25 Aralık 2019

İNSANI TANIMA SANATI BEŞİNCİ BÖLÜM






Genellikle bu tipteki insanları tanımak kolaydır. Yüze gülen ve yaltaklanan davranışlarısevilmez, tiksindirir bizi; çok geçmedenböylelerinden kendimizi sakınmaya, kollamayabaşlarız. Açgözlü insanlara doğrusu böyle biryola başvurmaktan el çekmelerini salıkvermemiz gerekir. Söz konusu yolu izlememek,daha sade bir çareye başvurmak kendilerinedaha çok yarar sağlar.Ruhsal gelişimde karşılaşılan başarısızlıklarınhangi durumlarda ortaya çıkacağını kitabın“Genel Bilgi” bölümünde görmüştük.
 Eğitimleri güçlük doğuran çocuklar, çevreleriyle bir savaşdurumunu sürdürür. Eğitim işini üstlenenleryaşam mantığından kaynaklananyükümlülüklerini bilseler de, aynı mantığı çocukiçin de bağlayıcı kılmanın olanağı yoktur. Tekçıkar yol, bir savaş durumunun baş göstermesinielden geldiğince önlemektir; bu da çocuğa nesnedeğil, özne gözüyle bakılarak, ona diğerinsanlarla tamamen eşit haklara sahip biri, kısacabir arkadaş gibi davranarak sağlanır. Böyleyapıldı mı, çocukların bir ezilmişlik ve ihmal edilmişlik duygusuyla çevrelerine karşı savaşçılbir tutum takınması kolay olmaz pek, bututumdan içinde yaşadığımız uygarlıkta ikiyüzlühırs gelişip ortaya çıkma olanağını pek bulamaz;öyle bir hırs ki, tüm düşünce, davranış vekarakter özelliklerimizde çeşitli derece vemiktarlarda yer alır ve her zaman yaşamıgüçleştiren bir etken rolünü oynar, bazen deçetin sorunlara, yenilgilere ve kişilik yapısındayıkımlara yol açar.Hepimizin insanı tanımaya yönelikbilgilerimizi ilk planda sağladığımız kaynaklarsayılan masalların, kendini beğenmişliközelliğini ve bunun yol açacağı tehlikelisonuçları gösteren bir sürü örneği içermesi çokkarakteristiktir. Biz burada kendinibeğenmişliğin serbestçe gelişip serpilişini vebunun yol açtığı otomatik çöküşü gayet belirginçizgilerle göz önüne seren bir masaldan sözaçacağız. 
Andersen’in “Sirke Testisi” adlı masalıdır bu. Bir balıkçı avladığı bir balığıserbest bırakır; buna teşekkür etmek isteyenbalık da balıkçıya bir dilekte bulunmasını söyler.
Balıkçının dileği gerçekleşir. Ne var ki,balıkçının bir karısı vardır, gözü yukarıda oluphiçbir şeyle yetinmez; ilkin kontes, sonra kral,en sonunda da Tanrı olmak isteyerek, balıkçıyısürekli olarak balığa yollayıp durur. Kadının sonisteğine içerleyen balık da, balıkçıya artık hiçbirdilekle kendisine gelmemesini söyler.Açgözlülük sınır diye bir şey tanımaz, büyür,gelişir sürekli. Gerek masalda, gerek yaşamda,gerekse kendini beğenmiş kişinin cadıkazanından farksız ruhsal yaşamında güçlülükeğiliminin giderek büyüyüp sonunda bir Tanrısallık idealine dayandığını gözlemlemek ilginçtir. Söz konusu vakaların en ağırlarındakarşılaşıldığı üzere, böyle bir kimsenin ya birTanrı ya da Tanrı’nın yerini alan biri gibidavrandığı ya da sanki bir Tanrı’ymış gibi belirliisteklere kapılıp, belirli amaçlar güttüğünügörmek için çoğunlukla, uzun boyluaraştırmalara gerek yoktur. Böyle bir durum,yani Tanrı gibi olma çabası, böyle birininkişiliğinin sınırlarını aşma yolunda içindetaşıdığı eğilimin en uç noktasını oluşturur.
Özellikle günümüzde alabildiğine sıkkarşılaştığımız bir durumdur bu. Spiritizm ve telepati fenomenleri çevresinde yoğunlaşan tümçaba ve ilgiler, bize öyle insanların varlığınıgösterir ki, kendileri için belirlenmiş sınırları biran önce aşmakta sabırsızlanır, normal insanlardarastlanmayan birtakım güçleri ellerindebulundurdukları kuruntusuna kapılır, zaman vemekânın dışına çıkıp örneğin ölmüş kişilerinruhlarıyla bağlantı kurmaya çalışarak, zamanöğesini adeta ortadan silip atmaya kalkarlar. İşibiraz daha derinleştirirsek, insanlardan büyükbölümünün hiç değilse Tanrı’nın yanıbaşındakendilerine küçük bir yer sağlamaeğilimini içlerinde barındırdıklarını saptarız.Günümüzde hâlâ uyguladıkları eğitimle insanlarıTanrı’ya benzer duruma getirmek idealinigerçekleştirme amacını güden pek çok akımvardır. Eskiden bütün dinsel eğitimlerinpaylaştığı bir idealdir bu. Böyle bir eğitiminsağladığı sonucu ise, dehşetle anımsamamakelde değildir. 
Dolayısıyla, eğitim açısından dahasağlam bir ideali arayıp bulmak gereği ortadadır.
Ne var ki, sözü edilen eğilimin insan ruhunaalabildiğine güçlü bir şekilde kök salmışolmasının şaşılacak yanı yoktur. Psikolojiknedenler bir yana, insanların büyük birbölümünün insanın özüne ilişkin ilk bilgilerinihemen hemen Kutsal Kitap’taki sözlerdenedinmesi ve Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın kendini model alarak insanı yarattığının yazılı olmasıbunda büyük rol oynamakta, ilgili sözler çocukruhunda çoğu zaman tehlikelere yol açan önemliizler bırakmaktadır. İncil’in harikulade bir yapıtolduğu ve gerekli olgunluğa erişilince her zamanhayranlıkla okunacağı kuşkusuzdur. Amaokuma işinin çocuklardan başlatılması istendimi, hiç değilse onlara bazı açıklamalardabulunmak, alçakgönüllülük denilen şeyiöğretmeye çalışmak, onları birtakım sihirligüçlerin varlığı kuruntusuna kapılmaktan vesözde Tanrı’ya benzer biçimde yaratıldıkları içinher şeyin onlara boyun eğmesini istemektenonları alıkoymak gerekir.Çocuklarda sık karşılaşılan benzeri bir idealde, tüm isteklerin gerçekleştiği
ekmek elden su gölden ülkesidir. Kuşkusuz çocuklar masallardakarşılaştıkları bu gibi hayallerin gerçekliğine aslaihtimal vermez. Ne var ki, sihir ve büyüye  karşıne müthiş ilgi duydukları düşünülürse, enazından bu konuda kafa yormak ve derinleşmekgibi bir ayartıya karşı duramadıkları kesindir.Büyüleme ve büyü yoluyla başkalarını etkilemedüşüncesinin insanlar arasında hayli savunucusuvardır ve bu tür bir düşüncenin çok ileri yaşlarakadar bu gibi kimselerin kafasından aslaçıkmadığı görülür. Ancak, kadının erkeküzerinde yaptığı büyüleyici etki konusunda budüşünce ve duyguları paylaşmayan kimsegösterilemez. Bugün de hâlâ öyle insanlararastlarız ki, sanki cinsel ilişki kurdukları erkekya da kadının büyüleyici gücünü üzerlerindehissediyorlarmış gibi davranırlar. Bunudüşünürken, söz konusu inancın şimdikindençok daha yaygın olduğu bir dönem geliyoraklımıza; öyle bir dönem ki, kadınlar en sudannedenlerle büyücü ya da cadı gözüyle yakılmatehlikesiyle karşı karşıya kalmış, söz konusudurum bir karabasan gibi tüm Avrupa’nın üzerine çöreklenmiş, kısmen kader yolunuçizmiştir. Bir milyon kadının, söz konusuhezeyana kurban gittiği hatırlanırsa, aslaönemsiz bir hata sayılamayacak bu durum, olsaolsa engizisyon mahkemelerinin ya da bir dünya savaşının yol açtığı yıkımla kıyaslanabilir.Tanrı gibi olma çabasını gözdengeçirdiğimizde,
