, ritim vb. midir mizaç? Mizaçlarkonusunda psikologların açıklamalarını geriyedoğru izlersek görürüz ki, psikoloji ruhsalyaşamın incelenip araştırılmasında ilk çağdanberi dört ayrı mizaç saptamaktan öteyegeçememiştir. Mizaçların
sanguinik, kolerik,melankolik 
 ve
flegmatik 
 olmak üzere dördeayrılması, Yunan uygarlığının ilk dönemlerinerastlar. Sonraları Hipokrat tarafından dabenimsenen bu sınıflandırmaya ilerideRomalıların da başvurduğunu görmekteyiz.Bugün bile aynı sınıflandırma, psikolojideönünde saygıyla eğilinen kutsal bir değertaşıyor.
Sanguinik 
 [canlı] denilince yaşam kıvancıyladonatılmış, olayları gözünde pek büyütmeyen,nasıl derler, bu konuda tatlı canlarını sıkıntıyasokmayan, her şeyi en güzel ve en tatlı yanındangörmeye çalışan, üzücü durumlarda kuşkusuz

üzülen ama yıkılmayan, sevindirici durumlardakuşkusuz sevinen ama sevincinden de apışıpkalmayan biri canlanır kafamızda. Ayrıntılı birtanımlama çabasının ortaya koyacağı gibi,“
sanguinikler
” büyük çapta kusurları içermeyenaz çok sağlıklı kişilerdir. Oysa bu özelliği diğerüç tipte göremeyiz. Eski bir ozanın benzetisinegöre, bir “
kolerik 
” ayağının çarptığı taşı büyükbir öfkeyle kaldırıp bir kenara atarken, bir“
sanguinik 
” hiç rahatını bozmadan taşınüzerinden yürüyüp geçer. Bireysel psikolojidiliyle söylemek istersek, “
kolerik 
”, güçlülükeğilimi alabildiğine bir gerginliği içeren,dolayısıyla büyük devinimler yapmadanduramayan, geniş çapta güç denemelerindebulunan ve düzçizgisel, saldırgan bir davranışlaher şeyi ezip geçmek isteyen biridir. Eskiden bumizaçla safra arasında bir ilişki kurulmuş ve“
safravî 
” bir mizaçtan söz açılmıştır. Bugün de“safraları kabarıp taşan” insanlardan sözedildiğini işitmekteyiz. Gerçekte “
kolerikler
”,daha ilk çocukluk döneminde gözlemlediğimizgeniş boyutlu devinimlerde bulunan, içlerinde

yalnızca bir güçlülük duygusu taşımayıp, aynızamanda onu dışavuran ve açıkça sergileyenkimselerdir.
 Melankolikler
, bir başka izlenim bırakırüzerimizde. Daha önce sözü edilen benzetide,yaklaşık “taşı görünce o zamana kadar işlediğibütün günahlar aklına gelen”, kendini hüzünverici düşüncelere kaptıran ve gerisin geri dönüpgiden biri diye anlatılır. Bireysel psikolojiaçısından, bu tiptekiler belirgin olarakduraksayıp bocalayan kimselerdir; karşılaştıklarıgüçlüklerle başa çıkacakları veilerleyebilecekleri konusunda kendilerinegüvenleri yoktur, atacakları adımları büyük birdikkat ve ihtiyatla ölçüp biçer, bir riskegirmektense oldukları yerde kalmayı ya da gerigitmeyi yeğlerler. Kısaca, dizginleri daha çokkuşkunun elindedir; başkalarından çokkendilerini düşünür, dolayısıyla yaşamın büyükolanaklarıyla bağlantı kuramazlar. Öylesinekendi dertlerine düşmüş durumdadırlar ki,gözleri hep gerilere ya da kendi içlerineçevrilmiştir.

“Flegmatikler”
 ise yaşama düpedüzyabancıdır; izlenim toplar ama topladıklarıizlenimlerden gerekli sonuçları çıkarmazlar;kendilerini bundan böyle etkileyen bir şeyyoktur; hiçbir şeye ilgi duymaz, herhangi birnedenle özel bir çaba harcadıkları da aslagörülmez; kısacası, bunların da yaşamlaaralarındaki ilişkiler kopuktur, yaşamın belki deherkesten çok uzağında yer alırlar.Buna göre, yalnızca “
sanguinikler
”i iyiinsanlar olarak gösterebiliriz. Şurasını dabelirtelim ki, saydığımız dört mizaçla yukarıdaanlatıldığı şekilde saf olarak ancak seyrekkarşılaşır, daha çok değişik mizaç öğelerinikendilerinde taşıyan karma tiplere rastlarız. Buda, söz konusu mizaç ayrımını aslında değerdendüşürücü bir durumdur. Birbirinden değişikmizaçlar aynı kimsede kendilerini nöbetleşeaçığa vurabilir, örneğin başlangıçta “
kolerik 
”olduğu saptanan bir çocuk ileride birmelankoliğe dönüşebilir, hatta belki yaşamınınson döneminde bir “
flegmatik 
” olup çıkar.Sanguinikler konusunda şunu da söyleyelim ki,

bunlar çocukluklarında aşağılık duygusundan enaz etkilenen ve organ yetersizlikleri pekgöstermeyen, çok güçlü dürtü ve uyarılara hedefolmayan, dolayısıyla rahat gelişebilen, hayatısevgiyle kucaklayıp onunla içli dışlı bir ilişkiiçinde yaşayabilen kişilerdir.Durum böyleyken, bilim ortaya atılıp insanmizacının
iç salgı bezlerine
 bağlılığını ilerisürüyor. Tıp, son zamanlarda, kan bezleri dedenilen iç salgı bezleri konusundaki bilgilereağırlık veriyor çünkü. Tiroid bezi, hipofiz bezi,böbrek üstü bezi, paratiroid bezi, erkeklik beziözellikle söz konusu bezler arasında yeralmaktadır. Salgılarını bir kanalla dışarıatamayan bezlerdir hepsi, ürettikleri salgıyıdoğrudan kana verirler. Genel görüşe göre,vücuttaki bütün organ ve dokular, kanlaorganizmanın her bir hücresine taşınan, uyarıcıve zehirden arıtıcı etkileri içeren, kısacametabolizma için varlığı mutlaka zorunlu olansalgıların etkisi altındadır. Endokrin, yani iç salgıbezlerinin önemi günümüzde bütünüyleaydınlatılmış sayılamaz. Söz konusu bilim dalı

başlangıç evresindedir, henüz tamamen pozitifveriler ortaya koyamamaktadır. Ama insanlarınkarakter ve mizacına kimi açıklamalargetirebileceğini ileri sürerek, psikolojik bir akımoluşturmak gibi bir iddiayla ortaya çıktığı için,bu konuda da birkaç söz söylemedengeçemeyeceğiz.İlkin, küçümsenmeyecek bir kuşkuyu buradadile getirmekte yarar görüyoruz. Örneğin tiroidbezinin gereği gibi çalışmadığı somut birhastalık vakasını gözden geçirdiğimiz zaman,alabildiğine flegmatik mizaç özelliklerini taşıyanruhsal dışavurumlarla da karşılaştığımızkuşkusuz doğrudur. Çünkü şişmiş yüz ifadeleri,ciltlerinin özellikle kaba bir biçim alması, saçdurumlarının kötüleşmesi bir yana, hastalarındevinimlerinde olağanüstü bir yavaşlık veuyuşukluk saptamaktayız. Ruhsal duyarlılıkhayli zayıflamakta, girişim gücü azalmaktadır.Ne var ki, böyle bir hastayı, flegmatik mizaçözellikleri gösteren ama neden olarak tiroidbezinde patolojik bir bulgu saptanamayan birkişiyle karşılaştırırsak, her iki durum arasında

asla bir benzerliğin sözü edilemeyeceğini, ortadabirbirinden büsbütün farklı iki tablonunbulunduğunu görürüz. Yani şunu belirtebilirizki, tiroid bezinin kana akıttığı salgı, bir olasılıkla,ruhsal işlevlerin etkinliğinde rol oynamaktadır.Ne var ki, tiroid bezinin kana akıttığı salgıdakibir bozukluk sonucu flegmatik mizaçözelliklerinin doğup çıktığını söyleyecek kadarileri gidemeyiz.Demek oluyor ki,
hastalığa
 bağlı flegmatikmizaç, yaşamda flegmatik diye nitelendirdiğimizmizaçtan düpedüz ayrılmakta, psikolojiközgeçmişleri bakımından bu tiptekilerin mizaçve karakterleri, patolojik-flegmatik tiptekilerdentümüyle değişik bir görünüm içermektedir.Psikolog olarak bizi ilgilendiren bu flegmatiklerasla kararlı kişiler değildir. Bu kişilerin çoğuzaman açığa vurdukları şaşılacak derecede serive şiddetli tepkiler karşısında şaşırmamak eldedeğildir. Ancak tüm yaşam boyu flegmatikmizaç özelliğini kimse koruyamaz.Gözlemleyegeldiğimiz bir şey varsa, bu mizacınyapay bir örtü, pek duyarlı bir insanın kendisiyle

