İşte haber:
“DOĞAL AFET İLAHİ CEZA DEĞİLDİR!
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Kızılay ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği afetle ilgili seminerde şunları söyledi: “Çocuklarımızı, geleceğimizi düşünüyorsak, öncelikle doğal afetlere karşı tedbir almaya önem vermeliyiz. Allah bize akıl vermiş. Doğal afetleri yaratan Allah’tır; ancak doğal afetler ilahi bir ceza değildir. Hayatın akışı içerisinde tedbir almamız mümkün olan bir sınavdır. Aklı olanlar, bu afetleri çok kolay atlatılıyorlar. Bu konuda toplumsal bir bilinç oluşsun. Herkesi bu konuda sorumluluğa koşsun.” (Bkz. Hürriyet, 27 Ağustos 2008) Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda olan İzmit Depreminde Ceza almadı mı Cüppeli Ahmet’le, Mehmet Kutlular Dede… Bunlar şöyle demişlerdi akıllarınca: “İnsanlar dans edip rakı içiyorlar gece boyunca. Cezalandırdı onları, yerle yeksan etti Allah da. “ 99 SIRLARIN SIRRI Adı geçenler bu sözleri söylediği için ceza yedi… Çünkü yürürlükteki yasa böyleydi… Oysa Doğa olayları başkadır. Kutsal olaylar başkadır.. Örneğin Depremin nedeni: Allah değil, Fay Hattı’dır,. Hiç Allah daha yeni doğmuş bebelerle gencecik delikanlıları betona gömer mi? Rahman, rahim olan ve her şeye gücü yeten Allah böylesine acımasızlık eder mi? Yine de “mış mışlı” konuşuyor Bardakoğlu Hocamız; “Afetleri yaratan Allah’tır; ancak doğal afetler ilahi bir ceza değildir.” Bu sözlerden şu anlam çıkar: “Demek ki Allah doğal afetleri önleyememektir.” Olur mu, her şeye gücün yeten Allah doğal afetleri önleyemez mi? Hadi önleyemez diyelim; her şeyi önceden bilen gören Allah kutsal kitabında: “Şuralarda, şuralarda Fay hattı var. Fay hattı üzerine ev yapmayın, şehir kurmayın! Kurarsanız dünya olur başınıza dar…” diyemez mi? Evet, “Aklı olanlar, bu afetleri çok kolay atlatıyor…” 100 SIRLARIN SIRRI Kafayı çalıştırıp depreme dayanıklı evler yapıyor… Yapılacak iş “mış mışlı” konuşmaktan vazgeçmektir. Yapılacak iş: Aklın yolunu, bilimin verilerini rehber edinmektir. Kaldı ki: “Doğal afet ilahi ceza değildir!” sözü tümden Kuran öğretisine terstir. Kuran’a göre Allah; Lut Kavmine, Nuh Kavmine, “Lutilik” yaptıkları için ceza vermemiş midir? Burada Neyzen Tevfik’in şu şiiri gelir aklıma: “Ne hakikat, ne şeriat, ne töre… Süremez hükmünü yaşadıkça bu küre…” Evet, Doğal olaylarla kutsal olayların ayrılması gerekir… Doğal olayları bilim adamları incelemelidir… Genel doğrulara, üstün değerlere, yüce duygu ve düşüncelere, olumlu kavramlar kutsaldır. Bu kavramları; nefsini her türlü kötülüklerden temizlemeye çalışan insanlar uygulamaktadır. * 18. TANRI AŞKI “Mevlana aşkı ve sevgiyi öylesine yüceltir ki; O’na göre kötülükten kurtulmak, şüphe ve zanları atmak, nefsimizi terbiye etmek ancak aşk ile mümkün. 101 SIRLARIN SIRRI ‘Bu insan nefsi, şüphe ve zan yeridir. Sen ondan bunları hiçbir yolla ve hiçbir zaman yok edemezsin. Ancak bu, AŞIK OLMAKLA MÜMKÜN OLABİLİR. Aşık olunca içinde artık hiçbir şüphe ve zan kalmaz. Senin bir şeye karşı olan sevgin, seni kör ve sağır eder.’ Allah’a yakın olmanın tek yolu, tek çaresi AŞK’tır. Aşktan öte yol yoktur. İnsanı tanrıya yaklaştıran, insanı kendinden alıp Hakka veren ancak AŞK’tır…” (MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ. Yusuf Ziya İnan. Çağdaş Yayınevi. Nisan 1978. s. 39) Mevlana’ya göre; kötülüklerden kurtulmanın yolu, Tanrı Aşkıdır. Ancak Mevla’na Tanrı’nın tanımını yapmamıştır. Yerini, yurdunu, niteliğini bildirmemiştir. Bilinmeyen, hayalde yaratılan bir Tanrı’ya nasıl aşık olunur? Diğer din bilginlerinde olduğu gibi Mevlana’da da Tanrı soyuttur. Kişi, Tanrı’sını kendi hayal gücüne göre yaratır, tahayyül eder. Tanrı buyruğu sandığı ibadetleri yerine getirdiği takdirde insan, Tanrı’nın makbul kulu olduğuna inanır. Bu, insanın kendi kendini aldatmasından başka bir şey değildir. Oysa Tanrı buyruğu sanılan; savm (oruç), salat (namaz), haç, zekat İslamiyet’ten önce Müşriklerde de vardı. Öyle ki Müşriklerden önceki toplumlarda da, güneş kütünde de vardı. Müşriklerden de önce insanların ibadeti olan bu savm (oruç), salat (namaz), haç, zekat kuralına İslamiyet’le yalnız kelime-i şehadet eklenmiş ve Tanrı’ya ortak koşulan putlar ortadan kaldırmıştır. 102 SIRLARIN SIRRI İnsan, hayalinde yarattığı Tanrı’ya âşık olmakla bir ham hayalin peşine düşmüş olur. Böyle bir sevgi; insanı, Mevlana’nın dediği gibi, kör ve sağır eder… Bu tür insanlara toplum yaşamında da karşılaşılır. Bunlar dünya yaşamından vazgeçtikleri gibi ne giyim kuşamlarına özen gösterirler; ne belirli bir işleri, ne de belirli bir düzenleri vardır… Bunlar avare avare dolaşıp dururlar. Bunlara zaten halk tarafından meczup adı verilir. Oysa hayalden yaratılan bir Tanrı arkasına düşüleceğine; varlığı hissedilen, ancak görülmeyen ve görülmesine de olanak bulunmayan bir Tanrı’nın (Genel doğruların, erdemin ve iyi ahlakın, üstün değerlerin, yüce kavramların…) arkasına düşmek insanı bu dünyada mutlu eder ve insan ne işinden gücünden olur, ne de giyim kuşamından olur ve de bu tür insanlar yaşadıkları toplum içinde herkese örnek bir yaşam sürdürür. Gerçek Tanrı; insan aklının, sağduyusunun, vicdanının kutsadığı genel doğrular, üstün değerler, yüce kavramlardan oluşan ahlakın, erdemin tümüdür. “Aklı olmayanın dini de olmaz” denmesinin nedeni budur. Ne yaparsanız yapın, akıl, sağduyu, vicdan yolundan şaşmayın… Buna Tanrı aşkı denir; bu aşktan kopmayın… Aklının kullanan insan; genel doğruları, erdemi ve iyi ahlakı, üstün değerleri, yüce kavramları, yaşam ilkesi olarak belirler. Bu kuralları Tanrı olarak kabul eder ve yaşamına uygular… Tanrı yolunda olan insanlar geleneklerin, göreneklerin, ritüellerin dışındadır Bu tür insanlar 103 SIRLARIN SIRRI doğrudan doğruya Tanrı’ya (az yukarıda sayılan kavramlara) karşı sorumludur… Bunlar toplumun koyduğu yasalara, yaşam, sağlık, giyim kuşam, görgü kurallarına uymada örnek olurlar. Bir an için olsun kendini yitirmezler. Her zaman akılları başlarındadır. Herkese karşı saygılıdır. Kimsenin dinine imanına karışmaz. Kimseyi de imana davetle yükümlü olmaz. Bütün düşünce ve inançları bir Hak olarak görür. Kâfir mümin ayrımı yapmaz. Bütün insanlar kardeştir ve Yaratan’dan ötürü bütün yaratılanları sevmiştir. İşte benim anladığım Tanrı aşkı budur: Yar olup bar olmamak, Kimseyi kırıp incitmemek. Herkese sevecenlikle yaklaşmaktır. Kimseyi; cinsinden, dilinden, dininden, ırkından, renginden ötürü aşağılamamaktır… Bu tür insanlar bilgelik ve bilgi bakımından da her zaman kendilerini geliştirirler. Erdemli olurlar. Bilmediklerini öğrenirler. İki günleri bir olmaz; her gün bir önceki günden daha ileri giderler. Toplumdan kopmaya, kendini ibadete verip dünyadan vazgeçmeye Tanrı aşkı denmez.Böylece Tanrı’ya erişilmez. Tersine bu davranışlar nedeniyle Tanrı’dan ayrı düşülür. Dağda, mağarada, kırlarda, çöllerde yaşamakla Tanrı’ya aşık olunmaz. İş toplumun içinde yaşarken doğruluktan, dürüstlükten, iyilikten, güzellikten, sevgiden ayrı düşmemektir ki işte buna Tanrı aşkı denir. + Çok Teşekkürler Hayri Bey, İçten olduğu kadar anlamlı bir yazı... Amerika’dan bir okur: 104 SIRLARIN SIRRI Kerem Savaş, 08.09.2008 * 19. TANRI’YI ANLAŞILIR KILMAK PEYGAMBERİMİZDEN GÜNÜMÜZE “İSLÂM’IN TEMEL İNANÇLARI” Osmanlı Yayınevi.) adlı kitapta bir Tanrı tanımı yapılmaktadır. Okunduğu takdirde görülecektir ki bu tanım; İslamiyet’i yeni seçen bir kişiye yapılmaktadır. Böyle bir tanım insan aklına kısa devre yaptırır. Hani önceki Cumhurbaşkanlarından Cevdet Sunay; Japonya’da kendisine gösterilen bir robota: “Ne var ne yok!” deyince robot da kısa devre yaparak “pat!” diye patlamış… Konuyu daha fazla dağıtmadan önce Hoca’nın Tanrı tanımını okuyalım: (s. 2) “Doğruları bilen sapıttırılamaz. Biz doğruyu öğrenelim ve öğretelim ki yanlışlar kendiliğinden uzaklaşsın. Karanlığa lanet etmek yerine bir mum yakmak daha güzeldir.” + “Bu eser, Ahmet Cevdet Paşa’nın “Bir mühtediye (İslam’ı seçen…) mektup” isimli eseri ve Ömer Nesefi Akaidi esas alınarak Osmanlı Yayınevi (Abdülkadır Dedeoğlu) tarafından hazırlanmıştır. (s. 3) “ALLAH - Alemi yoktan yaratan; Allahü Teâlâ’dır. O Allah ki, evveli yoktur, diridir, her şeye 105 SIRLARIN SIRRI gücü yeten her şeyi bilendir. İşitir, görür, duyar ve murat edendir. Allah, a’raz (Başka bir cevherle var olabilme durumu HB) değildir. Cisim değildir, cevher değildir, suret ve şekil değildir. Mahdut (sınırlı) değildir, bir şeyin parçası veya cüz’ü değildir, bileşik değildir. Cins ve keyfiyet ile vasıflanmaz, mekândan münezzehtir. Yani bir mekânda değildir, O’na zaman cereyan etmez, ona hiçbir şey benzemez. Hiçbir şey ilminin ve kudretinin dışında değildir. Allah’ın (CC) ezelî (sonsuz) ve zâtı ile kaim sıfatları vardır. Bu sıfatlar zâtının aynı da değildir, gayrı da değildir. (s. 18)” (Peygamberimizden Günümüze “İSLÂM’IN TEMEL İNANÇLARI” Osmanlı Yayınevi. İlk Önce okunacak Cep Kitapları Serisi: 1) Bir Bektaşî fıkrası vardır. Bektaşi’nin biri, her nasılsa bir camiye gitmiş. İmam minbere çıkmış vaaz veriyormuş. Tam yukarıdaki gibi bir Tanrı tanımı yapmış… Bektaşi dayanamamış: “- İmam efendi, şuna yok deyeceksin ama dilin varmıyor…” Yukarıdaki gibi bir Tanrı tanımı insanları doyurmaz İnsanlık için daha anlaşılır bir Tanrı tanımı yapılması gerekmektedir. Sağlıklı bir akıl sahibi 106 SIRLARIN SIRRI böyle tanımlara itibar etmez. Bu tür tanımlar akla kısa devre yaptırır. Tanrı denilince bir yaratıcı akla gelir. Konu, bizi kim yarattı konusunda düğümlenir. İnsanlar çevresine baktığı zaman gördüğü bütün eşyaların bir yapanı olduğunun ayrımına varır (masa, sandalye, kitap, defter, kalem gibi…). Buradan hareketle bu dünyanın da bir yaratanı olduğu hükmüne varır. Acaba böyle bir hüküm doğru mudur? Bu hükme varan insan değil midir? Dolayısıyla bir Yaratan olduğunun ayrımı; yani bir Yaratan olduğunun yargısına varan insandır. Dolayısıyla “bir Yaratan var!” deyen insandır. Aşağıda A. M. Celal Şengör’ün “SORUDAN KORKMAYIN” başlıklı yazısında bu konu işleniyor: “Yani siz varsanız sizi bir yaratan vardır. Kitabın bir yazarı varsa; yazarın da bir tasarlayanı, bir yapıcısı var demektir. Yani yazarın Tanrısı vardır. Güzel: Peki bu mantığa göre Tanrıyı kim tasarlayıp yaratmıştır! Tanrı hangi amaç için yaratılmıştır?” Böyle bir soru sorulduğu takdirde sorunun yanıtı da, çözümü de çıkmaza girer. Değil mi ki bir yaratan arıyorsunuz; “Peki, bizi yaratanı kim yarattı?” Böyle bir soruya yanıt hemen hazır: “O yaratılmış olsaydı, Tanrı olmazdı…” Böylece soru kestirilip atılıyor ve çözümsüzlüğe bel bağlanıyor. 107 SIRLARIN SIRRI Oysa bilim bu konuya açıklama getiriyor. “Hiç madde yoktan var olmaz; var olan da yok olamaz.” (Maddenin sakınımı yasası. Lavezion) Burada bilim ile din çatışıyor. Din, “Yoktan var etti…” diyor; Bilim ise, “Hiçbir madde yoktan var olamaz!” diyor. Hangisine inanalım. Bu konuda aklı başında din adamları der ki: “Eğer bilim ile din çatışırsa; siz, bilimin verilerine inanın…” Önermeyi şu şekilde de dile getirirler: “Eğer akıl ile din hükmü çatışırsa siz akla göre karar verin!” Tüm canlılar; dünyaya gelip gittiklerine göre, demek ki; bir Yaratan vardır ve bu yaratan da maddedir, dünyadır, evrendir… Ne oluyorsa bu dünyada olup bitmektedir. Bize yaratılmış gibi görünen nesneler; görünmeyenden görünüre gelmekte; sonra, yine görünmezliğe dönüşmektedir. Evren de, Dünya da, madde de, bilime göre, yoktan var olmadığına göre maddenin dışında bir yaratan aramak çözümsüzlüktür. Burada şöyle bir soru gelebilir akla…Peki, bizim kutsalımız olmasın mı? Elbette bir insanın kutsalı olmalıdır. Kutsalı olmayan bir insan huzursuzluğa mahkûmdur. 108 SIRLARIN SIRRI Kutsal’ın başında da Allah (Tanrı) gelir… Allah ise; genel doğrular, olumlu kavramlar, yüce davranış ve düşünceler ve de yüksek değerlerdir. Saydığımız bu yüksek değerler Allah kapsamı içindedir… Tanrı kapsamı içine aldığımız yüksek değerler; yani doğruluk, dürüstlük, iyilik, erdem, bilgi ve bilgelik, sevgi, şefkat, merhamet, dostluk, vefa duygularını sayılamayacak kadar çoktur ve bütün bu değerler bütün insanlık tarafından, ve bütün dinler tarafından, yüksek değerler olarak kabul edilir ve Tanrı olarak adlandırılır ve buna Tanrı’nın birliği adı verilir. Ne var ki bu “Sırların Sırrı” yalnızca inisiyelere verilir. Bütün dinler de bu yüksek değerlerin uygulanmasını ister. Uygularsan Allah seni mükâfatlandırır, Cennet’ine sokar; uygulamazsan, seni Cehennem’de cayır cayır yakar, der… Böylece, insanların yüksek ve temel değerleri uygulaması istenmiş olur. Bu uygulamanın ve uygulamamanın karşılığı olarak da ödül ve cezayı ortaya koyarlar. Oysa korkutmaya ya da ödüllendirmeye gerek duymadan da insanın yüksek ve temel değerleri uygulayabilir… Kutsal kitaplarda doğrudan yüksek değer- 109 SIRLARIN SIRRI leri kutsayan ayetler vardır. Örneğin “Kuran’da Hak’ka; Allah’ın ta kendisidir” denir. Okuyalım: “Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise batılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür.” (K. 22/62. Yine Bkz. 24/25) Kuran’da, Hak kavramına, Allah’ın ta kendisidir derken; Tevrat da DOĞRULUK kavramına Rabbin ta kendisidir der. Okuyalım: “RAB doğruluğumuzdur”: İbranice “Yahve sidkenu”. (Tevrat. Yeremya. 23:6 ve 33/16) İncil ise sevgi kavramını Tanrı olarak kabul eder. “Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar…” (İncil. 1. Yuhanna. 4/16-19) Bu ayetlerden anlıyoruz ki; doğruluk, Hak ve sevg kavramı bizatihi olarak Allah olarak kabul ediliyor. Ne var ki bu bilgiler ezotorik öğretilerde inisiyelere “Sırların Sırrı” olarak veriliyor. Şimdi bu yüce değerler için bir açıklama yapalım. sevgi ile nefret kavramı üzerinde duralım. İnsan, sevgi ile nefret kavramı arasında bocalarsa sevgiyi yeğlemelidir. Çünkü sevgi nefret kavramına göre daha yüce bir duygudur. Yüce bir 110 SIRLARIN SIRRI duygu olduğu için de Tanrı sayılır… Bu durumda nefrete değil sevgiye sarılmalıdır. Çünkü: “Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar…” (İncil. 1. Yuhanna. 4/16-19) Doğru kişiler konusunda da Tevrat şunu söyler: “Rab (Allah) doğruluğumuzdur.” (Tevrat. Tekvin. 15/6. Yeremya. 23/6) Yine aynı anlamda olmak üzere Tevrat’ta üç ayet daha vardır: “Benim dayanağım, kayam Rap’tır.” (Tevrat. 2. Samuel. 22/2-3 ve 22/32) Burada “Rab’in” karşılığı: Doğruluk, dürüstlük, erdem, iyilik gibi tüm yüksek değerlerdir. Bu kavramlar yücedir. Din literatürünü göre yüce olan kavramlar da Tanrı’dır... Bu konuda Kuran da şöyle demektedir: “Yeryüzüne doğru kişiler varis olacaktır.” (K. 21/105) Yüksek değerleri kapsayan erdemli yaşamı ilke edinen kişi Tanrı’ya ermiş sayılır ve bu kişilere Tanrı’nın velisi denir. Yani Tanrı’yı (yüksek ve temel değerleri) yaşamına uygulayan… Veliler, ermişler yüksek ve temel değerleri koruyup yaşamlarına uyguladıkları için Tanrı’nın 111 SIRLARIN SIRRI velisi sayılırlar. Veliler, ermişler, Tanrı’yı (yüksek ve temel değerleri) korudukları için Tanrı da onları korur. Kuran’da bu veliler (ermişler) için şöyle denir: “Velilere korku ve keder yoktur.” (K. 10/62) Çünkü onların kayası doğruluktur, dürüstlüktür. Arkalarını doğruluk, dürüstlük kayasına dayamışlardır. İnsanlık bu yüksek ve temel değerleri kutsallaştırarak Tanrı kapsamına alırsa ve bunları yaşamına uygularsa huzur ve mutluluk içinde yaşamını sürdürür. Bu yüksek ve temel değerleri yaşamına uyguladığı takdirde devletin hukuku karşısında da, toplumun din ve ahlakı karşısında da, kendi vicdanına karşı da rahat olur. Kimse kendisini kanunsuzlukla, ahlaksızlıkla suçlayamaz. Ama devlet eliyle kul yaratmaya kalkılırsa tarih boyunca olduğu gibi yüksek ve temel değerleri ciddiye alan çok az kişi bulunur. Şimdi gördüğümüz gibi; çıkar sağlama, komisyon, rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk önlenemez duruma gelir… Bu nedenlerle eğitim; tarikatların eline bırakılmayacak kadar önemli bir iştir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu da bu nedenle çıkarılmıştır. Amaç: Laik (akılcı) eğitimdir. Ancak akılcı, laik bir eğitimde yüksek değerlerin önemine insanlara anlatabilir. Türk ulusunun laik bir eğitimden başka bir alternatifi yoktur. Laiklikten başka da bir kurtuluş yolu yoktur… 112 SIRLARIN SIRRI * 20. BİLGELİK, DİN VE TAKİYYE ÜSTÜNE Sayın S. Bayraktar. Edebine hayranlığım var… Diyorsun ki: “Bir kimsenin fazilet ve üstünlüklerini kendisinin değil de başkalarının takdir etmesi sizce de daha şık olmaz mı?” Başkalarının seni değerlendirmesini beklemek insanı yanlış yönlendirir. Önemli olan insanın kendisini değerlendirmesidir. Bak dostum, Bilge olmayı hedefleyenler kendi kendini denetler. Kendi yönünü kendi değerlendirmesine göre belirler. Eğer bir başkasının takdirini beklersek, Gerekir takdirini beklediğimiz kişilerin beğenisine göre hareket etmek. Örnek vermek gerekirse: Şeriatçının beğenisini kazanmak için şeriatçı olmalısın… Hıristiyan’ın beğenisini kazanmak istersen Hıristiyan olmalısın. Bu takdirde de ayrılırız Yaratan’ın yolundan… Kaçınırım ben Tanrı yolunda olmamaktan… 113 SIRLARIN SIRRI Bu konuda sana Kuran’dan bir örnek veriyorum. Seni düşünmeye davet ediyorum: “Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin Ve tam teslimiyetle selam verin.” (K. 33/56. Diyanet Vakfı ve Mekke Kuran’ından…) Görüldüğü gibi bu ayette Peygamber; Allah ve meleklerinin bile kendisini övdüğünü belirttikten sonra; müminlere de kendisini övmelerini emrediyor. Bu demektir ki insanın kendisini bilmesi gerekiyor.. Ben kendime “Bilge” demekle özlemimi dile getiriyorum ve böylece kendime bir sorumluluk yüklüyorum. Asıl önemlisi böyle bir sıfata sahip çıkmakla kendimi frenliyorum. Örnek vermek gerekirse; olumsuz bir davranışta bulunacak olursam, içimden gelen “Sayın Balta, bu davranışın Bilgeliğe yakışmaz!” uyarısına kulak veriyorum. Kuran’daki şu ayete uyuyorum: “İnsanın önünde ve arkasında, Allah’ın emri ile onu koruyan takipçiler vardır.” (K. 13/11) denir. 114 SIRLARIN SIRRI Asıl önemlisi ben cehaletimin boyutlarını bildiğim için kendime “Bilge” olmayı hedefliyorum. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bir de; Haham, Papaz, İmam yerine Bilgelerimiz olsun istiyorum. Bak dostum ben; Ortaokulu ve Liseyi gündüz çalışıp akşamları okuyarak; yine Hukuk Fakültesini de gündüzleri çalıştığım için dışardan zar zor orta derece ile bitirebilen biriyim. Adım, dinsize ve komünistte çıktığı için ne büyük engellerle karşılaştığımı yalnız ben bilirim. Demek istiyorum ki ben doğru dürüst bir öğrenim bile görmedim. Herhangi bir yabancı dilim bile yok. Türkiye sınırları dışına çıkmamışım. Bir araba kullanmasını bilmem. Bu nedenle sizin anladığınız anlamda Kendime BİLGE diyemem… Ancak bizim gibilerin bildikleri Yaratan’dandır. Bildiklerimiz bize yaratılışımızda verilmiştir. Asıl önemlisi: Bizdeki bilgiler akıllılardan ve hikmetlilerden gizlenmiştir. Bu gerçek İncil’de şöyle dile getirilir: “Sen bu şeyleri akıllılardan ve hikmetlilerden gizledin.” (İncil. Matta. 11/25) Bizim gibiler kitapsız öğrenenlerdendir. 115 SIRLARIN SIRRI Bizim gibilerin sözlerinde bir hikmet vardır. Şimdi gelelim şu sözlerine: “Takıyye kavramını yerinde kullanan istisna bir kişiye rastladım, bu açıdan sizi tebrik ederim. Halbuki Takıyye kavramını bazı yöneticilerimiz için medya ve bazı siyasetçiler sürekli kullanıyorlar. Mesela Başbakan için… Başbakan can korkusu mu yaşıyor acaba? Ne dersiniz?” Takıyye kavramını daha önceki yanıtımda açıklamıştım. Kısaca bir kere daha açıklayayım... İnancından dolayı baskıya uğrayan bir kişinin dinini saklaması veya görünüşte inkar etmesine takıyye denir. Medyamız da, siyasetçilerimiz de takıyye’yi yanlış bilir. Halkı aldatma politikalarına takiyye demek işlerine gelir. Başbakanımızın can korkusu taşıyıp taşımadığı sorunuza gelince; ülkemizde bütün siyasetçiler can korkusu taşır. Çünkü Türkiye’de politikacılar “Ankara benim!” demek için yarışır. Kim Ankara’yı ele geçirirse istediğine kefen biçer… 116 SIRLARIN SIRRI İşte bu nedenle olsa gerek; Başbakanımız, “Siyasetçinin, bayramlığı ile kefeni yanındadır!” der. (5.6.2006 tarihli gazeteler…) Din ile şeriatın ayrı şeyler olduğu konusuna yeni bir tartışma yaratmamak için girmiyorum. Yalnız bir soru ile yetiniyorum… Allah’ın dini bir tanedir. Dünya üzerindeki bu 360 tane dinin kaynağı nedir?.. Şimdi kal sağlıcakla, İstediğin kadar sevgi sana… Av. Hayri Balta * 21. GMX GMX’TEN, Merhaba sevgili ateist arkadaşımız, İlk önce: www.tabularatalanayalanabalta. com adresli sitenizden dolayı sizi tebrik etmek isteriz ve başarılarınızın devamını dileriz... Sitenizde Ateizm hakkında yazılmış çok güzel eserler yanında çok güzel (aydınlatıcı) yazılar bulunuyor, Çok iyi derlemişsiniz. Size bir sorum olacak: Benim size soracak olduğum soru ise bizim yeni açacağımız www.dinsiz.com Sitesiyle ilgili. 117 SIRLARIN SIRRI Çok yakında bir Site açmak istiyoruz, (www. dinsiz.com ) ismi altında ve sizin de bildiğiniz gibi Site’nin içeriğini hazırlamak çok uzun bir süre alıyor... Bizler de uzunca uğraşlardan sonra geniş kapsamlı güzel bir Site hazırlamaya çalıştık. Ateizm, Şeriat ve buna benzeri konular hakkında uzunca araştırmalarda bulunduk... Ancak yazılar çok uzun zamanımızı alıyor... Sizin sayfanızda bulunan “bazı” yazıları kaynak edinebilir miyiz? Sizin sayfanızdan bazı konuları ilaveten yeni açılacak sayfamızda yer verebilir miyiz? (tabii ki sayfamızda sizin Sayfanın da bir link’i bulunacaktır ve yazıların “Sizin” sayfanızdan alındığı yazılacaktır. Dinci Kitlelerin profesyonelce çalıştığı gibi - biz ateistler olarak da bir olup çalışmamız hepimizin kazancı olarak, kaçınılmaz olacaktır. Ne yazık ki Dinci - Şeriatçı Siteler ayakta durmakta ve Ateist ve İleri görüşlü olan Siteler kapanmaktadır... Bu acı bir kayıptır, dostlar. Bir diğer amacımız İnternette bulunan Ateizm sayfalarını yapabildiğimiz kadarıyla bir çatı altında toplayabilmemiz. İlginizden dolayı çok teşekkür ederiz ve çalışmalarınızda başarılar dileriz. Her şey gönlünüzce olsun. 