dinsel gereksinimlerine doyumsağlayan kişilerin  kendini beğenmişliklerinin amacına ulaşmaktan başka bir şeyi umursamadıklarını saptarız. Örneğin, ruhsalbakımdan yıkılmış biri için başkalarınınüzerinden atlayarak Tanrı’yla bağlantı kurmanınve onunla bir diyaloğu sürdürmenin ne büyükönem taşıyacağını, böyle bir kimsenin nasıldindarca eylem ve yakarışlara başvurarakTanrı’nın, iradesini kendisi için gerekli gördüğüyollara kanalize edebileceğine inandığını,Tanrı’yla nasıl senli benli bir ilişki içindeyaşadığını ve bu yoldan kendisini Tanrı’yaalabildiğine yakın hissettiğini düşünelim. Bazen söz konusu davranışlar gerçek dindarlık denilenşeye o denli uzak düşer ki, üzerimizde hastalık belirtileri gibi bir izlenim bırakır. Örneğin, duaokumadan uyuyamayan, böyle yapmasauzaktaki bir insanın başına bir felaketgelebileceğine inandığını açıklayan bir kimsenindurumu böyledir. Böyle bir açıklamayı tersineçevirip, “Ben bu duayı okursam, o zaman başınabir şey gelmez” gibi anlarsak, ilgili açıklamanınbir övünmeden, bir yüksekten atmadan başka birşey sayılamayacağını görürüz. Bir kimsedesihirli bir büyüklüğe sahip olduğu duygusunukolaycacık uyandıracak davranışlardır bunlar.Örneğin, sözünü ettiğimiz kişi ettiği duaylabirinin başına gelecek felaketi önlemiş görürkendini. Ayrıca gündüz düşlerinde de bu gibikişiler insani ölçülerden hayli uzaklaşır.Yapılanların tümü boş girişimler, nesneleringerçek özünü değiştirmeyip yalnızca hayalde birdeğer taşıyan ve kişiyi gerçekle dostlukkurmaktan alıkoyan eylemlerdir.Uygarlığımızda kuşkusuz sihirli bir güce sahipolduğu duygusunu insanda uyandıran bir nesnevardır ki, o da para’dır. Çoğu kişi, parasayesinde her şey elde edilebilir sanır; hırs ve kendini beğenmişliğin şu ya da bu şekildeparayla ve mal mülkle ilgili olmasının şaşılacakyanı yoktur. Dolayısıyla, mal mülk edinmek içinharcanan, neredeyse bir hastalık belirtisi ya da ırksal nedenlerden kaynaklanan bir belirtigözüyle bakılacak katıksız çabayı anlayabilmekteyiz. Ne var ki, bu da yine kendinibeğenmişlikten başka bir şey değildir; kendini beğenmişlik bir kimsenin hep daha çok şeyeulaşmak, elinde bu büyülü güçten de biraz birşeyler bulundurmak ve böylece bir üstünlüğekavuşmak istemesine yol açar. Aslında yeterincepara sahibi olmasına karşın hâlâ para peşinde koşan gayet varlıklı kimselerden biri, şöyle bir itirafta bulunmuştur: “Evet, öyle bir güç ki,insanı dönüp dolaşıp kendisine çekiyor.” Bu kişidurumu anlamıştı ama çoğunluk bunu anlayacakyeteneği gösteremez. Güç sahibi olmak bugünpara ve mal mülke öylesine bağlı duruma gelmişbulunuyor, zengin olma ve mal mülk edinmeçabası bazılarına öylesine doğal görünüyor ki,para pul peşinde koşan çoğu kişiyi önüne katıpgötüren gücün kendini beğenmişlikten başka bir şey sayılamayacağı fark edilmiyor.Son olarak konunun tüm ayrıntılarınıgözlerimizin önüne serecek bir vakadan dahasöz açacağız. Bu vaka, aynı zamanda kendinibeğenmişliğin büyük rol oynadığı bir başkadurumu da anlamamızı sağlayacaktır:
ihmal ve bakımsızlık. Ortada iki kardeş vardır; erkek olanküçüğü beceriksiz bir çocuk sayılır, abla isebecerikliliğiyle ün yapmıştır. Erkek çocukablasıyla rekabet durumundadır; sonunda başarıkazanamayacağını anlayıp, yarıştan el çeker.Daha baştan beri evdekilerden gereken ilgiyigörmemiştir. Son durum üzerine her ne kadarkendisine yardım eli uzatılır ve düştüğügüçlüklerden kurtarılmak istenirse de, sırtındahissettiği yükte bir hafifleme olmaz, yetersizsayıldığı yolunda gerçek denilemeyecek  bir duyguyla dolup taşar içi. Çünkü çocukluktanberi ablasının güçlüklerle daha kolay başaçıkabileceği, kendisinin ise dünyadaki küçükişler için yaratıldığı düşüncesi kafasınasokulmak istenmiştir. Ablasının daha elverişli konumundan ötürü kendisinin bir yetersizlikle donatıldığı gibi hiç doğru sayılmayacak birsonuca varmıştır. Üzerinde böyle bir yükle okulabaşlamış, burada her ne pahasına olursa olsunyeteneksizliğini itirafa yanaşmayan karamsar birçocuk yaşamını sürdürmüştür. Zamanla yaşıilerlemiş ve buna paralel olarak aptal bir çocukgibi bakılmayarak, yetişkin bir insan davranışıgörmek için duyduğu özlem giderekbüyümüştür. Henüz on dört yaşındayken sık sıkbüyüklerin düzenlediği toplantılara katılmayabaşlamıştır. Ruhunun derinliklerine kök salanaşağılık duygusu kendisi için sürekli bir uyarıkaynağı oluşturmuş, nasıl edip de büyük birbeyefendi rolünü oynayabileceğini durmadandüşünüp taşınmaya başlamıştır. Günün birindede fahişelerin arasında almış soluğu, o günbugün onlardan bir türlü kopamamıştır. Böylebir yaşam bir sürü para harcamasınıgerektirdiğinden, içindeki büyük adam sevdasıda babasından para istemesine izinvermediğinden, fırsat buldukça babasınınkasasından para çalmaya koyulmuştur. Sözkonusu hırsızlıklar onu asla rahatsız etmemiş, kendisini babasının kasası üzerinde istediği gibitasarruf yetkisini ele geçiren bir büyük adamgibi görmüştür. Bu, bir zaman sürmüş, erkekçocuk günün birinde sınıfta kalmak gibi ağır birbaşarısızlık tehlikesiyle yüz yüze gelmiştir.Böyle bir durum, yeteneksizliğinin bir kanıtınıoluşturacaktır, dolayısıyla buna asla izinvermemesi gerekmektedir. Derken yaptıkları içinansızın vicdan azabı duymaya başlar; giderekartan vicdan azabı da kendisini sonundaöylesine rahatsız etmeye başlar ki, okuldakiçalışmalara ayak uyduramaz olur. Durum dadüzelir böylece; çünkü sınıfta kalır bu durumuartık kendisine ve başkalarına karşıbağışlatabilecek, duyduğu vicdan azabınınkendisini pençesinde kıvrandırdığını, yerindekim olsa sınıfta kalacağını söyleyebilecektir.Ayrıca, onu okula ayak uydurmaktan alıkoyanbir neden de ileri derecede dalgınlığıdır. Budalgınlık, kendisini durmadan başka şeylerdüşünmeye zorlar. Böylece bütün gün geçer,gece olur, o da, yorgun argın, ders çalışmakisteyip çalışamadığı bilinciyle gidip yatar yatağına. Oysa gerçekte ödevlerini asla umursamayan biridir. Rolünü başarıylaoynamasına yardım eden başka durumlar davardır kuşkusuz. Sabahleyin erkenden kalkmasıgerekir, dolayısıyla bütün gün uykulu veyorgundur; sonunda derslerde dikkatini hiç mihiç toplayamaz duruma gelir. Düşüncesine göre,böyle birinden, ondan daha becerikli ablasıylayarışmasını kimse isteyemez. Bunun da nedeniyeteneksiz olması değildir; her şey, ikinciplandaki elverişsiz birtakım koşullardan, örneğinyaptıklarına pişman olmasından, kendisine hiçrahat yüzü göstermeyen vicdan azaplarındankaynaklanmaktadır. Böylece kendisineyöneltilecek tüm suçlamalara karşı silahlanır,dört bir yandan gelecek saldırılara karşıkendisini güven altına alır; kötü bir durumlakarşılaşması bundan böyle olanaksızdır. Sınıftakaldı diyelim; hafifletici nedenler vardır elinde,hiç kimse yetersiz sayılacağını ileri süremez.Sınıfını geçtiğini düşünelim; bu da kendisindevarlığı bir türlü kabullenilmek istenmeyen becerisinin bir kanıtını oluşturacaktır.
İnsanı böyle sapa davranışlara ayartan kendinibeğenmişliğidir kuşkusuz. Bu vakadangörülüyor ki, gerçekte var olmayan sözde biryeteneksizliğin ortaya çıkmasını önlemek için,insan hatalı davranışında sefaletin kucağınayuvarlanacak kadar ileri gidebilmektedir. Bu dasöz konusu kişinin yaşamına hırs ve kendinibeğenmişliği getirip yerleştirebilmekte, onudoğallığından yoksun bırakıp, gerçek insanihazları, yaşam kıvancını ve mutluluğu elindençekip alabilmektedir. Yakından bakıldığında,bütün bunlara sadece bayağı bir hatanın yolaçtığını görmekteyiz.