dış dünya arasına yerleştirdiği bir güvenlikmekanizması sayılacağıdır; öyle bir mekanizmaki, belki söz konusu kişiler, böyle birmekanizmayı kurmaya karşı kendi yapılarındankaynaklanan bir eğilimi içlerinde taşımaktadır.Flegmatik mizaç, güvenlik açısından alınan birönlemdir; yaşamın yönelttiği sorulara verilenanlamlı bir yanıttır; dolayısıyla, tiroid bezindenkısmen ya da bütünüyle yoksun yaşayan birkimsenin yavaşlığı, uyuşukluğu veyetersizliğinden büsbütün farklı nitelik taşır.Sözünü ettiğimiz bu önemli kuşkununüzerinden atlayıp geçmemiz düşünülemez; hattaancak tiroid bezleri gereği gibi çalışmayanlardaflegmatik bir mizacın oluşacağı kanıtlansa bile,biz buna şu itirazı yöneltmekten yine de gerikalmayacağız: İş sanıldığı kadar basit değildir;bir yığın neden ve amacın, bir yığın organsalişlevin ve dış etkinin bir araya gelmesi kişideilkin organsal bir yetersizlik duygusuuyandırmakta, böyle bir duygu da bireyibirtakım eylemlere sürüklemektedir. Bu türeylemlerden biri de, kendisinde flegmatik bir

mizaç oluşturarak yaşamın tatsız durumuyla yüzyüze gelmekten kaçınma ve kişilik duygusunuyaralayacak davranışlardan kendini kollamagirişimidir. Bir başka söyleyişle, patolojik-flegmatik tip de daha önce sözünü ettiğimiztipten başkası değildir. Ne var ki, söz konusutipte tiroid bezine bağlı bir organ yetersizliği vebunun yol açtığı sonuçlar ön planda yer almakta,böyle bir organ yetersizliği ilgili kişiyi yaşamdabaşkalarından kötü bir yer işgal etmeyezorlamakta, o da bunu uyuşukluk vb. gibibirtakım ruhsal marifetlere başvurarakdengelemeye çalışmaktadır.Diğer salgı anormalliklerini dikkate alıpbunların açtığı söylenen mizaç özellikleriniincelemek, görüşümüze daha bir güçkazandıracaktır. Örneğin Basedow hastalarındaolduğu gibi, kimi insanların tiroid bezi salgısındaartma görülür. Bedensel bakımdan bu türhastaların karakteristik özelliği, kalplerinin dahahızlı çarpması, özellikle nabız frekansınınyükselmesi, gözlerin hayli dışarı fırlaması, tiroidbezinin şişmesi ve bütün organizmanın ama en

çok ellerin hafif ya da kuvvetli bir biçimdesürekli titremesidir. Bunların yanı sıra, hafif terde görülebilir ve belki pankreas bezinin etkisisonucu sık sık sindirim bozukluklarıylakarşılaşılır. Bazen bir sinirlilik hali de tabloyaeklenerek, hastalar telaşlı, çabuk kızıp parlayanbir davranışı sergiler ve sık sık anksiyetedurumlarından yakınırlar. Hastalığın gelişmişevresinde bir Basedow hastasını görüp, korkakbir insanı anımsamamak elde değildir.Ama kim bunun psikolojik korku tablosuylaözdeşliğini ileri sürerse yanılır. söz konusuhastalarda gözlemlenebilen psikolojik durumlar,söylediğimiz gibi telaş, düşünsel ya da bedenselçalışmalara karşı bir çeşit güçsüzlük, hemorganik, hem ruhsal kökenli olabilecekhalsizliklerdir. Ne var ki, normal olarakacelecilik, telaş ve korkudan yakınan insanlarlayapılacak bir karşılaştırma, aradaki büyük ayrımıortaya koyacaktır. Tiroid bezi gereğinden fazlaçalışanların örneğin alkoliklerdeki gibi kronikzehirlenme belirtileri gösterdiğini ilerisürebilmemize karşın, normalde çabuk kızıp

parlayan, acele ve telaşla davranan, kolaykorkuya kapılan insanlar karşısında bir başkadurumda bulunur, böyle kimselerin ruhsalözgeçmişlerini saptayabiliriz. Yani ortada yalnızbirtakım
benzerlikler
 vardır, bir karakter vemizacın planlı şekilde geliştirilmesi diye bir şeyasla söz konusu değildir.Diğer salgı bezlerine de biraz değinmekteyarar görmekteyiz. Salgı bezleriningelişimindeki bütün bu değişiklikleringonad’larla1 kendilerine özgü bir ilişkisi vardır.(Ayrıca bkz. Adler,
“Organların YetersizliğiÜzerine Bir İnceleme”
) Bu saptama, günümüzdeyaşambilimsel araştırmaların bir ilkesi durumunagelmiştir; salgı bezlerinde görülen tümanormalliklerde gonadlarda da bir bozukluğarastlanmaktadır. Aradaki ilişki ya da her ikiyetersizliğin bir arada görülmesinin nedenihenüz saptanmış değildir. Ama bu bezlerde de,tiroid bezinde olduğu gibi, diğer ruhsal etkilerinsözü edilemez. Bu vakada da öncedentanıdığımız organsal olarak yetersiz insantablosundan daha fazla bir şey pek ele


geçirememekteyiz. Öyle bir insan ki, yaşamdagüçlükle yolunu izini bulabilmekte, dolayısıylaçok sayıda ruhsal beceri ve güvenlikönlemlerine başvurmaktadır.
Erbezleri ve yumurtalıklar. (Çev. n.)Özellikle sanılmıştır ki, karakter ve mizaç,gonadların etkisi altındadır. Ancak, geniş çaptagonad anormalliklerine genel olarak insanlardasık rastlanmadığı düşünülürse, söz konusupatolojik durumlara istisna gözüyle bakılmasıgerekir. Ayrıca, dolaysız gonadların çalışmasıylaaçıklanacak ruhsal bir tablonun saptanamaması,böyle bir tablonun daha çok gonadları hastainsanın kendine özgü konumundankaynaklanması, gonadların mizaç ve karakterietki altında tuttuğu görüşünün sağlam birpsikolojik temel oluşturamayacağı açıktır. Bukonuda saptanabilen bir şey varsa, canlılık vedirilik için gereken ve çocuğun çevre içindekikonumuna temel oluşturan uyarılardanbazılarının gonadlardan kaynaklandığı ama ilgiliuyarıların başka organlarca da üstlenilebileceği,bunların ille de kesin ve ruhsal bir oluşuma yol


açmasının gerekmeyeceğidir. (Carlyle)Bir insanın değerlendirilmesi son derece nazikve içten bir ödev oluşturduğundan ve bu konudaiçerisine düşülecek bir yanılgı ölüm kalımsorunu niteliği taşıdığından, ilgilileri uyararak şusözleri söylemekten kendimizi alamayacağız:Bedensel güçlüklerle dünyaya gelen çocuklar,ilgili güçsüzlükleri dengeleme bakımındanbirtakım oyun ve manevralara başvurmakonusunda büyük bir ayartıyla karşı karşıyakalır, söz konusu ayartı da bu çocuklarınkendilerine özgü tuhaf bir ruhsal gelişimçizgisini izlemesine yol açar. Ancak,
üstesindengelinemeyecek bir ayartı değildir
 bu. Nasıldurumda olursa olsun hiçbir organ yoktur ki,insanı belirli bir davranışla yükümlü kılabilsin.Organlar en fazla, insanı belirli bir doğrultuizlemeye ayartıcı bir rol oynayabilir. Yukarıdadeğindiğimiz sağlıksız görüşler günümüzdevarlığını sürdürebiliyorsa, tek nedeni bu türorgansal yetersizliklerle dünyaya gelmişçocukların ruhsal gelişimlerinde baştan berikarşılaşılan güçlükleri ortadan kaldırmayı

kimsenin düşünmemesi, çocukların birtakımhatalara sürüklenmesine izin verilmesi, durumaseyirci kalınıp kendilerine yardım elininuzatılmaması ve arka çıkılmamasıdır.Dolayısıyla, bireysel psikolojiden kökenini alan
ozisyon psikolojisinin
 yeni bir
dispozisyon
psikolojisinin istekleri karşısında yerindenedilmemesini savunmak zorundayız.
Özet
Karakter özelliklerini tek tek ele alıpincelemeye geçmeden önce, şimdiye kadar eldeettiğimiz verileri bir kez daha tekrarlayalım.Saptadığımız önemli noktalardan biri, ruhsalilişkiler örgüsünden koparılıp alınmış bir tekruhsal olaya dayanılarak insanı tanımak gibi birişe kalkışılamayacağı idi. Böyle bir amaç için,zaman bakımından birbirinden elden geldiğince


uzak en az iki olayın karşılaştırılıp, aralarındakiortak noktanın belirlenmesi gerekiyordu. Böylebir yolun pratikte çok işe yaradığınısöyleyebiliriz; bir kez bol miktarda izleniminderlenmesini ve sonradan değerlendirilip biryoğunlaştırma işleminden geçirilerek güvenilirbir yargıya varılmasını mümkün kılmaktadır. Birtek ruhsal olaya dayanarak bir yargıya ulaşmakistendiğinde, diğer psikolog ve pedagoglarınkarşılaştığı aynı güçlükle karşılaşılacak, hiçbiryarar sağlamayan birtakım beylik davranışlarabaşvurulacaktır. Ama elden geldiği kadar çokipucu toplanıp, aralarında kurulan ilişkilerle birsistem oluşturuldu mu, ilgili sistemdeki kuvvetçizgilerinin yardımıyla bir insan üzerinde açıkseçik ve tutarlı bir izlenim edinilebilecektir.Böyle bir sisteme uyulması, insanın ayağınınsağlam bir toprağa basmasını sağlayacaktır. İlgilikimse daha bir yakından tanındığı zaman,önceden verilen yargıda kimi değişikliklerebaşvurulabilecektir kuşkusuz. Pedagojik hergirişimden önce, söz konusu kişiyle ilgili olaraktamamen açık seçik bir fikre varılması