118 SIRLARIN SIRRI Sevgi ve saygılarla... GMX, 2.1.2002 * Sayın GMX yetkilileri. Önce saygı, sevgi... İster dinli olsun, ister dinsiz... Fark etmez benim için hiç biri… Yeter ki insan olsun, bir de bilge ve erdemli... Bir kişi bilge değil mi, erdemsiz mi? Beş para etmez, ister dinsiz olsun, ister dinli... Ben: Allahsız, dinsiz, kitapsız değilim. Dinliyim, dinli... Hem de ölü değil diri... Tanrı: Tanrı, olumlu kavramları ve ortak değerleri kapsayan bir kavramdır. Tanrı kavramı: Adil olan, güzel olan, iyi olan, verici olan, paylaşıcı ve paylaştırıcı olan, bencil olmayan, bütün olumlu kavramları ve üstün yüce değerleri kapsamıştır. Demek istediğim bütün olumlu kavramlar, ortak değerler, yüce erdemler; bütün kötülüklere, bütün çirkinliklere, bütün yanlışlıklara oranla daha yüce bir kavram olduğundan kutsallaştırılmış ve kutsallaştırılan bütün kavramlar da yüceltilerek Tanrı kapsamı içine alınmıştır. Din edebiyatında ve felsefesinde; bu nitelik- 119 SIRLARIN SIRRI leri kazanan insanlara olgunlaşmış insan denir. Ve dahası tasavvuf edebiyatında bunlar Tanrı olarak nitelendirilir... İşte bunun içindir ki insanlar; Bilge olmaya, erdemli olmaya, mükemmel olmaya, olgunlaşmaya, iki günü bir olmamaya çalışmalıdır. Dünyayı cehenneme çeviren Batı dünyasına el açmamalıdır… İnsanlarımız, din bilgini sanılan bilgisizler yüzünden dine yabancılaştırılmıştır. Bu nedenle insanlar gerçeklerleri söyleyenleri öldürmeye çalışmıştır. Gerçekleri söyleyenleri dinden çıkmış diye öldürürler… Öldürmediklerini de sürüm süründürürler... Din insana, kendini eğitme ve geliştirme yöntemini gösteren bir öğretim sistemi olmalı iken düşmanlığı güdeleyen (saik; motive) bir kurum olmuştur... Oysa, din (Hizbullahçılık, Talibancılık, şeriatçılık, takıyyecilik, tarikatçılık değil...) ruhsal (psikolojik) derinliği olan bir kurumdur. İnsanlar, akılları ve sağduyuları sayesinde, eninde sonunda, doğru olanı, güzel olanı, iyi olanı, bulur, … Allah birdir, tektir, eşi-örneği yoktur denmesi- 120 SIRLARIN SIRRI nin anlamı budur. Bu demektir ki; bütün insanlarca; doğru, güzel, iyi bütün olumlu kavramlar; bütün olumsuz kavramlara göre daha üstün tutulur… Bütün insanlar; evrensel genel doğrulara, olumlu kavramlara, üstün değerlere, yüce duygu ve düşüncelere beğeni gösterir... Bunun için; doğru, güzel, iyi olan olumlu kavramları aklı başında bütün insanlar beğenir. İşte buna da Allah’ın tekliği (Tevhid) denir… Din edebiyat ve felsefesinde: İnsanların, gelişmesi, olgunlaşması ve yetişebilmesi için yedi aşamadan geçmesi gerekir. Bu aşamalar nefis mertebeleri olarak adlandırılır. Nefsi emmareden baslar, nefsi safiyede bitirilir… Ama dinler; bu bilgileri, öğrenmeyi öylesine değersizleştirmişler ki bütün bağlılarını; “Yat kalk, kabul eden hak!” diyerek, imama uymakla; huzura, mutluluğa, cennete gideceğine inandırmıştır… İş böyle olunca bütün dinler asıl amacı ortadan kalkmıştır. Güzelim insanlarımızı, öldükten sonra Cennete ya da Cehennem gideceği yalanlarıyla oyalamıştır. Oysa Cennet de, Cehennem de bu dünyada, insan yaşarken yaşanır… 121 SIRLARIN SIRRI Cennet kavramı da, Cehennem kavramı da insanlara yanlış anlatılmıştır. Ölü diri kavramları da yanlış anlatılmaktadır. Ölüler ikiye ayrılır. Bir gerçekten ölmüş olanlar; Bir de yaşadığı halde basireti bağlanmış olanlar. Bu basireti bağlanmış olanlar ölüm uykusuna yatmış sayılır…. Fiziksel olarak ölenler, nerden geldilerse oraya giderler. Bilinen şu ki topraktan gelirler… Yine toprağa giderler… Bu gerçekleri aklı başında din adamları ve de kutsal kitaplar söyler. Öldükten sonrası için hesap verilecek bir yer yoktur. Cennet de cehennem de insanın ruhunda yaşarken oluşur… İnsanlar; Cennet’i de, Cehennem’i de yaşarken yaşarlar. Kötülüğe bağımlı olanlar; haksız kazanç sağladıkça, başkalarını ezerek üstünlük sağladıkça keyiften dört köşe olurlar. Böyle olmalarının kökeninde de; aşağılık duygusu vardır, Gelişmemişlik, yetersizlik ve yeteneksizlik 122 SIRLARIN SIRRI bunları ruhen yıpratır. Bunlar duyarsız ve sorumsuz oldukları için iyi-kötü kavramını bilmezler. Bunlar, din edebiyat ve felsefesinde “Ölü” olmaktan öteye gidemezler… Dinin amacı: Ölüleri (kötülüğe bağışıklık kazanmış olanları...) diriltmektir. Dinin amacı: Bu kötüleri (ölüleri) kötülük yapamaz duruma getirmektir. Bu yapıda olan bütün insanlar her ne kadar dindar görünürlerse de kendi zanlarına taparlar. Kuran bunları şu şekilde anar: “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar. (k. 6/116) Kötü bir insan; yaptıklarına nadim olarak iyi yolu seçerse “kötülüğe ölmüş ve iyiliğe dirilmiş” olur… İşte öldükten sonra dirilme dedikleri budur... Ölmeden önce ölenler; Cennet’i de Cehennem’i de kendi vicdanlarında bulur… Bu şekilde kötülüğe ölenler, geçmişte yaptıkları kötülükler her aklına gelişte, cehennemi yaşarlar. Bunlar, yaptıkları kötülüklerinin acısını vicdan azabı olarak duyarlar. 123 SIRLARIN SIRRI Yinelersek: Tövbekâr olunca; daha önce yaptıkları gözlerinin önüne gelir. Yaptıkları gözlerinin önüne gelince de “Ben bunları nasıl yaptım?” diye dövünür. Bunlar yaptıklarından utanç duymaya başlarlar… Böylece, Cehennem’i ruhlarında yaşarlar… Kötülük yolundan saparak iyilik yoluna girenler; Zamanla, kötü davranışlardan kurtulduğuna sevinerek, ruhsal huzur ve mutluluk içinde yaşarlar… Yaşadıkları toplumda saygı duyarlar Ve böylece kaygısız, kasavetsiz, korkusuz olurlar. Böylece yaşarken huzuru ve güveni bulurlar. Özetlersek: Dinsel deyimle “Ölmeden önce ölmeden” ya da “Yeniden doğmadan” Cennet de Cehennem de yaşanmaz... Bunları yaşadan dinden tat alınmaz… Tanrı (Allah) Tanımı: Üstesinden gelemeyeceğimiz Doğa (Evren) yasları, toplum kuralları ile aklın, bilimin ve kültürümüzün verileri ile oluşan sağduyumuz, vicdanımız yanında, uyguladığımızda yüzümüzü kızartmayacak genel doğrular, olumlu kavramlar, üstün değer- 124 SIRLARIN SIRRI lerdir… Allah varsa eğer bu anlamda vardır. Öyle, Peygamber gönderen, kitap indiren, olması gerekenleri vahiyle bildiren bir Allah (Tanrı) yoktur. Bunların hep mecaz ve simgesel anlamı vardır. Aydınım deyen insan, bunların anlamlarını araştırıp bulmalıdır. Eğer O, yakınken yakalanırsa, Bulunabilirken aranırsa, Ve de ulaşmaya çalışılırsa… İstediğin an çıkar O karşına… Şimdi bu konuda yazılmış ayetlere bakalım. Bu ayetlerle ne denmek istediğini anlayalım. İşte ayetler: “Rabbi bulunabilirken arayın, Yakınken ona seslenin.” (Tevrat. İşaya. 55/6) Ve yine: “Ey inananlar! Allah’tan sakının! O’na ulaşmaya yol arayın, Yolunda çaba gösterin ki kurtulasınız.” (K. 5/35) Tanrı’ya erişenler huzur ve güven içinde yaşar... 125 SIRLARIN SIRRI Bunlar yalnız ve yalnız kötü iş yapmaktan korkar… Din: Akıl, ahlak, bilim yolunu yeğleyerek; toplum sorunlarına duyarlı olarak; bilgelik, doğruluk, erdem, güzellik, iyilik... yolunda ilerlemektir. Olumlu kavramlara, genel doğrulara, üstün değerlere, yüce olana, saygı göstermek, herkesi kendin gibi bilmektir… Bütün olumlu nitelikler, üstün değerler, yüce kavramlar yanında bilge ve erdemli olma çabası dini yaşamak demektir. Bütün bu saydığım üstün nitelikleri yaşama yeteneğini doğa (Yaratan) bize vermiştir. Bu görüşlerimin kaynağı Kuran’dadır. Denir ki: “İşte dosdoğru din budur…” “K. 30/30: Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Dinsizlik: Ahlaksızlık, acımasızlık, çıkarcılık, densizlik, duyarsızlık, edepsizlik, erdemsizlik, kuralsızlık, vicdansızlık sorumsuzluk demektir. Bir insanın; ahlaksız, acımasız, çıkarcı, duyarsız, edepsiz, erdemsiz, kuralsız, vicdansız, so- 126 SIRLARIN SIRRI rumsuz olması için dinsiz olması gerektir... Bu nedenle Allah (Akıl, bilgelik, erdem, sağduyu, vicdan...): sorumluluğu yalnızca insana yüklemiştir... Ve yine bu nedenle “Aklı olmayanın dini yoktur!” denmiştir. Peygamber (Aydınlatmacı. Uyarıcı): İnsanlık yararına çalışan, insanları aydınlatan, insanlara; barışı, dostluğu, sevgiyi aşılayan, huzurlu ve mutlu yaşamanın yolarını gösteren, hikmet dolu sözlerle halka gerçeği ve doğru yolu gösteren ve de bu söylediklerini kendisi yaşayan erdemli ve olgun kişilerdir... Saydığım bütün bu üstün nitelikleri yakalama yeteneğini Doğa (Allah) insana vermiştir. İnsnlar arasında; insan ile Tanrısı arasına girme küstahlığında bulunanlar vardır. Bunlara: “Hey! Alo... Çekilin aradan!” diye seslenme gereği duyulmalıdır… Bu aracılar; kendi önderlerinin son ve en iyisi olduğunu, Tanrının ona kitap gönderdiğini ileri sürerek insanları kendilerine bağlamaya çalışırlar. Böylece peygamberleri adına konuşarak çıkar sağlarlar... Bu tür anlayış inananlar için büyük bir yanılgıdır. Ortalık güzel insanlarla, bilge ve bilgili insan- 127 SIRLARIN SIRRI larla doludur. Kutsal Kitap: İnsanlara; doğruyu, iyiyi, güzeli, mükemmel olmanın yollarını gösteren bütün kitaplar ki, kim yazarsa, kim söylerse söylesin kutsal kitap sayılır... Kitapçılarda bu kitaplardan çok satılır… Her gün öylesine güzel kitaplar çıkıyor ki piyasaya; Bunların yanında, kutsal kitaplar kalır yaya… Ne var ki bütün dinsel kavramlar yanlış anlaşılmaktadır. Oysa Allah da, din de, kutsal kitaplar da insanın mutluluğu için vardır. Vahiy: Bizleri olumluluğa sürükleyen bütün olumlu duygulara içe doğuş (vahiy) denir… Akıl, sağduyu, vicdan verileri içimize doğan bir sestir ki; bize, her an doğru ile eğriyi gösterir… Eğer, bizleri doğru, dürüst olmaya yönelten bu sese uyarsak ve onu yakınken yakalarsak, Huzura erişiriz: Tanrı’yı, (Gerçeği, doğruyu, güzeli, olumluyu...) yaşamımıza uygularsak. Bu uyarıya içe doğuş (Vahiy) denir. Bu anlamda Tanrı; (Doğanın, Evrenin açıklayamadığımız gizi...) her an bizimle temas halindedir. İçimizden gelen ve bizi doğruluğa, dürüstlü- 128 SIRLARIN SIRRI ğe, iyiliğe yönelten bu sese kulak verilmelidir. Her hangi bir olumsuz davranışta bulunurken içimizden gelen bir duygu bizi “Cız!” diye uyarır. “Sakın bunu yapma! Yaptığın takdirde; seni yakalayıp yargılığa çıkarırlar…” der... Kimi erenler için “Erişmiş!” derler ya... İşte erişmek budur. Yoksa göklerde, bir yerlerde olana erişmek olanağı yoktur. Bu olgu ve durum Kuran’da şu biçimde dile getirilir: “İnsanın önünde ve arkasında, Allah’ın emri ile onu koruyan takipçiler vardır.” (K. 13/11) denir… Ozanlara-Şairlere esin (ilham) nerden geliyorsa içe doğuşun (vahyin) kaynağı da odur. Bunlar arasında ayrım yapmayan kişiler Arif olur… Kutsallaştırılan esin, vahiy adını alır; kutsallaştırılmayan esin ise ilham... Gerçek budur, ben gerçeklerden sapmam… Ruhçular; içe doğuş (Vahiy) yolu kapandı demekle Doğa (Tanrı...) ile insanların bağını kopararak insanlığa en büyük kötülüğü yapmışlardır. Amaçları: Tanrı adına konuşarak kendirline çıkar sağlamaktır. 129 SIRLARIN SIRRI Şeytan: İnsanı olumsuz davranışa sürükleyen duygu ve düşüncelere Şeytan denir. Şeytan’ın önemli niteliği insanı; yalana, yanlışa ve olumsuzluğa sürüklemektir. İnsanı olumsuzluğa yani aşağılık davranışlara iteleyen kötü duyguları yaşamına uygulayan insan Şeytan’ın ta kendisidir. Şeytan, kötü duygu, düşünce ve eylemlere teslim olmuş kişidir. Yunus Emre: “Bir ben var; bende, benden içeri...” demiştir ama eksik demiştir. Doğrusu: “İki ben var bende benden içeri!..”dir… Bu iki duygudan birine Ruhul Kudüs (Doğruluğa, dürüstlüğe, iyiliğe sürükleyen duygu…); diğerine de Ruhül Kubüh (Kötü davranışlara sürükleyen duygu…) denir. İnsanları birbiri ile mümin müşrik diye birbirine düşüren; yendiği düşmanın karısını kızını, ganimet adı altında, cariye; kocasını, oğlunu köle yapan anlayış gerçek din değildir. İnsanlar din için değildir; dinler insanlar içindir. Allah’ın da, dinin de, kitapların da amacı insanın geliştirmesidir. Ama ne görüyoruz, bütün insanları Allah’a, dine, kitaplara hizmete yönlendirerek kul – köle 130 SIRLARIN SIRRI etmişler. Böylece güzelim insanları; insanlıktan çıkararak kan dökücü bir varlık durumuna getirmişler... Somut örnek gerekirse; ilkçağda Yahudilere, Ortaçağda Hıristiyanlara, günümüzde ise başta Afganistan’ın Taliban’ı olmak üzere bütün şeriatla yönetilen ülkelere bakmak yeter. Sözüm: Basireti bağlanmış olanlaradır… Aklını imana kurban edenler bunlardır. Doğru olanı, güzel olanı, iyi olanı yaparsak Tanrıya (Doğruya, gerçeğe, güzele, olumluya...) yaklaşmış oluruz ki buna da din ilminde “vuslata ermek” denir. Bilinmelidir ki: Tanrı her an bizimle temas halindedir. Yeter ki ona kulak verelim. Böylece; doğru, dürüst, güzel, iyi bir yaşama erelim. Her hangi bir olumsuz davranışta bulunurken içimizden gelen bir “Cız!” duygusu (uyaran) vardır. Bu duygu bizi: “Sakın yapma, yakalanırsan hesap vermek sorunda kalırsın!..” diye uyarır. Ayni duygu olumlu davranışın da yolunu gösterir. Eğer insan kötülüğü yeğlerse olur şeytana esir… 131 SIRLARIN SIRRI Eğer olumluluğu yerlerse doğru olana (Tanrıya) teslim olmuş olur. Dinsel deyimle Tanrı’yı bulur. Bütün ruhçular; içe doğuş (Vahiy) yolu kapandı diyerek Doğa’nın gizi ile insanların arasına girer. Sonra da “Tanrı ile insan arasına kimse girmez!” derler Ve böylece çelişkiye düşerler. Ruhçulardan kimisi insan ile Allah arasına girme küstahlığında bulunur. Bunlara: “Hey! Alo... Çekil aradan!” denmelidir. Bu aracılar; kendi önderlerinin son ve en iyisi olduğunu, Tanrının ona kitap gönderdiğini ileri sürerek insanları kendilerine bağlamaya çalışır. Oysa bu inanışlar büyük bir yanılgıdır. Ortalık güzel insanlarla, bilge ve bilgili insanlarla doludur. Bunların hepsi birer aydınlatmacıdır. Her gün öylesine güzel kitaplar çıkıyor ki piyasaya; bunların yanında, kutsallaştırdıkları kitaplar çok yetersiz kalır. Ne var ki bütün dinlerde dinsel terimler yanlış anlaşılmaktadır. Oysa Allah da, Din de, kitaplar da insanın mutluluğu için vardır İnsanların huzur ve güven içinde yaşaması için bir uyaran lazımdır. İnsanları birbiri ile boğazlaşmaya çağıran, ganimet adi altında birbirlerinin malını kocasınıoğlunu köle olarak alıp satmaya, karısını kızını cariye ve karı olarak kullanmaya çağıranlar dindar değildir. Bu tür düşüncelerden yılandan, çıyandan kaçar gibi kaçılmalıdır… Tanrı; ortak değerleri, olumlu eylemleri, yüce duygu ve düşünceleri kapsayan bir kavramdır. Adil olan, bencil olmayan, güzel olan, iyi olan, verici olan, paylaşan… Tanrı yolundadır,. Bu nitelikleri yaşamına uygulayanların Tanrı katına varacağı anlatılır. Tanrı katına varanların ise huzur ve güven içinde olduğu varsayılır. İşte din budur. Bilge olmak, erdemli olmak, mükemmelleşmek, olgunlaşmak, iki günü bir olmamak... Dünyayı cennete çevirerek kendinden olmayan kişilere savaş açmamak, İnsanlar bütün bu güzel niteliklere sahip oldukları oranda mükemmelleşir... Hallacı Mansur, Nesimi, Muhittin Arabi bu anlamda Enel Hak (Ben Tanrıyım) demiştir. Böyle anlaşılır din felsefesinde bunlar 133 SIRLARIN SIRRI Şu örneğim, bu savımı kanıtlar. “Bir gün Mevlana Hıristiyan Süryanus’a sorar: “Hıristiyan keşişler ve Hıristiyan bilginler, İsa’nın hakikati hakkında ne diyorlar?” Süryanus: “Onlar İsa’ya Tanrı diyorlar” Bunun üzerine Mevlana: “Bundan sonra onlara bizim Muhammed’imiz Tanrı’dan daha Tanrı’dır, Tanrı’dan daha Tanrı’dır de!” buyururlar… Biraz düşünerek söyleyin şimdi. Mevlana’nın “Tanrı’dan daha Tanrı’dır!..” diye nitelediği kişi… Konuşursa söylediklerine Tanrı kelamı denmez mi? (Bakınız: Ahmet Eflaki tarafından yazılan ARİFLERİN MENKIBELERİ adlı kitabın 1. Cilt. S. 300-304 sayfası. Bu sayfalardaki Süryanus öyküsünü okumanızı da öneririm…) Din bilginlerimiz; İnsanları, dine öylesine yabancılaştırılmışlar ki, bunları söyleyenleri dinden çıkmış, mürtet diye nitelendirirler. Sürüm sürüm süründürürler. Susturamazlarsa öldürürler… Dahası mezara gömdükten sonra üzerine de bir daha kalmaması için ağırından taş döşerler... Din, ruhsal (psikolojik) derinliği olan bir ku- 134 SIRLARIN SIRRI rumdur. Din; insanın kendini eğitme ve geliştirme yöntemi olmalı iken; Kendisi gibi düşünüp inanmayan insanlara düşman eden Bir kurum olmuştur... Dinin sahibi Allah’tır denir… Bunun anlamı: Akıl için yol birdir, İnsanlar, akılları, mantıkları, sağduyuları sayesinde, eninde sonunda, doğru olanı, güzel olanı, iyi olanı, bulacak demektir. Doğru yanlış, iyi kötü, güzel çirkin bütün olumlu ya da olumsuz davranışlar insanlarca aynı şekilde değerlendirilir. Bütün insanlar; genel doğrulara, yüce davranışlara, olumlu kavramlara, üstün değerlere önem verir.… Yani bütün bunlar insanlar için ortak değerdir. Din edebiyat ve felsefesinde: İnsanların, gelişmesi, olgunlaşması ve yetişebilmesi için yedi basamaktanı geçmesi gerekir… Bu bölümler nefis olarak nitelendirilir... Bunlar; nefsi emmareden başlatılarak nefsi safiye’de bitirilir… Ama insanlar bu bilgilerden habersizleştirilmiş… “Yat kalk, kabul eden hak!” diyerek din bilgisini tapınmaya indirgemiş… 135 SIRLARIN SIRRI İnsanlar, imama uymakla huzura ve mutluluğa ve de Cennet’e gideceğine inandırılmıştır. İş böyle olunca Allah ve din aşkına birer canlı bombaya dönüştürülmüştür. Bütün dinler asıl amacından saptırılmıştır. Güzelim insanlarımız cennet-cehennem yalanlarıyla aldatılmıştır. Oysa Cennet de buradadır, Cehennem de buradadır. Cennet de Cehennem de insan ruhunda oluşmaktadır. Din ilmine göre insanlar ikiye ayrılır. Çoğunluk “ÖLÜ”, azınlık “DİRİ” sayılır. Fiziksel olarak ölenler, nerden geldilerse oraya giderler. Bilinen şu ki topraktan gelirler, toprağa giderler… Aklı başında din adamları da bunu böyle söylerler. Yaşarken ölü tayfasından olanlar ise ne Cennet bilir, ne de Cehennem bilir. Din ilminde bu tür kişilere basireti bağlanmış körler ve sağırlar denir… “Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple onlar geri dönemezler.” (K. 2/18) 136 SIRLARIN SIRRI “(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.” (K. 2/171) “(Resulüm!) Sağırlara sen mi işittireceksin; yahut körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi ileteceksin?” (K. 43/40) Bunlar; kötülük yaptıkça, haksız kazanç sağladıkça, başkalarını ezerek üstünlük sağladıkça keyiften dört köşe olur. Böyle olmalarının kökeninde de; aşağılık duygusu, gelişmemişlik, yetersizlik bulunur... Bunlar duyarsız ve sorumsuz oldukları için iyi kötü kavramını bilmezler. Bunlara, din edebiyatında ve felsefesinde, “Ölü” derler. Din ise bu ölüleri diriltmek ister… Bu ölüler ki yaptığı kötülükten hiçbir şekilde rahatsız olmazlar... Bunlar yakalanırlarsa bu dünyada hesap vermek zorunda kalırlar. Yakalanmazlarsa öbür dünyada yargılanıp ceza görecekleri sanırlar. Bunlar; kötülük yaptıktan sonra, yaptıklarına nadim olarak iyi yolu seçenlerse “kötülüğe ölmüş ve iyiliğe dirilmiş” olur… İşte “öldükten sonra dirilme” dedikleri budur. 137 SIRLARIN SIRRI Bu şekilde, ölü iken dirilenler, Geçmişte yaptıkları kötülükleri gözlerinin önüne getirirler. Daha önce, yaptıkları kötülükler her aklına gelişte, Cehennemi yaşarlar, yani vicdan azabı çekerler. Geçmişte yaptıkları kötülüklerden rahatsızlık duyarlar. Dinsel deyimle Cehennem ateşinde diri diri yanarlar. Yinelersek: Yeniden doğmadan önce yaptıkları gözlerinin önüne gelir… ”Ben bunları nasıl yaptım?” diyerek eseflenir. Yaptıklarından acı ve utanç duymaya başlarlar, Böylece Cehennem azabı dediklerini canlı iken yaşarlar. Kötü davranışları terk ederek iyilik yoluna girenler; Eski kötü davranışları terk ettikleri için sevinirler. Böylece ruhsal huzur ve mutluluk duymaya başlarlar Doğru dürüst oldukları sürece kaygısız, kasavetsiz yaşarlar. Din ilmine göre bunlar, “Cennette!” sayılırlar. 138 SIRLARIN SIRRI Özetlersek: Dinl ilminde “Ölmeden önce ölmeden” ya da “Yeniden doğmadan” Cennet-Cehennem yaşanmaz... Ne demek istediğim ise akılcı bir ustaya hizmet etmeden anlaşılmaz… + “GMX” dostlar benimle düşünce alışverişi yapmak istiyorsanız bir kere açık adresinizi ve kimliğinizi bildirmek zorundasınız. Yoksa sizi muhatap almam, bunu bilesiniz… Kendi görüşlerinin doğruluğuna inanan bir kimse adını gizleme gereğini duymaz. Bir kimse ışık yakıp da ışığı gizlerse hiçbir işe yaramaz. Biliniz ki gizlide yapılanlar muhakkak açığa çıkacaktır. Bütün çocuklar, erkek ve dişinin gizlide yaptıklarının açığa çıkmasıdır. Demek istediğim ne denli saklansanız da açığa çıkacaksınız... Sizi açığa çıkardıklarında mahcup olacaksınız. Yazılarımı alma konusuna gelince isteyen kişi, istediği yazımı bana sormadan alabilir. Ben bu yazıları adımla, sanımla yazıyorum. Fotoğrafımı basıyorum, e-mail adresimi veriyorum. 139 SIRLARIN SIRRI Bu demektir ki ben düşüncelerimle, inanışımla dünyaya bayrak açmışım... Düşünce ve inanışım yüzünden başıma geleceklere de şimdiden kucaklamışım… Benim herhangi bir beklentim de yoktur... Sizler için gelecek olan benim için geçmişte kalmıştır. Korkacağım bir şey de yoktur. Benim en korktuğum; düşündüğüm ve inandığım gibi konuşmamaktır. Gerçekleri gizlemek kafir olmaktır. Kafir: Gerçeği gizleyendir; asıl kâfirlik budur… Bir de biz de kâfir de olsa öldürme yoktur... Gerçekleri gizlemek Hakkı (Allah’ı, Tanrı’yı...) tepelemek olur. İşte benim çok korktuğum şey budur. Kimileri: “Ben Allah’tan başka kimseden korkmam!” der... Ne var ki bunların işi gücü Allah’ı tepelemektir. Ölümden öteye yol da yok!. . “Ölmeyeceğim, beni öldüremezler, beni Allah korur! Canı veren alır...” gibisinden saçma sapan bir savım yok. 140 SIRLARIN SIRRI Ben o kadar bilinçsiz değilim. Öldürmek isterlerse Kız Kulesine saklansak da gelip bizi bulur ölüm. Ölüme karşı, bir sinek kadar olsun hükmüm yok. Kaldı ki benim seslendiklerim öldürmekten nefret eder çok… Ama “Sen yanmazsan, ben yanmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...” Asıl gizli iş yaparsa insan kıyar kendi canına... Şimdi görüşlerimi özetleyebilirim. Allahsız, dinsiz, kitapsız değilim… Evren’in dışında, doğadan ayrı bir güçlü varlığın olmadığıdır bilgim… Öyle bir varlık benim için sanaldır. Sanal olan bir varlık da ne Peygamber gönderir, ne de kitap indirir. Bütün bunların simgesel bir anlamı vardır; Bunu da din ilmi ile uğraşanlar bilir. Allah’tan geldiğine inanılan kitaplarda: Kadını dövme vardır, kadını eve, çarşafa kapatma vardır... Bunlara göre: Kadının saçının bir telini göstermesi günahtır. 