Kıskançlık Alabildiğine sık rastlanmasıyla dikkatimiziüzerine çeken bir karakter özelliği dekıskançlıktır. Bununla anlatılmak istenen, yalnızca sevgide değil, tüm insani ilişkilerdekarşılaşılan, özellikle çocukluk dönemindegörülen kıskançlıktır; söz konusu dönemdebazen kardeşlerden biri ötekinden üstün olmakisteyerek, hırs duygusunun yanı sıra kıskançlıkduygusunu geliştirir kendisinde, düşmanca vesavaşçıl tutumunu böylece açığa vurur. İhmaledilmişlik duygusundan, hırsın bir başka biçimi,yani tüm yaşam boyu insanın yakasınıbırakmayan kıskançlık özelliği doğup ortayaçıkar.Çocuklarda hemen her zaman rastlanırkıskançlığa; hele küçük bir kardeşleri dünyayagelip anne ve babanın ilgisini daha çok üzerineçekmesi durumunda bu duygu kendini belirginolarak açığa vurur; öyle ki, büyük çocuktahtından alaşağı edilmiş bir kral gibi görürkendini. Daha önce çevreleri sıcak bir ilgiylekuşatılmış çocuklar, özellikle kıskançlığa kapılır.Bir çocuğun bu konuda ne kadar ileriyegidebileceğine, henüz sekiz yaşında olmasınakarşın o zamana kadar kıskançlıktan üç cinayetişlemiş bir kızı örnek gösterebiliriz.
Bu kız, gelişim bakımından biraz geridekalmış bir çocuktu. İnceliği ve narinliğinedeniyle evde pek işe koşulmamıştı, dolayısıylahayli rahat bir yaşam sürmekteydi. Ama altıyaşındayken bir kız kardeşi dünyaya gelince,durum değişti birden. Kız, bambaşka bir çocuğadönüştü, gözü hep kardeşinin üzerindeydi, içikin ve nefretle dolup taşarak kardeşini izlemeyekoyuldu. Ne yapacağını şaşıran anne ve babasert bir tutumla işe el atarak, her kötü davranışıiçin kendilerine hesap vereceğini kızın kafasınasokmaya çalıştılar. Günlerden bir gün köyünkıyısından akan çayda küçük bir kız ölübulundu. Kısa bir süre sonra yine benzeri birolay baş gösterdi. Sonunda kız yine küçük birçocuğu suya itmek üzereyken suçüstüyakalandı. Öbür cinayetleri de kendisininişlediğini itiraf etti; bir psikiyatri kliniğineyatırılarak gözetim altında tutuldu, sonra da birıslahevine yollandı.Kızın kıskançlığı zamanla kendi özkardeşinden koparak başka küçük kızlarakaymış, oğlanlara karşı düşmanca duygular beslemediği dikkati çekmişti. Sanki kız, öldürdüğü küçük kızlarda kendi kardeşini görmüş ve işlediği cinayetlerle ihmal edilmesinin öcünü evdekilerden almak istemişti.Kardeşler değişik cinsiyetlerden ise,kıskançlık duygularının uyanması daha kolay gerçekleşmektedir. Bilindiği üzereuygarlığımızda bir kız için durum hiç iç açıcıdeğildir. Oğlan çocukları günümüzde çoğu kezel üstünde tutulur, kızlardan daha büyük birözen ve sevgi görür, kızların sahip olmadığıdaha bir sürü ayrıcalıkla donatılırlar. Kendilerinisöz konusu ayrıcalıkların dışında gören kızlar,oğlanlara gösterilen yakınlık karşısında kolaycabir hoşnutsuzluk ve hınç duygusuna kapılır.Böyle bir durumun kuşkusuz her zamanşiddetli bir düşmanlığa yol açması gerekmez.Bazen öyle olur ki, büyük kardeş küçük kardeşekarşı büyük bir sevgi besler, küçük kardeşiyletıpkı bir anne gibi ilgilenir; ne var ki, psikolojikbakımdan ikinci durum mutlaka birincisindendeğişiktir denilemez. 
Bir abla, küçük erkekkardeşine kendisini bir anne yerine koyarak davranabiliyorsa, kardeşinden üstün birikonumunu ele geçirmiş sayılır, yani kardeşineanne rolünde istediği gibi davranabilecektir.Kısaca, kendisi için tehlikeli bir durumu yararlıbir duruma dönüştürmenin üstesinden gelmiştir.Kardeşler arasındaki ilişkinin sık görülüp, yinekolayca kıskançlık duygularının doğmasına yolaçan bir başka biçimi de, bir tür büyük yarıştır.Evdekilerden gereken ilgiyi görmediği duygusuabla için bir dürtü oluşturur ve onu sürekliileriye doğru iter; sonunda abla harcadığı çabave enerjiyle erkek kardeşinin oldukça önünegeçer. Bu sırada doğanın kendisine karşıgösterdiği bir kolaylıktan da çoğu zaman yardımgörür; çünkü kızlar ergenlik çağında gerekbedensel, gerek ruhsal bakımdan erkeklerdençok daha hızlı gelişir; ne var ki, ergenlikçağındaki bu farklı durum sonradan kaybolur.Kıskançlık duygusu birbirinden alabildiğinedeğişik biçimlerde açığa vurabilir kendini.Güvensizlikte, pusuda beklemede, ölçüp biçmeve hakkının yenilmesinden sürekli korkmada buözelliğin rol oynadığı görülür. 
Söz konusu biçimlerden hangisinin daha çok öne çıkacağını,bireyin toplumsal yaşam için yaptığı hazırlığınboyutları belirler. Bazen kendi kendini yiyipbitiren bir kıskançlıktır bu; bazen de kişiyiatılgan ve enerjik bir davranışa sürükler. Bazenbir kimseyi kendine bağlayıp özgürlüğünükısıtlar, onu kendine bir emir kulu yapmayayönelik bir eğilim ve çaba kılığında karşımızaçıkar. Pek tutulan psikolojik bir görüş,kıskançlığı insanlar arası ilişkide öyle bir yereoturtur ki, karşıdaki davranışında bazı yasalarauymak zorunda kalsın. Bir insanın bir başkasınıörneğin aşk yasasına uymak zorunda bırakması,onu belirli sınırlar içinde hapsetmeye kalkması,onun nereye bakacağını, nasıl davranacağını,hatta tümüyle nasıl düşüneceğini belirlemekistemesi, onun kendine özgü ruhsal devinimçizgisini yansıtır. Bir başkasını küçük düşürmek,ona suçlamalar yöneltmek gibi bir amaç için deyararlanılabilir kıskançlıktan. Ne var ki, bütünbunlar bir başkasını irade özgürlüğündenyoksun bırakmak, onu kendine bağlamak için başvurulan çarelerdir. 
Söz konusu durum, Dostoyevski’nin “Netoçka Nezvanova” adlıromanında harikulade bir şekilde dile getirilir.Romanda, böyle bir yola başvurarak yaşamboyu karısını baskı altında tutan, onunüzerindeki egemenliğini elden bırakmayan biradam anlatılır.Dolayısıyla, kıskançlığı güçlülük eğilim veçabasının özel bir biçimi diye niteleyebiliriz.
