25 Aralık 2019

SIRLARIN SIRRI 4 NCÜ BÖLÜM

Günahın ölçüsü ise: Sağduyumuzu rahatsız eden, vicdanımızı sızlatan ve insanlardan saklamaya çalıştığımız her davranışımız günah sayılır. Bu günahı işleyen her kişi ise din ilmine göre “ÖLÜ” sayılır ve Ebedi Yaşam’dan yoksun kalır. Eğer yaşamımızı; olumlu kavramlara, genel doğrulara, ortak değerlera, yüce erdemlere göre yönlendirirsek “ölümsüz yaşamı” yeğlemiş oluruz ki bu da İncil’de şöyle ifade edilir. “Biz ki günaha öldük, artık onda nasıl yaşarız.” (İn. Rom. 6/2) Demek istiyor ki: kötü yaşamı bıraktık; artık ona nasıl dönebiliriz?.. Kötü davranışlar ölümle ifade edilir. Bu da fiziksel olarak ölüm değil Yani utançlı bir yaşamdır ki bu “Ölüm”le açıklanır. Bu doğrultuda olmak üzere İncil’de daha yüzlerce tümce vardır. Demek ki olumlu yöndeki erdemli yaşamımız bizi ölümsüzleştirir. Olumsuz yöndeki yaşantımız ise bizi ölümlü kılar. Gelelim Cennet-Cehennem konusuna. Kendilerine şöyle dedim: “Yahu, aklınızı başınıza toplayın. Ne cenneti, ne cehennemi... Hepsi buradadır. Bunlar simgesel kavramlardır. Yoruma elverişli ayetlerdir… Cennet: Yaptığımız olumlu davranışlardan duyduğumuz vicdan rahatlığıdır. Olumlu edimlerimizin bize sağladığı refahtır, huzurdur. Cehennem ise: Bunun tam tersi bir yaşamdır. Yaptığımız olumsuz davranışların ruhumuzda yarattığı huzursuzluk ve vicdan azabı cehennem olarak simgelendirilir. Yine tembellik, uyuşukluk sonucu çekilecek yoksulluk ise cehennem ile simgelendirilir...” 208 SIRLARIN SIRRI Dört kişi idiler. Sözlerim üzerine cin çarpmışa döndüler: “Bunca din adamı; Yahudi’si, Hıristiyan’ı, Müslüman’ı öldükten sonra gideceğimiz cennetten-cehennemden söz ediyor. Bunlar yalan mı söylüyorlar. Bir ilâhiyatçı olmadığın halde sen bunlardan daha mı iyi biliyorsun?..” dediler… Kendilerine: “Size söylediğim bu sözler akıllılardan ve ilâhiyatçılardan gizlenmiştir.” dedim. Açtım İncil’i şu tümceyi (âyeti) gösterdim: “… Bu gerçekleri bilge ve akıllı kişilerden gizleyip küçük çocuklara açtığın için sana şükrederim.” (İncil. Luka, 10/21) Yaşamda dinsel sorumluluk, insanın rüştüne ermesinden başlayarak ölümüne değin sürer. Nasıl sahne açılınca oyun başlar ve sahne kapanınca oyun biterse; insan için de rüştüne ermesi ile sorumluluk başlar; ölünce sorumluluk biter. İnsan ölünce her şey biter. Topraktan geldi, toprağa gider. Toprak olur başka bir konuma geçer. Gidilecek Cennet Cehennem diye bir yer yoktur. Hepsi buradadır ve yaşarken yaşanır… Üretim, boşaltım, dolaşım, solunum organları insanla tıpatıp benzer olan hayvanlar ve diğerleri ölünce nere giderlerse insanlar da oraya gider. Bu görüş Tevrat’ta şöyle açıklanır: Peygamberin birine sorarlar: - İnsanlar ve hayvanlar ölünce nereye gider? Peygamber şöyle der: - “Hepsi topraktandır ve hepsi yine toprağa döner. Hepsi aynı yere gider.” (Tevrat. Vaiz, 209 SIRLARIN SIRRI 3/19-20). Bu gerçek halkımız arasında da şöyle açıklanır: - Topraktan geldik toprağa gideceğiz? Bu söylem; yalnız Müslümanlar arasında değil Hıristiyanlar arasında da söylenir ama hayal âlemindekiler bunu anlamamakta direnir… Cennet de, cehennem de yaşayanlar içindir. Fiziksel olarak ölenlerin cenneti-cehennemi olmaz. İsterseniz açın kitabınızı şu tümceye bakın!” dedim. Çünkü kitapları İncil’de: “Tanrı, ölülerin değil, yaşayanların Tanrısıdır.” (İncil. Matta. 22/32) Bu tümceyi hiç okumadınız mı, hiç düşünmediniz mi bu ne demektir deyince şaşırıp kaldılar. “Hiç gözümüze çarpmamıştı…” dediler… Ahrette hesap verme sorununu gelince o da yaşarken söz konusudur. Ahret kavramı yaşadığımız andan sonra gelen zamandır. Bu gün yaptığımız olumsuz bir eylemin; yarın, belki yarından da yakın, bir zamanda hesap sorulmasıdır ki o da yaşarken söz konusudur. Bu konuda şöyle bir ayet vardır ve aklı olan için çok önemli bir ayettir: ““Hesap sorucu olarak kendi nefsi yeter” (K. 17/14) “Hesap sorucu olarak kendi nefsi yeter…” yeter deniyor. Öldükten sonra demiyor, cehennem zebanisinden söz edilmiyor, Şu ayet yeter aklını kullananlar için; her şeyin insan ruhunda yaşarken cereyan ettiğine… Şimdi de gelelim “Peygamberlerin günahsız 210 SIRLARIN SIRRI olduğu...” düşüncesine... Bu düşüncenin şampiyonluğunu ise bizimkiler yapmaktadır.. Oysa zahmet edip kitaplarına bir baksalar; Allah’ın (Burada Muhammed Peygamberin içbeni, öngörüsü; yani özeleştirisi, sağduyusu …) birçok yerde peygamberlerini azarladığı görülür… Birkaç örnek verelim yeter. Daha çok örnek verirsem tedirgin eder: “Seni şaşırmış bulup doğru yola eriştirmedi mi?” (K. 93/7) “Şaşırmış” da ne yapmış? “Doğru yola eriştirilmeden” önce ne yapıyordu ki Allah tarafından böylesine uyarılmak zorunda kalmış. (Burada Peygamberin içinden gelen, kendisini yargılayan özeleştiri ve sağ duygusuna Allah denir…) Al bir tane daha: “Ey Muhammet! Bil ki, Allah’tan başka tanrı yoktur; kendinin, inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile. Allah, gezip dolaştığınız ve duracağınız yeri bilir.” (.47/19). Ne günah işlemiş ki Allah kendine “günahlarının bağışlanmasını dile” demiş… (Burada Allah; Peygamberin, sağduyusu, öngörüsüdür… Peygamber burada nefis muhasebesi yapıyor, kendi kendini yargılıyor, özeleştiri yapıyor…) Ve şu tümceye (ayete) de dikkat: “Allah böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir.” (K. 48/2). Geçmiş ve gelecek diyor. Burada Peygamber kendisini eleştiriyor… Günah işlemeyeceğin- 211 SIRLARIN SIRRI den emin görünmüyor… Bizim ilahiyatçılar bu konulara hiç değinmezler. Neden bu konulara değinmezler acaba? Diğer şeriatçılar ise bu konularda söz bile söyletmezler; hemen tahrik olurlar, adamı Sivas Madımak’taki gibi yakarlar... Kuran’daki İslam Peygamberi ile ilgili tümceleri gördük. Şimdi bir de İsa Peygamberin söylediklerine dikkat edelim: İsa kendisinden öncekiler için hırsız ve haydut diyor: “Benden önce gelenlerin hepsi hırsız ve hayduttu.” (İncil. Yuhanna, 10/8) Önce İbrahim’in yaptıklarına bir bakalım. Örneğin Tevrat’ın, Tekvin bölümünden öğrendiğimize göre İbrahim, karısını, “kız kardeşimdir, alabilirsin!” diye Mısır Firavun’una veriyor. Firavun gerçeği öğrenince İbrahim Peygamberi azarlıyor: “Niçin, karını, bu benim kız kardeşimdir, dedin. Ben de onu karı olarak aldım ve şimdi işte karın, al ve git!” (Tekvin 12/10-20) diye azarlayarak kovuyor. Görülüyor ki Firavun İbrahim’den daha duyarlı… Yine aynı bölüm de anlatılmaktadır ve İbrahim’in bu kez karısını Gerar kralı Abimelek’e gönderdiğini okumaktayız: “... Fakat Allah gece rüyasında Abimelek’e gelip ona dedi: Aldığın kadın sebebiyle, işte sen bir ölüsün (Günahkârsın… HB); çünkü o bir adamın karısıdır.” dedi. Abimelek de İbrahim’i azarlayarak: “İşte, al karın ve git!” (Tekvin 20/1-4) demektedir. Bu tümcelerde İbrahim Peygamberin, “...ka- 212 SIRLARIN SIRRI rısını kız kardeşim...” diyerek krallara verdiğini görüyoruz. İkinci olaydaki “...Aldığın kadın sebebiyle, işte sen bir ölüsün; çünkü o bir adamın karısıdır...” tümcesine dikkatinizi çekerim. Gerçek din ilminde kötü davranışlarda bulunanlara “ÖLÜ” denir. “Ölü”ler ise Tanrı’dan (Doğruluktan, dürüstlükten…) kopar. (Burada Tanrı: Genel doğrular, Evrensel değerler, etik ahlak, erdem, doğruluk, dürüstlük, iyilik gibi yüce ve ortak değerler ile olumlu kavramlardır...) Bu nedenle “Allah ölülerin değil dirilerin Allah’ıdır.” (İncil, Matta. 22/23) denir. Şunu da belirteyim ki her yaşayan insana DİRİ denmez. DİRİ denince: Sorumluluk duygusu olan ve kötülüğe bağışıklık kazanmamış kişi akla gelir; ÖLÜ denince duyarsızlığı nedeniyle sorumluluğunu yerine getirmeyen, kötülüğe bağışıklık kazanmış, yaptığı haksız kazançtan ve de başkasının haklarını zorla almaktan zevk duyan kişi akla gelir. Tanrı: Madde olarak yoktur, manâ olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, simgesel olarak vardır. Somut olarak yoktur, soyut olarak vardır. Zat olarak yoktur, sıfat olarak vardır. Toplumun kabul ettiği genel doğrular, üstün değerler, yüce kavramlar, en güzel sıfatlara, ki buna da din ilminde Esma-i hüsna denir, Tanrı’nın güzel isimleri…… Tanrı, simgesel bir anlatımdır. Üstesinden gelemeyeceğimiz doğa yasaları, toplumu yönetmek için konulan kurallar yanında; akıl, mantık, sağduyu, vicdan yoluyla insanları iyiliğe yönelten 213 SIRLARIN SIRRI duygudur. Buna din ilminde Ruhül Kudüs = Cebrail = Vahiy…denir. ) Tanrı: Zat (kişi) olarak yoktur; insanın, sağduyusu, vicdanı, öngörüsü ve olumlu ilke ve kuralları olarak vardır. Yukarıdan beri tanımını yaptığım bu Tanrı tanımı; sorumluğunu idrak eden; iyinin ve kötünün ayrımında olan insanlar için söz konusudur. Yani “DİRİ”ler için söz konusudur. Ölüler için dinsel sorumluluk (Tanrıya karşı sorumluluk) söz konusu değildir. Nasıl ki; küçük çocukların, beyinsel özürlü olanların ve de hayvanların Tanrısal sorumluluğu olmadığı gibi... Ne var ki 60 yılı aşkın bir zamandan beri bu konularda açıklamalar yaptığım halde bir kişiye bile anlatamadım. Yalnız bu dediklerim anlaşılsa ve anahtar olarak alınsa insanlık yeniden doğuşa erer... Şimdi de Davut Peygamber ne yapmış onu görelim. Herhangi bir yorumda bulunmadan bir de buna bakalım: “...Niçin Rabbin gözünde kötü olanı yaparak onun sözünü hor gördün? Hitti Üriya’yı kılıçla vurdun ve karısını kendine karı olarak aldın...” (Tevrat, II.Samuel, 12/9) Hani Peygamberler günahsız olurdu?.. Bir Peygamber, göz koyduğu kadını almak için kocasını öldürür mü? Bu en büyük günahlardan değil mi? Artık takdir sizin, nasıl değerlendirirseniz değerlendirin… Halâ ve halâ peygamberler günah işlememiş derseniz günahkar olursunuz… Din ilmini bilirse- 214 SIRLARIN SIRRI niz bunda şaşılacak bir durum yoktur. Çünkü Peygamberler de senin benim gibi beşerdir ve beşer olan da şaşar… Tevrat’taki bu tümcenin öncesi ve sonrası uzun. Olayı kısaca MEYDAN LAROUSSE’den aktarayım: “GÜZELLİĞİYLE ÜNLÜ YAHUDİ KADIN, Davud’un subayı Üriya’nın karısı (II. Samuel, XII, 1-25) Davud’un sevgilisi oldu. Davud, onunla evlenebilmek için Üriya’yı öldürdü. Bunun üzerine peygamber Natan ona (Davud’a) şöyle dedi: - Natana dedi: Rabbin hakkı için bunu yapan adam ölüm oğludur...” (II. SAMUEL, 12/5). demek istiyor ki: Sen ölüm oğlusun!.. Yani kötü olanı yaparak öldün… Atalarının dinini değişmez doğru olarak kabul eden ve düşünmeden gelenekler uyarınca yaşayan taklitçi kişileri İsa: “Ölü” olarak niteler. Şu ayet dikkatle incelenmelidir. Çünkü İsa’ya göre gerçeklerden habersiz olanlar: “Ölü” sayılıyor. Okuyalım: Babası ölen “Şakirtlerden bir başkası İsa’ya dedi: Ya Rap, bana izin ver, önce gideyim ve babamı gömeyim. Fakat İsa ona dedi: Benim ardımca gel; bırak ölüleri kendi ölülerini gömsünler.” (İncil. Matta. 8/21 -22) Bütün bu konulara şu nedenle değindim. Din ilmin de Günah işleyene kim olursa olsun “ölü” denir. “Zira günahın karşılığı ölümdür.” (İncil. Rom. 6/23). Görüldüğü gibi yaşayan Peygamber Davud’a bile Natana: “Sen ölüm oğlusun!” demesinin ne- 215 SIRLARIN SIRRI deni kötü bir iş yapmış olmasıdır. Demek ki iyi iş yapmış olanlara da “Tanrının oğlu!” deniyor. Bu bir simgedir. Kötülüklerden uzak erdemli yaşayan her insan “Tanrı’nın oğlu sayılır!” Yoksa öyle Hıristiyanların anlayıp inandığı şekilde Tanrının oğlu mu olur? Bu anlayış, Tanrı ve Din bilgisinin yokluğundandır. Bu konuda İncil şu açıklamayı yapmaktadır: “Ne mutlu sulh edicilere; çünkü onlar Allah’ın oğulları olarak çağrılacaklar.” (İncil. Matta. 