zorunludur.Ayrıca, böyle bir sisteme ulaşabilmek içingerekli çare ve yollar üzerinde durmuş, hatta buamaçla örneğin bizim kendimizde karşılaştığımızya da ideal bir insandan beklediğimiz ruhsalolaylara başvurmuştuk. Sonra biraz daha ileriyegiderek, oluşturduğumuz sistemin belirli biröğeden, yani sosyal öğeden ayrıdüşünülemeyeceğini belirtmiştik. Ruhsalyaşamın olaylarına salt bireysel olaylar gözüylebakmak yeterli değildir, bunları toplumsalyaşamla ilişkileri içinde kavramamızgerekmektedir. Başkalarıyla bir aradayaşayabilmemiz bakımından önem taşıyan birilke olarak da şunu belirtmiştik:
Bir insanınkarakteri, bizim için asla ahlaksal birdeğerlendirmeye temel yapılamaz, ancak oinsanın çevresi üzerine nasıl bir etki yaptığı veçevresiyle nasıl bir ilişki içinde bulunduğukonusunda toplumsal nitelikli bir bilgi böyle birtemel rolünü oynayabilir.
Söz konusu düşünceleri geliştirirken tüminsanlara özgü iki olayla karşılaşmıştık. Bir

tanesi, insanları birbirine bağlayan ve uygarlığınbütün eserlerini yaratan toplumsallıkduygusunun dört bir yandaki varlığıydı. Ruhsalolaylara uyguladığımız ve insanda, etkintoplumsallık duygusunun boyutlarınıbelirlememizi sağlayan bir ölçüttü bu. Bir kişinintoplum içinde nasıl bir yer tuttuğunu ve kendiinsanlığını nasıl açığa vurduğunu, buna hangiyoldan bir verimlilik ve dirimsellikkazandırdığını bilirsek, o kişi hakkında somutbir izlenim edinebiliriz. En sonunda saptadığımızikinci şey –ki, bu da, karakteri değerlendirmedebaşvurduğumuz bir diğer ölçüt idi– üstünlükeğilim ve çabasının toplumsallık duygusuüzerinde hepsinden zararlı bir etki yaptığıydı.Bu iki ipucuna dayanarak, insanlar arasındakiayrımın toplumsallık duygusuyla güçlülükeğiliminin büyüklük derecesindenkaynaklandığını, her iki etkenin karşılıklıbirbirini etkilediği ve ortak çalışmaları sonucukarakter diye nitelediğimiz nesnenin doğuportaya çıktığı sonucuna vardık.

10. SALDIRGAN (AGRESİF) TİPİNKARAKTER ÖZELLİKLERİKendini Beğenmişlik (Hırs)
S
aygınlık tutkusu, ruhsal yaşamda birgerginliğin doğmasına yol açar; bu gerginliknedeniyle insan güçlülük ve üstünlük amacınıdaha bir açıklıkla gözüne kestirir ve normaldendaha yoğun çabalarla söz konusu amacaulaşmaya çalışır. Sanki tüm yaşam, büyük birzafer beklentisine dönüşür. Böyle bir insan,nesnelliğe sırt çevirir çünkü yaşamla ilişkisiniyitirir, kafasını kurcalayan bir tek sorun vardır, oda başkaları üzerinde nasıl bir izlenim bırakacağıve başkalarının kendisi hakkında neler

düşüneceğidir. Bunun bir sonucu olarakeylemsel özgürlüğü alabildiğine engellenir vehepsinden sık karşılaşılan bir karakter özelliği,yani kendini beğenmişlik böylece doğup ortayaçıkar.Kendini beğenmişliğe çok az miktarda da olsaher insanda rastlanır. İnsanın kendinibeğenmişliğini apaçık sergilemesinin başkalarıüzerinde istenilen etkiyi yapmayacağıdüşünülerek ilgili özellik, çoğu zaman güzelcesaklanıp gizlenerek çeşitli kılıklarabüründürülür. İnsan belirli ölçüde biralçakgönüllüğü içinde barındırabilir ama yine dekendini beğenmiş olabilir. Kendinibeğenmişliğinde o kadar ileri gidebilir ki, yabaşkalarının kendisi hakkında vereceği yargıyıhiç önemsemez ya da açgözlülükle söz konusuyargının peşine düşer ve onu kendi lehindeetkilemeye çalışır.Kendini beğenmişlik belirli bir ölçüyü aştı mı,son derece tehlikeli nitelik kazanır. İnsanı, dahaçok görünüşü hedef alan bir sürü yararsızeyleme sürüklemesi, onu daha çok kendini ya da

başkalarının kendisi hakkında vereceği yargıyıdüşünür duruma getirmesi bir yana, gerçeklebağın kolaylıkla kaybolmasına yol açar.İnsanlararası ilişkilere karşı anlayış göstermez,her türlü bağın uzağında yaşar, yaşamınkendisinden neler istediğini ve kendisinin insanolarak yaşama neler vermek zorunda olduğunuunutur. Kendini beğenmişlik, başka hiçbirolumsuz özellikte görülmedik şekilde insanıözgür gelişiminden alıkoyacak gücü gösterir;çünkü kendini beğenmiş kişi herhangi birdavranışta bulunurken, acaba işin sonundakendisi için bir çıkar söz konusu mudur diyedüşünür hep.Bazen insanlar, kendini beğenmişlik ya dakibir sözcüğü yerine kulağa daha hoş gelen
hırs
sözcüğünü kullanarak kendilerini biraz temizeçıkarmaya çalışır. Birçok insan vardır ki,kendisinin pek hırslı bir kişi olduğunu gururlaaçığa vurur. Bazıları da “hamaratlık” sözcüğünesığınır. Topluma yararı dokunduğu süre,hamaratlığa bir itirazımız olamaz. Ne var ki,genellikle ilgili deyimlere başvurulmasının

nedeni, alabildiğine bir kendini beğenmişliğikamufle etmekten başka bir şey değildir.Kendini beğenmişlik, çok geçmeden insanıoynanan bir oyunun gerçek bir oyuncusuolmaktan çıkarıp, bir oyunbozana dönüştürür.Kendini beğenmişler kendini beğenmişliklerinedoyum sağlamaktan alıkonuldu mu, hiç değilsebaşkalarına üzüntü vermek, acı çektirmekisterler. Kendilerini beğenmişlikleri henüzgelişmekte olan çocukların nazik durumlardabütün prestijlerini seferber ederek kendilerindengüçsüzlere güçlerini kanıtlamaya kalktığını sıksık gözlemleriz. Kimi çocukların hayvanlaraeziyet etmesi de yine aynı nedendenkaynaklanır. Bu arada artık eskisi gibi atakdavranamayan daha başka çocuklar ise, akılalmaz ayrıntılara başvurarak kendinibeğenmişliklerine doyum sağlamaya bakar,çalışma turnuvalarının yapıldığı büyük pistinuzağında, kaprislerinin yarattığı bir ikincisavaşın alanında oyalanarak saygınlık isteklerinigerçekleştirmeye çaba harcarlar. Yaşamıngüçlüğünden yakınıp, hayatta biraz haksızlığa

uğradıklarını ileri sürenler, bu gibi kimselerarasında yer alır. Kendilerine sorarsanız, doğrudürüst eğitilmiş ya da falanca tersliklekarşılaşmamış olsalar, herkesten ileri durumdabulunacaklardır. Bu ve benzeri sızlanmalarıyineleyip dururlar. Hep bir bahane bulur,yaşamın cephe kesimini boylamaktan yakayısıyırır, kendilerini beğenmişlik duygularını bolbol doyuma kavuşturacak düşler görürler.Böyleleri karşısında diğer insanların durumuimrenilecek gibi değildir; kendini beğenmişlerinbüyük ölçüde yergilerine hedef olurlar. Kendinibeğenmiş kişi, uğradığı başarısızlıkların suçunuâdet olduğu üzere, kendisi üstlenmeyerekbaşkalarının üzerine yıkmaya başlar. Hepkendisi haklı, başkaları haksızdır; oysa yaşamdaönemli olan haklı ya da haksız sayılmak değil,ilerlemek ve başkalarının ilerlemesine katkıdabulunmaktır. Gelgelelim, kendini beğenmişlerinağzından işitilen hep yakınma ve özürdilemelerdir. İnsan ruhunun birtakım numara veoyunlarıdır bunlar; kendini beğenmişlikduygusunu ayakta tutabilmek, üstünlük

duygusunun yara almadan varlığınısürdürmesini sağlayıp, bir sarsıntı geçirmesiniönlemek için başvurulan önlemlerdir.İnsanlığın büyük eserlerinin, hırs denilen şeyolmadan yaratılamayacağı ileri sürülür sık sık.Ama bu, gerçekle ilgisiz bir görüş ve yanlış birperspektiften başka bir şey değildir. Kendinibeğenmişlikten arınmış kimse gösterilemeyeceğiiçin, herkeste ilgili özellikten bir parça vardemektir. Ancak, insanın izleyeceği temeldoğrultuyu belirleyen ve yararlı işler yapmasıiçin onu gerekli güçlerle donatan, böyle birözellik değildir kuşkusuz. Toplum hiç hesabakatılmadan, dâhice bir işin başarılabileceğidüşünülemez. Bunun tek koşulu, her zamantoplumla ilişkinin sürdürülmesi ve toplumuileriye götürme konusunda bir isteğinduyulmasıdır. Yoksa elde edilecek başarıyadeğerli gözüyle bakmamız olanaksızdır. Birbaşarıda kendini beğenmişlik rol oynarsa,kuşkusuz salt aksatıcı ve engelleyici nitelik taşırbu rol; başarıyı olumlu yönde pek etkileyemez.Bugünkü toplumsal düzende insanın kendini

