DİVAN-KEBİR TERAPİ
Divan-ı kebir 1. Cilt ten alıntılar.
AÇIKLAMALAR BÖLÜMÜ
Tasavvuf ehli, bu yol ilimle alınmaz, fakat ilimsiz irşat da olmaz, olsa bile nadir olur derler. Esasen onlarca, ilim bir vasıtadır, insan aczini, bilgisizliğini bildikçe, insanı ‘yokluğa sevk ettikçe bu vasıtadan faydalanılabilir; ama insanı varlığa, benliğe götürdükçe kötüdür.
“Ey kerem sahibi, Sen de iyiden, iyilikte bulunandan başkasını kabul etmezsen, kötülük eden kime yanıp yakılsın, nereye başvursun, ağlayıp inlesin.”
“Mevlana Hazretleri Selçuklu sultanı Rükneddin’in kendisine gönderdiği beş kese altını hendeğe attırmıştı. Hendekten bazıları onları almaya kalktığında ise hendeğin yılanlarla dolu olduğunu gördüler.”
“Sineğin biri eşek sidiği birikintisinin üstündeki saman çöpüne konar; işitmiştim der, deniz varmış, uçsuz-bucaksız denizde gemiler yüzermiş, mahir kaptanlar onları yürütürlermiş. İşte deniz, işte gemi, ben de mahir bir kaptanım.”
“Gramer bilgini gemiye biner ve kaptanın yanına yaklaşarak, gramer bilip-bilmediğini sorar. Kaptan bilmediğini söyleyince de “Ömrünün yarısı boşa gitti” der. Bir müddet sonra dev dalgalar gemiyi sarsmaya başlar ve kaptan gramer bilginine yaklaşarak sorar:”Sen yüzme bilir misin?” Gramer bilgini bilmediğini söyleyince kaptan” öyleyse gitti ömrünün hepsi” diye cevap verir. Burada gramer bilen değil yüzme bilen kurtulur.”
“Su geminin içinde olursa gemi batar, fakat su geminin altında olursa gemi yüzer ve yol alır.”
“Ağzı kapalı içi boş testi derin, engin sularda havayla dopdolu olarak yüzer durur. İçinde yoksulluk yeli olunca insan, dünya suyunun başı üstünde oturur. Bu dünya tamamıyla onun mülkü olsa, onun gözünde hiçbir değeri yoktur.”
“Bir gün Selçuklu sultanlarından Muineddin Pervane,”Mevlana eşsiz bir er, bir padişah, eşi yüzyıllar boyunca bulunmaz bir zat, fakat müritleri kötü” demişti. Bu sözü duyan Mevlana, Muineddin’e bir mektup yazmış ve: “İyi olsalardı, ben onlara mürit olurdum.”demiştir.
Bir gün M. Pervane Mevlana’dan öğüt istemeye gelir. Mevlana Hazretleri Pervane’ye: “Duydum ki Kuran’ı ezberlemişsin, Sadreddin’den de hadis okuyormuşsun. M. Pervane, “evet” deyince Mevlana: “Allah’ın, peygamberin sözlerini tutmadıktan sonra, benim sözümü mü dinleyeceksin” der.
“Yoğurt gibi olup ta suda boğulacağına, yağ gibi ol da su seni üstünde taşısın.”
“Cins atlar padişahları taşırlar, işe yaramaz, ahmak atlarsa palan yüklenirler, tezek taşırlar.”
“Deniz acı bir sudur amma, altında inci madeni var; sen acı suyundan geç de dibine dal, inciyi bul.”
“Yolda ejderha varsa, sende de zümrüt gibi bir aşk var; yürü bu zümrüdün şimşek gibi parıltısıyla ejderhayı kov.”
“Gâh avucunda sıkarsın beni, gâh ayağının altında ezersin; evet, hakkın var, sıkılmamış, ezilmemiş üzüm şarap olmaz ki?”
“En büyük zafer, insanın kendisine karşı kazandığı zaferdir.”
Hırsız, hırsızlıkta aşırı giderse, padişahtan yardım isterler; fakat padişah hırsızlığa kalkışırsa, kimden aman isterler artık?
“Menfaat peşine düşmek rezalettir, adamı rüsvay eder.”
“Denizin balığa hiçbir ihtiyacı yoktur, çünkü denize karşı balık, adi bir yaratıktır.”
Padişah oğlusun sen, Cebrail’in bile secde ettiği varlıksın sen.”
Aşk nedir bilir misin? Ben’i, Biz’i, varlık davasını bırakmaktır; güzellikleri, güzelleri yaratanda, her isteği yok etmektir.”
Mademki aşka düştün, elbette başına fitneler gelecek, sınamalar gelecek.
Heva ve hevesini yendin mi ayağını havaya atarsın, hadi gel.
Seni keserek İshak ol bize karşı, dal denizimize de, sus sus ta gücümüz, kuvvetimiz kırıp dağıtmasın gemini, parçalamasın gemini gücümüz kuvvetimiz.
Bize bakma, kendi lütuflarını hatırla, “Hiçbir şeye ihtiyacı yok, her şey O’na muhtaç” diye övmüştün kendini, her kötülük edene, iki âlemde de suçlu olana sen lütfet.
Ey beden, köpek gibi tembel olma, havlamaya kalkışma, varlığından geç de varlık padişahının yoluna düş.
Her zerre, sabır sıkıntının anahtarıdır, şükür razılığın anahtarı diye naralar atmada.
Aya tükürürsen, o tükürük kendi yüzüne gelir.
Âşıklara, mümkünü yok, hiç kimsenin öğüdü fayda etmez. Aşk öylesine bir seldir ki önünü kesebilecek biri çıkamaz.
Türk, ona derler ki, köy, onun korkusundan haraçtan emin olsun.
A gönül, gönlünü hoş etmek için altın toplamada, hüner göstermedesin; fakat altından hünerden zenginleşmiş de sonucu yere geçmemiş bir zengin gördün mü hiç?
O para, o pul, görünüşte güzel görünüyor amma, güzelliğe yol yoktur ona; güzelim panzehir içinde gizli bir zehirdir, dağ yılanının zehri adeta.
Candan, gönülden âşıksan sevgilinin cevrini, cefasını çek; âşık değilsen yürü, parasız pulsuz çalış, diken çekedur.
Tek, eşsiz atlısın da ne vakte dek eşeğe kulluk edeceksin? Eşek sana, eşek yükü taşı diyor, utanmıyor musun bundan?
Ben varlığımdan tamamıyla sıyrıldım, tam yok oldum da Tanrı tercümanı kesildim; ister sarhoş olayım, ister ayık, artık-eksik, onun sözünden başka bir söz duyamaz kimse benden.
Aşığın gücü, kuvveti, iriliği, sağlamlığı, sevgilinin gücünden, kuvvetinden gelir; çünkü âşıkların ululuğu, büyükler büyüğü Tanrı’mdandır benim.
Susayım ağzımı yumayım da şu dünya karmakarışık, darmadağın olmasın; zaten de söze sığmıyorsun artık, fazla-eksik ne söyleyeyim?
Beden şarabı nerede, can şarabı nerede? Gök nerede, ip nerede? Sen sonu gelmez hayırsız şarapla sarhoşsun, ben Kevser suyunun şarabıyla sarhoşum.
Sarhoş vardır kusar; sarhoş vardır, uzağı yakın eder, yeryüzünde yollar aşar; bu yeryüzünde hor hakirdir, o gökyüzünde ağırlanır, sayılır.
Her gülün bir dikeni vardır, definenin üstünde de yılan olur. Çektiğin acı, ettiğin sabır, sonucu tatlı dileğine ulaştırır seni a canım.
Zahit neyi arar? Merhametini. Âşık neyi arar? Yaranı, cevrini, cefanı. Zahit elbiseler giyinmiş bir ölüdür, âşık ise kefene bürünmüş bir diri.
Toprakla eş olan su, beğenilir bir ayna olur mu hiç? Fakat topraktan ayrıldı mı berrak bir ayna kesilir.
Bir müddet ateş oldun, yel oldun, su kesildin, toprak oldun; bir müddet de hayvan oldun, hayvanlık âleminde yeldin, yorttun. Mademki bir müddet de can haline geldin, bari sevgiliye layık bir can ol, sevgiliye layık bir can.
Dilinden çıkan söz kibir verir, kibir de senin yalvarışını yer bitirir; kibrinden ayrıl da ululuk ıssına yapış.
Ayaktan ipi çözersen gökyüzüne dek uçarsın, gökyüzü gibi her çeşit kırılıp dökülmeden, her türlü afetten, zarardan emin olursun.
İçindeki heva ve hevesi bırakır, bomboş kesilirsen, soluksuz diri kalırsın; artık Ya Hu denizine gark olursun da bundan Ya Hu demekten vazgeçersin.
Aşkın ağzı olsaydı bütün dünya bir lokma olurdu. Aşkın kapısı olsaydı, padişahların canları o kapıda bekçilik ederdi.
Gönül veren o kimsedir ki adam akıllı sabreder, dayanır; senin gibi kıyı-bucak, her yana gezip duran, derken bir köşeye düşüp yıkılan adam değildir gönül veren.
Bir gama, bir gussaya düşmüşsün; nerden gönül vermiş bir âşıksın sen? Ya bir kahpenin arzusundasın, ya bir muhabbet tellalının vesvesesine kapılmışsın,
Nerde bir yoksul görürsen onunla oturman gerek; nerde bir falcı, cinci görürsen kaçman gerek.
Fakat yemeklere düşkün yoksuldan kaç, varlığından, benliğinden geçip yoksullaşan, Bayezid’e benzeyen yoksul gerek bize.
Tümden ayrılmış bir parçasın, bedenden ayrılmış bir elsin ancak.
Dertli ol da dert sana kılavuz olsun, o yana götürsün seni, o yana ki dertten bunalan görür o yanı.
Ey zengin, malını mülkünü gösterip durmaktan vazgeç, kendini yok et de varlığının zerresi güneş kesilsin.
Âdemoğlu dediğin, dünya sandığına konmuş bir aslandır; sandık kapanmıştır, kilitlenmiştir, o da kendini yorgun, bitkin göstermededir. – Fakat günün birinde bir coştu, bir kükredi de sandığı kırdı, parçaladı mı, şimdi işsiz-güçsüz görünüyor amma, nelere gücü yettiğini, ne işler edeceğini o vakit görürsün.
Yarasa ne kadar söylenirse söylensin güneş gam yemez. Gölge yere ters düşerse güneşe bir noksan mı gelir?
Aya düşman olanın karanlıklara düşmesi mukadderdir.
Yolunu yitiren gene akılla yola gelir; fakat aklını yitiren kime sığınır artık?
Tövbe etme suçuna ta boğazına dek gark olmuştum. Eskiden ettiğim tövbelerime tövbe ettim şimdi.
Dudağını şeytan sütünden yıkamaya, arıtmaya çalış; yıkandı, arındı mı gönül memesini emebilirsin artık.
Başsız gelenin başına elini koy, okşa onu; başlı geleni ise hançerle yarala.
Akik, mercan ile hayvanın ne işi var? Hayvan ottan başka bir şey bilmez ki.
Niceye dek, “kördür onlar, görmezler” diye özür getireceksin? Kör olmamalarını istiyorsan gözlerine bir görüş kabiliyeti ver.
Dünya tuzağı öylesine bir tuzaktır ki padişahlar bile köpek gibi o pisliğin içine düşmüşler, ta boğazlarına dek dalmışlardır.
Niceye bir kâse yalayıcılık? Vur şu testiyi yere; şarap küpünün ağzındaki samanlı balçığı çek, çıkar.
Sofuluk ta bitti, tövbe de tövbe etmeye tövbe etti; çünkü âşıkların tövbeden başka işleri var şimdi.
İçtikçe iç şarabı, güzelleş, iyi bir hale gel, beşten de dışarı çık, altıdan da; gönül evinin çevresinde hiçbir kötülük bırakma. –Fakat yerden biten üzümden yapılan şarabı değil, Tanrı elinden, küpsüz, fıçısız, arılık âleminden sunulan şarabı iç.
İnsan elbisesine bürünmüşsün, en güzel, en iyi bir şekle, bir mazhariyete sahipsin, iş böyleyken, ne diye tutar da kendini tava dibi gibi karartırsın.
“Ben” dersin “gece-gündüz namazla meşgulüm, namaz kılıp duran bir adamım ben.” İyi amma a kardeş, sözlerin namaza ait değil ki.
Kendimizle savaşmış, varlığımızı yok etmişiz de tamamıyla âşık olmuşuz.
Duman gerçi ateşten doğdu amma gene de ateşe perde oluyor; varlık dumanından geç, dumanda bir fayda yok. –Can dumandan geçseydi nurun ta kendisi olurdu. Can mumdur sanki bedense leğen. Can sudur da beden bir dere. – Alçaldıkça yücelirdi de felek değirmisini bile kırar geçerdi, yokluğa sarılsaydı, varlıklardan da üstün olurdu, gerçek varlığa ulaşırdı.
Aslanın kuyruğuna yapışırsan kebapsız kalır mısın hiç? Bir beye arkadaş olursan, nasıl olur da azıksız kalırsın?
Aşk olduğundan da güzeldir, yokluk, bulunduğundan da sağlam; bu ikisinin elini öpersen gökyüzüne ayak basarsın.
Dünya bir elektir, bizse ona konmuş unuz sanki, elekten geçtin mi arısın, geçmedin mi kılçıksın, samansın.
Kır kalıp testisini de dudağına dek dolu kadehi al; ne vakte dek çanak yalayacaksın, ne zamana kadar yaltaklanıp duracaksın?
Ey can, iyi bir ad-san sahibi olmayı gönlünden tamamıyla sök at da bütün sırları, birer birer, tamamıyla anla.
Ey Tanrı aşığı, halkın kınamasından korkuyor, ar-hayâ kaydına düşüyorsun; aşk âleminde ar-hayâ kaydına düşmek, padişahlığa kalkışmak, hamlıktır.
Baştan aşağıya bütün varlığın gözünde bitmiş bir siğilden ibarettir; akşam gibi simsiyah saçlara âşıksan Rum zünnarını kaybet gitsin.
Aşk âleminde bilgi, bilgisizliktir; bilginin şerefi pek de o kadar önemli sayılmaz. Aşkın cahili şu sıra bilginlerinin âlimlerinden yücedir, üstündür.
Bil ki neyi arıyorsan, onun aynısın, aradığın sendedir.
Dost diri oldukça önüne bir dağı çekiyor, yolunu kesiyorsun; fakat gamla onu öldürdün mü mağaraya çekiyorsun, dost ediyorsun onu.
Barış ehli olanlar yaşayışı kestiler, vazgeçtiler hayattan; şu adam olmayanlardır, yaşayış savaşında kalanlar.
Gerçi kazmaların açtığı yaralarla maden kırıldı, döküldü amma, kuyumcu çarşısına bak, has altınlarla dopdolu.
İçten içe yanıp yakılmadan başka bir şeyde ısılık arama; çünkü gönül dıştaki ateşle aydınlanmaz.