5/9) Buradan anlıyoruz ki barıştan yana olanlar, barışı sağlayanlar Tanrı’nın oğlu sayılıyor… Demek ki savaş yerine barışı yeğleyenler; nefret yerine sevgiyi benimseyenler “Tanrı’nın oğlu” olarak nitelenecek. Siz de nefret yerine sevgiyi yeğlerseniz İsa gibi Tanrı’nın çocuğu sayılırsınız. Eğer sevgi yerine nefret’i yeğlerseniz siz de “ölüm oğlu” ya da “şeytanın dölü” sayılırsınız… Bu konuda İncil’de şöyle bir ayet daha vardır: “Fakat onu kabul edenlerin hepsine ; onun ismine iman edenlere, Allahın evlatları olmak yetkisini verdi. “ (İncil. Yuhanna. 1/12) Burada denmek istiyor ki İsa’nın öğütlerini yerine getirenler; yani kötülük yerine iyiliği, savaş yerine barışı, nefret yerine sevgiyi yeğleyenler Tanrı’nın çocuğu sayılır… İncil’deki şu ayet de önemlidir: “Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan, Tanrı’da yaşar, Tanrı da onda yaşar…” (İncil. 1. Yuhanna. 4/16-19) Ne demek; Sevgi yüce bir kavramdır, oysa 216 SIRLARIN SIRRI nefret kötü bir kavramdır. Siz, nefret yerine sevgiye yönelirseniz Tanrı da yaşarsınız ve Tanrı da sizde yaşar… Buradan da anlıyoruz ki Tanrı bir varlık değil bir kavramdır ve olumlu kavramların tümü Tanrı simgesi ile ifade edilir. Ben bu bilgileri verirken içerde bulunan dört kişiden üçü beni daha fazla dinlememek için çekilip gittiler. İçeride kalan tek kişi ise dükkânın sahibi idi… Saygılarımla, Av. Eren Bilge, 28.11.2010 + KATKIDA BULUNANLAR: 1. Yalçın Koçak Sayın Hayri Balta; Büyük insan İlhan Arsel’e yazdığınız mektuptaki olayı ilgiyle okudum. Görüyoruz ki; bağnazlık, okuduğunu anlamama ve bunda ısrar… Hepsinin bası da gerektiği gibi okumama ve yorumlayamama, her dinde var… Kitapçıda bulunan söz konusu kişilere çok güzel bir ders vermişsiniz, kutluyorum, ağzınıza sağlık. Esenlikler diliyorum. Yalçın Koçak, 29.11.2010 + 41. ALLAH’A GİDEN YOL! “Bâyezîd, ma’na âleminde Allah’ı görmek devletine mazhar olmuş ve: “Ya Rabbî! Sana na- 217 SIRLARIN SIRRI sıl yol olur?” diye ricada bulunmuş. Allah tarafından da: “Dünyasından, âhiretinden ve nihayet kendi vücudundan geçenler bana erişir.” ilâhî hitabı sâdır olmuş.” (Prof. Dr. Cavit Sunar. ANA HATLARİYLE İSLAM TASAVVUFU TARİHİ. AÜ İlahiyat Fakültesi Yayınları. 143. 1978. s. 106) + Bilinmelidir ki kimse Allah’ı göremez. İşte Kurandaki ayet: “Gözler O’nu göremez; halbuki O, gözleri görür.” (K. 6/103 Çünkü Allah maddî bir varlık değil ki ‘onu görebilesin… Madde olarak yoktur, mana olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, simgesel olarak vardır. Zat olarak yoktur, nitelik olarak vardır. Bu nedenle görünmesine olanak yoktur. Ancak ma’na âleminde yol alanlar, kalp gözü açılanlar, Allah’ı bilir, hisseder ve yaşamlarına uygularlar. Bu güne değin çoğu tasavvufçular Allah ile Yaratan’ı birbirlerine karıştırmakla gerçeklerden (Hak’tan) ayrı düşmüşlerdir. Oysa Allah başka Yaratan başkadır. Yaratan, Allah kapsamı içindedir. Mana âleminde mesafe alanlar Yaratan’ı görebilirler; ancak Allah’ı göremezler; ancak onun varlığını hissederler. Tıpkı çayın içine attığımız eriyen şekerin varlığını göremediğimiz; ancak tadını hissettiğimiz gibi Allah’ın varlığını da yaşam- 218 SIRLARIN SIRRI da hissederiz… Yukarıda Bayezid’in “Allah’ı görmek devletine mazhar olduğu” belirtilmektedir ki; bu simgesel bir anlatımdır. O Bayezid ki “Hırkamın altında O’ndan başka kimse yoktur!” demekle Enel Hak kavramını başka bir biçimde dile getirmiştir. Burada vahdet-i vücut anlayışı nedeniyle; “Ben Yaratan’dan bir parçayım…” demektedir. Yine Allah’a giden yol olarak da “Dünyasından, âhiretinden ve nihayet kendi vücudundan geçenler bana erişir…” biçiminde mecazî anlamda bir söz söylenmiştir ki bu konuda da düşünmemiz gerekir. Bilinmelidir ki dünyadan vazgeçmekle Allah’a erişilmez. Bu toplum içinde yaşayanlar kimseye muhtaç olmadan yaşamak için çalışmak, ekmeğini kazanmak zorundadır. Eğer dünya derken aşırı malk mülk, şan şeref, makam mevki düşkünlüğü ise buna bir sözümüz yoktur. Çünkü insan günlük geçimini helal bir biçimde kazanmak zorundadır. Malk mülk düşkünlüğü insanı Allah’tan da, Allah yolundan da uzaklaştırır. İnsan geleceğinden vaz geçemez. Ahret, şu andan itibaren yaşayacağımız günler demektir. Öldükten sonra ahret falan olmaz. “Tanrı; Ölülerin değil yaşayan insanların (Duyarlı ve sorumluluk duygusu olanların... H.B.) Tanrısıdır.” (İncil. Matta., 22/32. Markos.12/27. Luka. 20/38) Bu bakımdan geleceğimizi sağlam temeller 219 SIRLARIN SIRRI üzerine oturmak istiyorsak içinde bulunduğumuz anı iyi değerlendirmeliyiz ve yanlış yapmamalıyız. Hele insanın “kendi vücudundan geçmesi” demek Allah’a ulaşan aracı ortadan kaldırmak demektir. Çünkü insan vücudu Allah’a ulaşmak isteyenler için bir araçtır. Sen insan vücudundan vazgeçersen hangi araçla (vücutla) Allah gideceksin? Bunun için bedenin gereksinimlerini ey iyi biçimde karşılamak gerektir. Çünkü her şeyin en iyisi insan içindir. Yemeden, içmeden kesilerek Allah’a ulaşılmaz…. Buradan şu sonuç çıkıyor ki din kitaplarında söylenen her söz üzerinde düşünmek gerekiyor. Bak yukarıdaki notlar üzerinde biraz düşündük; nelerle karşılaştık. Bunun içindir ki bilgeler “aklınızı kullanın” demektedir. Ne var ki aklını kullanarak gerçekleri araştıranlar gün geçtikçe azalmaktadır.. + 42. ALLAH DOSTLARI Halk arasında halim selim, yumuşak huylu ve kendi halinde olanlar için “Allah adamı” denir. Burada anlatılmak istenen sözü geçen insandan kimseye kötülük gelmeyeceği düşüncesidir. Bunun yanında namazında niyazında olan, kimsenin alıp verdisi ile ilgilenmeyen, kendi geçiminin peşinde koşan ve de kimseye zararı olmayan insanlara da “Allah’ın dostları.” denir… Demek ki kimseye zararı olmayan, kendi ha- 220 SIRLARIN SIRRI linde yaşayan, günlük geçimini sağlamakla yetinen, dünya malında, şanında, şöhretinde gözü olmayan ve kimseye kötülükte bulunmayan insanlar “Allah’ın dostu” sayılmaktadır. Kuran’da şöyle üç ayet vardır ki üçü de aynı anlamdadır: K. 22/6: Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. (K. 22/6, 62. 31/30) Burada Hak denince akla ilk gelen: doğruluk, dürüstlük, iyilik, güzel davranış, erdemli yaşamdır…Bu kavramların yanına bilgi ve bilgeliği de katabiliriz… Bu karamlar hep Hak kavramı içinde biçimlenir. Bunun için de yalnız camiye, havraya, kiliseye gidip ibadette bulunmak yetmez; bunun yanında doğruluk, dürüstlük, iyilik, çalışkanlık, tok gözlülük, kanaatkârlık, güzel ahlak, Salih amel gibi erdemler de aranır. Yaşamını bu doğrultuya oturtanların kimseden korkması için bir neden kalmaz. Çünkü suçlanacak bir davranışta bulunmadığı için kimse de kendisinden hesap sormaz. Bu oluşum Hıristiyanlıkta sırtını sağlam kayaya dayamakla ifade edilir. “Tanrım, kayamdır, O’na sığınırım, Kalkanım, güçlü kurtarıcım, korunağım, sığınacak yerimdir.” (Tevrat: 2. Samuel 22/3) Yaşamını doğruluk, dürüstlük, iyilik üzerine kuranlar bir kere güzel davranışlardan (Salih ameller) zevk almaya başladığı zaman; olaylar, koşullar, rastlantılar (Allah) onun doğruluğunu, dürüstlüğünü, iyiliğini, erdemini artırır. Bunlar olumlu davranışların tadını tatmışlardır bir kere. Bilmeye- 221 SIRLARIN SIRRI rek de olsa, yanlışlıkla da olsa olumsuz bir edimde bulunsalar bile bundan büyük bir pişmanlık duyarlar, hemen özür dilerler ve böylece olumluluğa yönelirler ki bu da Kuran’da şu açıklanır: “Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” (K. 2/257) Ne var ki kötülükten zevk alan kişiler Allah’ı terk etmiş sayılırlar ve koşullar, olaylar, rastlantılar (Allah) da bu adamların kötülüğünü artırır. Çünkü kötülük, kötülük getirir; yalan da yalan doğurur… İnsan bir kere kötülükten, yalandan zevk almasın yoksa; kölük ve yalan sivri sinek gibi ürer… Umarım kimse böyle bir durumda olmak istemez. + 43. ZAMAN ALLAH’TIR… “Zamana sövmeyiniz; çünkü zaman Allah’tır.” (Ahmet Bin Hanbel, Hakikat Dergisi. Sayı: 209. Şubat, 2011, s. 4) + Hep Kuran’dan alırdım örnekleri. Şu hadis dikkatimi çekti. İnsanlar, genellikle, bilmediklerine, korktuklarına, doğa olaylarına Allah’ın takdiri, hikmeti diye bakar. Ancak bilgileri arttıkça, korkuları gittikçe, doğa olaylarının nedenlerini anladıkça zanna dayanan Allah anlayışı ortadan kalkar… 222 SIRLARIN SIRRI Onun yerine bilgiye, bilime, gerçeğe dayanan Allah anlayışı gelir… Bu Allah anlayışı da insana yarar, huzur ve güven verir… Şimdi gelelim zaman kavramına. Zaman diye bir şey yoktur aslında. Çünkü madde ve hareket olmasaydı, Zaman diye bir kavram ortaya çıkmazdı. Zaman anlayışına nasıl varırız? Zaman kavramını nasıl buluruz? Bir maddenin bir noktadan başka bir noktaya Hareket etmesi durumunda zaman çıkar ortaya… Madde hareket etmese, insan yaşlanmasa, Zaman diye bir kavram çıkar mıy ortaya? Bu anlayış Kuran’da değinir: O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı (vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü kılmıştır. (K. 6/96) denir. Böylece zaman evrene hükmeder. Ve zaman her şeye bir ömür biçer... Bu nedenle de Peygamberler zamana Allah der… Bazı yazılarımda yinelerim. 223 SIRLARIN SIRRI “Allah, birçok kavramları kapsar…” derim. Böylece bir insan, Allah deyince, Ne anlamda Allah dediğini bilsin isterim. + 44. ALLAH’A SIĞINMAK “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın.” (K. 41/36) Ayet bu… Ne demek Allah’a sığınmak? “Eğer şeytan seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın.” deniyor. Allah, komşuda değil ki gidip sığınasın… Allah; bizim aklımızda, iç benimizde, sağduyumuzda, vicdanımızda, öngörümüzde, önsezimizde, sağduyumuzda, vicdanımızdadır. Kuran iyi yolda olmamızı sağlayan bir öğüt kitabıdır. Düşünüp öğüt almamız ve doğru yolda olmamız için yazılmıştır. Kuran bu durumu Kamer süresinde yineleyerek açıklar: “Andolsun biz, Kuran’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” (K. 54/17, 22, 32, 40) Şimdi konumuzu örneklerle açıklamaya çalışalım… İnsan bazen, olumlu ya da olumsuz davranışları yapıp yapmamak arasında ikilemde kalır. Hangisini yapsam diye düşünüp durur. Basit bir örnek vermek gerekirse marketten 224 SIRLARIN SIRRI bir alışveriş yaptık. Biz marketteki kasiyere aldığımız malın bedeli olarak 5 lira verdik. Kasiyer, verdiğimiz 5 lirayı 50 lira sandı. 5 liranın artanını vereceğine 50 liranın artanını verdi. Kasiyer bu durumun ayrımına varmadı ama biz vardık. Bu arada şeytan bizi dürttü. “Boş ver, sesini çıkarma. Yanılmayaydı, dikkat edeydi. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez…” Bu olayı şeytanın bizi dürtmesi olarak nitelendirebiliriz… Marketten çıktık, ama fazladan aldığımız para bizi rahatsız etmeye başladı. Burada bizi rahatsız eden duyguya (Allah) denir.