25 Aralık 2019

SIRLARIN SIRRI 2 NCİ BÖLÜM

SIRLARIN SIRRI 2 NCİ BÖLÜM
Örnek vermek gerekirse: Anaya, babaya ve toplumun kurallarına saygı bir Haktır. Evlenme çağına gelenlerin evlenmesi bir Haktır. Bilgelere, olgun insanlara saygı bir Haktır. Öğretmen ve Öğreticinin karşısındakinden edepli olmasını beklemesi bir Hak’tır. Tanık olunan bir olayda, aleyhine de olsa, doğruyu söylemek bir Hak’tır. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Şimdi ayete dönebiliriz. İslam Peygamberi, müşriklere “Allah, hakkın ta kendisidir. O’nun dışındaki taptıklarınız ise batılın ta kendisidir.” (K. 31/30) demektedir. 
Bu hitaptan şu çıkıyor: Sizin putlarınız aracılığıyla yöneldiğiniz Allah “batıl”dır; asıl Allah, Hak’tır diyor. İşte bu ifade yapılan en yerinde bir Allah tanımıdır. İnsanlar bu tanımı anlasa ve saygı gösterse dünyamız güllük gülüstanlık olurdu… Çünkü insanlığın huzur ve güven içinde yaşaması en büyük Hak’kıdır. Bütün inisiyeler Hak’kın dışında bir Allah tanımazlar. Öyle peygamber gönderen, kitap indiren bir SIRLARIN SIRRI Allah yoktur. 
Bunlar mecaz ve simgesel anlatımlardır. Hepsinin mecaz ve simgesel bir anlamı vardır. Hak, yaşantımızdan doğar; Hak’kı yücelterek ve onu kutsallaştırıp Allah olarak kabul edersek başımız ağrımaz. Hak’kın dışındaki bir Allah kavramı bizim zannımızdır… Şimdi ayeti yineleyebiliriz: “Allah, hakkın ta kendisidir. O’nun dışındaki tapılanlar ise batılın ta kendisidir.” (K. 31/30) + 7. YARATAN: DOĞA’DIR, EVREN’DİR… 
Kutsal kitaplarda aslımızın toprak olduğu ve topraktan gelip toprağa gideceğimiz söylenir. Bu oluşum dinsel deyimle bazı Batınî tarikatlarda Hak’a yürüme olarak ifade edilir ki doğru değildir. Doğrusu: İnsan yaşarken Hak’ka yürür; ölünce yürüdüğü yer topraktır… Ne var ki çokları bu gerçekleri kabul etmeye yanaşmaz. Yaşarken Hak’ka yürümek demek: İnsanın; ahlaka, edebe, erdeme, insanî değerlere göre yaşaması demektir. İşte buna Hak’ka yürümek denir. Fiziken ölenlerin Hak’k yürümesi söz konusu olamaz. 
İnsanın ve diğer canlıların topraktan yaratıldığı dört öge (anasırı erba) olarak anlatılır ki bu da; ateş (güneş), toprak, hava, su olarak belirtilir. Hıristiyanlıkta Haç çıkarma, bu dört ögeyi simgeler. Hıristiyanlar haç çıkarırken Yaratan’ın; ateş, toprak, hava ve su olduğunu anlatmak ister. Ne var ki bütün Hıristiyanlar haç çıkarmanın İsa’nın haca gerilmesinin simgesi olduğundan hem fikirlerdir. Kaldı ki bu haç çıkarma İsa’nın doğumundan öncede kullanılmıştır… Çünkü amaç dört öge’yi (enasırı erba); yani doğayı, evreni simgelemesidir. Bu görüşümü hem dinsel kitaplar ve hem de bilimsel veriler doğrulamaktadır. Bir örnek vermek gerekirse, bu konuda, Tevrat şöyle demektedir: “Çünkü âdem oğullarının başına gelen, hayvanların da başına geliyor ve başlarına gelen şey birdir; bu nasıl ölüyorsa, öteki de öyle ölüyor; hepsinin bir soluğu var ve adamın hayvana üstünlüğü yoktur; çünkü hepsi boş. Hepsi bir yere gidiyorlar; hepsi topraktandır ve hepsi yine toprağa dönüyorlar.” (Tevrat. Vaiz, 3/19-20). 
Ne var ki kimileri görünen gerçeklerden görünmeyene gidiyor ve diyor ki toprağı da yaratan bir güç var ki bu da Allah’tır diyorlar. Biz akılcı ve gerçekçi düşünenlere hayallerinde yarattıkları sanal varlığı dayatıyorlar. Sonra da “Allah bizi yoktan var etti!..” diyorlar. Bu hükme varanın kendileri olduğunu unutuyorlar. Bu hükme varanın babası İbrahim Peygamberdir… Yıldızlara, aya, güneşe bakmış ki batıyor. “Ben batanları sevmem diyor ve 39 SIRLARIN SIRRI kıyas, muhakeme, tahmin ve zan yoluyla bir Allah yaratıyor: “Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. Ay’ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi. Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben Hanif olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (K. 6/76-79) Bunları harekete geçiren bir var diyor ve bu güç de dünyayı yoktan var etmiştir, diyor. Görüldüğü gibi kıyas, muhakeme, tahmin ve zan. B Aklı, bilime uyar bir yanı yok… Oysa bu konuda da bilim şöyle diyor: “Hiçbir madde yoktan var olamaz; var olan da yok olamaz…” (Maddenin Sakınımı Yasası. Lavezion) Ne var ki gerçek bu denli somutken bu görüşlerimizden ötürü bize kafa tutanlar çıkmaktadır. Ne gam!.. + 8. ALLAH’A KAÇMAK Kuran’da şöyle bir ayet var. “Öyleyse ALLAH’a kaçınız. Ben, O’nun tarafından size gönderilmiş bir uyarıcıyım.” (K. 51/50) Allah’a kaçmak ne demek? 40 SIRLARIN SIRRI Allah terimi ile ne denmek istendiği bilinmezse Allah’a terimine açıklık getirilemez. Allah, karşı dağın yamaçlarında duran bir köyde duran bir varlık değil ki ona doğru koşasın. Allah’a kaçmak için onun ne olduğunu ve nerede bulunduğunu bilmek gerekir. Bir ayet de Allah’ın bulunduğu yer hakkında şöyle der: “Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer.” (K. 8/24) Kişinin kendisi ile kalbi arasına girmiş bulunan bir Allah’a nasıl koşacaksın? Akla, mantığa sığar mı böyle bir kaçış?.. Burada “Allah’ın kişi ile onun kalbi arasına girmesi” demek; insanda iyi ile kötü arasında bir seçme kudretinin olması demektir. Eğer insan, kötü olanı bırakıp iyi olanı yeğlerse Allah’a koşmuş olur. Çünkü Allah iyinin, doğrunun, güzelin, olumlu olanın, ortak değerlerin, yüce duygu ve düşüncelerin simgesidir. Buna, din ilminde rahmanî duygular denir. Bir de bu rahmanî duygular yanında şeytanî olanları vardır. Şeytanî duygular ise çirkin olanın, kötü olanın, yanlış olanın, simgesidir. Allah’ı; yüzümüzü kızartmayacak olumlu davranışlar, genel doğrular, yüce kavramlar, üstün değerler; doğruluk, Hak, Sevgi gibi yüce kavramlar olarak kabul edip, baş tacı yaparsak Allah’a koşmuş oluruz. Eğer çıkarımız gereği nefsanî duyguların etkisinde kalarak kötü olanı yaparsak Allah’tan uzaklaşmış oluruz… 41 SIRLARIN SIRRI Ama insan için esas olan “Allah’a doğru koşmaktır” Halk arasında bu oluşum şöyle dile getirilir. Eğer bir kişiye yalancı tanıklık etmesi dayatılırsa Allah korkusu olan kişi “Ben Allah’ı tepeleyemem!” der. Bu da ben kötü olanı yapamam demektir. Çünkü yalan söylemek kötü bir iştir. Şeytan’a uymaktır. “Ben yalancı tanıklık edemem!..” demek ise “Allah’a kaçmak” olur… Şimdi yukarıdaki ayeti daha kolay anlayabiliriz. Yalancı tanıklık etmektense; yani şeytana uymaktansa “Allah’a kaçmak!”; yani doğruyu söylemek daha iyi olanıdır. “Öyleyse ALLAH’a kaçan!” selamete erecektir. Vicdanı rahat olacaktır, huzursuzluk ve tedirginlik duymayacaktır. Bir insanın huzur ve güven içinde olması demek de Cennet’le simgelenir. İnsan sağ eliyle sağ kulağını göstermelidir; ama, görüyoruz ki insanların çoğunluğu sağ eliyle sol kulağını göstermektedir. + 9. ALLAH’I ARAYAN DA, ALLAH DEYEN DE İNSANDIR… İbrahim Peygamber Allah konusunda düşünüyor. Aya, Güneşe, Yıldızlara bakarak muhakeme yürütüyor. İşte muhakemeyi nasıl yürüttüğüne ilişkin örnek: “Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, 42 SIRLARIN SIRRI batanları sevmem, dedi. Ay’ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi. Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben Hanif olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (K. 6/76-79) Yukarıdaki ayetleri biraz dikkatlice okursak; İbrahim Peygamberin arayış içinde olduğunu görüyoruz. Önce yıldızlara bakıyor; “Hah işte Rabbim budur!” diyor. Sonra “Yıldız battı…” diyor Oysa yıldız bir gecede batmaz. Yıldızın batması ayları, yılları alır. Ama biz battı kabul edelim. Yıldızdan daha büyük olan Ay’ı görünce: “Hah, işte benim Rabbim budur!” diyor. Çünkü Ay, Yıldızdan büyük… Sonra bakıyor ki Ay da batıp gidiyor. “ Bu da Rab olamaz…” diyor. Sonra sabah oluyor; Güneş doğuyor. “Hah, işte benim Rabbim bu!” diyerek Güneş’i Rab olarak kabul ediyor. Ne var ki gün sonu Güneş de batıyor. Bunun üzerine “Ben batanları sevmem! Bana batmayan bir varlık gerek!” diyerek muhakeme yürütmeyi ilerletiyor. İbrahim Peygamber bu düşünceye bir gecede, bir gündüzde varmış olamaz. Demek ki; Yıldızlara, Ay’a, Güneş’e aylarca, yıllarca bakıp düşünmüş… Sonunda: 43 SIRLARIN SIRRI “Olsa olsa Ay’ın, Güneş’in ve Yıldızların da ötesinde bunları hareket ettiren bir varlık var ki; işte benim Rabbim o olabilir…” diyor. Ne var ki; Ay’ı, Güneş’i, Yıldızları gördüğü halde; bunları hareket ettiren varlığı göremiyor. “Ben görünmeyen bir Rab’be ibadet edemem!” diyeceğine; kendi hayalinde yarattığı bir varlığı Rab olarak kabul ediyor… İbrahim Peygamberin böyle bir yargıya varması 5 bin yıl öncesine varır. 