Bir âşık var mıdır ki iki sevgilisi olsun. Öyle birisine âşık ol ki o aşkla bütün tutsaklıktan kurtulasın.
Birinde canlar canı yoksa bil ki alım da yoktur; fakat nice kişiler, yok olup gidecek bir surete can feda eder.
Süt emer çocukken gönül dişleri çıkmaz, gönül dişleri, ruh gıdasını yemek için çıkar.
Aslandan süt emen aslan olur, adam değildir o; nice insan şeklinde yaratık gördüm ki ejderhanın ta kendisi.
BİR ŞEY VER YOKSULA (Sayfa. 23)
– Ey canımızı tatlılaştıran, kendinde olanı geçir kendinden, kendinden geçeni getir kendine; bir şey ver yoksula. – Âşıklara ihsanda bulun, tanyerini ışıklandır, tiryakı zehir haline getir; bir şey ver yoksula. – Ay gibi yüzünle bir bak, yoksulları arayıp duran lütfunla bir merhamet et de yoldaş et bizi kendine; bir şey ver yoksula. – Ay gibi bir cilvelendin mi, canlara aşkı duyurursun, bizimle ne diye yoldaş olmuşsun? Bir şey ver yoksula. – Dervişin nişanesi nedir? İnciler saçan bir can, inciler saçan bir dil, yüz parçadan dikilmiş yamalı hırka değil; bir şey ver yoksula. – Sen hem Âdem’sin hem o dem. Hem İsa’sın hem Meryem. Hem sırsın, hem sırra mahrem; bir şey ver yoksula. – Acı seninle tatlılaşır, küfür senin yüzünden din olur, diken ağustos gülü kesilir; bir şey ver yoksula. – A benim canım, sevgilim, küfrüm, imanım, padişahlarımın padişahı; bir şey ver yoksula. – Ey gamlara batan, bedene tapan kişi, bedenle uğraşıp durma, canla savaşıp kalma; bedene bakma, bana bakma; bir şey ver yoksula. – A benim ışığım, bugün bir iş edeceğim, nurunun çevresinde dolaşacağım, aşka can vereceğim; bir şey ver yoksula. – Bizim ayıbımızı arayan biri misin sen, yılan mısın, balık mı yoksa? Sen söyle nesin? Bir şey ver yoksula. – Güzelim, hem sen olasın, hem o; yaraşmaz bu; atıver şu canı; bir şey ver yoksula.
AHMAĞIN SONU (CİLT.1-Sayfa. 52-53)
– A babam, kendini incitme, başını taşlara vurma; yanıp yakılan nefsinle savaşıp durma. – Aya tükürürsen o tükürük, kendi yüzüne gelir; onun eteğini çekersen, senin elbisen daralır. – Senden önce de başka hamlar şu dünya kazanında kaynayıp coştular, çok çarpınıp çırpındılar amma razılıktan başka bir çare bulamadılar. – Bir oklu kirpi yılanın kuyruğunu ağzıyla yakaladı, başını içeri çekip dertop oldu o düzenbaz. – Ahmak yılan boyuna kendisini kirpiye vurmaya başladı, oklarına vura vura delik deşik oldu. – O kötü yüzlü, sabırsızlığından, düzen bilmezliğinden, tez canlılığından kendisini öldürdü; bir müddet sabretseydi o beladan kurtulurdu. – Sen de aklını başına al da her bela oklu kirpisine kendini vurma, rahatça otur da kaza geldi mi hava boşluğu bile daralır de dur. – Âlemlerin Rabbi “Ben sabırlılarlayım” buyurdu; ey sabırlılarla oturan, sen, başımızdan aşağı dök sabrı, sen bize sabırlar ver. – Ben bir başka vadiye gittim, geri kalanını sen söyle babacığım; sabırlılara her an yeniden yeniye selam söyle bizden.
SABIR SIKINTININ ANAHTARIDIR.(CİLT.1-Sayfa. 56)
– Dal gamına ey can, çünkü sabır, sıkıntının anahtarıdır; dal gamına da sonucu mehlemi yüz göstersin; sıkıntının anahtarıdır sabır. – Dertlere, kederlere öylesine dal ki sonucu, ansızın Tanrı kürsüsü de tapına gelsin, ulu arşı da; çünkü sıkıntının anahtarıdır sabır. – Dünyanın nuruyla gül de dünyanın düğünü derneği ol, yasından kurtul, emniyete ulaş, çünkü sabır, anahtarıdır sıkıntının. – A gönlüm, erkekten de vazgeç, kadından da; sök, çıkar onların sevgisini içinden de aşkla dayın da o olsun, amcan da; çünkü sıkıntının anahtarıdır sabır. – Gökyüzü gibi iki büklüm olur, buyruğa uyarsan felekten de, eğri düzen işlerinden de kurtulursun, sabır anahtarıdır sıkıntının. – Hem benlikten halas olursun, hem perçemini eline dolar da boynunu vurursun şeytanın; sıkıntının anahtarıdır sabır. – İkbalin ayağına gelir, devletin huzuruna. Kademiyle kutlanırsın, sabır sıkıntının anahtarıdır. – İçinde bir dert var ki işin onun yüzünden tersine dönüyor; hemencecik onu bağla sımsıkı; çünkü sıkıntının anahtarıdır sabır. – Tanrı’nın bir hoş alemi vardır, bir an bile şu aleme bakma; Tanrı’dan başka mahrem yoktur aleme, sabır sıkıntının anahtarıdır. – Sus, sırları söyleme, sus ki “min ledün” sırrına ağyar nasıl erebilir? Sabır sıkıntının anahtarıdır.
EVLİYANIN GÜCÜ (CİLT.1-Sayfa. 94)
– Ey âşıklar, ey âşıklar, ben toprağı mücevher haline getiririm. Ey çalgıcılar, ey çalgıcılar, teflerinizi altınla doldururum. – Ey susuzlar, ey susuzlar, bugüne bugün sakilik eder, şu kupkuru toprak yurdunu cennete döndürür, Kevser ırmağı haline sokarım. – Ey kimsesizler, ey kimsesizler, kurtuluş çağı geldi, kurtuluş çağı geldi. Her gam görmüş hastayı padişah yapar, Sencer’e çeviririm. – Ey kâfirler, ey kâfirler, kilidinizi açarım; çünkü ben mutlak hâkimim, dilediğimi mümin ederim, dilediğimi kâfir. – Ey yüce er, ey yüce er, elimizde bir mum gibisin sen¸hançer olsan kadeh yaparım seni, kadeh olsan hançer. – Bir katre meniydin, kan oldun, sonra da bu çeşit usul boylu bir güzel haline geldin. A insan, yanıma gel de seni bundan da güzel bir hale getireyim. – Derdi neşe yaparım ben, sapığı yol gösterici. Kurdu Yusuf haline getiririm, zehri şeker. – Ey kadehler, ey kadehler, her kurumuş ağzı şarap kadehinin dudağına benzesin diye ağzımı açtım, sırrımı faş ettim. – Ey gül bahçesi, ey gül bahçesi, reyhanları nilüferlere eş edince gel benim gül bahçeme de gül al benden. – A gökyüzü, a gökyüzü, toprağı amber yapıp dikeni, misk kokuları saçan bir hale getirdiğim zaman nergisten de daha hayran bir hale gelirsin sen. – Ey aklı Küll, ey aklı Küll, ne söylersen yerinde, doğru sözlüsün; hâkim de sensin, hükmünü yürüten de sen. Ben bari az dedi-kodu edeyim.
ECEL GELDİ CİHANA, BAŞ AĞRISI BAHANE (CİLT.1-Sayfa. 136)
– Erguvanın güzelliğine dalıp erganonun nağmelerini dinleyerek ne vakte dek ecelden kaçıp duracaksın? Bak da gör, işte çeke-sürüye götürüyorlar seni, gerçekten de biz dönüp ona varacağız. – Ne vakte dek tamahla evleri kilitleyeceksin, ne zamana kadar yiyip-içmeye koyulacaksın, yemlere dalacaksın, ecel tuzağı seni zebun etti-gitti. – At öldü, gümüş eğere hacet kalmadı; ağaç ata bin, salacıya eğer vur da şu aşağılık dünyanın yalanını masalını seyret.
– Ağır elbiselerini, gömleğini çıkar, kefene teslim ol; bağdan, yeşillikten çık, toprak içinde kanlara bulanarak oturmaya bak. – Hırsızlamaca güzelleri seyrederdin, onlarla sırdaş olurdun, ellerini çırparak gelirdin; hani onlar, nerde onlardan bir eser şimdi? – Ey temiz kişilere çenesini eğen, onlarla eğlenen, bugün çeneni bağladılar, oğlun, ev kilfetin seni evden çıkardılar. – Nerde o gece işretlerin, eğlenip zevk edişlerin, nerde o şeker gibi dudakların? Nerde o nefes ki aklınla, hünerinle aya bile afsun okur, üfürürdün? – Nerde o ekmek isteyeni savman, nerde o kavgan, nerde o ufalanmış ekmeğin bile üstüne düşmen? Ey baş aşağı çukura düşen, nerde kolyen, nerde gerdanlığın? – Nerde o saçma-sapan işlerin, nerde o usancın, bezmelerin? Nerde o işte, güçte, düzende, hilede sonuna dek çalışmaların a düzenbaz? – Ey bu benim bağım, o han benim hanım, bu da benim, o da benim deyip duran, ey her benim demesi yetmiş batman çeken, şimdi bir saman çöpü bile senden üstün. – Nerde o devlet çağlarının gururu, şuna-buna bıyık altından gülüş, kimseyi beğenmeyiş? Nerde o saldırışların, yumruklayışların, nerde o delilikten benzinin kıpkırmızı kesilişi? – Bir gececik bile sabaha kadar tövbeye koyulmadın, yanıp yakılmadın, ölümü yaratan Tanrı’ya bağlanmadın, onunla hiç mi hiç ilgilenmedin. – Bugün de artık o serseri inancın, o temelsiz, o gevşek dinin yüzünden kötekler yersin, geçmişe hasretler çekersin, pişmanlıklar duyarsın. – O vefaya sarılmayışına, Tanrı’ya yabancı davranışına, peygamberlerle olan macerana nadim olursun, nasıl olur bu iş hocam, nasıl olur? – Amıcam, aynaya benze, dilsiz dudaksız efsaneler söyle, çünkü olay hüzün verirse sarhoşluk kaybolur gider.
SEN DE BÖYLE YAP (CİLT.1-Sayfa. 308)
– Pervane ateşe atıldı da sen de böyle hareket et, atıl ateşe dedi. Yanıp yakılıyor, ateşler içinde kanat çırpıyor, sen de böyle yap diyordu. – Kandil, yağı konmuş, fitili örülmüş, kırık boynuyla hem yanıyordu, hem de yumuşacık yumuşacık, sen de böyle ol diyordu. – Mum, hem yanıyordu, hem eriyordu, kendisini hararete, ıstıraba vermişti; bana da benim gibi ol, sen de böyle yan, böyle eri demedeydi. – Bu dünyanın karını elde etmek için altın, gümüş saçsan sana hiçbir faydası yok, ancak böyle yanmaya, erimeye bak diyordu. – Deniz eteğini incilerle doldurmuş, başköşeye geçmiş kurulmuş, belli etmemek için de kendisini acı göstermeye kalkışmış yani sen de böyle ol demeden gelmişti. – Zümrüdü Anka, iyiden de kesilmiş, kötüden de; bütün tuzaklardan uçup kurtulmuş, kafdağına gitmişti, yani benim gibi ol, benim gibi yap diyordu. – Yüzünü arıtmıştı gül, kaftanını yırtmıştı, dikenlere sabrediyor, adeta sen de benim gibi hareket et diyordu. – Şarap, yüzlerce adı-sanı bırakmış, ardan, hayâdan geçmiş, akılla düşman olmuş, adamın beyninde koşmaya girişmişti, sen de benim gibi yap diyordu adeta.
–Zurna, bomboş bir hale gelmişti, gözünü bile açmamıştı, yalnız, dudağını, kendisini üfleyenin dudağına koymuştu; diyordu ki sen de böyle yap. – Âdem, kırk yıl özürler getirdi, yas tutup ağladı; çocuklarına siz de böyle yapın diyordu. – Sus, sabret, sonucu katı kayadan ibret al, o bile susmada, fakat ağlamada, benim gibi hareket et demede adeta. – Tebrizli Şemseddin’i gör, can ışığıyla ovayı kaplamış, ululukla yazıyı doldurmuş; benim gibi yap diyor sanki.
SENİNLE OLDUKTAN SONRA ÖLÜM ŞEKERDİR BİZE (CİLT.1-S.309)
– Canı sen aldıktan sonra ölüm şeker gibidir; seninle olduktan sonra ölmek tatlı candan da tatlıdır bize. – Kaldır şu örtüyü, gizleme gerçeği; ölüm, ateş gibidir amma Tanrı Halil’ine bahçedir, abıhayattır. – Ölüm bu yandadır, hâlbuki o yanda doğmaktır ölüm; orda, hayır, hiç kimse ölmez, ölüm buradadır ancak. – Bırak bedeni de can ol, oynaya oynaya o dünyaya git; ölüm acıdır, kötüdür şimdi, fakat korkma ölümden. – Dokuz göğün de kendisine toprak kesildiği Tanrı’nın tertemiz zatına andolsun ki ölüm, vuslat şekeriyle helva pişiren helvacıya benzer. – Ne diye candan kaçayım? Can vermek, candır, cana ulaşmaktır; madenden niçin kaçayım? Altın madenidir ölüm. – Bu kafesten kurtuldun mu yurdun gül bahçesidir; bu sedefi kırdın mı incidir sanki ölüm. – Tanrı seni çağırdı mı, kendi yanına çekti mi gitmek, cennet gibidir, ölmekse kevsere benzer. – Ölüm bir aynadır, güzelliğin oraya vurur, orda görünür, ayna seni, sana gösteren bir şey olduğunu, sana söyler durur. – İnanç sahibiysen, tatlıysan ölümün de eminliktir, hoşluktur; kafirsen, acıysan ölüm de acıdır, kötüdür sana. – Yusuf’san, güzelsen aynan da güzeldir; çirkinsen ölüm de çaresiz çirkinliğini gösterir sana. – Sus ki tatlı dillisin, Hızır gibi ebedisin; ölümse abıhayata karşı kördür, sağırdır.
LA MEVCUDA İLLA HU. (Sayfa. 334)
– Ey düzenleri tatlı, hileleri hoş güzel, ne vakte dek beni kandırıp duracaksın; kendine mal ettiğin kişiyi ne diye aldatırsın? – Bütün âlem zaten bir uğurdan senin mülkün; mülkünden dışarı kim var ki kimi kandırıyorsun? – Davud’u mülk, devlet tuzağıyla aldatırsın, Eyyub’u, bir başka şekilde, belalarla aldatırsın. – Onu yeme sürersin, bunu tuzağa düşürürsün, a güzel yüzlü, değil mi ki aldatan sensin, o tuzak, yem olmuştur adeta. – Firavun, bütün dünyayı kandırır, fakat o hain alçak bilmez ki onu da alçaklıklarla kandıran sensin. – En aşağı aldatışın bile onun gibi yüzlercesinin kan diyetine değer; ne değerlidir o kişi ki onu, hiçbir değerli şey göstermeden bizzat kandırır, kendine çekersin. – A gönül, Tanrı’nın, birisini nasıl kandırdığını nihayet bilir, anlarsın da o zaman sen, her şeyi kandırır, Tanrı’dan elde edersin.