Çünkü bu duygu yüce bir duygu olup seni olumlu davranmaya yöneltmektedir. Bu duygu “Şimdi bu kasiyer akşam hesap verirken açık verecek. Bize fazladan verdiği parayı cebinden ödeyecek. Zaten kasiyerin aldığı para ne ki? Asgari ücret alıyordur alsa alsa…” Bu düşünceyi de Allah’ın bizi uyarması olarak niteleyebiliriz… Şimdi bir ikilem içindesin… Şeytanın dürtmesine mi uyacaksın? Yoksa Allah’ın uyarısına mı? Artık davranış senin ihtiyarına kalmıştır. Ya şeytana teslim olacaksın; ya da kaçıp Allah’a sığınacaksın… Fazladan aldığın parayı götürüp kasiyere teslim edersen; vicdanen rahat eder, huzur, güven içinde olursun… Bu ruhsal duruma Cennet hali denir. Ama parayı götürüp teslim etmezsen vicdanen rahatsız olursun. Türlü endişeler duyarsın. “Ya kasiyer bana fazladan verdiğinin ayrımına 225 SIRLARIN SIRRI vararak gelip parayı benden isterse onun yüzüne nasıl bakacağım?” diye kaygılanmaya başlarsın. Bu ruh hali de Cehennem olarak nitelendirilir. Şimdi bu durumda doğru olanı yaparsak Allah’a sığınmış oluruz. Bu durum Kuran’da “Allah’a yakınlaşmak için vesile arayınız!” arayınız. İncil’de de: “Allah’ı yakınken yakalayın…” ayetleri ile anlatılmaya çalışılır… Fazladan verilen parayı götürüp kasiyere verince huzur buluruz. Vicdanen rahat oluruz. Din ilminde bu davranış şu ayetle dile getirilir: “İyiler cennettedirler; kötüler cehennemdedirler.” (K. 82/13-14) Ayetteki şu gerçeğe de dikkatinizi çekerim. İyiler ölünce cennete gidecek demiyor. Cennet içindedirler diyor. Kötüler içinde ölünce Cehennem’e gidecek demiyor; Cehennem’dedirler, diyor… Kutsal kitapları anlayarak okursan ve de yaşamına uygularsan sana bir yararı olur; anlamadan yüz kere okusan da, bin kere okusan da sana bir yararı olmaz. Bilmem Allah’a sığınma deyimini anlatabildim mi? + 45. YAPAN MI YAPTIRAN MI Önce şu notu okuyalım: “Cebriye bir mezhep olup tüm hadiselerin insanın iradesi dışında cereyan ettiğine inanır. Bu mezhebe göre kader çizgisi önceden çizilmiştir. Bu nedenle insanın yapacağı fazla bir şey yoktur. Geleceği de tamamıyla Tanrı’nın 226 SIRLARIN SIRRI elindedir. Yani bütün fiiller Tanrı’ya aittir kulun müdahale hakkı yok gibidir. Şems ve Mevlâna bu inanca karşı idiler. Bu mezhebin kurucusu Cehm b. Safvan (öl. 8. asır ortaları)’dır. Sonunda bu mezhep Aşariye ile birleşip yok oldu. (Bkz. İslam Ansk. 2.cilt). Şems ve Mevlâna, Hindu türü pantheism’i (vahdet-i vücudu veya heme ust= her şey O’dur) kabul etmezler. Onlara göre heme ust = her şey O’ndandır.” (Şeims-i Tebrizî’nin Öğretileri, Prof. Dr. Erkan Türkmen NKM, 4. Basım, s. 31) Şimdi de şu haberi okuyalım: “556 gün önce Kayseri’de üç çocuk bir Ramazan Bayramı’nda komşulardan şeker toplamak için evden çıkıyor. Bir daha kendilerinden haber alınamıyor. Komşularından biri üç çocuğu eve alıyor. Her birini bir odaya kapatıyor. Ellerini bağlıyor, ağızlarını kapatıyor. Birine tecavüz ettikten sonra bıçaklayarak öldürüyor. Diğer ikisini de ağızlarını kapatıp boğazlarını sıkarak boğuyor. Sonra kurbanlarından birini valize, diğer ikisini de bavullara koyup Kayseri’den Tokat’a götürüp gömüyor. Ardından da çocukları gömdüğü yere arkadaşları ile gidip piknik yapıyor.” ( 27 Mart tarihli bütün gazeteler…) + Tam bir canavarla karşı karşıyız. Şimdi biz, “…bütün fiiller Tanrı’ya aittir; kulun müdahale hakkı yok gibidir.” diyebilir mi- 227 SIRLARIN SIRRI yiz? Böyle dersek akıl kısa devre yaparak “pat!..” diye patlamaz mı? Şems ile Mevlana Cebriye görüşünü reddediyormuş. Diyorlarmış ki: “Her şey O’dur…” değil de; “her şey O’ndan” diyorlarmış. Bu, şöyle demek olmuyor mu? Yapan O değil de; yaptıran O… Hiç böyle bir Allah anlayışı olur mu? Yapan O değilmiş de; yaptıran O imiş… Hani dinlerde kadere inanmak var ya… Mevlana da, Şems de bu çemberi kıramıyor… Allah’tan korkacaklarına dinlerine ters düşmekten korkuyorlar… Oysa kutsal kitaplar bizlere “aklınızı çalıştırın diyor. Aklınızı çalıştırırsanız gerçeği bulursunuz…” diyor. Her gün gazetelerde yukarıdaki habere benzer haberler okuyoruz. Akla hayale gelmedik cinayetler işleniyor, tecavüzler yapılıyor, vahşetler yaşanıyor. Hiç Allah böyle kader belirler mi? Böyle tecavüzler, vahşetler tasarlar mı? Son olarak Japonya depremine ve deprem sonrası deniz taşmasına değinelim: On binlerce kişi birkaç saat içinde yok olup gitti. Şimdi bütün bu olaylar karşısında; yapan da yaptıran da o diyebilir miyiz?.. Böyle dersek önlem almaya da gerek kalmaz ki… Allah böyle takdir etmişse önlemez ki… Bir kere şu bilinmeli ki Allah’tan kötülük gelmez. Kötülük bizim; anlık zevk isteğimizden, kötü duygularımızdan, kötü elemlerimizden gelir. Doğa olayları,insanların yarattığı olaylar ise 228 SIRLARIN SIRRI başka bir inceleme konusu… Artık dinlerin Allah anlayışını doğru zemine oturtmanın zamanı gelmiştir. + 46. ÇIKARIP KALBİNİ ELİNE VERDİLER “GÖTÜR GÖM!.. İSTEDİĞİN YERE…” DEDİLER… Bilindiği gibi ruhçular; aklın, bilimin karşısına kalbi koyarlar. Kalp için: “İlahi hitabın mahalli ve muhatabı, Aynı zamanda tasavvufi bilginin kaynağı, keşf ve ilham’ın kaynağı…” derler. Dinlerin kalbe verdiği önemin daha iyi anlaşılması için (TASAVVUF TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ, ROF. Dr. Süleyman Uludağ’ın ( Marifet Yayınları, Kalp maddesi) kitabından aktarıyorum: “İlâhî genişlik (vus’at-i ilâhiye) mahalli; Allah’ın evi, Yere ve göğe sığmayan Allah’ın içine sığdığı yer. Tecelli aynası ilahî isim ve sıfatların en mükemmel şekilde tecelli ettiği yer. Kalp gözü (aynu’l-kalb), (Ceşm-i dil). Bu gözle insan gayp ve ilahî âleme ait hususları görür, Kalb-i vücud:. Varlığın kalbi, İnsan-ı kâmil. Kalbin yedi tavrı (etvar-ı dil): Kalbin çeşitli şekilleri. 1- Sadr: Göğüs, İslâm cevherinin ocağı- 229 SIRLARIN SIRRI dır. 2- Kalb: Yürek, imân cevherinin ocağıdır. 3- Şeğaf: Sevgi, halkı sevme ve onlara acıma cevherinin ocağıdır. 4- Fuad: Gönül, temâşâ mahallidir. 5- Habbetu’l-kalb: Hakka yönelen sevginin mahalli. 6- Süveyda: Sevda, gaybı mükâşefe mahallidir. 7- Muhcetu’l-kalb. İlahî nurların tecellî mahalli. (Necmeddin Râzî, Mirsâdu’1-ibâd, 110.) (Bk. Gönül, ruh.) Bir de Kuran’dan kalple ilgili 21’e yakın ayetten üç tane aktaralım: 1. De ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı; önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir.” (K. 2/97) 2. (Davete), ancak (bütün kalpleriyle) kulak verenler uyar. (Kalben) ölüleri ise (yalnızca) Allah diriltir. Sonra da hepsi ona döndürülürler. (K. 6. 36) 3. Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, onun huzurunda toplanacaksınız. (K. 8/24) 230 SIRLARIN SIRRI Çok kullanılan şu hadis’i de aktaralım: “Ben yerlere, göklere, arşa (kürsülere) sığmadım; ancak takva sahibi olan ve hem zahiren hem de batınen arınmış müminlerin kalbine sığdım…” (Hadis) Yorum yapmaya kalkışırsak yazının boyutları genişler ve de okuyucularımı yorar. İyisi mi ben şu fotoğraflı haberi vereyim de; okuyucuların nasıl yorumlarsa yorumlasın, işin içinden çıkabilirse çıksın…. Fotoğrafta. Dr, hastasından çıkardığı kalbi bir kutu içinde hastasına veriyor “TOTAL YAPAY KALBİ DE ÖNÜNE SÜRÜYOR. Haber şöyle devam ediyor: “46 yaşındaki Ömer Bayrak, ameliyatını gerçekleştiren cerrahtan teslim aldığı kalbini memleketine gönderdi. Bir kap içinde kargoyla Tokat’a giden kalp aile mezarlığında toprağa verildi.” (17 Nisan tarihli Milliyet. Manşetten… Devamı s. 18’de…) Oysa kalbimizin de diğer organlarımız gibi bir işlevi vardır. Kalp, kirlenmiş kanı akciğerimize; temizlenerek geri dönen kanı da bedenimizin en uç noktalarına değin pompalar. İşlevi budur, bundan başka da bir işlevi yoktur. Ruhçuların yanıldıkları nokta şudur: Kalbe yükledikleri işlevin hepsi de akıl yerine getirmektedir. Bütün duygularımızın, duyularımızın kaynağı akıldır. Kalp için söylenilen özelliklerin hepsi de aklın görevi ve özelliğidir. Gönül de, duygu da, ilham ve vahyin kaynağı da akıldır. Ne var ki aklı küçümseyen ruhçular aklın 231 SIRLARIN SIRRI yerine getirip kalbi koydular. Çünkü kalp demekle görüşlerinin yanlışlığının kanıtlanamayacağını sanıyorlardı. İşte bu yapay kalp olayı; dincilerin hiçbir kanıta dayanmadan konuşmalarını ortaya koydu… Yanılgılarını ortaya çıkardı… Şimdi çıksınlar bakalım işin içinden, nasıl çıkacaklarsa… + 47. HAK DOSTLARI Hak dostları, İslamî bir terimdir. Halk arasında çok kullanılır. Daha çok dünyadan elini ayağını çekmiş, inzivaya çekilmiş, toplumla ilgisini kesmiş, kendini tapınmaya vermiş kişiler için söylenir ki eksiktir. Toplumdan kaçmakla Hak’ka erişilmez. Toplum bir laboratuardır. İnsanın Hak’ka ne oranda saygılı olduğunun ölçütü yaşamdır. Hak, yadsınamaz bir gerçekliktir. Birkaç örnek vererek Hak kavramanı açıklamaya çalışalım. Hak; inkârı mümkün olmayan bilimsel gerçektir. Adalet, doğruluk, vb. anlamlarına gelir. Verilen bir sözün zamanında yerine getirilmesi bir haktır. Yine zamanında borcunu ödemek de bir Hak’tır. Bu gerçekliğin zamanında yerine getirilmesi gerektir. Duyarlı, sorumlu olan insan sözünü yerine getiremeyince, borcunu ödeyemeyince bundan büyük bir rahatsızlık duyar. Kendisini büyük bir günah işlemiş sayar. . Yine bir işveren işini yapıp bitiren işçinin 232 SIRLARIN SIRRI emeğinin karşılığını hemen vermelidir. Emeğe saygı da Hak kavramı içindedir. Evlenme çağına gelen delikanlının (erkek ya da kızın) evlenmesi bir Hak’tır. Bunların evlenmesine hizmet Hak’ka hizmettir. Hak dostları denince anlaşılması gereken budur. Bu Hak kavramı ile toplum içinde yaşarken karşılaşırız. Yoksa öyle, tapınma evine çekilip de toplumla ilgiyi kesmek Hak’ka yaklaşmak değildir. Bu, işin kolayına kaçmaktır. Hak kavramı toplumsal ilişkilerde ortaya çıkar. Böylece Hak’ka (Allah’a: gerçeğe…) uyup uymadığımız ortaya çıkar… Hak’ka mı uyduk; yoksa, şeytana mı uyduk belli olur…Bir insanın Hak dostu olup olmadığı böyle anlaşılır. Tevrat, bu konuya şöyle değinir. “Rabbi bulunabilirken arayın!.. Onu, yakınken çağırın. Kötü kişi kendi yolunu, fesatçı kendi düşüncelerini bıraksın ve Rab’be dönsün.” (Tevrat, İşaya, 55/6-7) Yani; kötü işi bıraksın; doğruluğa, dürüstlüğe, erdeme dönsün… Bu kavramlar genel doğrular, yüce değerlerdir. Kuran; Hak’kı Allah olarak kabul eder ve bunu da üç ayrı yerde yineler: “Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir..” (K. 22/6) “Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir.” (K. 22/62) “Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın ta ken- 233 SIRLARIN SIRRI disidir.” (K. 31/30) Hak’kı (Allah’ı…) bilinmeyen bir yerde ararsan O’nun sana ne yararı olur?... Nasıl ki çayın içindeki şeker olup olmadığı tadından anlaşılır; Hak’kın (Allah’ın) tadı da yaşamda doğru dürüst işler yaptığın zaman belli olur. Hak’ka uyup uymamakla belli olur… Ne mutlu Hak’ka saygı duyup gereğini yapanlara… + Katkıda bulunanlar: 1. Değerli Dostum Hayri , Gönderdiğin yazılar için teşekkür ederim, kızım bu yazıları bana Gaziantep’e geldikçe okuyor. Çalışmalarında başarılar dilerim.... Sağlıcakla kal.... Saygılarımla.......... Abdülkadir Eralp, 9.5.2011 + 2. Teşekkürler Baba, Hak’ta hakka uyduğumu düşünüyorum. Yener Balta, 9.5.2011 + 48. ALLAH’A ISMARLADIK Halkımızın en çok kullandığı deyimlerden biri de Allah’a ısmarladıktır…. Bu deyimi, hemen hemen, kullanmayan yok gibidir. İki kişi birbirinden ayrılırken, “Allah’a ısmarladık!..” der… Allah’a ısmarlamak, sevdiğiniz kişiyi, yeri yurdu bilinmeyen, mekanın ve zamanın dışında 234 SIRLARIN SIRRI olan sanal bir varlığa emanet ve havale etmek ne oranda gerçekçi olur?.. Kullandığımız deyimin bir anlamı olmalı değil mi? Elbette bu söz boşa söylenmiş bir söz değildir. Erbabı bu deyimin ne anlama geldiğini bilmekte ve ona göre değerlendirmektedir… Bu deyimin ne anlama geldiğini bilmek için öncelikle Allah kavramını hangi anlamda kullandığımızı bilmeliyiz. Bunun için soyut bir kavram olan Allah sözcüğü ile maddî bir varlık olan Yaratan sözcüğünün anlamını bilmeliyiz. Allah; genel doğruları, olumlu eylemleri, ortak değerleri, üstün kavramları, yüce duyguları kapsayan bir kutsal bir kavramdır. Bu kavramlar saymakla bitmez. Bu kavramların sayısız olmasına karşın bunları “Allah bir” kavramı içine sokmuşuzdur. Bu bir’in, rakamsal bir’le ilgisi yoktur… Bunun anlamı kütü yanında kötü vardır; ama insan iyi olanı uygulamalıdır ki Allah’ın birliğine ulaşmış olsun. Allah birdir dediğimiz zaman anlamamız gereken yukarıda saydığımız genel doğruların hepsini tevhit ilkesi içinde dile