141 SIRLARIN SIRRI Hırsızın elini kesme vardır… Suçluların ellerini ve ayaklarını çapraz kesme vardır… Hulle vardır, cine-şeytana inanma vardır. Dinini değiştireni öldürme vardır. İmana gelmeyen kâfire cizye dayatılır… İnsan dediğin düşünmez mi?.. Hiç Allah böyle der mi?... Bütün bunlar Allah’ı acımasız, merhametsiz göstermek değil mi? İnsanları; kâfir müşrik, münafık, fasık, dinli dinsiz, günahlı günahsız diye ayırmak Allah’a yakışmaz. Böyle Allah anlayışı şeriatçı faşizm olmadan yaşamaz. Yaratan, insanlara akıl, fikir vermiştir. Aklını kullananlar huzura, mutluluğa ermiştir. İnsanlar, müdahale edilmezse, gerçeği, doğruyu, güzeli, iyiyi bulur... Dinlerin baskısı olmazsa dünyamız Cennet kadar güzel olur. Eğer o Allah dedikleri sanal olmayıp da gerçek olsaydı insanlara nasıl cinsel ilişkiye gireceğine ilişkin kitap gönderip kurallar koymazdı. İnsanların cinsel ilişkiye girmek için Allah’a, Peygambere, kitaba gereksinimi var mı?.. 142 SIRLARIN SIRRI Hayvanların Allah’ı, Peygamberi, kitabı mı var... Bu işi senden benden iyi yapar… Aklını imana kurban etmemiş kişiler ne demek istediğimi anlar... Gerçek Tanrı (Allah); güzelim insanları, birbirlerini öldürmeye, karılarını, kızlarını, kocalarını oğullarını tutsak etmeye ve de mallarını ganimet adı altında yağmacılığa özendirmez... Tanrı (Allah) böyle, Allahlığa yakışmayan sözler söylemez. Bu işler Allah olmayanın işidir. Allah; “Mümin müminin kardeşidir!” demez; “Bütün insanlar birbirinin kardeşidir!” der. Tanrı; Barıştır, dostluktur, sevgidir… Tanrı; bütün olumluluklar, genel doğrular, üstün değerler, yüce kavramlardır Erdemdir… Gelin şu Tanrıyı (Güzeli, iyiyi, doğruyu, erdemi, olumlu kavramları…) Allahsızların elinden alalım... Allah’ı; insanlara, yardımcı ve yararlı kılalım… Ne demek istediğimi anlayan varsa, gelsin elini, yüzünü, gözünü öpeyim, 143 SIRLARIN SIRRI Dahası, eline ayağına yüz süreyim, kendisine üstat diyeyim… * 22. FIRTINA FIRAT FIRTINA FIRAT’tan: --Original Message -- From: FIRTINA FIRAT To: tabularatalanayalanabalta.com Sent: Friday, January 03, 2003 11:56 PM Subject: selaminaleykun (Okuyucumuzun iletisi olduğu gibi alınmıştır, düzeltme yapılmamıştır…) “Sitenizde alah’a isyan etmekle neyi kanıtlamış oluyorsunuz? Allah’a sesleniş şiiriyle Alaha inanmıyorsanız, neden Sitede belirtyorsunuz Allah’a inanmıyorsanız sizi kim yarattı? Dünyayı, icindeki milyonlarca canlıyı, bitkiyi kim yarattı? Şu bu bır gercek kı sız kaybedenlerdensınız?.. Fırtına Fırat,” 3.1.2003 X Sayın Fırtına Fırat, Önce saygı, sevgi sana Fırtına Fırat. Hadi göreyim seni fırtınalar yarat. Öyle fırtına dedimse de çok bi’şey istemiyorum senden. Önce ”alaha” değil “Allah’a” eyle biat... 144 SIRLARIN SIRRI Elbette Allah’tan haberi olmayan Allah yazarken “alaha” yazar, Bir Allahsız, dinsiz, imansız görünce kafası kızar, Üç dört satır içinde yedi sekiz yanlış yapar, Hadi, doğru dürüst yazmayı öğrenmek için olsun fırtınalar yarat... Hadi göreyim seni Fırtına Fırat... Bak Muhammed’in Allah’ı; (Aklı, bilgisi, kültürü, önyargısı, sağduyusu…) kendisine: “Ey Muhammet onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir...” (K. 2/272) demiş.. . Daha var böylesine tümcelerden onlarcasına, yirmilercesine. Bir tanesini yazıyorum ki kafan karışmasın birdenbire... Peki, Allah’ı Peygamberine böyle emretmişse.. Sana emreden hangi Allah, hadi anlat da bilelim fırtına Fırat... Biraz yukarıdaki satırlarımda… Bir Allahsız, dinsiz, imansız görünce kafası kızan, demiştim sana Yahu sen bu kadar Allahsız, dinsiz, imansız varken dünyada, Varken tapan; erkeğin üretim organına, Heykellere, öküzlere, ineklere, maymun’a… 145 SIRLARIN SIRRI Milyarlarca putperest varken Çin’de, Hindistan’da, Japonya’da... Allah’ın ses çıkarmazken onlara Sahi ne oldu sana Birdenbire oralarda... Taktın kafayı bana… Yani solda sıfır olan Hayri Balta’ya... Fırtına Fırat... Fırtına Fırat... Ne olur bir nazar da oralara at... Bir de soruyorsun bana: “ALLAH’A inanmıyorsanız sizi kim yarattı?” diye... Senin bana sorma hakkın var da Benim sana sorma hakkım yok mu acaba?.. Hadi şimdi ben de soruyorum sana: Allah yoktan var etti ise kendisi nasıl çıktı ortaya… Haydi Fırtına Fırat, Bize bir Fırtına yarat, Şu Allah dediğin zat Nasıl, nerden geldi anlat!.. Ben sizler kadar yoktan bir Allah var edecek kadar süper zekâ değilim. Ben haddimi bilirim. Ben solda sıfır olan biriyim. Unutma solda sıfır olamayanlar bile var. Çok şükür ki onlardan biri değilim... 146 SIRLARIN SIRRI Hiç olmazsa sıfırlar işe yarar… Hele birin sağına koyda bak sıfırı... Bir sıfır, biri 10 eder… İki sıfır biri 100 eder… Üç sıfır biri 1000 eder... Sıfırlar birin sağına kondukça, Varır: Milyonlara, milyarlara, trilyonlara, katrilyonlara … Benim gibi solda sıfırlar birin sağına konmayı bekler... Hadi ne demek istiyorum Fırtına Fırat, Anlat, anlat da bizi rahatlat!.. Yukarda gösterdim ayeti. Orada dendi ki: “Allah dilediğini doğru yola iletir...” (K. 2/272) Peki Allah beni doğru yola iletmezse, Fırtına Fırat beni doğru yola nasıl iletir?.. Bilmem Fırtına Fırat bu soruma nasıl yanıt verir? Haydi, Fırtına Fırat, Bir yanıt ver de aklımı başıma getir... Elini ayağını öperim beni aydınlatırsan, Haydi Fırtına Fırat, Beni aydınlat! Bir de şöyle seslenmişsin: 147 SIRLARIN SIRRI “ŞU BIR GERÇEK Kİ SEN KAYBEDENLERDENSIN” Aşağıda sana bir yazı gönderiyorum. Okumanı istiyorum. Oku bak, bakalım ben “kaybedenlerden biri miyim?” Eğer hala bana “Evet sen kaybedenlerden birisin!” dersen, Sana teşekkürler edeceğim... Haydi, Fırtına Fırat, Fırtınalar yarat Gerçekten ben kaybedenlerden miyim anlat! Anlat, anlat Fırtına Fırat Anlat da solda Sıfır Hayri Balta’yı aydınlat... Şimdi kal sağlıcakla, Daha ne de desin sana Hayri Balta, Av. Hayri Balta, 4.1.2003 * 23. CANI KİM ALIYOR? Yukarıdaki fotoğrafa dikkatle bakınız. Üç askerin önünde siyah giyimli iki kişi idam edilmeyi bekliyor. Fotoğrafın üstünde şöyle yazıyor: “Pekin’den Organ Ticareti” Ne demek oluyor bu? Şu oluyor: Pekin Organ ticareti yapıyor... Bu görüntü beni düşüncelere salıyor. 148 SIRLARIN SIRRI “Hani canı veren alırdı?” Burada can alan kim oluyor?.. Bu olayda görülüyor ki “canı veren Yaratan da; alan Yaratan değil.” Haydi söyleyin bakalım canı alan kim? İki idamlık üç asker arasında sırasını bekliyor. Bizim her şeye gücü yeten Allah’ın sesi sedası çıkmıyor. “Ulan size ne oluyor da benim verdiğim canı alıyorsunuz?” demiyor. Demek ki atalarımız, büyüklerimiz, ulemalarımız yanılıyor. Görüldüğü gibi Yaratan verdiği canı korumuyor… Canı veren kendisi ama alan başkası... Canı alanların organları satması da cabası… Bu olay çok kötü bir biçimde gelişecek. Şimdi böbrek nakline ihtiyacı olan paralı birisi Çin hükümetine diyecek… Sıradaki idamlığın böbreğini ben isterim. Bedeli kaç para ise düşünmeden veririm. Çin hükümeti ayağını basacak. Kapitalist böbrek alıcısından, İstediği parayı çatır çatır alacak… 149 SIRLARIN SIRRI Bu sırada bir başka paralı hasta Çin hükümetine başvuracak. “Doktorlar, kalp nakli gerektiğini söylüyorlar. Bir kalbe ihtiyacım var. İdamlığın kalbine talibim. Ederi ne olacak?” Bu işin piyasası da açılacak. Bizim meşhur böbrek tüccarı doktor gibi; kimi doktorlar şirket kuracak. Büyük tirajlı gazetelere: “Her türlü, böbrek, yürek, el-kol, yüz-göz nakli anında yapılacak…” Elbette bu arada her krizde olan her hükümet, din alimlerinden fetva isteyecek. Ulemalarımız dünden hazır, yeter ki kendilerine duyulsun gerek… “Elhak, “İdamlığın organı satılır. Satılan organ devlet bütçesine katkıdır. Dahası; böbreği, yüreği, yüzü-gözü de iyi bir insana layıktır.” Tıp gelişip, organ nakli işlemleri olağan hale gelince, İdam cezaları yeniden gelecek gündeme. İdamı kaldıran devletler; Organ ihtiyacını karşılamak amacı ile idam cezalarını yeniden getirecekler. Kamu yararı gerekçesi idamlıkların böbreği- 150 SIRLARIN SIRRI ni, yüreğini, yüzünü, gözünü saltığa çıkaracaklar. Böylece krizde olan bütçelerine katkıda bulunacaklar… Bütçesi açık veren hükümet yargıdan ricada bulunacak. “Yürek, böbrek vs. siparişleri arttı; şu günlerde fiyatlar da yüksek. Şu sırada bize dört beş idam gerek… Bu arada savaşlar da rağbete binecek. Tutsak alınanlar öldürülmeyecek. Kampta, böbrek, yürek, siparişi gelinceye değin kampta bekleyecek... Olur mu böyle şey demeyin. Irak’taki Amerikan askerleri; öldürdükleri düşman Arapların böbreğini, yüreğini, pazarladığını görmezden gelmeyin… Bu kapitalist küreselleşmede olmayacak şey yoktur. Amerika’dan, Avrupa’dan 13-14 yaşında kız ve erkek çocuklarla yatmak Tayland’a gidenler yok mudur?.. olur da İdamlıkların, tutsakların organlarını pazarlayanlar yanında yoksulların namusunu pazarlayan kapitalist yok mu? Para söz konusu olunca kapitalistin dini imanı olur mu? * 151 SIRLARIN SIRRI 24. GÜNAHIN BEDELİ ÖLÜMDÜR Ebedi yaşam denince insanların aklına öldükten sonraki Cennet’te yaşayacakları yaşam geliyor. Cennet’te ölmek yok ya... Orada ebediyen yaşayacaklarını sanıyorlar. Oysa bu anlayış tahkiki dinsel düşünceye aykırıdır. Anlaşılan bunlar okudukları kitabı anlamıyorlar. Din ilmine göre yaşam ikiye ayrılır; Ebedî Yaşam, Ebedî Olmayan Yaşam… Ebedi Yaşam, kalıcı olan yaşamdır. Ebedi Olmayan Yaşam ise kalıcı olmayan, unutulup giden yaşamdır… Eğer yaşantımızı olumlu kavramlar, genel doğrular, yüce erdemler doğrultusunda yönlendirirsek “Ölümsüzlüğe erişmiş” oluruz ki, buna Ebedi Yaşam denir. Ebedî olmayan yaşam ise günaha bağışıklık kazanmaktır. Yaptığımız olumsuz davranışlardan, kötü eylemlerden rahatsız olmamaktır. Kötülüğe bağışıklık kazanmış olan kimseye “ölü”; yaşamına da “ölümlü yaşam” denir. Yani ebedî olmayan yaşam… Kötü davranışlarda bulunan her adam yaşadığı halde ölü sayılır. Kötü olan davranışlara din ilminde günah denir. Sağduyumuzu rahatsız eden, vicdanımızı sızlatan ve insanlardan saklamaya çalıştığımız her davranış kötü (günah) sayılır. Günah işleyen her kişi ise din ilmine göre “ÖLÜ” sayılır ve Ebedi Yaşam’dan yoksun kalır. Bu oluşum İncil’de şu ayetle dile getirilir: “Günahın bedeli ölümdür!” (İncil. Rom. 152 SIRLARIN SIRRI 6/23) Genel ahlaka uygun yaşayan erdem sahibi kişilere ise “DİRİ” denir ve bunlar “ÖLÜMSÜZ” sayılır. Bu da kötü huyları terk etmekle olur. Yani günaha ölmekle… Bu da İncil’de şöyle dile getirilir: “Biz ki günaha öldük, artık onda nasıl yaşarız.” (İncil. Romalılara. 6/2) Olumlu ve olumsuz davranışlara örnek: “İkiyüzlülük (Riya), gösteriş, kin ve haset, makam hevesi ve mal hırsı, zenginleri önemseyip fakirleri küçümsemek, bitmek bilmeyen istek, itibar ve rütbeyi yitirme korkusu, hasislik ve cimrilik, gurur ve kibir, kin ve hile, yapmacık davranışlar, övünme, dalkavukluk, acımasızlık, sertlik ve kabalık, cefa ve gaflet, acele ve hiddet, gönül darlığı ve merhamet azlığı, utanmazlık, kanaatkâr olmamak, şöhret ve liderlik talebi gibi kötü huylardır. (Bu konuda geniş bilgi edinmek isteyenler TASAVVUFİ HİKMETLER, Hikemül Ataiyye, El Muhkem Fi Şerhi’il Hikem. Kurtuba yayınları, Birinci Basım. 2009. s. 62’ye bakabilir…) Kötü huylar ve huylular toplumda itibar görmez. Kötü huylular hem kendi huzurunu hem de başkalarının huzurunu kaçırır… Bu davranışlar ölümlü sayılır ve bunları yapana da “ÖLÜ” denir. Bu davranışların tersi olumlu davranışlara da “ÖLÜMSÜZLÜK” adı verilir. Bu nedenle “Günahın bedeli ölümdür!” (İncil. Rom. 6/23) denir. Eğer Hakk’a erişmek (vuslat dedikleri) istersen kötü huylarından vazgeçerek iyi huylar kazanmaya çalış. İşte o zaman Hakk’a erişirsin ve de 153 SIRLARIN SIRRI ölümsüz olursun… “Biz ki günaha öldük, artık onda nasıl yaşarız.” (İncil. Romalılara. 6/2) sözü boşuna söylenmemiştir. Eğer yaşarken olumsuz kavramları, kötü değerleri, aşağılık ilkeleri uygulamayı sürdürürsek bu kötü eylemlere karşı bağışıklık kazanırız. Yani yaptığımız bu kötü davranışlardan rahatsız olmayız ve giderek bağışıklık kazanırız ki din ilminde buna “Ölmek” denir. Yukarıdaki İncil ayetinde ise “Günaha öldük!” deniyor. Bu demektir ki; biz artık kötü hareketlerde bulunmuyoruz. Biz bu kötü eylemlere son verdik. Kötü yaşamı bıraktık; artık ona nasıl dönebiliriz… Onlara karşı cephe aldık. Artık nasıl kötülük yapabiliriz deniyor ki her gerçek arayıcının yapacağı ilk iş kötülüğe ölmek, iyiliğe dirilmektir. Böylece kötü olan tutum ve davranışları bırakıp iyi olan tutum ve davranışlara yönelmekler insan ölü iken dirilmiş olur… Din ilminde iyiliklerle, doğruluklarla, dürüstlüklerle dolu yaşam “ölümsüzlük”; kötülükle dolu yaşam ise “ölümlülük” olarak dile getirilir. Din yolunda mesafe almak dinsel deyimle vuslata ermek isteyenler öncelikle bunları bilmelidir… Kötü olan eylemleri terk ederek iyi eylemlerde bulunmaya İncil’de kötülüğe karşı ölmek denir. Bu da İncil’de şöyle ifade edilir. “Biz ki günaha öldük, artık onda nasıl yaşarız.” (İn. Rom. 6/2) Ayetin yorumu: Biz utançlı bir yaşamı bıraktık, artık utançlı yaşama nasıl dönebiliriz Bu doğrultuda olmak üzere İncil’de daha yüzlerce tümce 154 SIRLARIN SIRRI vardır. Demek ki olumlu yöndeki yaşamımız bizi dirilterek ölümsüzleştirir; olumsuz yöndeki yaşantımız ise bizi öldürür ve bizi ölümlü kılar... Huzur ve güven içinde yaşamak isteyenler günaha ölmelidir… + 25. DİRİ SU Beti Yağcı adında biri Facebook’tan göndermiş. Aslı “Ab-ı Hayat” olan “Yaşam Suyu”nu “Diri Su” olarak çevirmiş… Biraz düşünülürse, “Diri Su” başka anlama gelirmiş… “İsa... “Ben gerçeğe tanıklık etmek için doğdum; bunun için dünyaya geldim ki gerçeğe tanıklık edeyim. Gerçeğe saygı duyan herkes benim söylediklerimi anlar.” Platus ona: ‘Gerçek nedir?’ dedi.” (İncil, Yuhanna 18/37) Ne var ki İsa, kaldıramazlar diye, Bu konuda bir şey söylemedi… İncil’den alınan bu ayetteki bazı sözcüklere gerekir açıklık getirmek… Diri Su nedir? Gerçek nedir? Bu kavramlar bilmek gerek… 155 SIRLARIN SIRRI Öncelikle ayetin anlamına dikkat çekmeliyim. Ondan sonra söyleyeceklerimi söylemeliyim. Bakınız ayette İsa, “Beni Allah gönderdi…” demiyor… “Ben gerçeğe tanıklık etmek için doğdum!” diyor. Böylece bir gerçeği dile getiriyor... İsa, gerçek demekle neyi amaçlıyor, önce buna bakalım. İsa, Gerçek demekle, atalar dininin dışında akılcı düşünceyi amaçlıyor. Atalarının dinine saplanıp kalanlar “yeniden doğuşa eremezler!” Bunlar, kesinlikle “Allah’ın melekûtuna” giremezler… İslamî deyimle: “Ölmeden önce ölemezler…” Ölmeden önce ölmek demek: Gerektir: Kötülüğe yol vermemek Asıl önemlisi Ölmeden önce ölmek” için, İyiliğe kol kanat germek gerek. Atalarının dinine göre düşünenler geleneğe göreneğe göre hareket ederler Bunlar gözleri olduğu halde görmezler, Kulakları olduğu halde duyamazlar, Bunlar akıllarını kullanmadıkları için Gerçeğe “hidayete” eremezler… 156 SIRLARIN SIRRI Kuran’a göre bunların durumu: (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körler. Bu sebeple düşünmezler.” (K. 2/171) Burada hidayet’ten kasıt; Akla, bilime, gerçeğe dayanan din anlayışını yeğlemektir. Din ilmine göre “aklını kullanmayanın dini yok!” demektir… + 26. TOPRAKTAN GELDİK TOPRAĞA GİDİYORUZ Kutsal kitaplarda aslımızın toprak olduğu ve topraktan gelip toprağa gideceğimiz söylenir. Ne var ki bu ölüm olayı bazı topluluklarda Hak’a yürüme olarak ifade edilir. İnsan ölmekle Hak’ka yürümez; insan yaşarken Hak’ka yürür. Hak’ka yürümek demek de insanın; ahlaka, erdeme, insansal değerlere yönelmesidir. İnsanın ve diğer canlıların topraktan yaratıldığı bir de dört öge (anasırı erba) olarak anlatılır ki bu da; bu da, ateş (Güneş), toprak, hava su olarak belirtilir. Hıristiyanlıkta bu dört öğe Haç çıkarılarak belirtilir ki aslı, ateşin, toprağın, havanın suyun 157 SIRLARIN SIRRI simgesel anlatımıdır ve bu haç işareti İsa’nın doğumundan öncede kullanılmıştır… Ama burada konumuzla ilgi olanı Haç çıkarmanın dört unsur olduğunu belirtmektir. Yani Yaratan: Madde, Doğa, Evrendir… Bu görüşü hem dinsel kitaplar ve hem de bilimsel veriler doğrulamaktadır. Önce kutsal kitaplardan bir örnek verelim. Böylece gerçeğe erelim: “Çünkü âdem oğullarının başına gelen, hayvanların başına da geliyor ve başlarına gelen şey birdir; bu nasıl ölüyorsa, öteki de öyle ölüyor; hepsinin bir soluğu var ve adamın hayvana üstünlüğü yoktur; çünkü hepsi boş. Hepsi bir yere gidiyorlar; hepsi topraktandır ve hepsi yine toprağa dönüyorlar.” (Tevrat. Vaiz, 3/19-20) Ne var ki kimileri görünen gerçeklerden görünmeyene giderek bir Allah arıyor. Bu maddeyi de yaratan bir güç vardır diyor ve adını da Allah koyuyor. Şimdi bu konuda bilimsel veriler ne diyor. Bilim ise bu konuda şöyle söylüyor: “Hiçbir madde yoktan var olamaz; var olan da yok olamaz…” (Maddenin Sakınımı Yasası. Lavezion) Biz akılcı ve gerçekçi düşünenlere, hayallerinde yarattıkları bir sanal varlığı dayatıyorlar. Biz, bilimin verilerine mi inanmalıyız? Bilimsel olmayan söylemlere mi?... Ne var ki gerçek bu denli somutken bu gö- 158 SIRLARIN SIRRI rüşlerimizden ötürü bize kafa tutanlar çıkmaktadır. Ne gam!.. + 27. RAB’BI RAB İLE BULMAK İnsanlar 5 bin yıldan beri Allah kavramının niteliği üzerinde durmaktadır. Allah’ın ne demek olduğunu araştırmaktadır. Herkes kendi anlayışına göre bir Allah oluşturmuş; kimisi korku nedeniyle, kimisi sevgi nedeniyle Allah deyip yatmışlar, Allah deyip kalmıştır. Bu kavram daha çok din adamları ile sınırlı kalmıştır. Onların Allah anlayışı ile sıradan halkın Allah anlayışı birbirine uymamıştır. Halktaki Allah anlayışı öylesine bir tabu olmuştur; bir Allah tanımı yapmak onlara Allah’a başkaldırı gibi gelmektedir. Böylece halkın Allah anlayışı ile dinde derinlere dalmış kişilerin Allah anlayışı arasında uçurumlar oluşmuştur. Bu nedenledir ki dinde araştırmalarda bulunmuş kişilerin Allah hakkında söylediklerini halk anlamaz olmuştur ve kimi zaman da onları söyledikleri yüzünden öldürmüşlerdir. Konumuza bir örnekle açıklama getirmekte yarar var. Örneğin Hicretten sonra 245 yıllarda yaşamış olan ZÜNNÜN MISRİ şöyle demektedir: “Rabbımı Rabbım ile tanıdım. Rabbım olmasaydı onu asla tanıyamazdım.” (Prof. Dr. Cavit Sunar. ANA HATLARİYLE İSLAM TASAVVUFU TARİHİ. AÜ İlahiyat Fakültesi Yayınları. 143. 1978. s. 21) 159 SIRLARIN SIRRI
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Kızılay ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği afetle ilgili seminerde şunları söyledi: “Çocuklarımızı, geleceğimizi düşünüyorsak, öncelikle doğal afetlere karşı tedbir almaya önem vermeliyiz. Allah bize akıl vermiş. Doğal afetleri yaratan Allah’tır; ancak doğal afetler ilahi bir ceza değildir. Hayatın akışı içerisinde tedbir almamız mümkün olan bir sınavdır. Aklı olanlar, bu afetleri çok kolay atlatılıyorlar. Bu konuda toplumsal bir bilinç oluşsun. Herkesi bu konuda sorumluluğa koşsun.” (Bkz. Hürriyet, 27 Ağustos 2008) Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda olan İzmit Depreminde Ceza almadı mı Cüppeli Ahmet’le, Mehmet Kutlular Dede… Bunlar şöyle demişlerdi akıllarınca: “İnsanlar dans edip rakı içiyorlar gece boyunca. Cezalandırdı onları, yerle yeksan etti Allah da. “ 99 SIRLARIN SIRRI Adı geçenler bu sözleri söylediği için ceza yedi… Çünkü yürürlükteki yasa böyleydi… Oysa Doğa olayları başkadır. Kutsal olaylar başkadır.. Örneğin Depremin nedeni: Allah değil, Fay Hattı’dır,. Hiç Allah daha yeni doğmuş bebelerle gencecik delikanlıları betona gömer mi? Rahman, rahim olan ve her şeye gücü yeten Allah böylesine acımasızlık eder mi? Yine de “mış mışlı” konuşuyor Bardakoğlu Hocamız; “Afetleri yaratan Allah’tır; ancak doğal afetler ilahi bir ceza değildir.” Bu sözlerden şu anlam çıkar: “Demek ki Allah doğal afetleri önleyememektir.” Olur mu, her şeye gücün yeten Allah doğal afetleri önleyemez mi? Hadi önleyemez diyelim; her şeyi önceden bilen gören Allah kutsal kitabında: “Şuralarda, şuralarda Fay hattı var. Fay hattı üzerine ev yapmayın, şehir kurmayın! Kurarsanız dünya olur başınıza dar…” diyemez mi? Evet, “Aklı olanlar, bu afetleri çok kolay atlatıyor…” 100 SIRLARIN SIRRI Kafayı çalıştırıp depreme dayanıklı evler yapıyor… Yapılacak iş “mış mışlı” konuşmaktan vazgeçmektir. Yapılacak iş: Aklın yolunu, bilimin verilerini rehber edinmektir. Kaldı ki: “Doğal afet ilahi ceza değildir!” sözü tümden Kuran öğretisine terstir. Kuran’a göre Allah; Lut Kavmine, Nuh Kavmine, “Lutilik” yaptıkları için ceza vermemiş midir? Burada Neyzen Tevfik’in şu şiiri gelir aklıma: “Ne hakikat, ne şeriat, ne töre… Süremez hükmünü yaşadıkça bu küre…” Evet, Doğal olaylarla kutsal olayların ayrılması gerekir… Doğal olayları bilim adamları incelemelidir… Genel doğrulara, üstün değerlere, yüce duygu ve düşüncelere, olumlu kavramlar kutsaldır. Bu kavramları; nefsini her türlü kötülüklerden temizlemeye çalışan insanlar uygulamaktadır. * 18. TANRI AŞKI “Mevlana aşkı ve sevgiyi öylesine yüceltir ki; O’na göre kötülükten kurtulmak, şüphe ve zanları atmak, nefsimizi terbiye etmek ancak aşk ile mümkün. 101 SIRLARIN SIRRI ‘Bu insan nefsi, şüphe ve zan yeridir. Sen ondan bunları hiçbir yolla ve hiçbir zaman yok edemezsin. Ancak bu, AŞIK OLMAKLA MÜMKÜN OLABİLİR. Aşık olunca içinde artık hiçbir şüphe ve zan kalmaz. Senin bir şeye karşı olan sevgin, seni kör ve sağır eder.’ Allah’a yakın olmanın tek yolu, tek çaresi AŞK’tır. Aşktan öte yol yoktur. İnsanı tanrıya yaklaştıran, insanı kendinden alıp Hakka veren ancak AŞK’tır…” (MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ. Yusuf Ziya İnan. Çağdaş Yayınevi. Nisan 1978. s. 39) Mevlana’ya göre; kötülüklerden kurtulmanın yolu, Tanrı Aşkıdır. Ancak Mevla’na Tanrı’nın tanımını yapmamıştır. Yerini, yurdunu, niteliğini bildirmemiştir. Bilinmeyen, hayalde yaratılan bir Tanrı’ya nasıl aşık olunur? Diğer din bilginlerinde olduğu gibi Mevlana’da da Tanrı soyuttur. Kişi, Tanrı’sını kendi hayal gücüne göre yaratır, tahayyül eder. Tanrı buyruğu sandığı ibadetleri yerine getirdiği takdirde insan, Tanrı’nın makbul kulu olduğuna inanır. Bu, insanın kendi kendini aldatmasından başka bir şey değildir. Oysa Tanrı buyruğu sanılan; savm (oruç), salat (namaz), haç, zekat İslamiyet’ten önce Müşriklerde de vardı. Öyle ki Müşriklerden önceki toplumlarda da, güneş kütünde de vardı. Müşriklerden de önce insanların ibadeti olan bu savm (oruç), salat (namaz), haç, zekat kuralına İslamiyet’le yalnız kelime-i şehadet eklenmiş ve Tanrı’ya ortak koşulan putlar ortadan kaldırmıştır. 