25 Aralık 2019

SIRLARIN SIRRI 1 NCİ BÖLÜM

SIRLARIN SIRRI 
Allah (T anrı): Üstesinden gelemeyeceğimiz Doğa (Evren)yasaları, toplum kuralları ile aklın, bilimin ve kültürümüzün verileriile oluşan sağduyumuz, vicdanımız yanında, uyguladığımızdayüzümüzü kızartmayacak genel doğrula r , yüce kavramla r , üstündeğerlerdir… Özetler sek: Doğ ruluk, Hak, Sevgi gibi yüce kavramlar T anrı’nın ta kendisidi r. İşte Kutsal Kitaplardaki kayna ğı: T evrat, DOĞRULUK kavramına Rab de r. “RAB doğ r uluğumu z dur”: İbranice “ Y ahve sidkenu”. ( Tevrat. Y eremya. 23:6 ve 33/16)İncil SEVGİ kavramı T anrı olarak kabul ede r. “ T anrı s evgidir. Sevgide yaşayan, T anrı’da yaşa r , T anrı da ondayaşar…” (İncil. 1. Y uhanna. 4/16-19)Kuran da, HAK kavramına, Allah’ın ta kendisidir der: “Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp dataptıkları ise batılın ta kendisidi r . Şüphesiz ki Allah yücedi r , büyük - tü r .” (K. 22/62. Y ine Bkz. 24/25)Çünkü Allah: Madde olarak yoktu r , mana olarak vardı r. Varlık olarak yoktu r , kavram olarak vardı r. Somut olarak yoktu r , soyut olarak vardı r. Ruh olarak yoktu r , düşünce olarak vardı r. Zat (kişi) olarak yoktu r , isim-sıfat olarak vardı r. 
TABULARA, TALANA, YALANA BALTA I RKÇILIĞ A , SÖMÜRÜYE, ŞERİATA HAYI R! .. 1 A. Allah Dostları, 42Allah Kavramının Kapsamı, 32Allah Kuluna Yetmez mi? 54Allah Ne Demektir? 29Allah Vardır, 4Allah’a Ödünç Vermek, 28Allah’a Giden Yol, 41Allah, Hak’kın ta Kendisidir, 61Allah’a Ismarladık, 48Allah’a Kaçmak, 8Allah’a Kavuşmak, 39Allah’a Sığınmak, 44Allah’a Şirk Koşmak, 65Allah’ı Anlamak, 37Allah’ı Arayan da /Allah Diyen de İnsandır, 9Allah’ı Bilmek, 38Allah’ı Bulmak, 5Allah’ın Birliği, 60Allah’ın Görülmesi, 62Allah’ın Huzurunda Olmak, 14Allah’ın Yeri, 36Allah’ın Yüzü 55Allah’tan Korkmak, 30Allah-u Ekber, 63 B. Bâkîlere Saygı, 52Bilgelik, Din ve Takiye Üstüne, 20 C. Canı Kim Alıyor?, 23 Ç. Çıkarıp Kalbini eline Verdiler, /“Götür göm!..İstediğin Yere…” dediler, 46“Çünkü Allah,hakkın ta kendisidir.” 53 D. Dinin Özü, 11Diri Su, 25Doğal Olaylarla Kutsal Olaylar, 17 E. Enel Hak Ne Demek?, 15 F. Fırtına Fırat, 22G.GMX, 21Giriş, 1Günahın Bedeli Ölümdür, 24 H. Hak, Allah’tır, 6Hak Dostları, 47Hak İnsandadır, 34Hallac-ı Mansur, 16 İ. İki Cihan Ne demektir? 33İşte Budur Allah!, 59 K. Kişiye Hayat Vermek, 35Kork!.. Allah’tan Korkmayandan, 49 O. Otuz Üç Milyon Tanrı’lı Ülke, 58R.Rabbe Sığınmak, 13Rab’bı Rab ile Bulmak, 27Rab, Doğruluğumuzdur, 57 S. Sırların Sırrı, 2Sorudan Korkmayın, 64 T. Takva Elbisesi, 56Tanrı Aşkı, 18Tanrı Kavramı, 3Tanrı, Ölü, Diri,Cennet ve Cehennem, 40Tanrım Konuş Benimle, 51Tanrı’yı Anlaşılır Kılmak, 19Tasavvuf, 10Topraktan GeldikToprağa Gidiyoruz, 26 Y. Yapan mı, Yaptıran mı? 45 Yaratan, Doğa’dır, Evren’dir... 7 Yaradan’ı Görmeden Sevmek, 50 Z. Zaman Allah’tır, 43Zât-ı İlahi, 31 + 
İÇİNDEKİLER 2 SIRLARIN SIRRI
 1. GİRİŞ 
Din de bir ilimdir. Eğitimin gelişmediği çağlarda hayvansal dürtüleri güçlü olan insanları 
olgunlaştırmak için bulunan bir eğitim ve öğretim siste - midir. Bu eğitim sisteminin son durağı ise insanınolgunlaşmasıdır (İnsan-ı kâmil=Ermiş, Eren...)Elbette bu eğitim sisteminin kendine görekuralları olacaktır. 
Örneğin ham insanın ruhsaleğitim yoluyla olgunlaşarak olgun insan olmas ıiçin yedi aşamadan geçmesi gerekir ki bu aşamalar; 
1-Nefs-i emare,
2-Nefsi-i levvame,
3-Nefs-i mülhime,
4-Nefs-i mutmaine,
5-Nefs-i raziyye,
6-Nefsi marziye,
7-Nefs-i tezkiye (nefs-i saye...)
olarak sıralanır...
Nasıl ki kimya bilimi öğrenmemiş kişiler kim - yasal terimleri ve formülleri bilmezse; din konu - sunda araştırma yapmayanlar da dinsel terimleribilemez. Din de bir ilim (bilim değil) olduğu içinbu konuda çalışması olmayanlar dinsel terimlerianlayamaz. 
Anlayabilmek için din ilmini vahiyci açıdan değil de akılcı açıdan bilen birine öğrenciolmak gerekir. Yani ustasız kâr haramdır…Din konusunda akılcı bir araştırma ve inceleme yapmayan kişi; dinin; insan ruhunu geliştirici,eğitici önemini karayamaz. 
Bunlar bağlı olduklarıdinin kutsal kitaplarında emredilenleri yaptıkları takdirde Allah nezdinde 
(Akıl, mantık, muhakeme,
3 SIRLARIN SIRRI
sağduyu, sevgi,  vicdan…) 
saygınlık kazanacakları sanırlar ki buna dinî taklidi denir. Dinî taklidi insanı ikilikten (Şirkten) kurtaramaz. Allah ve kul ikiliği sürer gider. Oysa dinin,özellikle İslam’ın, amacı ikilikten kurtulup birliğe (tevhit’e) erişmektir. Önemli olan dinî tahkikidir. Yani din duygusunu; akılcı, ahlakçı, bilimsel açı - dan inceleyip ahlak ve erdem ilkelerini yaşama geçirmektir. İnsanın kötü alışkanlıklarını bırakarak iyi alışkanlıklar kazanması ve yaşamını erdemli kılmasına birliğe (tevhid) ulaşma denir. Böylece insan Tanrı’ya yakınlık hâsıl eder ve Tanrı’nın içten gelen uyarıcı sesinin… (Cız!...) kendisini uyarması üzerine kötü davranışlarda bulunamaz. 