getirmektir. Yoksa öyle sanıldığı gibi Allah, rakamsal olarak bir birlik değildir. Allah birdir derken anlatılmak istenen bütün iyilikler, bütün olumluluklar, bütün doğruluklar BİR kapsamı içinde değerlendirilmesi gerçeğidir. Yaratan ise; var oluşumuzun temeli olan maddedir. Madde de gerçekliği yadsınamayan bir varlıktır. Ne var ki insanlar bu gerçeklikle yetinmemiş. Bu maddeyi de yaratan biri var diyerek kıyas yoluyla bir Allah yaratmıştır. Böylece bütün 235 SIRLARIN SIRRI insanlıkça kabul edilen kutsal değerleri ikinci planda bırakmıştır. Böyle bir yanılgı ile de dinle ilgili bir kavramı felsefe ile ilgili bir alana taşımıştır… Bütün bu açıklamalardan sonra gelelim Allah’a ısmarladık deyiminin anlamına. Biz, kendisini Allah’a ısmarladığımız kişiye aslında şöyle demiş oluruz: “Bütün davranışlarında itidal dışına çıkma. Öfke ile hareket etme, yerine getiremeyeceğin sözü verme. Kimseyi incitme, kimsenin hakkını yeme. Herkes sana güvensin. Doğruluktan, dürüstlükten, iyilikten şaşma…” Bütün bunlar Allah kavramının içinde sayılır. Böylece ayrıldığımız insana, “Kutsal değerlerin dışına çıkma ki başın ağrımaya!..” demiş oluruz... Yoksa öyle; yeri yurdu bilinmeyen, mekanı, zamanı olmayan bir sanal bir varlığa sevdiğimiz kişiyi emanet etmekle ne bizim ne de onun kazancı olur… Görüldüğü gibi kavramları akılcı ve gerçekçi bir temele oturtmaya çalışıyoruz. İnsanların aklın verilerine göre davranması kendi esenliği ve güvenliği için gereklidir… + Katkıda bulunanlar: 1. Merhaba Hayri Amca, Çok detaylı bir analiz yapmışsınız gerçekten.”Allah’a ısmarladık” sözünün anlamı bana da şöyle gibi gelir: Şimdi ayrılıyoruz, gerisini (geleceği) bilmiyoruz, olacakları Allah’a ısmarlıyoruz - o yazsın, çizsin, ölçsün, biçsin, yapsın... Ayrıca sanırım aynı şekilde düşünüyoruz. Yani, Allah var ya da yok, bu gereksiz bir tartışma, tamamen zaman kaybı (hayatta uğraşmak için somut o kadar çok şey varken). İşe güce bakmak lazım. Ve “ustanın adı hıdır, elinden gelen budur” dedikten sonra kişi eğer soyut-omni bir güce sığınmaya ihtiyaç duyuyorsa, eyvallah, herkesin yolu açık olsun . . . Sevgilerimle, Bilen Kale, 31.5.2011 + 2. Hayri Ağabey, Önce Sevgi… Nasılsınız, sizin nur yüzünüzü ve yüreğinizi göremedim, üzülüyorum. Çalışmalarınız çok aydınlatıcı lütfen devam edin. Mustafa Dinçer, 31.5.2011 + 49. KORK! ALLAH’TAN KORKMAYANDAN… Allah’tan korkmak iki biçimde olur. BİR: Dışsal (zahirî) biçimde. İKİ : İçsel (Batınî) biçimde… Dışsal anlamda: Allah’tan korkmayı halkın yaşamında görürüz. Bu anlayış bütün şeriatlerde aynıdır. Yukarda, bilinmeyen bir yerde, kendisini gözetleyen bir varlık vardır. Bu varlık, her davranışını, her hareketini gözetleyip deftere yazmaktadır. Bu dünyada olmasa bile öldükten sonra yaptığı olumsuz davranışın hesabını soracak ve de cezasını verecektir. Olumlu davranışını ise ödül- 237 SIRLARIN SIRRI lendirecektir. Böyle bir dünya görüşü taşıyan insan din ilminde günah sayılan kötü davranışlarda bulunmaya çekinir. Kimileri olumsuz davranışından son anda da olsa cayar. Bütün şeriatlarda bu böyledir. Böylece insanlar korkutularak kötülük yapması önlenir… Tasavvuf yolunda bu yolun adına terbiye denir ki şöyle bir örnekle terbiyenin bir olmadığı anlatılmaya çalışılır. Adamın biri kedisini terbiye etmekle övünürmüş. Öyle ki bu kedi konuklara tepsi ile kahve getirirmiş. Arifin biri böyle bir terbiyenin işe yaramayacağını göstermek için bir toplantıya kibrit kutusuna koyduğu fındık faresi ile gelmiş. Kedi tepsi ile konuklara kahve ikram ederken kibrit kutusunu açarak fındık faresini bırakmış. Bunu gören kedi tepsiyi fırlatarak fındık faresinin peşine düşmüş. Elbette ortalık tarumar… Gelişmemiş, gerçeğe ermemiş, mana âlemine geçmemiş kişiler ise hazzın doruğa çıktığı, ya da çıkarı söz konusu olduğunda, “Nasıl olsa Allah’ın affedici niteliği büyüktür; beni bağışlar!..” diyerek yapacağını yapar… Bunun örneklerini de , her gün gazetelerin 3. sayfasında bolca görmekteyiz. İçsel anlamda: Allah’tan korkma anlayışı bambaşka bir biçim alır. Bunlar mana dünyasına erenlerde görülür. Bunların ilkeleri, kuralları vardır. Bunlar, erdem adı altında topladığımız evrensel değerler, genel doğrular, yüce duygular, sevgi, 238 SIRLARIN SIRRI sabır, bağışlayıcılık gibi güzel ve olumlu kavramlardır ki; bunlar Hak kavramı ile ifade edilir ve bu konu Kuran’da şöyle açıklanır: “Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir.” (K. 22/62. 24/25. 31/30) . Böyle bir anlayış korkuya değil gerçeğe (Hak’ka) ve kişinin olgunlaşması ile doğru orantılıdır. Yapacağı olumsuz davranışı kendi karakteri ile bağdaştırmaz. Halkın değer yazgısını göz önünde bulundurur. Böyle bir olumsuz davranışta bulunduğum zaman, davranışımın gerekçesini; yakınlarıma, konuya komşuya nasıl anlatırım kaygısını taşır. Yapacağı olumsuz davranışın sonuçlarını gözünün önüne getirir ki buna da din ilminde Ahret korkusu bu insan yaşarken söz konusudur… Makbul olan Allah korkusu budur. Bu da Allah’ı içinde hissetmekle olur. Bu aşamaya gelmiş kişiler olumsuz bir davranışta bulunduğu zaman büyük bir vicdan azabı (Cehennem azabı dedikleri…) yaşar ki erenler yanlış bir eylemde bulundukları zaman bunu yaşar… İşte bunu böyle bildiğimiz için “Kork Allah’tan korkmayandan!..” diyoruz. + Katkda bulunanlar: 1. Önce sevgi. Ağzınıza, elinize, kafanıza, yüreğinize sağlık. Mustafa Dinçer, 20.6.2011 2. Çok güzel üstat, çok teşekkürler. keşke face de bunları yazsanız da insanlar yararlansa… Ahmet Göğüş, 20.6.2011 239 SIRLARIN SIRRI 3. Merhabalar, Sen yazıyorsun ben okuyorum, ara sıra da ‘bir danışayım hele’ demek adına yazıyorum. Bu yazacaklarım da danışma adına. Yazıda korku baş rolde, sevgi yok. Allah’tan korkmak ile Allah sevgisi insanı değişik yönde etkiliyor! Her iki duyguda da etkili olan bir bilinmeyen var sonuçta. Tanım Allah.. Yazında korkunun iki türü ve tanımı var, içten ve dıştan korku. İçten korkuyu da ‘makbul olan korku’ olarak tanımlamışsın. Ve Erenler’de bu korkunun Erdem olarak tanımlandığı sözün var. Hemen aklıma geleni sorayım; Erdemli olmak için birilerinden korkmak mı gerekir. Yine verdiğin örnek de; yapacakları olumsuz davranışın sonuçlarını Ahiret korkusu ile ve de olumsuz iş yaptıklarında da Cehennem yaşamı düşüncesi ile eş tutuluyor.. Bunun yanında , içselcilerin halkın değer yargılarını göz önünde bulundurduklarını ve ‘insanlar ne der, ne düşünür’ düşüncesi ile de hareket ettiklerini belirtmişsin.. Evet toplum yaşamı içerisinde uyulması gerekli, dahası uygulanması son derece yararlı olabilecek yazılı olmayan kurallar var. Amma.. iş uygulamaya geldiğinde görüyoruz ki bir duyarsızlık alabildiğine hoyrat iş başında. Ayrıca; başkaları ne der diyen bir yaklaşımı sakat bulurum, Bu bir anlamda baskıyı kabul etmektir. Baskıyı kabullenen de ne denli özgür ve özgündür tartışılır.. Anlamaya çalıştığım şu; ortada bir kitap var (Kuran) bu Allah tarafından yazdırılmış. 240 SIRLARIN SIRRI Peygamber de bir tanrı var olduğunu söylüyor. Tasavvuf ehli insanlar da, Tanrı yoktur. O sensin (insan) diyor. İmdi ortada bir yalan var açık tanımla. Peygamber insanları iyi yolda eğitmek için bir kavram (Tanrı) yarattı ve insanları etkiledi.. Böyle alırsak her şey bir yalan üzerine kurulmuş olmuyor mu? Daha o dönemde Erdem tanınmadığı için idare ettik, sonra. Bu yalanlar devam ederken iyi insan, olumlu düşünce vb. şeyler anlatmak kendi içinde çelişki olmaz mı? Diğer kitaplar da sanırım korkutarak insanları iyi yola yönlendiriyor! Günümüze bakalım ve iyi insanlığın ne halde olduğunu görelim. Bence Tanrı her şeyi silip yeniden ve bu kez işi baştan sıkı tutarak yaratmalı. İşe de önce Freud ( sigmund) okuyarak başlamalı, ya da Montaigne. Montaigne kendini (insanı) en çıplak hali ile anlatmış, Freud ‘da onu (insanı) alıp üçe bölmüş. Tanrı bunlara baksın ve ne yarattığını görsün. Önce çürük çarık iş yapacaksın (insan) sonra da adam (İsa Musa vs.) yollayıp yama tutturmaya çalışacaksın.. Yok öyle, insan o delikten su almanın zevkini tatmış artık!.. İnsan düşüncesi okunamıyor henüz, kim kimin ne düşündüğünü nereden bilecek. Ben iyi şeyler olduğu kadar kötü şeyler de düşünebiliyorum, kaldı ki iyi de kötü de görece kavramlardır. Bana iyi olan ona kötü olabilir. Yaşam süreli ders gibidir almasını bilene. Bilgi nedir, nasıl edinilir. Bilgisiz insan bilge olabilir mi? Evet bilgisiz insan bilge olabilir. Kim 241 SIRLARIN SIRRI bilge olarak gelmiş dünyaya. Basit bir mantık ama içinde doğruyu da barındırır. Bilgiyi veren ne kadar ehildir? Alan da o kadar ehil olur. Bilgi saptırır, bilgi yol gösterir. Yırtıcı hayvanı ilk gördüğünde, yanına giderse yem olacağını bilmiyordu büyük büyük dedem! Birisi yem olmalı ki diğeri yanlışı öğrensin. Çişini rüzgara karşı yaptı ki, bugün öğüt olarak hala geçerli söz olarak kullanılır. Bilgi edinilir ise değerlidir, verilir hele korkutularak verilir ise bir işe yaramadığı gibi zarar da verir. Kutsal kitaplar ve günümüz insanına bakmak yeterlidir. Son söz: Kork Allah’tan korkmayandan sözü de kendi içinde baskı içerir. Ve çok su kaldırır. Uygun olmayabilir ama şu an başka örnek aklıma gelmedi. Beni tanıyorsun az çok, ve ben Allah’tan korkmuyorum, ötesi onu tanımıyorum.. Ben korkulması gereken kişi oluyorum bu hesapça… Sıcaklarda her pencereyi açıp cereyanda kalma… Sevgi ve saygılarım ile… ; Servet Şahin, 23.6.2011 + 50. YARADAN’I GÖRMEDEN SEVMEK Uzaklık deyip de dert ettiğin nedir ki sevgili, Biz Yaradan’ı görmeden sevmedik mi? Mevlana 242 SIRLARIN SIRRI Mevlana’nın bu sözleri, Düşündürmektedir beni… Şöyle bir hadis vardır. Tasavvuf kitaplarında tekrarlanır: “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim. Bu amaçla kainatı görünüre getirdim.” Kurandaki ayet de konumuza açıklık getirir. “Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır.” (K. 2/115) Hz. .Ali’nin de şöyle bir sözü vardır: “Görmediğim Allah’a tapmam!” diye haykırır. İncil’de de: . “Biz bildiğimize; siz bilmediğinize tapıyorsunuz!” (İncil. Yuhanna. 4/22) diye yazılıdır… Hey koskoca Mevla’na, “Yaradan’ı görmeden sevmek” Yakışır mı sana… Yaradan’ı görmeden sevenler, Ara sıra şeytanın oyununa gelirler. Yaradan’ı görerek sevenler, Her seferinde Şeytan’ın sırtını yere getirirler. 243 SIRLARIN SIRRI Ne mutlu biz erenlere ki Yaratan’ı görürüz, eserlerini biliriz. Tanrı ile karşılaştığımızda gereğini yerine getiririz... Şeytan, Tanrı’yı bilenlerin bulunduğu yere uğramaz… Tanrı ilminden, din bilgisinden habersiz olanlar da, Bu söylediklerimizden bir şey anlamaz… + 51. TANRIM KONUŞ BENİMLE!.. Adam fısıldadı: “ Tanrım konuş benimle. “ Ve bir kuş cıvıldadı ağaçta. Ama adam duymadı. Sonra adam bağırdı: “ Tanrım konuş benimle!” Ve gökyüzünde bir şimşek çaktı. Ama adam dinlemedi onu. Adam etrafına bakındı ve “ Tanrım seni görmeme izin ver “ dedi. Ve bir yıldız parıldadı gökyüzünde. Ama adam farkına varmadı. Ve adam bağırdı, “ Tanrım bana bir mucize göster! “ Ve bir bebek doğdu bir yerlerde. Ama adam bunu bilemedi. 