5 bin yıldan beri insanlar görmedikleri, hayallerinde yarattıkları, bir Allah’ın ardına düşüyor… O’na türlü adlar, nitelikler, meziyetler, sıfatlar buluyor. Bu konuda aykırı görüş bildirenlerin üzerine yürüyor, olmazsa canına kıyıyor. Bu olayda bilmemiz gereken şudur: Allah’ı arayan da, Allah diyen de insan oluyor. İbrahim Peygamber; Ay olamaz, Güneş olamaz, Yıldız olamaz diye mukayese yapıyor, hayalen yarattığı bir Allah buluyor. Yani insan olmasaydı;bu muhakemeyi yürüterek Allah diyen de olmayacaktı. Yukarıdaki ayetleri biraz dikkatlice okursak; İbrahim Peygamberin arayış içinde olduğunu görüyoruz. Bu ayetlere göre İbrahim Peygamber bir Allah arıyor… Önce yıldızlara bakıyor; “Hah işte Rabbim budur!” diyor. Sonra “Yıldız battı…” diyor Oysa yıldız bir gecede batmaz. Yıldızın batması ayları, yılları alır. Ama biz battı kabul edelim. Yıldızdan daha büyük olan Ay’ı görünce: “Hah, işte benim Rabbim bu- 44 SIRLARIN SIRRI dur!” diyor. Çünkü Ay, Yıldızdan büyük… Sonra bakıyor ki Ay da batıp gidiyor. “ Bu da Rab olamaz…” diyor. Sonra sabah oluyor; güneş doğuyor. “Hah, işte benim Rabbim bu!” diyerek Güneş’i Rab olarak kabul ediyor. Ne var ki gün sonu Güneş de batıyor. Bunun üzerine “Ben batanları sevmem! Bana batmayan bir varlık gerek!” diyerek muhakeme yürütüyor. İbrahim Peygamber bu düşünceye bir gece bir gündüzde varmış olamaz. Demek ki; Yıldızlara, Ay’a, Güneş’e aylarca, yıllarca bakıp düşünüyor… “Olsa olsa Ay’ın, Güneş’in ve Yıldızların da ötesinde bunları hareket ettiren bir varlık var ki; işte benim Rabbim o olabilir…” diyor. Ne var ki; Ay’ı, Güneş’i, Yıldızları gördüğü halde; battığı için ben bunları Rab olarak kabul etmem diyen İbrahim Peygamber kıyas, muhakeme, tahmin ve zan yoluyla yarattığı Rab için “Ben görünmeyen bir Rab’be ibadet edemem!” diyeceğine; görünmeyen, kendi hayalinde yarattığı bir varlığı Rab olarak kabul ediyor… İbrahim Peygamberin böyle bir yargıya varması 5 bin yıl öncesine varır. 5 bin yıldan beri insanlar görmedikleri, hayallerinde yarattıkları, bir Allah’ın ardına düşüyor… O’na türlü adlar, nitelikler, meziyetler, sıfatlar buluyor. Bu konuda aykırı görüş bildirenlerin üzerine yürüyor, olmazsa canına kıyıyor. Oysa esas olan Rab’bi bilmektir. Hz. Ali bu konuda şöyle der: 45 SIRLARIN SIRRI “Ben bilmediğim Allah’a tapmam!”. İncil’de de bu anlamda bir ayet vardır: “Siz bilmediğinize tapıyorsunuz, biz bildiğimize tapıyoruz.” (İncil. Yuhanna. 4/22) İslam’ın esası olan şu sözleri anlamaya çalışalım ve unutmayalım: “Eğer Seni görmemişlerse, Seni nasıl bilebiliyorlar? Görmeksizin Seni bilmek imkansızdır. Senin görülmeni inkar edenler Seni bilmemektedir. Eğer bir kimsenin önünde Seni görmek yoksa kulluğa nasıl eğilim gösterir? Bu, ve “… nerede olursanız olun O sizinle birliktedir” (K. 57/4) in “tanıklığıdır.” Ey organlar, görme olmaksızın tanıklık imkansızdır! Öyle ki küfür Seni görmemek, İslam Seni görmektir.” (Tasavvuf. Kısa Bir Giriş.İz Yayınları 5. Baskı. William CHITTICK. Çeviren Turan Koç. s. 212- 213) İbrahim Peygamber’in yarattığı olaydan anlıyoruz ki: Allah’ı arayan da, Allah diyen de insan oluyor. Yani insan olmasaydı Allah diyen de olmayacaktı; görüldüğü gibi İbrahim Peygamber; Ay olamaz, Güneş olamaz, Yıldız olamaz diye mukayese yaparak hayalinde yarattığı görünmeyen bir Rab’be varıyor. + 10. TASAVVUF 46 SIRLARIN SIRRI Sayın … Önce sevgi sundum. İletinizi okudum, mutlu oldum... “Çok yakında çıkacak!” dediğinize göre Kazım Yardımcı ustamızın kitaplarını beklerim. Umarım gönderirsiniz; ben de, şimdiden de teşekkür ederim. Eğer Kazım Yardımcı dostumuz kendisine telefon etmeme izin vermiş olsaydı; “DİNİN ÖZÜ TASAVVUF başlıklı yazısında yansıttığı aydınlık görüşü; sitesindeki diğer yazılarında bulamadım....” diyecektim. Belki yanılıyor olabilirim. Ama şu unutulmamalıdır ki; insanlar, din için değildir; din insanlar içindir. Allah da, Peygamberler de, Kutsal kitaplar da insan içindir. İnsanın olgunlaşması (tekâmülü) içindir. Bir insan kendini bilince Rabbini bilir. Çünkü Allah, kendini bilen insanın içindedir. Aşağıdaki sıraladığım ayetler; bu görüşümle ilgili örnek ayetlerdir: 1. “Ve kullarım sana beni sorarlarsa... Ben çok yakınım; bana çağırdığında, çağrısına cevap veririm. Öyleyse benim çağrıma uysunlar ve bana inansınlar. Belki doğru yola yönelirler.” (K. 2/186) 47 SIRLARIN SIRRI 2. “Ve bilin ki, Allah, kişi ile kalbi arasına girer.” (K. 8/24) 3. “Ve hani sana, ‘Rab’bin gerçekten bütün insanları kuşatmıştır’ dedik.” (K. 17/60) 4. “O dedi: Korkmayın. Evet, ben sizinle birlikteyim; duyarım ve görürüm.” (K. 20/46) 5. “... Biz, ona şah damarından yakınız!...” (K. 50/16) 6. “Kesin olarak inananlara, yeryüzünde nice göstergeler vardır, kendi içinizde de; artık görmüyor musunuz?” (K. 51/21) 5. “O anda, biz size ondan (ölümden) daha yakınız; ama göremezsiniz,” (K. 56/85) Bir de hadis vardır bu konuda: “Hiçbir yere sığmadım; mümin kulumun kalbine sığdım.” anlamında… Bunun yanında doğa yasaları, toplum kuralları da Tanrı kapsamındadır: Ayrıca şu da bilinmelidir ki “Allah ölülerin Allah’ı değil; ancak, dirilerin Allah’ıdır.” (İncil. Mat. 22/32. Mar. 12/27. Luka, 20/38) Bu demektir ki öyle ölüp de mezara girdiğimiz de bizden hesap soracak bir mercii yoktur. İnsan olgunlaşmışsa kendi kendini sorgulayacaktır… Kuran, hesap sormayı şu ayetle açıklamaktadır:: “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” denilecektir. (K. 17/14) 48 SIRLARIN SIRRI Allah, fiziksel olarak ölmüş insanlar için olmadığı gibi; yaşadığı halde ölü olanlar için de söz konusu değildir. Allah, yaşarken ölü değil; diri olanlar içindir… Allah: Madde olarak yoktur, mâna olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, düşünce olarak vardır. Somut olarak yoktur, soyut olarak vardır. Zat olarak yoktur, sıfat olarak vardır. Tanrı; zat (kişi) olarak yoktur; insanın, sağduyusu, vicdanı ve öngörüsü olarak vardır. Bunlar da insanlığa ters düşmeyen davranışlardır. Ayrıca; Peygamber gönderen, kitap indiren insanın dışında maddi bir varlık olarak Allah da yoktur. Bunların hepsi mecaz anlatımdır. İşte bir din adamı asıl bu gerçekleri öğrenmekle ve insanlığa açıklamakla yükümlüdür. Cennet de, cehennem de, hesap verme de yalan değildir; ama hepsi insan yaşarken ve de “diri” olanlar için son konusudur. Yaşadığı halde “ölü” olanlar için Cennet Cehennem söz konusu değildir. 49 SIRLARIN SIRRI Ne demişti Mevlana: “Dünle söylenen dünle geçti cancağızım. Bu gün için yeni şeyler söylemek lazım.” Allah; mecaz bir anlatımdır. Üstesinden gelemeyeceğimiz Doğa yasaları ve toplum kuralları yanında; akıl, mantık, sağduyu, vicdan yoluyla insanları iyiliğe yönelten duygudur. Bu duygu, insanın içinde bulunur. Din ilminde bunun adı: Ruhül Kudüs=Cebrail=Vahiy=İçe doğuş olur… Yukarıdan beri tanımını yaptığım bu Tanrı tanımı; sorumluğunu idrak eden ve doğru ile eğrinin, güzel ile çirkinin, yalan ile doğrunun, batıl ile gerçeğin, hurafe ile bilimin, iyi ile kötünün ayrımında olan insanlar için söz konusudur. Yani; “Ölüler” için değil, “Diriler” için söz konusudur. “Ölüler” için dinsel sorumluluk söz konusu değildir. Küçük çocuklar, beyinsel özürlü olanlar ve de hayvanları Tanrı’ya karşı sorumlu değildir. Bu tanıma göre peygamber gönderen, kitap indiren bir Tanrı yoktur. Bunların hepsi mecaz anlamı vardır. Tanrı sözleri ise nefsine hâkim olan ve kendini yetiştirmiş bilge kişilerin insanlığa yol gösteren sözleridir. 50 SIRLARIN SIRRI Bu sözler insanı; doğru dürüst olmaya, iyi olanı yapmaya yöneltir… Bu güzel sözleri kim söylerse söylesin;.bunlara, Tanrı Sözü (Tanrı Kelamı) denir. .. Öyle; Müslüman’ım, Hıristiyan’ım, Yahudi’yim deyen her insanın; Allah’la, dinle, kutsal kitaplarla ilgisi yoktur. Bunların söyledikleri sözler kurudur. Din; insanın yaşam yöntemini belirleyen akılcı bir dünya görüşüdür. Akla, ahlaka, bilime, insan sevgisine, mantığa, sağduyuya, vicdana aykırı davranan ilkesiz, kuralsız insana dinsiz, ölüdür. En tehlikeli insan; başkalarının inançlarına saygısı olmayan insandır. Ne dediğimi anlamak için. Kuran’ın 2/272 ayetine bakılmalıdır: “Onların hidayete ermesi senin üzerine bir yükümlülük değildir; zira Allah dilediğini doğru yola getirir.” (K. 2/272) Akılcı, bilimsel, çağdaş verilerden yoksun bir dinin öğretilerini yayanlar Allah’la insan arasına girmiş sayılır… Günümüzdeki bütün dinler; insanı, Allah’tan uzaklaştırmak için elinden geleni yapmıştır. Bunların hepsi Allah’la kul arasına girmişlerdir. 51 SIRLARIN SIRRI Bunların hepsi de şu an Cehennem’dedir. Ben böyle dinden de, dindarlardan da; aklıma, mantığıma, sağduyuma ve vicdanıma (Allah’a) sığınırım. Aklı kullanmayan insanın dininin de olmadığına inanırım. Bana yanıt verdiğiniz için teşekkürler… Her şey gönlünüzce olsun; saygılar, sevgiler…... * 11. DİNİN ÖZÜ Süleyman Ateş hocamız: “Allah sevgisi açıklanamayacak sır, görünemeyecek manevi bir iştir” diyor (Bk. Vatan. 8.9.2008) İki gün sonra da Süleyman Ateş hocamız: “Dinin özü, Allah’ın gönülden sevmektir!” diyor. (Bk. Vatan. 10.9.2008) Hani “Allah sevgisi açıklanamayacak sır, görünemeyecek manevi bir işti…” “Allah sevgisi açıklanamayacak bir sırsa; görünemeyecek manevi bir işse” Allah’ı nasıl sevmeli… Elbette Allah’ı, hayali bir varlık olarak algılarsan O’nu sevme olanağı da bulamazsın. O’nu sevmeyi yalnızca savm (oruç), salat (namaz), haç, zekat ve kelime-i şahadet olarak algılarsın. 