AŞKLA NE OLURSUN? (335)
– Gözlere görünmeyen, gizlenip duran o güzelden bir can kokusu alırsan, ondan bir iz, bir eser bulursan yüzlerce dünyaya bile sığmaz olursun. – Can güneşini görürsen ordusuz bir padişah kesilirsin, hem gayb mülkünü elde edersin, hem gizli sırları bilene kavuşursun. – Duyup sevdasına kapıldığın defineyi yeryüzünde görmediysen gökyüzünde bulursun. – Aşkta hıyanet etmezsen, emin olursan, nice Çin güzellerini bedava görürsün, bedavaca elde edersin. – O kutlu gönül aynasında, o şeksiz şüphesiz tertemiz, arı-duru aynada, bu dünyadayken cennetteki güzelleri, güzellikleri, bir bir bulursun, görürsün. – Aşk okuyla oklandın m, sevgili seni sarhoş etti mi can, elinden giderse kaygılanma, onun gibi yüzlerce can elde edersin. – Gönül vesveselerinden bir an aman bulursan çözülmesi zor tılsımın anahtarını bulursun, o tılsımı bozarsın. – Can padişahının aşkına putları kır, dök de onları yapan ressamı apaçık gör. – O Hak’la Hak olmuş, Tebrizli Tanrı ve şeriat Şems’inden kayıtsız, şartsız remizleri bilip anlamak için yüzlerce tercüman elde edersin.
YETER UYUDUĞUN, ARTIK UYANMA VAKTİ.(Sayfa. 348)
– A kardeş, ne olur bir gececik de uyumasan; mum gibi diri olsan, kıvılcım gibi uyumasan. – Gök kapıları geceleyin açılır, bahtları açar; sen de ay gibi uyumasan yıldızın aydın olur, güzelleşir, iyileşir. – Gökyüzü eriysen o âleme iştiyakın vardır; gökyüzünden aşağı bir yerde kalmazsın, yücelerden başka bir yerde yatıp uyumazsın. – Habeş askeri, geceleyin Rum ülkesine saldırınca Kayser gibi debdebelerle karşı durman, uyumaman gerekir. – Zamanenin İsa’sısın, geceleri yol al, dön dolaş da eşek gibi balçık içinde uyuma ey can. – Geceleyin yürü ki yollar, geceleyin alınır, menzillere geceleyin varılır, padişahı istiyorsan seferde uyumamalısın. – Bahtiyar, talihi yaver kişiler, Tanrı gölgesinde olur; kardeş sakın sen de başka bir yerde uyuma. – Yusuf, babasından ayrılınca belalara uğramadı mı? Sen de Yusuf’sun, kendine gel de uyursan babanla uyu ancak. – Çünkü kardeşlerin, canına kastetmişler; aklını başına al da onların arasında ihtiyatla uyu. – Tebrizli Şemseddin, boyuna yol alıyor, sen de yola düşenlerdensin, yol uğrağında uyuma sakın.
ADAM OLMAK MI, ADEM OLMAK MI? (Sayfa. 366)
– Rica yayını tele çektin, niyaz mızrabını tele vurdun mu yolda tembellik edenleri çevikleştiriyor, işe güce çekiyorsun. – Ey aşk, o güzellikle, o gönül alıcılıkla geldin mi canın eteğini tutuyor da çekiyorsun ta sevgiliye dek onu. – Yoldaki körlerin inadına cana bir emniyettir veriyorsun; gönül çalanları tutuyor, darağacına asıyorsun. – Can sevdalılarına ferahlatıcı bir ilaç sunuyorsun, altına kapılıp sararanlarıysa ağlatıp inleterek sürüyorsun. – Sevgiliden ayrı düşüp diken çekenlere gül bahçesini gösteriyorsun, diken huylu, fakat gül yüzlü olanları da tutuyor dikenliğe götürüyorsun. – Karada yürüyen Musa’yı denize salıyorsun, ululuk dileyen Firavun’u ayıplara, kötülüklere sürüyorsun. – Musa, kendisine dost olsun, işine yarasın diye eline sopa alıyor, sen o sopayı yılan yapıyor, yılan gibi tutup çekiyorsun. – Musa, yılanı tutunca sopasını buluyor; tersine çakılmış nala benzeyen bu çeşit işleri boyuna düzüp koşuyorsun. – Ateşe düşene bir yol açıyorsun, suya salıyorsun onu; suya dalanıysa tutuyor, ateşe çekiyorsun. – Şarap içmiş, sarhoş, baş açık… Ne de hoş ey gönül, onu sarığından tutuyor, perde ardından çekip meydana çıkarıyorsun. – Bizi başkasına verme de kendisine çekip götürmesin; sen çek bizi, çünkü padişahça, pek güzel çekiyorsun bizi. – Dost diri oldukça önüne bir dağı çekiyor, yolunu kesiyorsun, fakat gamla onu öldürdün mü mağaraya çekiyorsun, dost ediyorsun onu. – Sus da bu sırrı susarak iç, çünkü susunca esrar çekiyorsun adeta.
GAM ADEM’İ ADAM YAPAR. (Sayfa. 372)
– İçten içe yanıp-yakılmadan başka bir şeyde ıssılık arama; çünkü gönül, dıştaki ateşle aydınlanmaz. – Hastanın ağrısı, sızısı, elemi fazlalaştı mı gayb padişahı gelir, gönlünde bir kapı açar da lütfeder, nasılsın der. – O misk ceylanlarının miskini, o güzel huylu sevgilinin saçlarını darlıkta ara, çünkü ferahlıkta öyle şeyler yoktur. – İnsan ölmedikçe melek canına sahip olamaz; ölüme razı olandan başka kim âşık olur kanlıya, katile? – Aşkı sana demiş ki: Ya biz gidelim, ya sen git; harekette de olsan, sakin de olsan yol almaktan geri kalma. – Gönlünü yaraladı mı gönül, can sırrını bilir, anlar da artık ne ayıp kalır nefiste, ne serkeşlik. – Gam, canını sıkar da seni senden alırsa şu mavi gök kubbeden nurlar yağdırır üstüne. – Derdin, elemin içinde otur da her an dostu gör; a miskin, ne diye bir afsunun peşine düşüyorsun? – Tanrı Şems’i kendini gösterseydi Tebriz, canına canlar katardı, onun yüzünden daima kutlu bir hale gelirdin, şimdiki gibi olmazdın.
AŞKI DİNLE. (Sayfa. 395)
– Şu aşk, başına bir tabla almış, sokak sokak geziyor; nerde bir ölü varsa hilesiz-düzensiz diriltivereyim onu diye bağırıyordu. –Diyordu ki: Keremimden, lütfumdan gezip duran, akan, fakat tükenmeyen bir sofra kesildim; nerde bir yüzsüz dilenci ki gelsin, soframdan çıkınını doldursun. – Seni gâh incilere gark ederim, gâh zehirlere; tanı beni, bil beni artık, elimde adeta bir kilesin sen. – Bana bir habbe gelse de teslim olsa, onu altınlarla dolu yüzlerce maden haline getiririm; yalçın bir tepe olsa tutar, uçsuz-bucaksız bir deniz yaparım onu. – Senden yokluk, benden kerem. Senden razı olmak, benden kısmet vermek. İpekböceğinin bile önüne yüzlerce atlas korum, ona bile yüzlerce ağır kumaşlar ihsan ederim. – Her an ümitsiz bir hale düşene öylesine bir harman veririm ki ne ekmiştir, ne biçmiş. Her an, dervişe öylesine bir yakınlık ihsan ederim ki bunu elde etmek için ne savaşmıştır, ne çileye girmiş. – Şeker kamışının daracık gönlüne şeker kaynağını akıtırım; akla-fikre güzel, hoş düşünceler getiririm. – Din yolunda at süredur, fakat atın sakatlandı mı meraklanma; arık bir at yerine her yanda bir yılkı bulursun. – Sus, böyle değildir deme, Tanrı’nın ihsanından başka bir şey arama; razılık helvası, helva kazanından coşup ateşlere dökülüyor. – Tebrizli Tanrı Şems’inin nuruyla her Zerreyi yakıyn nuru gör; eğer söylemede bir zevk olsaydı her zerre söze gelirdi, söyler dururdu.
DİVAN-I KEBİR 2. CİLT
Dostum, mermer gibi bir yüreğin varsa dayan, kaçıp gitme. Çünkü O, önce bizi öldürür, fakat sonra alır bağrına basar.
Tanrı’ya konuk olanlar, meleklerle aynı kâseden su içerler. Sevap işleyen erlere şarap, gökyüzünden gelir.
Sufi’nin üstadı, vasıtasız olarak Tanrı’dır; Sabiinin ve kitap ehlinin üstadıysa kitaptır.
İnkâr eden, ümitsizliğe düşer de sen bunu bulamazsın der; zaten onun yolunu bağlayan da o bulamazsın sözüdür.
Her yanda bir yeni elçi; bulamazsın, yürü git diyor; aldırma vur o kuzgunun başına La havle taşını.
Bugün, şu hadis bilgini canı tamamıyla sarhoş et, şu tefsir bilgini tamamıyla bunak bir hale getir, öyle istiyorum bugün.
Ayaksız tavafa girelim, başsız secdeye varalım; çünkü O, şu başımızı, ayağımızı, başsız, ayaksız bir hale koydu.
Yemen-kusman yüzünden pilicin şu yumurtada kalakaldı; çık şu yumurtadan da kanatların bitsin, uçasın.
İçinde bir şey bulunmasın, için bomboş olsun.
Orucun vereceği zayıflık beti-benzi sarartır, baş döndürür amma bu çeşit zayıflık, bu çeşit sararış yüzünden de insanlar, yed-i beyzayı elde ederler.
Su iyi aksın, ekinler yeşersin, göversin diye her yıl arkları taramazlar mı, çamurunu da temizlemezler mi?
Sen de şu ekmeği ark temizleyenlere, ark açanlara ver de ab-ı hayat elde et, bütün cüzü’lerin dirilsin.
Eşek olmasaydık şu yeryüzü nerden yurdumuz, konağımız olurdu; İsa gibi bizi de gökyüzü çeker; gözlerine sürer, bağrına basardı.
Sofrayla ekmeği görüp durdukça, nerden canı göreceksin, nerden cihanı seyredeceksin? A benim canım, a benim cihanım, yürü de canı ara, cihanı ara.
Padişahlığı, yücelikleri aramaya bak; “Öyle her şeye aldırış etmem ben” de; bu huyu aslandan kap, erkeksin sen, kadın değilsin ya.
Kimde aşk varsa bu meclis yeri-yurdu onun; kimde akıl varsa kaçsın bizden, nerde o, nerdeyiz biz?
Senden önce nice çılgın kerametler arar dururdu; fakat keramet arayan, sakinin yüzünü gördü mü, bütün kerametleri sattı, hepsini de elden çıkardı gitti.
Ey olmayacak abes gamlara düşen, şu olmuş, bu olmamış, bunun altınla dolu kesesi var, onun çanağı var, sofrası var diye dertlenip duran.
Ey suret testileri yapan, bana testi satma; akar ırmağı olan testiyi ne yapsın.
Sen kendini birisine, amma bir ölüye vakfetmişsin; bense cana, cihana sahip olana vakfetmişim kendimi.
Aşığın ayağı olmazsa ezeli kanatla uçar; başı olmazsa başka başları vardır onun.
Âşık, benim gibi olmalı, durmadan yanmalı-yakınmalı, böyle olmazsa çocuk gibi aşık oynasın gitsin.
Çenk gibi gamdan iki büklüm oldun mu o vakit seni tatlı tatlı bağrına basar, vasıtasız okşamaya, sevmeye koyulur.
Her yanıp-yakılan mum, göze aydınlık verir. Kim yanarsa, erirse o kişi sırra mahrem olur.
Kim Şemseddin’e doğru, doğru bir yürekle adım atarsa, ayağı yürümekten kalsa bile aşktan iki kanat edinir, onlarla uçar.
Bu aşk, sarhoş bir hale geldi de Elest bağına girdi; varlık üzümünü meşakkatlerle, eziyetlerle ayaklar altına aldı, ezip duruyor.
Ey geceyi seher çağına dek Ya Rabbi, Ya Rabbi diye geçiren, senin o Ya Rabbi, Ya Rabbi demeni merhamet duydu da geldi çattı işte.
Gam evinde oturup kalmak, aşağılık bir himmete sahip olmaktandır. Aşağılık himmete sahip olan kişinin gönlünde, nasıl olur da senin sırların bulunur.
Neyin üstüne titriyorsan bil ki değerin odur ancak; işte bu yüzdendir ki aşığın gönlü arştan da üstündür.
Evi boşalttım, senin malını-mülkünü düzüp-koşuyorum, aşkın günden güne çoğaldıkça çoğalsın diye ben eriyip gitmedeyim.
Tanrı aşkının suretinden başka ne gördüysem, yarısı yalan geldi bana, yarısında da düzen var.
Sus, her yerde sırları yayma, olabilir ki hafif ruhlu ehliyetli kişilerin topluluğunda da Abu-lehep bulunabilir.
Senin cevrinden, cefandan ürkerim, korkarım; fakat cevrin, cefan gelip çattı mı görürüm ki o acı nesne de senin denizinden geliyor.
Sevgilime beni cefalarla kırma dedim; dedi ki; kırmazsam sedefin içinde kalakalırsın, sedefin içinde de inci gizlidir.
Şu balçıkta kala-kaldıysan ebedi saltanat bağışlayan, ezeli taca sahip olan bir gönül erine yüz tut.
Her ne görürsen kendinden haberin yokken görürsün; andolsun Allah’a, kendinden haberin oldukça O perdeyi bile açmaz.
Baş, bir güzele sarhoş olmaya yarar ancak; ayak, sevgilinin yolunda yorulmak için gerektir insana.
Bu işe iş katan, boyuna uğraşıp savaşan insanlar arasına katılıp, şu kavgalarla gürültülerle dolu evde İsa helva yemez, burası eşeklerin ahırı çünkü.
Beylik azledilmenin acılığına değmez; insan bir gün gülerse yüz yıl titrer durur.
A yüzünü ekşiten, sana dert verene bak, yüzünü ekşitene yüz tut da o, sirkeye tatlı şekerler katsın, seni tatlılaştırsın.
A düşüp yerlere döşenen yorgun, seni düşürene bak; O’na yüz tutarsan gene o kaldırır seni.
Er ol, Mecnun ol, kanlarla dolu leğene dal; gâh erkek, gah dişi olma, bu iş insan işi değil, çaylağın karı.
Nimetlere daldın da sarhoş oldun mu ne gamın kalır, ne tasan; sarhoş, şu gökyüzünün söz söylediğini nerden bilecek, nerden duyacak.