102 SIRLARIN SIRRI İnsan, hayalinde yarattığı Tanrı’ya âşık olmakla bir ham hayalin peşine düşmüş olur. Böyle bir sevgi; insanı, Mevlana’nın dediği gibi, kör ve sağır eder… Bu tür insanlara toplum yaşamında da karşılaşılır. Bunlar dünya yaşamından vazgeçtikleri gibi ne giyim kuşamlarına özen gösterirler; ne belirli bir işleri, ne de belirli bir düzenleri vardır… Bunlar avare avare dolaşıp dururlar. Bunlara zaten halk tarafından meczup adı verilir. Oysa hayalden yaratılan bir Tanrı arkasına düşüleceğine; varlığı hissedilen, ancak görülmeyen ve görülmesine de olanak bulunmayan bir Tanrı’nın (Genel doğruların, erdemin ve iyi ahlakın, üstün değerlerin, yüce kavramların…) arkasına düşmek insanı bu dünyada mutlu eder ve insan ne işinden gücünden olur, ne de giyim kuşamından olur ve de bu tür insanlar yaşadıkları toplum içinde herkese örnek bir yaşam sürdürür. Gerçek Tanrı; insan aklının, sağduyusunun, vicdanının kutsadığı genel doğrular, üstün değerler, yüce kavramlardan oluşan ahlakın, erdemin tümüdür. “Aklı olmayanın dini de olmaz” denmesinin nedeni budur. Ne yaparsanız yapın, akıl, sağduyu, vicdan yolundan şaşmayın… Buna Tanrı aşkı denir; bu aşktan kopmayın… Aklının kullanan insan; genel doğruları, erdemi ve iyi ahlakı, üstün değerleri, yüce kavramları, yaşam ilkesi olarak belirler. Bu kuralları Tanrı olarak kabul eder ve yaşamına uygular… Tanrı yolunda olan insanlar geleneklerin, göreneklerin, ritüellerin dışındadır Bu tür insanlar 103 SIRLARIN SIRRI doğrudan doğruya Tanrı’ya (az yukarıda sayılan kavramlara) karşı sorumludur… Bunlar toplumun koyduğu yasalara, yaşam, sağlık, giyim kuşam, görgü kurallarına uymada örnek olurlar. Bir an için olsun kendini yitirmezler. Her zaman akılları başlarındadır. Herkese karşı saygılıdır. Kimsenin dinine imanına karışmaz. Kimseyi de imana davetle yükümlü olmaz. Bütün düşünce ve inançları bir Hak olarak görür. Kâfir mümin ayrımı yapmaz. Bütün insanlar kardeştir ve Yaratan’dan ötürü bütün yaratılanları sevmiştir. İşte benim anladığım Tanrı aşkı budur: Yar olup bar olmamak, Kimseyi kırıp incitmemek. Herkese sevecenlikle yaklaşmaktır. Kimseyi; cinsinden, dilinden, dininden, ırkından, renginden ötürü aşağılamamaktır… Bu tür insanlar bilgelik ve bilgi bakımından da her zaman kendilerini geliştirirler. Erdemli olurlar. Bilmediklerini öğrenirler. İki günleri bir olmaz; her gün bir önceki günden daha ileri giderler. Toplumdan kopmaya, kendini ibadete verip dünyadan vazgeçmeye Tanrı aşkı denmez.Böylece Tanrı’ya erişilmez. Tersine bu davranışlar nedeniyle Tanrı’dan ayrı düşülür. Dağda, mağarada, kırlarda, çöllerde yaşamakla Tanrı’ya aşık olunmaz. İş toplumun içinde yaşarken doğruluktan, dürüstlükten, iyilikten, güzellikten, sevgiden ayrı düşmemektir ki işte buna Tanrı aşkı denir. + Çok Teşekkürler Hayri Bey, İçten olduğu kadar anlamlı bir yazı... Amerika’dan bir okur: 104 SIRLARIN SIRRI Kerem Savaş, 08.09.2008 * 19. TANRI’YI ANLAŞILIR KILMAK PEYGAMBERİMİZDEN GÜNÜMÜZE “İSLÂM’IN TEMEL İNANÇLARI” Osmanlı Yayınevi.) adlı kitapta bir Tanrı tanımı yapılmaktadır. Okunduğu takdirde görülecektir ki bu tanım; İslamiyet’i yeni seçen bir kişiye yapılmaktadır. Böyle bir tanım insan aklına kısa devre yaptırır. Hani önceki Cumhurbaşkanlarından Cevdet Sunay; Japonya’da kendisine gösterilen bir robota: “Ne var ne yok!” deyince robot da kısa devre yaparak “pat!” diye patlamış… Konuyu daha fazla dağıtmadan önce Hoca’nın Tanrı tanımını okuyalım: (s. 2) “Doğruları bilen sapıttırılamaz. Biz doğruyu öğrenelim ve öğretelim ki yanlışlar kendiliğinden uzaklaşsın. Karanlığa lanet etmek yerine bir mum yakmak daha güzeldir.” + “Bu eser, Ahmet Cevdet Paşa’nın “Bir mühtediye (İslam’ı seçen…) mektup” isimli eseri ve Ömer Nesefi Akaidi esas alınarak Osmanlı Yayınevi (Abdülkadır Dedeoğlu) tarafından hazırlanmıştır. (s. 3) “ALLAH - Alemi yoktan yaratan; Allahü Teâlâ’dır. O Allah ki, evveli yoktur, diridir, her şeye 105 SIRLARIN SIRRI gücü yeten her şeyi bilendir. İşitir, görür, duyar ve murat edendir. Allah, a’raz (Başka bir cevherle var olabilme durumu HB) değildir. Cisim değildir, cevher değildir, suret ve şekil değildir. Mahdut (sınırlı) değildir, bir şeyin parçası veya cüz’ü değildir, bileşik değildir. Cins ve keyfiyet ile vasıflanmaz, mekândan münezzehtir. Yani bir mekânda değildir, O’na zaman cereyan etmez, ona hiçbir şey benzemez. Hiçbir şey ilminin ve kudretinin dışında değildir. Allah’ın (CC) ezelî (sonsuz) ve zâtı ile kaim sıfatları vardır. Bu sıfatlar zâtının aynı da değildir, gayrı da değildir. (s. 18)” (Peygamberimizden Günümüze “İSLÂM’IN TEMEL İNANÇLARI” Osmanlı Yayınevi. İlk Önce okunacak Cep Kitapları Serisi: 1) Bir Bektaşî fıkrası vardır. Bektaşi’nin biri, her nasılsa bir camiye gitmiş. İmam minbere çıkmış vaaz veriyormuş. Tam yukarıdaki gibi bir Tanrı tanımı yapmış… Bektaşi dayanamamış: “- İmam efendi, şuna yok deyeceksin ama dilin varmıyor…” Yukarıdaki gibi bir Tanrı tanımı insanları doyurmaz İnsanlık için daha anlaşılır bir Tanrı tanımı yapılması gerekmektedir. Sağlıklı bir akıl sahibi 106 SIRLARIN SIRRI böyle tanımlara itibar etmez. Bu tür tanımlar akla kısa devre yaptırır. Tanrı denilince bir yaratıcı akla gelir. Konu, bizi kim yarattı konusunda düğümlenir. İnsanlar çevresine baktığı zaman gördüğü bütün eşyaların bir yapanı olduğunun ayrımına varır (masa, sandalye, kitap, defter, kalem gibi…). Buradan hareketle bu dünyanın da bir yaratanı olduğu hükmüne varır. Acaba böyle bir hüküm doğru mudur? Bu hükme varan insan değil midir? Dolayısıyla bir Yaratan olduğunun ayrımı; yani bir Yaratan olduğunun yargısına varan insandır. Dolayısıyla “bir Yaratan var!” deyen insandır. Aşağıda A. M. Celal Şengör’ün “SORUDAN KORKMAYIN” başlıklı yazısında bu konu işleniyor: “Yani siz varsanız sizi bir yaratan vardır. Kitabın bir yazarı varsa; yazarın da bir tasarlayanı, bir yapıcısı var demektir. Yani yazarın Tanrısı vardır. Güzel: Peki bu mantığa göre Tanrıyı kim tasarlayıp yaratmıştır! Tanrı hangi amaç için yaratılmıştır?” Böyle bir soru sorulduğu takdirde sorunun yanıtı da, çözümü de çıkmaza girer. Değil mi ki bir yaratan arıyorsunuz; “Peki, bizi yaratanı kim yarattı?” Böyle bir soruya yanıt hemen hazır: “O yaratılmış olsaydı, Tanrı olmazdı…” Böylece soru kestirilip atılıyor ve çözümsüzlüğe bel bağlanıyor. 107 SIRLARIN SIRRI Oysa bilim bu konuya açıklama getiriyor. “Hiç madde yoktan var olmaz; var olan da yok olamaz.” (Maddenin sakınımı yasası. Lavezion) Burada bilim ile din çatışıyor. Din, “Yoktan var etti…” diyor; Bilim ise, “Hiçbir madde yoktan var olamaz!” diyor. Hangisine inanalım. Bu konuda aklı başında din adamları der ki: “Eğer bilim ile din çatışırsa; siz, bilimin verilerine inanın…” Önermeyi şu şekilde de dile getirirler: “Eğer akıl ile din hükmü çatışırsa siz akla göre karar verin!” Tüm canlılar; dünyaya gelip gittiklerine göre, demek ki; bir Yaratan vardır ve bu yaratan da maddedir, dünyadır, evrendir… Ne oluyorsa bu dünyada olup bitmektedir. Bize yaratılmış gibi görünen nesneler; görünmeyenden görünüre gelmekte; sonra, yine görünmezliğe dönüşmektedir. Evren de, Dünya da, madde de, bilime göre, yoktan var olmadığına göre maddenin dışında bir yaratan aramak çözümsüzlüktür. Burada şöyle bir soru gelebilir akla…Peki, bizim kutsalımız olmasın mı? Elbette bir insanın kutsalı olmalıdır. Kutsalı olmayan bir insan huzursuzluğa mahkûmdur. 108 SIRLARIN SIRRI Kutsal’ın başında da Allah (Tanrı) gelir… Allah ise; genel doğrular, olumlu kavramlar, yüce davranış ve düşünceler ve de yüksek değerlerdir. Saydığımız bu yüksek değerler Allah kapsamı içindedir… Tanrı kapsamı içine aldığımız yüksek değerler; yani doğruluk, dürüstlük, iyilik, erdem, bilgi ve bilgelik, sevgi, şefkat, merhamet, dostluk, vefa duygularını sayılamayacak kadar çoktur ve bütün bu değerler bütün insanlık tarafından, ve bütün dinler tarafından, yüksek değerler olarak kabul edilir ve Tanrı olarak adlandırılır ve buna Tanrı’nın birliği adı verilir. Ne var ki bu “Sırların Sırrı” yalnızca inisiyelere verilir. Bütün dinler de bu yüksek değerlerin uygulanmasını ister. Uygularsan Allah seni mükâfatlandırır, Cennet’ine sokar; uygulamazsan, seni Cehennem’de cayır cayır yakar, der… Böylece, insanların yüksek ve temel değerleri uygulaması istenmiş olur. Bu uygulamanın ve uygulamamanın karşılığı olarak da ödül ve cezayı ortaya koyarlar. Oysa korkutmaya ya da ödüllendirmeye gerek duymadan da insanın yüksek ve temel değerleri uygulayabilir… Kutsal kitaplarda doğrudan yüksek değer- 109 SIRLARIN SIRRI leri kutsayan ayetler vardır. Örneğin “Kuran’da Hak’ka; Allah’ın ta kendisidir” denir. Okuyalım: “Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise batılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür.” (K. 22/62. Yine Bkz. 24/25) Kuran’da, Hak kavramına, Allah’ın ta kendisidir derken; Tevrat da DOĞRULUK kavramına Rabbin ta kendisidir der. Okuyalım: “RAB doğruluğumuzdur”: İbranice “Yahve sidkenu”. (Tevrat. Yeremya. 23:6 ve 33/16) İncil ise sevgi kavramını Tanrı olarak kabul eder. “Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar…” (İncil. 1. Yuhanna. 4/16-19) Bu ayetlerden anlıyoruz ki; doğruluk, Hak ve sevg kavramı bizatihi olarak Allah olarak kabul ediliyor. Ne var ki bu bilgiler ezotorik öğretilerde inisiyelere “Sırların Sırrı” olarak veriliyor. Şimdi bu yüce değerler için bir açıklama yapalım. sevgi ile nefret kavramı üzerinde duralım. İnsan, sevgi ile nefret kavramı arasında bocalarsa sevgiyi yeğlemelidir. Çünkü sevgi nefret kavramına göre daha yüce bir duygudur. Yüce bir 110 SIRLARIN SIRRI duygu olduğu için de Tanrı sayılır… Bu durumda nefrete değil sevgiye sarılmalıdır. Çünkü: “Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar…” (İncil. 1. Yuhanna. 4/16-19) Doğru kişiler konusunda da Tevrat şunu söyler: “Rab (Allah) doğruluğumuzdur.” (Tevrat. Tekvin. 15/6. Yeremya. 23/6) Yine aynı anlamda olmak üzere Tevrat’ta üç ayet daha vardır: “Benim dayanağım, kayam Rap’tır.” (Tevrat. 2. Samuel. 22/2-3 ve 22/32) Burada “Rab’in” karşılığı: Doğruluk, dürüstlük, erdem, iyilik gibi tüm yüksek değerlerdir. Bu kavramlar yücedir. Din literatürünü göre yüce olan kavramlar da Tanrı’dır... Bu konuda Kuran da şöyle demektedir: “Yeryüzüne doğru kişiler varis olacaktır.” (K. 21/105) Yüksek değerleri kapsayan erdemli yaşamı ilke edinen kişi Tanrı’ya ermiş sayılır ve bu kişilere Tanrı’nın velisi denir. Yani Tanrı’yı (yüksek ve temel değerleri) yaşamına uygulayan… Veliler, ermişler yüksek ve temel değerleri koruyup yaşamlarına uyguladıkları için Tanrı’nın 111 SIRLARIN SIRRI velisi sayılırlar. Veliler, ermişler, Tanrı’yı (yüksek ve temel değerleri) korudukları için Tanrı da onları korur. Kuran’da bu veliler (ermişler) için şöyle denir: “Velilere korku ve keder yoktur.” (K. 10/62) Çünkü onların kayası doğruluktur, dürüstlüktür. Arkalarını doğruluk, dürüstlük kayasına dayamışlardır. İnsanlık bu yüksek ve temel değerleri kutsallaştırarak Tanrı kapsamına alırsa ve bunları yaşamına uygularsa huzur ve mutluluk içinde yaşamını sürdürür. Bu yüksek ve temel değerleri yaşamına uyguladığı takdirde devletin hukuku karşısında da, toplumun din ve ahlakı karşısında da, kendi vicdanına karşı da rahat olur. Kimse kendisini kanunsuzlukla, ahlaksızlıkla suçlayamaz. Ama devlet eliyle kul yaratmaya kalkılırsa tarih boyunca olduğu gibi yüksek ve temel değerleri ciddiye alan çok az kişi bulunur. Şimdi gördüğümüz gibi; çıkar sağlama, komisyon, rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk önlenemez duruma gelir… Bu nedenlerle eğitim; tarikatların eline bırakılmayacak kadar önemli bir iştir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu da bu nedenle çıkarılmıştır. Amaç: Laik (akılcı) eğitimdir. Ancak akılcı, laik bir eğitimde yüksek değerlerin önemine insanlara anlatabilir. Türk ulusunun laik bir eğitimden başka bir alternatifi yoktur. Laiklikten başka da bir kurtuluş yolu yoktur… 112 SIRLARIN SIRRI * 20. BİLGELİK, DİN VE TAKİYYE ÜSTÜNE Sayın S. Bayraktar. Edebine hayranlığım var… Diyorsun ki: “Bir kimsenin fazilet ve üstünlüklerini kendisinin değil de başkalarının takdir etmesi sizce de daha şık olmaz mı?” Başkalarının seni değerlendirmesini beklemek insanı yanlış yönlendirir. Önemli olan insanın kendisini değerlendirmesidir. Bak dostum, Bilge olmayı hedefleyenler kendi kendini denetler. Kendi yönünü kendi değerlendirmesine göre belirler. Eğer bir başkasının takdirini beklersek, Gerekir takdirini beklediğimiz kişilerin beğenisine göre hareket etmek. Örnek vermek gerekirse: Şeriatçının beğenisini kazanmak için şeriatçı olmalısın… Hıristiyan’ın beğenisini kazanmak istersen Hıristiyan olmalısın. Bu takdirde de ayrılırız Yaratan’ın yolundan… Kaçınırım ben Tanrı yolunda olmamaktan… 113 SIRLARIN SIRRI Bu konuda sana Kuran’dan bir örnek veriyorum. Seni düşünmeye davet ediyorum: “Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin Ve tam teslimiyetle selam verin.” (K. 33/56. Diyanet Vakfı ve Mekke Kuran’ından…) Görüldüğü gibi bu ayette Peygamber; Allah ve meleklerinin bile kendisini övdüğünü belirttikten sonra; müminlere de kendisini övmelerini emrediyor. Bu demektir ki insanın kendisini bilmesi gerekiyor.. Ben kendime “Bilge” demekle özlemimi dile getiriyorum ve böylece kendime bir sorumluluk yüklüyorum. Asıl önemlisi böyle bir sıfata sahip çıkmakla kendimi frenliyorum. Örnek vermek gerekirse; olumsuz bir davranışta bulunacak olursam, içimden gelen “Sayın Balta, bu davranışın Bilgeliğe yakışmaz!” uyarısına kulak veriyorum. Kuran’daki şu ayete uyuyorum: “İnsanın önünde ve arkasında, Allah’ın emri ile onu koruyan takipçiler vardır.” (K. 13/11) denir. 114 SIRLARIN SIRRI Asıl önemlisi ben cehaletimin boyutlarını bildiğim için kendime “Bilge” olmayı hedefliyorum. Bilmem anlatabiliyor muyum? Bir de; Haham, Papaz, İmam yerine Bilgelerimiz olsun istiyorum. Bak dostum ben; Ortaokulu ve Liseyi gündüz çalışıp akşamları okuyarak; yine Hukuk Fakültesini de gündüzleri çalıştığım için dışardan zar zor orta derece ile bitirebilen biriyim. Adım, dinsize ve komünistte çıktığı için ne büyük engellerle karşılaştığımı yalnız ben bilirim. Demek istiyorum ki ben doğru dürüst bir öğrenim bile görmedim. Herhangi bir yabancı dilim bile yok. Türkiye sınırları dışına çıkmamışım. Bir araba kullanmasını bilmem. Bu nedenle sizin anladığınız anlamda Kendime BİLGE diyemem… Ancak bizim gibilerin bildikleri Yaratan’dandır. Bildiklerimiz bize yaratılışımızda verilmiştir. Asıl önemlisi: Bizdeki bilgiler akıllılardan ve hikmetlilerden gizlenmiştir. Bu gerçek İncil’de şöyle dile getirilir: “Sen bu şeyleri akıllılardan ve hikmetlilerden gizledin.” (İncil. Matta. 11/25) Bizim gibiler kitapsız öğrenenlerdendir. 115 SIRLARIN SIRRI Bizim gibilerin sözlerinde bir hikmet vardır. Şimdi gelelim şu sözlerine: “Takıyye kavramını yerinde kullanan istisna bir kişiye rastladım, bu açıdan sizi tebrik ederim. Halbuki Takıyye kavramını bazı yöneticilerimiz için medya ve bazı siyasetçiler sürekli kullanıyorlar. Mesela Başbakan için… Başbakan can korkusu mu yaşıyor acaba? Ne dersiniz?” Takıyye kavramını daha önceki yanıtımda açıklamıştım. Kısaca bir kere daha açıklayayım... İnancından dolayı baskıya uğrayan bir kişinin dinini saklaması veya görünüşte inkar etmesine takıyye denir. Medyamız da, siyasetçilerimiz de takıyye’yi yanlış bilir. Halkı aldatma politikalarına takiyye demek işlerine gelir. Başbakanımızın can korkusu taşıyıp taşımadığı sorunuza gelince; ülkemizde bütün siyasetçiler can korkusu taşır. Çünkü Türkiye’de politikacılar “Ankara benim!” demek için yarışır. Kim Ankara’yı ele geçirirse istediğine kefen biçer… 116 SIRLARIN SIRRI İşte bu nedenle olsa gerek; Başbakanımız, “Siyasetçinin, bayramlığı ile kefeni yanındadır!” der. (5.6.2006 tarihli gazeteler…) Din ile şeriatın ayrı şeyler olduğu konusuna yeni bir tartışma yaratmamak için girmiyorum. Yalnız bir soru ile yetiniyorum… Allah’ın dini bir tanedir. Dünya üzerindeki bu 360 tane dinin kaynağı nedir?.. Şimdi kal sağlıcakla, İstediğin kadar sevgi sana… Av. Hayri Balta * 21. GMX GMX’TEN, Merhaba sevgili ateist arkadaşımız, İlk önce: www.tabularatalanayalanabalta. com adresli sitenizden dolayı sizi tebrik etmek isteriz ve başarılarınızın devamını dileriz... Sitenizde Ateizm hakkında yazılmış çok güzel eserler yanında çok güzel (aydınlatıcı) yazılar bulunuyor, Çok iyi derlemişsiniz. Size bir sorum olacak: Benim size soracak olduğum soru ise bizim yeni açacağımız www.dinsiz.com Sitesiyle ilgili. 117 SIRLARIN SIRRI Çok yakında bir Site açmak istiyoruz, (www. dinsiz.com ) ismi altında ve sizin de bildiğiniz gibi Site’nin içeriğini hazırlamak çok uzun bir süre alıyor... Bizler de uzunca uğraşlardan sonra geniş kapsamlı güzel bir Site hazırlamaya çalıştık. Ateizm, Şeriat ve buna benzeri konular hakkında uzunca araştırmalarda bulunduk... Ancak yazılar çok uzun zamanımızı alıyor... Sizin sayfanızda bulunan “bazı” yazıları kaynak edinebilir miyiz? Sizin sayfanızdan bazı konuları ilaveten yeni açılacak sayfamızda yer verebilir miyiz? (tabii ki sayfamızda sizin Sayfanın da bir link’i bulunacaktır ve yazıların “Sizin” sayfanızdan alındığı yazılacaktır. Dinci Kitlelerin profesyonelce çalıştığı gibi - biz ateistler olarak da bir olup çalışmamız hepimizin kazancı olarak, kaçınılmaz olacaktır. Ne yazık ki Dinci - Şeriatçı Siteler ayakta durmakta ve Ateist ve İleri görüşlü olan Siteler kapanmaktadır... Bu acı bir kayıptır, dostlar. Bir diğer amacımız İnternette bulunan Ateizm sayfalarını yapabildiğimiz kadarıyla bir çatı altında toplayabilmemiz. İlginizden dolayı çok teşekkür ederiz ve çalışmalarınızda başarılar dileriz. Her şey gönlünüzce olsun. 118 SIRLARIN SIRRI Sevgi ve saygılarla... GMX, 2.1.2002 * Sayın GMX yetkilileri. Önce saygı, sevgi... İster dinli olsun, ister dinsiz... Fark etmez benim için hiç biri… Yeter ki insan olsun, bir de bilge ve erdemli... Bir kişi bilge değil mi, erdemsiz mi? Beş para etmez, ister dinsiz olsun, ister dinli... Ben: Allahsız, dinsiz, kitapsız değilim. Dinliyim, dinli... Hem de ölü değil diri... Tanrı: Tanrı, olumlu kavramları ve ortak değerleri kapsayan bir kavramdır. Tanrı kavramı: Adil olan, güzel olan, iyi olan, verici olan, paylaşıcı ve paylaştırıcı olan, bencil olmayan, bütün olumlu kavramları ve üstün yüce değerleri kapsamıştır. Demek istediğim bütün olumlu kavramlar, ortak değerler, yüce erdemler; bütün kötülüklere, bütün çirkinliklere, bütün yanlışlıklara oranla daha yüce bir kavram olduğundan kutsallaştırılmış ve kutsallaştırılan bütün kavramlar da yüceltilerek Tanrı kapsamı içine alınmıştır. Din edebiyatında ve felsefesinde; bu nitelik- 119 SIRLARIN SIRRI leri kazanan insanlara olgunlaşmış insan denir. Ve dahası tasavvuf edebiyatında bunlar Tanrı olarak nitelendirilir... İşte bunun içindir ki insanlar; Bilge olmaya, erdemli olmaya, mükemmel olmaya, olgunlaşmaya, iki günü bir olmamaya çalışmalıdır. Dünyayı cehenneme çeviren Batı dünyasına el açmamalıdır… İnsanlarımız, din bilgini sanılan bilgisizler yüzünden dine yabancılaştırılmıştır. Bu nedenle insanlar gerçeklerleri söyleyenleri öldürmeye çalışmıştır. Gerçekleri söyleyenleri dinden çıkmış diye öldürürler… Öldürmediklerini de sürüm süründürürler... Din insana, kendini eğitme ve geliştirme yöntemini gösteren bir öğretim sistemi olmalı iken düşmanlığı güdeleyen (saik; motive) bir kurum olmuştur... Oysa, din (Hizbullahçılık, Talibancılık, şeriatçılık, takıyyecilik, tarikatçılık değil...) ruhsal (psikolojik) derinliği olan bir kurumdur. İnsanlar, akılları ve sağduyuları sayesinde, eninde sonunda, doğru olanı, güzel olanı, iyi olanı, bulur, … Allah birdir, tektir, eşi-örneği yoktur denmesi- 120 SIRLARIN SIRRI nin anlamı budur. Bu demektir ki; bütün insanlarca; doğru, güzel, iyi bütün olumlu kavramlar; bütün olumsuz kavramlara göre daha üstün tutulur… Bütün insanlar; evrensel genel doğrulara, olumlu kavramlara, üstün değerlere, yüce duygu ve düşüncelere beğeni gösterir... Bunun için; doğru, güzel, iyi olan olumlu kavramları aklı başında bütün insanlar beğenir. İşte buna da Allah’ın tekliği (Tevhid) denir… Din edebiyat ve felsefesinde: İnsanların, gelişmesi, olgunlaşması ve yetişebilmesi için yedi aşamadan geçmesi gerekir. Bu aşamalar nefis mertebeleri olarak adlandırılır. Nefsi emmareden baslar, nefsi safiyede bitirilir… Ama dinler; bu bilgileri, öğrenmeyi öylesine değersizleştirmişler ki bütün bağlılarını; “Yat kalk, kabul eden hak!” diyerek, imama uymakla; huzura, mutluluğa, cennete gideceğine inandırmıştır… İş böyle olunca bütün dinler asıl amacı ortadan kalkmıştır. Güzelim insanlarımızı, öldükten sonra Cennete ya da Cehennem gideceği yalanlarıyla oyalamıştır. Oysa Cennet de, Cehennem de bu dünyada, insan yaşarken yaşanır… 121 SIRLARIN SIRRI Cennet kavramı da, Cehennem kavramı da insanlara yanlış anlatılmıştır. Ölü diri kavramları da yanlış anlatılmaktadır. Ölüler ikiye ayrılır. Bir gerçekten ölmüş olanlar; Bir de yaşadığı halde basireti bağlanmış olanlar. Bu basireti bağlanmış olanlar ölüm uykusuna yatmış sayılır…. Fiziksel olarak ölenler, nerden geldilerse oraya giderler. Bilinen şu ki topraktan gelirler… Yine toprağa giderler… Bu gerçekleri aklı başında din adamları ve de kutsal kitaplar söyler. Öldükten sonrası için hesap verilecek bir yer yoktur. Cennet de cehennem de insanın ruhunda yaşarken oluşur… İnsanlar; Cennet’i de, Cehennem’i de yaşarken yaşarlar. Kötülüğe bağımlı olanlar; haksız kazanç sağladıkça, başkalarını ezerek üstünlük sağladıkça keyiften dört köşe olurlar. Böyle olmalarının kökeninde de; aşağılık duygusu vardır, Gelişmemişlik, yetersizlik ve yeteneksizlik 122 SIRLARIN SIRRI bunları ruhen yıpratır. Bunlar duyarsız ve sorumsuz oldukları için iyi-kötü kavramını bilmezler. Bunlar, din edebiyat ve felsefesinde “Ölü” olmaktan öteye gidemezler… Dinin amacı: Ölüleri (kötülüğe bağışıklık kazanmış olanları...) diriltmektir. Dinin amacı: Bu kötüleri (ölüleri) kötülük yapamaz duruma getirmektir. Bu yapıda olan bütün insanlar her ne kadar dindar görünürlerse de kendi zanlarına taparlar. Kuran bunları şu şekilde anar: “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar. (k. 6/116) Kötü bir insan; yaptıklarına nadim olarak iyi yolu seçerse “kötülüğe ölmüş ve iyiliğe dirilmiş” olur… İşte öldükten sonra dirilme dedikleri budur... Ölmeden önce ölenler; Cennet’i de Cehennem’i de kendi vicdanlarında bulur… Bu şekilde kötülüğe ölenler, geçmişte yaptıkları kötülükler her aklına gelişte, cehennemi yaşarlar. Bunlar, yaptıkları kötülüklerinin acısını vicdan azabı olarak duyarlar. 123 SIRLARIN SIRRI Yinelersek: Tövbekâr olunca; daha önce yaptıkları gözlerinin önüne gelir. Yaptıkları gözlerinin önüne gelince de “Ben bunları nasıl yaptım?” diye dövünür. Bunlar yaptıklarından utanç duymaya başlarlar… Böylece, Cehennem’i ruhlarında yaşarlar… Kötülük yolundan saparak iyilik yoluna girenler; Zamanla, kötü davranışlardan kurtulduğuna sevinerek, ruhsal huzur ve mutluluk içinde yaşarlar… Yaşadıkları toplumda saygı duyarlar Ve böylece kaygısız, kasavetsiz, korkusuz olurlar. Böylece yaşarken huzuru ve güveni bulurlar. Özetlersek: Dinsel deyimle “Ölmeden önce ölmeden” ya da “Yeniden doğmadan” Cennet de Cehennem de yaşanmaz... Bunları yaşadan dinden tat alınmaz… Tanrı (Allah) Tanımı: Üstesinden gelemeyeceğimiz Doğa (Evren) yasları, toplum kuralları ile aklın, bilimin ve kültürümüzün verileri ile oluşan sağduyumuz, vicdanımız yanında, uyguladığımızda yüzümüzü kızartmayacak genel doğrular, olumlu kavramlar, üstün değer- 124 SIRLARIN SIRRI lerdir… Allah varsa eğer bu anlamda vardır. Öyle, Peygamber gönderen, kitap indiren, olması gerekenleri vahiyle bildiren bir Allah (Tanrı) yoktur. Bunların hep mecaz ve simgesel anlamı vardır. Aydınım deyen insan, bunların anlamlarını araştırıp bulmalıdır. Eğer O, yakınken yakalanırsa, Bulunabilirken aranırsa, Ve de ulaşmaya çalışılırsa… İstediğin an çıkar O karşına… Şimdi bu konuda yazılmış ayetlere bakalım. Bu ayetlerle ne denmek istediğini anlayalım. İşte ayetler: “Rabbi bulunabilirken arayın, Yakınken ona seslenin.” (Tevrat. İşaya. 