52 SIRLARIN SIRRI Bu ibadet türlerini yerine getirdiğin takdirde de Allah’ın sevgisini kazandığını ve de Cennet’i garantilediğini sanırsın. Allah kavramını açıklığa kavuşturmadan dinin özüne inilemez. Dinin özü bilinmeden “Tevhid İlkesi”ne girilemez… Allah, insanın hayalinde yarattığı bir varlık değildir. Allah, manâ âleminde kullanılan bir terimdir. Bu önermemizi Kuran’dan bir örnekle açıklığa kavuşturabiliriz. (Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler Allah’a ve Resûlüne aittir. O halde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.” (Bk. K. 8/1) Bu ayette “Ganimetler Allah’a ve Resülüne…” deniyor. Yerin - göğün maliki olan Allah’a ganimeti veriliyor. Demek ki burada Allah denirken başka bir durum anlatılmaya çalışılıyor. Buradaki Allah kavramı: Darda kalmışları, dul olanları, yoksulları, yolda kalmışları, yardıma muhtaçları, yetim çocukları kapsıyor. Nitekim şu ayet de Allah kavramına açıkla- 53 SIRLARIN SIRRI ma getiriyor: Altını çizdiğim satırları dikkatle okumak gerekiyor: “Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. (Diy. K. 8/41) deniyor. Görüldüğü gibi Allah kavramı insanların hayalinde canlandırdıkları gibi bir varlık değildir. Mecazlar anlamlıdır. Şimdi konuya biraz daha açıklık getirerek Allah kavramının neleri kapsadığını anlatmaya çalışalım. Artık bu tür Allah tanımlarını görmeye alışalım… Bir toplumda; dürüst davranışlar, genel doğrular, olumlu kavramlar, ortak değerler, insanlık yararına eylemler, yüce duygu ve düşünceler Allah kapsamı içindedir. Bunlar genel kabul gördüğü için ortak beğeni kazanır ve bu ortak beğeni yüceltilerek “Allah Katı” olarak ifade edilir. Bu aynı zamanda yüksek aklın, kamunun vicdanının kabul ettiği ortak değerlerdir. İnsanları; doğruluğa, dürüstlüğe, güzel ahlaka dayanan yaşama yöneltmek için bu saydığım kavramlar el üstünde kabul edilir. . Zaten bütün dualarda eller göbek hizasında 54 SIRLARIN SIRRI getirilir. Bunun anlamı; dürüst davranışlar, genel doğrular, olumlu kavramlar, ortak değerler, insanlık yararına eylemler, yüce duygu ve düşünceler göbekten çizilen bir sınırla iyiler üstte alınır; Kötüler kavramlar ise göbek hizasından aşağıda sayılır. Böylece iyi ile kötü arasına bir sınır çizilir… İyi kavramlar üstün kabul edilerek yüz göz sürülür. İnsanların dua ettikten sonra avuçlarının yüzlerine sürmelerinin anlamı budur. Kötüler reddedilir, iyilere yüz sürülür. Toplum yaşamında; doğruluk, dürüstlük, iyilik, güzellik, adalet, özgürlük, eşitlik ilkelerinin zıddı olan olumsuz kavramlar da vardır. İşte insan bu olumsuz kavramları değil de az yukarda saydığım; adalet, doğruluk, dürüstlük, eşitlik, güzellik, iyilik, özgürlük, gibi ilkeleri yaşamına uygulamalıdır. Böylece ikilikten kurtularak birliğe ermiş olur. Bu saydığım ortak değerler bütün insanlıkça yüce kabul edilir. Buna da Allah birliği ve tekliği denilir. Çünkü bu üstün değerler bütün insanlıkça kabul edilmiş ortak ve yüce değerler dir. Kimi bu yüce değerleri yaşamına uygulayarak; adaletten, doğruluktan, dürüstlükten, eşitlikten, iyilikten ayrılmaz. Bu ilkeleri yaşamına uygulayanlar Şeytanın dölü sayılmaz. Bu şekilde yaşayanlar, hangi dinden olursa olsun, Allah yolunda sayılır… Kimileri de kendi çıkarı için bu ortak değerlere aldırış etmeyerek olumsuz kavramlara sarılır. Bunlar ise dediğim gibi “Şeytan’ın dölü” sayılır. Kendi çıkarını üste tutarak kötülüğe değer verenler ise Allah’a şirk koşmuş olur… Yüce değerlere, üstün kavramlara önem verenler Allah yolunda… Önem vermeyenler ise gelirler Şeytan’ın oyununa… Yoksa Museviliğin, İseviliğin ve Muhammediliğin sayısal anlamda Allah’ı tek ve bir varlık olarak algılaması ve hayallerinde yarattıkları bu varlığa tapmış olmak için Havra’ya, Kilise’ye, Camiye giderek ibadette bulunmasının Allah’ın birliğini (tevhit ilkesini) kabul etmekle bir ilgisi yoktur… Eğrinin yanında doğru; kötünün yanında iyi, yalan yerine gerçeği söyleyen, doğru dürüst, erdemli insanlara Allah’ın velisi denir. Allah’ın velisi, Allah’ın korumak için canını verir. 56 SIRLARIN SIRRI Bunlar Allah’ın koruyucusu; velisi olduğu için; Allah da bu velileri korur… Yoksa öyle dünyadan elini eteğini çekmekle, gecesini gündüzünü ibadete vermekle Allah’ın velisi nasıl olunur. Allah’ı korumak demek: İnsanın, dürüst davranışlara, genel doğrulara, olumlu kavramlara, ortak değerlere, insanlık yararına eylemlere, yüce duygu ve düşüncelere sahip çıkarak yaşamına uygulaması demektir. Allah’ı korumak demek: Doğruluğa, dürüstlüğe, güzel ahlaka dayanan yaşama yöneltmektir. Böylece Allah’ın koruyucusu olursun. Yani Allah’ın velisi olursun. Yani Allah’ı (Adaleti, doğruluğu, dürüstlüğü, eşitliği, güzelliği, iyiliği, özgürlüğü ilâhir ve bu olumlu kavramlar saymakla bitmez…) korumuş olursun… Bilinmelidir ki Allah kavramı; erdemli üstün olan, yüce olan davranışların tümünü kapsar. Bu ilkeleri yaşamına uygulayan bizzat Allah’ı yaşar. Bütün insanların yukarıda sayılan olumlu kavramlara, genel doğrulara, yüce değerlere; adalete, doğruluğa, dürüstlüğe, eşitliğe sahip çıkmasına tevhit ilkesi denir. Bir insanın; kendini, başka dindekileri imana 57 SIRLARIN SIRRI davetle yükümlü sanmasının tevhit ilkesi değildir. Bu anlattıklarım dinin özüdür… Huzur ve güven içinde yaşamak isteyenler: “Dinin Özünü” özümsemelidir… + 12. TANRI, ÖLÜ, DİRİ, CENNET ve CEHENNEM Sayın Öğreticim Prof. Dr. İlhan Arsel’e, … Mektubuma son verirken bazı konularda düşüncelerimi açıklamak istiyorum. Düşüncelerimi açıklamaya Mesih İnanlılarla yaptığım bir konuşma ile başlayacağım. İstanbul’a kitap almak için girdiğim bir kitapçının sahibi Mesih İnanlısı çıktı. İçerde birkaç Mesih İnanlısı daha vardı. Kitapları gözden geçirirken benimle ilgilendiler ve konuşma çemberine aldılar. Konuşmalarımız sırasında “Ebedî yaşam”a inanıp inanmadığımı ve “Cennet-Cehennem hakkında ne düşündüğümü” sordular... Bu arada “Peygamberlerin günahsız” olduğunu ileri sürdüler... Gerçek saygım nedeniyle doğru olanı inandığım gibi söyleme alışkanlığında olduğum için konuşmama Neyzen Tevfik’in şu şiiri ile başladım: ”Gözün hâlâ mı cennet bahçesinde, hur-i gılmanda, Göremezsin cennet yüzü sen, gidersen bu kafayla...” (Bu dize tarafımdan değiştirilmiştir. Çünkü 58 SIRLARIN SIRRI şiirde küfür vardır. HB) + Şimdi gelelim Mesih İnanlıların sorularını, sırasıyla, yanıtlamaya: Önce Ebedî Yaşam. Ebedi yaşam denince bunların aklına öldükten sonraki Cennet’te yaşayacakları sonsuz yaşam geliyor. Cennette ölmek yok ya... Cennet’te ebediyen yaşayacaklarını sanıyorlar. Oysa bu anlayış gerçek dinsel düşünceye aykırıdır. Anlaşılan bunlar okudukları kitabı (İncil’i) anlamıyorlar. Din ilmine göre yaşam ikiye ayrılır. Ebedî yaşam ve ebedî olmayan yaşam… Ölümlü yaşam ölümsüz yaşam… Günlük dildeki söylenişi ile: Olumlu yaşam, olumsuz yaşam… Eğer yaşantımızı olumlu kavramlar, genel doğrular, ortak değerler, yüce erdemler doğrultusunda yönlendirirsek ebedi yaşama erişerek ölümsüzleşiriz… Olumsuz yaşam, İncil’de şöyle anlatılır: “Günahın bedeli ölümdür!” (İn. Rom. 6/23) Günah işleyen; yani, olumlu kavramlara, genel doğrulara, ortak değerlere, yüce erdemlere önem vermeyen ve bunları yaşamına uygulamayarak tam tersini yapan her adam yaşadığı halde ölü sayılır. Günahın ölçüsü ise: Sağduyumuzu rahatsız eden, vicdanımızı sızlatan ve utanç nedeniyle insanlardan saklamaya çalıştığımız her davranışımız günah sayılır. Bu günahı işleyen her kişi ise din ilmine göre “ÖLÜ” sayılır ve Ebedi Yaşam’dan yoksun kalır. 