244 SIRLARIN SIRRI Sonra adam çaresizlik içinde sızlandı, “ Dokun bana Tanrım ve burada olduğunu anlamamı sağla ! “ Bunun üzerine Tanrı aşağı doğru süzüldü Ve adama dokundu. Ama adam kelebeği elinin tersiyle uzaklaştırdı.... Ve yürüyüp gitti… + Nurten Kınay iletisinden… + 52. BÂKÎLERE SAYGI “Bütün bakiler (buna şeriatta “Esma-i Hüsna” yani Allah’ın güzel isimleri, sayısız seviyeler…” demişler) ki Allah olarak ifade edilir. Bakiliğin sonu yok. Bir insanın milyonlarca yıllık geçmişi onun malıdır. Bunu böyle görmek bir seviyedir. Bu, bakiye örnektir. İsa, “Fenalık edene karşı gelme!” diyor. Bu bir bakilik duygusudur. Elbette bu kavramdan sayısız duygular, sayısız seviyeler, sayısız isimler çıkar. İşte bu kavramların tümü Allah kavramı ile ifade edilmeye çalışılır… Bu bakilere saygı gösteren: saygı gösterdiği oranda Allah’ın temsilcisi olur. Bütün bakileri görüp ona göre yaşayan bir adam tam manasıyla Allah’ı temsil eder. Herkes bu bakiliği kendine mal ettiği oranda Allah’ın mümessilidir.” (Dr. Emin Kılıç Kale, Musikide Hayat Dersleri Sözlüğü. s. 47) 245 SIRLARIN SIRRI + Dr. Emin Kılıç Kale, batınî tasavvufçuların Gaziantep’te yaşamış olan son halkasıdır. Allah’ın velilerinden biri olarak Allah’ı korumuş ve yaşatmıştır. Anıları önünde saygı ile eğilirim. + Baki denince kalıcı olan, ölümsüz olan anlaşılır. Sonlu ve ölümlü olmayan, varlığı sürekli olan demektir. Tasavvuf felsefesinde Baki’nin karşılığı olarak; ölümlü olan, kalıcı olmayan, geçici olan; yani beğenilmeyen kötü (fena) olan davranışlar anlaşılır. Yani böyl bir adamın yaptıkları da, kendisi de kalıcı değil (Baki) değil; geçici (fani) dir. Bu kavramı biraz daha açarsak şu kavramlarla karşılaşırız. Olumlu duygu ve düşünceler… Genel değerler, yüce kavramlar, üstün doğrular, güzel davranışlar (Salih amel)… Özetlersek: erdemli yaşam, demektir. Bu kavramlar, din dilinde “Bâkî” olarak ifade edilir. Dua ederken, namaz kılarken, ölüm törenlerinde avuçlarımızı açarak iki elimizi göbek hizasından ileri doğru uzatırız. Bu davranışın anlamı; bütün bakileri avuçlarımızın üzerinde tutar ve ona yüz göz süreriz demektir. Bu davranış, “bâkî”leri her şeyden üstün tutarız anlamındadır. Gel gör ki bu davranışın bu anlama geldiğini hemen hemen bilen yok gibidir. Bâkîleri böylesine üstün tutan ve onu yaşamına uygulayan kişilere ermiş anlamında velî 246 SIRLARIN SIRRI denir. Veliler, yaşamda Allah’ı üstün tuttukları için ve yaşamlarına uyguladıkları için Allah’ın dostları sayılır ve bu dostluk nedeniyle Allah da bu velileri korur. Bu veliler için korku ve huzursuzluk yoktur. Bunlar yaşamı huzur içinde geçirir ve bitirirler. Bunlarda endişe, kaygı, vesvese, korku bulunmaz. Bunlar karşılaştıkları acı ve tatlı olayları büyük bir sessizlikle karşılarlar. Çünkü bunlar davranışlarından endişe duymadıkları için daimi bir huzur ve güven içinde bulunurlar. Dinin amacı da insanların huzur ve güven içinde bir yaşam sürdürmesidir. Başka türlü bir anlayış ve yorum dinden habersizliği ifade eder… Şunu da özetle belirtelim ki bu aşamaya ancak Allah’ın temsilcileri erer. + 53. “ÇÜNKÜ ALLAH, HAKKIN TA KENDİSİDİR.” (K. 22/62, 24/25, 31/30) Yaşlı dosta sordum: “Allah denince ne geliyor aklına. Geldiği gibi söyle bana?..” Biraz düşündü, güldü: “Yaşlı, beyaz sakallı Dedem gibi biri geliyor aklıma…” + Genç bir kıza sordum. “Söyle bana Allah denince ne geliyor aklına?.. Aklına geldiği gibi söyle bana… “Tarık Akan gibi yakışıklı biri gelir aklıma… 247 SIRLARIN SIRRI Geliyor ama pek de yatmıyor aklıma…” + Görüldüğü gibi zanna dayanan bir Allah anlayışı var. Dahası zanna dayanarak; Allah’ı cisimleştirenler: “Allah insanı kendi suretinde yarattı.” (Tevrat, Tekvin, 2/7) diyenler. Allah’ı maddî bir varlık olarak görenler de var. Öyle ki “Allah ile insanı güreştirenler bile var… “ (Tevrat, Tekvin, 32/28) Bütün bunlar insanın zannına dayanan bir Allah anlayışıdır. İnsanların zannına dayanan bu Allah anlayışı hakkında şöyle demiştir Kuran: “Eğer yer yüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” (Diyanet, 6/116). (Bu konuda şu ayetlere de bakabilirsiniz: 10/36, 66. 53/28) Kuran, yukarıdaki insanların zannına dayanan bu görüşleri yalanlar. Yalanlamakla kalmaz; daha da ileri giderek bir Allah tanımı yapar ki şaşar kalır insanlar… “Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir.” (K. 22/62) (Bunun yanında şu ayetlere de bakabilirsiniz: 24/25, 31/30) Dinlerin bir amacı vardır. Bu yalnızca tapınmak değildir. Asıl amaç Allah’a ulaşmak, O’na kavuşmaktır ki buna, din ilminde VUSLAT denir… Türkçesini özetleyerek söylersek: İnsanın olgunlaşması… Bu konuya açıklık getirmek için Ebu Sait’in 248 SIRLARIN SIRRI bir sözünü alıyorum. Ebu Said zamanının tanınmış ermişlerindendir. Peki, bu Ebu Said büyüğümüz ne demektedir? İşte sözleri: “O’nu kullukta arayan bulamaz. O’nu, O’nunla arayan hemencecik buluverir.” (Ebu Said. TEVHİDİN SIRLARI. Muhammed ibn Münevver. Kabalcı yayınları. 2003. s. 294) Demek ki O’nu bulmak için kulluk yetmiyor. “O’nu, O’nunla arayan hemencecik buluverir.” deniyor. Bu işaretin anlamı da Hak’ka uymaktan geçer; “Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir.” (K. 22/62, 24/25, 31/30) + 54. ALLAH KULUNA YETMEZ Mİ? Değerli dostum, kendi hastalığına bakmadan, beni ziyarete geldi. Sıradan konuşmalardan sonra konuya girdi: “Kuran’da çok güzel bir ayete rastladım. Bu ayete dikkatini çekmiş olayım. Ancak bu ayeti anlayabilmek için yorum lazım. Bu nedenle soluğu yanında aldım. “ İşte ayet!.. Güzel gayet! 249 SIRLARIN SIRRI “Allah, kuluna yetmez mi? O’ndan (Allah’tan) başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar seni. Allah; kimi saptırırsa artık, Yoktur onun için bir yol gösterici.” (K. 39/36) Diyanet Vakfı Açıklaması: “Müşrikler, Hz. Peygamber’e «Tanrılarımızı kötüleme, sonra onlar seni çarpar!» diyorlardı. Hz. Peygamber, Hâlid b. Velîd’i Uzzâ adlı putu kırmak için gönderdiğinde putun bekçileri Hâlid’e: «Bak, o öfkelidir, sakın başına bir şey gelmesin!» demiş… Hâlid gidip putun burnunu kırmış… Korkutmalarının da bir sonuç vermediği böylece ortaya çıkmış…” Burada bize düşen Allah’ın ne anlama geldiğidir. Allah kavramı neyi simgelemektedir. Bütün Peygamberler simgelerle konuşmuştur. 250 SIRLARIN SIRRI Bakınız bu konuda İsa ne demiştir: “Ağzımı simgeler kullanarak açacağım. Dünya kurulduğundan beri gizli olanları açıklayacağım.” (İncil. Matta. 13/35” Çirkin, kirli, sağlıksız ve mutsuz, toprağı ölüm dolu bir toplum, Erdemsizlik, kötülük, pislik, yalancılık, topluma zararlı bir tutum… Şeytan olarak simgelenmiştir. Şeytan denince akla bu olumsuz kavramlar gelmelidir. Bunun gibi Allah, Cennet, Cehennem de simgesel bir anlatımdır. Bu kavramlar gerçek anlamı ile bilinmelidir. Gelelim bir başka örneğe.. İncil de, Kuran da yaşadığı halde idrak edemeyenlere: Şöyle demektedir her ikisi de: “Bundan dolayı ben onlara mesellerle söylüyorum: Gördükleri halde görmezler, işittikleri halde işittiklerini anlamazlar…” diyorum. (İncil. Matta 13/13) 251 SIRLARIN SIRRI Bu da Kuran’dan: “Kördürler, sağırdırlar, Dilsizdirler, Bu yüzden doğru yolu bulamazlar…” (K. 2/18) Müşrikler, Putların el ürünü bir varlık olduğu idrak edemiyorlardı. İslam Peygamberi de bu gerçeği aklı ve sağduyusu ile görüyordu. Sözü daha fazla uzatmayalım… Açıklamamıza noktaya koyalım. Burada İslam Peygamberinin aklı, sağduyusu, öngörüsü Allah’ı simgeliyordu. Günümüz allamelerinin aklına ise; göklerde, bilinmeyen bir yerde oturan, Ve oradan, insanları gözetleyen maddî bir varlık geliyordu… + 55. ALLAH’IN YÜZÜ (K. 76/9) “Biz size yalnız ve yalnız Allah’ın yüzü için yediriyoruz. Sizden bir karşılık bir teşekkür de istemiyoruz.” (K. 76/9) Bu da Arapçası: “İnnema nut’imukum livechillahi la nuriydu minkum cezaen ve la şukuren.” 252 SIRLARIN SIRRI Ayette geçen “Üvechillahi” ifadesi, sizlerin de bildiği “vech/yüzt” anlamındadır. Muhtaçlar, yoksullar Allah’ın yüzüdür. Bu ilişki biçimi “dikey” değil, yataydır. îstiğna/ihtiyaçsızlık değil, alaka/ ilgidir. (Çeviri ve Yorum: Eren Evren, Aydınlık, 29.10.2011) Aydınlık yazarı Eren Evren’in yukarıdaki çevirisi; hemen hemen diğer bütün çevirilerde aşağıdaki gibidir: “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.” (K. 76/9) Bu iki deyim arasında anlam ayrılığı vardır. Allah’ın yüzü deyiminde doğrudan bir ilişki geliyor akla. Allah’ın yüzü denince, Eren Evren’in dediği gibi “dikey” değil, yataydır; yani akla; muhtaçlar, yoksullar, yolda kalmışlar geliyor. Allah rızası deyiminde ise akla; yatay değil dikey bir ilişki geliyor. Yani yedirip içirme; muhtaçları, yoksulları, yolda kalmışları doyurmak için değil de Allah rızasını kazanmak için yapılmış oluyor. Oysa Allah’ın yüzü bir anlam kazanıyor. Muhtaçlara, yoksullara, yolda kalmışlara yardımın bir insanlık borcu olduğu dile getiriliyor. Doğrusu da budur. Varlıklıların yoksullara yardım etmesi genel bir kural olmalıdır. Böyle bir yardım doğrudan Allah’a (muhtaçlara, yoksullara, yolda kalmışlara…) yapılmış oluyor ki böyle Allah kavramı daha derin ve geniş anlama kavuşuyor. Allah rızası için yapılan yardımda muhtaçlar, yoksullar, yolda kalmışlar yardım yapma zorunluluğu 253 SIRLARIN SIRRI insanlar için bir yükümlülük olmuyor da Allah rızasını kazanmak daha önemli oluyor. Doğrudan Allah’la ilişki kurmak başka; Allah’ın rızası kazanmak başka… + Katkıda bulunanlar: Baba, Ne Allah’ın yüzü, ne Allah’ın rızası... anlamsız geldi bana. Bir şeyleri başka şeylere yakıştırarak anlamlaştırmaya çalışıp durmuşlar. Zengin eğer vicdanlıysa, hele hele cimri değilse, Allah’ı dinlemez, zaten verir paylaşır. Fakirin de mutluluğu zengini mutlu kılar. Yok Allah ‘ın yüzü, rızası... Teşekkürler Baba, Yener Balta, 15.11.2011 + 56. TAKVA ELBİSESİ… (K. 7/26) “Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).” (K. 7/26) + Bir fikir sahibi olasınız diye ayetle ilgili açıklamalardan bir tanesini aşağıya aldım… Önce bu açıklamayı okuyalım; ancak diğer bütün açıklamalar da bu anlamda… 254 SIRLARIN SIRRI Edip Yüksel Meali Meali 26. Ayet Açıklaması “Her ne hikmetse geleneksel yorumcular burada “beden” olarak çevirdiğimiz kelimeyi “çirkin yerler” olarak çevirmekte ve bunu cinsel organlar anlamında kullanmaktadırlar. Cennette işlediğimiz günah sonucu bedenlenmemiz olumsuz bir olaydı; ama, bedenimizin en önemli ve en “ilginç” parçalarından biri olan cinsel organları “çirkin yerler” olarak tanımlamak yanlıştır. Allah bizi güzel bir biçimde yarattı; cinsel organlarımız dahil. “Beden” veya “vücut” diye çevrilmesi gerektiğine inandığımız “SeVeT” kelimesinin geçtiği diğer ayetler için bak 5:31; 7:20, 22, 27; 20:121”. + Bilindiği gibi insanlığın ilk buluşu örtünmek olmuştur. Ayette: “Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik.” deniyor. Bu anlatım mecaz anlatımdır; yoksa Allah, ne giysi vermiştir ne de giysi indirmiştir. Giysiyi bulup giyen insan oğlunun kendisidir. Burada giyinmenin, örtünmenin bir zorunluluk olduğu ve de insanlığın ortak düşüncesi (Allah) olduğu anlatılmaya çalışılıyor; Din dilinde Allah; erdem uyulması gereken zorunluluk anlamına geldiğini daha önceki yazılarımda değinmiştim. Bir örnek daha verelim. Şöyle bir ayet daha var. Örnek olarak bu ayeti gösterebiliriz: (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen at- 255 SIRLARIN SIRRI madın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (K. 8/17) Bu ayette Bedir savaşından söz ediliyor. Allah gelip de Bedir savaşında ok mu attı? Müşrikleri Allah mı öldürdü? Yok öyle bir şey…Öldüren de ölen de insan… Burada anlatılmak istenen savaşın topluluğun ortak duygu ve düşüncesi ve bir zorunluluk olduğunu vurgulamaktır. Din dilinde bu ortak duygu ve düşünce Allah’a olarak anlatılmak isteniyor. Bir örnek daha verelim. Örnek olarak Enfal suresinin 1 ve 41. Ayetini gösterebiliriz. Bu ayetlerde “Ganimetlerde Allah’ın da payının olduğu” söylenir. Yerin ve göğün maliki olan Allah ganimete gereksinimi mi var. Burada Allah kavramı ile; dullar, düşkünler, öksüz ve yetim çocuklar, yolda kalmışlar. Yoksullar ve yardıma gereksinimi olanlar anlatılmak isteniyor. Bizim mollalar “Allah tektir, eşi ve benzeri yoktur” diyerek işin içinden çıkmaya çalışıyorlar. Oysa din dilinde Allah kavramının kapsadığı anlamlar çoktur. Marifet Allah kavramının hangi anlamda kullanıldığını anlamaya çalışmaktır. Böyle anlamaya çalışıldığı takdirde dinlerin insanlığa bir yararı olar… + 57. RAB, DOĞRULUĞUMUZDUR… (Tevrat. Tesniye, 15/16) 256 SIRLARIN SIRRI “Rab benim kayam, ve hisarım, evet, kurtarıcımdır. Allah kayamdır, ona sığınacağım. Kalkanım, kurtuluşumun kuvveti, yüksek kulem, ve sığınak yerimdir. ” (Tevrat, 2. Samual, 22/2-3) + Okuduğunuz ayetler Tevrat’tan alınmıştır. Gelin, birlikte ayetin anlamını araştırmaya çalışalım. Halkın geleneksel anlayışına göre; göklerde, bilinmeyen bir yerde bulunduğu sanılan bir varlık kendine inanan kişinin kayasıdır, kurtarıcısıdır. Böyle bir anlayışın insana güven duygusundan başka bir yararı olur mu? Bir de bunun asıl anlamı varır. Gerçek anlamı bulmak için bir de yine Tevrat’tan alınan şu ayeti okuyalım: İşte ayet: Türkçesi : “RAB doğruluğumuzdur. “ (Tevrat. Yeremya, 23/6. 