İçten gelen bu uyarıcı sesi tepelerse buna da halk dilinde Allah’ı tepelemek denir. 

Bu olgu Kuran’da şu ayetle dile getirilir: 

“İnsanın önünde ve arkasında, Allah’ın emri ile onu koruyan takipçiler vardır.” (K.13/11)
İnsan içinden gelen bu uyarıcı sese (cebrail, esin, ilham, ruhul kudüs, vahiy…) uyduğu takdirde iyiliğe odaklanmış; kötülüğü de yaşamından uzaklaştırmış olur ki buna kişinin, biraz yukarıda belirttiğim gibi, ikilikten kurtularak birliğe (tevhid)kavuşması denir. Eğer doğru olana, makul olana, iyi olan, güzel olana uymayıp da; yanlış olana, makul olmayan, kötü ve çirkin olanı uygulama alanına sokarsak Şeytan’a uymuş oluruz. Bu durum Kuran’da şu ayetle dile getirilir: “Şeytan seni dürtecek olursa Allah’a sığın doğrusu O, işitendir, bilendir. (K.41/36 DİB) 
Burada Allah’a sığınmaktan murat; Şeytan’ın dürtüsü karşısında tam tersine hareketle; doğru olana, makul olana, güzel ve iyi olan davranışa yönelmek Allah sığınmak olarak anlatılır. 
Yoksa, yeri yurdu, ismi olup da cismi olmayan bir Allah’anasıl sığınacaksın…

İnsan, din ilminde anlatılanı doğruları ve gü - zellikleri yaşamına uyguladığı sürece kendileriniutanca boğacak bir durumla karşılaşmaz. Bilinme - lidir ki; Din insanlar içindir, insanlar din için değil - dir. Ayrıca Din anlaşılmak ve yaşama uygulanmakiçindir.Dinin amacı: İnsanın önce kendini; sonra daTanrı’yı bilmesidir. Bunun için de Tanrı’nın nerede bulunduğunu ve ne olduğunu bilmek gerektir. Tanrı Nerededir: Tanrı’nın bulunduğu yer hakkında şöyle bir hadis vardır: “İBNİ ÖMER (r.a.) den rivayet edilen şu hadiste İbni Ömer İslam Peygamberine souyor Allah nerededir? Yerde mi, yoksa göktemidir?..
Resuli Ekrem (s.a.v.) efendimiz de: Mü’min kulların kalbindedir.” diye cevap verdiler.” 
Hadis’in kaynağı için bakınız: 
(ARİFLER - DEN İNCİLER. ŞEZİRÂT–ÜL ÂRİFÎN) 
Mehmet Hani Mert. MENZİL YAYINEVİ. 1983. s. 39) Dikkat edelim insanın kalbindedir demiyor,mü’min kulumun kalbindedir diyor. Burada mümin kuldan murat yaşamında eğrilik bulunmayan; kim - seyi incitmeyen, helal kazancı ile geçinen, kimse - nin dini ile imanı ile uğraşmayan, kendi sorumlu - luğunu yerine getiren, doğruluktan dürüstlüktenşaşmayan, makam hırsı ve mal mülk, mansıpdüşkünlüğü olmayan kişi murat edilmektedir. Dinilminde böyle kişiye “mümin” denir…Allah da an - cak mümin kulun kalbindedir…İnsanı doğru, dürüst, örnek ve erdemli dav - ranışa sürükleyen duygu bir anlamda Tanrı olarakkabul edilir ve bulunduğu yer de mü’min kulun kal - bi olarak gösterilir.Böylece Tanrı’nın ne olduğunu ve bulunduğuyeri göstermiş olduk. Bu görüşümüzü doğrulayanbir hadis daha: “Kudsi bir hadiste de cenabı Hakk (c.c): “Yer ve göklerim beni istiab etmedi; ancak yumuşak ve sakin olan mu’minin kalbi beni istiab etti.” buyurdular.
Hadis’in kaynağı için bakınız: (ARİFLERDEN İNCİLER. ŞEZİRÂT–ÜLÂRİFÎN) Mehmet Hani Mert. MENZİL YAYINEVİ. 1983. s. 39) Örnek olarak gösterdiğimiz iki hadisin kaynağı Kuran’dır. Birkaç örnek vermekle yetinelim: “Ben çok yakınım. K. 2/183”“Ve kullarım sana beni sorarlarsa... bençok yakınım; bana çağırdığında, çağrısına cevap veririm. Öyleyse benim çağrıma uysunlar ve bana inansınlar. Belki doğru yola yönelirler.” (K. 2/186) “Korkmayın, ben sizinle birlikteyim; gö - 6 SIRLARIN SIRRI rür ve işitirim.” (K. 5/4, 12)“H er nerede olursanız olun ; O, sizinle beraberdir. (K. 8/17) “Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek olan şeye çağırdığı zaman icabet edin. 
Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O’nun katında toplanacağınızı bilin.” (K. 8/24) 
“Ve hani sana, ‘Rab’bin gerçekten bütün insanları kuşatmıştır’ demiştik.” (K. 17/60)“O dedi: 
Korkmayın. Evet ben sizinle birlikteyim; duyarım ve görürüm.” (K. 20/46)“... 
Biz, ona şah damarından yakınız!...”(K. 50/16)
“Kesin olarak inananlara, yeryüzünde nice göstergeler vardır, kendi içinizde de. 
Artık görmüyor musunuz?” (K. 51/21) 
“Ey Muhammed! De ki; ‘Öyleyse Allah’a koşun; doğrusu ben sizi O’nun azabı ile açıkça uyarırım.” (K. 51/50)
“Biz ise ona, o zaman sizden çok yakınız;fakat siz göremezsiniz.” (K. 56/85)
“Onları siz öldürmediniz; fakat Allah öldürdü. Attığınız okları siz atmadınız, Allah attı.” (K. 57/4) “İnsan nerede, kaç kişi olursa olsun, Al - lah onlarla beraberdir.” (K. 58/7)“Allah’ı unutan kendini de unutmuştur.”(K. 59/19) 
Ne demektir “Allah’ın kişi ile onun kalbi arasına girmesi?
”İnsan kendisini doğruluğa, dürüstlüğe, iyiliğe, kanaatkarlığa, erdeme adarsa kötülüğe olan eğilimleri azalır. Bu durumda insanın aklı, mantığı, sağ duyusu davranışlarına egemen olur. Buduruma gelen insan kötü bir iş yaptığında Tanrı (aklı, mantığı, sağduyusu, vicdanı…) kendisini uyarır. İçine doğan duygular (vahiy) kendisini kötülük yapmaktan alıkoyar ve böylece sağduyusu ile hareket etmiş olur. Bu da Tanrı’ya yakınlaşmak demektir. 
Bu durumu Türkistanlı Şeyh Ebu Said aşağıdaki şekilde ifade eder. 
Der ki: ”O’nu kullukla arayan bulamaz. O’nu O’nunla arayan hemencecik buluverir.” 
 (Tevhidin Sırları. Muhammedİbn Münevver. Kabalcı yayınevi. 2003. s. 294) 
Demek ki Allah’a kavuşmak için kulluk yetmiyor; O’nu bilmek O’nu yaşamak gerekiyor.