beğenmişlikten tümüyle yakayı sıyırmasıgerçekleşecek gibi değildir. Bir kez bunu bilmekyararlıdır bizim için; böylelikle uygarlığımızınalabildiğine güçsüz bir yanına parmak basmışoluruz. Öyle bir güçsüzlük ki, bir sürü insanınmahvolup gitmesine, ömür boyu mutsuzlukiçinde yaşamasına ve her zaman felaketekaynaklık eden yerlerde oyalanmasına yol açar.Böyleleri olduklarından daha iyi görünmeyikendilerine amaç edindiklerinden, başkalarıylageçinemez, yaşama ayak uyduramazlar.Dolayısıyla, bir kimsenin kendisine biçtiğiyüksek değeri pek umursamayan gerçeklekolaycacık çatışma durumuna girerler.Kendilerini beğenmişlikleri, bu gibi kimseleribaşkalarının alaylarına konu yapmaktan öte birişe yaramaz. İnsanlığın karşılaştığı bütünçapraşık durumlarda, kendini beğenmişlikduygusuna doyum sağlamadaki başarısızlık enönemli etken rolünü oynar. Karmaşık bir kişilikyapısı gösteren birini anlamak istiyorsak, bukimsede kendini beğenmişliğin hangi boyutlaraulaştığını, bu kimsenin hangi doğrultuda

devindiğini ve ne gibi yollara başvurarakkendisine doyum sağlamaya çalıştığınıaraştırmak izlenecek önemli bir yoldur. Sözkonusu durumlarda hep ele geçireceğimiz birsonuç vardır ki, o da kendini beğenmişliğintoplumsallık duygusuna önemli ölçüde sektevurduğudur. Kendini beğenmişlikle toplumsallıkduygusu birbiriyle bağdaşmaz hiç; çünkükendini beğenmişlik, toplumsallık ilkesineboyun eğmeye yanaşmaz.Ancak, kendini beğenmişliği bekleyen kötüakıbet, yine kendisinden kaynaklanır; çünküilgili özellik, hiçbir şeyin önünde duramayacağımutlak doğrular gibi toplumsal yaşamda gelişiportaya çıkan karşıt mantıksal nedenlerin tehdidialtında bulunur. Dolayısıyla, henüz çokerkenden kendini saklamak, bir başka kılığabürünmek, dolambaçlı yollar izlemek zorundakalır; nitekim ilgili özelliği kendisinde barındırankişi de, kendini beğenmişliğine doyum sağlamakiçin gerekli gördüğü görkem ve zaferi ele geçiripgeçiremeyeceği konusunda kuşkular içindekıvranır. Kendisi böyle düşler ve düşüncelerle

oyalanırken, zaman geçip gider. Derken sonuçtabir bahane kalır elinde, o da harekete geçmesiiçin bundan böyle koşulların elverişlisayılamayacağıdır. Genellikle şöyle bir seyirizler durum: Söz konusu kimseler, yaşamdakendilerine hep ayrıcalıklı bir yer arar, kıyıdakenarda durur, çevrelerinde olup bitenlerigözlemlemekle yetinirler. Yürekleri kuşkuyladoludur, insan soydaşlarına düşman gözüylebakar, bir savunma, bir savaş durumuyaşıyormuş gibi bir tutum takınırlar. Çoğuzaman kararsızlık içinde bocalar, insana oldukçamantıklı gelen derin düşüncelere dalar, bunda dahaklı gibi görünürler. Ne var ki, varlıklarınıntemel sorununa el atmayı unutur, yaşamla,toplumla, yüklenmeleri gereken ödevlerle ilişkikurmayı ihmal ederler. Yakından bakıldığındabir kendini beğenmişlik uçurumunayuvarlandıkları anlaşılır, herkesten üstünlüközlemlerini akla gelmedik yollardan dışayansıtırlar. Davranışlarında, giyinişlerinde,konuşma biçimlerinde, başkalarıyla ilişkilerindebu özlem açığa vurur kendini. Kısaca, nereye bir

göz atılsa herkesten ileri geçmeye çalışan ve buamaçla başvuracağı çarelerin seçiminde hiçtitizlik göstermeyen kendini beğenmiş birinsanla karşılaşılır. Kendini beğenmişliğin bugibi dışavurumları çevredekiler üzerinde hoş birizlenim bırakmadığından ve kendinibeğenmişler, eğer akıllı kimselerse, toplumunyasalarını çiğnediklerini ve topluma tersdüştüklerini çok geçmeden fark ettiklerinden,söz konusu özellikte kimi zaman bazıyumuşatmalara başvururlar. Dolayısıyla, kendinibeğenmiş kişi bazen alabildiğine alçakgönüllübir izlenim uyandırmaya çalışır, dıştan neredeysesallapati bir kimse görünümü sergiler; bununlaamaçladığı tek şey de, kendini beğenmiş birisayılamayacağını kanıtlamaktır. Anlatıldığınagöre, bir gün Sokrates, konuşmak için kürsüyeçıkan hırpani kılıklı birine şöyle seslenir:
“Eytinalı genç, kendini beğenmişliğin, üstündekigiysinin yırtıklarından başını çıkarmış sırıtıyor.”
İnsanlar çoğunlukla kendilerini beğenmişkimseler olmadıklarına inanırlar. Dikkatlerini dışgörünümleri üzerinde toplar, kendini


beğenmişlik denilen şeyin çok daha içerilerdeyuvalandığından habersiz yaşarlar. Örneğinböyle bir kendini beğenmişlik, kişinin topluluktahep konuşması, susmak nedir bilmemesi, bazenkendisine konuşma fırsatı verilip verilmediğinebakarak bu topluluğu değerlendirmekistemesiyle belli eder kendini. Yine kendinibeğenmiş kimi insan vardır ki, öne çıkmaya hiçyanaşmaz, kalabalık arasına hiç karışmayarak,kendini topluluklardan uzak tutar. Topluluktanböyle bir kaçış da, değişik biçimlerde kendiniaçığa vurur: Ya alınan bir davet geri çevrilir yada bir hayli ricadan sonra kalkılıp gidilir. Yinekendini beğenmiş birçok kimse vardır ki,topluluk arasına karışması ancak belirli koşullarabağlıdır; dünyaları ben yarattım havası içindeyanına yaklaşılmaz bir tavır takınır, bazenböbürlenerek kendisinin yüksek bir kimseolduğunu ileri sürer. Bazıları da,
bütün
toplantılarda hazır bulunmayı bir tutku edinir.Bu gibi şeylere önemsiz ayrıntılar gözüylebakmak doğru değildir; hepsi de çok derinlerdesaklı yatan nedenlerden kaynaklanır. Gerçekte

kendini beğenmiş insan, toplumsal yaşamı hiçumursamayan biridir; toplumsal yaşamı ileriyegötürmekten çok engeller, onun gelişiminiaksatır. Bütün bu tipleri tüm girdisi çıktısıylaeksiksiz anlatabilmek için büyük yazarlarınyaratıcı güçleri gereklidir. Kendini beğenmişlikteo yukarılara doğru tırmanan çizgiyi açık seçikgözlemleyebiliriz; öyle bir çizgi ki, bir insanınyetersizlik duygusuyla kendisi için alabildiğinebüyük bir amaç belirlediğini ve başkalarındanüstün olmaya çalıştığını gösterir. Kendinibeğenmişliği özellikle dikkate çarpan birkimsenin, kendisine fazla bir değer vermediği vebu değer vermeyişinin çoğu zaman kendisininde ayrımına varmadığını düşünebiliriz. Amakendini beğenmişliklerinin bir yetersizlikduygusundan kaynaklandığının bilincinde olankimseler de vardır kuşkusuz. Ancak, bunubilmek, söz konusu kimseler için pek önemtaşımaz, dolayısıyla bilgilerinden gereği gibiyararlanamazlar.Kendini beğenmişlik insanın ruhsal yaşamınındaha erken bir döneminde gelişip ortaya çıkar,

hep de çocuksu bir yanı vardır, kendinibeğenmiş kimseler her zaman çocuksu birgörünüm sergiler. Böyle bir karakter özelliğininoluşumuna yol açan durumlar çeşitlidir. Bazendoğru dürüst eğitilmediği için küçüklüğündeneziklik duyan bir çocuk, ihmal edildiği,evdekilerden gerekli ilgiyi görmediği duygusunakapılır. Bazen de çocuklar, söz konusu özelliğibir aile geleneği gibi atalarından devralır. Bugibi kimselerin ağzından sık sık, anne vebabalarının da kendilerini başkalarındanayıracak ve başkaları karşısında kendilerineayrıcalık sağlayacak böyle “aristokrat” birözelliğe sahip olduklarını duyarız. Ancak, sözkonusu kof isteğin altında, kendini başkalarınabenzemeyip “olağanüstü” bir aileden gelen,mükemmel amaç ve duygularla donatılıpdoğuştan bir ayrıcalığa hak kazanmış, herkestenüstün bir kimse gibi hissetme eğiliminden başkabir şey yatmaz. Bir ayrıcalık iddiasıdır ki,kendisine izleyeceği doğrultuyu gösterir,davranışlarını yönetir ve dışavurum biçimlerinibelirler. Gelgelelim yaşam bu tiplerin gelişimini