59 SIRLARIN SIRRI Eğer yaşamımızı; olumlu kavramlara, genel doğrulara, ortak değerlere, yüce erdemlere göre yönlendirirsek “ölümsüz yaşamı” yeğlemiş oluruz ki bu da İncil’de şöyle ifade edilir. “Biz ki günaha öldük, artık onda nasıl yaşarız.” (İn. Rom. 6/2) Demek istiyor ki: kötü yaşamı bıraktık; artık ona nasıl dönebiliriz?.. Kötü davranışlar ölümle ifade edilir. Bu da fiziksel olarak ölüm değil Yani utançlı bir yaşamdır ki bu “Ölüm”le açıklanır. Bu doğrultuda olmak üzere İncil’de daha yüzlerce tümce vardır. Demek ki olumlu yöndeki erdemli yaşamımız bizi ölümsüzleştirir. Olumsuz yöndeki yaşantımız ise bizi ölümlü kılar. Gelelim Cennet-Cehennem konusuna. Kendilerine şöyle dedim: “Yahu, aklınızı başınıza toplayın. Ne cenneti, ne cehennemi... Hepsi buradadır. Bunlar mecaz anlatımlardır... Yoruma elverişli ayetlerdir… Cennet: Yaptığımız olumlu davranışlardan duyduğumuz vicdan huzurudur. Olumlu edimlerimizin bize sağladığı mutlu bir yaşamdır. Cehennem ise: Bunun tam tersi bir yaşamdır. Yaptığımız olumsuz davranışların ruhumuzda yarattığı huzursuzluktur ve bu huzursuzluk Cehennem olarak adlandırılır. Yine tembellik, uyuşukluk sonucu yaşanacak yoksulluk ise Cehennem yaşamı olarak nitelendirilir. Dört kişi idiler. Sözlerim üzerine cin çarpmışa döndüler: “Bunca din adamı; Yahudi’si, 60 SIRLARIN SIRRI Hıristiyan’ı, Müslüman’ı öldükten sonra gideceğimiz cennetten-cehennemden söz ediyor. Bunlar yalan mı söylüyorlar. Bir ilâhiyatçı olmadığın halde sen bunlardan daha mı iyi biliyorsun?..” dediler… Kendilerine: “Size söylediğim bu sözler akıllılardan ve ilâhiyatçılardan gizlenmiştir.” dedim. Açtım İncil’i, şu tümceyi (âyeti) gösterdim: “… Bu gerçekleri bilge ve akıllı kişilerden gizleyip küçük çocuklara açtığın için sana şükrederim.” (İncil. Luka, 10/21) Yaşamda dinsel sorumluluk, insanın rüştüne ermesi ile başlar ve ölümüne değin sürer. Nasıl sahne açılınca oyun başlar ve sahne kapanınca oyun biterse; insan için de rüştüne ermesi ile sorumluluk başlar; ölünce sorumluluk biter. İnsan ölünce her şey biter. Topraktan geldi, toprağa gider. Toprak olur başka bir konuma geçer. Gidilecek Cennet Cehennem diye bir yer yoktur. Hepsi buradadır ve yaşarken yaşanır… Üretim, boşaltım, dolaşım, solunum organları insanla tıpatıp benzer olan hayvanlar ve diğerleri ölünce nere giderlerse insanlar da oraya gider. Bu görüş Tevrat’ta şöyle açıklanır: Peygamberin birine sorarlar: - İnsanlar ve hayvanlar ölünce nereye gider? Peygamber şöyle der: - “Hepsi topraktandır ve hepsi yine toprağa döner. Hepsi aynı yere gider.” (Tevrat. Vaiz, 3/19-20). 61 SIRLARIN SIRRI Bu gerçek halkımız arasında da şöyle açıklanır: - Topraktan geldik toprağa gideceğiz? Bu söylem; yalnız Müslümanlar arasında değil Hıristiyanlar arasında da söylenir ama hayal âlemindekiler bunu anlamamakta direnir… Cennet de, Cehennem de yaşayanlar içindir. Fiziksel olarak ölenlerin cenneti-cehennemi olmaz. İsterseniz açın kitabınızı şu tümceye bakın!” dedim. Çünkü kitapları İncil’de: “Tanrı, ölülerin değil, yaşayanların Tanrısıdır.” (İncil. Matta. 22/32) Bu tümceyi hiç okumadınız mı, hiç düşünmediniz mi bu ne demektir deyince şaşırıp kaldılar. “Hiç gözümüze çarpmamıştı…” dediler… Ahrette hesap verme sorununu gelince; bu da yaşarken söz konusudur. Ahret kavramı yaşadığımız andan sonra gelen zamandır. Bu gün yaptığımız olumsuz bir eylemin; yarın, belki yarından da yakın, bir zamanda hesabının sorulmasıdır ki o da yaşarken söz konusudur. Bu konuda şöyle bir ayet vardır ve aklı olan için çok önemli bir ayettir: ““Hesap sorucu olarak kendi nefsi yeter” (K. 17/14) “Hesap sorucu olarak kendi nefsi yeter…” yeter deniyor. Öldükten sonra demiyor, Cehennem zebanisinden söz edilmiyor… Bu ayet aklını kullananlara yeter… Şimdi de gelelim “Peygamberlerin günahsız olduğu...” düşüncesine... Bu düşüncenin şampiyonluğunu ise bizim- 62 SIRLARIN SIRRI kiler yapmaktadır.. Oysa zahmet edip kitaplarına bir baksalar; Allah’ın (Burada Muhammed Peygamberin sağduyusu, öngörüsü; yani özeleştirisi…) birçok yerde peygamberlerini azarladığı görülür… Birkaç örnek verelim yeter. Daha çok örnek verirsem aklını imana kurban edenleri tedirgin eder: “Seni şaşırmış bulup doğru yola eriştirmedi mi?” (K. 93/7) “Şaşırmış” da ne yapmış? “Doğru yola eriştirilmeden” önce ne yapıyordu ki böyle özeleştiri yapmak zorunda kalmış. (Burada Peygamberin içinden gelen, kendisini yargılayan özeleştiri duygusuna Allah denir…) Al bir tane daha: “Ey Muhammet! Bil ki, Allah’tan başka tanrı yoktur; kendinin, inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile. Allah, gezip dolaştığınız ve duracağınız yeri bilir.” (K. 47/19). Ne günah işlemiş ki Allah’ı kendine günahlarının bağışlanmasını dile demiş… (Burada Allah; Peygamberin, sağduyusu, öngörüsüdür… Peygamber burada nefis muhasebesi yapıyor, kendi kendini yargılıyor, özeleştiri yapıyor…) Ve şu tümceye (ayete) de dikkat: “Allah böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir.” (K. 48/2). Geçmiş ve gelecek diyor. Burada Peygam- 63 SIRLARIN SIRRI ber yine kendisini eleştiriyor… Günah işlemeyeceğinden emin görünmüyor… Yaşar Nuri Öztürk ile Zekeriya Beyaz ve diğerleri bu konulara hiç değinmezler. Neden bu konulara değinmezler acaba? Diğer şeriatçılar ise bu konularda söz bile söyletmezler; hemen tahrik olurlar, adamı Sivas Madımak’taki gibi yakarlar... Kuran’daki İslam Peygamberi ile ilgili tümceleri gördük. Şimdi bir de İsa Peygamberin söylediklerine dikkat edelim: İsa kendisinden öncekiler için hırsız ve haydut diyor: “Benden önce gelenlerin hepsi hırsız ve hayduttu.” (İncil. Yuhanna, 10/8) Önce İbrahim’in yaptıklarına bir bakalım. Örneğin Tevrat’ın, Tekvin bölümünden öğrendiğimize göre İbrahim, karısını, “kız kardeşimdir, alabilirsin!” diye Mısır Firavun’una veriyor. Firavun gerçeği öğrenince İbrahim Peygamberi azarlıyor: “Niçin, karını, bu benim kız kardeşimdir, dedin. Ben de onu karı olarak aldım ve şimdi işte karın, al ve git!” (Tekvin 12/10-20) diye azarlayarak kovuyor. Görülüyor ki Firavun İbrahim’den daha duyarlı… Yine aynı bölümde bir kere daha açıklanmaktadır: İbrahim Peygamber bu kez karısını Gerar kralı Abimelek’e gönderdiğini okumaktayız: “... Fakat Allah gece rüyasında Abimelek’e gelip ona dedi: Aldığın kadın sebebiyle, işte 64 SIRLARIN SIRRI sen bir ölüsün (Günahkârsın… HB); çünkü o bir adamın karısıdır.” dedi. Abimelek de İbrahim’i azarlayarak: “İşte, al karın ve git!” (Tekvin 20/1-4) demektedir. Bu tümcelerde İbrahim Peygamberin, “...karısını kız kardeşim...” diyerek krallara verdiğini ve karşılığında da armağanlar aldığını görüyoruz. İkinci olaydaki “...Aldığın kadın sebebiyle, işte sen bir ölüsün; çünkü o bir adamın karısıdır...” tümcesine dikkatinizi çekerim. Gerçek din ilminde kötü davranışlarda bulunanlar “ÖLÜ” sayılır. “Ölü”ler ise Tanrı’dan (Doğruluktan, dürüstlükten…) kopar. (Burada Tanrı: Genel doğrular, Evrensel değerler, erdem, etik ahlak, doğruluk, dürüstlük, iyilik gibi yüce ve olumlu kavramlardır...) Bu nedenle “Allah ölülerin değil dirilerin Allah’ıdır.” (İncil, Matta. 22/23). denir. Şunu da belirteyim ki her yaşayan insana DİRİ denmez. DİRİ denince: Sorumluluk duygusu olan ve kötülüğe bağışıklık kazanmamış kişi akla gelir; ÖLÜ denince duyarsızlığı nedeniyle sorumluluğunu yerine getirmeyen, kötülüğe bağışıklık kazanmış, yaptığı haksız kazançtan ve de başkasının haklarını zorla almaktan zevk duyan kişi akla gelir. Tanrı: Madde olarak yoktur, mâna olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, düşünce olarak vardır. Somut olarak yoktur, soyut olarak vardır. Zat olarak yoktur, sıfat olarak vardır. 65 SIRLARIN SIRRI Toplumun kabul ettiği genel doğrular, üstün değerler, yüce kavramlar, en güzel sıfatlar, ki buna da din ilminde Esma-i hüsna denir, Tanrı’nın güzel isimleri…… Tanrı, mecaz bir anlatımdır. Üstesinden gelemeyeceğimiz doğa yasaları, toplumu yönetmek için konulan kurallar yanında; akıl, mantık, sağduyu, vicdan yoluyla insanları iyiliğe yönelten duygudur. Buna din ilminde Ruhül Kudüs = Cebrail = Vahiy…denir. ) Tanrı: Zat (kişi) olarak yoktur; insanın, sağduyusu, vicdanı, öngörüsü ve olumlu ilke ve kuralları olarak vardır. Allah insanların hayalinde yarattığı bir varlık değildir. Bu konuda Kuran şöyle demektedir: “Çünkü Allah hakkın ta kendisidir, onu bırakıp da taptıkları ise batıldır.” (K. 31/30) Bu ne demek oluyor? Hak kavramı bizatihi Allah’ın kendisi oluyor… Ayrıca Kuran; insanların hayalinde yarattıkları Allah için zandan başka bir şey değildir. Bu konuda benim saptayabildiğim 10’a yakın ayet vardır ve bunlardan biri de şöyle der: “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” (K. 6/116) (Ayrıca Bkz. K. 2/78, 10/36, 66. 53/28) Yukarıdan beri tanımını yaptığım bu Tanrı tanımı; sorumluğunu idrak eden; iyinin ve kötünün ayrımında olan, hakka saygı gösteren insanlar için söz konusudur. Yani “DİRİ”ler için söz konusudur. 66 SIRLARIN SIRRI Ölüler için dinsel sorumluluk (Tanrıya karşı sorumluluk) söz konusu değildir. Nasıl ki; küçük çocukların, beyinsel özürlü olanların ve de hayvanların Tanrısal sorumluluğu olmadığı gibi... Ne var ki 60 yılı aşkın bir zamandan beri bu konularda açıklamalar yaptığım halde bir kişiye bile anlatamadım. Yalnız bu dediklerim anlaşılsa ve anahtar olarak alınsa insanlık yeniden doğuşa erer... Şimdi de Davut Peygamber ne yapmış onu görelim. “... Niçin Rabbin gözünde kötü olanı yaparak onun sözünü hor gördün? Hitti Üriya’yı kılıçla vurdun, ve karısını kendine karı olarak aldın...” (Tevrat, II. Samuel, 12/9) Hani Peygamberler günahsız olurdu?.. Bir Peygamber göz koyduğu kadını almak için kocasını öldürür mü? Bu en büyük günahlardan değil mi? Artık takdir sizin, nasıl değerlendirirseniz değerlendirin… Halâ ve halâ peygamberler günah işlememiş derseniz günahkar olursunuz… Din ilmini bilirseniz bunda şaşılacak bir durum yoktur. Çünkü Peygamberler de senin benim gibi beşerdir ve beşer olan da şaşar… Tevrat’taki bu tümcenin öncesi ve sonrası uzun. Olayı kısaca MEYDAN LAROUSSE’den aktarayım: “GÜZELLİĞİYLE ÜNLÜ YAHUDİ KADIN, Davud’un subayı Üriya’nın karısı (II. Samuel, XII, 1-25) Davud’un sevgilisi oldu. Davud, onunla evlenebilmek için Üriya’yı öldürdü. Bunun üzerine peygamber Natan ona (Davud’a) 67 SIRLARIN SIRRI şöyle dedi: - Natana dedi: Rabbin hakkı için bunu yapan adam ölüm oğludur...” (II. SAMUEL, 12/5). demek istiyor ki: Sen ölüm oğlusun!.. Yani kötü olanı yaparak öldün… Atalarının dinini değişmez doğru olarak kabul eden ve düşünmeden gelenekler uyarınca yaşayan taklitçi kişileri İsa: “Ölü” olarak niteler. Şu ayet dikkatle incelenmelidir. Çünkü İsa’ya göre gerçeklerden habersiz olanlar: “Ölü” sayılıyor. Okuyalım: Babası ölen “Şakirtlerden bir başkası İsa’ya dedi: Ya Rap, bana izin ver, önce gideyim ve babamı gömeyim. Fakat İsa ona dedi: Benim ardımca gel; bırak ölüleri kendi ölülerini gömsünler.” (İncil. Matta. 