Bu konuda Kuran’da şöyle denilmektedir: “Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, bilsinki Allah’ın tayin ettiği o vakit elbet gelecektir.”(K. 29/5) 
Dinin bir tek amacı vardır: Tanrı’yı bilmek…Ne demiş atalarımız: “Kendini bilen Rabbini debilir…” Demek ki Tanrı’yı bilmek için de önce ken - dimizi bileceğiz…Din ilminde Tanrı (Allah), mecaz bir anlatım - dır. Tanrı kavramı binlerce kavramı kapsar. . Aşağıdaki iki ayet konumuza açıklık getir - meye çalışmaktadır. Önce alt alta olan şu iki ayeti okuyalım: Birinci ayet:“(Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler Allah’a ve  Resûlüne aittir. O halde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.” (K. 8/1)
İkinci ayet:“Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e,onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir.” (K. 41)
Birinci ayette “Ganimetler Allah’a ve Resûlüne aittir.
ikinci ayette “ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri” deniyor.
Eğer gerçek anlamda bir Tanrı olsaydı; öncesini ve sonrasını bilen Allah kir değiştirir miydi?
Önce “Ganimetler Allah’a ve Resûlüne aittir.” deyip de; sonradan krini değiştirerek “Ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a ve Resûlüne aittir.” der miydi?
Bu çelişkiyi değerlendirebilmek için bu iki ayette Tanrı’dan ne amaçlandığını bilmek zorundayız. Bu ayetlerde Tanrı’dan murat, 41. ayette de açıklandığı gibi 
“peygamberin yakınları, yetimler,yoksullar ve yolda kalmış yolculardır”. 
Burada Tanrı sözcüğü kamu yararını kapsamaktadır. 
Ganimetler Allah’a Resulüne denirken amaçlanan budur. 
Yoksa, yerin ve göğün maliki Allah ganimeti neylesin? 
Demek istediğim ayetlerde geçen Allah kavramının neyi kapsadığını bilmek gereğidir; yoksa, ne denmek istendiğini anlayamayız. Bu durumda Tanrı’nın akla, bilime, mantığa ve saağduyuya uygun bir tanımı yapmak gerekmektedir. Böyle bir tanım ancak şu biçimde yapılabilir: Tanrı Nedir? “Tanrı, madde olarak yoktur, mânâ olarak vardır.
Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, düşünce olarak vardır.Somut olarak yoktur, soyut olarak vardır. Kişi (zat) olarak yoktur, nitelik (sıfat) olarak vardır.” 
Bu tanım; akla, bilime, gerçeğe, mantığa ve sağduyuya uygundur. 
Bu tanıma göre insanın kendisi dışında bir varlık (Tanrı=Allah) araması akla, mantığa, sağduyuya ve de dinin gerçeğine aykırıdır. İnsan, her ne ararsa kendinde aramalıdır. 
Bu gerçeği Hacı Bektaş-ı Veli şu mısralarla dile getirmektedir.
“Hararet nardadır, saç’ta değildir. Dervişlik baştadır taç’ta değildir 
Hakkı arar isen gönlünde ara Mekke’de, Kudüs’te, Haç’ta değildir.
(BÜTÜN YÖNLERİ İLE BEKTAŞİ 
Fıkra veNükteleri. 
Kaynak Kitapları 5. Ayyıldız Yayınla - rı. s. 16) Gökte bulunduğu sanılan bir Tanrı’dan haberve bilgi geldiğine inanmak insan aklının normal iş - leyişini sekteye uğratır. Böyle bir düşünce insanınkendi aklına ket vurur…Gökten bilgi ve haber gelmesi, vahiy indiril - mesi mecaz anlamdadır.Bu konuda Şeyh Bedrettin Simavi; “Kuran,Peygamberin sözüdür. Ancak Tanrı kelamı de - 10 SIRLARIN SIRRI meyen kar olur!” (Varidat) demektedir.Demek ki Tanrı kelamı insanlık hayrına söy - lenen ve insanları; güzel ahlaka, edebe, erdemeyönelten bütün sözlere, kim söylerse söylesin,Tanrı kelamı denir…Tanrı kavramı; doğru dürüst yaşamı, geneldoğruları, insanlık yararına eylemleri, bütün olum - lu kavramları, yüce düşünceleri ve bütün ortak vegenel değerleri kapsar..Dolayısıyla bütün bu değerleri Tanrı kabulederek kutsallaştırmanın hiçbir sakıncası yoktur.İnsanlar bu kavramları kutsallaştırarak yaşamınauygularsa huzur içinde (Cennet’te); uygulamazsahuzursuzluk içinde (Cehennem’de) yaşar.Bütün dinler; insanoğlundan, bu kavramlarıCehennem korkusuyla ve Cennet ödülü karşılı - ğında yaşamına uygulamasını ister…Buraya kadar anlattıklarımızın özeti Tan - rı (Allah) biir anlamda insanın kendinde bulunur.Tanrı, insandaki; akıl, mantık, sağduyu ve vicda - nın sesidir. Bilinmelidir ki insanın olmadığı yerdeTanrı (Allah) yoktur; ama, Yaratan (madde) vardır;bu da Doğa’dır.Şimdi Tanrı’nın insana yakınlığını ve hattainsanın kendisinde olduğuna ilişkin Kuran ayetle - rini bir kere daha sıralayalım: “Ben çok yakınım. K. 2/183”“Ve kullarım sana beni sorarlarsa... bençok yakınım; bana çağırdığında, çağrısına ce - vap veririm. Öyleyse benim çağrıma uysunlarve bana inansınlar. Belki doğru yola yönelir - ler.” (K. 2/186
“Korkmayın, ben sizinle birlikteyim; görür ve işitirim.” (K. 5/4, 12) “Her nerede olursanız olun ; O, sizinle beraberdir. (K. 8/17) “Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek olan şeye çağırdığı zaman icabet edin. Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O’nun katında toplanacağınızı bilin.” (K. 8/24) “Ve hani sana, ‘Rab’bin gerçekten bütün insanları kuşatmıştır’ demiştik.” (K. 17/60) “O dedi: Korkmayın. Evet ben sizinle birlikteyim; duyarım ve görürüm.” (K. 20/46) “... Biz, ona şah damarından yakınız!...” (K. 50/16) “Kesin olarak inananlara, yeryüzünde nice göstergeler vardır, kendi içinizde de. Artık görmüyor musunuz?” (K. 51/21) “Ey Muhammed! De ki; ‘Öyleyse Allah’a koşun; doğrusu ben sizi O’nun azabı ile açıkça uyarırım.” (K. 51/50) “Biz ise ona, o zaman sizden çok yakınız; fakat siz göremezsiniz.” (K. 56/85) “Onları siz öldürmediniz; fakat Allah öldürdü. Attığınız okları siz atmadınız, Allah attı.” (K. 57/4) “İnsan nerede, kaç kişi olursa olsun, Allah onlarla beraberdir.” (K. 58/7) “Allah’ı unutan kendini de unutmuştur.” (K. 59/19) Bu konuda bir de “Hiçbir yere sığmadım; mümin kulumun kalbine sığdım.” anlamında 12 SIRLARIN SIRRI hadis olduğunu yukarıda kaynağı ile birlikte açıklamıştık. Doğru dürüst yaşam ilkeleri, genel doğrulara bağlılık, insanlık