Hasetlik (Çekemezlik)
Güçlülük ve üstünlüğe kavuşmak içinçalışanlar, kendilerinde çoğu kez hasetlik gibibir karakter özelliğini barındırır. Kişi, varmayaçalıştığı aşırı büyüklükteki amaçla arasındakiuzaklığı, bir aşağılık duygusu şeklinde algılar.Aradaki bu uzaklık tüm ağırlığıyla bastırırüzerine, varlığını öylesine avcunun içine alır ki,sanki saptadığı amacın çok uzağında bulunmaktadır. Kendini küçük görmesi ve kapıldığı hoşnutsuzluk sonucu çoğunlukla bitmez tükenmez kıyaslamalara girişir, başkalarının kendisine karşı tutumunu,başkalarının ele geçirdiği başarıları hesaplar,hakkının yenildiği gibi bir duyguya kapılır.Hatta kendisi başkalarından daha çok şeye sahipolsa bile böyle bir duygudan yakasınıkurtaramaz. Haksızlığa uğramışlık duygusununbütün bu dışavurum biçimleri, doyumakavuşmamış, kamufle edilmiş bir kendinibeğenmişliğin, sürekli daha çok şeye sahipolmak isteğinin, her şeyi ele geçirme tutkusunundışavurumlarıdır. Bu kişiler her şeyinkendilerinin olmasını arzuladıklarını açık seçiksöylemezler kuşkusuz, toplumsallık duygularıböyle bir şeyi akıllarına getirmekten onlarıalıkoyar: Ama sanki her şeyi elde etmekistiyorlarmış gibi bir davranış sergilerler.Kendisini sürekli başkalarıylakarşılaştırmaktan doğan hasetlik duygusununilgili kişilerin mutluluk şansını olumlu yöndeetkilemeyeceği doğaldır. Gelgelelim, içimizdeki toplumsallık duygusu nedeniyle hasetlikduygusunu ne kadar hoş karşılamasak, genelolarak bu duyguyu ne kadar sevimsiz bulsak da,şu ya da bu şekilde hasetlik duygusunakapılmayan pek az kişi çıkar. İtiraf edelim ki,hiçbirimiz hasetlik duygusundan bağışıkdeğilizdir. Bir karar üzere akıp giden yaşam seliiçinde bu duygu kendini kuşkusuz her zamanaçık seçik belli etmez. Ne var ki, dertten başınıalamayan, sıkıntı çeken, yeterli parakazanamayan, gereği gibi beslenip giyinemeyen,doğru dürüst bir sevecenlikten yoksun yaşayan,gelecek konusunda giderek umutsuzluğakapılan, içinde bulunduğu güç durumdan bir yol bulup çıkamayan insanın, henüz bir uygarlığınbaşlangıç dönemini yaşayan günümüzinsanoğlunun ahlaki ve dinsel yasaklamalarakarşın kendini kıskançlık duygusunakaptırmasının anlaşılmayacak yanı yoktur. Bunun gibi, hiçbir varlığı olmayan kimselerinkapıldıkları hasetlik duygusunu da yine doğalkarşılamak zor değildir. Söz konusu kimselerde böyle bir duyguyu doğal saymamak için, başkalarının aynı durumda hasetlik duygularınakapılmayacağını kanıtlamak gerekir. Demek istiyoruz ki, günümüz insanının ruhsal tablosunda hasetlik öğesini normal karşılamak zorundayız. Kısıtlamalarda aşırılığa kaçıldığızaman, bu duygunun bireylerde ya datoplumlarda alevlenmesi önlenemez.Çekemezliğin, kendini açığa vururkenbürüneceği çirkin şekilleri olumlu karşılamamızdüşünülemese bile, şurasını ister istemezbelirtelim ki, hasetlik ve çoğu zaman buna bağlıolarak görülen kin duygusunu saf dışı bırakacakbir çare doğrusu henüz bulunabilmiş değildir.Toplumumuzda yaşayan herkesin bilmesigereken bir şey, söz konusu duyguylaoynamamak, onu davet etmemek, bu duyguyukesinlikle ortaya çıkaracak durumlara yolaçmaktan yerinde bir davranışla kaçınmak ya daböyle bir duygu ortaya çıkmışsa daha fazla onunüzerine gitmemektir. Böyle bir duygunun önünegeçemese bile, insanın en azından yapabileceğibir şey vardır: Bir başkası üzerinde sahip olduğuüstünlüğü açıkça sergilememek, bunun ilgili kimseyi incitebileceğini düşünmektir.Söz konusu karakter özelliği, bize bireyintoplumla olan kopmaz ilişkisini gösterir. Birkimsenin toplumdan kendini çekip alarakbaşkaları üzerinde otorite kurmak istemesinin,ilgili kişilerde böyle bir girişimi önlemeyeyönelik güçlerin doğmasına yol açacağıkuşkusuzdur. Hasetlik, her zaman için bireşitliğe, insanların eşdeğerliliğini sağlama amacıgüden eylemlerde bulunmaya ve önlemleralmaya zorlar insanı. Böylece gerek düşünsel,gerek sezgisel yoldan insan topluluğunun temelilkelerinden birini ele geçirmiş oluyoruz ki, buda insan sureti taşıyan tüm yaratıkların eşitliği asasıdır; söz konusu yasanın, herhangi biryerinde bir sarsıntıya uğraması, hemen bir başkayerinde sarsıntıyı dengeleyecek karşı güçlerinoluşmasına yol açar.Hasetliğin dışavurumunu daha mimiklerde,özellikle bakışlarda kolaylıkla ele geçirebiliriz.Hasetin fizyolojik yoldan kendini açığavurabileceği dildeki kimi deyimlerden deanlaşılmakta, sarı ya da soluk haset sözü, ilgili duygunun kan dolaşımımızı etkilediğinigöstermektedir. Organik yoldan hasetin tekdışavurumu ise, periferik damarların büzülmesidir.
Organizmanın uç (kenar) bölgelerine ait olan.(Çev. n.)Pedagojik bakımdan hasetlik duygusunuyeryüzünden kaldıramayacağımıza göre, hiçdeğilse onu topluma yararlı bir biçime sokmamızve ruhsal yaşamda pek fazla sarsıntıya yolaçmadan verimli bir nitelik kazanacağı bir yolakanalize etmemiz gerekiyor. Hem birey, hemtoplum için söyleyebiliriz bunu. İşi bireyselaçıdan ele alırsak, hasetlik duygusunukendilerinde barındıran çocuklara özsaygılarınıyüceltecek alanlar bulmak zorundayız. Uluslarınyaşamında ise izleyebileceğimiz hemen hementek çıkar yol, kendilerini ikinci plana itilmişsayan ve başka ulusların refah düzeylerinin nasılyükseldiğini hasetle izleyen uluslara boşta durangüçlerini geliştirebilecekleri etkinlik alanlarınıgöstermek ve bu alanları onlara hazırlamaktır.
Yakasını ömür boyu hasetten kurtaramayan birinsan, toplumsal yaşam açısından kısır biridir.Böyleleri hep başkalarının elinden bir şeykapmak, başkalarının şu ya da bu şekildehakkını yemek ve rahatını kaçırmak ister, hepbir bahane bulup başarısızlıklarının suçunubaşkalarına yüklerler. Çevreleriyle bir çatışmadurumunda yaşayanlar, başkalarıyla iyi ilişkilerkurmaya pek önem vermeyip, başkalarıyla birarada yaşamalarını sağlayacak hiçbir hazırlığıyapma hevesi duymayan oyunbozan bir insangörüntüsü sergilerler. Kendilerini başkalarınınyerine koyma zahmetine pek katlanamaz,insanları hep yanlış tanır ve haklarındaverecekleri yanlış yargılarla onları kırıp incitirler.Davranışları bir başkasını üzüntüye sokuyormuş,hiç umursamazlar. Hatta hasetlik duygusuyla öyle bir duruma sürüklenebilirler ki, en yakınlarının bile acı ve ıstırabından zevk duyarlar.
Cimrilik Hasetlikle yakın bir akrabalığı bulunan,çoğunlukla buna bağlı olarak görülen birkarakter özelliği de cimriliktir. Cimrilik deyince,yalnızca para toplayıp biriktirmekten oluşan daranlamda bir cimriliği değil, genel anlamda bircimriliği anlıyoruz. Böyle bir cimriliğin debaşlıca dışavurum biçimi, cimri kimsenin başkabirini sevindirmeye bir türlü yanaşmaması, yanitopluma ya da toplumun bireylerine karşıyakınlık göstermekte cimriliğe kaçması,çevresine bir duvar örerek kendisine ait sözde odeğerli hazineleri güvence altına almakistemesidir. Buradan da, cimriliğin bir yandanaçgözlülük ve kendini beğenmişlik, öte yandanhasetlikle ilişkisi kolaycacık görülür. Bütün busaydığımız karakter özelliklerinin bir insandaaynı zamanda var olacağını söylersek, pekaşırılığa kaçmış sayılmayız; dolayısıyla, sözkonusu özelliklerden birini bir insanda saptayankimse, aynı insanda sözü geçen diğer karakter özelliklerinin de varlığını ileri sürüyorsa, bunuasla bir kehanet gibi karşılamamak gerekir.Günümüz uygarlığında yaşayan herkestecimrilik özelliğine küçük çapta da olsarastlanacağını söyleyebiliriz. Cimri, ilgili özelliğiolsa olsa saklayıp aşırılığa vardırılan bircömertlikle kamufle edebilir; böyle bir cömertlikde lütfen verilen bir sadakadan, cömertlikestinden yararlanarak kişisellik duygusunu başkalarının sırtından sağlamlaştırıp yüceltmeçabasından başka bir şey değildir. Yaşamınbelirli durumlarında başvurulan cimrilik, hatta bazen değerli bir özellikmiş izlenimi uyandırabilir. Bir kimsenin zaman ve çalışma gücü bakımından cimriliğe kaçıp, büyük bir esermeydana getirmesini buna örnek gösterebiliriz. Günümüzde zamandan yana cimriliğe büyük değer veren bilimsel ve ahlaki bir görüş, insanın zaman ve iş gücü bakımından “tutumlu”(ekonomik) davranmasını ister. Kuramsal olarak kulağa hoş gelir bu. Ne var ki, söz konusu ilkepratiğe dönüştürülmek istenildi mi, altındagüçlülük ve üstünlük amacından başka bir şeyin yatmadığı hemen görülecektir. Kuramsal yoldanortaya atılan bu ilke pratikte yalnızca kötüyekullanılmakta, zaman ve iş gücü bakımından elisıkı davrananlar böyle bir tutumun yol açacağıkülfeti kendilerinden uzaklaştırıp başkalarınınüzerine yıkmaya çalışmaktadır. Oysa biz,topluma ne ölçüde yarar sağladığına bakarakböyle bir görüşü değerlendirebiliriz ancak.İnsana bir makineymiş gibi davranan çağımızınteknolojik gelişimi, teknikte belki belirli birölçüde gerekli sayılabilecek ama toplumsalyaşam bakımından insanları bir çoraklığa, biryalnızlığa sürükleyecek, haklarınınkısıtlanmasına yol açacak ilkeleri onlara zorlakabul ettirmeye çalışır. Dolayısıyla,biriktirmekten çok vermeyi yeğleyecek gibidavranmak daha iyi bir yoldur. Öyle bir ilke ki,asla çarpıtılıp kötüye kullanılmaması gerekir,zaten kendi soydaşlarının çıkar ve yararını gözönünde tutan kimsenin söz konusu ilkeyi kötüye kullanabileceği düşünülemez.