8/21 -22) Bütün bu konulara şu nedenle değindim. Din ilmin de Günah işleyene kim olursa olsun “ölü” denir. “Zira günahın karşılığı ölümdür.” (İncil. Rom. 6/23). Görüldüğü gibi yaşayan Peygamber Davud’a bile Natana: “Sen ölüm oğlusun!” demesinin nedeni kötü bir iş yapmış olmasıdır. Demek ki iyi iş yapmış olanlara da “Tanrının oğlu!” deniyor. Olumsuz davranışlarda bulunana da sen “Ölüm oğlu”sun deniyor. Bu bir mecaz anlatımdır: Kötülüklerden uzak erdemli yaşayan her insan “Tanrı’nın oğludur!” Yoksa öyle Hıristiyanların anlayıp inandığı şekilde Tanrının oğlu mu olur? Bu anlayış, Tanrı ve Din bilgisinin yokluğundandır. Bu konuda İncil şu açıklamayı yapmaktadır: “Ne mutlu sulh 68 SIRLARIN SIRRI edicilere; çünkü onlar Allah’ın oğulları olarak çağrılacaklar.” (İncil. Matta. 5/9) Buradan anlaşıldığına göre savaş yerine barışı yeğleyenler “Tanrı’nın oğlu” olarak niteleniyor. Demek ki yalnız İsa değil siz de nefret yerine sevgiyi yeğlerseniz Tanrı’nın çocuğu sayılırsınız. Eğer sevgi yerine nefret’i yeğlerseniz siz de “ölüm oğlu” ya da “şeytanın dölü” sayılırsınız… Bu konuda İncil’de şöyle bir ayet daha vardır: “Fakat onu kabul edenlerin hepsine ; onun ismine iman edenlere, Allahın çocukları olmak yetkisini verdi. “ (İncil. Yuhanna. 1/12) Burada denmek istiyor ki İsa’nın öğütlerini yerine getirenler; yani kötülük yerine iyiliği, savaş yerine barışı, nefret yerine sevgiyi yeğleyenler “Tanrı’nın çocuğu” sayılır… İncil’deki şu ayet de önemlidir: “Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar…” (İncil. 1. Yuhanna. 4/16-19) Sevgi yüce bir kavramdır, oysa nefret kötü bir kavramdır. Siz, nefret yerine sevgiye yönelirseniz Tanrı kavramına yönelmiş olursunuz. Tanrı da yaşarsınız ve Tanrı da sizde yaşar… Buradan da anlıyoruz ki Tanrı bir varlık değil bir kavramdır ve olumlu kavramların tümü Tanrı simgesi ile ifade edilir. Ben bu bilgileri verirken içerde bulunan dört kişiden üçü beni daha fazla dinlememek için çekilip gittiler. İçeride kalan tek kişi ise dükkânın sahibi idi… 69 SIRLARIN SIRRI Saygılarımla, Av. Hayri Balta, 9.3.1991 + KATKIDA BULUNANLAR 1. Mustafa Dinçer Hayri Ağabey, Konu: İlhan Beye gönderdiğiniz mektup Bu güzel mektubunuzla ilgili müsait zamanda ilaveli bir iki katkıda bulunan düşünce sunmama izin verin. Gayretleriniz için size hayranız, teşekkür ederim. Yine kullanabileceğiniz Kutsal Metinlerden yobazlara karşı kullanabileceğiniz beğeneceğiniz bir kısım gönderiyorum. Saygılar Sevgiler… Mustafa Dinçer, 12.11.2010 + 2 “Laf kalabalığı cevapsız mı kalacak? Böbürlenip duran haklı mı çıkacak? 3 İnsanları boş sözlerinle mi susturacaksın? Sen alay edip duracaksın da haddini bildiren olmayacak mı? 4 Üstelik, ‘Ben saf ve temiz olanı öğrettim, Senin gözünde tertemizim’ diyorsun. 5 Sana ağzını açsaydı! 6 Sana hikmetin sırlarını anlatırdı; Aslında hikmet için söylenecek çok söz var. O zaman anlardın ki, Tanrı senin bazı suçlarını hesaba katmıyor. 7 Tanrı’nın derinliğini kavrayabilir misin? Mutlak Gücün Sahibinin sınırını anlayabilir misin? 8 Hikmeti göklerden yüksektir, sen ne yapabilir- 70 SIRLARIN SIRRI sin? Ölüler diyarından daha derindir, sen ne bilirsin? 9 Ölçüleri yeryüzünden daha geniş, Denizden daha engin. 10 Önüne çıkanı yakalayıp götürse, Sonra da mahkeme kursa, kim O’na direnebilir? 11 Çünkü yalancıları iyi tanır. Fenalığı görür de dikkat kesilmez mi? 12 Yaban eşeğinin insan doğurduğu gün, Boş kafalı adam sağduyu kazanır. 13 Fakat sen gerçekten yüreğini hazırlar Ve ellerini O’na açarsan, 14 Fenalık etmeyi tamamen bırakır, Haksızlığı çadırında barındırmazsan, 15 O zaman yüzün ak, başın dik olur; Dimdik durursun, korkun olmaz. 16 Dert neymiş, unutursun, Hatırladıklarınsa akıp giden sular gibidir. (Tevrat, Eyub, 11/2-16) X Sayın Dinçer, Sevgiler… Katkıda bulunman beni mutlu eder, Hayri Balta katkılarını bekler… Ben mi laf kalabalığı ile insanları susturacağım. Ben mi böbürlenip durarak haklı çıkacağım… Ben mi boş sözlerle insanları susturacağım? Ben mi, inanlarla, alay etmekle rahatlayacağım… Böyle görüyorsan beni, Ölmem yaşamamdan daha iyi… Ben, samimiyetle kendi gerçeklerimi söylüyorum. 71 SIRLARIN SIRRI Ayetleri de kanıt olarak veriyorum… Sen, inandığın gibi yaşa; buna karışmam… Ama beni suçlamanı da sana yakıştırmam… Senin o Yehova diye arkasına düştüğün varlık. Maddi bir varlık olarak yoktur, Simgesel bir kavramdır, Bunu anla artık… Maddî bir varlık olsaydı benim defterimi dürerdi. Söyleyecekleri varsa ben yaşarken söylerdi… Biz bu aşamaları geçmişiz artık. Yaşamımıza nasıl yön verebilir hayalî bir varlık… Neyse daha fazla söylemek istemiyorum. Çünkü senin gibi temiz bir canı, Sonsuza dek yitirmek istemiyorum… Şimdi kal sevgilerle, Av. Eren Bilge, 11.11.2010 X Hayri Ağabey, Bu metni yollarken şöyle demişim “Kutsal Metinlerden yobazlara karşı kullanabileceğiniz beğeneceğiniz bir kısım” Kesinlikle sizin söylediklerinize yönelik değil. Beni böyle yanlış anlamalarla üzüyorsunuz çünkü sizi üzmek beni üzüyor. Yehova maddi bir varlık değildir tabiî ki; kendisi RUHTUR ama ismi vardır. İsmi varsa cismi vardır, (ruhani) cismi varsa zekası vardır, zekası varsa, bir kişidir, kişi ise VARDIR. 72 SIRLARIN SIRRI İnsanı KENDİ suretinde (benzeyişinde) yarattığı için seviyoruz (Tanrı sevgidir dediğiniz gibi), akıllıyız (Tanrı akıllıdır), kudretliyiz (gücümüz Tanrıdan gelen gıda ile çalışan beynimiz) ve hikmetliyiz (Tanrı hikmetlidir). Bu nitelikleri GELİŞTİREBİLİRİZ veya YOZLAŞTIRABİLİRİZ. Gücümüzü, hikmetimizi, aklımızı, silah üretmek için kullanabilir Şeytana uyabiliriz. Tanrının verdiği aklı kötüye kullanıp BEDBAHT oluruz. Bu kadar basit. Siz (Budizm = Tasavvuf) kökenli düşüncelerden etkilendiğiniz için (Şeytanın taktiklerinden biri doğruyu çarpıtmak) TANRIYI BİR KİŞİ OLARAK kabul edemiyorsunuz, onu dost edinemiyorsunuz, sorun bu. Yaban eşeği insan doğurduğu gün Boş kafalı adam da sağduyu kazanır! İnsanlara doğruyu söyle ama doğruyu kabul etmelerini bekleme! Saygılar. Sevgiler… Mustafa Dinçer, 11.11.2010 X Sevgili Çetiner, Av. Hayri Balta’nın yazılarını hep okurum. Adı El Mansur muydu o adamın, hani şu ‘’En el hak’’ dediği için öldürülmüştü? İşte o adam da Allah’ı Hayri Balta gibi yorumladığından ‘’en el hak’’ demişti. Ben de bu dini işler ile bu nedenle ilgilenmiyorum, ona vakit ayırmıyorum 73 SIRLARIN SIRRI Zamanımı kendime göre ‘’hayırlı ve güzel’’ işlere ayırıyorum, Sevgiler Atakan Mert, 12.11.2010 X Hayri Ağabey, önce sevgiler, Kurban konusunda ayet olmaz mı? Sadece ayet değil açıklamalar var, çok… Basit, net ve en önemlisi mantıklı açıklamalar… Bu akşam kurban konusunda ayetler gönderiyorum, yayınlarsanız sevinirim. Bu arada sitenizin düzeni, yazılarınızın netliği, akıl açıcı, bilgilendirici, düşündürücü ve mantıklı olması konusunda size hayranım. Sanırım hukukçu olmanızın bunda payı çok ve güzel yüreğiniz de katkıda bulunuyor. Sitenizin kopyasını alıyor musunuz saldırı olursa diye Sevgiler Saygılar Mustafa Dinçer (MD), 12.11.2010 + 13. RABBE SIĞINMAK İnsanoğlu yararını gördüğü eylemleri iyi diye kutsallaştırarak Tanrı kavramı içinde bir araya getirmiştir. Elbette iyi olanlar yanında kötü olanları da ayrına varmıştır. Yaşamda, iyi ile kötüden birini seçmesi insanın kendi iradesine bırakılmıştır. Genelde kendini bilen ve aklını kullanan in- 74 SIRLARIN SIRRI san iyiyi sahiplenip kötü ile mücadele etmiştir. Din ilminde buna insanın nefsine (Şeytana) karşı direnmesi denir. Kendini bilen insan ise Rabbini (İyi olanı, doğru olanı, güzel olanı) bilir. Kendini bilen insan; kendisini huzursuz edecek kötü davranıştan uzak durarak iyi olanı yapar ki; buna “Ben Rabbime sığınırım” denir. Rabbine sığınanlar huzur ve güven içindedir. Tevrat DOĞRULUK kavramına Rab der. “RAB doğruluğumuzdur”: İbranice “Yahve sidkenu”. (Tevrat. Yeremya. 23:6 ve 33/16) İncil de şöyle değinir bu konuya: “Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar, Tanrı da yaşar onda…” (İncil. 1. Yuhanna. 