33/16) Osmanlıcası : “Yehova salâhımız…” İbranicesi : “Yahve sidkenu”. Birinci sırada verilen ayete bir açıklama getiriliyor. Deniyor ki “RAB doğruluğumuzdur. “ Burada Rab’bin bir tanımı yapılıyor. Bu tanım açıkça şöyle demektedir: Bizim Rab’bimiz; doğruluk, dürüstlük, iyilik, sevgi, şefkat, gibi üstün ve yüce değerlerdir…Biz, bu kavramları yaşantımıza uyguladığımız takdirde kendimizi huzur ve güven içinde buluruz… İşte Rab dediğimiz zaman anlamamız gereken budur. Yaşantımızı doğruluk, dürüstlük, iyilik, 257 SIRLARIN SIRRI yardımlaşma, helal kazanç gibi yüce değere kodlamak… Allah’ı (Rab’bi, Tanrı’yı, Yehova’yı…) bu anlamda anlar ve yaşamımıza uygularsak kendimizi Tanrı yolunda sayabiliriz. Hayalimizde yarattığımız bir varlığa güvendiğimizi söylersek bunun yaşamda bir yararı olmaz. Yaşamda iki alem vardır: Bir: Madde âlemi, Bir: Mana âlemi… Bizim açıklamaya çalıştığımız Rab (Allah, Tanrı, Yehova…) mana âlemi ile ilgilidir; madde âlemi ile ilgili değildir… Dileyen Tanrı’sını mana âleminde, dileyen de Tanrı’sını madde âleminde arar. Takdir kendisinindir. Bu gerçek Kuran’da şu şekilde dile getirilmiştir: “Artık dileyen kimse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.” (K. 78/39) + 58. OTUZ ÜÇ MİLYON TANRILI ÜLKE “30 milyon nüfuslu Nepal, 33 milyon tanrıya dua ediyor. Hinduizm ülkedeki dini inanışının yüzde 75’ine karşılık geliyor. Budizm’in kurucusu Buda’nın Nepal topraklarından çıktığı söyleniyor. 30 milyon nüfuslu Nepal, 33 milyon tanrıya dua ediyor. Ramba isimli tanrı her şeyi yaratıyor, Krişna; isimli tanrı onlara yardımcı oluyor. 258 SIRLARIN SIRRI Ülkede en çok inanılan tanrıların başında yıkım tanrısı Şiba geliyor... Önce dünyayı baştan aşağı yıkıyor; ardından iyi, yeni bir dünya yaratıyor. Bir tanrının binlerce değişik figürü oluyor. Bu da 33 milyonu bulan tanrı sayısını açıklıyor.” (Milliyet, 25 Aralık 2011) + Bu haberi okuyunca insanın akına, ister istemez İslam Peygamberinin Kuran’daki şu sözleri geliyor: “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” (K. 6/116) Al Kuran’dan üç tane daha: “Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz.” (K. 10/36, 66) “Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.” (K. 53/28) Bu ayetlerin isabetli oluşunu gösteriyor yukarıdaki haber. Ne demek 30 milyon nüfusun olsun; 33 milyon da Tanrın?.. + Bu konuda Tevfik Fikret’in dizeleri… Kim dile getirir böyle bir gerçeği… “İnsanoğlunun garip delaletleri var; Putunu kendi yapar kendi tapar…” 259 SIRLARIN SIRRI + İslam dünyası 1.500 yıldır “Hak geldi; batıl yıkılıp gitti.” der. (K. 17/81) Görüldüğü gibi Hak gelmiş ama batıl yıkılıp gitmemiş… İnsanların tanrı yaratması bitmemiş… + Kuran’da Allah’ın, (Tanrı’nın, Rab’bın…) en doğru tanımı yapılmıştır. “Allah, kişinin kalbi ile kendisi arasına girer…” (K. 8/24) denmiştir. + Bir de hadis hatırladım: “Hiçbir yere sığmadım; mümin kulumun kalbine sığdım…” (Hadis) + Aşağıdaki dizeler Yunus Emre’dendir. “Bir ben vardır bende benden içeridir…” Yunus Emre’nin bu, “Ben!” dediği yanlış bir davranışta bulunacağımız zaman bizi uyarın “Cız!..” duygusudur. Kuran da bu konuda: “”Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” denilecektir. “ (K. 17/14) diye buyurur. Görüldüğü gibi ne Cehennem, ne de Zebani hesap soracak diyor. “Hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” deniliyor. Daha ne desin anlayana sivri sinek saz; an- 260 SIRLARIN SIRRI lamayana davul zurna az!... + Biz, kutsal kitaplara dayanan bu gerçekleri: Allahsız, dinsiz, imansız suçlamalarına karşın 60 yıldır söyleyip duruyorum. Söylüyorum ama dediğim gibi Allahsız, dinsiz, imansız oluyorum. Oysa biz bu Allah’ımız, dinimiz, imanız sayesinde 35 yaşında ilkokul mezunu iken 50 yaşında Hukuk Fakültesini bitirip avukatlığa başlıyoruz. Hem de akla hayale gelmedik engelleri aşıyoruz… Ne derlerse desinler? “Gül yağını eller sürünür! Çatlasın bülbüller!” + Bizi suçlayanlara son bir sözüm var. “Zan ile yakîyn hasıl olmaz.” + 59. İŞTE BUDUR ALLAH! “Şüphesiz Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir. Ölüden diriyi çıkarır. Diriden de ölüyü çıkarandır. İşte budur Allah! Peki (O’ndan) nasıl çevriliyorsunuz?” (K. 6/95. Aynı zamanda Bkz. 3/27. 30/19)) + Önyargılardan kurtularak okursak ayetin doğayı betimlediğini görürüz. Nasıl ki sonbaharda, doğa ölüm sürecine girer. Ağaçların yaprakları kurur, bitkiler solar dökülür; kış ayları gelince ta- 261 SIRLARIN SIRRI mamen ölüme bürünür; hayvanlar inlerine girer, ayılar, yılanlar kış uykusuna yatar; işte bütün bu oluşumlar, doğanın ölüme yattığını gösterir. Sonra bahar gelir; her yerde ağaçlar çiçek açar, bitkiler yeşerir, kuşlar cıvıldaşarak öter, ayılar, yılanlar kuş uykusundan uyanır. Doğa’da; bir canlanma, bir dirilme görülür. Ayet, bu oluşumu “ölüden dirinin çıkması” olarak niteliyor. İlahiyat Profesörü Dr. Suat Yıldırım benimle aynı görüşü paylaşıyor. Hele okuyalım bir: “Ölüden diriyi çıkarmak: kuru taneden yeşil bitki, kâfirin neslinden mümin çıkarma; diriden ölü çıkarma ise bunun aksi olarak açıklanır. Canlılar ölü maddeleri yiyerek beslenir. Bebeğin bedeni ölü sütü, canlı ete dönüştürür. Canlı bedenden ölü süt çıkar. Bunun da ötesinde, hayat ve ölüm deveranı, hayatın sırrı ve kâinatın ihtiva ettiği büyük bir mucizedir. Su, karbondioksit, hidrojen ve topraktaki inorganik tuzlar, güneş ışığı, yeşil bitkiler ve muayyen bakteriler sayesinde, nebat ve hayvandaki hayat maddesini teşkil eden organik maddelere dönüşürler. İkinci durumda ise bu maddeler, canlı artıkları halinde ölüm âlemine dönerler. Böylece Yüce Yaratıcı akıp giden zamanın her anında ölüden hayat, hayattan ölü çıkarır.” Prof. Dr. Suat Yıldırım’ın bu akılcı ve bilimsel açıklamasına karşın büyük İslam Tasavvufçusu Muhittin Arabi ise konuya tamamen tasavvufî açıdan yaklaşıyor. Muhyiddin İbn Arabî: TEFSİR-İ Kebir Te’vilât: 6/95 tefsirini okursak görürüz ki dirilmeyi kalp gözü kapalı, basireti bağlanmış kişilerin, kalp gözlerinin 262 SIRLARIN SIRRI açılması olarak niteliyor. Bunun yanında iyi bir insan iken çıkarı söz konusu olunca kötülüğe yönelen insanları da “dirinin ölmesi” olarak niteliyor. Okuyalım: “Muhakkak, Allah...çatlatandır.” Kalp tanesini, ruh nuruyla çatlatıp ilim ve marifetleri ortaya çıkarır. Nefis çekirdeğini de kalp nuruyla yarıp ahlak ve erdemleri gözler önüne serer. “Çıkarandır...” Bazen ruh nurunun istila etmesini sağlayarak kalp dirisini nefis ölüsünden “çıkarandır...” Bazen hevanın ve nefsin sıfatlarının istilasına uğramasını sağlayarak nefis ölüsünü de kalp dirisinden çıkarır. Onda baki kılar. “İşte Allah budur...” Hallerinizi değiştirmeye ve sizi tavırlarınız içinde döndürüp size galip gelmeye kadirdir. “O halde nasıl...” O’ndan yüz çevirip başka taraflara dönersiniz! Görüldüğü gibi ayet Allah (Yaratan) olarak bize Doğa’yı, Evren’i, Kozmoz’u gösteriyor. Biz bu oluşumu oluşumun idrakine vardığımız için başından beri maddeyi Yaratan olarak niteledik. Bu görümüz aynı zamanda bilimseldir. Çünkü bilim diyor ku: “Hiçbir madde yoktan var olmaz; var olan da yok olmaz…” (Lavezion Yasası) Ayette görüldüğü gibi Doğa, Evren, Kozmos için açıkça “İşte budur Allah!..” deniyor. Aşağıdaki ayetle de bu konuya bir kere daha değiniyor: Bunu da okuyalım: “Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte orada- 263 SIRLARIN SIRRI dır.” (K. 2/115) + 60. ALLAH’IN BİRLİĞİ “Zerdüşt, iyilik ve kötülüğün aynı kaynaktan çıkamayacağını düşünmüştü. Bu yüzden iyiliği Ahura Mazda (Hürmüz)’ ya ve kötülüğü Ahriman (Ehrimen)’a bağladı ve bunlar arasında sürekli bir savaş olması gerektiğini tasarımladı.” (İnanç Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu. Zerdüştlük Maddesi) Halk arasında Zerdüştlerin iki Tanrı’ya inandıkları sanılır. Hürmüz’ün İyilik Tanrısı; Ehrimen’in ise Kötülük Tanrı’sı… Evet, bu anlayış Zerdüşt’ten önce inanışla ilgilidir; ama, Zerdüşt , sözlükte de görüleceği gibi iyilik ve kötülüğün aynı kaynaktan çıkmayacağını ileri sürdü… Böylece ortaya iki Tanrı çıkmış oldu: İyilik ve kötülük Tanrı’sı… Oysa bu İslam anlayışına aykırıdır. Bu nedenle Tanrı Bir’dir; Tek’tir denmiştir. Tanrı’nın birliği sorunu öyle halk arasında sanıldığı gibi rakamsal olarak bir birlik değildir. Bu konuda daha ileri gidenler de vardır. Bu rakamsal birliği maddî bir varlık olarak tasarlamaktadırlar. Oysa Allah’ı rakamsal bir birlik olarak düşünür ve onu da maddileştirirsek işin içinden çıkamayız. Çünkü maddî olan bir varlığın yaşaması için yemesi içmesi gerekir ki; besine gereksinim duyan bir varlık ölümlü olur. Oysa Allah ölümsüzdür. Ölümsüzlük mana dünyası ile ilgilidir. Kısaca bir açıklama yaparsak; olumlu davranışlar, yüce ve evrensel değerler, iyi ve erdemli davranışlar 264 SIRLARIN SIRRI ölümsüzlük olarak adlandırılır. Böyle olumlu davranışlar halk arasında saygınlık görür. İyilik, sevgi, şefkat, yardımlaşma gibi erdemsel davranışlar her zaman baş tacı yapılır. Bu davranışlar aynı zamanda ermişler arasında Allah olarak kabul edilir. Ama olumsuz bir davranış, yalan, başkasının hakkına göz koyan ve kendi yararına olmak üzerine onların zararına çalışan kötü bir eylem hep kötü sayılır ve örnek bir davranış olarak görülmez. Kötü bir davranışta bulunan kişi her zaman her yerde lanetlenir ki bu da ölümlülük anlamına gelir.. Böylece Allah’ın Birliği denince anlamamız gereken olumsuz davranışlardan sakınmak; olumlu davranışlara sarılmak anlamına gelir. İyilik ve kötülük arasında bir tercihte bulunmayanın ise Allah’ın birliğinden haberi yok demektir. İşte yukarıdan beri anlattıklarımı özetleyen ayet: “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.” (K. 4/79) Burada Allah’tan kasıt; Yaptığın bütün olumlu eylemler, erdemli davranışlar, bütün evrensel değerlerdir. Bunların tersini yaptığın takdirde kötü bir sonuçla karşılaşman kaçınılmazdır. + 61. ALLAH, HAKKIN TA KENDİSİDİR. (K. 22/62) “Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise batılın ta 265 SIRLARIN SIRRI kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür.” (K. 22/62) + Kamu İhale kurumu, İller Bankası ile ilgili bir ihale yapıyor. İhaleyi bir iş adamı kazanıyor. İhaleye kazanmakla ihaleyi kazanan iş adamı lehinde bir HAK doğuyor. Artık bu Hak’ka