A padişahım, senin küfrüne karşı iman dediğin de kim oluyor? Gökleri aşan Zümrüdü Anka bile sana karşı bir sinektir ancak.
İster inci ol, istersen mercan; burada kendini döv, ufala; çünkü bu tapıya zerreden başkası layık değil.
Bilir misin, kim diker gam hırkasıyla, neşe hırkasını? Bu hırka, kendisini dikenden ne diye ayrı sanır kendini?
Bir bayrağa benzer şu âlem oynar durur; senin gözün ancak bayrağı görür, canın onu hava oynatıyor sanır.
Fakat havanın da ne çaresiz bir varlık olduğunu bilen, Tanrı’dan başka her şeyi yok bilir.
Aslan, puştun, kahpenin saldırışından yerlere serilir mi? Eşeğin osuruğundan ezan sesi çıkar, duyulur mu?
Ey çenk, düşünceyi at, halkaya gir, kendini daha da boş bir hale getir de nağmelerle dol, neşeler ver meclise.
Bulut gibi hem kapkarasın, hem de yağmurun yok; karartma gönlümü a bulut, bir katrecik yağmur yağdır bari.
Köre şu ipliği iğneye geçir diyen olur mu? Ayağı bağlanmış kişiye haydi, ava çık diyen bulunur mu?
İki günlük çocuğa kim oturur da güzelden, şaraptan söz açar? Yahut hayvana mahmur gözlerden kim bahseder?
Mademki bir şeye gücün kuvvetin yetmiyor, git karıların yanında otur, canıyla oynayanların halkasını bırak, bir kenara çekil bari.
Ey aşk, ne güzelsin, ne arı-durusun, ne yücesin, hoşsun; altın gittiyse, kese elden çıktıysa ne olur ki? Nihayet altın madenindeyiz biz.
Tencere gibi gamla kaynayıp coşma, gel de kum gibi içtikçe iç, kanma.
Üzüm şarabı, körlükten başka bir şeyi artırmaz; Allah için olsun bu çeşit şarabın yanına varmayın, bu çeşit şarabı ortaya koymayın.
Kavuşup buluşmakla bir kerpiç, bakarsın bir köşk olur, kumaş parçaları birbirine eklenip birleşmekle elbise kesilir.
A nazik gönüllü nazenin dilber, gönül yapmaya, gönül almaya bak, çünkü altıncağızlarından, malcağızından ayrıldın mı ancak gönül kalacak sana.
A benim tutulmuş kuşum, tutulduğun tuzağa bakma, o tuzağı kurana bak da gerçeğe bakmayı öğren.
Tuzak kuyu dibi kadar derin olsa, Tanrı onu cennete döndürür; dikenlik, çöplük olsa Tanrı orasını bana, gül bahçesi haline getirir.
A hoca, adamsan ne diye kuruntulara düşer, üzülür durursun? Senin hırs ateşinden canım dumanlar içinde kalıyor.
Varlık âleminde yol gösterme de yolunu yitirme; erlerin ovasında değil, sen, ayakkabıların bile yok olur gider.
Ateşlerle dolu âlemde yok olmaya, yokluğa kavuşmaya çalış; dikkat et de gör, varlık âleminde kakum bile postu için oklanır, öldürülür.
Hastayım, biliyorsun da Fatiha okuyorsun; fakat a dostum, görmüyor musun ki zaten Fatiha’dan hastayım ben.
Gerçeği işaretle anlatan Hallac’ı halk, darağacına çekti; Hallaç sağ olsaydı, sırlarımın azametinden o kurardı darağacımı benim.
Nasıl başsız-ayaksız, önsüz-sonsuz bir aşk bu ki aşığım, maşukum; hem ağlayıp inliyorum, hastayım, hem de hastanın derdine dermanım.
İnsan kılığında kara akrep çoktur, fakat bizden kaybolup gitti bu akreplik, bu yüzden şükrediyorum ben.
Ölsem de tabutun içine girsem gene gıdam senin sevgindir; görünüşte insanım, insan kılığındayım amma melek gıdasıyla gıdalanmadayım.
Âşık olmak nedir? Söyleyeyim de dinle: Aşk, altın madenine düşmektir. Hatta altın da nedir ki? Aşk, ölümden kurtuluştur, baştaki taçtan, düşme korkusundan emin oluştur.
Bu kaide yeni doğdu, bu usul yeni kondu: Şişeyi kırmak, şişeciye sarılmak.
Bir evde iki ev sahibi olursa ev yıkık yere döner. O’dur ev sahibi, ben de kulum; ben su gibi alttayım, O yağ gibi üstte.
Sana senden yakındır, ne diye dışarıya gidiyorsun? Yoksullaş, kar gibi eri, kendini kendinde aramaya koyul.
İnsan aşka düşünce süsen gibi dilleşir, söze başlar amma sen dilini tut, sus, süsenin de huyu budur, dili vardır da söylemez.
Efendi, şarap kadehini sunsan da sevinir, neşelenirim, sövüp saysan da. Sen ne istersen, ne dilersen ben de onu ister, onu diler, onu yapmanı rica ederim.
Aşka düşüp alçalan kişi yücelir, üstün olur.
Akıl, aşk harmanından bir buğday tanesi ancak; fakat o buğday tanesi senin kolunu kanadını kıskıvrak bağlamış.
Artık aşka sahip oldun, şu mal-mülk ne işe yarar sence; şu âlemin mevkii, devleti, senin ulaştığın mevkiye, devlete karşı nedir ki, kaç para eder?
Mum ağlamadıkça alev gülmez. Beden eriyip zayıflamadıkça can semirmez, kuvvetlenmez.
Şekerlerle dopdolu bir ova, incilerle dopdolu bir deniz; fakat çalışmadıkça, sebeplere el atmadıkça bu nimetten bir arpa tanesi bile elde edemezsin.
Gönlünü yıkayıp arıtmamışsın, yüz yumaktan ne fayda var sana? Hırstan tamahtan süpürgeye dönmüşsün, daima toz-toprak içindesin.
Çölde, ovada gezip savaşmak, erlerin harcıdır. Orda soğuk, korkak kişilerin işi yok; çünkü bu çöl, bu ova, tek eşsiz kişileri pisliklerden, rezilliklerden arıtır, pırıl-pırıl hale kor.
Bez yıkayan, bezini kurutmak iççin serse de güneş çıkmadı diye güneşe kızsa ne gam güneşe; sus, elbette bülbül döner, gül bahçesine gelir.
Bazı bazı elbiseni değiştirir de gelir, “elçiyim, haber getirdim” dersin; Ya Rabbi, elbiseni değiştirdin mi ne yapsın şu can, nasıl tanısın seni?
Burada güzel bir alış-veriş var; bir can ver, yüz can al; az köpeklik et, az kurtluk et de çobanın sevgisini kazan.
O’na bağlansaydın her bağdan kurtulurdun, ne kimseye hizmet etmeyi isterdin, ne padişahlığı, ne sultanlığı.
Devekuşusun sanki uç diyorlar sana: Ben deveyim, deve uçar mı hiç a dayı? Yük yükleme çağı gelince ben kuşum diyorsun, kuş yük çeker mi?
Bir adam secdelere kapanarak gelirse emniyete erer, âmâna kavuşur. Edepsizlik ederse, terbiye için silleler yer.
Sus, az söyle; mevkii, şeref dileyen, ad-san sahibi olmak isteyen kişi çok söyler.
Öldürülene diyet verilir; ne mutlu bu öldürülene… Öldürdüğü yüzlerce kişi gördüm; hey gidi hey; bir tanesi bile diyet istemiyor.
A tuhaf şeyler görmüş kişi, gör de bak, tuhafların tuhafı asıl şu: Sevgili sevenin kucağında; fakat ne onunla beraber, ne de ondan ayrı.
Gölgede kalmayı istemiyorsan, konudan-komşudan, gölgesi olan her şeyden kaç; kendine bakma, kendini görme; çünkü sen, sendeki benlik, gözünde bitmiş bir kıldır adeta.
Gerçek aşka tutulmamış, o sevgiyi iş edinmemiş canın, yok olması daha iyi; çünkü varlığı, ancak ayıptır onun, ardır ancak.
Aşk nedir derler. De ki: Dileği, isteği, yapıp-yapmamak arzusunu, iradeyi-ihtiyarı terk etmektir aşk; ihtiyarı terk etmeyende hayır yoktur.
Ölmüş sevgiliyi ne vakte dek kucaklayıp duracaksın? Canı kucakla canı, onun ne kıyısı vardır, ne ucu-bucağı.
Beden atının üstünde titreyip durma, in, ondan daha yürük bir yaya kesil; Tanrı bedene binmeyene kanat ihsan eder.
Düşünceyi bırak, tamamıyla arıt gönlünü; hani aynada ne resim vardır, ne süs, tıpkı öyle olsun gönlün.
Onun ateşinden haberi olmayan mümin, aşk yolunu tutmuş gerçek yolcuların gözlerinde kâfirdir.
Sağdan soldan boş yere kınamalar, yermeler duyulsa bile âşık olan kişi, aşktan dönmez.
Ay, ışığını yayar, saçar, köpekse havlar-durur; Ayın ne suçu var, köpeğin huyu budur.
Dağdır o, saman çöpü değil ki bir yelle uçup gitsin. Yelin sürüp götürdüğü, sinek sürüsüdür.
Aşk yüzünden kınanmak nasıl bir adetse, aşığın kulağının sağır olması da bir adettir.
Mustafa, kadına danışma demiştir; şu nefsimiz, zahit bile olsa kadındır.
Nice beden var ki toprak esiri, fakat gönlü gökyüzünde buyruk yürütmede. Nice tohum var ki yer altında, fakat ondan biten ağaç yücelmiş, boy atmış.
Gönlü mücevher, inci definesi kesilen, nasıl olur da toprakta yurt tutar? Sevgilisi kucağındayken nice olur da aşığın gönlü daralır, sıkılır?
Kim bu gönül penceresinden gafil olursa zamanenin en üstün bilgini bile olsa nafile, kördür, ahmağın biridir o.
Seyret de bak, şu cihanda yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de şeytandan dert satın alır.
A ölüyü, benim canım diye kucaklayıp seven, sonucu ölü, canı da soğuk bir hale getirir, gönlü de.
Sus, harfi, sözü bırak, harfsiz-sözsüz konuş; hani şu gök kubbe üstünde meleklerin konuşması gibi.
O güzel cefa etti diye kınamadasın; fakat dünyada cefa etmeyen güzeli kim görmüştür.
İnsafa gel, onun sıcak mı sıcak aşk nefesi ortadayken hünerden bahseden toplum, ne de soğuk bir toplum, değil mi?
Şu aşk, hep akıllı, hep uyanık kişileri öldürür; hem de kılıçsız baş keser, darağacına asmadan öldürür insanı.
Sus, ham adamın yanında şaraptan bahsetme, söyleme o adı; çünkü hatırına, o adı-sanı kötü şarap gelir onun.
Diken, tam dokuz ay gülün ayrılığıyla feryat etti; gül o vefayı gördü de yola düştü, dikene gidiyor şimdi.
Kim göğe erişir de bulutu sağar? Amma bulut cömertlik eder de lütufta bulunursa o başka.
Düşünceyi, kaygıyı bırak, yer verme onlara gönlünde; çünkü sen çıplaksın, düşünce, kaygı, zemheridir.
Kaçma, çaresiz, feleğin çemberinden geçeceksin; ister kükremiş aslan ol, ister aşağılık, uysal koyun; bu böyle.
Nar, elmaya bir şeftali ver dedi; o da, çayırlığın-çimenliğin bütün işsiz-güçsüzleri bu heveste dedi.
Aşk davasına girişmek, ondan sonra da namus, ad-san, ar-hayâ kaydına düşmek, olmayacak bir iş; utanmayı satmışız, ara-hayaya boş vermişiz.
Şu bir avuç köpeğe bak, nasıl da bir birbirlerine düşmüşler; biz köpekten doğmadık, köpek değiliz biz, leşe boş verdik biz.
Benim için de bir davul al davulculardan, al da çalayım, çalayım da dünya bahçesinden gamın-kederin dallarını koparayım, kökünü söküp atayım.
Sana, Tanrı mutfağında can gıdası yoksa o zaman yürü, başını sok şu koyunların ağılına.
Gökyüzü güzellerinin sana görünmesini, cilvelenmesini istiyorsan gönlünü aynacıya ver, cilalat, parlat.
Bütün varlığını boğaz kavgası, bel sevdası kaplamış, kabak gibi senin de kulağın yok, ta yüreğinin damarı bağlanmış kalmış.
Kılavuzun razılık oldu mu bu upuzun yolu bir adımda alırsın; şu bahçe, uzak değildir sana. – Evet, uzak-yakın beden içindir, Tanrı’ya ne sabah vardır, ne akşam.
Yol, ister cefa ile alınsın, ister vefa ile canından canınadır, senden sanadır, senden nereye gidecek ki?
Gonca gibi dudağını yum da gül gibi ağızsız, dudaksız gül; böylece de hiç kimsecikler bilmesin ne nimete eriştiğini, nasıl bir lütfun içinde olduğunu.
Hızır’ın gölünde geminin kırık, delik olması gerek; gemiyi kırmazsan demir atar, kalakalırsın, gezip gidemezsin, yol alamazsın.
Dünya bir geçide benzer, kırık ayakla geç o geçidi; sağlam ayakla bu köprüden geçemezsin. – Çünkü geri dönüş, gelişin zıddıdır, ona aykırıdır; “geri dön” emrini serseri bir kulakla dinleme.
Otuz yıldır, Mecnun gibi deli divane oldum, senin ardında koşup durdum; hem de bir adada yelip-yorttum ki ne kuruydu, ne ıslak. – Haberim yoktu ki varlığın tümü senmişsin; benim fikrimse imanla, kâfirlikle oyalanıp durmadaydı. – Hâlbuki iman da senden vuran, senin ışığından gelen bir şey, kâfirlik de, şüphe de, ta’til de; sen hem cennetsin, hem cehennem, hem de Kevser havuzu. – A gönül, bütün, tüm varlık sensin, fakat iki âlemden de dışarısın; a gönül, her şey sensin, her şeyden de münezzehsin sen.
Kara da, deniz de aynı cinstendir, aynı işi yapar, öyle olmakla beraber her biri, duyguya bir başka çeşit görünür.
Bizim ayağımızı bağlayan, şu akıl-fikir; fakat sence aklın-fikrin bir değeri yok; Hayber kalesi bile olsa yıkıp atmak istemiyorsun, aldırış ettiğin bile yok. – Akıl-fikir durağında tamamıyla korku var, titreyiş var, deprem var. Geçim, zevk, safa, eminlik hep akılsızlık âleminde.
Kendi çevrende dolanmadasın, çünkü kendini görmede, kendini göstermedesin; hâlbuki sende bir define var, var amma benliğin gizlemiş onu.
Bedenden ibaret bulundukça candan haberin bile olmaz, fakat can olursan can mülküne girer, orda karar kılarsın.