idealine hizmet ve insanlık yararına eylemlerde bulunmak, bütün olumlu kavramları yaşamına uygulamak, yüce duygu ve düşünceleri, bütün ortak ve yüksek değerleri yaşamında üstün tutmak Tanrı kavramının kapsamı içindedir. Tanrı bütün genel doğruları, olumlu kavramları, yüce duygu ve düşüncelerle ortak ve yüksek değerleri kapsar. Sayılan bu yüksek değerlere saygı ise sağlıklı insanın; aklını, mantığını, sağduyusunu, vicdanını simgeleyen kutsal ruhtur. Bu ruh insanı; doğru olanı, iyi olanı, güzel olanı yapmaya yönelten olumlu duygudur ki bu duyguya İslamiyet’te Cebrail, Hıristiyanlıkta Kutsal Ruh denir… Ayrıca şu da bilinmelidir ki Tanrı yaşayan insanlar için söz konusudur. Ölen insanlar için Tanrı söz konusu değildir. Öyle ki yaşayan insanlar içinde bile Tanrı bilgisi ve din duygusu bilincine ermeyenler için Tanrı söz konusu değildir. Bunlar yaşadıkları halde “ölü” sayılır. Bu nedenle İncil’de “Allah ölülerin Allah’ı değil; ancak, yaşayanların Allah’ıdır.” (İncil. Mat. 22/32. Mar. 12/27. Luka, 20/38) denir. Şunu önemle belirtelim ki insan yaptığı eylemlerin hesabını yaşarken verir. Tanrı’ya hesap vermek yaşarken söz konusudur; öldükten sonra hesap verilecek bir yer yoktur. Hepsi yaşarken söz konusudur. Bu demektir ki öyle ölüp de mezara girdiği- 13 SIRLARIN SIRRI miz de bizden hesap soracak bir mercii yoktur. Allah, fiziksel olarak ölmüş insanlar için olmadığı gibi; yaşadığı halde ölü olanlar (basireti bağlanmışlar) için de söz konusu değildir. Tanrı, yaşadığı halde ölü olanlar için değil; diri olanlar için yaşarken söz konusudur. Bu nedenle Kuran’da şöyle denmiştir: “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” denilecektir.” (K. 17/14; ayrıca bakınız: 78/40) Yaşadığı halde ölü olanlar ne demektir. Bunlar kötülüğe karşı bağışıklık kazanmış olan kişilerdir ki; bunlar, yaptığı kötülüklerden rahatsız olmazlar. Öyle içlerinde yaptığı kötülükten ya da başkasının başına gelen felâketlerden mutluluk duyanlar bile vardır ki bunlara din ilminde “ölü” denir. Bu tezimize de Kuran’dan bir örnek vermekle yetinelim: “Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? İşte kafirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir. (K. 6/122) Burada 2. Halife Ömer’in Müslüman olmadan önceki durumu “Ölü”; Müslüman olduktan sonraki durumu “Diri” olarak ifade edilmektedir. Öldükten sonra hesap vermenin anlamı şudur. İnsan ölmeden önce ölürse; yani yeniden doğar ve eskiden yaptıkları bütün kötülüklere tövbe ederek doğru dürüst bir yaşama yönelirse geçmişi 14 SIRLARIN SIRRI ile hesaplaşmaya;... Yeniden doğmadan önce; yani, ölmeden önce ölürse, yaptığı bütün kötülükler film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmeye başlar ve vicdan azabı çeker. Tanrı’ya hesap verme budur.Yaptığı bütün kötülüklerden vicdanen rahatsız olmasıdır. Din ilminde buna Cehennem azabı çekme denir… Bunu, benim gibi ölmeden önce ölenler ve yeniden doğanlar bilir… Diri; yaptıkları kötü eylemlerden anında rahatsız olan, yaptığı olumsuz davranıştan ötürü özür dileyerek iyi davranışlara yönelen ve daima tutarlı ve doğru dürüst yaşamı yeğleyen ve kötülük yapmaktan korkan, doğru dürüst ve iyi bir iş yaptığında mutluluk duyan insandır. Din ilminde kötü ve olumsuz bir davranışta bulunanlar Allah’a karşı gelmiş sayılır. Halk arasında yanlış bir davranışta buluna, yalan söyleyene “Allah’ı tepeleme!” denir ki kaynağı yukarıda anlatılmıştır. Dinin amacı: İnsanın erdemli bir yaşam sürdürmesi ve olgunlaşmış bilge bir insan olmasıdır. Bunun için insan olumlu ve olumsuz davranış ikilemi ile karşı karşıya geldiğinde; olumlu olanı, iyi olanı yaptığı takdirde Tanrı’ya yaklaşmış sayılır. Bu gerçek İncil’de şu şekilde dile getirilir: “Rabbi bulunabilirken arayın. O’na yakınken seslenin. Kötü kişi, kötülüğü; haksız insan da haksız düşüncelerini bıraksın. (Tevrat. İşaya, 55/6,7) Bu durum Kuran’da şu şekilde ifade edilir: 15 SIRLARIN SIRRI “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, ona yaklaşmaya vesile arayın ve onun yolunda çaba gösterin ki kurtuluşa eresiniz. (K.5/35) Bir insan iyilik ya da kötülük gibi bir ikilem karşısında kaldığında¸ iyi olanı yapınca Tanrı’ya yaklaşmış sayılır. Adalet ve doğruluktan ayrılmayan, çıkarları için hakkı tepelemeyen, emanete ihanet etmeyen, haksız kazanca tenezzül etmeyen, kanaatkâr olan, kötülük yapmaktan kaçınan, olaylar karşısında kızgınlığa kapılmayan, sır saklayan, sözünde duran, yalan söylemeyen, yaşamı doğru dürüst olan insan Tanrı’ya yaklaşmış sayılır… Bir önceki ayette de belirtildiği gibi; İyi olanı yapmak Tanrı’ya ulaşmak için bir vesiledir. İyi olanı yapan bir insanın mutlu ve huzurlu olduğu her zaman görülmüştür. Doğru olanı, iyi olanı yapan insanın hiçbir kaybı olmaz. Böyle bir alışkanlık kazanmamız durumunda Tanrı ruhumuza egemen olur… Bir insanın ruhunda ya Tanrı (iyiliğe olan eğilim); ya da Şeytan (kötülüğe olan eğilim) hakimdir. Hangisini beslersek o galip gelir. Eğer iyilik yapma fırsatı doğmuşken iyilik yaparsanız Tanrı’ya yaklaşmış olursunuz. Yok, kötü duygular baskın çıkarsa bu durumda ruhunuza egemen olan Şeytandır ve siz Tanrı’dan uzaklaşmış olurusunuz… Din taklidi, insana yalancı (kazip) bir huzur verir; ama insanı ikilikten kurtaramaz, olgunlaşmış bir insan yapmaz. Oysa dinin amacı; insanın olgunlaşması Tanrıyla bir olmasıdır. İnsan Tanrı’ya 16 SIRLARIN SIRRI kavuşmakla birliğe erer ve ikilikten kurtulur. Böylece Allah-insan ikiliği de ortadan kalkmış olur… Birçok okuyucum bana; “Dine inanmadığın halde niçin dinle ilgileniyorsun!” diye çıkışıyor. Oysa ben dine inanmayan bir kişi değilim. Ben, Tanrı’ya ve Yaradan’ın bizi yaratırken bize verdiği dine inanırım. Bu inanışımın kaynağı da Kuran’dır. Okuyalım: “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (K. 30/30) Musa’nın, İsa’nın, Muhammed’in Şeraitine değil Yaratanın bizi yaratırken ruhumuza verdiği dine inanır ve bu dini yaşarım. İnsanın yaşamını yalnızca tapınmalara hasretmesi ile Tanrı’ya ulaşamayacağına inanırım. Bu konuda Şeyh Ebu Sid şöyle demektedir: “O’nu kullukta arayan bulamaz. O’nu, O’nunla arayan hemencecik buluverir.” (TEVHİDİN SIRLARI. Muhammed ibn Münevver. Kabalcı yayınları. 