55/6) Ve yine: “Ey inananlar! Allah’tan sakının! O’na ulaşmaya yol arayın, Yolunda çaba gösterin ki kurtulasınız.” (K. 5/35) Tanrı’ya erişenler huzur ve güven içinde yaşar... 125 SIRLARIN SIRRI Bunlar yalnız ve yalnız kötü iş yapmaktan korkar… Din: Akıl, ahlak, bilim yolunu yeğleyerek; toplum sorunlarına duyarlı olarak; bilgelik, doğruluk, erdem, güzellik, iyilik... yolunda ilerlemektir. Olumlu kavramlara, genel doğrulara, üstün değerlere, yüce olana, saygı göstermek, herkesi kendin gibi bilmektir… Bütün olumlu nitelikler, üstün değerler, yüce kavramlar yanında bilge ve erdemli olma çabası dini yaşamak demektir. Bütün bu saydığım üstün nitelikleri yaşama yeteneğini doğa (Yaratan) bize vermiştir. Bu görüşlerimin kaynağı Kuran’dadır. Denir ki: “İşte dosdoğru din budur…” “K. 30/30: Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Dinsizlik: Ahlaksızlık, acımasızlık, çıkarcılık, densizlik, duyarsızlık, edepsizlik, erdemsizlik, kuralsızlık, vicdansızlık sorumsuzluk demektir. Bir insanın; ahlaksız, acımasız, çıkarcı, duyarsız, edepsiz, erdemsiz, kuralsız, vicdansız, so- 126 SIRLARIN SIRRI rumsuz olması için dinsiz olması gerektir... Bu nedenle Allah (Akıl, bilgelik, erdem, sağduyu, vicdan...): sorumluluğu yalnızca insana yüklemiştir... Ve yine bu nedenle “Aklı olmayanın dini yoktur!” denmiştir. Peygamber (Aydınlatmacı. Uyarıcı): İnsanlık yararına çalışan, insanları aydınlatan, insanlara; barışı, dostluğu, sevgiyi aşılayan, huzurlu ve mutlu yaşamanın yolarını gösteren, hikmet dolu sözlerle halka gerçeği ve doğru yolu gösteren ve de bu söylediklerini kendisi yaşayan erdemli ve olgun kişilerdir... Saydığım bütün bu üstün nitelikleri yakalama yeteneğini Doğa (Allah) insana vermiştir. İnsnlar arasında; insan ile Tanrısı arasına girme küstahlığında bulunanlar vardır. Bunlara: “Hey! Alo... Çekilin aradan!” diye seslenme gereği duyulmalıdır… Bu aracılar; kendi önderlerinin son ve en iyisi olduğunu, Tanrının ona kitap gönderdiğini ileri sürerek insanları kendilerine bağlamaya çalışırlar. Böylece peygamberleri adına konuşarak çıkar sağlarlar... Bu tür anlayış inananlar için büyük bir yanılgıdır. Ortalık güzel insanlarla, bilge ve bilgili insan- 127 SIRLARIN SIRRI larla doludur. Kutsal Kitap: İnsanlara; doğruyu, iyiyi, güzeli, mükemmel olmanın yollarını gösteren bütün kitaplar ki, kim yazarsa, kim söylerse söylesin kutsal kitap sayılır... Kitapçılarda bu kitaplardan çok satılır… Her gün öylesine güzel kitaplar çıkıyor ki piyasaya; Bunların yanında, kutsal kitaplar kalır yaya… Ne var ki bütün dinsel kavramlar yanlış anlaşılmaktadır. Oysa Allah da, din de, kutsal kitaplar da insanın mutluluğu için vardır. Vahiy: Bizleri olumluluğa sürükleyen bütün olumlu duygulara içe doğuş (vahiy) denir… Akıl, sağduyu, vicdan verileri içimize doğan bir sestir ki; bize, her an doğru ile eğriyi gösterir… Eğer, bizleri doğru, dürüst olmaya yönelten bu sese uyarsak ve onu yakınken yakalarsak, Huzura erişiriz: Tanrı’yı, (Gerçeği, doğruyu, güzeli, olumluyu...) yaşamımıza uygularsak. Bu uyarıya içe doğuş (Vahiy) denir. Bu anlamda Tanrı; (Doğanın, Evrenin açıklayamadığımız gizi...) her an bizimle temas halindedir. İçimizden gelen ve bizi doğruluğa, dürüstlü- 128 SIRLARIN SIRRI ğe, iyiliğe yönelten bu sese kulak verilmelidir. Her hangi bir olumsuz davranışta bulunurken içimizden gelen bir duygu bizi “Cız!” diye uyarır. “Sakın bunu yapma! Yaptığın takdirde; seni yakalayıp yargılığa çıkarırlar…” der... Kimi erenler için “Erişmiş!” derler ya... İşte erişmek budur. Yoksa göklerde, bir yerlerde olana erişmek olanağı yoktur. Bu olgu ve durum Kuran’da şu biçimde dile getirilir: “İnsanın önünde ve arkasında, Allah’ın emri ile onu koruyan takipçiler vardır.” (K. 13/11) denir… Ozanlara-Şairlere esin (ilham) nerden geliyorsa içe doğuşun (vahyin) kaynağı da odur. Bunlar arasında ayrım yapmayan kişiler Arif olur… Kutsallaştırılan esin, vahiy adını alır; kutsallaştırılmayan esin ise ilham... Gerçek budur, ben gerçeklerden sapmam… Ruhçular; içe doğuş (Vahiy) yolu kapandı demekle Doğa (Tanrı...) ile insanların bağını kopararak insanlığa en büyük kötülüğü yapmışlardır. Amaçları: Tanrı adına konuşarak kendirline çıkar sağlamaktır. 129 SIRLARIN SIRRI Şeytan: İnsanı olumsuz davranışa sürükleyen duygu ve düşüncelere Şeytan denir. Şeytan’ın önemli niteliği insanı; yalana, yanlışa ve olumsuzluğa sürüklemektir. İnsanı olumsuzluğa yani aşağılık davranışlara iteleyen kötü duyguları yaşamına uygulayan insan Şeytan’ın ta kendisidir. Şeytan, kötü duygu, düşünce ve eylemlere teslim olmuş kişidir. Yunus Emre: “Bir ben var; bende, benden içeri...” demiştir ama eksik demiştir. Doğrusu: “İki ben var bende benden içeri!..”dir… Bu iki duygudan birine Ruhul Kudüs (Doğruluğa, dürüstlüğe, iyiliğe sürükleyen duygu…); diğerine de Ruhül Kubüh (Kötü davranışlara sürükleyen duygu…) denir. İnsanları birbiri ile mümin müşrik diye birbirine düşüren; yendiği düşmanın karısını kızını, ganimet adı altında, cariye; kocasını, oğlunu köle yapan anlayış gerçek din değildir. İnsanlar din için değildir; dinler insanlar içindir. Allah’ın da, dinin de, kitapların da amacı insanın geliştirmesidir. Ama ne görüyoruz, bütün insanları Allah’a, dine, kitaplara hizmete yönlendirerek kul – köle 130 SIRLARIN SIRRI etmişler. Böylece güzelim insanları; insanlıktan çıkararak kan dökücü bir varlık durumuna getirmişler... Somut örnek gerekirse; ilkçağda Yahudilere, Ortaçağda Hıristiyanlara, günümüzde ise başta Afganistan’ın Taliban’ı olmak üzere bütün şeriatla yönetilen ülkelere bakmak yeter. Sözüm: Basireti bağlanmış olanlaradır… Aklını imana kurban edenler bunlardır. Doğru olanı, güzel olanı, iyi olanı yaparsak Tanrıya (Doğruya, gerçeğe, güzele, olumluya...) yaklaşmış oluruz ki buna da din ilminde “vuslata ermek” denir. Bilinmelidir ki: Tanrı her an bizimle temas halindedir. Yeter ki ona kulak verelim. Böylece; doğru, dürüst, güzel, iyi bir yaşama erelim. Her hangi bir olumsuz davranışta bulunurken içimizden gelen bir “Cız!” duygusu (uyaran) vardır. Bu duygu bizi: “Sakın yapma, yakalanırsan hesap vermek sorunda kalırsın!..” diye uyarır. Ayni duygu olumlu davranışın da yolunu gösterir. Eğer insan kötülüğü yeğlerse olur şeytana esir… 131 SIRLARIN SIRRI Eğer olumluluğu yerlerse doğru olana (Tanrıya) teslim olmuş olur. Dinsel deyimle Tanrı’yı bulur. Bütün ruhçular; içe doğuş (Vahiy) yolu kapandı diyerek Doğa’nın gizi ile insanların arasına girer. Sonra da “Tanrı ile insan arasına kimse girmez!” derler Ve böylece çelişkiye düşerler. Ruhçulardan kimisi insan ile Allah arasına girme küstahlığında bulunur. Bunlara: “Hey! Alo... Çekil aradan!” denmelidir. Bu aracılar; kendi önderlerinin son ve en iyisi olduğunu, Tanrının ona kitap gönderdiğini ileri sürerek insanları kendilerine bağlamaya çalışır. Oysa bu inanışlar büyük bir yanılgıdır. Ortalık güzel insanlarla, bilge ve bilgili insanlarla doludur. Bunların hepsi birer aydınlatmacıdır. Her gün öylesine güzel kitaplar çıkıyor ki piyasaya; bunların yanında, kutsallaştırdıkları kitaplar çok yetersiz kalır. Ne var ki bütün dinlerde dinsel terimler yanlış anlaşılmaktadır. Oysa Allah da, Din de, kitaplar da insanın mutluluğu için vardır İnsanların huzur ve güven içinde yaşaması için bir uyaran lazımdır. İnsanları birbiri ile boğazlaşmaya çağıran, ganimet adi altında birbirlerinin malını kocasınıoğlunu köle olarak alıp satmaya, karısını kızını cariye ve karı olarak kullanmaya çağıranlar dindar değildir. Bu tür düşüncelerden yılandan, çıyandan kaçar gibi kaçılmalıdır… Tanrı; ortak değerleri, olumlu eylemleri, yüce duygu ve düşünceleri kapsayan bir kavramdır. Adil olan, bencil olmayan, güzel olan, iyi olan, verici olan, paylaşan… Tanrı yolundadır,. Bu nitelikleri yaşamına uygulayanların Tanrı katına varacağı anlatılır. Tanrı katına varanların ise huzur ve güven içinde olduğu varsayılır. İşte din budur. Bilge olmak, erdemli olmak, mükemmelleşmek, olgunlaşmak, iki günü bir olmamak... Dünyayı cennete çevirerek kendinden olmayan kişilere savaş açmamak, İnsanlar bütün bu güzel niteliklere sahip oldukları oranda mükemmelleşir... Hallacı Mansur, Nesimi, Muhittin Arabi bu anlamda Enel Hak (Ben Tanrıyım) demiştir. Böyle anlaşılır din felsefesinde bunlar 133 SIRLARIN SIRRI Şu örneğim, bu savımı kanıtlar. “Bir gün Mevlana Hıristiyan Süryanus’a sorar: “Hıristiyan keşişler ve Hıristiyan bilginler, İsa’nın hakikati hakkında ne diyorlar?” Süryanus: “Onlar İsa’ya Tanrı diyorlar” Bunun üzerine Mevlana: “Bundan sonra onlara bizim Muhammed’imiz Tanrı’dan daha Tanrı’dır, Tanrı’dan daha Tanrı’dır de!” buyururlar… Biraz düşünerek söyleyin şimdi. Mevlana’nın “Tanrı’dan daha Tanrı’dır!..” diye nitelediği kişi… Konuşursa söylediklerine Tanrı kelamı denmez mi? (Bakınız: Ahmet Eflaki tarafından yazılan ARİFLERİN MENKIBELERİ adlı kitabın 1. Cilt. S. 300-304 sayfası. Bu sayfalardaki Süryanus öyküsünü okumanızı da öneririm…) Din bilginlerimiz; İnsanları, dine öylesine yabancılaştırılmışlar ki, bunları söyleyenleri dinden çıkmış, mürtet diye nitelendirirler. Sürüm sürüm süründürürler. Susturamazlarsa öldürürler… Dahası mezara gömdükten sonra üzerine de bir daha kalmaması için ağırından taş döşerler... Din, ruhsal (psikolojik) derinliği olan bir ku- 134 SIRLARIN SIRRI rumdur. Din; insanın kendini eğitme ve geliştirme yöntemi olmalı iken; Kendisi gibi düşünüp inanmayan insanlara düşman eden Bir kurum olmuştur... Dinin sahibi Allah’tır denir… Bunun anlamı: Akıl için yol birdir, İnsanlar, akılları, mantıkları, sağduyuları sayesinde, eninde sonunda, doğru olanı, güzel olanı, iyi olanı, bulacak demektir. Doğru yanlış, iyi kötü, güzel çirkin bütün olumlu ya da olumsuz davranışlar insanlarca aynı şekilde değerlendirilir. Bütün insanlar; genel doğrulara, yüce davranışlara, olumlu kavramlara, üstün değerlere önem verir.… Yani bütün bunlar insanlar için ortak değerdir. Din edebiyat ve felsefesinde: İnsanların, gelişmesi, olgunlaşması ve yetişebilmesi için yedi basamaktanı geçmesi gerekir… Bu bölümler nefis olarak nitelendirilir... Bunlar; nefsi emmareden başlatılarak nefsi safiye’de bitirilir… Ama insanlar bu bilgilerden habersizleştirilmiş… “Yat kalk, kabul eden hak!” diyerek din bilgisini tapınmaya indirgemiş… 135 SIRLARIN SIRRI İnsanlar, imama uymakla huzura ve mutluluğa ve de Cennet’e gideceğine inandırılmıştır. İş böyle olunca Allah ve din aşkına birer canlı bombaya dönüştürülmüştür. Bütün dinler asıl amacından saptırılmıştır. Güzelim insanlarımız cennet-cehennem yalanlarıyla aldatılmıştır. Oysa Cennet de buradadır, Cehennem de buradadır. Cennet de Cehennem de insan ruhunda oluşmaktadır. Din ilmine göre insanlar ikiye ayrılır. Çoğunluk “ÖLÜ”, azınlık “DİRİ” sayılır. Fiziksel olarak ölenler, nerden geldilerse oraya giderler. Bilinen şu ki topraktan gelirler, toprağa giderler… Aklı başında din adamları da bunu böyle söylerler. Yaşarken ölü tayfasından olanlar ise ne Cennet bilir, ne de Cehennem bilir. Din ilminde bu tür kişilere basireti bağlanmış körler ve sağırlar denir… “Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple onlar geri dönemezler.” (K. 2/18) 136 SIRLARIN SIRRI “(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.” (K. 2/171) “(Resulüm!) Sağırlara sen mi işittireceksin; yahut körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi ileteceksin?” (K. 43/40) Bunlar; kötülük yaptıkça, haksız kazanç sağladıkça, başkalarını ezerek üstünlük sağladıkça keyiften dört köşe olur. Böyle olmalarının kökeninde de; aşağılık duygusu, gelişmemişlik, yetersizlik bulunur... Bunlar duyarsız ve sorumsuz oldukları için iyi kötü kavramını bilmezler. Bunlara, din edebiyatında ve felsefesinde, “Ölü” derler. Din ise bu ölüleri diriltmek ister… Bu ölüler ki yaptığı kötülükten hiçbir şekilde rahatsız olmazlar... Bunlar yakalanırlarsa bu dünyada hesap vermek zorunda kalırlar. Yakalanmazlarsa öbür dünyada yargılanıp ceza görecekleri sanırlar. Bunlar; kötülük yaptıktan sonra, yaptıklarına nadim olarak iyi yolu seçenlerse “kötülüğe ölmüş ve iyiliğe dirilmiş” olur… İşte “öldükten sonra dirilme” dedikleri budur. 137 SIRLARIN SIRRI Bu şekilde, ölü iken dirilenler, Geçmişte yaptıkları kötülükleri gözlerinin önüne getirirler. Daha önce, yaptıkları kötülükler her aklına gelişte, Cehennemi yaşarlar, yani vicdan azabı çekerler. Geçmişte yaptıkları kötülüklerden rahatsızlık duyarlar. Dinsel deyimle Cehennem ateşinde diri diri yanarlar. Yinelersek: Yeniden doğmadan önce yaptıkları gözlerinin önüne gelir… ”Ben bunları nasıl yaptım?” diyerek eseflenir. Yaptıklarından acı ve utanç duymaya başlarlar, Böylece Cehennem azabı dediklerini canlı iken yaşarlar. Kötü davranışları terk ederek iyilik yoluna girenler; Eski kötü davranışları terk ettikleri için sevinirler. Böylece ruhsal huzur ve mutluluk duymaya başlarlar Doğru dürüst oldukları sürece kaygısız, kasavetsiz yaşarlar. Din ilmine göre bunlar, “Cennette!” sayılırlar. 138 SIRLARIN SIRRI Özetlersek: Dinl ilminde “Ölmeden önce ölmeden” ya da “Yeniden doğmadan” Cennet-Cehennem yaşanmaz... Ne demek istediğim ise akılcı bir ustaya hizmet etmeden anlaşılmaz… + “GMX” dostlar benimle düşünce alışverişi yapmak istiyorsanız bir kere açık adresinizi ve kimliğinizi bildirmek zorundasınız. Yoksa sizi muhatap almam, bunu bilesiniz… Kendi görüşlerinin doğruluğuna inanan bir kimse adını gizleme gereğini duymaz. Bir kimse ışık yakıp da ışığı gizlerse hiçbir işe yaramaz. Biliniz ki gizlide yapılanlar muhakkak açığa çıkacaktır. Bütün çocuklar, erkek ve dişinin gizlide yaptıklarının açığa çıkmasıdır. Demek istediğim ne denli saklansanız da açığa çıkacaksınız... Sizi açığa çıkardıklarında mahcup olacaksınız. Yazılarımı alma konusuna gelince isteyen kişi, istediği yazımı bana sormadan alabilir. Ben bu yazıları adımla, sanımla yazıyorum. Fotoğrafımı basıyorum, e-mail adresimi veriyorum. 139 SIRLARIN SIRRI Bu demektir ki ben düşüncelerimle, inanışımla dünyaya bayrak açmışım... Düşünce ve inanışım yüzünden başıma geleceklere de şimdiden kucaklamışım… Benim herhangi bir beklentim de yoktur... Sizler için gelecek olan benim için geçmişte kalmıştır. Korkacağım bir şey de yoktur. Benim en korktuğum; düşündüğüm ve inandığım gibi konuşmamaktır. Gerçekleri gizlemek kafir olmaktır. Kafir: Gerçeği gizleyendir; asıl kâfirlik budur… Bir de biz de kâfir de olsa öldürme yoktur... Gerçekleri gizlemek Hakkı (Allah’ı, Tanrı’yı...) tepelemek olur. İşte benim çok korktuğum şey budur. Kimileri: “Ben Allah’tan başka kimseden korkmam!” der... Ne var ki bunların işi gücü Allah’ı tepelemektir. Ölümden öteye yol da yok!. . “Ölmeyeceğim, beni öldüremezler, beni Allah korur! Canı veren alır...” gibisinden saçma sapan bir savım yok. 140 SIRLARIN SIRRI Ben o kadar bilinçsiz değilim. Öldürmek isterlerse Kız Kulesine saklansak da gelip bizi bulur ölüm. Ölüme karşı, bir sinek kadar olsun hükmüm yok. Kaldı ki benim seslendiklerim öldürmekten nefret eder çok… Ama “Sen yanmazsan, ben yanmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...” Asıl gizli iş yaparsa insan kıyar kendi canına... Şimdi görüşlerimi özetleyebilirim. Allahsız, dinsiz, kitapsız değilim… Evren’in dışında, doğadan ayrı bir güçlü varlığın olmadığıdır bilgim… Öyle bir varlık benim için sanaldır. Sanal olan bir varlık da ne Peygamber gönderir, ne de kitap indirir. Bütün bunların simgesel bir anlamı vardır; Bunu da din ilmi ile uğraşanlar bilir. Allah’tan geldiğine inanılan kitaplarda: Kadını dövme vardır, kadını eve, çarşafa kapatma vardır... Bunlara göre: Kadının saçının bir telini göstermesi günahtır. 141 SIRLARIN SIRRI Hırsızın elini kesme vardır… Suçluların ellerini ve ayaklarını çapraz kesme vardır… Hulle vardır, cine-şeytana inanma vardır. Dinini değiştireni öldürme vardır. İmana gelmeyen kâfire cizye dayatılır… İnsan dediğin düşünmez mi?.. Hiç Allah böyle der mi?... Bütün bunlar Allah’ı acımasız, merhametsiz göstermek değil mi? İnsanları; kâfir müşrik, münafık, fasık, dinli dinsiz, günahlı günahsız diye ayırmak Allah’a yakışmaz. Böyle Allah anlayışı şeriatçı faşizm olmadan yaşamaz. Yaratan, insanlara akıl, fikir vermiştir. Aklını kullananlar huzura, mutluluğa ermiştir. İnsanlar, müdahale edilmezse, gerçeği, doğruyu, güzeli, iyiyi bulur... Dinlerin baskısı olmazsa dünyamız Cennet kadar güzel olur. Eğer o Allah dedikleri sanal olmayıp da gerçek olsaydı insanlara nasıl cinsel ilişkiye gireceğine ilişkin kitap gönderip kurallar koymazdı. İnsanların cinsel ilişkiye girmek için Allah’a, Peygambere, kitaba gereksinimi var mı?.. 142 SIRLARIN SIRRI Hayvanların Allah’ı, Peygamberi, kitabı mı var... Bu işi senden benden iyi yapar… Aklını imana kurban etmemiş kişiler ne demek istediğimi anlar... Gerçek Tanrı (Allah); güzelim insanları, birbirlerini öldürmeye, karılarını, kızlarını, kocalarını oğullarını tutsak etmeye ve de mallarını ganimet adı altında yağmacılığa özendirmez... Tanrı (Allah) böyle, Allahlığa yakışmayan sözler söylemez. Bu işler Allah olmayanın işidir. Allah; “Mümin müminin kardeşidir!” demez; “Bütün insanlar birbirinin kardeşidir!” der. Tanrı; Barıştır, dostluktur, sevgidir… Tanrı; bütün olumluluklar, genel doğrular, üstün değerler, yüce kavramlardır Erdemdir… Gelin şu Tanrıyı (Güzeli, iyiyi, doğruyu, erdemi, olumlu kavramları…) Allahsızların elinden alalım... Allah’ı; insanlara, yardımcı ve yararlı kılalım… Ne demek istediğimi anlayan varsa, gelsin elini, yüzünü, gözünü öpeyim, 143 SIRLARIN SIRRI Dahası, eline ayağına yüz süreyim, kendisine üstat diyeyim… * 22. FIRTINA FIRAT FIRTINA FIRAT’tan: --Original Message -- From: FIRTINA FIRAT To: tabularatalanayalanabalta.com Sent: Friday, January 03, 2003 11:56 PM Subject: selaminaleykun (Okuyucumuzun iletisi olduğu gibi alınmıştır, düzeltme yapılmamıştır…) “Sitenizde alah’a isyan etmekle neyi kanıtlamış oluyorsunuz? Allah’a sesleniş şiiriyle Alaha inanmıyorsanız, neden Sitede belirtyorsunuz Allah’a inanmıyorsanız sizi kim yarattı? Dünyayı, icindeki milyonlarca canlıyı, bitkiyi kim yarattı? Şu bu bır gercek kı sız kaybedenlerdensınız?.. Fırtına Fırat,” 3.1.2003 X Sayın Fırtına Fırat, Önce saygı, sevgi sana Fırtına Fırat. Hadi göreyim seni fırtınalar yarat. Öyle fırtına dedimse de çok bi’şey istemiyorum senden. Önce ”alaha” değil “Allah’a” eyle biat... 144 SIRLARIN SIRRI Elbette Allah’tan haberi olmayan Allah yazarken “alaha” yazar, Bir Allahsız, dinsiz, imansız görünce kafası kızar, Üç dört satır içinde yedi sekiz yanlış yapar, Hadi, doğru dürüst yazmayı öğrenmek için olsun fırtınalar yarat... Hadi göreyim seni Fırtına Fırat... Bak Muhammed’in Allah’ı; (Aklı, bilgisi, kültürü, önyargısı, sağduyusu…) kendisine: “Ey Muhammet onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir...” (K. 2/272) demiş.. . Daha var böylesine tümcelerden onlarcasına, yirmilercesine. Bir tanesini yazıyorum ki kafan karışmasın birdenbire... Peki, Allah’ı Peygamberine böyle emretmişse.. Sana emreden hangi Allah, hadi anlat da bilelim fırtına Fırat... Biraz yukarıdaki satırlarımda… Bir Allahsız, dinsiz, imansız görünce kafası kızan, demiştim sana Yahu sen bu kadar Allahsız, dinsiz, imansız varken dünyada, Varken tapan; erkeğin üretim organına, Heykellere, öküzlere, ineklere, maymun’a… 145 SIRLARIN SIRRI Milyarlarca putperest varken Çin’de, Hindistan’da, Japonya’da... Allah’ın ses çıkarmazken onlara Sahi ne oldu sana Birdenbire oralarda... Taktın kafayı bana… Yani solda sıfır olan Hayri Balta’ya... Fırtına Fırat... Fırtına Fırat... Ne olur bir nazar da oralara at... Bir de soruyorsun bana: “ALLAH’A inanmıyorsanız sizi kim yarattı?” diye... Senin bana sorma hakkın var da Benim sana sorma hakkım yok mu acaba?.. Hadi şimdi ben de soruyorum sana: Allah yoktan var etti ise kendisi nasıl çıktı ortaya… Haydi Fırtına Fırat, Bize bir Fırtına yarat, Şu Allah dediğin zat Nasıl, nerden geldi anlat!.. Ben sizler kadar yoktan bir Allah var edecek kadar süper zekâ değilim. Ben haddimi bilirim. Ben solda sıfır olan biriyim. Unutma solda sıfır olamayanlar bile var. Çok şükür ki onlardan biri değilim... 146 SIRLARIN SIRRI Hiç olmazsa sıfırlar işe yarar… Hele birin sağına koyda bak sıfırı... Bir sıfır, biri 10 eder… İki sıfır biri 100 eder… Üç sıfır biri 1000 eder... Sıfırlar birin sağına kondukça, Varır: Milyonlara, milyarlara, trilyonlara, katrilyonlara … Benim gibi solda sıfırlar birin sağına konmayı bekler... Hadi ne demek istiyorum Fırtına Fırat, Anlat, anlat da bizi rahatlat!.. Yukarda gösterdim ayeti. Orada dendi ki: “Allah dilediğini doğru yola iletir...” (K. 2/272) Peki Allah beni doğru yola iletmezse, Fırtına Fırat beni doğru yola nasıl iletir?.. Bilmem Fırtına Fırat bu soruma nasıl yanıt verir? Haydi, Fırtına Fırat, Bir yanıt ver de aklımı başıma getir... Elini ayağını öperim beni aydınlatırsan, Haydi Fırtına Fırat, Beni aydınlat! Bir de şöyle seslenmişsin: 147 SIRLARIN SIRRI “ŞU BIR GERÇEK Kİ SEN KAYBEDENLERDENSIN” Aşağıda sana bir yazı gönderiyorum. Okumanı istiyorum. Oku bak, bakalım ben “kaybedenlerden biri miyim?” Eğer hala bana “Evet sen kaybedenlerden birisin!” dersen, Sana teşekkürler edeceğim... Haydi, Fırtına Fırat, Fırtınalar yarat Gerçekten ben kaybedenlerden miyim anlat! Anlat, anlat Fırtına Fırat Anlat da solda Sıfır Hayri Balta’yı aydınlat... Şimdi kal sağlıcakla, Daha ne de desin sana Hayri Balta, Av. Hayri Balta, 4.1.2003 * 23. CANI KİM ALIYOR? Yukarıdaki fotoğrafa dikkatle bakınız. Üç askerin önünde siyah giyimli iki kişi idam edilmeyi bekliyor. Fotoğrafın üstünde şöyle yazıyor: “Pekin’den Organ Ticareti” Ne demek oluyor bu? Şu oluyor: Pekin Organ ticareti yapıyor... Bu görüntü beni düşüncelere salıyor. 