dokunulamaz. Çünkü Kuran’a göre bu Hak; “Hak’kın ta kendisidir.” (K. 22/62) Ne oluyor? İslam inancına göre bu Hak; Hak’ın ta kendisi; giderek Allah’ın ta kendisi oluyor. Böylece İslam’da bir kişi lehine doğan bu Hak’ka dokunulamaz. Bu Hak, onun elinden alınamaz. Herkes bu Hak’ka saygı göstermek zorundadır. Biz Hak’kı da, İslam’ı da böyle anlarız. Bizce Hak kutsaldır. Bizatihi Allah’tır… Ne var ki Kamu İhale Kurumunda ihaleyi yapan kişinin Allah Bilgisi ve Din Duygusu zayıf olduğu için kazanılmış olan bu hakkı; yani ihaleyi değiştiriyor. Bir de gerekçe ileri sürüyor… “Allah’ın emri mi var; ben değiştiririm!” diyor. İşte haber: “İller Bankası’nın bir işinde kararı sonradan ben değiştirdim. Karar değişmez diye Allah’ın emri mi var; ben değiştiririm, imzamı da atarım.” (Taraf, 19 Şubat 2012) Oysa kazanılmış Hak; Kuran’a göre Allah’ın emri değil bizzat Allah’tır. Bu, Hak’kı tepelemek bizzat Allah’ı tepelemektedir. Ne var ki bizim İhale Kurumunda çalışan memurumuza Allah ve din bilgisi verilmemiştir. Sözde hepsi de dindardır bu ihale memurlarının. Bunu da şu olaydan anlıyoruz. İhaleye fesat karıştıranlar- 266 SIRLARIN SIRRI dan biri diyor ki: “Şu , şu memuru iftardan sonra Zeliş’e götürelim. Bunlar ileride işimize yarar…” Zeliş, bir güzellik salonu… Orada adamı istediği gibi güzelleştirirler. Oruç tutan bir dindarın iftardan sonra Zeliş Güzellik Salonu’nda ne işi var. Böyle bir davranış ahlakla, dürüstlükle ne oranda bağdaşır?.. Böyle bir din anlayış, böyle bir dindarlık kapıdan içeri konur mu? Bize gerek olan bu tür bir dindarlık değildir. Bize gerek olan kişilik sahibi, ahlaklı, doğru dürüst, erdemli olmaktır. + 62. ALLAH’IN GÖRÜLEBİLMESİ … “İslam, Seni görmektir.” “Hayır, hayır, Sübhanallah (K. 2/32)… Senin, onların ağzından çıkan “Her parça Seni görmez!..” şeklindeki - bu tür eksik - sözlerden münezzeh ve ötede olduğun anlamına gelir. “Eğer Seni görmemişlerse, Seni nasıl bilebiliyorlar? Görmeksizin Seni bilmek imkansızdır. Senin görülmeni inkar edenler Seni bilmemektedir. Eğer bir kimsenin önünde Seni görmek yoksa kulluğa nasıl eğilim gösterir? Bu, ve “… nerede olursanız olun O sizinle birliktedir” (K. 57/4) in “tanıklığıdır.” Ey organlar, görme olmaksızın tanıklık imkansızdır! Öyle ki küfür Seni görmemek, İslam Seni 267 SIRLARIN SIRRI görmektir.” (Tasavvuf. Kısa Bir Giriş.İz Yayınları 5. Baskı. William CHITTICK. Çeviren Turan Koç. s. 212- 213) + Yukarıdaki alıntının her satırı üzerinde düşünmeye değer niteliktedir ve insanı düşündürmeye yöneltmektedir. Ne var ki asırlar boyu bütün insanları düşünmeden inanmaya zorlanmıştır… Bir örnek veriyorum ki sözlerimin dayanaksız olmadığını göresiniz… Şu ayete dikkatinizi çekerim: “Ve her kim Allah’ın Rabbe hizmet etmek üzere orada duran kahini, yahut hakimi dinlemeyerek küstahça davranırsa, o adam ölecektir.” (Tevrat, Tesniye. 17/123) Bu nedenle olsa gerek; sözlerini eleştirmek, aklına yatmayan konularda sorular sormak din adamına saygısızlık, küstahlık sayılmıştır. Yine “Nerede olursanız olun O sizinle birliktedir” (Hadîd. 57/4) ayetini nasıl yorumlayacağız. Bu ayet nedeniyledir ki Yunus Emre: “Bir ben vardır benden içeri…” demiştir… İçimizdeki bu ben; bizi yargılayan iç benimizdir. Özeleştiri duygumuzdur. Kimde bu duygu yoksa; o boşa yaşamaktadır … Burada Hz. Ali’nin “Ben görmediğim Rab’be ibadet edemem…” (Aynı kitap. s. 60) sözünü hatırlamakta yarar var. İncil’deki şu ayet de dikkat çekici: “Siz bilmediğinize tapıyorsunuz, biz bildi- 268 SIRLARIN SIRRI ğimize tapıyoruz.” (İncil. Yuhanna. 4: 22) Demek ki asıl olan Allah’ı (Tanrı’yı) bilmektir. Anlamadığın, bilmediğin, kavramadığın bir Allah’ın yolundan nasıl gidilir? Allah’ı bilmelisin ki; O, seni doğruya yönlendire; kötülüklerden, bencillikten alıkoya… Seni sana bekçi olarak koya; sonradan pişmanlık duyacağın, vicdan azabı çekeceğin eylemlerden koruya… Biz bu yazılarımızda Allah denince ne anlamamız gerektiğini ve “Sırların Sırrı”nı kültürümüzün elverdiği oranda anlatmaya çalıştık. Ayetler göstererek kanıtlamaya çalıştık. Öyle Allah birdir demekle işin için içinden çıkılmaz. Öyle “Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı.” (Tevrat. Yaratılış –Tekvin- 1/27) iş bitmez. Bizlere düşen Allah denince ne anlamamız gerektiğini araştırıp bulmaktır… Asıl önemlisi zanna dayanan Allah anlayışından kurtulmaktır. Bkz: “Bunların bir de ümmî takımı vardır; Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Onların bütün bildikleri bir sürü kuruntulardır. Onlar sadece zanda bulunurlar.” (K. 2/78. 6/116,148. 10/36,66. 53/28) + 63. ALLAHU EKBER Haberler, Suriye’deki iç savaşı veriyor. Ellerindeki makineli tüfekler. İktidardan yana olan da, iktidara karşı olan da “Allahu Ekber!” diye, nara 269 SIRLARIN SIRRI atarak, basıyor tetiğe. Taraflar yakaladıklarını yere yatırıyor; basıyorlar tekmeyi, kalkıp kalkıp iniyor tüfeklerin dipçiği. Ellerinde sopalar vuruyorlar yerdeki yatana: “Allüh’u Ekber!” diye. . İslami terimler sözlüğü Allahu Ekber hakkında şöyle açıklama yapıyor: “Allah “ekber”dir. Ulular ulusudur. Ezanda, başta dört, sonda iki defa olmak üzere altı kez tekrarlanıyor. “Allah büyüktür” anlamında hayret ifadesi olarak kullanılır. Allahu ekber!” Açıklama bu kadar. Ama biz Allah büyüktür derken ne anlıyoruz ve anlatmak istiyoruz. İki taraf da Müslüman. İki taraf da birbirinin canına kıyarken, birbirini döverken Allah-u ekber! diyor. Ve bunu da şevkle, heyecanla, kendinden geçercesine diyor. Böylece Allah’a hizmet arz ettiklerini sanıyor… Oysa bu, yalnız hayret ifadesi değildir. Bunun bir anlamı olması gerek. Bu da şöyle olsa gerek: “Allah büyüktür. Allah’tan umut kesilmez. Elbette bu içinde bulunduğumuz sıkışık durumdan kurtulmanın bir çıkış yolu vardır. Bu çıkış yollarını arayıp bulmalıyız. Allah bize akıl vermiştir. Fikir vermiştir. Önsözü vermiştir. Öngörü vermiştir. Düşünmeliyiz, her yolu denemeliyiz ve bu sıkışık durudan bir çıkış yolu bulmalıyız Bu yollar aranıp bulunmalıdır.” İnsanoğlu; öyle yalnız hayret ifadesi ile Allah seslenerek çıkış yolu bulamaz. Bu işler öyle nara 270 SIRLARIN SIRRI atarak da olmaz. Olacaksa akıl yürüterek, düşünerek ve de eyleme geçerek olur… İnsan sıkışık duruma düştüğünde umutsuzluğa düşmemelidir. Çıkış yolunu arayıp bulmak için her yolu denemelidir ve buna Allah-u ekber dektir. Yani Allah büyüktür; umutsuzluk yoktur.elbet bir çıkış yolu vardır ve ararsan bulunur, demektir. + 64. SORUDAN KORKMAYIN Bizi Tanrı yarattı. Peki, onu kim yarattı? Diyelim ki onu bildin ve bir «süper-Tanrı» kavramına ulaştın. Peki o süper-Tanrıyı kim yarattı? Süper-süper Tanrı mı? Bu yazıyı 21 Eylül Pazar günü kaleme alıyorum. Cumhuriyet gazetesinde bir haber: Felsefe derslerinde öğrenci dine yönlendiriliyor. Buna verilen örneklerden biri de şu: Yazar olmadan kitap olur mu? Bundan yola çıkarak bekleniyor ki; öğrenci, her varlığı bir yaratan olduğu sonucuna varsın. Yani Tanrının varlığına ulaşsın. Haberi yapan belli ki bu yaklaşımdan ürkerek bunun öğrencileri dine yönlendireceğinden endişe ediyor. Sevgili okuyucularım bu endişe, ancak öğretmen öğrenci üzerinde baskı kurarak yalnızca bir cevabı zorlamaya kalkarsa yerindedir. Aksi takdirde sorulan soru, Tanrı’nın olmadığı konusunda en güçlü mantıksal çıkarımlardan birine götürür beş paralık bir aklı olan öğrenciyi. Şöyle ki: Her kitabın bir yazarı olması her varlığın bir tasarlayanı 271 SIRLARIN SIRRI olması gerektiğini intaç eder. Yani varsanız sizi bir yaratan vardır. Kitabın bir yazarı, yazarın da bir tasarlayanı, bir yapıcısı var demektir. Yani yazarın Tanrısı vardır. Güzel: Peki bu mantığa göre Tanrıyı kim tasarlayıp yaratmıştır! Tanrı hangi amaç için yaratılmıştır? Öğrenci bu soruyu sorduğu an öğretmen: “Hâşâ, Tanrıyı yaratan olur muymuş” dediği an kendi verdiği örneğin gerektirdiği mantığı kabul etmiyor demektir. O zaman öğrenci de -Tanrı kendi kendini yaratabiliyorsa, belki bir kitap da kendi kendini yaratabilir’- cevabını verir. Bu saçma gelen cevaba karşı çıkabilecek tek itiraz. Tanrının özel bir varlık olduğudur. Bu özel varlık hakkındaki bilgilerimiz neye dayanmaktır? (Cevabı hemen vereyim: Hiç! Tanrı hakkında muhtelif peygamberlerin vs. söyledikleri nihayet sözdür. Bunun dışında hiçbir olgu Tanrının varlığını gösteremez. Hiçbir felsefeci tanrının varlığını (pek çoğunun çok çaba göstermiş olmasına karşın) ispat edememiştir. Tanrının varlığını kabul etmemiz için, doğada normal olarak gördüklerimiz dışında, yani olağanüstü şeylerin varlığını kabul etmemiz gerekmektedir ki bunları kabul ermek için en küçük bir nedenimiz yoktur. Büyük İngiliz klasikçisi ve şair Francis Macdonal Cornford (1874-1943), bilimin ortaya çıkışının, doğada (ve geçmişte) olağandışı şeyler olmadığının kabul edilmesiyle mümkün olduğunu söyler, “Sokrates’ten Önce ve Sonra” adlı küçük fakat çok. önemli eserinde. Sevgili dostum merhum Fransız klasikçisi 272 SIRLARIN SIRRI Jean-Pierre Vernantda (1914-2007) eski Yunanda bilimin doğuşunu aynı nedene bağlar: Bizim Milet’li Thales ve Anaksimandros dinin ancak gündelik olaylar dışında izahı mümkün olmayan mucizeler kabul edildiği takdirde kabul edilebileceğini görüp, mucizelerin kabulü için hiçbir gözlemsel veya mantıksal neden olmadığını, görülen doğa olaylarının akılcı bir yaklaşımla çok daha tatminkar bir şekilde çözülebileceğini görmüşlerdir. Anaksimandros’un reddettiği en önemli şey, dinin neden olduğu problemi çözmek yerine başka bir yere atmak yöntemidir. Örneğin, “dünya su üzerinde yüzüyor” önerisini bu nedenle reddetmiştir: Dünya su üzerinde yüzüyorsa, su neyin üzerinde duruyor! Haydi onu bildiniz diyelim, peki o bildiğiniz neyin üzerinde duruyor? Bu sorgulama soruyu çözmek yerine, çözümü ötelemektedir. Onun için Anaksimandros “dünya boşlukta duruyor” demiş ve o boşluğun da zamanda ve mekânda sınırsız (=apeiron) olduğunu söylemiştir. Anaksimandros’un mantığı Tanrı kuramına da uygulanabilir: Bizi tanrı yarattı. Peki, onu kim yarattı? Diyelim ki onu bildin ve bir süper -Tanrıkavramına ulaştın. Peki o süper -Tanrıyı kim yarattı? Süper süper Tanrı mı? Güzel. Peki onu kim yarattı? Bu sorgulamanın bizi bir yere götürmeyeceğini gören Anakşimandros gibi Aristoteles de cevabı yaradılış kavramını reddetmekle bulmuş, hocası Platon’un yaratılmış, fakat sonsuza kadar var olacak âlem fikrinin yerme, yaratılmamış ve sonsuza gidecek âlem fikrini benimsemiştir. Peki, sonsuzdan gelip sonsuza giden âlem 273 SIRLARIN SIRRI fikri bizi nerelere götürür? Bu fevkalade ilginç sorunun cevabı sanırım önce büyük Alman matematikçisi Georg Cantor’un (1845-1918) değişik büyüklüklerdeki sonsuzluklar fikrinden, oradan da âlemin ancak matematik bir modeli kurulabileceğini öneren bizim Sakız adalı Pitagor’un düşüncelerinden geçer. Ama her halükârda Ortadoğu’nun mantığı ve gözlemi (ve söylemleri ne olursa olsun kaçınılmaz olarak aklı) reddeden ilkel tek tanrılı dinlerinden değil. Sorudan korkmayın: Soruya verilecek cevabı pazarlamak için öğretmenlere baskı yaparsa o zaman bakanlıktan korkun ve ona karşı tedbir alın. M. Celal Şengör, Cumhuriyet, Bilim Teknik, 10 Ekim 2088. Yıl:22, Sayı: 1125. s. 5) + 65. ALLAH’A ŞİRK KOŞMAK Doğruluk insanın inancında, özünde, sözünde, niyetinde, sözleşmelerinde, ticaretinde kısaca bütün fiil ve davranışlarında adil, doğru dürüst, özü sözü bir ve samimi olmasıdır. Doğruluk: hile, yalan, batıl, iki yüzlülük, riya ve sahtekârlığın zıddıdır. Doğruluk kavramı, Kur’an ve sünnette sıdk, ihlâs, istikamet ve hak kavramları ile ifade edilmiştir. İslam’ın özünü oluşturan unsurlardan biri de doğruluktur. Bu bakımdan dinimizin bütün kuralları; hak, adalet, doğruluk ve merhamet ölçüleri üzerine ku- 274 SIRLARIN SIRRI rulmuştur. Cenah-ı Hakk’ın, Sevgili Peygamberimizin şahsında bütün insanlara, “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (K. 11/112) hitabı konunun önemini ifade etmektedir. Müslüman olarak Allah’ın rızasını kazanabilmemiz için hiçbir zaman doğruluktan ayrılmamalıyız. Şirk ise. Yüce Allah’ın ilahlığında, sıfatlarında, fiillerinde ve Rab oluşunda ortağı, benzen ve eşinin olduğunu kabul etmektir. Yapılan ibadetlerde Allah’tan gayrisini gözetme ve riya gibi kötü hasletler için de şirk kelimesi kullanılmıştır. Allah’a şirk koşmak günahların en büyüğüdür (Müslim, îmân, 38). Kur’an’da şirk ve küfrün Allah tarafından bağışlanmayacağı bildirilmektedir . “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan günahları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.” (K. 4/48) (Diyanet Takvimi. 