2003. s. 294) Bu nedenle günümüzdeki tek tanrılı dinlerin ritüellerinin insanı Tanrı’dan uzaklaştıracağını ileri sürüyorum. Kanıtım da şu ki; bu dinlerin, tarih boyunca Tanrı adına, Din adına birbirlerini öldürüp durmasıdır. Hiç insan; Allah için, din için birbirini öldürür mü? Bu nasıl din anlayışı… İnsanın ahlak bakımından olgunlaşıp geliş- 17 SIRLARIN SIRRI mesinde din anlayışının önemli bir yeri olduğuna inanıyorum. Bunun için de din anlayışında günümüz ahlak, bilim ve hukukuna ters düşen kuralları ile ters düşmeyenleri göstermeye çalışıyorum. Değil mi ki yaratan (Doğa) bize akıl vermiştir. Biz, bize verilen bu akıl aracılığıyla huzurlu ve mutlu olmanın yollarını araştırmakla yükümlüğüyüz. Bundan sonraki yazılarımda “Tasavvuf Konusunu” açıklamaya çalışacağım Hemen altta “SIRLARIN SIRRI” konusunda açıklamalar yapıyorum.. . Bilmediklerimiz, yanılgılarımız olabilir. Bu konuda bilmediklerimiz, yanılgılarımızı edep dairesinde bize gösterenlere teşekkür edeceğimiz gibi saygı da duyarız. + 2. SIRLARIN SIRRI Önce sevgi sana; Karalamaya soru sorulmaz, ama? Burada Selam usta dediğin ben miyim? Yoksa başka biri mi? Nasıl bileyim? Hadi bana soruldu diyeyim. Önce şu “ezoterik bilgi” nedir sana yanıt vereyim. Şu anlaşılmalıdır: ‘Ezoterizm” denince Ezoterizm içinde yaşadığımız topluma aykırı 18 SIRLARIN SIRRI bir düşünce… Bu “ezoterik bilgi” Bektaşiîerde, Masonlarda, Alevi Dede-Babalarında, Başka başkadır.diğer Batıniler arasında… Bu bilgiler inisiyelere anlayış ve gelişmelerine göre kıdım kıdım verilir. Bütün bu ezoterik bilgilerin babası, üç kere bilge olarak tanınan Hermes’tir.. Hermes’e göre: “İnsan; Tanrı’nın, Allah’ın: ateşin, suyun, havanın, toprağın özü, özetidir. Ancak bu bilgiler ham ervahlara (Gelişmemiş insanlara) verilmemelidir... Eğer verilirse, onlar tarafından öldürüleceğiniz bilinmelidir.” Evet, Prof. Dr. ve Eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş’in dediği gibi; “Yüce Allah her mekânda vardır…” denemez (26.8 2006 VATAN) Çünkü lağım çukurunda Allah olamaz. Allah yalnızca ve yalnızca olgun insanın olduğu yerde vardır Ve olgun insanın olmadığı yerde yalnızca Yaratan madde vardır. Allah başkadır, Yaratan başkadır, Ancak Yaratan da Allah kavramının kapsamı içinde yer alır… 19 SIRLARIN SIRRI Tanrı dediğin; yüce değerler, genel doğrular, üstün duygulardır... Tanrı tanımının bir de genel tanımı yapılır. “Doğa yasaları, toplumun olumlu kuralları, insanın üstün değer yargıları da Allah olarak anılır. Bütün bu bilgiler tasavvuf ilminde “Sırların Sırrı” olarak yer alır. “ Sırların Sırrı” inisiyeden geçmiş olgun insanlardadır. 2Sırların Sırrı” yalnızca kutsal kitaplarda vardır… İşte örnek: Bilmem nasıl olur, bir tane İncil’den, bir tane da Kuran’dan versek. İncil’den: “Filipus ona (İsa’ya) dedi: - Ya Rap Babayı bize gösterirsen yeter! Isa ona dedi: - Bu kadar zaman sizinleyim ey Filipus, beni tanımadın mı? Beni görmüş olan, Babayı görmüş olur; Sen nasıl ‘Babayı bize göster, diyorsun. İman etmiyor musun? Ben Babadayım, Baba da bendedir… Halâ anlamadın mı?” (İncil. Yuhanna. 14/8) Kuran’dan: “ Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (K. 4/80) 20 SIRLARIN SIRRI Bu ayetler; Tanrı Peygamber özdeşliğinin delilleridir. Bunları ne demek olduğunu ancak “Sırların Sırrı”na erenler bilir. Dediğim gibi; Tevrat’ta, İncil’de, Kuran’da bu tür ayetler çoktur. Ne var ki bunları anlayan yoktur. Eğer benden ezoterik bilgiler veren kitap istiyorsan yanıtım şudur, Öncelikle İncil’in Yuhanna bölümünü okunup anlaşılmalıdır. Bilinmelidir ki; İncil’in Yuhanna bölümü bütün batınî tarikatların temel kitabıdır. Bir de şu kitap bulunup okunmalıdır: (HERMES. Metinler&Çalışmalar. EGA META YAYİNLARİ. Derleyen ve Yayına hazırlayan Engin Emir. İzmir, 2006 Engin Emir. İzmir 2006) Bu kitap her kitapçıda satılmaz… Arayıp bulunmalıdır… İşte sana “Sırların Sırrı”nı ilişkin ilk bilgiler… Aklı olan “Sırların Sırrı”na ermek için akılcı bir öğretmene gider. Mevlana bu konuda kıçına tiken batan çıkarmak için çabalayan bir eşek örnek verir. “Kıçına batan tikeni çıkarmak isteyen eşek; kuyruğunu salladıkça tiken daha derine girer!..” 21 SIRLARIN SIRRI “Sırların Sırrı”na erişmek için akılcı bir öğretmene gitmen gerekir!.” der. (Mesnevi 1. Cilt) Süt’ü istediğin kadar kaynat; kendi kendine olmaz yoğurt!..” Kaynayan süte maya çalmazsan tutmaz yoğurt... Benim 30 yıl hizmet ettiğim mürşidim Dr. Emin Kılıç Kale şöyle derdi: “Okumak deva değil, anlamak şifa değil. Kendine sen ey gönül bir tabip ara...” Demek istiyordu ki; gönlüne batan tikeni çıkaracak bir öğretici, öğretmen ara… Kendi dışında bir Allah arayan öğreticiyi öğretmen, sanma... Sakın ha sakın, zannının arkasına düşene aldanma… Şimdi kal sağlıcakla... Daha ne desin sana Av. Hayri Balta. + 3. TANRI KAVRAMI İnsanlar toplum halinde yaşamaya başladığı günden bu yana Tanrı düşüncesi ile meşgul olmuşlardır. Başlangıçta Tanrı düşüncesi insanların doğa karşısında, bilgisizliğinden, korkusundan, yetersizliğinden doğmuştur. Bir sel baskını, bir yıl- 22 SIRLARIN SIRRI dırım düşüp yangın çıkması, bir deprem olup onlarca kişinin ölmesi veya kaybolması üzerine ilkel insanlar bu olayları, günahları yüzünden, Tanrılarının kendilerine verdiği ceza olarak kabul