4/16-19) Bilinmelidir ki; doğru olan, iyi olan, güzel olan Hak olan bizatihi Allah’tır. Kuran’da Hak kavramına şöyle bakılır… “Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise batılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür.” (K. 75 SIRLARIN SIRRI 22/62. Yine Bkz. 24/25) Bu ayetlerden anlıyoruz ki; Doğruluk, Sevgi, Hak kavramı bizatihi Allah’tır. Bu bilgiler ezoterik öğretilerde inisiyelere “Sırların Sırrı” olarak verilir. Sevgi ile nefret kavramı üzerinde duralım: İnsan, sevgi ile nefret kavramı arasında bocalarsa sevgiyi yeğlemelidir. Çünkü sevgi nefret kavramına göre daha yüce bir değerdir. Bu durumda sevgiye sarılmalıdır. Doğruluk, dürüstlük, iyilik, sevgi, barış, paylaşımcılık bütün yüce değerlerimiz uygulamaktan zevk alacağımız kurallar olmalıdır. Ne var ki bu kavramlara Allah (Tanrı) denmesi halk tarafından kabul olunmamıştır. Bu kavramlar Tanrı denmesi “Sırların Sırrı” olarak kalmıştır. İnsan yaşamı boyunca; doğruluğun karşısında eğrilik; iyiliğin karşısında kötülük; güzelliğin karşısında çirkinlik; dürüstlüğün karşısında çıkarcılıkla karşılaşmıştır. Sevginin karşısında nefret, neşe’nin karşısında hüzün; barışın karşısında savaş, sabrın karşısında acelecilik; hoşgörünün karşısında tahammülsüzlük; saflığın karşısında kurnazlık; iffetin karşısında iffetsizlik olumsuzu kavramlar olarak kalmıştır. 76 SIRLARIN SIRRI Bu iyi ve kötü kavramlar istenildiği kadar çoğaltılabilir… İnsan, doğruluk, dürüstlük, iyilik kurallarını baş tacı etmelidir. Kuran’da bunun önemi şu biçimde de belirtir. : “Çünkü Allah doğruları, doğrulukları sebebiyle ödüllendirir.” (K. 33/24) Okuyucumun dikkatini çekerim; İbadetleri sebebiyle demiyor; doğrulukları sebebiyle, diyor… Kötü ile iyi arasında bir seçme durumu ile karşı karşıya kaldığımızda içimizde birbirine zıt iki duygu belirir. Bir duygu, kötü olanı yapmamız için diretir. Buna din ilminde Ruhul kûbuh; yani, kabahate sürükleyen duygu (Şeytan) denir. Bir de kötü olanı yaptığımızda karşılaşacağımız sonuçları hatırlatan uyarıcı bir duygu kendini gösterir… Buna da kutsal ruh; yani, saygı gösterilmesi, uyulması gereken olumlu düşünce ve duygu belirir. Bu da Tanrı kavramı ile ifade edilir. İşte bu çatışma duyguları içindeyken doğru olanı, güzel olanı, iyi olanı yapma isteğine Rabbe sığınmak adı verilir. Rabbe sığınanlar utanca düşmez, alnı açık, 77 SIRLARIN SIRRI yüzü ak olarak bilinir. Tanrı ile Şeytan insan ruhunda birbirleri ile savaşıp durur. Bu savaşta doğrudan, güzelden, iyiden yana tavır koyanlar Rabbe sığınmış olur… İnsan, doğru olanı, güzel olanı, iyi olanı yaptığı takdirde huzur ve güven içinde olur ki bu Cennet kavramı ile ifade edilir. Kötü olanı yaptığı takdirde duyacağı tedirginlik ve huzursuzluk Cehennem azabı ile dillendirilir. Denebilir ki: Bu kadar kötüler var. Örneğin hortumcular, komisyoncular, rüşvetçiler, kapkaççılar, diktatörler, yargısız infazcılar, işkenceciler, katiller… Bunların çoğu işlediği suça karşılık ceza bile refah içinde yaşar gider… Bu suçları işleyenlerin cezasını kim verecek? Bunlar işledikleri suçların cezasını nerede görecek? Şeriat zihniyeti yakalanmayan kötünün cezasını öbür dünyaya havale ederek sorunun içinden çıkmaya çalışır. Bu düşünce insanın kendini avutmasıdır. Şurası unutulmamalıdır ki din, “diriler” içindir.; 78 SIRLARIN SIRRI Bu konuda İncil’de şu bilgi verilir: “Tanrı; Ölülerin değil yaşayanların (Dirilerin: Duyarlı ve sorumluluk duygusu olanların...) Tanrısıdır.” (İncil. Matta., 22/32. Markos.12/27). Luka. 20/38) denir. Ölülerin (Duyarsız ve sorumsuz insanların) Allah’ı (uymak zorunda olduğu yüce değerler ve olumlu kurallar ve ilkeler…) olmaz. Bizim sözümüz diri olanlar için; ölüler zaten söylediklerimizi anlamaz… Cennet, Cehennem, ceza-mükâfat kavramları “diri” olanlar için söz konusudur… Yaşadığı halde ölü olanlar için (basireti bağlanmışlar…) konumuz dışıdır. Fiziksel olarak ölenler için ise zaten her şey son bulmuştur. Arifler ölü ile ilgilenmez. Ariflerin nazarında ölülerin esamisi okunmaz. Dinsel sorumluluk: Duyarlılığını yitirmeyen ve de sorumluluğunu bilenler içindir. Duyarlılığını yitiren, sorumluluğunu bilmeyen insanlar, insanlık için bir lekedir. Dinsel düşünce, tasavvufî anlamda, yaşarken ölü olanlarla fiziken ölmüş olanlarla ilgilenmez. Bunlar din alanına adım atmamış olduğun- 79 SIRLARIN SIRRI dan “Âlem-i şuhut” olmaktan öteye gidemez. Din ilmi Diriler içindir; ölüler, yani, sorumsuzlar, kötüler, benciller, gelişmemişler, ham kalmış kişilerle fiziken ölmüş olanlar için değildir. Bizim onlara sözümüz yoktur ve onlar manâ âleminden değildir. Bizim sözümüz “Diri”leredir. Bunlar; Allah’a karşı, topluma karşı, kendine karşı sorumluluğu bilen sağduyu ve vicdan sahibi erdemli kişilerdir. Cennet de cehennem de sorumluluk bilincindeki insanın ruhsal dünyasındadır. İnsanın olmadığı yerde ne Tanrı, ne de Şeytan vardır... İslam’ın 4. Halifesi Ali: “İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı.” demiştir. Biline ki o bir noktayı çoğaltanlar dincilerdir. Onların cehaletinden Rabbe (Aklî olana, bilimsel olana, makul olana, sağduyuya…) sığınırım. Bu durumlarda Rab’be sığınmakla huzur bulurum. Elbette bu anlattıklarım aklı vahiyden üstün tutanlar için söz konusudur. Biz aklı, vahye üstün tutanların onlar nazarında zaten hükmümüz yoktur. 80 SIRLARIN SIRRI “Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.” (K. 18/46) Yukarıdaki ayet Diyanet Sitesinden alınmıştır. Ancak günümüz Türkçesiyle sunarsak kolayca anlaşılır kır. “Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Ölümsüz olan erdemli davranışlar ise Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.” (K. 18/46) Burada açıklamaya gerek gördüğüm “Rabbinin katında” deyimidir. Bu deyim halkımız arasında “Allah katında makbul olan” diye dile getirilir. Ancak ayette geçen “Ölümsüz olan erdemli davranışlar” üzerinde durmak gerekir. İnsanın olumlu ve erdemli davranışları halk arasında ortak beğeni kazanır. Bunlara veli denir; bunlar “Allah katında makbul” sayılır. İşte insan, “Allah katında makbul” olan davranışları yaşamına uygularsa Rab’be sığınmış olur… Bunlar Allah katında makbul oldukları için Allah’a sahip çıkmış sayılır. * 81 SIRLARIN SIRRI 14. ALLAH’IN HUZURUNDA OLMAK Allah’ın huzurunda bulunmak dinsel bir terimdir. Allah’ın huzurunda olmak deyince akla ne gelmelidir. Allah maddi bir varlık değil ki huzurunda bulunasın. Bunun değişmeceli olarak anlamalıyız bize yararı olsun. Burada Allah’tan murat: İnsanlığın ortak aklıdır ve kamu vicdanıdır… İnsan kendi ortak akla ve kamuya karşı sorumlu saymalıdır. Allah’ın huzurunda bulunmak demek; söylediğimiz her sözü ölçüp biçerek ve karşımızdakini incitmeyecek biçimde söylemek demektir. Söylediğimiz her söz için sorguya çekileceğimizi hissetmektir. Sanki karşımızda; söylediğimiz her söz için, yaptığımız her davranış için bizi yargılayacak, hesaba çekecek biri varmış gibi dikkatli olunmalıdır. İnsan her zaman kendini Allah’ın huzurunda saymalıdır. Allah’ın evi deyimi de değişmeceli bir anlatımdır. Camiye girenler Allah’ın huzurunda sayılır. 82 SIRLARIN SIRRI Bunu deyimi, gerçek anlamda alırsak işin içinden çıkamayız. Manâ âleminde huzur bulamayız. Öyle ya bir fırtına kopuyor, Hızı saatte yüzlerce kilometreyi geçen bir rüzgâr çıkıyor; Ya da bir deprem oluyor, Camiyi de, minaresini de, kilisesini de, çanını da, havrasını ve kubbesini de yerle bir ediyor. İçeride ibadet edenlerden kimileri de ölüyor. Hiç Allah kendi evini yerle bir eder mi? İçerde kendisine tapınan insanları taşla ezer mi? Bu da gösterir ki Allah’ın evi deyimi de simgeseldir… Allah’ın evine gidenlerin kötülüklerden arınmaya niyetli kişilerdir. Buraya girip çıkanların doğru, dürüst, edepli, erdemli kötülüklerden arınmış kimseler olduğuna inanılır. Diğer dinlerdeki ibadetler de bu anlamda yorumlanmalıdır. Ancak şu da unutulmamalıdır. İnsan,kendini yalnız camide değil; her yerde, Allah’ın huzurunda sanmalıdır… Bu nedenle de bu mekânlar kutsal sayılır… 83 SIRLARIN SIRRI Bu konuda halk ozanlarımızın aşağıdaki şiirleri de düşünerek okunmalıdır. + Ozanlardan: 1. Sarızlı Ozan İbreti’den: Minareye çıkıp bize bağırma, Haberimiz vardır sağır değiliz. Sen kendini düşün bizi kayırma Allah’la biz ayrı gayrı değiliz. 