15 Eylül 2011) + *Bir kere öncelikle şu bilinmelidir ki Allah (Tanrı) gerçek anlamda bir varlık olmayıp; mecaz anlamda kullanılan bir kavramdır. Yukarıdaki anlatımda “Doğruluğun” dışında gerçek bir varlık var da dünyayı o yönetiyormuş 275 SIRLARIN SIRRI gibi bir anlam çıkıyor... Böyle anlayıştan hareket edersek Allah’a şirk koşmak da “Yok, bu dünyayı yöneten bir Allah değil de onun yanında başkaları da var!” demek oluyor… Ne var ki işin aslı böyle değildir. Çünkü maddî olarak Allah denen bir varlık yoktur ki onun bir de ortağı olabilsin.. Böyle bir anlayış insanoğlunun zannına dayanmaktadır. Oysa Kuran zanna dayanan bir Allah’ı kabul etmemektedir. Okuyalım. “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” (K. 6/116. Ayrıca bakınız: 10/36, 66. 53/28) Bu ayetlerde hep insanoğlunun zannına uyarak bir Allah yarattığına değiniliyor. Artık zanna dayanan Allah’ın değil; doğruluğa, dürüstlüğe, hakikate, hakka, salih amele dayanan bir Allah’ın varlığını kabul etmeliyiz. Yukarıda doğruluk kapsamı içinde sayılan bütün olumlu kavramlar bizatihi Allah’tır. Örneğin doğruluk kapsamı içinde sayılan hak kavramı için Kuran’da aynen şöyle denmektedir. Okuyalım: “Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise batılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür.” (K. 22/62. Diyanet yeni çeviri…) 276 SIRLARIN SIRRI Aynı anlamda başka bir ayet daha var: “O gün, Allah onlara kesinleşmiş cezalarını verecektir. Allah’ın apaçık hak olduğunu bileceklerdir.” (K. 24/25 Diyanet eski çeviri…) Demek ki Allah, Hak’kın ta kendisi imiş. Aynı görüşten hareketle; doğruluk, dürüstlük, edep, erdem de Hak’kın ta kendisidir. Gerçek böyle olunca olumlu değerler, genel doğrular, yüce kavramlar da Allah’ın ta kendisi sayılır. Bütün bu olumlu kavramları Allah olarak algıladığımız takdirde; “Allah’a şirk koşma” anlamına da açıklık getirebiliriz. Bu olumlu kavramların ; yani doğruluğun zıddı olan; olumsuz kavramları, hile, yalan, batıl, iki yüzlülük, riya ve sahtekârlığı uygulamakta sakınca görmediğimiz takdirde “Allah’a şirk komşu oluruz.” Kuran deyimiyle: “Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever.” (K. 2/195) Özetleyerek söylersek: Doğruluğun zıddı olumsuz kavramlara yaşamımızda değer verirsek Allah’a şirk koşmuş oluruz… Böyle yaptığımız takdirde şu ayeti gereğince “ şüphesiz büyük bir günah işlemiş!” (K. 4/48) oluruz. Anlayan varsa beri gelsin!.. Elini öpeceğim… Av. Hayri Balta, 3.5.2012 277 SIRLARIN SIRRI AV. HAYRİ BALTA’NIN ÖZGEÇMİŞİ 1932 yılında Gaziantep’te doğdu. 10 yaşında iken annesi öldü. Babası, eşinin ölümüne dayanamayarak yaşama küstü. Çocukluğunun kış günlerini Gaziantep’in Tabakhane semtinde; yaz günlerini de Gaziantep’e yakın İbrahimli köyündeki üzüm bağlarında geçirdi. Yaz günlerinin gecelerinde kayan gök taşlarını görünce “Tanrım! Ölen annemi geri gönder!” diye dileklerde bulundu... Dileklerinin yerine getirilmemesi üzerine sükut-u hayale uğradı ve Allah’ı aramaya başladı... 1945 yılında Gaziantep lisesi Ortaokul 1. Sınıfa giderken yapılan bir temizlik yoklamasında Türkçe öğretmeni: “Gömleğin kirli, git değiştir gel!” deyince, çok da istediği halde, bir daha okula gidemedi... Okula gidememesine karşın; okuma ve öğrenme tutkusu ile yanıp tutuştu. Okuyamamış olmasının eksikliğini; günlük gazeteleri, haftalık ve aylık dergilerle kitaplar okuyarak gidermeye çalıştı. Okuldan koptuğu yıllarda geçimini dericilik ve kilimci kalfalığı yaparak sağlamaya çalıştı... Çalışmaktan artan boş zamanlarında futbol oynadı. Kendisi futbolu değil de futbol kendisini bıraktığı zaman futbol hakemlik kursunu bitirdi. Stajyer olarak yönettiği ilk maçta taraftarlarca geleneksel tezahürat yapılınca futbol hakemliğini de bıraktı. 278 SIRLARIN SIRRI 25 yaşında Gaziantepli tasavvufçu, tekke ve tasavvuf müziği ustası olgun insan Dindar Filozof Dr. Emin Kılıç Kale’den; Ahlak, tasavvuf, yaşam ve müzik dersleri aldı... O toplulukta kimi zaman tef çaldı ve kimi zaman da ney (nay) üfledi. Bu toplulukta “fırınlara girip çıktı”, “ölmeden önce öldü”, “yeniden doğdu”. Bu topluluğa “ölü” olarak girdi “diri” olarak çıktı. Dünya görüşü nedeniyle kavmiyetçi ve ümmetçi kişilerce hakaretlere ve iftiralara uğrayarak komünistlikten yargılandı. Yargılama sonunda yargıç: “Hayri Balta, Atatürkçü ve aydın bir kimse!” (Gaziantep Sorgu Hakimliği. E. 962. K. 127/16) diye karar verdi. Böylece Türkiye’de mahkeme kararı ile “Atatürkçü ve Aydın” sayılan bir kişi oldu. Ne var ki aklanmasına karşın 10’a yakın işyerinden kovuldu. 10’a yakın ev değiştirmek zorunda kaldı 1965 yılında, 33 yaşında iken, Gaziantep Lisesi Akşam Ortaokuluna başladı. 1969 yılında dört yıllık olan bu okulu sınıf ve okul birincisi olarak bitirdi. Gaziantep Akşam Lisesi 1. Sınıfında okurken “Kavmiyetçi ve Ümmetçi” kişilerce rahat verilmemesi üzerine 11 Mart 1971’de Ankara’ya göçtü. Gaziantep’ten ayrıldıktan bir gün sonra 12 Mart 1971’de Ordu, yönetime el koydu. Böylece 12 Mart’ın hışmından kurtulmuş oldu. Eğer o tarihte Gaziantep’te olsaydı başına gelecek vardı... Ankara’ya gelir gelmez Anafartalar Akşam Lisesi 1. sınıfına kaydını yaptırdı ve Genel-İş Genel Merkezi Hukuk Büro sunda yazman, bir süre 279 SIRLARIN SIRRI sonra da muhasebe bölümünde muhasebeci ve daktilo olarak çalıştıktan sonra muhasebe şefliğine getirildi. Gündüzleri çalıştı, akşamları okula gitti. 4 yıllık Anafartalar Akşam lisesinde bitirdikten sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Akşam Türkçe Bölümüne kaydını yaptırarak derslere gidip gelmeye başladı. 15 gün sonra yaşının geçmiş olduğu gerekçesiyle okuldan kaydı silindi. Bunun üzerine yılmadı bir yıl da üniversite sınavlarına çalıştıktan sonra 1974’te Ankara Hukuk Fakültesine girmeyi başardı ve hem çalışıp hem okuyarak 1979 yılında Hukuk Fakültesini bitirdi ve bir yıl da staj gördükten sonra 1980 yılında (48 yaşında) avukatlığa başladı. Hukuk Fakültesi öğrencisi iken: 27 Mart l977 yılında ölüm döşeğindeki babaannesini görmek için gittiği Gaziantep’te, gece yarısı evinin önünde, faşistlerce kurşunlandı... Sağ göğsünden giren kurşun akciğerinin üst lobunu delerek kürek kemiğinden çıktı. 15 gün ağzından kan geldikten sonra “hayatî tehlikeyi” atlatarak yeniden yaşama döndü. Hâlâ zaman zaman kurşun yarasının acısını hisseder ve düşlerinde yakın mesafeden ateş edilen tabanca sesi ile uyanır... Avukatlık yaptığı sırada Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucu yönetim kurulunda ve seçimle gelen ilk iki Yönetim Kurulunda Genel Sekreter yardımcısı olarak görevli iken 11 Mart 1991 tarihinde ağır bir kalp krizi geçirip kalbinin % 70’i çalışamaz bir duruma gelince ADD’deki görevini ve avukatlığı bıraktı. O günden bu güne değin de tek 280 SIRLARIN SIRRI başına evinde yaşamaktadır. Yaşamı boyunca emeğinden başka geliri olmadığı için eşi ve dört çocuğu ile geçim zorluğu çekti. Ankara’da iki kışı, ailesi ile birlikte, odunsuz, kömürsüz, sobasız geçirdi... 65 yaşına kadar yoksul olarak yaşadıktan sonra babaannesinden kendisine kalan trilyon değerinde taşınmazdan kendisine yeteri kadarını aldı, kalanını dört kızına bıraktı... Şu an dört kızından 6 torunu bulunmaktadır. Torunlarından biri Amerika’da Siyaset Bilimi doktorası yapmaktadır. Biri de İnşaat Fakültesini bitirmiştir. Yaşamı boyunca, hastalığında bile, bir Aydınlanmacı olarak düşünce özgürlüğünü, laikliği ve Cumhuriyetin kazanımlarını korumaya çalışmıştır. Laikliği savunmak için birçok dava açmış ve açılmasına da neden olmuştur. Gaziantep yerel gazetelerinin, bir ikisi dışında, hemen hemen hepsine günlük yazı verdi. Kimisi kapandığı için, kimisinden de, bir süre sonra, yazılarına yer verilmediği için ayrıldı. Ankara’da ise Barış ve Ulus gazetelerinde ve kimi dergilerde yazdı. “S.S.S. (Sevenler-Soranlar-Sövenler)” adlı basılı bir kitabı vardır ve bu kitabı, kitapçılarda, bir tane bile satılmamıştır. Salt bu nedenle Guinness Rekorlar Kitabına girmeye hak kazanmıştır. Bir de Yitmiş Bir Adam adlı öykü kitabı vardır. 2000 yılından beri www.tabularatalanayalanabalta.com adresli kendisine ait sitede aydınlanma savaşımını 281 SIRLARIN SIRRI sürdürmektedir. Düşünce ve inanışlarından ötürü hakaretlere, küfürlere ve tehditlere karşın; vahye karşı aklı, dine karşı bilimi, teokrasiye karşı laikliği, şeriata karşı cumhuriyeti, yaratılış teorisine karşı evrim teorisini, idealizme karşı materyal izmi, bireyciliğe karşı toplumculuğu savunmaktadır. Ne var ki çok az kişi tarafından anlaşılabilmiştir. Şimdi bile dinciler tarafından dinsiz; dinsizler tarafından da dinci sayılır... Av. Hayri BALTA, 10 Nisan 2012 Devamı en son sayfada AV. HAYRİ BALTA’NIN ÖZGEÇMİŞİ 1932 yılında Gaziantep’te doğdu. 10 yaşında iken annesi öldü. Babası, eşinin ölümüne dayanamayarak yaşama küstü. Çocukluğunun kış günlerini Gaziantep’in Tabakhane semtinde; yaz günlerini de Gaziantep’e yakın İbrahimli köyündeki üzüm bağlarında geçirdi. Yaz günlerinin gecelerinde kayan gök taşlarını görünce “Tanrım! Ölen annemi geri gönder!” diye dileklerde bulundu... Dileklerinin yerine getirilmemesi üzerine sükut-u hayale uğradı ve Allah’ı aramaya başladı... 1945 yılında Gaziantep lisesi Ortaokul 1. Sınıfa giderken yapılan bir temizlik yoklamasında Türkçe öğretmeni: “Gömleğin kirli, git değiştir gel!” deyince, çok da istediği halde, bir daha okula gidemedi... Okula gidememesine karşın; okuma ve öğrenme tutkusu ile yanıp tutuştu. Okuyamamış olmasının eksikliğini; günlük gazeteleri, haftalık ve aylık dergilerle kitaplar okuyarak gidermeye çalıştı. Okuldan koptuğu yıllarda geçimini dericilik ve kilimci kalfalığı yaparak sağlamaya çalıştı... Çalışmaktan artan boş zamanlarında futbol oynadı. Kendisi futbolu değil de futbol kendisini bıraktığı zaman futbol hakemlik kursunu bitirdi. Stajyer olarak yönettiği ilk maçta taraftarlarca geleneksel tezahürat yapılınca futbol hakemliğini de bıraktı. 25 yaşında Gaziantepli tasavvufçu, tekke ve tasavvuf müziği ustası olgun insan Dindar Filozof Dr. Emin Kılıç Kale’den; Ahlak, tasavvuf, yaşam ve müzik dersleri aldı... O toplulukta kimi zaman Bu toplulukta “fırınlara girip çıktı”, “ölmeden önce öldü”, “yeniden doğdu”. Bu topluluğa “ölü” olarak girdi “diri” olarak çıktı. Dünya görüşü nedeniyle kavmiyetçi ve ümmetçi kişilerce hakaretlere ve iftiralara uğrayarak komünistlikten yargılandı.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...