etmişlerdir. Zamanla tek Tanrı düşüncesine indirgenen bu düşünce giderek gelişime uğramış ve günümüzde kimi aydınlarımız tarafından en sağlıklı bir zemine oturtturulmuştur. Artık Doğa’nın, Evren’in, insanın dışında bir Tanrı aramanın bilimsel düşünceye aykırı olduğu kanısına varılmıştır. Tanrı sözcüğü, çeşitli kavramları simgeleyen dinsel bir terime dönüşmüştür. Bu gelişmeyi Falih Rıfkı Atay şöyle özetlemiştir: “İnsan bilgi sahibi oldukça, korkudan kurtuldukça, imgesel varlık gider yerine bilge insan gelir.” Bütün dinler; kölelik döneminden başlamak üzere, egemenlerin toplumu yönetme ve tepkisizleştirme (miskinleştirme) aracı olarak kullanılmıştır. Her ne kadar solcular dinlerin oluşmasını sınıfların ortaya çıkmasına bağlamışlarsa da; dinler, sınıflar olmadan önce ortaya çıkmıştır. Çünkü dinlerin nedeni toplumsaldır, kültüreldir, ruhsaldır. İlkel toplum aşamasında bile Allah, din inancı toplumu etkilemiştir. Sınıflar ortaya çıkmadan önce de insanlar din kurumunu oluşturmuştur. Sınıflı toplumlarda dinler ezilen sınıfları; durağan, tepkisiz, miskin bir insan olarak eğitmiştir. Toplumun bireyleri hak aramaktan yoksun olarak haksızlıklara direnmeyi akıl bile edememiş, bu dünyayı cennete çevirmek dururken şu dinli şu dinsiz diye ortalığı kan gölüne dönüştürmüştür. 23 SIRLARIN SIRRI Böylece güzelim dünyayı cehenneme çevirmişlerdir. Bu dünyayı cehenneme çevirirken de Allah’a hizmet arz ettiklerini sanmışlardır. Cihat sırsında ölünce de cennette gideceklerine inanmışlardır. Bunun sonucunda insan kendisine yabancılaşmıştır. İnsan kendisine yabancılaşınca bilgisizliğe, yoksunluğa, yoksulluğa, bağışıklık kazanmıştır. Şaşırtıcı olanı insanların bu durumda olması bir beceriymiş (meziyetmiş) gibi gösterilmiş; öyle ki insanlar pasifliğe, tepkisizliğe, miskinliğe özendirilmiştir. Bunların başında egemenlere şirin görünmek isteyen din adamları gelmektedir. Kaldı ki din adamları tarih boyunca egemenler tarafından kullanıla gelmiştir ve halen de bu durum sürüp gitmektedir. Egemenler de din adamlarının halkı uyutması karşılığında onları görüp gözetmiştir. Din adamlarının kendilerine sadakatlerini ödüllendirmiştir. Din adamları da bu görevi başarı ile yerine getirdikleri için her dönemde devletin, egemenleri tarafından korunmuş ve el üstünde tutulmuştur. Din adamlarının asıl görevi; din düşüncesini insana, aslından gerçeğinden, saptırarak yanlış öğretmektir. Şunu önemle belirtmek gereğini duyuyorum ki insanları Tanrı’dan uzaklaştıran din adamlarıdır. Böylece insan başına geleni Tanrı’dan sanarak bütün haksızlıklara, yoksunluklara, yoksulluklara sabırla katlanmayı bir sınav sanmaktadır. Oysa insanın başına gelen iyiliklerinin ve kötülüklerinin sonucudur: Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir.” (K. 99/7) Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işler- 24 SIRLARIN SIRRI se, onun cezasını görecektir. (K. 99/8) İnsanın başına gelen iyilik ve kötülük kendi eylemlerinin sonucudur. Öyle sanıldığı gibi ne gelirse Allah’tan değildir. Okuyalım: “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir.” (K. 4/79) Bütün bu haksızlıkların, yoksunlukların, yoksullukların Allah’tan geldiğini sanan insanlar bunlara katlanmayı bir kulluk görev bilen toplumlar sefil ve perişan yaşamaktan kurtulamamışlardır. Tanrı kavramı ile din duygusu hiç de öyle anlatıldığı gibi değildir. Tanrı kavramı, dinsel bir terimdir. Erdem’in içeriğinde bulunan bütün olumlu kavramları kapsayan simgesel bir demettir. Tek Tanrılı dinlerde Tanrı tanımı aşağı yukarı şöyle yapılır: “Eşi ve benzeri olmayan; bütün eksikliklerden uzak, her şeyi yoktan var eden (Lavasion yasasına göre “Hiçbir şey yoktan var olamaz; var olan da, yok olamaz.” (Maddenin sakınımı yasası...), insanı ve diğer canlı cansız her şeyi yoktan var eden, koruyan, rızkını veren (Oysa bu gün Afrika’daki insanların çoğu açlıktan kırılmaktadır…), gücüne ve büyüklüğüne denk olmayan, yazgımızı (kaderimizi) belirleyen, sonra da dilediğini kâfir, dilediğini Müslüman eden, kâfir ettiklerini cehenneme sokan, yaptıklarına akıl sır ermeyen, dokunulmaz (la yüssel) soyut bir kavramdır. ” Görüldüğü gibi ne kadar olumlu nitelikler varsa; bunlar, imgesel (hayali) bir varlığa mal edilmektedir. Sonra bu var sandıkları bu kavrama birbirleriyle yarışırcasına yağ çekerek dalkavukluk 25 SIRLARIN SIRRI yapmaktadırlar. Uydurmada uyuşmakta, yalanda yarışmaktadırlar. Bu yalanlar, uydurmalar öylesine sık yinelenmektedir ki; herkes kendi yalanını gerçek sanmakta, hayalinde yarattığı bir soyut bir kavrama gerçekten varmış gibi tapmakta ve ondan dualarla dilekte ve istekte bulunmaktadırlar. Oysa bu tanım bilime aykırıdır. Determinizmim kuralı gereğince her sonucun bir nedeni vardır. Sebep sonuç kavramına bakarsak başlangıcı bulamıyoruz. Oysa başlangıç diye bir şey oktur. Var olan ne varsa vardan vardır ve vardan görünüre (zuhura) çıkmaktadır. Bilimsel gerçeğe aykırı olan bu Tanrı tanımı; akla da, mantığa da aykırıdır. Akıldan ve muhakeme yürütmekten korkan insan bilgisizliğe, yoksulluğa ve geri kalmaya mahkûm olmaktan kurtulamamaktadır. Aklını kullanarak sorunlarına bilimsel çözüm bulacağına tapınmaya ve dualara sığınmaktadır. Hele Kuran’da bulunan şu ayet “İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin; düşünce, vicdan ve din özgürlüğü maddesindeki” “Herkes düşünme, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir” (Mad. 9) ilkesine aykırı olduğu gibi Anayasa’mızın 10. maddesinde geçen “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” kuralına da aykırıdır. İşte Anayasa’mızın 10. maddesine aykırı olan ayet: “Kitap verilenlerden Allah’a, ahret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberi- 26 SIRLARIN SIRRI nin haram kıldığını haram saymayan, hak dini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” ( K. Tevbe. 