Kin Savaşçıl bir yol izleyen insanlarda sıklıklanefret duygusuna da rastlanır. Çoğu zamanhenüz erken yaşlarda görülen bu duygu, bazenhiç beklenmedik boyutlara ulaşır. Öfkenöbetlerinde böyledir örneğin; ayrıca, yumuşakşekliyle
kin bağlamalarda
 da nefret duygusununileri derecedeki boyutlarıyla karşılaşırız. Sözkonusu duygu, insanın tutum ve davranışınıbüyük bir kesinlikle belirleyen bir özelliktir. Birkimseyi değerlendirirken, insanı kişisel vekarakteristik bir özellikle donatan nefretduygusunda onun nereye kadar gidebileceğinibilmemiz bize çok yarar sağlar.Nefret duygusu kendisine değişik nesnelerikonu alabilir. İnsanın yapmak zorunda olduğuödevlere yöneleceği gibi, tek tek kişileri, başlıbaşına bir ulusu, bir sınıfı, karşı cinsten kişileriya da bir ırkı hedef alabilir. Ayrıca, nefretduygularının her zaman doğru bir çizgi izleyipkendini açıkça ele vermeyeceği, bazen kendisini çok güzel kamufle ederek daha narin bir kisveyebürüneceği ve örneğin eleştirici bir tutum kılığında kendini açığa vurabileceğiunutulmamalıdır. Ama söz konusu duygu, saltbir insanın başkalarıyla ilişki kurmayayanaşmaması şeklinde de belli edebilir kendini.Bir insanın nefret duygusunda ne denli ileriyegidebileceği sanki bir şimşek çakmış gibi apaçıkgörülür bazen. Savaşta, askerlik hizmetindenbağışık kılınıp cepheden gelen korkunç kayıplarve dehşet verici boğazlaşmalarla ilgili haberleribüyük bir hazla okuduğunu anlatan birhastamızın durumunu buna örnek verebiliriz.Nefretin yukarıda sayılan şekillerindençoğunun, işlenen suçlarda etkinliğinisaptayabiliriz. Ne var ki, nefret duygusu hafif dereceleriyle toplumda önemli bir rol oynayarak,karşıdakini hiç incitmeyen ve ona sevimsiz gelmeyen kılıklarda da kendini açığa vurabilir.
Bu, nefret duygusunun özellikle en ileriderecelerinden biri sayılan insan düşmanlığı içinde söz konusudur. Hatta öyle felsefi akımlarvardır ki, insan düşmanlığı ve insandan nefret duygusuyla fıkır fıkır kaynar içi, barbarlığın çokdaha kaba ve düşmanca eylemlerini hiç dearatacak gibi değillerdir. Önemli kişilerin özyaşam öykülerinin bir yerinde bazen bir perde aralanıp, bu kişilerdeki nefret duygusunu açıkça gözlerimizin önüne serer. Örneğin Grillparzer,insandaki barbarlığın sanatta kendisine eksiksiz bir dışa vurum sağladığını söylüyorsa, bunu yalnızca ortadan kaldırılamayacak bir gerçeğin ifadesi gibi anlamayıp, sanatsal bir güce kavuşabilmek için insanlığa kendini yakın hissetmesi gereken sanatçıda nefret ve gaddarlık duygularına da rastlanabileceği şeklinde yorumlamamız gerekir. Nefret, alabildiğine dal budak salmış bir duygudur. Bu duygu üzerinde şimdi daha fazla duramıyorsak bunun nedeni, tek tek karakterözelliklerinin insandaki nefret duygusuyla ilişkisini saptamamız çok zaman alacağı içindir.Özellikle bazı mesleklerin belirli bir insandüşmanlığına yer vermeden yürütülmediğini kolaylıkla kanıtlayabiliriz. Ancak bu demek değildir ki, ilgili meslekler belirli bir düşmanlık olmadan yürütülemez. Tersine, insana karşıdüşmanlık besleyen bir kişinin böyle birmesleği, diyelim ki askerlik mesleğini seçmeyekarar verdiği an, bütünde başvurulacakorganizasyon, mesleğin icrası ve aynı meslektenolan başkalarıyla ilişki kurma zorunluluğu,düşmanca duyguları o şekle sokabilir ki, herşeye karşın bunlar toplum içinde yerlerinialabilir.Düşmanlık duygularının çok iyi kamufleedilmesini sağlayan bir dışavurum şekli de,toplumsallık duygusunun tüm yükümlülüğünübir kenara iterek ihmal sonucu bir insana ya da bir nesneye zarar veren eylemlerdir. Hukukta bukonuyla ilgili olarak günümüze kadar sürdürülen geniş çapta bir tartışma, henüz soruna açıklık getirmiş değildir. İhmale bir cinayet gibi bakılamayacağı, bir kimsenin bir çiçek saksısınıen ufak bir sarsıntıda yoldan geçen birininbaşına düşecek kadar pencere pervazının uç kısmına koymasıyla, saksıyı alıp doğrudan yolcunun başına atmasının bir sayılamayacağı kuşkusuzdur. Ancak, ihmalci insanların davranışlarının temelinde tıpkı bir cinayettekigibi düşmanca bir duygunun saklıyatabileceğini, dolayısıyla ihmalkârlığın da birinsanı anlamada bizim için bir ipucuoluşturabileceğini gözden uzak tutmamak gerekiyor. Suçta
kasıt  unsurunun bulunmayışınıhukukçular hafifletici neden görür. Ne var ki,kasıtlı olmayan düşmanca bir davranışın kasıtlıhaince bir davranışı aratmayacak bir kin venefreti içerebileceğine de kuşku yoktur. Her ikidurumda da yeterli ölçüde toplumsallıkduygusuyla donatılmamış iki insan sözkonusudur. Çocukların oyunlarını izlersek,bazen oyuna katılan çocuklardan birininötekileri pek umursamadığını her zamangözlemleyebilir, haklı olarak bu çocuğun gereğigibi insan dostu sayılamayacağı sonucunuçıkarabiliriz. Ne var ki, kesin bir yargıyavarmadan, bu yargıyı pekiştirip doğrulayacakdaha başka durumların da ortaya çıkmasınıbeklemek her zaman için şarttır. 
Diyelim bir çocuk var ve ne zaman bir oyuna katılsa tatsızbir olaya yol açıyor; işte o zaman böyle bir çocuğun başkalarına yakınlık duymadığını,insan soydaşlarının tasa ve sevincini göz önünde tutan biri sayılamayacağını kesinlikle söyleyebiliriz.
Bu bakımdan ekonomik  yaşamımızın ayrı birdikkatle üzerinde durmak yerinde olacaktır. Ekonomik yaşamımız, ihmalin düşmanca birdavranış sayıldığına inanmak istemez pek.Çünkü böyle bir yaşamda insanoğlunagösterilmesini o kadar arzu edilmeye değerbulduğumuz saygı, genellikle hiç dikkatealınmaz. Ekonomik yaşamımızda bir sürü önlemve girişim vardır ki, ilgili davranışlara başvurankimsenin nasıl başkalarına hep zarar verdiğiniaçık seçik gözler önüne serer. Genellikle budavranışlar için, kasıtlı nitelik taşısalar ve kötübir niyeti içerseler bile, yasalarda herhangi birceza öngörülmemiştir. Ne var ki, ortada en azihmalde görüldüğü gibi toplumsallıkduygusunun yetersizliği söz konusu olduğundantoplumsal yaşamımız çekilmez bir durumalmakta, çünkü aslında iyi niyetli kimseler bile böyle bir ortamda kötü niyetlilerden elden geldiğince kendilerini korumaktan başka çıkaryol kalmadığına inanmaktadır. Ancak şurasıunutulmaktadır ki, insanın şahsını korumagirişimi her zaman bir başkasının bundan zarargörmesine yol açmaktadır. Özellikle yaşadığımız son yıllar, bu tür olaylarla ve bunlarındoğurduğu sorunlarla bizi sık sık yüz yüzegetirmiştir. Söz konusu olaylar üzerinde dikkatle durmak yarar sağlayacak, böylesi durumlarda içindeki toplumsallık duygusuyla doğal sayıpyerinde bulduğu zorunlu eylemleri gerçekleştirmenin birey için ne denli güçlük doğuracağını bize gösterecektir. Burada da bireyin toplum esenliğine katkıda bulunmaödevini, günümüzde olduğu gibi zorlaştırmayıp,tersine kolaylaştırmak gerekmektedir. 