Yeter, sus artık, şu dilin aklına bağ oldu gitti; böyle olmasaydı, akl-ı küll gibi baştanbaşa dil olurdun.
Yeter, sus artık; bilgiye perde olan, gene bilgidir; padişah olduğunu bilseydin, tercümanlık mı ederdin hiç?
Çarelere başvuran kişinin senden sermayesi yoktur; bütün çarelerden vazgeçip çaresiz kalanın çaresisin sen.
A arş kuşu, suya, toprağa düşmüşsün? Kanla, sevdayla, bal-gamla, safrayla karılmış katılmışsın, ne haldesin bunlarla?
On sekiz bin âlem senin olsa sevgilinin yüzü yoksa pek aşağılık, pek hor-hakir bir şey elde etmişsin ancak.
Tanrıdan ayrı olmayan insandan yüz çevirdin mi, şeytan gibi Tanrı elinden taş-topaç yersin. – Evet, insan Tanrı değildir amma Tanrı’nın olagelmiş bir âdetidir bu, ululuk sırlarını insanda belirtmiştir O.
Varından-yoğundan soyunup çırılçıplak denizine dalanın, nasıl olur da gönlü temizlenmez, inancı arınmaz.
Nazlanırsan hamsın, naz çekersen ona teslim oldun demektir, fakat yük taşırsan, yük altına girersen, asıl o zaman o güzelliği, o tatlılığı elde edersin.”
Savaşa dair ne düşünürsen, bil ki ben uzağım ondan; sevgiye dair ne düşünürsen oyum ben, ondan ibaretim.
Adem neden çırılçıplak kaldı, dünya neden viran oldu, nasıl oldu, neden oldu da alemi tufan bastı? Küçüğün, büyükle çekişmesinden, aşağılık kişinin yüce kişiyle inada girişmesinden oldu bu işler.
Taştan testi korkar, fakat taş, çeşme oldu mu her an o taşa testiler gelir durur.
Bedenine tapmazsan, canlar bile tapar sana.
O yanıp yakılan mum neden ağlıyor? Dur söyleyeyim: onu balından kahırla ayırdılar da ondan.
A fazla söz söyleyen, sözün haddi aştı, artık ağzını yum; aşka âşık değilsin, söze âşıksın sen.
“Neye üzülüyor, neden sıkılıyorsun hemencecik a gönül” de. Hani ya sen, “Ben benden geçtim, yok oldum.” Demiştin. Mademki üzülüyor, sıkılıyorsun, davanda yalancısın, rezil-rüsvay oldun, çirkinliğin meydana çıktı demektir, vazgeç artık bu davadan.
Zühre, güneşin ışığında yüz gösterebilir mi? Sinek kasırgaya saldırabilir mi?
Ganimete konmak, inciler elde etmek isteyen kişinin, denizin ta ortasına kayıklar sürmesi gerek.
Sus, aşk definesini yıkık yerlerde ara; bu define, bahar mevsiminde yıkık yerlerde biter, yeşerir.
Bela lokmalarını yiyip sindirmeyen, bu şarabın lezzetini tatmamış kişidir.
Hastanın hastalığı, eziyeti ne kadar üstünse, ne kadar çoksa; feryadı, iniltisi o kadar azdır.
Dünyaya demir atmış Karun’u yer çekti, yuttu; ulular ulusu İsa’yı gökyüzü çekti, yüceltti.
Sevgili, varıp mal verene, altın bağışlayana öptürmez kendini; aşk derdiyle sararıp solmuş aşığa öptürür.
Önce hor-hakir olmak, kul-köle kesilmek, ondan sonra padişahlar padişahı olmak. Yol bu, yordam bu; namazda da önce ayakta durulur, sonra oturulur.
Tanrı’nın yardımı erişti mi bir sivrisinek, Nemrut’u helak ediverir.
Ortada bir eşekbaşı olmasaydın, varlığından geçseydin, sırları keşfeder, İsa kesilirdin, kıl kadar bir şey bile gizli kalmazdı sana.
Ben her gamın, her derdin el atıp benimle oynamasından sararıp solsaydım, bir adam olmazdım, akıllı bir aptal olur giderdim.
MEVLANA’YA BENDE OLANA ALLAH YETER.(Sayfa. 37)
– Can paralanmaz, bölünmez; benden al somun parçasını, ekmek dilimini; aşkımıza düşüp avare olan, asla avare sayılmaz. – Birisinin hırkası ben oldum mu asla çıplak kalmaz o. Birisinin çaresi oldum mu çaresiz kalmaz o. – Birisine mevki ben olursam nerden azledilecek o? Mücevher kesilen taş, artık bir daha taş olmaz ki. – O iştiyak çekenlerin kıblesi asla yıkılmaz. O sükût edenlerin mushafı, otuz cüze bölünmez. – Şu gözlerim sakilik eder, yaşlar akıtır amma onun mahmur gözleri olmadıkça ne sarhoş olur, ne kimseye şarap sunar. – Âşık hasta olur amma ölmez; Ay gedilir, zayıflar amma yıldız olmaz. – Sus artık, bu kadar gam yeme; âşık olan nefis, artık kötülüğü buyuramaz, fenalığa meyledemez.
KIRILMANIN, YIKILMANIN SONU.(Sayfa. 56)
– Seni elde edenin neşesinde, bir eksiklik olabilir mi hiç? Seni gören kişinin, a ay yüzlü dilber, gamı, kederi mi olur? – Cevrin, cefan pek ayak direr, pek kuvvetlidir, tahammül edilmeyecek bir derecede ağırdır amma o da senin billur gibi rengine boyanmıştır, tatlı bir hale gelmiştir. – Hurilerin nazlanması da senin yüzündendir, nurun parıldayışı da senin yüzünden ey ay gibi yüzlercesini kendisine şakird edinen, peşine takan güzel. – Önünde, ardında yürüyen adamları olmasa bile o, yapayalnız bir güneş kesilir, güzelliği yeter ona, zaten de o güzelliğin yüzlerce davulu vardır, yüzlerce bayrağı. – O halkalarla, kıvrımlarla dopdolu saçların sayesinde nice dağınık aşık, huzur içinde yatmış, rahatla uykuya dalmıştır. – Sevgilime beni cefalarla kırma dedim; dedi ki; kırmazsam sedef içinde kalakalırsın, sedefin içinde de inci gizlidir. – A deli-divane, sedefi kırmazsan o inci meydana çıkmaz; halbuki o inci, benim taptığım puttur yahut da putumun şekline bürünmüştür. – Tebrizli Tanrı Şems’inin adı kâğıtta belirdi mi andolsun Allah’a, kağıda da nice lütuflarda, nice ihsanlarda bulunur, kaleme de.
YARATANI BİLME.(63)
– Dostum, şeker mi daha hoştur, şeker yapan mı? Dostum, ay mı daha güzeldir, ayı yaratan mı? – Vazgeç şekerlerden, bırak ayları; onun bambaşka bir şeyi var, o bambaşka bir şey yapmada. – Denizde inciden başka ne şaşılacak şeyler var; fakat denizi yaratan, incileri düzüp koşan padişah, bambaşka bir padişah. – Bu sudan başka bir suyla dönen, görülmemiş, şaşılacak bir dolabı durmadan, dinlenmeden çevirir durur da can gıdaları hazırlar. – Hamama çizilen bir resim bile akılsız çizilemez; artık aklı, haberi yaratanın bilgisi nicedir, bir düşün. – Bilgin olmadıkça iç yağından sızdırılmış yağ çıkaramazsın; fakat bir de iç yağından ibaret olan göze görüş kabiliyetini verene bak, onun bilgisini kıyasla. – Canlar, seher çağı kurulan o şaşılacak meclis için şaşırmışlar, yemeden içmeden kesilmişler. – Ne mutlu gecedir o gece ki o her ayın kendisine hasret çektiği sevgili, beni kucaklar, iki elini belime dolar da kemer gibi kuşatır beni. – Felek, kendisini iki-üç eşek için eşek yapan maskaranın, aldanıp eşekleşen kişinin bıyığına güler durur. – Eşeğin arpaya sarıldığı gibi o eşek de kendisini altına atar da taşı mücevher haline getiren padişahtan haberi bile olmaz. – Sustum, sustum, sözü bıraktım artık; kulağa görüş kabiliyeti veren sevgili söylesin artık.
TEDBİRİNİ AL AMA TAKDİR YİNE HÜDANINDIR.(Sayfa.76)
– Devlerle periler, kılıçlarla kalkanlarla korusalar gene de Tanrı emri gelince bu tedbir, alt-üst olur gider. – Her umduğunu elde edebilir misin? Eline geçen bazı kere sopa olur, bazı kere iki başlı yılan kesilir. – Dün, bunun bir çaresini bulmaya çalışmadım diye dertlenir durusun amma çare sandığın da seni aldatır. – Tut ki çareye başvurdun, ne hâsıl oldu o sevdadan? Onun gibi yüzlercesinin peşinde yüz tane daha tuzak belirir. – O çareye sarıldım durdum da gene mat edemedim dersin; görüyorsun ya, o topal çarenin ne faydası oldu? – Kaybedişi gıda edin, ona yakut kesil de o ol; işte sığınak budur, kaçılacak yer burası.
İNANAN KİŞİNİN ÖZELLİKLERİ.(Sayfa. 77)
– Peygamberin sözünden doğru haberi duy; inanan hakkında demiştir ki: İnanan kişi, kopuza benzer. – O padişahlar padişahı geldi, ne de hoş, ne de güzel. Dünya misk kokusuyla, amber kokusuyla doldu. – Mademki inanan, feryad edip ağlamada kopuzdur; Kopuz, kendisine birisi mızrap vurmadıkça nerden feryad edecek. – Büyükler büyüğü ferah geldi çattı, ulular ulusu ferah geldi erişti; en devamlı kerem geldi, ayların ayı geldi. – Kopuz huy edinmiştir, mızrak yemedikçe duramaz, dayanamaz; çalgıcının ayaklarına yüz sürer, başvurur. – Devletimiz geçim devleti, kahvemiz arştan gelmede, meclise badem helvası dökülüp-saçılmış. – “Sana buğzeden yok mu, asıl odur nesli kesilen” ayetini okumadan önce işte sana hemencecik tam elli gazel, beşi de caba. – Rab saki, ikbal daimi onunla, okuyup üfüren, kutluluk; a korkan, çekinme, ürkme artık. – Ruh, büyük kâseyle içtiği kahvemizden esridi; dünya yemyeşil, kıpkızıl çiçeklerle bezendi. – Sus, mahrem ol da Rabbani mecliste her an, boğazsız, dudaksız, sağraksız can şarabını içedur.
GURUR İLE ECEL SOHBET EDİYOR. (C. 2-Sayfa. 97)
– Şu yalancı, şu düzme beye bak hele; eğerceğizini vurmuş, atcağızına kurulmuş, kurumcuklar satmada, övünmeciklere kalkışmada, başına da altıncağızla bezenmiş bir sarık sarmış. – O, ölümü inkar ediyor da nerde ecel, nerde diyor. Ölümse, benim, işte buracıktayım diye altı yönden de gelip çatıyor. – Ecel ona a eşek diyor, nerde o debdebe, o şatafat? Nerde o bıyık buruşun, nerde o büyük burnun, o kibrin, o kinceğizin? – Nerde güzeller, nerde zevk-safa, halıyı, kilimi kimlere verdin? Yastığın kerpiç; döşeğin de toprak. – Yemeyi-içmeyi, uyuyup rahat etmeyi bırak, gerçek dini ara da türeciği, yasacığı olmayan ebedi beyliğe erişesin. – Şu canı cansız bırakma, şu ekmeği gübre haline sokma, a inciyi gübreliğe düşürmüş adamcağız. – Biz inci aramak için şu gübreliğe girmişiz, kapanmışız. A kendiceğizini gören, beğenen, a baş çekip gururlanan, böbürlenen kişi, sende başını, belini bük de inci ara. – Tanrı erini gördün mü adamlık et, hizmette bulun; eziyete, belaya uğradın mı yüzceğizini buruşturma. – Bu sözler, kendimi kınamadır, o bey de benim, ben; niceye bir şuncağızdan, buncağızdan bahsedip duracağım? – Ey Tebrizli Tanrı Şems’i, sen zaten abıhayatsın, o su, senin tuzlu, senin alımlı gözceğizlerinden başka nerde bulunur ki?
LA FAİLE İLLA HU.(Sayfa. 106)
– İster anlayışı kıt bir adam olayım, ister eğri ağızlı bir adam, senin talebenim, o gülen dudaklarından bir gülüş öğrenmek istiyorum. – Ey anlayış, duyuş kaynağı, talebe istemiyor musun yoksa? Bilmem ne düzene başvurayım da kendimi sana yamayayım, ayrılmayayım senden. – Hiç olmazsa kapı aralığından şimşek gibi bir çak, bir yüzünü göreyim de o dehlizdeki ateşten yüzlerce mum uyandırayım, her tarafı ışıtayım. – Bir an olur öşürcüyüm diye varımı-yoğumu alırsın, bir an gelir, kılavuzum diye önüme düşersin. – Gah suç işlemeye sürersin beni, gah pişmanlığa götürürsün; başımı, sonumu bük, çünkü ben hemzeli kelimedeki hemzeyim adeta. – Pazarda, çarşıda tavadaki balığa benziyorum, tavada o yana, bu yana döne-döne yanıp kavruluyorum. – Tavada beni, o yana, bu yana çeviren sensin; gece karanlığında bile seninle olunca gündüzden daha aydınım ben. – İşte-güçte de, düşüncede de, hayalde de şu halden hale girişim yeter artık; bir an oluyor, firuzeye dönüyorum, bir an geliyor, kutluluk kesiliyorum.
ÂŞIKLARIN ÖZELLİKLERİ.(Sayfa. 133)
– Yürü, bil ki âşıkların mezhebi, aşıkların yolu-yordamı başkalarının yolunun-yordamının, başkalarının gidişinin tam aksidir; çünkü onların gösterişi, yalanı bile doğruluktan, lütuftan, ihsandan iyidir. – Âşık için olmayacak şey yoktur, onun suçu bile sevaptır, zulmü bile adalettir, bühtan edişi bile lütuftur, keremdir. – Aşığın sertliği yumuşaklıktır, ateşkedesi kabedir; sancıp batırdığı diken bile gülden, reyhandan hoştur. – Güzel yüzünü ekşitti mi bu hal, şeker çiğnemeden de tatlı gelir insana; sıkıldı, usandı mı sanki insanı öpüyormuş, kucaklıyormuş gibidir. – Vallahi usandım senden derse bu söz, Hızır’ın ebedi yaşayış kaynağından coşan abıhayattır sana. – Hayır olmaz, dedi mi bu sözünde binlerce evet, olur sözü gizlidir; yabancı davranışı bile kendisinden geçmişlerin mezhebince bildik davranıştır. – Küfrü baştanbaşa iman olmuştur, taşı tamamıyla mercan kesilmiştir; nekesliği tümden lütuftur, ihsandır, suçu –günahı yarlıgamadır, bağışlayıştır. – Beni kınar da eğri bir yol tutmuşsun dersen ne yapayım, ben can verdim de onun kaşının tuttuğu yolu aldım, o yola yollandım. – Bu yoldan sarhoş olduysam işte sustum, yumdum dudağımı; sen apaydın gönül al ele, ötesini bırak, ne varsa at gitsin. – Ey Tebrizli Tanrı Şems’i, nasıl da şekerler yağdırmadasın Ya Rabbi, benim dilimden yüzlerce gerçek söz söylemede, yüzlerce kesin delil getirmedesin.