2. Edip Harabi’den: Ey müminler beni ziyaret edin Yüzüm Cemalullah, sıfat bendedir Dört kitabım yahu, kıraat edin Tevrat, Zebur, İncil, Kuran bendedir… 3. Osman Dağlı’dan Otuz yıl aradım gökte Allah’ı, Bizim evde buldum gül yüzlü şahı Karanlıkta fark eyledim şafağı Uyudum uyandım yeniden doğdum Füze yaratıyor çarpışan fikir Bizi aç bıraktı bu dua ile zikir Aynel yakîn Hakkı gördüm şükür Uyudum uyandım yeniden doğdum Âdem’i Hak bildim dersim özveri 84 SIRLARIN SIRRI Geldiğim diyara dönmedim geri Dört kapı kırk makam girdim içeri Uyudum uyandım yeniden doğdum Üryan püryan oldum girdim meydana Anda teslim ettim canana Allah’ın adresin öğretti bana Uyudum uyandım yeniden doğdum Mihraç aynel yakin cenabi bari Aşk üzre tanıdım yâri ağyari Bir canlı kitapta kıldım kararı Uyudum uyandım yeniden doğdum Bir zaman oturup pösteki saydım Ne medrese koydum, ne mektep koydum Kardeş sofrasını meydana yaydım Uyudum uyandım yeniden doğdum Âşık oldum ser çeşmenin gözüne İtibar etmedim vaiz sözüne Ben de başım koydum pirin dizine Uyudum uyandım yeniden doğdum Dağlı’nın sözleri değildir riya Hırkayı cübbeyi bıraktım suya Yedilerle yatmış idim uykuya Uyudum uyandım yeniden doğdum Halk ozanı Osman Dağlı, Kahramanmaraş Afşin İlçesi, Arıtaş köyünden 85 SIRLARIN SIRRI (Aşık Kul Hasan’ dan –Hasan Gören- alınmıştır). 19.3.2002 * 15. ENEL HAK NE DEMEK? Süleyman Ateş Hocamız, 20.7.2008 tarihli Vatan da şöyle bir açıklama yapıyor: “Şimdiye kadar 26 dini eser yayınlamış olan Dr. H. A.: “Sizin Cüneyd’le ilgili kitabınızı okudum. Edebiyat âleminde ‘cübbemin içerisinde Allah’tan başkası yoktur’ sözü Cüneyd’e ait olarak bilinir. Siz, kitabınızda bu sözü Bayezid-i Bestami’ye ait olarak göstermişsiniz. Gerçekte kime ait? diye soruyor. Kendisine cevabım şudur: Cüneydi Bağdadi Hazretleri, büyük bir alim ve din kurallarına çok titiz bir insandır. Ondan bu tür şathlar yani tutarsız ve aşırı sözler çıkmamıştır. O, ariflerin sultanı olarak tanımlanır. Bahsettiğiniz söz, Bayezid hakkında rivayet edilir. Ama gerçekten onun bu sözü söyleyip söylemediği de kesin değildir. Fakat tasavvufi eserlerde bu söz ona yakıştırılır.” Süleyman Ateş Hocamız bir okuyucusuna diyor ki: “Cüneyd-i Bağdadi’den: Bu tür şathlar yani tutarsız ve aşırı sözler çıkmamıştır. O, ariflerin sultanı olarak tanımlanır.” Görülüyor ki Hocamız; Cüneydi Bağdadi’ye yakıştıramadığı bir sözü Bayezidi Bestami’ye yakıştırabiliyor. Ancak hocamız yukarıda bahsi geçen sözün 86 SIRLARIN SIRRI Beyazidi Bestamiye ait olduğu kesin değildir dese de İslam âlimleri içinde tanınmış olanlardan bu türlü sözler çıkmamış değildir. Örneği Hallaç-ı Mansur, Nesim-i ve Muhittin Arabî’nin de bu tür şathlarda bulunduğu bilinen bir gerçektir. Adı geçen bu kişilerin “Enel Hak” ya da buna benzer sözler söyledikleri ileri sürülür. Şimdi bu adı geçenler söylediklerinin bilincindedirler. Kendilerinden geçmiş halde (vecd) içinde söylemiş değillerdir. Söyledikleri bu sözlerin kendi dünya görüşlerine (felsefelerine) göre bir dayanağı vardır. İslam edebiyat ve felsefesinde vahdet-i vücud” diye bir kavram vardır. Batınî tasavvufçulara bağlanır ( izafe edilir). Bu tasavvufçular görünen dünyanın bütün oluşumlarını Tanrı’nın bir görünüşü (tezahürü) olarak kabul ederler. Kaldı ki biz de buna Yaratan diyoruz… “Bu aşamaya gelen sufi; kendini de, bütün varlıkları da yokmuş gibi görür. Yaratıcının zatına yönelir. Var gibi görünseler de ondan başka hiçbir şey yoktur. Aslında ayrı gibi görünen varlıkların hepsi odur, der. Bu söz aynada gülü görüp ayna güldür, aynalar yok, yalnız gül vardır demeye benzer. Bazı bilgeler, bunların her şey o demelerini eleştirir. Her şey ondandır ama O değildir derler. (Bkz. KOLAY FELSEFE. Ömer Sevinçgül. Carpe Diem yayın evi. 2. Baskı. s. 107. Okuyucularıma bu kitabı okumalarını öneririm.) 87 SIRLARIN SIRRI İşte bu din alimleri “görünen bütün varlıkların hepsi odur” dediğini ve kendilerinin de görünen varlıklardan biri olarak kabul ettiklerine göre; ‘cübbemin içerisinde Allah’tan başkası yoktur’ diyerek vahdet’i vücut görüşüne dikkat çekmek isterler. Demek istedikleri şudur: Ben bütünün bir parçasıyım… Bu aşamada olmayan kişiler ise bunları küfre varmakla suçlarlar. Onları, kendi bilgi derecelerine göre ölçerler. Bu adam ne demek istiyor diye düşüneceklerine hemen katline ferman düzerler. İslam tarihinde bu tür yanlış anlamalardan ötürü yaşamını yitirenler saymakla bitmez. Okuyucularım aşağıda adlarını verdiğim kitapları okudukları takdirde yanlış anlamadan; daha doğrusu insanların bilgisizliğinden dolayı yaşamını yitirenleri okuyup öğrenebilirler… 1. İslam’ın Hicri İkinci yılında Zındıklar ve Zındıklar Melhem Chokr. İnka Yayınları. 2. Osmanlı Toplumunda Zındıkları ve Mülhidler (15-17. Yüzyıllar) Ahmet Yaşar Ocak. Tarih Vakfı Yurt Yayınları Bu satırları aşağıda adını verdiğim kitaptan alıyorum. Mevlana bu sözleri günümüzden 700 yıl önce söylemiş. Söylemiş ama başına da hiçbir şey gelmemiş. Gelmesine gelirdi de; gelmemesinin nedeni, Mevlana Selçuklu sultanının himayesinde idi. Ne ise şimdi biz Mevlana ne demiş ona bakalım. Ondan sonra da birlikte yorum yapalım: “Ben Allah’ım (Ene-l Hak) demeyi insanlar büyüklük iddia etmek sanıyorlar. 88 SIRLARIN SIRRI Ben Hakkım demek büyük bir alçak gönüllülüktür. Bunun yerine, ben Hakkın kuluyum, kölesiyim diyen biri; bir kendi varlığını, diğeri de Tanrının varlığı olmak üzere iki varlık ispat etmiş olur. Hâlbuki (Ben Hakkım) diyen, kendi varlığını yok ettiği için, Ene-l Hak diyor. Yani ben yoğum, hepsi O’dur; Tanrıdan başka varlık yoktur. Ben sırf yokluğum ve hiçim. Bu sözde alçakgönüllülük daha fazla mevcut değil midir? İşte bu yüzden halk bunun manasını anlamıyor. Bir adam Tanrıya, sırf Tanrının rızası için kulluk ederse, onun kulluğu açıktır. Tanrı için olsa da kendini, kendi işini ve Tanrıyı görüyor. (MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ. Yusuf Ziya İnan. Çağdaş Yayınevi. Nisan 1978. s. 136) Yorumda bulunmadan önce bir de OSHO’dan alıntı yapalım. Bütün bu büyük insanlar ben Hakkım demekle Allah’ı inkâr etmiyorlar… Tersine böyle demekle Allah kavramı anlatmaya çalışıyorlar. Allah kavramını bilmeden Allah’a da erişilmez ki canım. Ne ise hele şu OSHO ne demiş ona bakalım: “Belki benim Tanrı olduğumu ilan edişim sizin uykunuzdan uyandırıyor. Kızıyor, “Bu adam Tanrı ise ben niye değilim?” diye düşünmeye başlıyorsunuz. Kendinizi aşağı hissetmeye başlıyorsunuz. Aslında bu iddiamın nedeni bu değil. İddiam 89 SIRLARIN SIRRI sizi de kapsıyor! Ben Tanrı’yım dediğimde, her insanoğlu Tanrı’dır, hatta sırf insanoğlu da değil, her varlık Tanrı’dır diyorum. Olmak Tanrı olmaktır, bunun başka yolu yoktur. Tanrı ağaçlarda ağaç, kuşlarda kuş, dağlarda dağ, erkeklerde erkek, kadınlarda ise kadındır. Tanrı tüm bu ifadelere sahiptir. Tüm bu güzel dalgalar onun okyanusunda yükselir. Ben okyanus olduğumu ilan ettiğimde diğer dalgaların rahatı bozuluyor. Üstünlüğümü ilan ettiğimi, siz sadece dalgasınız da ben okyanusum dediğimi sanıyorlar. Söylediğim bu değil. Okyanus olduğumu ilan ederek, sizin de okyanus olduğunuzu ilan ediyorum.” (Sufizm Üzerine Konuşmalar. SIR OSHO. 2008. s. 22) (BU KİTABI DA OKUMANIZI ÖNERİRİM...) OSHO’nun “Ben Tanrı’yım!” sözleri ne kadar çarpıcı geliyor insana değil mi? Hiç insan Allah (Tanrı) olabilir mi? Zaten öldü, gitti. Hiç Tanrı ölür mü? Ancak vahdet-i vücut kuramını bilince bu üstatların ne demek istediği anlaşılır. Vahdet-i vücut’a göre var olan bütün mevcudat Tanrı’yı ifade eder. İnsan da var olduğuna göre ve de kendisini görünen mevcudun bir parçası gördüğüne göre Enel Hak demesinde hiçbir sakınca görmüyor. Bu sözleri ile Tanrı’yı yücelttiğini; her şeyin onun takdiri ve iradesi ile olduğunu anlatmaya çalışıyor. Gerek Mevlana ve gerekse OSHO, “Olmak Tanrı olmaktır”; “Enel Hak = Ben Tanrı’yım” sözleri; insanın mükemmelleşmesini ifade ediyor. Mükemmellik hamlığa, gelişmemişliğe, göre yüce 90 SIRLARIN SIRRI bir kavramdır. Bütün yüce kavramlar da Tanrı sayılır… Hayvansal duygularını frenlemeyi başaran, kendisini; doğruluğa, dürüstlüğe, iyiliğe, sevgiye, barışa, kardeşliğe adayan ve bu kavramları da yaşamına uygulamayı başaran kişi olgunlaşmış ve mükemmel insan olmuştur… Yani varlığı, benliği, Hak yolunda sıfırlanmış olduğu için Enel Hak; Ben Hakk’ım diyebiliyor. Elbette vahdet-i vücut ve mertebe-i hiçlik kavramını bilmeyen halktan kişiler ise bu din bilginlerinin küfre vardığını ileri sürerek bunların başına tebelleş oluyor. Kimisinin derisini yüzerek öldürüyor, kimisini sürgün ediyor, kimilerini de hapislerde çürütüyor. Oysa bütün dinlerin amacı insanların mükemmel bir insan olmasını sağlamak değil midir? Din bireylerin kendi kendini olgunlaştırması çabasından başka bir şey değildir. Din, ne zaman ki toplumsal oluyor; işte o zaman şirazesinden çıkarak insanların birbirlerini öldürmemesine neden oluyor. Şimdi de bu konuya bir başka açıdan bakıyoruz: “Bazı büyüklerin şaşkınlık yüzünden olmayacak sözleri sarf etmeleri uygun değildir. “Enel Hak” ben Tanrı’yım demekle Muhammed’in (S.A.V.) yolundan çıkmışlardır. Böyle ifadeler (bilinçsizce) ağızlarından çıkmış olabilir fakat bu sözlerin halkın ağzına düşmesi hiç de doğru değildir. Genelde, böyle sözleri söyleyen kimseler, köpekler bile olsa, ya tövbe 91 SIRLARIN SIRRI ettirilir veya boyunları vurulur…” (Mak. A.274; Mak. M. 210 farklı). (Şems-i Tebriz’inin Öğretileri. Prof. Dr. Erkan Türkmen.. NKM Yayınları. 