Bazen bu,tamamen kendiliğinden gerçekleşir; çünkü toplumsal ruh her zaman iş başındadır ve eldengeldiğince savunur kendini. Ne var ki, psikolojide ilgili olayları gözden uzak tutmamak ve bunusalt ekonomik ilişkileri değil, söz konusuilişkilerde rol oynayan ruhsal mekanizmayı daanlamak ve bireyden ya da toplumdan neler beklenebileceğini saptamak için yapmak zorundadır. İhmal, gerek aile içinde, gerek okulda vegerekse yaşamda pek yaygındır. Tüm yaşam biçimlerimizde onu her zaman karşımızda buluruz. 
İnsan soydaşlarını zerrece umursamayan bir tipin sık sık bir yerde ön planaçıktığı görülür. Elbette cezasız kalmaz böyle birdavranış; ayrıca kimsenin gözünün yaşına bakmayan bir insanın tutumu çoğu zaman öylebir noktaya gelip dayanır ki, bu kendisi için de sevindirici bir şey olmaz. 
Kimi kez uzun sürer bu Tanrı’nın değirmenleri yavaş öğütür diye birsöz vardır üzerinden öylesine uzun zaman geçer ki, söz konusu kişi aradaki ilişkiyi kavrayamaz çünkü bu ilişkinin farkında değildir, denetleyip izleyemez onu, bu yüzden de anlamaz. 
Sözde hak edilmemiş bir yazgıdan ötürü saygısız kişilerin yakınmalarının nedeni, çokluk saygısızlıklarına o zamana kadar katlanmış kimselerin bir süre sonra iyi niyetli çabalarına son verip onlara sırt çevirmeleridir. İhmalci davranışlar kimi zaman haklı bir nedenden kaynaklanır gibi görünse de, dahayakından bakıldığında başkalarına karşı çok büyük bir düşmanlıkla dolup taştıkları anlaşılır. 
Çok hızlı gidip de, yolda birini ezen bir sürücünün, bir randevuya yetişmesi gerektiğini söyleyerek kendisini savunmak istemesi buna bir örnektir. Böylesi davranışların bize gösterdiği tek şey, kendi kişisel küçük çıkarlarını başkalarının acı ve sevinçlerinin çok üstünde tutan, dolayısıyla davranışlarında başkaları içindoğacak tehlikeleri bir türlü göremeyen insanların varlığıdır. Kendi çıkarlarıyla toplum esenliği arasındaki karşıtlığın büyüklüğüne bakılarak, ilgili kimselerdeki düşmanlık duygusunun boyutları konusunda bir fikre varabiliriz.
12. DİĞER KARAKTER ÖZELLİKLERİ
Neşelilik Başkalarına yardım etme, başkalarının ilerlemeve gelişmesine katkıda bulunma, başkalarınısevindirme konusunda içinde barındırdığıeğilimin boyutlarını saptayarak, bir insandakitoplumsallık duygusu konusunda kolaylıkla birkarara varabileceğimizi daha önce belirtmiştik.Başkalarını sevindirebilme yeteneği, dışgörünümleri nedeniyle bu yeteneğe sahipkimselerin çevreden büyük bir ilgi görmesinisağlar. İnsana kolaycacık sokulur söz konusukişiler; hemen o an içimizde uyanan duyguylakendilerini başkalarından daha cana yakın bulur,davranışlarının toplumsallık duygularının karakteristik bir dışavurumu sayılacağınıtamamen sezgisel yoldan anlarız. Şen şakrakkimselerdir böyleleri; ne kendileri her zamanüzgün ve tasalı yüz taşır, ne de başkalarınıüzüntü ve dertlerinin nesnesi ya da taşıyıcısıdurumuna sokarlar. Başkalarıyla birlikteykenneşe saçmayı, yaşamı güzelleştirmeyi ve dahayaşanılır kılmayı başarabilen insanlardır hepsi.İyi bir insan karşısında bulunduğumuzu yalnızcao insanın davranışlarından, bize sokulmakistemesinden, bizimle konuşmasından, yarar veçıkarlarımıza önem vermesinden, hatta bukonuda bizden yardımını esirgememesindensezebileceğimiz gibi, bunu karşımızdakinintümüyle dış görünümünden, mimiklerinden,duygularından ve gülüşlerinden de çıkarabiliriz.Yaman bir psikolog olan Dostoyevski, gülüşünebakılarak bir insanın uzun boylu psikolojikaraştırılardan çok daha iyi anlaşılabileceğinibelirtir. Çünkü hem dostça ve nazik, hemdüşmanca ve saldırgan nüansları içerir gülme;ikinci durumu, örneğin başkalarının uğradığıfelaketlere gülmelerde görürüz. 
Hatta öyle insanlara rastlarız ki, gülmesini hiçbeceremezler; insandan insana şöyle derin birilişki kurabilmenin alabildiğine uzağındabulunur, başkalarını sevindirme ve bir topluluktaşen bir atmosfer yaratma istek ve eğilimindendüpedüz yoksun yaşarlar. Daha başka, sayılarıazımsanmayacak kadar çok insan vardır ki,başkalarını sevindirme yeteneğinden hiçnasiplerini almadıkları gibi, ayak attıkları heryerde çevresindekilere hayatı zehir etmeyebakarlar hep; sanki tüm ışıkları söndürüp, dörtbir yanı karanlığa boğacaklarmış gibi bir edaylaortalıkta dolaşıp dururlar. Ya hiç gülmez ya daistemeye istemeye bunu yapar, yaşamaktanduydukları yalancı sevinci sözümona böylecedile getirirler. Dolayısıyla, üzerimizde neşe saçarbir izlenim uyandırabilen bir yüze karşı sempatiduyacağımız açıktır; böylece, sempati ve antipatiduyguları, anlamamızı sağlayacak bir açıklığakavuşmuş olmaktadır.Bu insanlara karşıt bir tip de bozguncu diyeniteleyebileceğimiz kimselerden oluşur; dünyayıhep bir işkence yeri gibi göstermeye çalışır, insanın acılarını deşip dururlar. Girişimlerinde okadar ileri giderler ki, bu girişimleri bilinçligörmemiz durumunda alabildiğine büyük birşaşkınlığa kapılmamak elde değildir. Ama öncebunların nasıl insanlar olduklarını görelim. Öylekimseler vardır ki, sanki hep omuzlarında müthişbir yükün ağırlığını duymak ister, başka türlüyaşayamazlar. Ne zaman küçük bir güçlüklekarşılaşsalar, bunu gözlerinde alabildiğinebüyütürler; geleceği hep kötü görür, ne zamançevrelerinde sevinçli bir olay yaşansa hemenuyarıcı seslerini duyururlar. Karamsarlıkiliklerine kadar işlemiştir; yalnızca kendilerideğil, başkaları hesabına da duyulan birkaramsarlıktır bu. Çevrelerinde bir neşe belirtisigörmesinler, hemen rahatları kaçar, başkalarıylaaralarında kurdukları tüm ilişkilere yaşamınolumsuz yönlerini getirip yerleştirirler. Yalnızcasözle değil, davranışları ve beklentileriyle deinsan soydaşlarının neşe içinde yaşamasını köstekler, gelişimine engel olurlar.
Düşünme ve Anlatım Biçimi
Kimi insanların düşünme ve düşüncelerinidışavurum biçimi üzerimizde o kadar somut birizlenim bırakır ki, ister istemez dikkatimiziçeker. Sanki düşünce ve konuşmaları “darkalıplar içine tıkılmıştır.” Düşünüp konuşurkenhep belirli kalıplara uyarlar; dolayısıyla, onlarınnasıl düşünüp düşüncelerini açığa vuracaklarınıönceden kestirebiliriz. Yüzeysel gazetehaberlerinde ve kötü romanlarda karşılaşılan birdile başvururlar. “Hesaplaşmak”, “gününügöstermek”, “hançer darbesi” gibi sözleriyineleyip dururlar.Böyle bir konuşma tarzı da bir insanıtanımamıza katkıda bulunacak özellik taşır.Çünkü öyle düşünüş biçimleri ve öyle deyişlervardır ki, bunlardan konuşma sırasındayararlanmamak gerekir ya da yararlanılmasıuygun kaçmaz. Kötü konuşma üslubununyavanlık ve sığlığı, bu anlatım biçimindeyankılanıp durur ve hatta bazen konuşanı bile korkutur. Bir konuşmada durmadan atasözlerinebaşvurulması ya da düşünülüp söylenilen herşeyde bir alıntıdan yararlanılması, karşıdakikişinin yargı ve eleştirisinin ne kadar azumursandığını gösterir. Pek çok insan böyle birkonuşma tarzından kendilerini kurtaramaz veböylelikle geri kalmışlıklarını ele verirler.