TANRI AŞIĞININ HALİ.(CİLT.2-Sayfa. 142)
-Bil ki iki dünyada da iki şey vardır ki olmaz da olmaz; Ne Tanrı aşığı tövbe eder, ne de havayla heybe dolar. – Tövbe deniz kesilse elime bir katresi geçmez; toprağa girsem o toprak yanıp tütmeye başlar. – Bedenimin toprağını seyret; hevaya, hevese uyan canımın yüzünden her zerresi, şu aşka düşmüş de gönül gibi dönüp duruyor. – Benim mayam bu, işim-gücüm bu; nereye varsam buyum ben; eyer diken de nereye giderse gitsin, eyer diker. – Her var olan, sonucu mezara girecek, toprak esiri olacak derler; fakat daracık kutuya giren misk, yerlere dökülüp saçılmaz ki. – Karanlık göğsünde gönlün neşelendi mi o göğüs zindan olmaz, meydan kesilir, meydan. – Çocuk ana rahminde neşe buldu mu ordaki gıdası olan kan şaraptan yeğdir, o daracık yer, bu gül bahçesinden hoştur ona. – Bunu yayar, anlatırsam, korkarım mukallit hayallere düşer, başı dönmüş düşüncelere kapılır da sapıtır gider.
GÖZLERİNİ DÜNYA HIRSI BÜRÜMÜŞ İNSANLARA.(CİLT .2-S.160)
– Ey beyhude gamlara düşen, yürü bu ayeti oku; “Nice bahçeler terk ettiler ve nice akarsular.” Ey günden güne hırsı artıp duran, yürü, bu ayeti oku: “Nice bahçeler terk ettiler ve nice akarsular.” – Atcağızı, eğerceğizi yüzünden öfkecikle, kinceğizle dopdolu kesilen, dertlere gussalara bulanan, yürü, bu ayeti oku: “Nice bahçeler terk ettiler ve nice akarsular.” – Bağırsaklar içindesin, pisliksin, heves, kin yelinden ibaretsin; ey pisliklere bulanmış akıllı yürü, bu ayeti oku: “Nice bahçeler terk ettiler ve nice akarsular.” – Ey davalarla dolu şeyh, ey manadan mahrum kılık-kıyafet, ey yokken var görünen, yürü, bu ayeti oku: “Nice bahçeler terk ettiler ve nice akarsular.” – Padişahlığına, beyliğine bakma; ölüyorsun, öleceksin, bir yığın toprağın altına gireceksin, ona bak; yürü, bu ayeti oku: “Nice bahçeler terk ettiler ve nice akarsular.” – O işveceğiz, o yumurcuk, o çirkin benliceğin, varlıcağın çürümüş, dağılmış gitmiş; yürü, bu ayeti oku: “Nice bahçeler terk ettiler ve nice akarsular.” – Yanağını, güzellerin yanağına pek dayama, sonuca bak; yanağın, yüzün çürüyüp gitmiş; yürü, bu ayeti oku: “Nice bahçeler terk ettiler ve nice akarsular.” – İsterse bağın-bahçen olsun, isterse konağın-sarayın; ölüme karşı nedir ki, dayanabilir misin, yenebilir misin bunlarla ölümü? Balçıkla sıvanmış mezara var da bu ayeti oku: “Nice bahçeler terk ettiler ve nice akarsular.” – İnsanların tabutlarını görüp de uzaktan gülen, a gözleri açılmamış kişi, yürü, bu ayeti oku: “Nice bahçeler terk ettiler ve nice akarsular.” – Söz söylemeyi bırak artık, sözden ne umuyorsun a yel ölçen, su biçen, yürü, bu ayeti oku: “Nice bahçeler terk ettiler ve nice akarsular.”
ORUCUN FAZİLETLERİ.(CİLT.2-Sayfa.183)
– Ekmeğe karşı yum ağzını, şeker gibi oruç geldi-çattı. Yiyip içmenin hünerini gördün, bir de orucun hünerini seyret. – O yüzlerce ülkenin padişahı, başına bir taçtır koyar; çabuk belini sık, oruç kemeri geldi. – Şu siccin’e benzeyen âlemden ılliyyin’e doğru uç; hemencecik orucun bakışından Tanrı’yı gören görüşü elde etmeye bak. – Ey sayılan, sevilen gümüş, şu sayılı günler ocağında ateş, oruç kıvılcımlarıyla seni sızdırır, ayarı tam bir hale getirir. – Oruç, zemzem oldu Meryemoğlu İsa’ya; oruç yolculuğuna çıktı da dördüncü kat göğe ulaştı. – Kuşların kanat çırpışları nerde, meleklerin kanat çırpışları nerde? Bu, yem için, yemek için kanat çırpmadır, oysa oruç için. – Orucun zararı varsa yüzlerce çeşit hüneri de var; oruç sevdası bambaşka bir sevda. – Şu oruç, çarşafa bürünmüş, kendini gizlemiş bir güzeldir, çadırını aç da haber al, bir gör neymiş oruç? – Boynunu inceltir, fakat ölümden emin eder seni. Mide dolgunluğu yiyip içmeden olur, sarhoşluksa oruçtan. – Otuz gün şu denizde bir baştan bir uca, bir uçtan bir başa yüzer durursun da sonucu, oruç incisini elde edersin a benim efendim. – Şeytanın bütün tedbirleri, bütün düzenleri, hileleri, bütün okları oruç kalkanına çarpar da kırılır gider. – Oruç, şevketiyle, kudretiyle, senden sana bir güzelce der ki: Söz kapısını ört, oruç kapısını aç. – Ey Tebrizli Tanrı Şems’i, sen hem sabırsın, hem perhiz; hem şekerler saçan bayramsın, hem orucun şanı, şevketi, gücü-kuvveti.
SEN NESİN? (CİLT.2- Sayfa. 236)
– A aklımın düşmanı, a akılsızlığımın derdi, devası, bir küpe benziyorum ben, sen de benim içimde şarap gibi kaynayıp coşmadasın.
– Evvel de sensin, ahir de sen. Dışta da sen varsın, içte de sen. Hem padişahsın, hem sultan. Hem perdecisin, hem çavuş.
– İyi huylusun, kötü huylu. Gönül yakıcısın, gönül alıcı. Hem ay yüzlü Yusuf’sun, hem kendini göstermezsin, yüzünü örtersin.
– Pek tazesin, pek yeşil. Pek güzelsin, pek dilber. Şu içimdeki akılsın sanki şu kulağımdaki küpesin adeta.
– Hem uzaksın, yabancısın, hem yakınsın, hısımsın. Hem geçmişsin, hem gelecek. Hem kötü düşünceli bir dostsun, hem yaralarsın, zehir kesilirsin, hem de balsın, şerbetsin sen.
– Ey kendinden geçenlerin yollarını vuran, kesen. Ey yoksullara define kesilen, hazine olan. Yarabbi, ne de hoş bir hale gelir onlar, seni kucaklarına aldıkları zaman.
– Aklım başımda mı, o gün kavgalara girişirim, gürültüler çıkarırım; fakat sarhoş muyum, o gün dayanırım, susar dururum.
ÖLÜLER UYANIYOR. KIYAMETE DAİR. (CİLT.2-Sayfa.338)
– Kutlu bahar geldi, rahmetler saçıldı âleme; süsen, Ali’nin Zülfekar’ı gibi güzelleşti, parıl parıl parlamaya başladı. – Toprak cüzüleri, gökyüzünden gebe kalmıştı; gebelik müddeti dokuz ayı buldu da o yüzden hepsi de kararsız bir hale geldi. – Nar ağacı düğümlerle doldu, dere zırhlar giyindi, pırıl-pırıl, ışıl-ışıl oldu; ova menekşelerle doldu, dağ lalelik kesildi. – Çiçek, öpüşme çağı geldi diye dudaklarını açtı; selvi, kucaklaşma zamanı geldi diye ellerini, kollarını açtı. – Gökyüzü gül bahçesi, gönül gülşenini gördü de yüzüne bulutu çekti, gönülden utandı mı utandı. – Diken, ey halkın ayıplarını örten diye ağlayıp duruyordu; duası kabul edildi de yanakları gül-gül oldu. – Bahar padişahı, özürler getirerek kemerini bağladı; her dal, her ağaç, ondan taçlar urundu, padişaha döndü. – Musa’nın elinde bir sopa yılan kesildiyse ne çıkar? Şimdi her dal öylesine bezenmiş ki beyin meclisi sanki. – Kışın ölenler tekrar dirildiler de kıyameti inkar edenin kaderi, değeri kalmadı. – Tanrı’nın canlar bağışlayan lutfu yardım etti de bahçenin Ashabı Kehf’i uykudan uyandı. – A dirilenler, kışın neredeydiniz? Uyku vakti canın uçup gittiği yerde değil mi?
– Her gece can duyguları oraya uçar gider, her gece orası görülür, beklenir. – Ay bile hilaldi; o tarafa gitti, aydın dolunay oldu, ülkeye mum kesildi. – Şu görünen beş duyguyla görünmeyen beş duygu, her gece usanmış, yorulmuş, dertli bir halde oraya gider de seher çağı rahvan rahvan tekrar kalkar, ordan bu âleme gelir. – Şu ağzını kapat, yelin önünde koşup durma; söz yelinden bakış-görüş tozup duruyor çünkü.
YOKLUĞUN FAZİLETİ. (CİLT. 2- Sayfa. 354)
– Ateş, dün dumanın kulağına eğildi de gizlice dedi ki: Bana hiç dayanamaz, ödağacının arası pek iyidir benimle. – Benim kadrimi o bilir, bana o şükreder, çünkü ödağacının karı, yok olmasındadır, kadri o vakit meydana çıkar. – Ödağacı, baştan ayağa kadar düğüm-düğümdür, yoklukta açılıp saçıldı mı o düğümler de çözülür, açılır. – A benim yalımlar yiyen, ışıklar yutan dostum, hoş geldin, merhaba. Merhaba a bende yok olan, bana can veren şehidim, a benim tanıklarımın, a beni görüp bilenlerin kendisiyle övündükleri dost. – Bak da gör, gök de varlığa dalmış, yeryüzü de; o gök kubbeden de yokluğa kaç, şu kör yerden de; yokluğa sığın. – Yokluktan kaçan can, devletten, ikbalden, kutluluklardan kaçan yomsuz-kutsuz kişidir. – Yok olmadan hiç kimsecik, yokluk levhinden faydalanamaz, ey seven, sevilen Tanrı, yoklukla aramı uzlaştır, barıştır beni onunla. – Kara toprak kendinden geçmedikçe, varlığını bırakmadıkça ne arttı, feyizlendi, ne durgunluktan, hareketsizlikten kurtuldu. – Erlik suyu, erlik suyu olarak kaldıkça, ne boy attı, büyüdü, ne baş sahibi oldu, gelişti, ne de yüzü oldu, al-al yanaklar elde etti. – Ekmek, yemek midede yanar yok olursa o vakit akıl olur, can kesilir, hasetçilerin bile hasret çektikleri bir hale gelir. – Kara taş, varlığından geçmedikçe ne altın olur, gümüş kesilir, ne de para edecek bir değer kazanır. – Önce hor-hakir olmak, kul-köle kesilmek, ondan sonra padişahlar padişahı olmak. Yol bu, yordam bu; namazda da önce ayakta durulur, sonra oturulur. – Bir ömürdür, varlığı denedik durduk, bir kerecik de yokluğu denemek gerek. – Yokluğun debdebesi, saltanatı uydurma değil ya; ateş olmayan yerden duman tütmez. – Aşk bizi istemiyorsa, aşk bizim havamıza düşmemişse ne diye boş yere gönlümüzü aldı, sarığımızı kaptı? – Aşk geldi de her sabah, kulağımızı çeke-çeke bizi, “Ahdlarına vefa ederler” mektebine götürüyor. – Gönlünü kinden arıtsın, kötülüklerden temizlesin diye inanç sahibinin gözlerinden nedamet yaşları akmada. – Sen uyumuşsun, Hızır’sa kalk, uyan uykudan, ebedilik sağrağını al diye yüzüne su serpip duruyor. – Geri kalanını sana gizlice aşk söyler artık, sen Ashabı Kehf gibi hem uykuda ol, hem uyanık.
YALAN. (CİLT.2-Sayfa. 373)
– Aşk padişahının vefası yoktur diyorlar; yalan. Senin gecenin sabahı yoktur, gündüzü göremezsin diyorlar; yalan. – Diyorlar ki: Aşk için ne diye öldürüyorsun kendini, beden yok olduktan sonra hayat yok; yalan. – Aşk yüzünden gözyaşı dökmen abes, gözünü yumdun mu görmek, buluşmak yok diyorlar; yalan. – Diyorlar ki: Şu zaman geçip gitti, biz de zamanımızı doldurduk mu can, o yana gitmez, buna imkân yok; yalan. – Hayale kapılanlar, hayalden vazgeçmeyenler, peygamberlerin bütün hikayeler düzme, hayalden ibaret diyorlar; yalan. – Doğru yolu tutmayanlar diyorlar ki: Kulun, Tanrı kapısına varması mümkün değil; yalan. – Gönül sırrını bilenler diyorlar ki: Sırları, gayb sırrını Tanrı, kuluna vasıtasız söylemez; yalan. – Diyorlar ki: Kula gönül sırrını açmazlar, lütfedip kulu göğe almazlar; yalan.
– Balçıktan meydana gelen insan, gök ehliyle aşina olamaz diyorlar; yalan. – Diyorlar ki: Tertemiz can, şu yuvadan, aşk kanadıyla uçup havalanamaz; yalan.
– Halkın, zerre-zerre iyiliğine, kötülüğüne, o gerçek güneş, mükâfat vermez, ceza vermez diyorlar; yalan. – Sus; eğer birisi sana harfsiz, sessiz söz olamaz derse de ki; Yalan.
İNSANIN ASLI NEDİR? (CİLT.2-Sayfa. 379)
– Usanma, bezme bizden, çok güzeliz biz; kıskançlığımızdan örtülere büründük.
– Bir gün beden örtüsünü canın üstünden attık mı görürsün bizi: Ay da kıskanır bizi, Ferkad yıldızı da, o da hasrettir bize, bu da. – Bizi görmek için yüzünü adam-akıllı yıka, arın. Yıkamayacaksan, arınmayacaksan uzak ol bizden, kendi güzelliğimiz kendimize yeter. – Yarın kocayacak güzel değiliz biz; biz ebedi genciz, gönlümüz rahat, hoşuz, önümüze ön yok, sonumuza son. – Örtü eskidiyse, yıprandıysa güzel ihtiyarlamadı ya; ömür örtümüz fani, fakat biz, uçsuz-bucaksız bir ömürüz. – İblis, Âdem’in örtüsünü gördü de yüz çevirdi; Âdem ona seslendi; sen sürülmüş, kovulmuşsun, biz sürülmedik de, kovulmadık da. – Geri kalan melekler secdeye kapandılar da bir güzele düştü gönlümüz, dediler.