3. Baskı - Ağustos 2005. s. 158) Biliyorsunuz, geçmişte Hallaç-ı Mansur ve Nesimi gibi tasavvufçular Vahdet-i vücut; yani Allah’tan başka varlık olmadığının idrak ve şuuruna sahip erenler: Gerçek varlık bir tanedir o da Hak’tır. Hak ve O’nun tecellilerinden başka bir şeyin gerçek varlığı yoktur. Değil mi ki gerçek varlıktan başka bir varlık yoktur. Bu durumda kendisini de Hak’kın bir parçası olarak görür ve Enel Hak der. Aslında halkın karşısına çıkıp da “Ben Hak’kım deyeceğine; ben de siz de Hak’kın bir parçasısınız; ancak ben Hak’ka yakınım; sizler ise Hak’tan uzaksınız. Çünkü kötü davranışlarınız yüzünden Hak’tan ayrı düşmüşsünüz…” demeleri daha mantıklı idi… Bir de bu tasavvufçular arasında nesnel idealizm görüşünde olanlar vardır ve bu görüşte olanlar tasavvufçular çoğunluktadır. Bunlara göre çevremizdeki bütün görünenler kendileri olduğu için vardır. Kendileri olmazsa; dünya, evren, madde yoktur. Her varlığın varlığı, kendilerinin varlığına bağlığıdır. “Var diyen insandır!..” Yaratan insandır. Bunların görüşüne göre analarını, analarını doğuran kendileridir. Bu görüşe felsefe de Solipsizm (Tekbencilik) denir. Bu felsefenin batıda temsilcisi Berkeley’dir. Nazım Hikmet bu felsefe için “Dünyanın en bilim dışı, en saçma felsefesidir; 92 SIRLARIN SIRRI ancak çürütülmesi de en zor bir felsefedir…” demekten kendisini alamamıştır.… İşte kimi tasavvufçular “Ben olmasam, sizler, dünya ve evren olmazdı; ben olduğum için sizler varsınız!” anlamında Enel Hak demişlerdir. Elbette insan Allah olamaz. Çünkü Allah simgesel bir kavramdır. Maddi olarak bir varlığı yoktur. Ancak Yaratan’ın maddi olarak bir varlığı vardır. O da; dünyadır, evrendir, maddedir. İnsan, olmasa da o vardır ve madde olarak her yerde hazır ve nazırdır…. Allah ise bir somut olmayan soyut bir kavramdır. Doğruluk, dürüstlük, güzellik ve iyilik gibi olumlu kavramları, yüksek değerleri kapsar. İnsanların uygulamakla yükümlü olduğu doğrular, uymak zorunda olduğu güzellikler ve iyiliklerdir. Oysa insan bir biyolojik maddedir; hiçbir zaman da Allah olamaz, Allah olan insanın kazandığı mükemmelliktir. Çünkü mükemmellik gelişmemişliğe göre daha yüce bir kavramdır. Daha yüce olduğu için de Allah sayılır. Kendini bilen insan; ben Allah’ım diyemez. Derse onun bilgisinin azlığından ya da aklından bir zoru olduğundan kuşku duyulur. Kötü alışkanlıklarını ve huylarını bırakıp da yerine iyi alışkanlıklar ve huylar edinen bir kimse fani âlemden uzaklaşıp Beka âlemine vararak Allah’a yaklaşır. Bu kötü huylarını yok edip onun yerine Tanrı niteliklerini; yani doğruluğu, dürüstlüğü, güzelliği, iyiliği koyması ile Tanrı’ya yaklaşır ki buna da ebedî âlem denir… (Bkz. Şems-i Tebriz’inin Öğreti- 93 SIRLARIN SIRRI leri. Prof. Dr. Erkan Türkmen.. NKM Yayınları. 3. Baskı – Ağustos 2005. s. 79) * 16. HALLAC-I MANSUR “Enel Hak,-Ben Tanrıyım-” sözü üzerine notlar. Hüseyn İbn Mansur al-Hallac, 857’de İran’da doğdu ve 26 Mart 922’de Bağdat ta insanımsılar tarafından vahşice öldürüldü. Bu insanlık dışı olay şöyle olmuştur. “İnsanımsılar Hallac’ı önce kırbaçlamaya başlar. Hallac sesini çıkarmaz ve bağırmaz. Dayak faslı Hallac’ın kemikleri üzerinde et parçası kalmayıncaya kadar devam eder. Bu iş bittikten sonra Hallac’ın elleri ve ayakları bütünüyle kesilir, parçalanır ve kafası kopartılır. Sonra vücudu yakılır ve Dicle nehrine atılır. Kesik başı uzunca bir sopanın ucuna takılır ve Bağdat’ta bir köprüye asılır: gelen geçen görsün de dehşete düşsün diye.”* Peki, bu kadar işkence bu kadar acı ne uğruna yaşandı? Hallac’ın “Enel Hak” (Ben tanrıyım) sözü birçok kişi tarafından yine birçok değişik şekilde algılanmaktadır. “Ben tanrıyım” demek, neyi ifade ediyor? Dinsel bir görüş taşıyan bir kişi “ben tanrıyım” diyebilir mi? Çoğuna göre (İlhan Arsel, Orhan Hançerlioğlu) evet, diyebilir. Hallac bu söz uğruna, dinsel bir kafa taşıdığı halde, ölüme giderken neden sözünden geri dön- 94 SIRLARIN SIRRI memiştir? Dinsel bir kafa taşıyorsa, savunduğu görüş ile din arasında neden bir çelişki vardır? Bruno, düşünce uğruna ölüme giderken gülerek gitmişti. Bugün Bruno’nun düşüncesi tüm evreni kapsamış durumdadır. Peki Hallac, Bruno gibi ölüme gitmemiş midir? Eğer dinsel bir kafa taşıyorsa, Müslümanlar onu neden kendilerine düşman görmüştür? Neden yanlış anlamıştırlar Hallac’ı? Hallac bu yanlışlığı düzeltemez miydi? Bu sorular çoğaltılabilir. Sonuç olarak Hallac öldürülmüştür. Oysa ünlü sözü “Enel Hak” hala bugün tartışılmaktadır. “Ben tanrıyım” demek ne demektir? Bizce bu söz iki değişik şekilde algılanabilir. Birincisi görüş, (İlhan Arsel, Orhan Hançerlioğlu’nun savunduğu) bu sözün tanrıyı yüceltmek amaçlı olduğudur. İkinci görüş (benim de katıldığım) bu sözün tanrıyı değil insanı yücelten bir söz olduğudur. “Tanrı nerededir” sorusu Hallac ile bir boyut kazanmaktadır. Bu boyut tartışılmakla kalınmamış, yanlış anlamalara ve bununla birlikte bazı çelişkili sonuçlara da varılmıştır. Hallac’ın şu sözüne bakarak konuya açıklık getirmeye çalışalım. “Susuzluğum içerisinde şarap kadehine yüzümü çevirdiğimde kadehin koyuluğunda seni gördüm, senin gölgeni…” Elbette ki Hallac kadehte tanrıyı değil kendini görmektedir. Muhammed’in “Tanrı göktedir” sözünün tersine Tanrının, yani bilginin/hükmetmenin/karar vermenin/yaşamanın kaynağı 95 SIRLARIN SIRRI insandadır (Dikkat burada Tanrı tanımı yapılmaktadır. Dikkatinizi çekerim. H.B.) demek istercesine tanrının kendisi olduğunu şiirsel bir dille aktarmıştır Hallac. Şu noktaya değinmek konu açısından aydınlatıcı olacaktır. Tanrı, insanoğlu için bir çıkar aracıdır. Bu çıkarlar nelerdir? İnsanımsı kendi kendine bir tanrı yaratarak bütün isteklerini yarattığı tanrı ile karşılamak istemektedir. Bu istekler toplumsal değil bireyci isteklerdir. Bu istekler sonsuzdur. Hükmetme, para, kadın, daha çok haz, daha çok mülkiyet, daha çok tatmin isteği varsa, insanımsının o kadar da büyük tanrısı olacaktır. Bu isteklerden yoksun olan biri için tanrının bir anlamı yoktur. Tanrı ulaşılmaz ve büyük bir kavramdır. Bu kavram insan ile birlikte anıldığı vakit bir anlam taşımamaktadır. Çünkü insanımsının güçsüzlüğü güçlü bir soyut kavram olan tanrıyı yaratmıştır. İnsanımsı tanrıyı kişi ile aynı kerteye koyarsa o tanrı da güçsüz bir tanrı olacak ve insanımsı isteklerini yerine getirecek bir tanrıdan yoksun kalacaktır. Bu sebeple Hallac’ın; “Tanrıyı, kendisiyle aynı kerteye koyması” bir anlamda tanrı denilen soyut bir kavramın insandan başka bir şey olmadığını söylemek demektir. Dolayısıyla -dinsel bir kafa taşıyan- Hallac’ın, tanrıyı kendisiyle aynı kerteye koyarak bütün isteklerinden vazgeçmek gibi bir düşüncesizliğe varması söz konusu olamaz. Eğer dinsel bir kafa taşıyorsa Hallac, kendisini küçültüp tanrıyı yüceltmesi gerekir. Oysa Hal- 96 SIRLARIN SIRRI lac böyle bir yol izlemiş değildir. Hallac kendisini yüceltmek koşuluyla bütün insanımsı isteklerden vazgeçip ölmeyi seçmiştir. İnsanımsı, doğanın gücüne inanmak istememektedir. Doğanın canlılığı, insanımsı için bir çıkar aracı olarak görülmediğinden tanrı denen soyut/ yalan bir kavram yaratılmıştır/uydurulmuştur. Tanrının var olma -uydurulma- amacı insanımsıların çıkarları ile ilgilidir. Çıkarları olan birisi için “ben tanrıyım” demenin bir anlamı yoktur. Çıkarları olan birisi tanrıyı kendinde olduğunca uzak tutmaya çalışır ve onu erişilmez yapar. Çünkü insanımsının amacı erişilmez olmaktır. Erişilen her şey insanımsı için bir şey ifade etmez. İnsanımsı her zaman uzakta olanı veya olmayanı arzular. Kendini tanrılaştıran biri için tanrının bir anlamı kalmadığı gibi olmayan/ uzakta olan her şeyin de bir anlamı kalmaz. Bu durumda ortaya bir yücelik çıkar. O da insandır. Enel Hak. http://tanselsemir.blogspot.com/ + Yararlanılan kaynaklar: *İlhan Arsel, “Aydın ve Aydın”, Kaynak yayınları, 3. Basım, 1997 Abdullah Rıza Ergüven, Evren ve Yaratı, Gerçek sanat yayınları,1990 Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitapevi, 1980 Orhan HANÇERLİOĞLU, “Düşünce Tarihi”, Remzi Kitapevi, 1987 Ana Britannica Hallac-ı Mansur maddesi 97 SIRLARIN SIRRI Orhan HANÇERLİOĞLU, “Felsefe Ansiklopedisi”, Remzi Kitapevi, 1985 * 17. DOĞAL OLAYLARLA KUTSAL OLAYLAR Yıllardır bunu söyledim. Her söylediğimde küfür işittim. Ne dinsizliğim kaldı, ne masonluğum, ne de komünistliğim... Oysa ben ne Dinsiz, ne Mason ne de Komünisttim… Vardır benim kendime özgü bir dünya görüşüm Ve de Atatürkçü aydın bir kişiliğim… Anama, avradıma sövüldü; boşu boşuna En sonunda yetişti yardımıma Bardakoğlu Hoca… BARDAKOĞLU diyor: “DOĞAL AFET İLAHİ CEZA DEĞİLDİR!” Bu görüş İslam’ın temel esaslarına aykırı değil midir? Gelin önce 27.8.2008 tarihli Hürriyet’te çıkan haberi okuyalım: Ondan sonra hep birlikte düşünüp yorum yapalım…

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...