Öğrenci Gibi Davrananlar
Sık sık öyle insanlarla karşılaşırız ki, sankigelişimlerinin bir noktasında duraklamışlardırda, öğrencilik çağından bir türlüçıkamamaktadırlar. Evde, sokakta, birtoplulukta, çalışma yerlerinde hep öğrencidavranışı sergilerler; sürekli pusuda bekleyipkulaklarını kabartır, bir şey söylemeye çalışırlar.Bir topluluk içinde, bir soru sorulduğunda,hemen bir yanıt bulup vermeye çalışır, sanki birinden önce davranmak, kendilerinin de bukonuda bir şeyler bildiğini ve karşısındakilerdeniyi bir not almayı beklediklerini göstermekisterler. Belirli yaşam koşullarında kendilerinigüvende hissetmeleri, öğrenci davranışınısergilemeyecekleri koşullarda ise huzursuzolmaları bu kişilerin karakter yapısında yer alır.Bu tiptekiler de çeşitli düzeyde kimselerdir.İnsanın üzerinde pek sempatik denilemeyecek,kuru, soğuk ve yanına pek yaklaşılmaz birizlenim bırakır, bazen de her şeyi bilen ya da herşeyi belirli kural ve formüllere göresınıflandırmaya çalışan bir allame gibidavranırlar.
İlke Adamları ve Kılı Kırk Yaranlar
Kendisinde her zaman bir öğrenci haligörülmese de, davranışı bir öğrenciyi anımsatan
insanlardır bunlar; yaşamın bütündışavurumlarını belirli bir ilke içine tıkmayaçalışır, hangi durumda olursa olsun bir kez saptadıkları ve bundan böyle vazgeçemeyecekleri bir ilkeye göre davranmak isterler; her şey doğru bildikleri ilkeyi izlemezse kendilerini rahat hissetmeyeceklerineinanmışlardır. Ayrıca, bu kişiler çoğunlukla kılıkırk yaran kimselerdir. Üzerimizde alabildiğinegüvensizlik içinde oldukları izlenimini bırakırlar.Bu güvensizlikten ötürü de sonsuz bir zenginliğesahip olan yaşamı birkaç kural ve formül içinezorla hapsetmeye çalışırlar, çünkü başka türlüapışıp kalır ve korkuya kapılırlar. Daha öncedenkurallarını bilmedikleri bir oyunda rol almakistemezler. Bir kurala uyduramadıklarıdurumlardan kaçmakta alırlar soluğu.Çevrelerinde kendilerinin hesaba katılmadığı biroyunun oynanmasından alınıp gücenirler. Böylebir yöntemle çevredekiler üzerinde belirli birotorite sağlayacakları açıktır. Örneğin asosyal[toplumdışı] titizlik vakalarını buna örnekgösterebiliriz. 
Beri yandan, aynı kimselerin önüne geçilmez bir hükmetme hırsıyla vekendini beğenmişlikle dolup taştığı görülür.Çalışkan kimseler olsalar bile, davranışlarındahep bir kılı kırk yararlık ve yavanlık sergilerler.Çoğu zaman söz konusu belirtiler bu insanlarınher türlü girişim gücünü köstekler, onları birçember içine hapseder, birtakım tuhaf özellikleredinmelerine yol açar. Örneğin bazılarındakaldırımın hep kenarında yürüme ya dakaldırımın belirli taşlarına basma gibi biralışkanlıkla karşılaşılır. Bazıları ise,alıştıklarından daha değişik bir yolu izlemeye birtürlü razı edilemez. Yaşamın büyük bir bölümü,bu insanları ilgilendirmez hiç. Alışkanlıklarıçoğunlukla alabildiğine büyük bir zamankaybına yol açar; gerek kendileri, gerekçevreleri hesabına bir hoşnutsuzlukdavranışlarına eşlik eder. Alışmadıkları yeni birdurumla karşılaştıklarında elleri ayakları tutmazolur; çünkü böyle bir durum için hazırlıklıdeğillerdir ve bir kural, sihirli bir formülolmaksızın işin içinden çıkamayacaklarınainanırlar. 
Dolayısıyla, herhangi bir değişiklikten elden geldiğince kaçmaya bakarlar. Örneğinböyleleri için kıştan ilkbahara geçiş bile birtakımgüçlükler doğurur, çünkü hayli bir zaman kışıtalim edip durmuşlardır. Havaların ısınmasıylakapalı mekânlardan dışarıya çıkış, dolayısıylaçevreyle ilişkilerin sıklaşıp yoğunluk kazanması,içlerinde korku uyandırır, kendilerini pek iyihissetmezler. İlkbahar gelince, keyifsizliktenyakınan kişilere dönüşürler. Değişen durumlaradoğru dürüst uyum sağlayamadıklarından,girişim gücünü pek gerektirmeyen konumlardabulunurlar hep. Ne var ki, ancak değişmediklerisürece söz konusu konumlarda kalırlar. Ancakunutulmamalıdır ki, onlardaki bu özellikler asladoğumsal nitelik taşımaz, değişmez şeylerolmayıp yaşam karşısında takınılan yanlıştutumlardır. Ama bu özellikler öylesine büyükbir güçle ruhlarını ele geçirmiştir ki, başka birşeye yer bırakmazlar; dolayısıyla, bunlardanyakayı sıyırmaları pek düşünülecek gibi değildir.

Boyun Eğme
Girişim gücünü gerektiren konumlara pekelverişli sayılmayacak bir tip de, içleri bir çeşit
uşaklık  duygusuyla dolu insanlardır. Bu insanlarancak emir kulluğu yapabilecekleri yerlerdekendilerini rahat hissederler. Bir başkasınauşaklık yapan kimse için yalnızca uyulacak yasave kurallar vardır. Bu tiptekiler, büyük bircoşkuyla başkalarına hizmet edecekleri birkonum ararlar kendilerine. Yaşamın alabildiğinedeğişik durumlarında bu gibi kimselerlekarşılaşır, dış görünümlerinden bile onlarıtanıyabiliriz. Hafif kambur dururlar, bellerinibiraz daha bükmek için hep hazırda bekler,karşısındakinin sözlerine dikkatle kulak verirama bunu işittikleri üzerinde sonradan düşünüptaşınmak için değil, söylenilene peki demek veistenileni yerine getirmek için yaparlar.Kendilerini boyun eğer durumda göstermeyeönem verirler. Söz konusu davranışları bazeninanılmaz boyutlara ulaşır. Öyle kimseler vardır ki, başkalarının emri altına girmeye can atarlar.