– Dediler ki: Örtü altında öyle bir güzel var ki güzelliği aklımızı başımızdan aldı, secdeye kapandık. – Kocalmış, ihtiyarlamış kişileri güzellerden ayırt edemezsen, aşk aleminde bu seçmeyi yapamazsa aklımız, dinimizden dönmüş olalım. – Güzelin de sözü mü olur? Tanrı aslanı o; biz çocukça sözlere daldık, zaten de çocuklarız, ebced okuyoruz biz.
SESSİZ-SÖZSÜZ KONUŞANLARI DİNLE. (CİLT.2-Sayfa. 407)
– Sarhoşluk, âşıklık, gençlik ve cinsten her şey bir araya geldi; kutlu bahar erişti de bütün bunlar, toplandılar, beraberce oturdular. – Şekilleri yokken birer şekle büründüler; yani düşünülenler, şekilleşti, seyret de bak.
– Gönül, gözün dehlizidir; gönüle ne gelirse ordan göze gelir de bir şekle bürünüverir.
– “Gizli şeyler açığa vurulmuş.” Bağda, bahçede kıyamet kopmuş, o Çin güzelleri, gönüllerini göstermede. – Yani diyorlar ki: Senin de gönlün varsa göster, ne vakte dek gönlün, toprak içinde gizli kalacak? – Kışın, bağın, bahçenin duası, “Sana taparız ancak” sözüdür; ilkbahardaysa “Senden yardım isteriz ancak” der. – “Sana taparız ancak”, yani bir şey dilemeye, lütfunu istemeye geldim; aç zevk-neşe kapısını, artık böyle hüzünler içinde bırakma beni: – “Senden yardım isteriz ancak”, yani meyvelerle dopdoluyum, ağırlığından nerdeyse kırılacağım, sen beni koru ey yardımı istenen, ey yardım eden. – Lale, her an güle der ki: Ne tuhaf, nergis alemine dalmış, ne de hayran hayran bakmada. – Süsen, yazıklar olsun diye dile gelir, yasemin, o dilbaz der, kimseyi hor görme, kimseye acıklanma. – Menekşe iki büklüm olmuş amma yalancıktan, o, tek, eşsiz bir düzenci; düzenini de nilüfer biliyor a arkadaş. – Sümbülün başı, mahmurluktan sağa, sola eğilmede; solunda bahar yelleri, sağında reyhanlar. – Çimen, selvinin ardınca yaya koşmada; gonca, kem gözden yüzünü gizlemede.
GÖNÜL NEDİR BİLENE GÖNÜL VERESİM GELİR. (CİLT.2-Sayfa. 455)
– Şu dumanlarla dolu evde bir pencere açtılar da duman çıktı-gitti, güneş ışığı girdi.
– O ev hangi ev? Gönül. O duman da ne? Kaygı-düşünce. Kaygıdan-düşünceden, zevkin, neşenin boynu kırılmıştır adeta. – Uyan da düşünceden de kurtul, hayalden de; ya Rabbi şu bizim uykuya dalanımıza bir davulcu gönder. – Uyuyan, bir hiç için binlerce gam yer; rüyasında ya kurt görür, ya yolkesen haydut.
– İnsan, rüyasında yüz binlerce kılıç, yüz binlerce mızrak görür, fakat uyandı mı onlar şöyle dursun, bakar ki bir iğne bile yok. – Ölenler derler ki: Ne olmayacak gamlar yedik, ömrümüz çeşitli vesveselerle geçti-gitti. – Bir hayal için toplar kurmuş, başka bir hayal için zırhlar giyinmiş. – Bu düğün de hava, şu yas da; bugün ne ondan bir oyun kaldı, ne bundan bir ağıt, bir feryat. – Yüzlerine vururlar, yüzlerini yırtar dururlar; fakat uyku bitince görürler ki yüzlerinde bir tırmık beresi bile yok. – Nerde o bizimle sütle bal gibi kaynaşan; nerde o bizimle suyla yağ gibi bir türlü uzlaşamayan? – Şimdi gerçekler belirdi, uyku da geçti, hayal de; huzur-rahat var, emniyet-istirahat var; ne bizlik kaldı, ne benlik. – Ne ihtiyar var, ne genç, ne tutsak var, ne haydutlar. Ne yumuşak var, ne sert kaldı, ne mum var artık, ne demir. – Bir renklilik, bir sıfata bürünüş, birlik… Bir can ki uçup gitmiş, bedenden kurtulmuş.
– Bu bir, herkesin bildiği-bileceği bir değil; terci’ söyle de gönüle doğsun, hatıra gelsin.
– Ey bu yola gerçek olarak ayak basan, gerçeklik ayağını atan, benimle hemdem oldun mu iki alem de seninledir, senindir.
– Hiçbir şeyi zayi etmezsin, her şey hazırdır sana ey baht ağacından neşelenen, eğilip-bükülen.
– Eline aldığın her elma, her armut, her meyve, içindeki aydınlığı, lezzeti, tadı belirtir sana.
– O aydınlıktan, her an yeni bir aydınlık doğar; her güzelden, her an, yeniden yeniye bir, daha güzel belirir, çıkar.
– Meyvelere sonu gelmez bunların, tükenme yok bunlara yazısı yazılmıştır; yapraklara güzden emindir bunlar çizisi çizilmiştir.
– A göz, göz ucuyla bak, işvelen, göz kırp; pek tanınmış pek güzel bir yerdesin; a gönül, buradan başka bir yere gitme; güzel bir yerde konaklamışsın, hoş bir yeri yurt edinmişsin.
– Yemyeşil ağaçlar gibi bezenip kuşanan birçok zengin vardır; fakat şu görülmemiş, eşsiz ağaç, yeşermeye de doymuştur; bezenmeye de aldırış etmez.
– Nice bir batmanlık taş vardır ki dağdan yuvarlanır, düşer; fakat dağ kesilen kaya, yerinden bile kıpırdamaz, benlikten kurtulmuştur o, kayalıktan çıkmıştır o.
– Çünkü yokluktan korkup duran her var, büyük yüce yerden en aşağılık yere düşüverir.
– A yokluktan doğan, sen her an biraz daha gençsin; a dostun aşkına rehin olan, sen her an biraz daha mal olmadasın aşka.
– Çırılçıplak atlas kumaşlara, kıldan-çuldan yapılma libaslara bürünmektense candan meydana gelmiş deriye bürünmek, elbette daha iyi.
– Yahudi’nin gözünde kupkuru bir hurma fidanısın amma Meryem’in derdine deva olmak için yüzlerce taze hurma veriyorsun.
– Dışını sırça gibi pırıl-pırıl bir hale getirmedesin, içini görüş sahibi etmedesin; dünya, senin hükmündeyken nasıl olur da aşağılık bir hale gelir?
– Ey can, ey cihan, ey cihanı gören, ey daha da başka bir şey olan, ey güneşe, aya bir başka çeşit dönme kabiliyeti veren.
– A gönülde yurt edinen, ne de tuhaf gönül açışın var yahut da canın ta içindesin de cana, öylesine canlar katıyorsun ki.
– Bizimle karılıp birleşmenle bizden münezzeh oluşun, birbiriyle savaşmada; yani sen, bizim canımız mısın acaba, yoksa sen, biz misin?
– İster o ol, ister bu, pek tatlısın, bir tat, bir lezzet denizisin; baştanbaşa, tamamıyla tatlılıksın, neşesin, lütufsun, bağışsın sen.
– Uzaktan ateş gördüm amma yakından baktım, gördüm ki nurmuş; ejderha göründün amma sopasını bize.
– Sen mutlak amanlıksın, emniyetsin; fakat inancımız şu: Hamlara, erişmemişlere korkusun, ümitsin sen.
– Yusuf gibi hani, kardeşlere tamamıyla kedersin, fakat Yakup’a daima sefa içinde sefasın.
– Leyla’dan bir lütuf elde edelim diye Mecnun olduk gitti; a aşk, sen bütün akıllara düşmansın.
– A akıl, bakırdın, aşkla altın kesildin; kimya değilsin, kimyanın bayrağısın. (Görenler koşup gelsinler de altın olsunlar diye bayrak gibi baş çekmişsin).
– Sırlar bildirmede Cebrail’sin ey aşk, sanki bütün peygamberlere vahiy getiren sensin.
– Aklı başında olan kişi düşer bir şüpheye; hâlbuki sen şüpheden de ayrısın, akıldan da, düşünceden de.
– Bakış okların asla yanılmadı; yanılanın da suçunu, hatasını örter, bağışlarsın sen.
– A yatıp uyumuş, gözü kapalı toprak, yeli görmüyorsun amma yel esmeseydi ne sebeple havalanırdın, nasıl havalarda tozardın?
– Yüceldin amma ululuktan uzak ol; ululuktan, ululanmaktan utan, ulular usluylasın çünkü.
– Aydan balığa kadar her şey, senin zevkini, senin neşeni arıyor; pek çokları sana kavuşmayı, seninle buluşmayı özleyip duruyor.
CİLT
Sus a gönül, gerçekten de dileyen, isteyen kişi susar; isteyenlerin gerçekten de istekli olduklarını susmaları anlatır.
Aşk yolu tamamıyla sarhoşluktur, aşağılanmadır. Çünkü sel alçağa akar, selin hiç yücelere aktığı var mıdır?
Kıskançlık bir başkasına karşı duyulur. Başka bir var, başka bir varlık yokken, o biricik Allah, ne diye biri iki gösterdi?
Lütfun ta kendisi, şekilsiz yüz gösterseydi, ne diye peygamberler perdecilik ederlerdi?
Kendi üstüne titreme de başkaları, senin üstüne titresin; canına and olsun, sana senden başka bir düşman yok.
Gönül gözü, şükretmediğimizden kapanır; Allah’ta “Gerçekten de” demiştir, “insan, Rabbine karşı pek inatçıdır, pek nankördür.”
Kuşun başı olmadıktan sonra, kanatları varmış ne fayda?
Ne aptaldır o adam ki, sevgili, onun evindedir de, o eve gelmez, boş yere olmayacak yerlerde koşup gezer.
Ne yanda kanadı yanmış bir kuş görürsen, bil ki ham bir tamaha düşmüştür de tuzağa doğru uçmuştur.
Sen, Kevser suyusun, ciğeri yanan sana gelir; kolu-kanadı yandıktan sonra sana kavuşanın yeniden yeniye kanatları biter.
Bir ceylanda aslan yüreği oldu mu, binlerce ceylanı aslandan kurtarır.
Dikene şu silahın ne diye sordum; “Gül bahçesinin, yüzlerce düşmanı var da ondan silahlıyım dedi..
Nerde tertemiz şarap, nerde üzümden yapılan şarap? Tertemiz şarap yaşayıştır, öbürüyse pislik.
Binlerce ateş, binlerce duman, binlerce gam; adı AŞK.
Binlerce dert, binlerce bela, binlerce cefa; adı SEVGİLİ
Savaşta kılıç, mızrak, ok yarası olmazsa, korkak puştla Rüstem’in, silahlı erin arasında ne fark kalır?
İçinde öylesine bir gizli düşman var ki, cefadan başka hiçbir şey kovamaz o köpeği.
Birisi bir kilime, bir halıya sopayla vurup dursa, kilimi, halıyı dövmek için değildir bu, onun tozu gitsin, arınsın diyedir.
Senin içinde de varlıktan, benlikten tozlar vardır; o toz birden bire gitmez ki.
AŞK, adam yer; adam yiyen AŞKın önünde, kendisini bir lokma edecek adam gerek.
İyiden iyiye bil ki gülüş, ağlayış miktarıncadır; yeşilliğin gülmesi bulutun ağlamasındandır.
Allah’ı kim bilir, tanır? “La” dan kurtulan. “La” dan kim kurtulmuştur? Belalara uğramış âşık.
İki elini açmış, dua ederek denize doğru koşmadasın; hâlbuki aradığın inci, daima seninle değil mi, her an koynunda değil mi?
Her yana yelip yortan, onu arayıp duran kişi, o arayıştan dönüp kendine gelmedikçe yorulur gider.
Aklın aklı gelip de beden otağına konuk oldu mu, akılların ona bakmaya gücü-kuvveti kalmaz.
Kardeşim de aşktır benim, anam babam da, aslım faslım da; zaten ebedi olarak kalan yakınlık, aşk yakınlığıdır, soy-sop yakınlığı değil.
Yazıklar olsun ki başkasını istemedesin de kendi güzelliğini, kendi yüzünü görmüyorsun, halbuki eşsiz bir güzelsin sen.
Ey her şey desem de cüzler bilmezler seni, çünkü tümden ayrılmış parça, ancak kendisi gibi parça-buçuk şeyleri bilir.
Aşığın ne korkusu olabilir ayıplanıp arlanmaktan, kötü ada-sana sahip olmaktan; çünkü aşk, zaten sultanlıktır, olgunluktur, murada-maksuda ulaşmaktır.
Görmüyor musun? Susamış, tutuyor da suya kızıyor; aç gelmiş de ekmeğe burun büküyor.
Mekândan münezzeh olan o âlemde köşklerin var; hal böyleyken şu yokluk yurdunda ne diye hırsa düşer, didinir-durursun?
Sus, balık gibi suyun içinde gizlice, görünmeden yürümeye bak, aşağılık kişilerin davasını bırak, sen umman ehlindensin.
Eşin seninle uzlaşmıyorsa niçin sen o olmuyorsun?
Peygamber, inanan kişiyi deve say dedi; inanan, daima Tanrı sarhoşudur, Tanrı da daima devecidir, onu sürer durur.
Suya dalmışsın, su içindesin, suyu sorup duruyorsun; altın hazinesindesin, bakır para, kalp akça devşiriyorsun.
Hayvanlar gibi sen de canının gelişmesini uykudan, yiyip içmeden isteme; çünkü sen bu iş için değil, başka bir çeşit yaratılmışsın
– Mücevhersin, incisin, taştan da aşağı bir hale geliyorsun, neden?
– Gözüne bakış kudreti ebedi gözden geldi; geçici şeylere bakmaktan utanması gerek gözlerinin, neden utanmıyor?
Köpeğe bile ekmek versen önce koklar da sonra yer; sen köpek değilsin, aslansın, ekmek için bunca koşup didişmen de ne oluyor?
Meyve nasıl ağaçta biter, olgunlaşırsa, âşık ta asılmayla yaşar; onun için yüzlerce Hallac’ı darağacına asılmış görürsün.
Akıl yokluğa ayak basma der, orda ancak diken var; aşksa o dikenler, der, orda değil, sende, senin içinde.
Kendine gel, sus da, varlık dikenini çıkar ayağından; çıkar da içindeki gül bahçelerini gör, onları seyre dal.
Sevgi olmadıktan sonra hizmette bulunmanın bir değeri var mıdır? Yoktur. Hizmet etmek eldedir de sevmek elde değildir.