9/29) Ne demek “hak dini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşmak?” ( K.Tevbe. 9/29) Böyle bir düşünceyi insanlığa kabul ettirmeye çalışanın terörist diye kafasına çökerler... Çünkü böyle bir anlayış günümüzün ahlak, akıl, hukuk ve insan haklarına aykırıdır. Oysa dinin temeli akıl, barış, Hak’ta saygı, doğruluğa dürüstlüğe önem sevgiye değer vermek, hoşgörü ve inançlara saygı göstermektir… “Aklı olmayanın dini de yoktur” denir. Bütün dinlerin asıl amacı insanın iradesini kullanarak kendini olgunlaştırıp; insanların barış ve sevgi içinde yaşamasını sağlamak olmalı iken günümüz tek Tanrılı din anlayışı bu kuralı bozmaktadır… Din insanlar için olacağına; insanlar din için olmuştur ve böylece insanları yalnızca tapınmaya yöneltmiştir. “Yat, kalk! Kabul eden Hak!” denilmiştir. Hatta öyle ki “Her türlü günahı ölünceye kadar işle; ancak ölürken tövbe et, bir salâvat getir doğru cennetliksin!” denmiştir. Ne kadar yanlış bir anlayış… Böyle bir anlayış bütün kötülüklerin kaynağı olmaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü yapılan kötülük (günah) af dilendiğinde, Müslüman olunduğunda nasıl olsa bağışlanacaktır düşüncesi insana her türlü çılgınlığı yaptırabilir. Nasıl olsa sonunda bağışlanma vardır… 27 SIRLARIN SIRRI Aklı kullanmadan, düşünmeden; yatıp kalkmak, oruç tutmak, hac’ca gitmek, kurban kesmek insanı olgunlaştıracağına hamlaştırır. Müslüman olmayanları karşı kin ve düşmanlığa motive eder. Bunun açık kanıtı yüzlerce cihat ve şiddet ayeti yanında K. 9/29 ayetidir. Yeniden okuyalım: “Kitap verilenlerden Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savasın.” ( K. Tevbe. 9/29) Oysa dindar olmak demek; ahlak, edep, erdem, hikmet, marifet, ve her bakımdan bilge olmayı gerektirir ve insana aklını insanlık yararına kullanmayı; dini, ırkı, inancı ne olursa olsun insanları sevmeyi öğretmek demektir. Bu durumda Tanrı’nın akla, bilime ve mantığa uygun bir tanımı yapmak gerekmektedir. Böyle bir tanım ancak şu biçimde yapılabilir: Tanrı (Allah) Tanımı: Üstesinden gelemeyeceğimiz Doğa (Evren) yasları, toplum kuralları ile aklın, bilimin ve kültürümüzün verileri ile oluşan sağduyumuz, vicdanımız yanında, uyguladığımızda yüzümüzü kızartmayacak genel doğrular, olumlu kavramlar, üstün değerlerdir… Çünkü Allah: Madde olarak yoktur, mana olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Somut olarak yoktur, soyut olarak vardır. Ruh olarak yoktur, düşünce olarak vardır. Zat (kişi) olarak yoktur, isim-sıfat olarak 28 SIRLARIN SIRRI vardır. Bu tanım; akla, mantığa, bilime ve gerçeğe uygundur. Bu tanıma göre insanın kendisi dışında bir varlık aramaması; her ne ararsa kendinde araması gerekmektedir. Bu gerçeği Hacı Bektaş-i Veli şu mısralarla dile getirmektedir. “Hararet nardadır, saç’ta değildir. Dervişlik baştadır, taç’ta değildir. Hakkı arar isen gönlünde ara. Mekke’de, Kudüs’te, Hac’ta değildir.” (BÜTÜN YÖNLERİ İLE BEKTAŞİ Fıkra ve Nükteleri. Kaynak Kitapları 5. Ayyıldız Yayınları. s.16) Gökte bulunduğu sanılan bir Tanrı’dan haber ve bilgi geldiğine inanmak insanın kendi aklına vurduğu en büyük kettir (engeldir). İnsan; ahlaksal erdemleri, genel doğruları, olumlu kavramları, yüce değerleri, yaşamına uygularsa kendini, huzur içinde (Cennet’te); uygulamazsa, huzursuzluk içinde (Cehennem’de) bulur. Peygamberler; eski çağlarda toplumun din konusunda en bilgili ve bilge kişileridir. Bunların toplum yararına olduğu sanılan bütün sözleri yüceltilerek Tanrı kelamı olarak nitelendirilir. Günümüzde bu görevi arifler yerine getirir. Bütün kutsal kitaplar; peygamberlerin, din adamlarının, bilgin ve bilge kişilerin sözleridir… Bu nedenle Peygamberleri görüşlerine göre değerlendirmek gerekir. Peygamberler; görüşlerine inandırıcılık sağ- 29 SIRLARIN SIRRI layabilmek ve kendilerini topluma kabul ettirmek için Allah’ın sevgili kulu ve peygamberi olduklarını ileri sürmüşlerdir. Oysa Tanrı rabbil alemindir. Yalnız peygamberlerini değil; doğru, dürüst, erdemli yaşayan herkesi sever ve bunlara varlığını duyurur… Yeter ki insan, insanlığına yakışır erdemli yaşamı ilke olarak benimsesin ve yaşamına uygulasın. Peygamberlerini seven Tanrı, doğru dürüst yaşayan, kişiliğine leke sürmeyen insanları niçin sevmesin?... Kaldı ki Tanrı’nın peygamberlerini sevdiği de kuşku götürür. Eğer dedikleri gibi Peygamberlerini sevmiş olsaydı; kendilerini, çocuklarını ve torunlarını ölümden kurtarırdı. Çünkü peygamberlerden çoğu öldürüldüğü gibi İslam Peygamberinin de Ehl-i Beyti (Aile bireyleri...) kılıçtan geçirilmiş, kimilerinin başı kesilmiş, yakalanmayanlar ise yaşamını sürgünlerde geçirmek zorunda kalmıştır. En sevgili peygamberi olduğu ileri sürülen peygamberin Hüseyin adlı torunu ile ailesi Kerbela’da susuz bırakıldıktan sonra kafası kesilerek öldürülmüş; büyük torunu Hasan ise zehirlenmiştir. Bütün bunlar olurken Allah kılını bile kımıldatmamıştır. Tanrı, peygamberlerini bu kadar severmiş de peygamberleri ve torunları öldürürken neredeydi? Demek ki bu Tanrı söylemini gerçek anlamda değil de, yukarıda tanımını yaptığım biçimde anlamalıdır. Bütün bunlar Tanrı’yı bilmemekten ileri gelir. 30 SIRLARIN SIRRI Bu tür insanları gördükçe; bunların, Tanrı kavramından habersiz olduklarını görürüm. Hiç Tanrı; kâfir, mümin ayrımı yapar mı? İnsanları kafir mümin diyerek birbirine düşürür mü? Gelin şu Tanrı kavramını anlamaya çalışalım ve “Bütün insanları insan oldukları için sevelim…” Şimdi benim bu görüşlerim rahmanî mi, şeytani mi? + 4. ALLAH VARDIR “Bir kimsenin bilgisi çoğaldıkça Allah korkusu da çoğalır. Allah korkusu çoğaldıkça Hakk’a karşı itaat ve ibadeti de artar. (Seyyid Abdülkadir Geylani k.s.) Semerkand Takvimi. 