kolaylaştırmaya pek elverişli niteliktaşımadığından ve bu gibileri çevreden düşmandavranışı gördüğü ya da alay konusu yapıldığıiçin, içlerinden çoğu kısa süre sonra gözlerikorkarak toplumdan elini eteğini çeker, münzevibir hayat sürmeye başlar. Kimseye hesapvermek zorunda olmayıp kendi dört duvarlarıiçinde yaşadıkları sürece, sarhoşluklarından birtürlü ayılıp kendine gelemez, hatta tutumlarınıhaklı birtakım nedenlere oturtmaya bakarlar. Butipler arasında üst düzeyde eğitim ve öğrenimgörmüş, yetenekli insanlar yer alır çoğu zaman.Beceri ve yeteneklerini terazinin bir kefesinekoysalar, küçümsenmeyecek bir ağırlıkoluşturacaktır. Ne var ki, kendilerini birsarhoşluk havasına kaptırarak bu durumu kötüyekullanırlar. Toplumda aktif rol oynamak içinhayli ağır koşullar öne sürerler. Falan ya da filanşeyi yapmış, öğrenmiş ya da bilmiş olsalardı,başkaları falan ya da filan şeyi yapsa veyayapmasaydı, bazen de kadınlar ya da erkeklerböyle olmasaydı gibi yerine getirilemeyecekkoşullardır bunlar; ne kadar istense de hiç biri

gerçekleştirilemez. Bu da gösterir ki, boşbahanelerdir hepsi, ancak nelerin ihmal edilipelden kaçırıldığını insana unutturacak bir içkininhazırlanıp kotarılmasına elverişli nitelik taşırlar.Dolayısıyla, bu insanların içleri haylidüşmanca bir duyguyla doludur, başkalarınınacılarını hafife almaya ve bu acılar üzerindenatlayıp geçme eğilimi gösterirler. Nitekim büyükinsan sarrafı La Rochefoucault, bu tiptekilerleilgili olarak şöyle der: Başkalarının acılarınakolaycacık katlanabilirler; içlerindeki düşmanlık,çoğu zaman sert yergiler biçiminde açığa vururkendini. Hiçbir şeyde en ufak iyi bir yanbırakmaz, alay ve suçlamalarıyla her şeyeyetişirler; kendilerini sürekli haklı çıkarmayabakar, her şeye lanet okurlar. Oysa bize görekötüyü bilip tanımak ve mahkûm etmek fazla birönem taşımaz; insanın hep kendisine sormasıgereken soru, var olan koşulların düzeltilmesine
kendisinin
 nasıl bir katkıda bulunduğudur.Gelgelelim, kendini beğenmiş kişiler, yeter kiyapacakları bir hamleyle çevresindekilerinüzerinde bir yere çıkıp otursun ve karalayıp

kötülemenin asitiyle onları dağlasın, başka şeyistemezler. Çoğunlukla bu konuda sahipoldukları inanılmaz ölçüde zengin deneyimdengeniş ölçüde yararlanırlar. Alabildiğine inceesprili, şaşılacak derecede hazırcevap kişilerbulunur aralarında. Her şey gibi, espri vehazırcevaplık da kötüye kullanılabilir ve büyükyergi üstatlarında görüldüğü gibi, kötü bir huybir sanat aşamasına çıkarılabilir. Bu tiptekilerinbir türlü doyamadığı aşağılayıcı ve küçümseyicidavranış, kendini beğenmişlik özelliğinde sıkgörülüp bizim değerden düşürme eğilimidediğimiz bir olayın dışavurumudur. Kendinibeğenmiş kimsenin hangi noktayı saldırısınahedef seçtiğini bize gösterir; bu da, başkalarınıntaşıdığı değer ve önemdir. Böylece, ilgili kişiler,başkalarını batırarak kendilerine bir üstünlükduygusu sağlamaya çalışır. Bir kimsenindeğerini benimsemeyi kendileri için biraşağılama sayarlar. Buradan da yine, söz konusukişilerin ruhlarının çok derinliklerinde birgüçsüzlük duygusunun yaşadığı sonucunavarabiliriz.

Kendisinde söz konusu özelliklererastlanmayan kimse gösterilemeyeceğinden,pekâlâ bu irdelemelerden yararlanıp kendiüzerimizde uygulayacağımız bir ölçüt elegeçirebiliriz. Bin yıllık bir geçmişe dayanan biruygarlığın, içimize serpiştirdiği nesneleri kısasürede söküp atamasak da, körlükle davranıp biran sonra zararlı olduğu anlaşılacak yargılarakendimizi bağımlı kılmaktan el çekmemiz ileribir adım sayılacaktır. Başka türlü insanlarolmanın ya da çevremizde bu gibi insanlargörmenin özlemini çekiyor değiliz; birbirimizeelimizi uzatmak, birbirimizle bir dayanışma, birişbirliği içinde yaşamak benimsediğimiz biryasadır. İşbirliğini her zamankinden çok ihtiyaçduyduğumuz günümüzde, kişisel kendinibeğenmişliklerin yeri yoktur. Özellikle bizimkigibi dönemlerde kendini beğenmişliği bekleyençelişki ve çatışmalar pek sivri ve kaba niteliktaşımakta, böyle bir tutumdaki insanlar pekkolay başarısızlığa uğramakta, sonunda yakendileriyle savaşılarak saf dışı edilmekte ya daacımalara konu yapılmaktadır. Öyle görülüyor

ki, özellikle içinde yaşadığımız çağ, kendinibeğenmişlik için elverişli nitelikten yoksundur;dolayısıyla, hiç değilse bir kimsenin kendinibeğenmişliğine toplum için yararlı alanlardadoyum sağlamasını mümkün kılacak yollarınaranması gerekiyor.Kendini beğenmişliğin çoğunlukla hangiyollardan etkinliğini sürdürdüğünü aşağıdakiörnekle açıklamaya çalışalım.Birden çok kardeşin en küçüğü olan genç birkadın, çocukluğunun erken bir dönemindenbaşlayarak evdekilerce şımartılmıştır. Özellikleannesi, etrafında pervane olmuş, kızının herarzusunu yerine getirmiştir. Bu yüzden, vücutçada pek güçsüz sayılan kızın istekleri ölçüsüzderecede artmıştır. Derken kız günün birinde birşey keşfeder, hastalandığı zaman çevresindekilerüzerindeki egemenliğinin her zamankindengeniş boyutlara ulaştığını sezer. Çok geçmeden,hastalık gözüne önemli bir servet gibigörünmeye başlar. Normalde insanlarınhastalanmaya karşı duyduğu hoşnutsuzluğuduymaz olur, zaman zaman kendini iyi

hissetmemeye hiç de tatsız bir gözle bakmaz.Çok sürmeden bu konuda öylesine ustalaşır ki,istediği zaman hastalanmayı başarır amaözellikle kafasına koyduğu bir şeyi yapmakistediğinde bu yola başvurur. Ama hep dekafasında gerçekleştirmek istediği bir şeybulunduğundan, başkaları karşısında her zamanhasta bir durumda yaşamaya başlar. Çocuklardave büyüklerde
hastalanmanın
 bu türüne pek sıkrastlarız; söz konusu kimseler, sahip olduklarıgücün böylelikle artıp büyüdüğünü hisseder, aileiçinde baş köşede bir yeri ele geçirir,çevresindekileri kayıtsız şartsız egemenliklerialtına alırlar. Hele bir de zayıf yapılıysalar, sözkonusu durumun gerçekleşme olasılığıalabildiğine büyür. Kuşkusuz böyle bir yoluizleyenler, daha önce sağlıkları konusundaçevresindekilerin kapıldığı tasa ve endişelerintadını alanlardır. Bu arada, söz konusu kişiler budurumun gerçekleşmesine katkıda bulunur,örneğin yemek yemekte biraz nazlı davranırlar.Bununla da küçümsenmeyecek başarılarakavuşur, örneğin sağlıksız bir görünüm sergiler

ve evdekileri ahçılık konusundaki bütünhünerlerini göstermeye zorlarlar. İçlerinde birözlem duygusu gelişir, yanlarında hep biribulunsun ister, yalnız bırakılmaya hiçgelemezler. Varmak istedikleri amaca ulaşmalarıda kolaydır, kendilerini hasta göstermeleri ya dabaşkaca bir tehlike içinde bulundurduklarınıaçığa vurmaları yeterlidir, bunun da tek çaresiözdeşleşme yoluyla bir hastalığın ya da birgüçlüğün kucağında soluğu almaktır. İnsanınböyle bir özdeşleşme yeteneğine ne büyükölçüde sahip olduğunu, uykuda görülen düşlerbize gösterir; düşte insan, sanki belirli bir durumgerçekten varmış gibi bir izlenime kapılır.Söz konusu kimseler böyle bir hastalıkduygusunu içlerinde yaratabilme gücünesahiptir. Hem de bunu öylesine ustalıkla yaparlarki, uydurmanın, düzmeceliğin ve kuruntununasla sözü edilemez. Bir durumla özdeşleşmenin,sanki o durum gerçekten varmış gibi bir sonuçdoğurduğu bilmediğimiz bir şey değildir.Örneğin bu insanlar mideleri bulanıyormuş gibigerçekten kusabilir, kendilerini tehdit eden bir

tehlike varmış gibi gerçekten korkuyakapılabilirler. Bazen bu işi nasıl becerdiklerini deele verdikleri görülür. Örneğin hastamızınaçıkladığına göre, bazen “sanki hemen biryerine felç inecekmiş” gibi bir korkuya kapılır.Kimi insanlar vardır, diyelim bayılacaklarınıöylesine ayrıntılı biçimde tasarlarlar ki,gerçekten de bayıldıkları görülür, herhangi birkuruntudan ya da uydurmadan söz edilemez. Birkimse bu yoldan çevresindekilerin karşısınahastalık belirtileri ya da en azından sinirselsemptomlarla dikildi mi, çevresindekilerin onunyanından bir yere ayrılmaması, ona göz kulakolması gerekir kuşkusuz; çünkü toplumsallıkduygusu bunu gerektirir. Dolayısıyla, böyle birhasta da amaçladığı güçlü konumu ele geçirir.Böyleleri insanın soydaşlarına geniş ölçüdesaygı göstermesini isteyen toplum yasasıylaçelişkiye düşer. Genellikle soydaşlarınınmutluluğuna katkıda bulunmak bir yana, bumutluluğu engellemekten kolay kolaykendilerini alamaz. Tüm güçlerini, tümkültürlerini ve eğitimlerini seferber ederek insan