148 SIRLARIN SIRRI “Hani canı veren alırdı?” Burada can alan kim oluyor?.. Bu olayda görülüyor ki “canı veren Yaratan da; alan Yaratan değil.” Haydi söyleyin bakalım canı alan kim? İki idamlık üç asker arasında sırasını bekliyor. Bizim her şeye gücü yeten Allah’ın sesi sedası çıkmıyor. “Ulan size ne oluyor da benim verdiğim canı alıyorsunuz?” demiyor. Demek ki atalarımız, büyüklerimiz, ulemalarımız yanılıyor. Görüldüğü gibi Yaratan verdiği canı korumuyor… Canı veren kendisi ama alan başkası... Canı alanların organları satması da cabası… Bu olay çok kötü bir biçimde gelişecek. Şimdi böbrek nakline ihtiyacı olan paralı birisi Çin hükümetine diyecek… Sıradaki idamlığın böbreğini ben isterim. Bedeli kaç para ise düşünmeden veririm. Çin hükümeti ayağını basacak. Kapitalist böbrek alıcısından, İstediği parayı çatır çatır alacak… 149 SIRLARIN SIRRI Bu sırada bir başka paralı hasta Çin hükümetine başvuracak. “Doktorlar, kalp nakli gerektiğini söylüyorlar. Bir kalbe ihtiyacım var. İdamlığın kalbine talibim. Ederi ne olacak?” Bu işin piyasası da açılacak. Bizim meşhur böbrek tüccarı doktor gibi; kimi doktorlar şirket kuracak. Büyük tirajlı gazetelere: “Her türlü, böbrek, yürek, el-kol, yüz-göz nakli anında yapılacak…” Elbette bu arada her krizde olan her hükümet, din alimlerinden fetva isteyecek. Ulemalarımız dünden hazır, yeter ki kendilerine duyulsun gerek… “Elhak, “İdamlığın organı satılır. Satılan organ devlet bütçesine katkıdır. Dahası; böbreği, yüreği, yüzü-gözü de iyi bir insana layıktır.” Tıp gelişip, organ nakli işlemleri olağan hale gelince, İdam cezaları yeniden gelecek gündeme. İdamı kaldıran devletler; Organ ihtiyacını karşılamak amacı ile idam cezalarını yeniden getirecekler. Kamu yararı gerekçesi idamlıkların böbreği- 150 SIRLARIN SIRRI ni, yüreğini, yüzünü, gözünü saltığa çıkaracaklar. Böylece krizde olan bütçelerine katkıda bulunacaklar… Bütçesi açık veren hükümet yargıdan ricada bulunacak. “Yürek, böbrek vs. siparişleri arttı; şu günlerde fiyatlar da yüksek. Şu sırada bize dört beş idam gerek… Bu arada savaşlar da rağbete binecek. Tutsak alınanlar öldürülmeyecek. Kampta, böbrek, yürek, siparişi gelinceye değin kampta bekleyecek... Olur mu böyle şey demeyin. Irak’taki Amerikan askerleri; öldürdükleri düşman Arapların böbreğini, yüreğini, pazarladığını görmezden gelmeyin… Bu kapitalist küreselleşmede olmayacak şey yoktur. Amerika’dan, Avrupa’dan 13-14 yaşında kız ve erkek çocuklarla yatmak Tayland’a gidenler yok mudur?.. olur da İdamlıkların, tutsakların organlarını pazarlayanlar yanında yoksulların namusunu pazarlayan kapitalist yok mu? Para söz konusu olunca kapitalistin dini imanı olur mu? * 151 SIRLARIN SIRRI 24. GÜNAHIN BEDELİ ÖLÜMDÜR Ebedi yaşam denince insanların aklına öldükten sonraki Cennet’te yaşayacakları yaşam geliyor. Cennet’te ölmek yok ya... Orada ebediyen yaşayacaklarını sanıyorlar. Oysa bu anlayış tahkiki dinsel düşünceye aykırıdır. Anlaşılan bunlar okudukları kitabı anlamıyorlar. Din ilmine göre yaşam ikiye ayrılır; Ebedî Yaşam, Ebedî Olmayan Yaşam… Ebedi Yaşam, kalıcı olan yaşamdır. Ebedi Olmayan Yaşam ise kalıcı olmayan, unutulup giden yaşamdır… Eğer yaşantımızı olumlu kavramlar, genel doğrular, yüce erdemler doğrultusunda yönlendirirsek “Ölümsüzlüğe erişmiş” oluruz ki, buna Ebedi Yaşam denir. Ebedî olmayan yaşam ise günaha bağışıklık kazanmaktır. Yaptığımız olumsuz davranışlardan, kötü eylemlerden rahatsız olmamaktır. Kötülüğe bağışıklık kazanmış olan kimseye “ölü”; yaşamına da “ölümlü yaşam” denir. Yani ebedî olmayan yaşam… Kötü davranışlarda bulunan her adam yaşadığı halde ölü sayılır. Kötü olan davranışlara din ilminde günah denir. Sağduyumuzu rahatsız eden, vicdanımızı sızlatan ve insanlardan saklamaya çalıştığımız her davranış kötü (günah) sayılır. Günah işleyen her kişi ise din ilmine göre “ÖLÜ” sayılır ve Ebedi Yaşam’dan yoksun kalır. Bu oluşum İncil’de şu ayetle dile getirilir: “Günahın bedeli ölümdür!” (İncil. Rom. 152 SIRLARIN SIRRI 6/23) Genel ahlaka uygun yaşayan erdem sahibi kişilere ise “DİRİ” denir ve bunlar “ÖLÜMSÜZ” sayılır. Bu da kötü huyları terk etmekle olur. Yani günaha ölmekle… Bu da İncil’de şöyle dile getirilir: “Biz ki günaha öldük, artık onda nasıl yaşarız.” (İncil. Romalılara. 6/2) Olumlu ve olumsuz davranışlara örnek: “İkiyüzlülük (Riya), gösteriş, kin ve haset, makam hevesi ve mal hırsı, zenginleri önemseyip fakirleri küçümsemek, bitmek bilmeyen istek, itibar ve rütbeyi yitirme korkusu, hasislik ve cimrilik, gurur ve kibir, kin ve hile, yapmacık davranışlar, övünme, dalkavukluk, acımasızlık, sertlik ve kabalık, cefa ve gaflet, acele ve hiddet, gönül darlığı ve merhamet azlığı, utanmazlık, kanaatkâr olmamak, şöhret ve liderlik talebi gibi kötü huylardır. (Bu konuda geniş bilgi edinmek isteyenler TASAVVUFİ HİKMETLER, Hikemül Ataiyye, El Muhkem Fi Şerhi’il Hikem. Kurtuba yayınları, Birinci Basım. 2009. s. 62’ye bakabilir…) Kötü huylar ve huylular toplumda itibar görmez. Kötü huylular hem kendi huzurunu hem de başkalarının huzurunu kaçırır… Bu davranışlar ölümlü sayılır ve bunları yapana da “ÖLÜ” denir. Bu davranışların tersi olumlu davranışlara da “ÖLÜMSÜZLÜK” adı verilir. Bu nedenle “Günahın bedeli ölümdür!” (İncil. Rom. 6/23) denir. Eğer Hakk’a erişmek (vuslat dedikleri) istersen kötü huylarından vazgeçerek iyi huylar kazanmaya çalış. İşte o zaman Hakk’a erişirsin ve de 153 SIRLARIN SIRRI ölümsüz olursun… “Biz ki günaha öldük, artık onda nasıl yaşarız.” (İncil. Romalılara. 6/2) sözü boşuna söylenmemiştir. Eğer yaşarken olumsuz kavramları, kötü değerleri, aşağılık ilkeleri uygulamayı sürdürürsek bu kötü eylemlere karşı bağışıklık kazanırız. Yani yaptığımız bu kötü davranışlardan rahatsız olmayız ve giderek bağışıklık kazanırız ki din ilminde buna “Ölmek” denir. Yukarıdaki İncil ayetinde ise “Günaha öldük!” deniyor. Bu demektir ki; biz artık kötü hareketlerde bulunmuyoruz. Biz bu kötü eylemlere son verdik. Kötü yaşamı bıraktık; artık ona nasıl dönebiliriz… Onlara karşı cephe aldık. Artık nasıl kötülük yapabiliriz deniyor ki her gerçek arayıcının yapacağı ilk iş kötülüğe ölmek, iyiliğe dirilmektir. Böylece kötü olan tutum ve davranışları bırakıp iyi olan tutum ve davranışlara yönelmekler insan ölü iken dirilmiş olur… Din ilminde iyiliklerle, doğruluklarla, dürüstlüklerle dolu yaşam “ölümsüzlük”; kötülükle dolu yaşam ise “ölümlülük” olarak dile getirilir. Din yolunda mesafe almak dinsel deyimle vuslata ermek isteyenler öncelikle bunları bilmelidir… Kötü olan eylemleri terk ederek iyi eylemlerde bulunmaya İncil’de kötülüğe karşı ölmek denir. Bu da İncil’de şöyle ifade edilir. “Biz ki günaha öldük, artık onda nasıl yaşarız.” (İn. Rom. 6/2) Ayetin yorumu: Biz utançlı bir yaşamı bıraktık, artık utançlı yaşama nasıl dönebiliriz Bu doğrultuda olmak üzere İncil’de daha yüzlerce tümce 154 SIRLARIN SIRRI vardır. Demek ki olumlu yöndeki yaşamımız bizi dirilterek ölümsüzleştirir; olumsuz yöndeki yaşantımız ise bizi öldürür ve bizi ölümlü kılar... Huzur ve güven içinde yaşamak isteyenler günaha ölmelidir… + 25. DİRİ SU Beti Yağcı adında biri Facebook’tan göndermiş. Aslı “Ab-ı Hayat” olan “Yaşam Suyu”nu “Diri Su” olarak çevirmiş… Biraz düşünülürse, “Diri Su” başka anlama gelirmiş… “İsa... “Ben gerçeğe tanıklık etmek için doğdum; bunun için dünyaya geldim ki gerçeğe tanıklık edeyim. Gerçeğe saygı duyan herkes benim söylediklerimi anlar.” Platus ona: ‘Gerçek nedir?’ dedi.” (İncil, Yuhanna 18/37) Ne var ki İsa, kaldıramazlar diye, Bu konuda bir şey söylemedi… İncil’den alınan bu ayetteki bazı sözcüklere gerekir açıklık getirmek… Diri Su nedir? Gerçek nedir? Bu kavramlar bilmek gerek… 155 SIRLARIN SIRRI Öncelikle ayetin anlamına dikkat çekmeliyim. Ondan sonra söyleyeceklerimi söylemeliyim. Bakınız ayette İsa, “Beni Allah gönderdi…” demiyor… “Ben gerçeğe tanıklık etmek için doğdum!” diyor. Böylece bir gerçeği dile getiriyor... İsa, gerçek demekle neyi amaçlıyor, önce buna bakalım. İsa, Gerçek demekle, atalar dininin dışında akılcı düşünceyi amaçlıyor. Atalarının dinine saplanıp kalanlar “yeniden doğuşa eremezler!” Bunlar, kesinlikle “Allah’ın melekûtuna” giremezler… İslamî deyimle: “Ölmeden önce ölemezler…” Ölmeden önce ölmek demek: Gerektir: Kötülüğe yol vermemek Asıl önemlisi Ölmeden önce ölmek” için, İyiliğe kol kanat germek gerek. Atalarının dinine göre düşünenler geleneğe göreneğe göre hareket ederler Bunlar gözleri olduğu halde görmezler, Kulakları olduğu halde duyamazlar, Bunlar akıllarını kullanmadıkları için Gerçeğe “hidayete” eremezler… 156 SIRLARIN SIRRI Kuran’a göre bunların durumu: (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körler. Bu sebeple düşünmezler.” (K. 2/171) Burada hidayet’ten kasıt; Akla, bilime, gerçeğe dayanan din anlayışını yeğlemektir. Din ilmine göre “aklını kullanmayanın dini yok!” demektir… + 26. TOPRAKTAN GELDİK TOPRAĞA GİDİYORUZ Kutsal kitaplarda aslımızın toprak olduğu ve topraktan gelip toprağa gideceğimiz söylenir. Ne var ki bu ölüm olayı bazı topluluklarda Hak’a yürüme olarak ifade edilir. İnsan ölmekle Hak’ka yürümez; insan yaşarken Hak’ka yürür. Hak’ka yürümek demek de insanın; ahlaka, erdeme, insansal değerlere yönelmesidir. İnsanın ve diğer canlıların topraktan yaratıldığı bir de dört öge (anasırı erba) olarak anlatılır ki bu da; bu da, ateş (Güneş), toprak, hava su olarak belirtilir. Hıristiyanlıkta bu dört öğe Haç çıkarılarak belirtilir ki aslı, ateşin, toprağın, havanın suyun 157 SIRLARIN SIRRI simgesel anlatımıdır ve bu haç işareti İsa’nın doğumundan öncede kullanılmıştır… Ama burada konumuzla ilgi olanı Haç çıkarmanın dört unsur olduğunu belirtmektir. Yani Yaratan: Madde, Doğa, Evrendir… Bu görüşü hem dinsel kitaplar ve hem de bilimsel veriler doğrulamaktadır. Önce kutsal kitaplardan bir örnek verelim. Böylece gerçeğe erelim: “Çünkü âdem oğullarının başına gelen, hayvanların başına da geliyor ve başlarına gelen şey birdir; bu nasıl ölüyorsa, öteki de öyle ölüyor; hepsinin bir soluğu var ve adamın hayvana üstünlüğü yoktur; çünkü hepsi boş. Hepsi bir yere gidiyorlar; hepsi topraktandır ve hepsi yine toprağa dönüyorlar.” (Tevrat. Vaiz, 3/19-20) Ne var ki kimileri görünen gerçeklerden görünmeyene giderek bir Allah arıyor. Bu maddeyi de yaratan bir güç vardır diyor ve adını da Allah koyuyor. Şimdi bu konuda bilimsel veriler ne diyor. Bilim ise bu konuda şöyle söylüyor: “Hiçbir madde yoktan var olamaz; var olan da yok olamaz…” (Maddenin Sakınımı Yasası. Lavezion) Biz akılcı ve gerçekçi düşünenlere, hayallerinde yarattıkları bir sanal varlığı dayatıyorlar. Biz, bilimin verilerine mi inanmalıyız? Bilimsel olmayan söylemlere mi?... Ne var ki gerçek bu denli somutken bu gö- 158 SIRLARIN SIRRI rüşlerimizden ötürü bize kafa tutanlar çıkmaktadır. Ne gam!.. + 27. RAB’BI RAB İLE BULMAK İnsanlar 5 bin yıldan beri Allah kavramının niteliği üzerinde durmaktadır. Allah’ın ne demek olduğunu araştırmaktadır. Herkes kendi anlayışına göre bir Allah oluşturmuş; kimisi korku nedeniyle, kimisi sevgi nedeniyle Allah deyip yatmışlar, Allah deyip kalmıştır. Bu kavram daha çok din adamları ile sınırlı kalmıştır. Onların Allah anlayışı ile sıradan halkın Allah anlayışı birbirine uymamıştır. Halktaki Allah anlayışı öylesine bir tabu olmuştur; bir Allah tanımı yapmak onlara Allah’a başkaldırı gibi gelmektedir. Böylece halkın Allah anlayışı ile dinde derinlere dalmış kişilerin Allah anlayışı arasında uçurumlar oluşmuştur. Bu nedenledir ki dinde araştırmalarda bulunmuş kişilerin Allah hakkında söylediklerini halk anlamaz olmuştur ve kimi zaman da onları söyledikleri yüzünden öldürmüşlerdir. Konumuza bir örnekle açıklama getirmekte yarar var. Örneğin Hicretten sonra 245 yıllarda yaşamış olan ZÜNNÜN MISRİ şöyle demektedir: “Rabbımı Rabbım ile tanıdım. Rabbım olmasaydı onu asla tanıyamazdım.” (Prof. Dr. Cavit Sunar. ANA HATLARİYLE İSLAM TASAVVUFU TARİHİ. AÜ İlahiyat Fakültesi Yayınları. 143. 1978. s. 21) 159 SIRLARIN SIRRI
Burada Rabbim sözcüğünden amaçlanan
Allah; Türkçe deyimi ile Tanrı’dır. Tanrı’yı Tanrı ile
tanımak ne demek? Haydi, anlayabilirsen anla…
Bu anlamda bir başka veli de şöyle demektedir:
“O’nu kullukta arayan bulamaz. O’nu,
O’nunla arayan hemencecik buluverir.” (Ebu
Said. TEVHİDİN SIRLARI. Muhammed ibn Münevver. Kabalcı yayınları. 2003. s. 294) (Bakınız
yukarıda X4 Allah’ı Bulmak)
O’nu O’nunla aramak; yani, Allah’ı Allah ile
aramak ne demek?
Bu sözlerin anlamını bulmak için bu velilerin
ne demek isteğini anlamaya çalışmak gerektir.
Öncelikle Allah, Rab, Tanrı kavramından
ne anlamamız gerektiğini bilmemiz gerekir. . Bir
anahtar tümce olarak şu iki kavram üzerinde durabiliriz Rahmanî Şeytanî…
Anadolu’daki seyyar fotoğrafçılar; fotoğrafınızı çektikten sonra ilkin size benzemeyen bir
fotoğraf gösterir. Siz sorarsınız size benzemeyen
fotoğraf için: “Bu nedir, bu bana benzemiyor?”
Fotoğrafçının yanıtı ilginçtir. “Bu sizin fotoğrafınızın şeytanisidir. Rahmanisini az sonra vereceğim!”
Az sonra da size benzeyeni verir…
İşte insan yaşamında da bir Rahmani bir de
Şeytani davranışlar vardır.
Eğer insan genel ve ortak değerleri, olumlu
kavramları, yüce duygu ve düşünceler yüce olduğu için Tanrı sayılır. Bu kavramları yaşamına uygularsa Tanrı yolunda yürümüş olur…
160
SIRLARIN SIRRI
Yok, bu rahmani kavramlar yerine olumsuz
davranışları yönelirse; buna da Şeytani davranışlar denir… Ki böylece Tanrı’ya karşı gelmiş ve
Şeytan’a uymuş olur.
Şimdi yazımızı özetleyerek noktalayabiliriz.
Olumlu davranışlara, güzel duygu ve eylemlere,
yüce ve evrensel ilkelere din ilminde Tanrı denir.
İnsan bu amaçla doğru dürüst yaşamı yeğlerse
Rab’bı Rab ile bulmuş olur.
Doğru, dürüst yaşayanların kafası dinç olur.
Olumlu davranışlarından ötürü başı ağrımaz.
Kimse yaptığı işlerden ötürü kendisini ayıplamaz.
Böylece huzur ve güven içinde yaşar.
İnsanın amacı huzur ve güven içinde yaşamaktır. Korku içinde, huzursuzluk içindeki bir yaşam Cehennem ile ifade olur.
İşte Rab’bı, Rab ile bulmanın anlamı budur.
Bunu deneysel olarak test edebiliriz.
Deney için bir olumsuz davranışta bulunalım; görürüz ki huzurumuz kaçar tedirgin oluruz.
cehennem hali…
Bir de olumlu davranışta bulunalım; görürüz
ki vicdanen huzurlu oluruz, böylece de cennet’te
sayılırız.
Denenmesi, test edilmesi ile sözlerimizin
gerçekliği anlaşılır.
Sorun bu kadar basit…
+
28. ALLAH’A ÖDÜNÇ VERMEK
Önce Kuran’daki şu ayeti okuyalım:
“O halde Kuran’dan kolayınıza gele-
161
SIRLARIN SIRRI
ni okuyun. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a
gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için
önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız
Allah katında onu bulursunuz; hem de daha
üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere.
Allah’tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allah çok
bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (K. 73/20)
Demek ki din terimleri arasında bir de Allah’a
borç vermek varmıştır. Borç vermek terimi akla
hemen parayı getirir. Oysa bu borç vermenin para
ile ilgisi yoktur.
Bu borç verme, davranışla ilgilidir. Yerin
ve göğün maliki müflis bir tüccar mı ki bizlerden
ödünç istesin…
Allah’a ödünç vermek nasıl olur?
Her zaman söylendiği gibi din dili başkadır.
Din dili bilinmezse kutsal kitaplar anlaşılmaz. Kutsal kitaplardaki anlatımların çoğu değişmeceli ve
simgesel anlatımdır.
Kutsal kitaplardaki anlatılan Allah kavramı
da çoğu zaman değişmeli bir anlatımdır. Örnek
vermek gerekirse Kuran’daki Enfal süresi 1 ve 41.
ayetlerde ganimetlerin nasıl bölüşüleceği anlatılır.
1. Ayette: “Ganimetlerin hepsi Allah ve Peygambere aittir” denir.
41. ayette ise: “Ganimetlerin beşte biri Allah
ve Resulüne aittir.” denir.
Yerin, göğün maliki olan Allah ganimeti ne
yapsın?
Burada geçen Allah kavramı bizim zannımızda oluşan Allah değildir. Burada Allah kavramının
anlamı “yolda kalmışlar, yoksullar, dul kadınlar,
162
SIRLARIN SIRRI
yardıma muhtaç olanlardır…”
İşte Allah’a ödünç verme de bunun gibidir.
Bu ayette denmek isteniyor ki “Allah için olsun; iyilikte bulunuz. Kimsenin hakkına tenezzül etmeyin,
elinize, dilinize, belinize sahip olun. Bunları kendiniz için yapmıyorsanız Allah için yapın; yapın ki;
Allah, sizin bu olumlu davranışlarınızı karşılıksız
koymaz. Hani ne demişler: “İyilik yap, denize at!..
Balık bilmezse Halik bilir…”
İnsan yaşam boyunca ahlaka, doğruluğa,
dürüstlüğe, erdeme, iyiliğe saygı göstererek bunları kutsal kabul eder ve yaşamına uygularsa, bunun yararını görür zararını görmez…
Bunun testi yapılabilir. Doğru, dürüst, iyi
davranışlarda bulunan ve doğruluktan şaşmayan
bunun karşılığını muhakkak bulur; hiç olmazsa,
vicdanen huzur ve güven içinde olur… Bu olumlu
davranışları kendiniz için değil de Allah için yaparsanız Allah’a borç vermiş olursunuz…
Bunun Türkçesi şudur. Siz Salih ameller içinde olursanız Allah’ı borçlandırmış olursunuz…
+
29. ALLAH NE DEMEKTİR?
Ben söylemiyorum; Muhittin Arabi söylüyor. Okuyalım:
“Allah, âlem için ister heyûlâ (korkunç hayal) olan cevher gibi olsun ister olmasın, Tabiat’ın
kendisidir. Böyle olmakla beraber, unsurların üstünde olan şeylerle onlardan doğmuş şeyler de,
Tabiat’ın suretlerinden ibarettir.
Tabiat, Allah için ve Allah ile ve belki an-
163
SIRLARIN SIRRI
cak Allah’tır.
Hakikat, her suretle tek ve eşsizdir. Bundan
ötürü varlıkta eş yoktur ve bundan ötürü zıtlar da
olamaz. Zira tek olan şey, kendi nefsinin zıddı olamaz.
Âlemde her varlık, ancak, Hak’kın varlığıdır.
Çünkü biz, kendisinden âlemin zahir olduğu asılda Hak’tan başka bir şey bulmadık.
Âlem ise Hak’-kın sıfatları üzerinedir. Nispetler, kendi zıtları ile bilinirler, hâlbuki bu nispetlerin kendisine nispet olundukları Hak’kın vücudu
bilinemez. Çünkü vücut da ve bütün nispetler de
onun Ayn’ının gayri değildir. Böyle olunca, o, bütün nispetlere, izafetlere ve sıfatlara sahip olan tek
varlıktır.
Vücûd bakımından âlem, Allah’tan başka
değildir. Başka bir deyişle, varlığı ancak âlemin vücudu ile meydana çıkan, Allah’tır.
Âlem, Allah’ın bizzat kendi içinde ayırıp belirttiği suretler ve şekillerdir ve bunlar vücudu tamamıyla tüketmişlerdir.
Yani, Allah, yaratık adı ile adlanan ne varsa hepsinin içine sokulmuştur. Böyle olunca,
Allah her görenle görür ve her görünende görünür. Şu hâlde, Hak’kı Hak’tan Hak gözü ile
gören kimseler Hak’kı bilenlerdir.
Hak’kı Hak’tan Hak gözü ile görmeyip nefsinin gözü ile âhirette görmeyi uman kimseler
de câhildir.
Allah, bütün sınırlamayı ve kayıtlamayı kaplayan ulu varlıktır. Çünkü, Allah, kendi hakkında:
“Hangi tarafa dönerseniz Hak’kın yüzü orada
164
SIRLARIN SIRRI
görünür.” (K. 2/115) buyurmuştur.
Hakikat böyle olunca, Allah, Asıldır; Şey’dir;
Tanınan’dır; Bilinen’dir; Nur’dur...”.
Muhyiddin, sözlerine devamla,
“Allah’ın âlem ve âlemin Allah, daha
doğrusu, vücudun bir olduğunu” ve bu vücudun
Nur’dan başka bir şey olmadığını; Zulmet de bu
nurun. Derece derece kalınlaşmasından ve kabalaşmasından ibaret olup aslı olan nurdan ayrılmayacağını ve esasta, Nur ile Zulmet’in ayni şey
olduklarını ve böyle bir görüşe ulaşabilmek için de
toplam (Cem’) makamına yükselmek gerektiğini
açıklamakta” ve sözlerini şöyle bitirmektedir:
“Kâinatın satırlarını iyice düşün! Onlar sana
en yüksek varlıklardan (mücerred akıllar ve küllî
nefslerden) Risalelerdir.
Eğer, kâinatın satırlarını iyice düşünürsen
görürsün ki onlarda: (İyi bil ki Allah’tan başka her
şey bâtıldır.) diye yazılıdır”.
“Hayalde yaratılarak inanılan ilâhlar bir sınırla sınırlanmış oldular. Bu ilâhlar, kendi kullarının
kalplerine sığabilen ilâhlardır.
Hâlbuki Mutlak İlâh, hiç bir şeye sığmaz.
Çünkü o, eşyanın ayni olduğu gibi kendi nefsinin de aynidir. Hâlbuki her hangi bir şey hakkında o, kendi nefsine sığar veya sığmaz, denilemez.
Bunu iyi anla! Allah gerçeği söyler ve doğru yolu
gösterir”.
Muhyiddin’e göre, Allah hakkında her denen
şey doğrudur ve birlik (Vahdet) in ifadesidir. Çünkü vücutta yalnız Allah vardır. Bundan ötürü de
Muhyiddin şöyle demektedir:
165
SIRLARIN SIRRI
“Halk, Allah hakkında birtakım akideler edindiler; ben ise onların bütün akidelerini kendime
akide edindim.”
(Prof. Cavit Sunar ANA HATLARİYLE İSLAM TASAVVUFU TARİHİ 1978. s. 68-70)
Yukarıdaki satırları adını verdiğim kitaptan
aldım.
Din kitaplarını akılcı bir bakışla incelendiği zaman görülür ki Allah diye tanımlanan varlık
doğrudan doğruya doğadır, evrendir, maddedir…
Ancak bu maddenin Allah olarak nitelenmesi yanlıştır. Burada Allah yerine Yaratan nitelemesi daha
doğrudur. Çünkü yaratan maddedir. Madde doğmamıştır, doğrulmamıştır. Bu gerçek de Kuran’da
şöyle belirtilir: “De ki’ O Allah, doğurmamış
ve doğmamıştır. Hiçbir şey O’nun dengi olamaz…” (K. 112/3-4) Evren’in dengi var mı?
Bilim de bu gerçeğe şöyle değinir. “Hiçbir
madde yoktan var olamaz; var olan da yok
olamaz…” (Maddenin Sakınımı Yasası, Lavezion…)
Gerçek bu olunca doğaya, evrene, maddeye
Allah yerine Yaratan dememiz gerekir. Gerçekten
de aklı başında din adamları ve kutsal kitapları
Yaratan’ın dört unsur (anasır-ı Erbaa) olduğunu
ileri sürer: Ateş, hava, su, toprak.
Bütün canlılar bu dört öğenin bileşiminden
olmaktadır.
Bu durumda Allah’ı nasıl tanımlamalıyız. Allah denince yüce ve üstün olan ortak değerler akla
gelmelidir. Doğa ve toplum yasaları bizi bağlar.
Biz, doğa ve toplum yasalarına uymakla yüküm-
166
SIRLARIN SIRRI
lüyüz; bu yükümlülüklere uymadığımız takdirde
başımız derde girer.
Bunun yanında aklın, ahlakın, bilimin, erdemin, gerçeğin verilerini de üstün ve ortak değerler
kapsamına almalıyız. Bunları kutsallaştırarak yaşamımıza uygulamalıyız.
Ne demiş atalarımız “Akıl için yol birdir…”
Din ilminde de bu aklın birliğine tevhid denir…
+
Katkıda bulunanlar:
Ben ölürsem Allah da ölür.
Ben düşünemeseydim, Allah var olabilir miydi?
Allah mı düşünceyi yarattı, düşünce mi
Allah’ı?
Bilinmeyenleri Allah mı yarattı, yoksa bilinmeyenler mi Allah’ı yarattı?
Çok değil, 200 yıl evvel, telefon televizyon
yokken
İnsanlar bir gün gelecek, gaipten haberler
verecek deseler ne denirdi?
Şimdi gaipten haberler mi vermiş oluyor teknoloji?
Gaip oldukça hurafeler bitmez.
Akıl oldukça Tanrı’nın bitmeyeceği gibi.
Ney yapsın deli tanrıyı?
Ne yapsın tanrı deliyi?
Ben ölürsem aklım ölür,
167
SIRLARIN SIRRI
Aklım ölürse tanrı da ölür.
Allah’ı başka yerde arama,
Aklın varsa zaten Allahın orada.
Elinden gitmedikçe aklın,
Korkma ne tanrı ölür ne tanrıça.
Ama dinler öyle mi?
Uydurdukça uydur serbesttir hayalin…
Nasılsa hesap sorulmaz.
Hem Allaha inanacaksın hem dinlere,
Bu nasıl akıldır bre…
Şaşkınca sürekli din gönderene,
İnan bakalım Allah diye.
Saygı ile...
A.Dursun, 22.5.2010
+
30. ALLHAH’TAN KORKMAK
“Cüneyd’e göre Tasavvuftan maksat:
İnsanın,
Allah’ın takdirine bağlı olduğunu anlamak,
Bütün işlerin Allah’tan geldiğini bilmek,
Nefsi ihtirasların pençesinden kurtarmak,
Alışkanlıklardan vazgeçmek,
İnsanlık tabiatını elde etmek,
Duyulara hâkim olmak,
Aklın bütün meziyetlerini kazanmak ve hakikati öğrenip manen yükselmek ve iyi işler işle-
168
SIRLARIN SIRRI
mektir.” (Prof. Cavit Sunar ANA HATLARİYLE
İSLAM TASAVVUFU TARİHİ 1978. s. 44)
+
Tasavvufa Türkçe bir karşılık bulmak gerekirse özetle insanın eksiklerini görerek gidermesi
ve kendini olgunlaştırmaya çalışmasıdır. Bu olgunlaştırma ahlak bakımından, bilgi, bilgelik bakımından, davranışlarında erdemli olmak bakımından gereklidir.