Bununla, yalnızca başkalarından üstün olmayaçalışanların ideal kimseler olarak benimsenmesi gerektiğini söylemek istemiyoruz. Amacımız,yaşamın ödevlerinin gerçek çözümünü yalnızcabaşkalarının kulu kölesi kesilmede görenlerintutumundaki olumsuzluğu vurgulamaktır.Alabildiğine çok sayıda insan için başkalarınınemri altına girmek, sanki bir yaşam yasasıdır.Anlatmak istediğimiz kişiler hizmet eden sınıftandeğil, dişi cinsiyettendir. Kadının erkeğinegemenliği altına girmesi gerektiği hiçbir yerdeyazılı olmamasına karşın, bu, sanki herkesinkafasına nakşedilmiş bir yasadır; günümüzdehâlâ sayılamayacak kadar çok sayıda kişinin buyasaya bir dogma gibi sarıldığı görülür. Kadınınerkeğin egemenliği altına girmek içinyaratıldığına inanmışlardır bir kez. Böyle birinanışın doğal sonucu ise, kadının egemenliğiele geçirmeye çalışmasıdır. Söz konusu görüşlerinsanlar arasındaki tüm ilişkileri berbat edipçıkmasına karşın, günümüzde [1924] hâlâ kökükazınmaz bir batıl inanç gibi varlığını
sürdürmektedir. Hatta kadınlar arasında bile buinancın hayli yandaşı bulunur, adeta sonsuzadek geçerli bir yasa gibi bu duruma boyuneğerler. Ancak, şimdiye kadar ilgili görüşlerinkendisine yarar sağladığı bir kimse gösterilemez.Hatta sık sık, “Kadın erkeğin egemenliği altınagirmeseydi, her şey çok daha iyi olurdu!” gibibu duruma yakınmalar işitilmektedir. Birbaşkasının egemenliği altına girmeye kolaycacıkkatlanacak hiçbir insan gösterilememesi biryana, erkeğin egemenliği altına giren bir kadın,aşağıdaki örnekten anlaşılacağı gibi çoğunluklakuruyup solar, bağımsızlığını yitirir.Vereceğimiz örnek önemli kişilerden birininkarısıyla ilgilidir. Kadın, bir aşk evliliğiyapmasına karşın, yukarıda sözü edilendogmaya sıkı sıkıya bağlı bulunuyordu vekocası da yine aynı dogmaya inanmıştı. Kadıngiderek tam anlamıyla makineleşmiş, gözüödevden ve hizmetten başka bir şey görmezolmuştu. Bundan böyle bağımsız hiçbir duyguyayer vermiyordu gönlünde. Böylesi durumlaraalışık olan çevrenin, kadının davranışını pek hoş karşılamadığı söylenemezdi; ama kadın hesabınabir avantaj sayılmazdı, bu. Durum sarpa sarıpilgilileri büyük güçlükler karşısındabırakmamışsa, nedeni olayın görece yüksekdüzeydeki kişiler arasında geçmesiydi. Ne varki, kadının erkeğin buyruğu altına girmesineinsanların büyük bir bölümünün doğal bir yazgıgibi baktığı düşünülürse, böyle bir durumun neçok çatışmaya yol açabileceği anlaşılır. Kadınınkendi buyruğu altına girmesine doğal bir gözlebakan bir erkeğin, durumdan hoşnutsuzlukduymasına yol açacak neden hiçbir zaman eksikolmayacaktır, çünkü kadının erkeğin egemenliğialtına girebileceği gerçekte düşünülemez.Bazı kadınlar itaat ruhunu o kadar genişboyutlu bir şekilde içlerinde taşır ki, özelliklearadıkları erkek tipi hükmetme hırsıyla dolu yada kaba ve hoyrat davranışlı kişilerdir. Ne var ki,doğaya aykırı bu durum kısa süre sonra büyükbir çatışmaya dönüşür. Kimi zaman insanda öylebir izlenim uyanır ki, sanki söz konusu kimseler,kadının erkeğin egemenliği altına girmesinikarikatürize etmek ve böyle bir şeyin saçmalığını kanıtlamak istemiştir.Söz konusu güç durumdan insanoğlunu çekipçıkaracak yol ortadadır. Bunun için erkeklekadının birlikte sürdürecekleri yaşamın,taraflardan hiç birinin diğerini egemenliği altınaalmayacağı bir arkadaşlık, bir işbirliği niteliğitaşıması gerekir. Şimdilik böyle bir şey ideal gibigörünse de, en azından elimize bir ölçüttutuşturacak; böyle bir ölçüt bir insanın uygarlıkalanında ne derece ilerlediğini ya da ne derecegeride kaldığını, işlenen hatalar varsa bunlarınnerelerde aranması gerektiğini belirlememizisağlayacaktır.Egemenlik altına girme sorunu yalnız kadın ve erkek ilişkisinde karşımıza çıkmaz. Yalnızca erkeğin omzuna, içinden çıkılamayacakgüçlükleri yüklemekle kalmaz, uluslarınyaşamında da büyük rol oynar. 
Bütün bir Ortaçağ’ın ekonomik açıdan, egemenlikaçısından
kölelik  temeline dayandığı,günümüzde yaşayan insanlardan belki de büyükçoğunluğunun köle ailelerden geldiği, iki ayrısınıfın yüzyıllar boyu birbiriyle alabildiğine keskin bir karşıtlık içinde yaşadığı, bugün[1924] bile kimi uluslarda kast durumunun hâlâbütün amansızlığıyla korunup ayakta tutulduğudüşünülürse, bir başkasının egemenliği altınagirme ilkesi ve bunu elde etme çabasının hâlâinsanların ruhlarında varlığını koruduğunu vebelirli bir tip insanı biçimlendirecek gücügösterebildiğini de anlarız kuşkusuz. Bilindiğigibi, Antikçağ’daki geçerli görüşe göre çalışmakaşağılık bir şeydi, kölelerin işi sayılmaktaydı,efendinin çalışmak gibi pis bir işe bulaşmasıuygun düşmezdi; ayrıca, efendi salt emir verenkimse değil, tüm iyi özellikleri kendisinetoplayan biriydi. Egemen sınıf en seçkin insanlardan oluşuyordu; nitekim Yunanca“aristos” sözcüğü her iki anlamı daiçermekteydi. Aristokrasi, en seçkinlerinegemenliği demekti. Ne var ki, kimin aristokratsayılacağı insanlardaki erdem ve üstünlüklergözden geçirilerek değil, zora başvurularakbelirleniyordu. Böyle bir gözden geçirme vesınıflandırma işlemine olsa olsa köleler, yaniefendilere hizmet eden kimseler arasında başvurulmaktaydı. En seçkin kişi ise, egemenlikve otoriteyi elinde bulunduran kişiydi.İnsanların köle ve efendi olarak iki ayrıkategoriye ayrılması, bu konudaki görüşlerigünümüze kadar etkilemişti; ne var ki, insanlarıbirbirine yaklaştırma çabalarının sürdürüldüğüçağımızda bu görüşler her türlü anlam veönemini yitirmiştir. Büyük düşünürNietzsche’nin bile dünyada en iyilerinegemenliği elinde bulundurmasını, ötekilerinsebunların egemenliği altına girmesini istediğiniunutmayalım. İnsanların hizmet edenler veegemenliği elinde bulunduranlar olarak ikiyeayrılacağı düşüncesini kafalardan söküp atmakve kendimizi tam anlamıyla başkalarına eşithissetmek bugün bile kolay değildir. Bu konudabizi ağır yanılgılardan koruyacak bir bakışaçısının günümüzde elde bulunuşuna bile büyükbir ileri adım gözüyle bakılması gerekmektedir;çünkü bazı insanların içine kölelik ruhu öylesineyerleşmiştir ki, ne zaman bir kimseye bir hiç içinteşekkür etme fırsatını ele geçirseler bundanmemnunluk duyar, adeta yaşıyor olmalarını durmadan bağışlatmaya çalışırlar. Elbette böylebir davranışın onları hiç rahatsız etmediğisöylenemez; çoğunlukla pek mutsuz hissederlerkendilerini.
Kibirlenme ve Büyüklenme
Bazı insanlar vardır ki, daha önce sözü edilentipin karşıtıdır, hep büyüklenir, başrolü oynamak isterler. Yaşam bitip tükenmeyen bir sorudur onlar için:
“Nasıl herkesten üstün olabilirim?”
İnsan hayatında türlü başarısızlıkların eşlik ettiğibir roldür bu. Aşırı düşmanca bir saldırganlığı ve etkinliği içermiyorsa, belirli boyutları aşmamakkoşuluyla bir dereceye kadar hoş görülebilir.Buyruk verecek birine gereksinim duyulankonumlarda, bir organizasyonun söz konusuolduğu durumlarda ilgili kimseler karşımızaçıkar hep. Bu gibi yerlerde ve böylesi koşullarda kendiliklerinden öne geçer, halkın galeyanhalinde bulunduğu çalkantılı dönemlerde boygösterirler. Özellikle onların su yüzüne çıkmasıdoğaldır; çünkü bunun için gereken jeste, tavra,tutkuya sahiptirler. Ayrıca, gereken hazırlığıyapmış, gereği gibi işin üzerinde düşünüptaşınmışlardır. Daha çocukluklarında evdekilerihep sağa sola koşturmuş, kendilerinin arabacı,kondüktör ya da general olarak boygösteremedikleri hiçbir oyundanhoşlanmamışlardır. Aralarında çoğu zamanöylelerine rastlanır ki, kendilerinin başkalarınadeğil de, bir başkasının kendilerine emir vermesidurumunda hemen iş yapamaz olur, verilen birbuyruğa uygun davranmaları gerektiğinde telaşve heyecana kapılırlar. Bazıları da vardır, belkidaha iyi hazırlanmış olmalarına karşın önderlikrolünü oynayacak aşamaya bir türlüyükselemezler. Oysa böyleleri, normalzamanlarda gerek meslek hayatlarında, gerektoplumsal yaşamda hep küçük bir grup bulupbaşa geçerler. Hep ön planda yer alır, hep ileriatılır, büyük laflar ederler. Toplumsal yaşamın kurallarına gölge düşürmedikleri sürecedavranışlarına diyecek yoktur. Elbetteböylelerinin günümüzde bile el üstündetutulması doğru sayılamaz; çünkü uçurumunkenarında dikilen, durumları kuşkusuz pek de içaçıcı sayılamayacak, topluma pek de iyi uyumsağladıkları söylenemeyecek kişilerdir hepsi.Kendilerini alabildiğine zora koşar, bir türlürahata kavuşamaz, genelde olsun, ayrıntılardaolsun her zaman üstünlüklerini kanıtlamakisterler.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...