soydaşlarını düşünmenin üstesinden gelebilirlerbelki, hiç değilse çevresindeki bir kişiyle çokyakından ilgileniyorlarmış süsünüuyandırabilirler. Ama yine de davranışlarınındayandığı temel,
kendini sevmekten
 ve kendinibeğenmişlikten başka bir şey olmayacaktır.Bizim hastamızda da işte böyle bir durum sözkonusuydu. Hastamızın kendi aile bireylerinekarşı açığa vurduğu ilgi görünürde tüm sınırlarıaşıyor, örneğin annesi kahvaltısını odasınagetirmekte yarım saat gecikmeyegörsün,alabildiğine büyük bir meraka kapılıyor,kocasını yataktan kaldırıp annesinin başına birşey gelip gelmediğine baktırmadan içi bir türlürahat etmiyordu. Annesini yavaş yavaşkahvaltıyı tam zamanında getirmeye alıştırmıştı.Bir işadamı olarak müşterilerini ve ticariyaşamındaki dostlarını düşünmesi gerekenkocasının durumu da pek başka türlüsayılmazdı; eve ne zaman belirlenen saattenbiraz geç gelse karısını yığılıp kalmış, korkudanter içinde kalmış buluyor, karısı perişan birhalde, o gelinceye kadar nasıl alabildiğine

korkunç acılar içinde kıvrandığını anlatıyordu.Dolayısıyla, adam da bu gibi durumlarda dakikolmaktan başka çıkar yol görememişti.Birçok kimse böyle davranmaktan kadının birçıkarı olmadığını, sözü edilen durumların kadıniçin büyük zaferler sayılamayacağınısöyleyecektir. Ne var ki, ilgili davranış
bütününancak küçük bir parçasıdır
, yaşamın tümilişkileri açısından bir “unutma bak!” uyarısıanlamını taşır, karşıdaki kişi eğitilmeye çalışılırböylece. Kadının ruhu dizginlenemeyecek birhükmetme hırsıyla dolup taşar ve bu hırsındoyuma kavuşturulması bir bakıma kendinibeğenmişlik duygusunun da doyumakavuşturulmasıdır. Beri yandan kadının,istediğini elde etmek için çok çaba harcamasıgerekecektir; bütün bunlar düşünülürse, bukadın için söz konusu davranışın bir zorunlulukdurumuna geldiği anlaşılmaktadır. Söylediklerimutlaka ve anında yapılmadı mı, içi bir türlürahat etmez kadının. Ama ortak bir yaşam,karşıdaki kişinin belirlenen saatte evegelmesinden oluşmaz, daha başka binlerce ilişki

vardır ki, kadının bu emredici tutumuyladüzenlenir; binlerce emir vardır ki, kadınınkorku nöbetleri kendilerine eşlik eder. Kadın okadar büyük bir tasa ve meraka kapılır ki,karşıdaki kişi için istediğini mutlaka yerinegetirmekten başka çıkar yol yoktur. Buradangörüldüğüne göre,
tasa ve merak kendinibeğenmişlik duygusunun doyumakavuşturulmasında bir araç olarak kullanılmaktadır.
Söz konusu davranış çoğunlukla o dereceyibulur ki, buna başvuran için istenilen şeyinyapılması, yapılan şeyin kendisinden daha çokönem taşır. Bunu altı yaşındaki bir kızda açıkçagözlemleyebiliriz. Kız öylesine
inatçı
 biridir ki,aklına ne gelirse yapılmasına çalışır, gücünüçevresindekilere gösterip onları dize getirmekisteğiyle dolup taşar içi, bu davranışının neyemal olacağına hiç aldırmaz. Kızla iyi geçinmekisteyen ama bunu nasıl başaracağını bilemeyenanne bir defasında kızına bir sürpriz yapmakister, onun en sevdiği yemeği pişirerek şusözlerle getirip önüne koyar: “Pek sevdiğini

bildiğim için, bu yemeği yaptım sana.” Ne varki, kız nefis yemeği devirip yere döker,ayaklarıyla üzerinde tepinirken şöyle bağırır:“İstemiyorum işte! İstemiyorum! Sengetiriyorsun çünkü, ben kendi istediğim yemeğiyerim.” Bir başka kez, annesi okulda büyükteneffüs için kahve mi, süt mü istediğinisorunca, kapıda dikilen kız açıkça işitilebilir birsesle şöyle mırıldanır: “O süt dedi mi kahveiçerim ben, o kahve dedi mi süt içerim.”İçindeki niyeti açık seçik belli eden bir kızdıbu. Ama unutmayalım ki, çoğu çocuk aynıdır daniyetini açığa vurmaz; her çocukta biraz bukızdaki özellik bulunur, olağanüstü bir çaba veenerjiyle istediğini çevresindekilere yaptırmayaçalışır, bunun kendisine yarar sağlamayacağını,hatta zararı dokunacağını bile bile böyle birdavranışı sergiler. İradelerini özgürcekullanabilecekleri düşüncesi şu ya da bu şekildekafalarına sokulmuş, böyle bir ayrıcalıkladonatıldıkları duygusu kendilerine aşılanmışçocuklardır hepsi. Böyle bir düşünce veduygunun çocuklarda uyandırılmasına yol

açacak nedenler ise günümüzde hiç eksikdeğildir. Bunun da sonucu olarak büyüklerarasında insan soydaşlarının ilerlemesine yardımedecekken, kendi isteklerini gerçekleştirmeyençalışan kişilere daha sık rastlarız. Bazı insanlarkedini beğenmişliklerinde o kadar ileriye giderki, dünyanın en doğal işi sayılacak, hattamutluluklarını belirleyecek bir şey bile olsa, birbaşkasının kendilerine salık verdiği bir işiyapacak gücü gösteremezler; her konuşmada biritiraz fırsatı kollar, böyle bir anı bekleyipdururlar. Kimi insanların istemleri kendinibeğenmişlik sonucu öylesine uyarılıp kamçılanırki, “evet” demek isteseler de yine “hayır” sözüçıkar ağızlarından.İnsanın her istediğinin sürekli yerinegetirilmesi gibi bir durum, aslında yalnız aileçevresinde söz konusu olabilir, hatta bazenbunun burada bile gerçekleşemediği görülür.Başkalarıyla ilişkilerinde insanın üzerindesevimli ve uysal bir izlenim bırakan kimseler,çoğunlukla bu tipler arasında yer alır. Ne var ki,böylelerinin başkalarıyla dostluk ve ahbaplığı

uzun ömürlü değildir, çok geçmeden sona ererve zaten bu dostluğun pek de arzu edildiğisöylenemez. Gelgelelim, yaşam insanları biraraya getirici özellik taşıdığından, bazen ilgilikimselerden birini görürüz, kalpleri bir yandanfetheder durur, öte yandan fethettiği kalpleriyine yüzüstü bırakıp gider. Hemen hemen herzaman
aile çevresi içinde kalmak 
 isteyenkimselerdir, bunlar. İşte bizim hastada da durumtıpkı böyleydi. Aile çevresi dışındaki sevimli vegüleryüzlü davranışıyla herkesin sempatisinikazanmıştı; gelgelelim, ne zaman sokağa çıksaçok geçmeden yine kendini gerisin geri eveatıyordu. Dışarıdan ailesine dönüp gelmesiçeşitli şekillerde gerçekleşmekteydi. Diyelim birtoplantıya gitti, ansızın başına bir ağrı giriyor,ister istemez evin yolunu tutuyor, çünkütoplantıda mutlak üstünlüğünü evdeki kadargüçlü bir biçimde hissedemiyordu. Yanihastamız o yaşamsal kendini beğenmişliksorununu ancak ailesi içindeçözümleyebiliyorsa, kendisini gittiği yerden aileçevresine geri döndürecek, aile çevresi dışında

rahatını kaçıracak bir şeylerin olup bitmesigerekiyordu. Sonunda iş o dereceye varmıştı ki,ne zaman yabancı insanlarla bir araya gelsekorku ve heyecan nöbetleri geçirmeyebaşlamıştı. Tiyatroya gidemez olmuş, çokgeçmeden de sokağa hiç çıkamaz durumagelmişti; çünkü sokakta başkalarının kendiiradesine tabi olduğu duygusunu yitirmekteydi.Aradığı durumlar aile çevresinin
dışında
, yanisokakta ele geçirilecek gibi değildi. Bu da,yanında kendi “saray erkânından” kişilerolmadan tek başına niçin sokağa çıkmayayanaşmadığını açıklamaktaydı. Çevresindesürekli kendisiyle ilgilenecek kişiler görmek,sevdiği ideal bir durumdu. Araştırmalarımız,onun bu davranış modelinin erken çocuklukdöneminden kaynaklandığını göstermişti.Hastamız birkaç kardeşin en küçüğüydü evde,zayıf ve hastalıklı bir kızdı; kendisine öbürkardeşlerden daha bir sıcaklık ve sevecenlikledavranılması gerekmişti. O da böyle el üstündetutulmayı tüm gücüyle benimsemiş, bir dahabundan yoksun kalmak istememişti. Böyle