İnsan yaşamında doğa yasalarına ve toplumsal kurallara bağlıdır.
İnsan, İşleri istediği gibi gitmediği zaman
kendini kaybetmemeli; aklını, içinde bulunduğu
koşulları değerlendirerek bir çıkış yolu bulmalıdır.
Buna din ilminde Allah’a büyüktür, denir…
Her zaman için bir çıkış yolu bulunabilir. Bu
çıkış yolu için aklın önemi büyüktür.
İnsan, daima kendi kendisi ile baş başadır.
Bu demektir ki insan nefis muhasebesi yapmalı;
“nerede yanıldım, nerede hislerime uydum, nerede kendime yakışmayacak bir davranış sergiledim…” diye kendini yargılamalıdır ve en önemlisi
haksız olduğu halde kendini haklı çıkarmaya çalışmamalıdır.
Duyguları ile değil aklı ile hareket etmeli.
Hislerine uymamalıdır. Öfke ile kalkan zararla oturur, demiş atalarımız Bunun için de daima yapılması gerekeni, kendi zararına da olsa yapmalıdır.
Çıkarı için hakkı tepelememelidir…
İnsan, bütün davranışlarında insana yakışan
edimlerde bulunmalıdır. Kendine yakışmayan bir
davranıştan kaçınmalıdır. İnsana yakışan itidaldir,
169
SIRLARIN SIRRI
sakin olmaktır
Cüneyd’in dediği gibi “Duyulara hâkim olmalı; aklın bütün meziyetlerini kazanmalı ve
hakikati öğrenip manen yükselmek ve iyi işler
yapmalıdır…”.
Buna din ilminde Allah yolunda olmak denir.
Doğru, dürüst, iyi, güzel davranışlarda bulunduğun takdirde korkulacak bir durum yoktur.
Ancak, doğru, dürüst, erdemli yaşayan kişinin
“Allah’tan başka kimseden korkmam!” demeye
hakkı vardır.
Ne var ki günümüzde ahlaksızı da, sahtekârı da, vurguncusu, soyguncusu, yalancısı da
“Allah’tan başka kimseden korkmam!” diyebiliyor,
ki bunların ne Tanrı bilgisinden ne de din duygusundan haberi vardır.
+
31. ZÂT-I İLÂHÎ
“Ibnü’l-Arabî eserinin (Fususu’nun) her bir
bölümünde vahdet’i vücûdun bir yaklaşımını,
Kur’ân ayetlerine dayandırarak ortaya koyar.
İbnü’l-Arabî, bu ve diğer kitaplarında iki ifade
tarzı kullanmaktadır.
Birincisi, Kur’ân nassının zahirî mantığından anlaşılan şeydir.
İkincisi ise, nassı kendisine tâbi kılan sûfînin felsefî yorumu olan bâtın dilidir.
“O’nun vechi müstesna, her şey helak
olacaktır.” (K. 28/78)
Ayet-i kerîmesindeki “vech” (yüz, çehre
170
SIRLARIN SIRRI
HB), fesâd ve değişmeye uğramadan bakî kalan zât-ı ilâhiyyedir.
Zât-ı ilâhî, haricî vücûd veya zahir âlem
diye isimlendirdiğimiz değişken ve başkalaşan varlık görüntülerinin mukabilidir.
(TASAVVUF İslâm’da Manevi Hayat.
EBU’L ALÂ AFÎFÎ Türkçesi: Ekrem Demirli -
Abdullah Kartal. İz Yayıncılık. İstanbul 1996. s.
69)
+
Zât-ı ilâhî din ilminde çok geçer. Zât-ı ilâhî
denince herkes hayalinde bir Allah canlandırır. Bu
canlandırma ise zanna dayanır. Kuran bu konuya çok sık değinir. Bir örnek vermek gerekirse şu
ayeti gösterebiliriz:
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.
Onlar zandan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.” (K. En’am.
6/116. Ayrıca şu ayetlere de bakabilirsiniz:
10/36, 66. 53/28))
Bu konuda Muhittin Arabi Özün Özü adlı kitabının 93. sayfasında aynen şöyle der:
“Allah, kulun zannına göre yapılan ilahtır.”
Oysa Allah terimi birçok kavramı kapsar. Allah rakamsal olarak tek değildir. Allah nitelik, vasıf
olarak tektir.
Bunu şöyle de açıklayabiliriz. İyi ile kötü arasında bir tercih (yeğleme) yapmak gerektiğinde iyi
olanı yeğlememiz Allah’ın tekliğini ifade eder. Yani
insan hem iyi olanı hem de kötü olanı sevemez…
171
SIRLARIN SIRRI
İnsan yaşamı boyuncu iyi ile kötü, doğru ile
yanlış, güzel ile çirkin, Hakk ile batıl, geçerli olan
ile geçerli olmayan kavramlar arasında bir yeğleme yapmak zorundadır.
Bu durumda insan; Hakk’ın gereğini yerine
getirince, doğru olanı, güzel olanı, iyi olanı yaparsa Allah’ı birlemiş olur ki buna din ilminde tevhit
denir.
Muhittin Arabî,zat-i ilahi konusunda şöyle
demektedir: İlahi zat: vahdet-i vücut nazariyesine
göre, âlemin (Doğa’nın, Evrenin) güzellikleridir.
Kısacası yaratan olarak maddeyi göstermektedir. Böylece Allah, bir anlamda, Doğa’nın,
Evrenin güzellikleridir. Doğa’da gördüğümüz bütün güzellikleri O’nun yüzüdür (vech-i)
Bir örnekle açıklamamızı sürdürelim. Allah
olan kadının-kızın kendisi değildir; yansıttığı güzelliktir.
Yine Allah olan İsa’nın, Muhammed’in kendisi değildir. Onlarda yansıyan mükemmeliyettir.
Muhittin Arabi’nin bu açıklamasını yineleyerek okumakta yarar vardır.
Böylece zihnimizdeki birçok karanlık nokta
açıklığa kavuşacaktır…
+
Katkıda bulunanlar:
Tanrı ne çektiyse, yarattığı varlıkların en aptalı olanından çekti.
O aptal varlık, kimi zaman insan oldu.
Kimi zaman insan görünümüne girdi.
Kimi zaman da yarattığı ilahların kutsal ki-
172
SIRLARIN SIRRI
taplarını beğenmedi yenileriyle değiştirdi.
İşte din budur.
İşte ilah budur.
Oysaki gerçek yaratıcı, insan denen ahmak,
beyinsiz varlığın elinde oyuncak olacağını bilse
yaratır mıydı?
Ha bire kitap yollayan tanrı olamaz.
Çünkü tanrı bir kez ol demiş, her şey bitmiştir.
Her inceliği, her hesabı düşünemeyen, şaşkınlıktan ne yaptığını bilmeyen, sürekli yeni fikirler
üreten bir tanrı ancak sürekli kitap yollar.
Hiç müfredatını şaşıran tanrı olur mu?
Ya diğer canlılar?
Neden insandan daha uyumludur?
Neden onlara sürekli bir kitap gönderilmez?
Yoksa asıl doğru yaşayan onlar, hatalı üretim biz miyiz?
Çünkü ilahi kitap onlarla birlikte ol dendiği
anda zaten içinde bulunduğumuz sonsuz güçtedir. Onlar artık bunu aramaya gerek duymayacak
kadar, sanki iradeli yaratılmıştır.
Öyleyse müfredatını sürekli değiştiren cambaz bir tanrıya inanma istenir?
Peki ben o tanrıya (yaratılmış tanrıya) neden
inanayım?
173
SIRLARIN SIRRI
Aklını kullananlara soruyorum.
Oyuncakçı dedenin bozuk imalatı gibi, dünya yeni tanrı, din icat etmek için, ha bire kitap yollayan bir ilaha kim, hangi aklı evvel inanabilir?
İşte insan elinden çıkan metinlerde bunu
açıkça ortaya koymuyor mu?
Tanrılara bakar mısınız?
Onlar bile ilah manyağı olmuş.
Yoksa ilahlar savaşı içinde, hastalıklı bir ilahın sakat yaratılmış, hatalı üretimleri miyiz?
Bunlar gerçekten tanrıdan geldi ise, bizlere
yazık değil mi?
Tanrılar, savaşını kendi aralarında yapsa
daha iyi olmaz mı?
Bizde tanrısal güç olmadan, onlarla nasıl
başa çıkabileceğiz?
Hem üstelik, ilahların tamamı da, yarattığı
kadın ve erkek cinslerin uçkurundan ellerini neden
çekmezler?
Sapık olan ilahlar mı, onları yaratanlar mı?
+
32. ALLAH KAVRAMININ KAPSAMI
Aşağıya Kuran’dan dört ayet alıyorum. Bu
ayetlerde Allah denince ne anlamamız gerektiği
174
SIRLARIN SIRRI
de tartışmaya yer verilmeyecek biçimde açıklanmaktadır.
“Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De
ki: Ganimetler Allah ve Peygamber’e aittir. O
halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah’tan
korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resulüne itaat edin.” (K. 8./1)
Bu ayette siyahla belirttiğim tümceye dikkatinizi çekmek istiyorum. Burada “Ganimetler Allah
ve Peygamber’e aittir.” deniyor ve bir oran belirtilmiyor. Ancak aynı sürenin 41 ayetinde, aşağıda
da görüleceği gibi, “…ganimet olarak aldığınız
herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a, Resulüne…” aittir denilerek bir oran belirtiliyor.
Burada dikkatli okuyucunun gözünden kaçmayan bir durum var. Geçmişi ve geleceği bilen,
her şeyi gören bir varlık nasıl olur da fikir değiştirir? Önce “ganimetlerin hapsi Allah’a ve Resulüne
aittir” denirken; sonradan “ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a, Resulüne…” aittir diye fikir değiştirilir. Bunun takdirini
düşünen okuyucularıma bırakıyorum.
Üzerinde durmak istediğim Allah denince
ne anlamak gerektiği hususudur. Ayetler dikkatle
okunduğunda Allah denince ne anlamamız gerektiği konusunda açıklama yapılıyor… Örneğin
aşağıdaki 8/41’de “onun akrabalarına yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir.” denerek Allah
denince ne anlamamız gerektiğine ışık tutuyor.
Yine 59/7’de bu konuya yeniden değiniyor.
“…ganimetler, Allah, Peygamber yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir.”
175
SIRLARIN SIRRI
Şimdi, bu açıklamalara göre aşağıdaki
ayetleri okuyabiliriz:
“Eğer Allah’a ve hak ile batılın ayrıldığı gün,
iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün (Bedir savaşında) kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin
ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin
beşte biri Allah’a, Resulüne, onun akrabalarına
yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her
şeye hakkıyla kadirdir. (K. 8.41) Ayet, Allah kavramına açıklık getiriyor zaten…
Aynı nitelemeler 59/8’de de dile getiriliyor:
“(Allah’ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan,
Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir.” deniyor… İşte ayet:
“Allah’ın, (fethedilen) ülkeler halkından
Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda
kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden
yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu
alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.
Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (K. 59/7)
(Allah’ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan,
Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve
Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir.
İşte doğru olanlar bunlardır.(K. 59/8)
Demek oluyor ki Allah kavramı; duruma
göre, koşullara göre oluşan genel, ortak, yüce ve
176
SIRLARIN SIRRI
kutsal değerleri kapsıyor. Öyle insanların sandığı
gibi; insanın dışında, uzayın herhangi bir yerinde, yeri yurdu belirsiz, dilediğini yoksul, dilediğini çoksul bırakan, dilediğinin suçunu bağışlayan,
dilemediğini cezalandıran bir Allah diye maddî bir
varlık yoktur.
Bakınız bu konuda Sadredden Konevi’nin
Ariflerin Aynası adlı kitapta ne deniyor (s. 28):
“Ey oğul! Senin kendin hakkında düşünmen, tefekkür ve teemmül etmen (derin derin
düşünmen) sana yeter. Çünkü senin haricinde
bir şey yoktur.”
Allah’ın ne olduğunu, nerede bulunduğunu
bilmeliyiz ki gerçeğe erişelim. Bu da araştırmakla
olur; taklitle değil…
+
33. İKİ CİHAN NE DEMEKTİR?
Din edebiyatında çok kullanılır. Haksızlığa
uğrayan kişi: “İki elim, iki cihanda da, iki yakanda…” der.
Bu ifadede anlatılmak istenen: “Öldükten
sonra, öbür dünyada da bunun hesabını senden sorarım!” demektir.
Oysa iki cihanın din edebiyatında anlamı
bambaşkadır. Ne var ki halk, dindeki anlatılmak
istenen iki cihan anlamına yapışmakta; gerçek anlamını anlamaya yanaşmamaktadır.
Şu an yaşadığım dünya birinci dünyadır (Birinci cihan); yarın ki, öbür günkü, bir hafta sonraki,
bir yıl veya daha sonra yaşayacağımız günler de
ikinci dünyadır (İkinci cihan)…
177
SIRLARIN SIRRI
Elbette bu sözü kullanır kullanmaz akla;
“Yani, şimdi biz öldükten sonra, öbür dünyaya gitmeyecek miyiz?” gelir…
Bilim de, din de şöyle demektedir: “Topraktan geldik toprağa gideceğiz…
Bu konuda tereddüdünüz varsa Tevrat. Vaiz.
3/19–21 ayetlerine bakabilirsiniz. Orada aynen
şöyle denmektedir:
“Hayvanlar nereye gidiyorsa insanlar da oraya gitmektedir.” Hayvanların öte dünyası olur mu?
Yalnız insanların öte dünyası olur… “
Kuran da Tevrat’ı onayladığına göre bu ayeti
kabul etmek zorundayız…
Bu öte dünya kavramı din ilminde önemli bir
kavramdır.
Öte dünya kavramına inanan bir kişi için kötülük yapmak, haksız kazanç sağlamak, iftira atmak, yalan söylemek, zina yapmak büyük günahtır. Öte dünya korkusu olan insan bu kötü işlemleri
yapmayacaktır… Öyle Allah büyüktür, günahımızı
bağışlar demek de cahilliktir.
İşlenen kötü hareketler, insanın ruhuna işler,
değil bir Allah bin Allah gelse işlenen günahı insanın ruhundan silemez. İşlenen kötü hareket insanı
ilelebet izler…
Bir de madde âlemi ve mâna âlemi vardır.
Gözümüze görünen bütün varlıklar madde âlimini simgeler; Ama bir de mana dünyası vardır. Bu
mana dünyası da iyiyi kötüyü ayırt etmeye, yapılması gerekenin doğrusu ne ise onu yapmaya yönlendiren düşünce ve duygulardır ki; buna da mana
âlemi denir.
178
SIRLARIN SIRRI
Mana âlemine dalanlar da madde âleminde
kolay kolay olumsuz davranışlarda bulunamaz.
Yaptığı takdirde de bunun acısını vicdanında çeker. Ateşler içinde kıvranır durur ki buna da Cehennem ateşi denir. Bunu nedenle denir ki “Herkes cehennemde yanacağı odunu kendi sırtında
götürür.” Bütün bunlar simgesel anlatımlardır elbette… Halkın anladığı anlamda değildir…
Eğer ikinci dünyada; huzur ve güven içinde
yaşamak istiyorsan bu gün için kötü davranışlarda
bulunmalıyız...
Çünkü yarını yapan bu günkü dünyadaki eylemlerimizdir.
+
34. HAK İNSANDADIR
Beyazıt ve bir Şeyh:
Beyazıt (Tanrı rahmet eylesin) hacca gidiyordu. Hangi şehre varsa, alışkanlık olarak, önce
oranın şeyhini ziyaret ederdi ve daha sonra başka
işlere girişirdi.
Basra’ya vardığında oranın şeyhini ziyaret
etti.
Şeyh ona sordu,
“Beyazıt nereye gidiyorsun?”
“Mekke’ye Tanrı evini ziyarete gidiyorum”
dedi.
Şeyh yine sordu,
“Yolluk olarak kaç paran var?”
Beyazıt,
“Yirmi dirhemim var” dedi.
Şeyh dedi, “Peki, kalk etrafımda yedi kez tur
179
SIRLARIN SIRRI
at ve o parayı bana ver”.
Beyazıt kalkıp paraları onun önüne koydu ve
şeyhi öptü.
Şeyh dedi,
“Gittiğin yer Tanrının evidir ama evin sahibi o ev yapıldığından bu yana orada görünmez; fakat bu gönül evi yapıldığından beri Tanrı buradan hiç ayrılmadı.”
(Mak.M.264; Chittick 141; az farkla Kon. II.
124
(Hz. Mevlana’yı Hakikatın Sırlarına Ulaştıran ŞEMS-İ TEBRİZÎ’NİN ÖĞRETİLERİ. Prof .
Dr. Erkan Türkmen NKM Yayınları. 3. Baskı, s.
101)
+
Şeyh : “Bu gönül evi yapıldığından beri
Tanrı buradan hiç ayrılmadı.” derken kendini
göstermiştir.
Burada Şeyh Kuran’daki 8/24 ayetindeki
“Allah, kişinin kalbi ile kendisi arasına girer!”
ayeti gereğince konuşmuştur.
Bu ayet gereğince bir hadiste de şöyle denilmektedir: “Hiçbir yere sığmadım; mümin kulumun kalbine sığdım.”
Dikkat edilirse burada insanın kalbine değil;
“mümin kulumun kalbine sığdım!” diyor.
Mümin kuldan maksat; kendini bilen, nefsini bilen, bütün kötülüklerden elini eteğini çekmiş,
doğruluktan dürüstlüktün, iyilikten başka bir ey
düşünmeyen, kimseye kötülük etmeyen kimseyi
incitmeyen bir insan demektir.
İşte Allah, bu tür temiz kişilerin kalbine yer-
180
SIRLARIN SIRRI
leşir.
Bu konuda Şeyh Bedrettin de şöyle demektir:
“Hakka erişmek demek, insanın kendi saf
varlığına erişmesi demektir. Ancak bu yolları
gösteren din adamlarına saygılı olmak yerinde olur…” (Bak. Görmediğim Tanrıya Tapmam.
Alevilik-Kızılbaşlık ve Materyalizm, 1996 İsmail
Kaygusuz, Alev Yayınları. s. 21)
Aynı kitabın 41.sayfasında da Nesiminin
şöyle bir şiiri vardır:
Hak teala varlığı âdemdedir.
Ev onundur ol bu evde demdedir.
Bildi şeytan bu sırrı gamdadır
O sebepten ta ezel matemdedir
Her ne yerde gökte var âdemde var
Her ne ki yılda ayda var âdemde var
Ne ki elde yüzde var kademde var
Bu sözleri fehmedenler âdemdir.
Şöyle demek istiyor:
Hak insandadır; insanın kendisi Hak’tır.
Bunların görüp sezenler olgunlaşmış insandır.
+
35. KİŞİYE HAYAT VERMEK
İslam Peygamberi, bir adama haber gönderiyor:
“Hemen gelsin!” diyor.
181
SIRLARIN SIRRI
O adam da:
“Namazımı kılar kılmaz geleceğim!” diyor.
Sonra adam namazını kılıp geliyor.
Bunun üzerine İslam Peygamberi adama diyor:
“Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi
çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun.” (K.
8/24)
Bu ayette; öncelikle, Allah ve Peygamber
(Resul) özdeşliğine dikkatinizi çekerim. Ancak;
şunu bilelim ve unutmayalım Almlah olan Peygamberin kendisi değildir; Allah olan ondaki olumlu özelliklerdir.
Ariflerin, Erenlerin, Peygamberlerin söyledikleri sözler sıradan sözler değildir. Bunların söyledikleri sözler İnsanın ufkunu açar, düşünce dünyasını değiştirir.. Düşünce dünyasında yeni yeni
dünyalar, anlamlar oluşturur.
İnsan, kendisine yeni ufuklar açacak sözleri
duyduğunda madde âleminden manâ âlemine geçer. Manâ âlemine geçen insan ahret dünyasını
da yaşamaya başlar. Yani, yaptığı davranışların
nasıl sonuçlanacağını hesaplar ve adımlarını ona
göre atar.
Kendisine hayat verecek sözleri dinleyen insan kötü davranışlardan, olumsuz duygu ve düşüncelerden, başına iş açacak eylemlerden kaçınır. Bu tür kişiler “ölümü” yaşamaz ve Tanrı katına
yükselir…
Ölüm demek fiziksel ölüm değildir. İnsan;
başına iş açacak, ahlaka, dine, hukuka aykırı davranışlarda bulunduğu zaman ölümü tatmış olur.
182
SIRLARIN SIRRI
Din ilmine göre her günah bir ölümdür. Günah işleyen her insan ölümü tadar. İncil’de bu durum şöyle ifade edilir:
“Günahın bedeli ölümdür!” (İncil. Romalılara. 6/23. Ayrıca Bkz. 5/12)
İnsan, kendisine hayat verecek sözleri yaşamına uyguladığı zaman kötülükten elini ayağını
çekmiş olur. Kötü davranışlardan, eylemlerden,
olumsuz duygu ve düşüncelerden, ahlaka ve yasalara aykırı işlerden kaçınır.
Böylece yeni bir hayat (yaşam) kazanmış
olur.
İncil’de bu yaşam “SONSUZ YAŞAM” olarak dile getirilir. (Bkz. İncil. Yuhanna; 5/24. 6/47.
Romalılara. 6/23)
Bu terimi mecaz anlamda anlamalıdır. Yoksa her insan ölümü tadacaktır.
Burada anlamamız gereken yaşamımızı
doğruluk, dürüstlük, güzel ve iyi davranışlar (Salih amel), duygu ve düşünceler üzerine kurarsak
günahı (ölümü) tatmayız. Burada kastedilen ölüm;
yapılan kötülükten rahatsız olmamak ve kötülüğe
bağışıklık kazanmaktır. Kötü davranışlarda bulunursak; ölüm vadisine adım atmış oluruz.
Hayat verecek sözleri duyan insan kötülükten yılandan, çıyandan kaçar gibi kaçtığı takdirde
yeni bir yaşam bulur ve sonsuz yaşama kavuşur…
Din dilinde ölüm kötü olanı yapmaktan rahatsız olmamaktır.
Özetle: Ölüm, kötülüğe bağışıklık kazanmaktır.
+
183
SIRLARIN SIRRI
Katkıda bulunanlar:
Benim yorumum biraz daha farklı bir açıdan
olacak belki yazının, işlenen konunun tam karşılığı
sayımlayabilir ifadeler kullanacağım ancak mecaz
anlamda ifadesi nedeniyle konuyu farklı bir alana
taşımış olacağımı sanmayarak açıklamalarımı şu
şekilde özetlemeğe cüret edeceğim. Her ne kadar
konu dışı girecek olsa dahi.
Sayın Balta’nın bahis konusu yaptığı ayete
tam olarak bakalım.
ENFAL SURESİ: 24 Ey iman sahipleri! Sizi,
size hayat verecek şeye çağırdığında, Allah’a da
resule de “Buyur deyin!” Şunu da bilin ki, Allah kişi
ile kalbinin arasına girer. Ve bilin ki, en son O’nun
huzurunda hasredileceksiniz.
Benzer anlamı içeren bir kaç ayete daha bakalım.
YASİN SURESI: 78 Kendi yaratılışını unutmuş da bize örnek veriyor. Ve bir de şöyle diyor:
“Şu çürümüş kemiklere kim hayat verecek?”
YASİN SURESI: 79 De ki: “Onlara hayatı verecek olan, onları ilk kez yaratandır. O, bütün yaratılmışları/her türlü yaratmayı çok iyi bilmektedir.”
Şimdi sayın Balta’nın şu tespitini görelim.
“...Bu terimi mecaz anlamda anlamalıdır.
Yoksa her insan ölümü tadacaktır. “
Bir nevi bu tespiti şurada doğrulanıyor
MUHAMMED SURESİ: 36 Şu iğreti dünya
hayatı, sadece bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman
eder korunursanız, Allah, ödüllerinizi verecek ve
sizden mallarınızı istemeyecektir.
Yani mecaz anlamdan gerçek anlama doğru
184
SIRLARIN SIRRI
bir yolculuğa çıkarsak (ki Kutsal Metinler adına)
ifade burada doğrulanmış oluyor.
İşin mecazi kısmından bakışla başka metinlere üç örnek verelim.
Mez.39: 5 Yalnız bir karış ömür verdin bana,
Hiç kalır hayatım senin önünde.
Her insan bir soluktur sadece, en güçlü çağında bile.
(ZEBUR): Mez.66: 9 Hayatımızı koruyan,
Ayaklarımızın kaymasına izin vermeyen O’dur.
Hepsi iyi güzel de bu ne anlama geliyor?
(ZEBUR) : Mez.49: 7 Kimse kimsenin hayatının bedelini ödeyemez, Tanrı’ya fidye veremez.
Özetle tanrı kavramını nasıl algılıyoruz ki,bir
çok konuda direkt kendi hatalarımızdan onu suçlaya biliyor, sorumlu tuta biliyoruz?
İster manevi, ister mecazi anlamda, istersek
maddi anlamda algılayalım, tüm kutsal addedilen
metinler insan elinden çıkmıştır.
Bir birinin kopyası gibi görülen bu metinler,
bu nedenle birbirinin aynısıymış gibi ifadelerle doludur.
Elbet ki manevi değerler olmalıdır.
Fakat bu değerler tanrı adına tanrıcılık oynayanların istediği gibi değil, direkt yaratanın bizlere
verdiği gerçek dinle (AKIL) olmalıdır.
“Benim dinim akıl,
Mabedimse vücudum” dur.
Gerisi bana masal gelir.
Sürekli olarak sevgi, dostluk, insanlık üzerine metinler yollayan bir tanrı varsa, o nasıl bir tanrıdır ki sürekli öldürün talimatı verebiliyor? Benim
185
SIRLARIN SIRRI
inandığım tanrı bu olamaz.
Bu nasıl bir akıl, nasıl bir inançtır?
Örneklerini daha evvel verdiğim için uzatmadan adreslerini versem ne anlatmağa çalıştığım
daha netleşecektir.
Sayın Balta’nın tespitlerine katılmakla birlikte, doğru olanın akıl ve insan birleşiminden geçtiğinin ispatı olduğuna inandığım şahsi tespitlerim
için zamanınız olursa lütfen bakınız derim.
Sağlık dileklerimle...
Ahmet Dursun, 21.9.2010
+
Sayın Ahmet dursun,
Önce sevgimiz olsun…
Katkıların için teşekkür ediyorum.
Her yazını kusursuz buluyorum.
Yukarıdaki yazınızı,
Söz konusu yazının altına alıyorum.
Çok güzel çalışmalarınız var.
Bu çalışmalarınız,
Benim de üzerinde durduğum konular…
Her nerede bir “öldür!” sözü geçiyorsa
Yakıştırılamaz o söz Tanrı’ya…
Bakış açımız: Akılcı, bilimsel, insancıl ve laiktir…
Bu açıdan ele alınmayan bütün konular eksiktir.
186
SIRLARIN SIRRI
Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgiler yeniden sana,
Av. Hayri Balta, 22.9.2010
+
36. ALLAH’IN YERİ
Tek tanrılı dinlerde Allah tanımı, aşağı yukarı, şöyledir:
“Eşi ve benzeri olmayan; bütün eksikliklerden uzak, her şeyi yoktan var eden, insanı
ve diğer canlı cansız her şeyi yaratan, koruyan, rızkını veren, gücüne ve büyüklüğüne
denk olmayan, her şeye kadir olan, yazgımızı
belirleyen; sonra da dilediğini kâfir, dilediğini
Müslüman eden, kâfir ettiklerini Cehennem’e,
Müslüman ettiklerini Cennet’e sokan, yaptıklarına akıl sır ermeyen, dokunulmaz (la yüssel)
bir varlık. ”
Bu tanım üzerine insan aklı ister istemez
soruyor: “Peki, bu var olduğu söylenen varlık
nerededir?”
Bu soruya klasik bir yanıt verilir: “Mekandan
ve zamandan münezzehtir!”; yani, zamanın ve
mekanın dışındadır…
Oysa Kuran bu konuda “mekandan ve zamandan münezzehtir!” dememektedir. Tanrı’nın
yeri olarak; olgun insanın; aklını, duygusunu,
düüncesini,sağduyusunu, vicdanını göstermektedir. Okuyalım:
“K. 2/186… Ve kullarım sana beni sorarlarsa... ben çok yakınım; bana çağırdığında,
çağrısına cevap veririm. Öyleyse benim çağ-
187
SIRLARIN SIRRI
rıma uysunlar ve bana inansınlar. Belki doğru
yola yönelirler.”
“K. 8/24 “… ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi
arasına girer ve yine bilin kİ, O’nun huzurunda
toplanacaksınız.”
“K. 17/60. Ve hani sana, ‘Rabb’in gerçekten bütün insanları kuşatmıştır’ demiştik.”
“K. 20/46 O dedi: Korkmayın. Evet ben sizinle birlikteyim; duyarım ve görürüm.”
“K. 50/16 ... Biz, ona şah damarından yakınız!...”
“K. 56/85 O anda, biz size ondan (ölümden) daha yakınız; ama göremezsiniz.”
Burada amaçlanan, dedim gibi, olgun insanın aklı, sağduyusu, vicdanıdır. Gerçekten de Allah; insanın içinden gelen ve kendisini doğruluğa,
dürüstlüğe, iyiliğe, olumlu kavramlara, güzel duygu ve düşüncelere yönelten duygu ve düşüncelerdir...
Bunun tersi duygu, düşünce ve eylemlere
kendini kaptıranları Kuran şöyle nitelemektedir.