10 Kasım 2009 + Allah’ı bilmeyenler; “Allah’ın varlığı kanıtlamaz!” derler. Allah’ı bilmediklerinden böyle derler. Şimdi ben, Allah’ın varlığını kanıtlarsam bana ne derler? Çünkü Allah: Madde olarak yoktur, mana olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Somut olarak yoktur, soyut olarak vardır. Ruh olarak yoktur, düşünce olarak vardır. Zat (kişi) olarak yoktur, isim-sıfat olarak vardır. 31 SIRLARIN SIRRI Allah, simgesel, mecazi bir anlatımdır. Allah deyimi: Bütün genel doğruları, olumlu kavramları, üstün değerleri, Yüce duygu ve düşünceleri İnsanlıkça kabul edilmiş ortak erdemleri, Akla, sağduyuya, mantığa ve vicdana uyan işlemleri Ahlak kurallarından oluşan etik ilkeleri kapsar…. Bütün bu saydıklarım İslamiyet’te Hak kavramı ile ifade edilir. Hak ise; İslamiyet’e göre Allah’ın ta kendisidir. “Böyledir. Çünkü Allah, Hak’kın ta kendisidir. O’nun dışındaki taptıkları ise batılın ta kendisidir. Gerçek şu ki Allah, evet O, uludur, büyüktür.” (K. 22/62. Diyanet Vakfı Çevirisi. K. 24/25’e de bakabilirsiniz…) Allah çayın içinde erimiş şekere benzer. Gözle görülmez çayın içindeki şeker… Ancak çayı içince insan; şekerin varlığını hisseder. Allah, duyu organlarıyla algılanmaz… O’na elle dokunulmaz… Allah, doğru, dürüst yaşandığında varlığını 32 SIRLARIN SIRRI gösterir. Doğru dürüst yaşadığımızda varlığı hissedilir. Şimdi biz; Hak’ka uyarsak; Allah’la ile iç içe olduğumuzu biliriz. Allah, doğru dürüst yaşamın lezzetidir. Tıpkı çayın içinde görülmeyen şeker gibidir Bu lezzet (Allah) kötü olanı değil; iyi olanı yaptığımız takdirde kendini hissettirir. Bunun doğrulanması, sağlaması, testi yapılabilir. Doğru dürüst yaşadığımız takdirde, Allah varlığını gösterir… Böylece Allah’ın varlığı kanıtlanmış oluruz. Yaşamda huzur ve güven buluruz… + 5. ALLAH’I BULMAK Ebu Sait’in bir sözünü alıyorum. Ebu Said zamanının tanınmış ermişlerindendir. Peki, bu Ebu Said büyüğümüz ne demektedir? İşte sözleri: “O’nu kullukta arayan bulamaz. O’nu, O’nunla arayan hemencecik buluverir.” (Ebu Said. TEVHİDİN SIRLARI. Muhammed ibn Münevver. Kabalcı yayınları. 2003. s. 294) Ebu Said,.Allah’ı bulmaktan söz ediyor. Allah da aranmadan bulunacak kavramlardan değildir. 33 SIRLARIN SIRRI Demek ki insanın bu sözü anlayıp değerlendirebilmesi için bu Allah denilen kavramın ne olduğunu, nerede bulunduğunu; bilmek, bilmiyorsa bulmak zorundadır. Kaldı ki bizim sözümüz de Allah’ı merak ederek bulmak isteyenleredir. Allah; sanıldığı gibi, bizim dışımızda, Evren’in, Doğa’nın ötesinde Peygamber gönderen, kitap indiren bir maddî varlık değildir. Eğer merak edip de kutsal kitapları düşünerek okursanız sözlerimin gerçek olduğunu görürsünüz. Allah, kutsal bir kavramdır. Doğa ve toplum yasalarını yüce tutmaktır. Olumlu duygu ve düşünceleri, ortak değerleri, ahlaka ve erdeme dayanan bir kavramlar sistemidir. Genel ve ortak değerleri üstün tutmak ve bunları yaşamına uygulamaktır. Daha da basitleştirerek anlatırsan savaş yerine barışı, nefret yerine sevgiyi üstün tutmaktır. Ben bunları kendi kafamdan uydurmuyorum. Kutsal kitapları inceleyerek buluyorum. Doğruluk, Hak, Sevgi gibi yüce kavramlar Tanrı’nın ta kendisidir. İşte Kutsal Kitaplardaki kaynağı: Tevrat, DOĞRULUK kavramına Rab der. “RAB doğruluğumuzdur”: İbranice “Yahve sidkenu”. (Tevrat. Yeremya. 23:6 ve 33/16) İncil SEVGİ kavramı Tanrı olarak kabul eder. 34 SIRLARIN SIRRI “Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar…” (İncil. 1. Yuhanna. 4/16-19) Kuran da, HAK kavramına, Allah’ın ta kendisidir der: “Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise batılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür.” (K. 22/62. Yine Bkz. 24/25) Hak’kı; Allah olarak kabul etmek: Doğa yasaları ile toplum kurallarını yüce tutmaktır. Ahlak kurallarına, olumlu duygu ve düşüncelere, ortak değerlere, uymak ve erdemli olmaktır. Yani bir başka deyişle; doğru dürüst yaşamak, sevgiye değer vermek ve savaş yerine barışı, nefret yerine sevgiyi üstün tutmaktır. Şimdi bana: “İlahiyatçı değilsin, öyle ahım şahım bir tahsilin de yok, Hukuk Fakültesinden orta derece ile mezun olmuş birisin. Bütün bu ilahiyatçı profesörler bilmiyor da sen mi biliyorsun?” denebilir. Evet, öyleyimdir. Dahası ben öyle akıllı ve bilgili bir kişi de değilim. Ancak şunu özellikle belirteyim ki benim açıkladığım bu bilgiler akıllılardan ve hikmetlilerden gizlenmiştir. İncil’deki şu ayete dikkatinizi çekerim. “Ey baba sana şükrederim ki; bu şeyleri akıllılardan ve hikmetlilerden gizledin.” (İn. 35 SIRLARIN SIRRI Luka. 10/21) Ben de Yaradan’a (Doğaya, Evren’e…) şükrediyorum ki bu bilgiler akıllılardan ve hikmetlilerden gizlendiğin halde bana verdin. Bu bilgiler bizim gibi Hâssu’l havâs’a özgüdür… + 6. HAK, ALLAH’TIR… Önce ayeti okuyalım: “Böyledir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nun dışındaki taptıkları ise batılın ta kendisidir. Gerçek şu ki Allah, evet O, uludur, büyüktür.” (Diyanet Vakfı Çevirisi, Görüşlerimi açıklamadan önce bazı açıklamalar yapmakta yarar vardır. Bu ayet Mekke’deki müşriklere hitap etmektedir. Bilindiği gibi Mekkeli müşriklerin de tek Allah inancı vardır. Allah’a taparlar; ancak bu inandıkları Allah’a, saygılarından ötürü, isteklerini putları aracılığı ile iletirlerdi. Hak konusuna gelince Hak denince ne anlamalıyız. Her şeyden önce Hak Allah hakkında da kullanılır. Hak, gerçeği simgeler… Hak, uymak zorunda olduğumuz bir olgudur. Hak, her şeyden önce iyi, doğru, güzel, dürüstlük gibi ilkeleri kapsar. Genel doğrular, ortak değerler, yüce kavramlar Hak terimi ile ifade edilir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...