davranmasının sonucunda yaşamın koşullarıylaçelişkiye düşmeyip söz konusu koşullarkendisini rahat bırakmış olsaydı, bir kezsaptadığı yoldan belki hiç dönmeyecekti.Başkalarının itirazına hiç izin vermeyecek kadargüçlü huzursuzluğunun ve korku belirtileriningösterdiğine göre, kendini beğenmişliksorununu çözümleyeyim derken yanlış bir yolasürüklenmişti. Bulunan çözüm yolu için iyidenilemezdi, çünkü toplu yaşam koşullarınauymak gibi bir isteğe yer vermiyordu. Sonundarahatsız edici belirtiler işi o kadar azıtmıştı ki,hastamız bir hekime görünmek zorunda kalmıştı.Kadının yıllardan beri kurmaya çalıştığı yaşamplanı üzerindeki örtünün yavaş yavaş aralanmasıgerekmekteydi. Tedaviye karşı gösterdiği direnişbüyüktü; bunun da nedeni, hekimebaşvurmasına karşın yaşamında içten içeherhangi bir değişikliği istememesiydi. İleride deaile çevresinde egemenliğini sürdürse sokaktakorku nöbetlerine yakalanmasa güzel bir şeyolacaktı kendisi için. Gelgelelim, birini alıpöbürünü bırakmak olanaksızdı; alınacak şeyin

karşılığında bir bedelin ödenmesi gerekiyordu.Tedavi sırasında bilinçsiz yaşam planının tutsağıolduğu, ilgili planın avantajlarının zevkiniçıkarmak istediği, sakıncalarından ise korktuğuaçık seçik anlatıldı kendisine.Bu örnek, ileri derecede kendinibeğenmişliğin nasıl tüm yaşam için bir yükoluşturup, insanın ilerlemesini engellediğini vesonunda bir yıkıma yol açtığını gayet belirginolarak göstermektedir. Kendini beğenmişliğinyalnızca yararlarına çevrilmiş gözlerin ortadakiilişkileri gereği gibi algılamayacağı açıktır. Buyüzden birçok kimse hırsın, daha doğru birdeyimle kendini beğenmişliğin tümüyle değerlibir özellik sayılacağına iyice inanmıştır; çünkübu özelliğin her zaman bir hoşnutsuzluk kaynağıoluşturduğunu, kendisine rahat ve uyku yüzügöstermeyeceğini fark etmez.Buna bir başka örnek olarak da şu vakayıverebiliriz. Yirmi beş yaşındaki bir genç, tamson sınavlarına girip de okulu bitireceği birsırada vazgeçer, çekilir bir kenara; çünkü ansızınüzerine bir duygu çullanmış, hiçbir şeyle

ilgilenmez olmuştur. Alabildiğine sıkıcı ruhdurumları yakasına yapışır, kendi kendinikaralayıp kötüler, yeteneksiz ve mıymıntı biriolduğu düşüncesini kafasından bir türlü söküpatamaz. Çocukluğunu anımsayarak anne vebabasına en ağır suçlamaları yöneltir, onlarınanlayışsızlığının kendisini doğru dürüstgelişmekten alıkoyduğuna inanır. Böyle bir havaiçinde yaşarken, insanların gerçekte bir değertaşımadığını ve kendisini hiç ilgilendirmediğinidüşünür. Söz konusu düşünceler, nihayetkendisini toplumdan soyutlamasına yol açar.Bu durumda da yine kendini beğenmişliğinalttan alta itici güç rolünü oynadığıgörülmektedir; ilgili özellik, kendisinidenemeden geçirmek zorunda kalmaması içinhastamızın eline çeşitli bahane ve mazeretlertutuşturur. Çünkü tam gireceği sınavlardan öncekafasına bu çeşit düşünceler üşüşen hastamız,başkalarının karşısına çıkmaktan çekinmeyebaşlamış, ruhunu geniş ölçüde bir isteksizliksarıp kendisini işe yaramaz duruma getirmiştir.Ne var ki, bütün bunlar onun için kesin bir önem

taşımaktaydı. Çünkü bir şey başarıp ortayakoyacak gücü gösteremediğinde kişisellikduygusu esenliğe çıkacaktı. Altında gerilmişbekleyen bir ağ hazırda bulunuyordu; dardakaldığında içine atlayıverecek, eleştirilerdenyakasını kurtaracaktı. Hasta olduğu, içyüzükaranlık bir yazgı tarafından işe yaramazduruma getirildiği düşüncesiyle avutabilecektikendini. İnsanın tehlikeli durumlarla yüz yüzegelmesine izin vermeyen böyle bir davranış da,kendini beğenmişliğin bir başka türünüoluşturmaktadır. Beceri ve yeteneği üzerindekarar anının arifesinde, ilgili özellik hastamızı birdönüş yapmaya zorlamaktaydı. Halen içindebulunduğu parlak durumu, uğrayacağı biryenilgiyle kaybedebileceğini düşünmekte,yetenekliliği konusunda kuşku duymaktadır.Kendilerini toparlayıp bir türlü kesin kararveremeyen tüm insanların gizi de, işte buradasaklı yatıyor.Hastamız da söz konusu kimseler arasında yeralmaktadır. Aslında hep böyle davranan birisayıldığını araştırmalarımız ortaya koymuştur.

Ne zaman bir karar anı yaklaşsa hep bocalamış,döneklik göstermiştir. Daha çok bir insanındevinim çizgisiyle hal ve gidişini inceleme vearaştırma konusu yapan bizler için böyle birdavranışın içerdiği tek bir anlam vardır: Kendikendini frenlemek ve olduğu yerde kalıp ileriyegitmemek.Hastamız, ailenin en büyük çocuğu ve tekerkek evladıydı; dört kız kardeşi vardı. Aileiçinde beş çocuktan yalnızca onun yükseköğrenim görmesi kararlaştırılmıştı. Adeta aileningözbebeği olup, kendisinden çok şeybeklenmekteydi. Babası oğlunu hırslı bir kimsegibi yetiştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmamış,ileride ne büyük bir adam olacağını kendisinehep tekrarlayıp durmuştu; dolayısıyla,hastamızın gözü çok geçmeden bir tek amaçtanbaşkasını görmez olmuştu: Herkesten ilerigeçmek. Derken kendisinden beklenilenleriyapabileceği konusunda bir güvensizliğekapılmış, kendini beğenmişliği onu geriçekilmeye zorlamıştı.Bu durum, hırs ve kendini beğenmişlik

özelliğinin gelişimi sırasında nasıl kendiliğindenzarların atılıp, ileriye giden yolu yürünmezduruma soktuğunu göstermektedir. Kendinibeğenmişlik, toplumsallık duygusuylaalabildiğine büyük bir çelişki içinesürüklenmekte, ilgili çelişkiden insanı kurtaracakbir çıkar yol bulunamamaktadır. Durumböyleyken, kendini beğenmiş kişilerin,çocukluklarından başlayarak toplumsallıkduygusunda hep bir gedik açmaya ve bir keztuttukları yolu izlemeye çalıştıklarını görürüz.Böyleleri, bir kentin planını kendi hayalgüçlerine göre hazırlayıp, ellerinde böyle birplanla kenti dolaşmaya çıkan ve her şeyi odikkafalılıklarının ürünü planda işaretledikleriyerde bulmaya uğraşan insanlara benzer. Elbettearadıklarını asla bulamaz ve bunun sorumlusuolarak gerçeği suçlarlar. Kendini beğenmiş,dikkafalı insanların yazgısı aşağı yukarıböyledir. İnsan soydaşlarıyla ilişkilerindekendini beğenmişlik ilkesini ya zorla ya da hileve entrikayla geçerli kılmaya çalışırlar. Pusudabekler, başkalarını haksız çıkaracak ya da

hatalarını kanıtlayacak bir fırsat gözlerler hep.Başkalarından akıllı ya da daha iyi insanlarolduklarını gösterebildiklerinde, mutlulukduyarlar. Oysa karşısındakiler buna pek dikkatetmez ama savaş çağrısını yine de kabullenirler;bir süre devam eden savaş kendini beğenmişkişilerin ya zaferi ya da yenilgisiyle sonuçlanır;ne var ki, kendini beğenmiş kişiler, her ikidurumda da savaştan kendi üstünlüklerinin vehaklılıklarının bilinciyle çıkarlar.Ucuz oyunlar, numaralardır bunlar. Böyle biryoldan herkes, canı istediği şeye sahip olduğukuruntusunu içinde yaşatabilir. Ve sonunda,hastamızda görüldüğü gibi, ansızın bir okuldaokumak, bir kitabın bilgeliğine boyun eğmek yada gerçek becerisinin boyutlarını ortayaçıkaracak bir sınavı sineye çekmekzorunluluğuyla yüz yüze gelir ve tümyetersizliklerinin bilincine varırlar. Olaylarabakıştaki yanlış perspektifin kendilerini içerisinesoktuğu durumu aşırı ölçüde önemser ve sankiyaşamlarının tüm mutluluğu, tüm anlam veönemi söz konusuymuş gibi değerlendirirler her