Okuyalım:
“Kötü duygularını kendisine tanrı edinen
kimseyi gördün mü? Sen (Resulüm!) ona koruyucu olabilir misin?” (K. 25/43)
Ve Kuran insanların Allah anlayışı hakkında
da şöyle demekten kendini alamamaktadır:
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.
Onlar zandan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.” (K. 6/116)
Kuran’dan aynı konuda iki ayet daha:
188
SIRLARIN SIRRI
“Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz.” (K. 10/36)
“Hâlbuki onların bu hususta hiç bilgileri
yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç
şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.” (K. 53/28)
Bu arada Kuran’ın öne sürdüğü şu tanım da
çok dikkat çekicidir:
“Bu böyledir. Çünkü Allah, Hak’kın ta kendisidir… Onu bırakıp da taptıkları ise batıldır.
Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür.” (K. 31/30)
Hak ise; yapılması ve uyulması gereken
olumlu kavramlardır…
Bütün bunlarda çıkardığımız anlam ise
Allah’ı başka yerdi değil kendimizde ve yapacağımız edim ve eylemlerde aramalıyız.
Ve bilinmelidir ki Allah; Allah: Madde olarak
yoktur, mana olarak vardır. Varlık olarak yoktur,
kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, simge
olarak vardır. Somut olarak yoktur, soyut olarak
vardır. Zat olarak yoktur, sıfat olarak vardır.
İnsanların yaratmış olduğu sanal Tanrı’nın
ardına düşmeyelim.
Akıl, sağduyu, vicdan, hoşgörü ve insan
sevgisi gibi genel değerleri yüceltelim…
Tanrı; doğru, güzel, iyi, olumlu olan genel
doğrular, insansal duygular gibi bütün yüce değerleri kapsayan bir kavramdır. Gerisi HAYAL’DİR…
+
Hayri Ağabey,
Merhaba önce sevgi!
189
SIRLARIN SIRRI
Diyorsunuz ki:
“Akıl, sağduyu, vicdan, hoşgörü ve insan
sevgisi gibi genel değerleri yüceltelim; çünkü Tanrı; doğru, güzel, iyi, olumlu olan genel doğrular,
insansal duygular gibi bütün yüce değerleri kapsayan bir kavramdır”
Güzel. İlave olarak Kutsal Metinler şunu söylüyor:
“Bütün insanlar bilsinler ki bütün yeryüzünde yalnız SEN yücesin.” (Mezmur 83:18)
İsa Mesih: “Tanrı Ruhtur ve Ona tapınanların Ruhta ve Hakikatte tapınması gerekir.”
Sizin belirttiğiniz değerleri yücelterek ve Tanrının istediği hakikate göre tapınma, şekilci tapınma değil anlamında. Değerler konusu tam; fakat,
Yüce Yaratıcının KİŞİ olduğunu unutmayalım.
Teşekkürler, saygılar, sevgiler…
Mustafa Dinçer, 29.9.2010
+
Sayın Mustafa Dinçer,
Sunarım sana sevgiler…
Katkınız için teşekkürler..
İncil Tanrı konusunda şöyle der:
“Tanrı sevgidir.
Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar,
Tanrı da onda yaşar…” (İncil. 1. Yuhanna.
4/16-19)
İşte benim görüşlerimin kaynağı bu ayettir.
Bu tür ayet Tevrat’ta ve İncil’de yüzlercedir.
190
SIRLARIN SIRRI
Bu nedenle Hıristiyanlığa “Sevgi Dini” denir…
Ayette denmek isteniyor ki; nefret yerine
sevgiyi yeğleyin…
Nefret; olumsuz bir kavramdır.
Sevgi ise olumlu ve yüce bir kavramdır.
Siz; davranışlarınızda, olumsuz olanı değil
olumlu olanı yüceltin…
Sevgi, bir kavram mıdır, yoksa bir kişi midir?
Niçin, “Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar…” denir?
Dediğin gibi Tanrı kişi olsaydı; “sevgide yaşayan, nasıl Tanrı’da yaşar?
Tanrı’da nasıl insanda yaşar?
Bütün bunları; Tanrı’yı simgesel olarak
algılayanlar anlar…
Yine İsa, “Tanrı’nın Oğlu”dur denir.
Bu terim de şu anlama gelir:
“Ne mutlu sulh edicilere; çünkü onlar Allahın oğulları olarak çağrılacaktır.” (İncil. Matta. 5/9)
Demek ki sevgiyi yeğleyen, barıştan yana
olan Tanrı’nın çocuğu sayılacaktır.
Tanrı’nın çocuğu olmak için de:
Aklı, sağduyuyu, vicdanı, hoşgörü ve insan
sevgisi gibi genel değerleri, olumlu kavramları el
üstünde tutmak gerektir.
191
SIRLARIN SIRRI
Tanrı simgesel değil de kişi olarak algılansaydı.
Doğru, dürüst ve sevgide yaşayan insana
nasıl Tanrı’nın Oğlu denecektir?
Bizim bildiklerimiz için İncil’de şöyle denmiştir:
Sizin bu bildiklerimiz akıllılardan ve hikmetlilerden gizlenmiştir.
“Ey baba sana şükrederim ki; bu şeyleri
(bilgileri) akıllılardan ve hikmetlilerden gizledin.” (İn. Luka. 10/21)
Bize bu duygular yaratılışımızda verilmiştir…
Var sen, Allah’ı kişi olarak bil… Ben de yüce
değerler, olumlu kavramlar olarak bileyim.
Yaratan da Doğa’dır, Evren’dir, Maddedir diyeyim….
Senin ki sana, benim ki bana;
Yeter ki, görüş ayrılığı nedeniyle birbirimize
küsmeyelim…
Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgide yaşayan Tanrı’da yaşar,
Unutma!...
Av. Hayri Balta, 29.9.2010
+
Hayri Ağabey, önce sevgi size!
Teşekkürler. Ben de zaten sizin söylediklerinize ilaveten söylemiştim. Görüşünüz yanlış değil
bence de ama ben daha iyisini söylemiştim.
Salih zengin genç adam hikayesini unutma-
192
SIRLARIN SIRRI
yın, gençliğinden beri tüm yasaya uymuştu, bereket almıştı ama Mesih ona ne dedi sorusuna yanıt
olarak: “Sonsuz yaşamı miras almak istiyorsan,
1) Bütün malını yoksullara dağıt
2) Gel izleyicim ol!
O ne yaptı, gitti çünkü ÇOK MALI vardı.
Yasaya uyduğu için iyi durumdaydı madden ve
manen ama KAMİL, KUSURSUZ olma fırsatını
KENDİ görüşü nedeniyle KULLANAMADI. Mesih
ten özel ders alma fırsatını kaçırdı. (Umarım belki
sonradan düşünmüştür!).
Şimdi siz de sevgi dolu, hoşgörülü, bağışlayıcı olarak harika bir düşünce var.
Ben bunlar kötü demiyorum İLAVETEN daha
da Tanrıya yaklaşmak isterseniz gelin Hikmete
SAHİP olan, Kudrete SAHİP olan, Adalete SAHİP
olan ama SEVGİYE sahip olmayan SEVGİ OLAN
Yüce Yehova Tanrıdan özel ders alınız.
Sonsuz yaşam yakında başlıyor, yaşlıyım,
benden geçti demeyin 100 yaşında öğrenen kardeşlerimiz var.
Siz daha gençsiniz!
Sevgiler,
Mustafa Dinçer, 29.9.2010
+
37. ALLAH’I ANLAMAK
Bilgelerin ilk çözeceği sorun Allah kavramının ne anlama geldiğini bilmek olmalıdır. Bu konuda büyük sofilerden Zünnûn şöyle demektedir:
“İnsanların en aşağılığı Allah yolunu bilmeyenler ve bilmek istemeyenlerdir.
193
SIRLARIN SIRRI
Gerçekten Allah denince ne anlıyoruz, “Allah
yolu” denince aklımıza gelen nedir?
İnsan, Allah söz konusu olunca ne anladığını
sorgulamalıdır…
Bakınız Bu konuda Şeyh Bedrettin şöyle demektedir:
“Allah:
Allah, bütün eşya ve fiillerin kendisinden çıktığı ve kendisinin bütün kemallerle vasıflanmış olduğu Mutlak Vücut’tan ibarettir.
Bu Mutlak Vücûdun vücûdu Vâcib (Zorunlu)
bir ve ondan gayri olan bütün şeyler, ancak, onunla vardırlar.
Mutlak Vücûd, fiil ve etki bakımından
Tanrı’dır, Haliktır; etkilenme ve fiil kabul etme bakımından da âlemdir, mahlûktur (Yaratılan HB).
Allah’ın, meydana çıkıp görünmesine, zatî
meyli vardır ve bu meyil de (Muhabbet) ten ibarettir.”
(ANA HATLARIYLA İSLÂM TASAVVUF
TARİHİ. Prof. Dr. Cavit Sunar. Ank. İlahiyat Fakültesi Yayınları. Ankara. 1978 s.78)
Muhabbet (Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim.) konusunda ise Muhittin Arabi şöyle
demektedir:
“İşte, muhabbet eseri olan bütün bu âlemlerin hepsi tek bir nur deryasıdır ve bu derya durmadan dalgalanmakta ve tecellî etmektedir. Bu dalga
ve tecellî Zât’tan gelir ve yine Zât’a gider. Bu deryanın dalgasına (Mâsivâ) denir.
Derya kadîm, fakat, dalga hadistir (Sonradan olma HB). Baş ve son Hak’kın Vücûdudur. Kı-
194
SIRLARIN SIRRI
saca, Allah’tan başka fail, Allah’tan başka mevsuf,
Allah’tan başka mevcut yoktur.”
(ANA HATLARIYLA İSLÂM TASAVVUF
TARİHİ. Prf. Dr. Cavit Sunar. Ank. İlahiyat Fakültesi Yayınları.Ankara. 1978 s.66)
Gerek Şeyh Bedrettin’in ve gerekse Muhittin
Arabi’nin bu tanımları benim YARATAN dediğim
varlığı tanımlamaktadır, Gerçekten de bana göre
Yaratan: Maddedir; yani Doğa’dır, Evren’dir…
Yaratan yanında bir da Allah kavramı vardır.
İşte asıl anlamamız gereken kavram budur. Benim saptamama göre de Allah; yüce kavramlar,
üstün nitelikler, olumlu eylemler, duygular,
düşünceler ve edimlerdir. Sevgi, şefkat, bağışlama, yardımlaşma gibi olumlu kavramlar
yanında; bütün doğruluklar, dürüstlükler, iyilikler, erdemler Allah kapsamı içinde düşünülmelidir…
Bir örnek verelim: İncil’de şöyle denir:
“Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan, Tanrı’da
yaşar, Tanrı da onda yaşar…” (İncil. 1. Yuhanna. 4/16-19)
Bu ayette iki kavram vardır. Sevgi ve nefret…
Sevgiyi yeğleyen ‘(tercih eden) yüce kavramlardan olan sevgiyi baş tacı etmiş ve ona uymuştur. Nefret’e ise ruhunda yer vermemiştir. İşte
bu nedenle “Tanrı sevgidir. Sevgi’de yaşayan
da tanrı da yaşar” denmiştir.
Aynı konuda Kuran’da şöyle bir ayet var ki
bu tanım çok değerli ve uyulması gereken bir kavramdır. Bu kavrama uyan da Tanrı da yaşar ve
Tanrı da onda yaşar.
195
SIRLARIN SIRRI
İşte ayet:
“Çünkü Allah, Hak’kın ta kendisidir.” (Kuran. 31/30)
Ne demek oluyor? Hakka uyan, Hak’ka saygı
gösteren ve Hak’kı tepelemeyen her insan Allah’a
uymuş sayılır. Allah yolunda yürümüş sayılır…
Bu nedenledir ki Zünnûn:
“İnsanların en aşağılığı Allah yolunu bilmeyenler ve bilmek istemeyenlerdir.
Bilmem anlatabiliyor muyum?..
+
38. ALLAH’I BİLMEK
Allah’ı anlamak konusu bütün insanları, doğumdan ölüme, düşündürmüştür.
Düşünen her insan bu konuda bir fikir yürütmüştür.
Bu anlayış insanlık tarihi boyunca birçok
aşamadan geçmiştir.
İnsanlar kimden, neyden korkmuşsa onu yüceltmiştir.
Dağ, deniz, orman derken…
Medet ummuş yıldızlardan, aydan, güneşten…
Sonradan putlar girmiş işine içine…
İnsanlık bir süre de düşmüş putların peşine…
Sonradan tek tanrı girmiş işin içine,
196
SIRLARIN SIRRI
Bu da deva olmamış derdine.
Çünkü bu anlayış da mümin kafir diye,
İnsanları düşürmüş birbirine…
Bu kavrayışların hepsi de zanna dayanır.
Her insan zannına göre bir Allah yaratır…
Bunun ayrımına İslam Peygamberi varmıştır.
Kuran’da bu konuyu şöyle anlatmıştır:
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.
Onlar zandan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.” (K. 6/116)
“Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz.” (K. 10/36)
İşte, Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu
zannınız sizi mahvetti de hüsrana uğrayanlardan oldunuz. (K. 41/23)
“Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri
yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç
şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.” (K. 53/28)
İslam Peygamberi bununla da yetinmiyor.
Allah’ın arşını kürsüsünü (yani yerini…) de
gösteriyor.
“Ve bilin ki Allah kişinin kalbi ile kendisi
arasına girer!...” (K. 8/24) diyor.
197
SIRLARIN SIRRI
Bir adım daha atıyor.
Allah’ın tanımını da yapıyor.
“Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir.
O’nu bırakıp da taptıkları ise batılın ta
kendisidir.
Şüphesiz ki Allah büyüktür, yücedir…”
(K. 22/62) diyor…
Büyük olan, yüce olan: Akıldır, sağduyudur,
sevgidir, vicdandır…
Genel doğrular, insansal duygular, üstün değerlerdir.
Benim sevip, saydıklarım, taptıklarım ise işte
bu erdemlerdir...
Kuşkusuz Kuran’da bu tür ayetler daha çoktur.
Buna karşın zannına göre Allah yaratan da
çoktur.
Bunun nedeni din dilini bilmemeleridir.
Çünkü bütün kutsal kitaplarda anlatılanlar
simgeseldir…
Bu bilgiler “akıllılardan ve bilgililerden”
(İn. Luka. 10/21) gizlenmiştir.
Bu bilgiler yalnızca kendini Hak’ka verenlere
özgülenmiştir.
Sen söyle be Eren Bilge,
Allah bu bilgileri verir dilediğine…
198
SIRLARIN SIRRI
Ve yine: “Allah’ı ancak Allah bilir diyenin şüphesiz sâdık olduğunu ve ben ancak Allah’ı bilirim
diyenin de sâdık olduğunu bildik. Zira, vücutta
Allah’tan ve O’nun fiillerinden başkası yoktur”.
Ve yine: “Hakikî nur, hakîkatların hakikati
olan Allah u Taalâ olduğu gibi gerçekten mevcut
olan da Allah u Taalâ’dır...”
Kısaca. Gazâlî, Tasavvufî esaslardan bir
çoğunu (Kelâm) ilmine sokmuş ve Kelâm ilmi ile
Tasavvufî zevki birbiriyle uyuşturmağa çalışmıştır.
Fakat, onun en büyük gayesi, dini her şeyin üstünde tutmak olduğundan o bu uyuşturma gayretini
yine kendi baltalamıştır.”
(ANA HATLARIYLA İSLÂM TASAVVUF
TARİHİ. Prof. Dr. Cavit Sunar. Ank. İlahiyat Fakültesi Yayınları.Ankara. 1978 s.55
+
Burada Gazali’nin somut vahdet-i vücut anlayışını görüyoruz. Allah’ın birliğini vurguluyor. Var
olan Allah’tır; Allahtan başka bir varlık yoktur diyor.
Elbette insan Allah olamaz. Böylesine savda
bulunanların aklından zoru olsa gerektir.
Çünkü Allah bir soyut kavramdır; insan ise
somut bir biyolojik vardır.
Bu bakımdan insan Allah’ı temsil eder ama
bizatihi Allah olamaz; Allah olan insandaki mükemmelliktir. İnsan-ı kâmil dedikleri. Ancak Yaratan (Doğa, Evren) somuttur…
Bir de “Vücutta Allah’tan ve O’nun fiillerinden başkası yoktur.” Burada eksik bir anla-
199
SIRLARIN SIRRI
tım var. İnsandan zuhur eden iyi, olumlu eylemler
Allah’a mal edilebilir. Kötü eylemler onun eylemi
(fiili) sayılamaz. Anasını, babasını öldürenin, kızına tecavüz edenin, başkasının hakkını yiyenin,
yalan söyleyerek çıkar sağlayanın eylemini Allah’a
mal edebilir miyiz?
Kaldı ki din ilminde insan için, “Allah insana, ruhundan üflemiştir!” denir. Bu şu anlama
gelir. İnsan yüce bir varlıktır. Yüce varlık olduğu
içinde kendisinden kötü düşünceler, olumsuz eylemler zuhur etmemelidir.
İnsan, Allah’ı temsil ettiği düşüncesini aklından çıkarmayarak daima insanlara örnek davranışlarda bulunmalıdır; eğer Allah’a saygısı sevgisi
varsa...
Bir de kalıcı olan olumlu davranış ve düşüncelerdir… Kalıcı olmayan düşünce ve eylemler
yok sayılır. Mana aleminde saygınlık görmez…
Bu nedenle Gazali “Hakikî nur, hakîkatların hakikati olan Allah u Taalâ olduğu gibi gerçekten mevcut olan da Allah u Taalâ’dır...” demiştir. Bu demektir ki kötü duygular, düşünceler,
eylemler itibar görmez ve yok hükmündedir…
İnsanın kendini bilmesi, gerçekleri görmesi,
eksiklerini gidermesi onun Allah yolunda (mükemmeliyet) olduğunu gösterir.
Kendi eksiklerini görüp gidermeye çalışan
Allah’a hizmet etmeye başlamıştır. Önemli olan
insanın kötü duygu ve düşüncelerden arınarak
bilgelikte, erdemde, sevgide ilerlemesidir. Bu konuma giren insan Allah’ı bilme yolunda mesafe
alıyor demektir.
200
SIRLARIN SIRRI
Unutulmamalıdır ki Allah’ı bilmek Salih amelle (Güzel davranışlar…) sağlanır…
Muhyiddin’e göre, yaratılışın sebebi de (Muhabbet) tir. Buna da şu kudsî hadis delildir: “Ben
bir gizli hazîne idim bilinmeğe muhabbet ettim;
halkı bilinmem için yarattım...” Yani vücud, vâhidiyyet mertebesine inmekle zâtını ve sıfatlarım
bilmiş olmakla, dolayısiyle, zâtındaki kemallerini
meydana çıkarmak için muhabbet göstermektedir. Bu da A’-yân-ı Sâbite’de henüz yoklukta bulunan âlemin suretlere bürünüp hem kendi nefsine
hem de Hak’kın nefsine görünmeleriyle; başka bir
deyişle, Allah’ta kuvve hâlinde mevcut olan bütün
sıfatların kuvveden fiile çıkmalariyle mümkündür.
Başka bir deyişle, Muhyiddin’e göre, vücutta bir tek olan Hak’kın vücudundan başka vücud
yoktur ve olamaz. Âlemler, ancak, Allah’ın şuûn
ve tavırlarının tecellîlerinden ibarettir. Daha açık
bir deyişle, vücut birdir, bundan ötürü de yaratan
ve yaratılan aynidir. Muhyiddin, bu konuda şöyle
demektedir:
“1- Âlem, kendi nefsinde vücuda sahib değildir; bundan ötürü de, mevcut değildir. Yani, âlem,
hayâldir.
2. ‘Âlem, her an yeni bir tecellî ile var olmaktadır. Eğer tecellî bir an kesilse, âlemin varlığından eser kalmaz...”
(ANA HATLARIYLA İSLÂM TASAVVUF
TARİHİ. Prof. Dr. Cavit Sunar. Ank. İlahiyat Fakültesi Yayınları.Ankara. 1978. s. 66)
Ne mutlu Allah’ı bilmeye çalışanlara…
201
SIRLARIN SIRRI
+
39. ALLAH’A KAVUŞMAK
“Tasavvuf, gerçek yönü ile Allah’ı bilme yolunda transandantal bir tatmin iştiyakı (Özlemi…)
ve ihtirası olmaktan ziyade Allah’a kavuşma yolunda bir aşkın kemal (Olgunlaşma…) ve tatmini
iştiyakıdır.
Ve Allah, Zaman ve Mekândan münezzeh
olmakla beraber, her yerde hâzır ve nazır olduğundan ötürü de O’na belirli bir yoldan değil,
her yoldan ulaşılabilir. Ancak, bu yolların en
şaşmazı ve kestirmesi insanın kendi nefsidir.
Şöyle de diyelim:
Tasavvuf, pek mükemmel ve pek yüksek bir
duygulanma çeşidi; daha doğrusu, bir hayat şeklidir ve bu şekildeki hayatın da başlıca iki yönü vardır:
1- O, bir hayat prosesidir (Süreç…).
2- O, bir mistik (Bâtıni, kalben dindar…) algının tatminidir.
Mutasavvıfın hayat prosesi olması bakımından o, Allah’a doğru seyir ve sülük halleri içinde
Tasfiye, İşrak (Aydınlanma…), Vecd ve İstiğrak
(Dalma, kendini verme…) kademelerinden geçerek, şahsiyetin yeniden yapılışıdır.”
(ANA HATLARIYLA İSLÂM TASAVVUF
TARİHİ. Prof. Dr. Cavit Sunar. Ank. İlahiyat Fakültesi Yayınları.Ankara. 1978. s. 89)
+
Evet, Allah mekandan ve zamandan münezzehtir. Bu demektir ki Allah, yerin ve zamanın
202
SIRLARIN SIRRI
dışındadır. Ama böyle denmekle birlikte şöyle de
denmektedir: “her yerde hâzır ve nazır”dır…
Binlerce yıldır bu önerme söylenir durur. Bir
Allah’ın kulu çıkıp da “ Bu nasıl olur?” diye muhakeme yürütmemiştir. Bir ulu varlık her yerde hazır ve nazır olurken nasıl olur da yerin ve zamanın
dışında olur demeyi akıl edememiştir.
Böyle sıradan akılcı bir soruyu soranın dinden imandan çıktığına hükmedilir de ondan kimsenin sesi çıkmamıştır; Duyanın, dinleyenin inanmadan bu çelişkili önermeyi kabul etmesi istenmiştir.
Hem var hem yok nasıl olur da bir arada
olur…
Böyle bir inanış zihin bulanıklığından oluşur.
Zihni açık olan bu çelişkiye düşmez…
Yukarıdaki alıntıda önemli bir yanlışlık daha
yapılmaktadır. O da şudur: “O’na belirli bir yoldan değil, her yoldan ulaşılabilir.”
Tanrı’ya her yolla ulaşılmaz. Böyle bir yargı da zihin bulanıklığından doğmaktadır. Tanrı’ya
birçok yoldan ulaşılabilir ama her yoldan ulaşılamaz. Bunun kanıtı da şudur: İnsan kötülük yoluyla Tanrı’ya ulaşamaz; Tanrı’ya Salih amel (güzel
davranışlar, duygular, düşünceler…) yoluyla ulaşılabilir.
Evet, nasıl olur da mekanın ve zamanın dışında olan bir varlık her yerde hazır ve nazır olabilir? Allah değil ama Yaratan her yerde hazır ve
nazırdır…
Bütün dinlerde şeriatçılar Yaradan ile Allah’ı
karıştırırlar. Bu karıştırma nedeniyle de “Allah her
203
SIRLARIN SIRRI
yerde hazır ve nazırdır” derler. Oysa her yerde
hazır ve nazır olan Yaratan maddedir. Allah ile
Yaradan’ı karıştırdığımız içindir ki “Allah her yerde
hazır ve nazırdır!” diyoruz. Oysa Allah yalnızca insanın bulunduğu yerde vardır…
Kimi insan Allah’ın varlığını içinde duyar (hisseder); kimi insan ise, nefsinin, isteklerinin, hırslarının etkisi ile Allah’ın varlığını duyamaz (hissedemez) duruma gelir.
Bu nedenledir ki yukarıdaki alıntıda “Ancak,
bu yolların en şaşmazı ve kestirmesi insanın
kendi nefsidir.” denmektedir. Bu nedenledir ki
“Kendini bilen Allah’ı bilir!” denmiştir.
Musa Peygamber Allah’a “Kendini bana göster!” diye istekte bulununca Allah ona “Şu karşı
dağa bak!” demiştir. Bu din dili ile mecaz anlatımdır. Burada “karşıki dağ’dan murat Musa’nın
kendi kişiliğidir. Dağda ne var ki taştan topraktan
başta…
İnsanın nefsi, kendisi, dağ kadar büyüktür.
Allah’a ulaşmak isteyen dağ gibi büyük olan kendine, kendi nefsine bakmalıdır. İnsana yakışmayan davranışlardan arınmalıdır.
İnsanların Allah anlayışı Kuran’ın da açıkladığı gibi zanna dayanır. İncil’de insanların bu zanlarına aşağıdaki biçimde değinilir.
“Bana ibadet edip duruyorlar ama boşuna; çünkü öğreti olarak insan emirlerini öğretiyorlar.” (İncil. Matta 15/9)
İnsanların öğretilerinden sıyrılmak içinde
Kuran’daki şu ayeti değerlendirmemiz gerekir:
“Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü
204
SIRLARIN SIRRI
dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı
fıtrata (yaratılışta insana verilen özellik: Akıl,
mantık, kavrayış, önsezi, sağduyu, vicdan gibi
özellikler… HB) sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
(K. 30/30)
+
BİR AÇIKLAMA:
Din konusuna açıklık getirmeye çalıştıkça okuyucu yitirmeye başladım. İnsanlar nedense gerçekleri duymak istemiyor.
www.tabularatalanayalanabalta.com adresindeki sitemizi daha önceki günlerde yüz
yüzeli kişi tıklarken bu günlerde ziyaretçi sayısı üç kişiye düşmüştür.
İleti olarak 30 kişiye gönderdiğim yazılara
karşılık verenler ise en çok üç kişidir…
Ne diyelim? Kimseye zorla okutacak halimiz yok ya!..
+
Katkıda bulunanlar
Sayın Balta,
Yeter ki üzülme…
Üç olsun, temiz olsun…
Varsın 3-5 kişi okusun,
Okuyup anlamayanlardan kime ne fayda
gelmiş?
1400 küsur yıldır bizimkileri,
2000-5000 yıldır diğerleri
205
SIRLARIN SIRRI
Okumuş da ne olmuş?
Ben gerçekleri severim,
Yalandan hoşlanmam
Sözleri de masalarda kalmış…..
Sağlık diliyorum.
Okumuyorlar diye
Üzülme diyorum…
Ahmet Dursun, 4.12.2010
+
40. TANRI, ÖLÜ, DİRİ, CENNET ve CEHENNEM)
Sayın Öğreticim Prof. Dr. İlhan Arsel’e,
…
Mektubuma son verirken bazı konularda düşüncelerimi açıklamak istiyorum. Düşüncelerimi
açıklamaya Mesih İnanlılarla yaptığım bir konuşma ile başlayacağım.
İstanbul’a kitap almak için girdiğim bir kitapçının sahibi Mesih İnanlısı çıktı. İçerde birkaç Mesih İnanlısı daha vardı. Kitapları gözden geçirirken
benimle ilgilendiler ve konuşma çemberine aldılar.
Konuşmalarımız sırasında “Ebedî yaşam”a
inanıp inanmadığımı ve “Cennet-Cehennem
hakkında ne düşündüğümü” sordular...
Bu arada “Peygamberlerin günahsız” olduğunu ileri sürdüler...
Gerçek saygım nedeniyle doğru olanı inandığım gibi söyleme alışkanlığında olduğum için
konuşmama Neyzen Tevfik’in şu şiiri ile başladım:
206
SIRLARIN SIRRI
”Gözün hâlâ mı cennet bahçesinde, hur-i gılmanda,
Göremezsin cennet yüzü sen, gidersen bu
kafayla...”
(Bu dize tarafımdan değiştirilmiştir. Çünkü
şiirde küfür vardır. HB)
+
Şimdi gelelim Mesih İnanlıların sorularını sırasıyla yanıtlamaya:
Önce Ebedî Yaşam. Ebedi yaşam denince
bunların aklına öldükten sonraki cennete yaşayacakları sonsuz yaşam geliyor. Cennette ölmek yok
ya... Ebediyen yaşayacaklarını sanıyorlar. Oysa
bu anlayış gerçek dinsel düşünceye aykırıdır. Anlaşılan bunlar okudukları kitabı (İncil’i) anlamıyorlar.
Din ilmine göre yaşam ikiye ayrılır. Ebedî yaşam ve ebedî olmayan yaşam… Ölümlü yaşam
ölümsüz yaşam… Günlük dildeki söylenişi ile:
Olumlu yaşam, yaşam…
Eğer yaşantımızı olumlu kavramlar, genel
doğrular, ortak değerler, yüce erdemler doğrultusunda yönlendirirsek ebedi yaşama erişerek
ölümsüzleşerek….
Olumsuz yaşam, İncil’de şöyle anlatılır: “Günahın bedeli ölümdür!” (İn. Rom. 6/23)
Günah işleyen; yani, olumlu kavramlara, genel doğrulara, ortak değerlere, yüce erdemlere
önem vermeyen ve bunları yaşamına uygulamayıp tam tersini yapan her adam yaşadığı halde ölü
sayılır.