şeyi. Kimsenin katlanamayacağı bir geriliminiçine sürüklenirler.Ayrıca, başkalarıyla her karşılaşmaları onlariçin büyük ve olağanüstü bir olay olup çıkar.Birinin onlara seslenişi, biri tarafından yöneltilenbir söz, yengi ya da yenilgi açısındanyorumlanıp değerlendirilir hep. Aralıksız birsavaş sürer gider. Kendini beğenmişlik, hırs vebüyüklenme özelliklerini kendilerine yaşammodeli yapan kişilerin önüne habire yenigüçlükler çıkarır bu savaş, yaşamın gerçeksevinçlerinden onları yoksun bırakır. Çünküancak koşullar benimsendiği zaman, yaşamınsevinçleri ele geçirilebilir. Bu koşulları birkenara iten kimse, kıvanç ve mutluluğa götürenyolu kendi eliyle kendisine kapatır, başkalarıiçin memnunluk ve mutluluk kaynağı olan herşeyden ister istemez el çeker. Düşler ve hayallerkurarak, başkalarından yüce ve üstün olduğuduygusunu yaşatır içinde; ama bu duygununhiçbir yerde hiçbir şekilde gerçekleştiğinigöremez. Bir şekilde böyle bir şeyle karşılaşsabile, saygınlığını yadsımaktan zevk duyan

yeterince insan bulur karşısında. Bunuönleyecek hiçbir çare yoktur. Kimse bir kişininüstünlüğünü benimsemeye zorlanamaz.Dolayısıyla, kendini beğenmiş kişiye kala kalakendisi hakkında vereceği tümüyle kesinliktenuzak ve büyüklenmeyle dolu yargısı kalacaktır.Böyle bir kişinin zaman bulup gerçek başarılarelde etmesi ya da insan soydaşlarınınilerlemesine yardımcı olması güçtür. İçlerindekazançlı çıkacak kimse yoktur böylelerinin.Hepsi de sağdan soldan gelecek saldırılara hedefoluşturur, sürekli bir tükenişin pençesindekıvranırlar. Sanki her zaman dışa karşı birbüyüklük ve üstünlük sergilemek gibi sebat vehamaratlık isteyen bir ödevi üstlenmişlerdir.Oysa bir
insanın değerinin
, başkalarınıngelişim ve ilerlemesine yardım etmek gibi haklıbir nedenden kaynaklanması bir başkadurumdur. Böyle bir durumda insan değer veönem peşinde koşmaz, değer ve önemkendiliğinden gelip insanı bulur. Başkaları çıkıpilgili değer ve önemi yadsısa bile, bunun birhükmü olmaz. İnsan, bütün umudunu kendini

beğenmişliğine bağlamadığı için, söz konusuyadsımalar karşısında serinkanlılığını yitirmez.Kesin önem taşıyan bir şey varsa, insanınbakışlarını kendi şahsına yöneltmesi, kendikişiliğini yüceltme yolunda sürekli bir arayışiçinde bulunmasıdır. Kendini beğenmiş kimse,hep bekleyen ve hep alan biri durumundadır.Gelişmiş bir toplumsallık duygusunu içindebarındıran ve “Başkalarına ne verebilirim?”sorusunu soran biri tüm karşıtlığıyla kendinibeğenmiş kişiyle yan yana getirildiğindearasında ne büyük bir değer farkının bulunduğuhemen anlaşılacaktır.Bu da, ulusların daha binlerce yıl önce müthişbir kesinlikle sezdiği ve İncil’in o bilgelik dolu
“Vermek almaktan daha hayırlıdır”
 sözündedile gelen bakış açısına götürür bizi.Alabildiğine eski bir insanlık deneyiminindışavurumu sayılan bu sözün anlamı üzerindedüşündük mü görürüz ki, burada anlatılmakistenen ruhsal bir durumdur; vermenin, kollayıpgözetmenin, yardım elini uzatmanın insanınruhunda yarattığı havadır; bu hava, ruhsal

yaşamda kendiliğinden bir denge ve uyumsağlar, veren kimsenin kendiliğinden elegeçirdiği bir Tanrı armağanıdır adeta. Daha çokalmaya eğilimli kimse ise, çoğu zaman dağınıkve tutarsız biridir; hoşnut olmak nedir bilmez,tam bir mutluluğa ulaşabilmek için elindekilerdışında daha nelere kavuşması ve nelerikendisine mal etmesi gerekeceği düşüncesiyleoyalanıp durur hep. Gözlerimi çevirip debaşkalarının gereksinimlerine bakayım demez;başkalarının mutsuzluğunu kendi mutluluğusaydığından, bir uzlaşmanın sağlayacağı huzurdüşüncesine kafasında yer yoktur.Dikkafalılığının yarattığı yasalara başkalarınınboyun eğmesini ister amansız bir tutumla, varolandan başka bir gökyüzü ister, bir başka türlüdüşünce ve duygu ister. Kısaca, ondagördüğümüz her şey gibi hoşnutluk vealçakgönüllülük duygusundan uzaklığı daalabildiğine dehşet vericidir.Kendini beğenmişliğin tamamen dışsal vedaha ilkel biçimlerini sergileyen kimseler ise,aşırılığa kaçarak giyinir, süslenip püslenir,

başkalarının dikkatini üzerlerine çekmek ister,bu davranışlarıyla geçmiş çağlardaki görkemligörünmek, caka satmak isteyen insanlarıanımsatırlar. Bugün bile ilkel kavimlerde aynıdurumla karşılaşırız; örneğin, ilkel bir insan çokuzun bir tüyü saçlarında taşımaktan dolayıgururlanıp böbürlenir. Pek çok insan sonmodaya uygun giyinip kuşanmaktan alabildiğinehaz duyar. Yanlarında taşıdıkları portreler veçeşitli ziynet eşyaları, kimi zaman başvurduklarısert sloganlar, savaşçıl amblemler ve düşmanıkorkutacak silahlar, bu insanların kendinibeğenmişliklerini gösteren belirtilerdir. Özellikleerkeklerde gördüğümüz cinselliği çağrıştıranfigür ve dövmeler vb. hoppa ve hafifmeşrep birizlenim bırakır üzerimizde.Böyle bir manzara karşısında bencil birçabanın gösterildiği, hayasızlıkla da olsakarşıdakinin etkilenmek istendiği duygusunakapılırız. Çünkü hayasızca davranmak, bazıinsanlara bir tür büyüklük ve üstünlük duygususağlar. Bazıları da sert ve duygusuz, dikbaşlı yada kendi içine kapanık ve soğuk bir davranışı

sergilemeleri durumunda böyle bir duyguyakavuşur. Ne var ki, bu davranış da bazengösterişten başka bir şey değildir; gerçekteböyleleri, kabalıktan ve hoyrat şövalyeliktendaha çok yufkayürekliliğe yakın kişilerdir.Özellikle erkek çocuklarında toplumsallığa karşıbir tür duyarsızlık, düşmanca bir tutum gözlenir.Başkalarının acı çekeceği bir rolü seve seveüstlenen kendini beğenmiş insanlarınduygularına seslenmek, izlenecek en kötüyoldur. Çünkü böyle davranmak çoğunluklaonları daha fazla kamçılar, tutumlarınısertleştirmelerine yol açar. Genel olarak böylebir durumda karşılaşılan tablo şudur: Örneğinanne ve baba, ricayla böyle bir kimseye yaklaşır,üzüntülerini açığa vurur, ilgili kişi ise onlarınacılarından kendine adeta bir üstünlük duygususağlamaya bakar.Kendini beğenmiş kişilerin kendilerinimaskelemekten hoşlandığını daha öncebelirtmiştik. Kendini beğenmiş kimseler,egemenlikleri altına alabilmek için çoğu zamanbaşkalarının gönüllerini kazanıp onları

kendilerine bağlamak zorundadır. Dolayısıyla,bir insanın güleryüzlü, dost ve nazik davranışınabakarak hemen ona bağlanmaktan sakınmalı,böyle bir görünümün arkasında başkalarındanileriye geçmek ve başkalarını egemenliği altınaalmak için çalışan savaşçıl ve saldırgan birininsaklı yatabileceği unutulmamalıdır. Çünküböylelerinin giriştiği savaşta ilk adım, karşıtarafta güvenlik içinde bulunduğu sanısınıuyandırmak ve onu ihtiyatı elden bırakacakduruma getirmektir. Savaşın bu ilk evresinde,yani bu dostluk ve güleryüzlülük döneminde,toplumsallık duygusuyla donatılmış birikarşısında bulunulduğu sanısına kapılmak iştenbile değildir. Ne var ki, birincisini izleyen ikinciperde bize yanıldığımızı gösterir. Çoğunluklahaklarında “Beni düş kırıklığına uğrattı” sözükullanılmadan durulamayan ve iki ruh taşıdığıöne sürülen kimselerdir bunlar. Ama gerçektehepsinin de güleryüzlü bir başlangıcı savaşçıl birtutumla sürdüren bir tek ruhları vardır.Başlangıçtaki yüze gülüp karşısındakini tuzağadüşürme işi o denli geniş boyutlara ulaşır ki,

bundan
bir ruh avcılığı
 doğup çıkabilir ortaya.İlgili kişiler çoğunlukla alabildiğine bir
özveri
sergiler; tek başına böyle davranmak bile onlariçin adeta bir zaferden farksızdır. Alabildiğinesaf ve temiz bir insanlığı ele veren sözleriağızlarından eksik etmez, eylemleriyle de sözdebunu kanıtlamaya çalışırlar. Gelgelelim, bunuçoğunlukla öylesine gösteriş düşkünü bir tavırlayaparlar ki, durum, işin acemisi olmayanlarınhemen dikkatini çeker. Bir İtalyan kriminolojiprofesörü şöyle demiştir:
“Bir insanın idealdavranışı belirli bir ölçüyü aşıp da, iyi kalpliliğive insancıllığı göze batar bir boyut kazandı mı,durumdan kuşku duymanın yeridir.”
 Böyle birgörüş karşısında da ihtiyatı elden bırakmamakgerekir; ancak ilgili görüşün kuram ve pratiktehaklı nedenlere dayandığı gerçeğine degözlerimizi kapatamayız. Goethe de Venedikapigramlarının birinde buna yakın bir düşünceyişöyle dile getirir:
 Her hayalperesti çarmıha gerin otuz yaşında,Tanımaya görsün dünyayı bir kez, aldatılanaldatan olup çıkar.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...