Balık gibi dünya ağına tutuldu da denizden uzak kaldı; sonra da oltaya tutulmamış sanıyor kendini.
Gönlün bende olmadıktan sonra, benimle bulunmadıktan sonra beraber oturmuşuz, bir arada düşüp kalkmışız, faydası yok; benimle oturup kalkıyorsun amma değil mi ki böylesin, hiçbir faydası yok.
Bedende can olmadıkça şeklin, kıyafetin zevki olmaz; ekmek, yemek olmadıktan sonra faydası yok tabak ile sininin.
Bedeni boşadın mı karşında Müslüman, inanmış, muti, tövbekar hurileri saf-saf durur görürsün.
Mademki zatına tahammülün yok, gözünü sıfatlara aç, onlara dal; mademki cihetlere sığmayanı görmüyorsun, cihetlerdeki nurunu gör.
Âşıkları, kargaşalık zamanında şaşkın, şişe gibi kırılıverir sanma; onların dayanışına karşı Cudi dağı bile aciz kalır.
Hani bir özleyiş var ya sende, bil ki özleyişin kendinedir; sen sevgili oldun mu artık özleyiş kalmaz.
Sevgilimizin karşısında korkakların işi-gücü yok; oradakilerin hepsi de padişah; kullara yer yok orada.
Şu kaç-tut yokken, Mansur, o gizli sözü, o nükteyi söylememişken biz, dünya Bağdat’ında Ben Tanrıyım deyip duruyorduk.
Azrail’in haddi değil âşıklara el uzatmak; aşka düşmüş âşıkları gene aşk öldürür, gene sevda öldürür.
Balık olmayan suyun sonunu arar; fakat balık kesilen hiç suyun sonunu düşünür mü?
Beden hacca yüz konakta konaklaya konaklaya gider, gönülse bir adımda varıverir; göz gibi, gönül gibi yol almak gerek.
Kem göz Tanrı koruduktan sonra hiçbir zarar veremez.
Tatlı erlerin gönüllerinde aşkın bütün acılıkları şaraptır, kebaptır, şekerdir, helvadır ancak.
Kendinden geçmeyen, benliğini bırakmayan er, er değildir a babam; candan olmayan aşk, masaldan ibarettir a oğul.
Kendine gel de bundan böyle sedef gibi sus; çünkü şu dilin, gerçekten de sana düşmandır a oğul.
Bulanmış, kokmuş suyun çaresi ne? Tekrar ırmağa karışmak; Kötü huyun çaresi ne? Tekrar sevgilinin yüzünü görmek.
Her gece kendi kendimi kucaklayınca kendimde sevgilinin kokusunu buldum.
Hey gidi hey, sen asıl altın, inci madenindensin; artık dünyadaki kimyalara başvurmak ayıptır sana.
Tanrı’dan bir deniz isteyip duruyorsun amma, toprakta sürünen bir yılansın sen; balık olmadıktan sonra eline deniz geçmiş, neye yarar?
Âşıkların, yaralanmaktan, yarayı sevmekten başka işleri güçleri yok.
Ne şaşılacak şeydir ki âşıklar, ne kadar öldürülürlerse o kadar diridirler; hâşâ, ölümsüz aşk dünyasında ölümün ne işi var?
Tanrı’m, sen kendi temiz rızkınla canı doyur da pis köpekler gibi her lokmayı kabul etmesin.
Hocam, ruhun feryadını istiyorsan yan yakıl, lokmayı azalt; aşağı yanın sesini diliyorsan al önüne kâseyi.
Sen gamın peşinde koştukça neşe de senin peşinde koşar¸fakat sen neşenin ardınca gidersen yol uğrağına gam çıkıverir.
Baştanbaşa her şeye razı değilsin ki Tanrı kılıcından başını kurtarasın; nasıl olur da amber gibi kokarsın? Sarımsaksın, soğansın sen.
Tanrı hekimleriyiz, kimseden tedavi ücreti almayız; çünkü içimiz temiz, tamaha düşmemişiz, pis değiliz biz.
Sinek kovmayı bilmeyenin eli varmış neye yarar? Tembelliğinden tahta kurdu bile o çeşit adamın gözüne kaplan görünür.
Senin içinde öylesine bir ay var ki, gökyüzündeki güneş bile O’na ben sana kulum köleyim diye seslenip duruyor.
ÖL VE OL. (CİLT.3- Sayfa. 41)
– Ölün, ölün, bu aşkla ölün; bu aşkla öldünüz mü hepiniz de can bulursunuz.
– Ölün, ölün, korkmayın şu ölümden, ağın bu gökyüzünden, gökleri tutun.
– Ölün ölün, bu nefisten ayrılın; çünkü bu nefis bağa benzer, siz de onunla bağlanmış tutsaklarsınız sanki.
– Zindanı delmek için bir külünk alın; zindanı deldiniz, yıktınız mı hepiniz de padişahsınız, beysiniz.
– Ölün, ölün güzelim padişahın huzurunda; padişahın huzurunda öldünüz mü hepiniz de padişah kesilirsiniz, şöhret bulursunuz.
– Ölün ölün, şu bulutun altından çıkın; bulutun altından çıktınız mı hepiniz de dolunay haline gelirsiniz.
– Susun susun, susmak, ölümün konuşmasıdır; şu susmaktan kaçışınız yok mu, hep diriliktendir.
ADAM OLMAK İÇİN NE YAPMAK GEREK? (CİLT.3-Sayfa.42)
– Usanıp bezenlerin hepsi de gitti; kapayın evin kapısını; o usanmış, bezmiş, hüzünlere dalmış akla hepiniz de gülün.
– Miraç’a ağın, hepiniz de peygamber soyusunuz; öpün ayın yanağını, çünkü dama çıkmışsınız, yücelmişsiniz.
– Peygamber ayı yardı; siz ne diye bulut oluyorsunuz? O çevik, zarif, siz ne diye kendinizi koyvermişsiniz?
– Usananlar, gama dalanlar, kuyuya düştüler; sizse ercesine şu yolda Ferhat gibi, Şeddat gibi bir ancağız olsun dağ delmediniz.
– Ay yüzlü olmayın amma Aydan da yüz çevirmeyin; hastaya dönmeyin, başınızı çatmayın.
– Öyle oldu, böyle oldu kayıtlarına düşmek doğru değil, ne arıyorlar, bilmeyin; ne devşiriyorsunuz anlamayın.
– Mademki o kaynağı gördünüz, ne diye su kesilmediniz; mademki o hısımı, o bildik eri gördünüz, ne diye kendinizi beğendiniz?
– Mademki şeker madenindesiniz, niçin yüzünüz ekşi; mademki abıhayata dalmışsınız, neden kupkurusunuz, neden solgunsunuz, perişansınız?
– Bu çeşit inat etmeyin, ayak diremeyin, devletten kaçmayın, zaten kaçmanıza da imkan yok ya, çünkü tuzağa düşmüşsünüz, kement boynunuzda.
– Bir kere kement atılmış boynunuza, tutulmuşsunuz, aman bulmaya imkan yok; çırpınmayın, çarpınmayın, inada kalkışmayın.
– Pervane gibi canınızla oynayın, atılın şu muma, ne diye yol arkadaşına uyuyor, onu bekliyorsun, ne diye bağlara düşüyor, bağlanıyorsun?
– Atılın şu muma da yanın, yakılın, gönlünüzü, canınızı aydınlatın, yeni bir beden giyin, şu beden eskimiş, atın onu.
– Tilkiden ne diye korkuyorsun? Aslan tabiatı var sende; neden topal eşek kesiliyorsun? Kula ata binmişsin sen.
– Şimdicek sevgili gelir, devlet kapısını açar; o sevgili anahtardır, hepiniz kilitsiniz.
– Susun, söylemek hor-hakir etti, yordu sizi; alıcı dudukuşu olduktan sonra siz şekersiniz, balsınız.
ÇALIŞMADA ISRARCI OL. (CİLT.3- Sayfa. 67)
– Ağaç bir yerden bir yere gidebilseydi ne testere eziyetini çekerdi, ne cefa yaralarıyla yaralanır-berelenirdi.
– Sağır kaya gibi oldukları yerde kalakalsalardı ne güneş ışık verirdi, ne ay ışığı alemi ışıtırdı.
– Deniz gibi durdukları yerde dursalardı, Fırat da acırdı, Dicle de, Ceyhun da.
– Hava bir kuyuda hapis kalsa zehir olur, bak da gör, hava bile duruştan ne ziyana uğradı.
– Deniz suyu yolculuğa çıktı, havaya ağdı da bulut oldu mu acılıktan kurtuldu, helvaya döndü.
– Ateşin yalımı, alevi yatıştı mı üstünü kül kapladı, öldü, yok oldu-gitti.
– Bak hele, Yusuf-u Kenan babasının kucağından ayrıldı, yolculuğa düştü, ta Mısır’a kadar gitti de eşsiz bir makama ulaştı.
– Bak hele İmranoğlu Kusa, anasının kucağından ayrıldı. Medyen’e gitti de o yol yüzünden ulu kesildi.
– Muhammed, Miraç gecesi Burak’a bindi de yola düştü. “Yaklaştı, yakınlaştı, aralarında iki yay kadar bir yakınlık kaldı, hatta daha da yakına vardı” makamını buldu.
– Bak hele şeriat sahibi Ahmed’e, Mekke’yi bıraktı da ordu çekti, gelip çattı, Mekke’ye sahip oldu.
– Bak Meryemoğlu İsa’ya, boyuna yolculuk etti de ölüleri dirilten abıhayata döndü.
– Usanmasaydın, sıkılmasaydın, dünyadaki konukları, yola düşmüş, yolculuğa çıkmış erleri, birer birer, ikişer-ikişer, üçer-üçer sayar-dökerdim.
– Birazını gösterdim, geri kalanını sen bil, sen öğren; kendi huyundan, Tanrı huyuna ulaşmaya bak, yola düş.
AŞIK OLMAYAN KORKSUN ÖLÜMDEN. (CİLT.3-Sayfa.169)
– Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı bende bu dünyanın gamı var, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma, bu çeşit bir şüpheye düşme.
– Benim için ağlama, yazık-yazık deme; şeytanın ayranına düşer, düzenine kapılırsan yazık olur, yazık-yazık demenin sırası gelir.
– Cenazemi görünce ah ayrılık-ayrılık demeye kalkışma; kavuşup buluşmam, o zamandır benim.
– Beni kabre indirip bırakınca elveda-elveda deme; çünkü kabir, can topluluğunun bir perdesidir.
– Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret; güneşe, Aya batmadan ne ziyan geliyor ki?
– Sana batmak görünür amma doğmaktır o; mezar hapis gibi görünür amma canın kurtuluşudur o.
– Hangi tohum yere ekildi de bitmedi; ne diye insan tohumunda da böyle bir şüpheye düşmüyorsun yani?
– Hangi kova kuyuya salındı da dolu-dolu çıkmadı; can Yusuf’u, ne diye kuyudan feryat etsin?
– Bu yanda ağzını yumdun mu aç o yanda; artık senin hay-huyun, mekansızlık aleminin havalarındadır.
KÖTÜLÜK EDENLERİ BAĞIŞLAMAYA DAİR. (CİLT.3-Sayfa. 178)
– A muradın aslı, maksadımın ta kendisi, kim o güzel yüzün aşkından tövbe ederse dilerim, tövbesi kabul olmasın.
– Binlerce hamd, binlerce şükür Allah’a ki aşkın, bütün dünyada kanat açtı.
– Güzel yüzünün sabahına kavuşmak için bir ömürdür ihtiyar dünya, her seher çağı evrad okuyor.
– Kardeşlik gösterdin, padişahlık ettin; ne istek kaldı ki güzelliğin ihsan etmemiş olsun.
– İşitmiştik, Yusuf tam on yıl geceleri uyumamış; o padişah oğlu padişah, Tanrı’dan kardeşlerinin bağışlanmasını istemiş.
– Tanrım demiş, onları bağışlarsan bağışlarsın, yoksa şu kapıyı yüzlerce feryatla sarsar, yıkarım, şu aleme velveleler salarım.;
– Suçlarına bakma Tanrı’m, çok pişman oldular ansızın işledikleri suçtan;
– Geceleri ayakta durmaktan Yusuf’un iki tabanı şişmiş, ağlamadan gözlerine ağrı düşmüş.
– Derken, melekut alemine bir feryattır düşmüş, melekler feryada başlamış; sonucu, lütuf denizi coşmuş, bağları çözmüş.
– On dördüne de ihsan edilmiş, elbise gelmiş; yani on dördünüz de peygambersiniz, elçisiniz, kulların ulususunuz denmiş.
– İşte pirlerin gece-gündüz çalışıp çabalaması böyle olur, halkı azaptan, bozgundan kurtarır onlar.
– İnsanların işlerini başarırlar da geçip giderler; hem de öylesine başarırlar ki kerem sahibi, ihsan sahibi Tanrı’dan başka kimse bilmez.
– Hızır’ın denizde, İlyas’ın karada, yol yitirenlere, bunda kalanlara yardım ettiği gibi onlar da halka yardım eder.
– Akıp-akıp bitmeyen defineler, hazineler bağışlarlar, gidip-gidip gelmeyen dertleri kökünden giderirler; atlas elbiseler verirler, çulları-çaputları soyarlar.
– Yeter artık, geriye kalanını yarın söyleyeyim; geceleyin de Ay var amma ne de olsa gene karanlık da var.
GAM DEVESİ, NEŞE DEVESİNİN ÖNÜNDEDİR. (CİLT.3-S.192)
– Mademki sevgili seni gamlı görmek istiyor, neşe arama; a aziz av, aslanın iki pençesindesin sen.
– Sevgili başına gülsuyu dökse onu Tatar ülkesinin miski say, kabul et, incinme.
– İçinde öylesine bir gizli düşman var ki cefadan başka hiçbir şey kovamaz o köpeği.
– Birisi bir kilime, bir halıya sopayla vurup dursa kilimi, halıyı dövmek için değildir bu, onun tozu gitsin, arınsın diyedir.
– Senin içinde de varlıktan, benlikten tozlar vardır; o toz birdenbire gitmez ki.
– Her derde düşmede, her zahmete katlanmada, gah uyurken, gah uyanıkken azar azar uçar gider o toz.
– Kaçar da uyursan sevgilinin cefasını, o iyi işler başaran dostun, görünüşte yanlış görünen işlerini rüyada görürsün.
– Tahtayı yonmak, onu mahvetmek için değildir; doğramacının, marangozun gönlündeki isteğe uydurmak içindir.
– Bu yüzdendir ki Tanrı yolundaki şerlerin hepsi de hayırdır; onun arılığı, güzelliği işin sonunda meydana çıkar, görünür.
– Bak da gör, tabak, posta pislikler sürer durur, binlerce defa bu işi tekrarlar.
– Maksadı da derideki gizli illetin çıkmasıdır; derinin, azdan, çoktan haberi bile yoktur amma tabağın istediği şey, denizin temizlenmesidir.
– Sen, Tebriz’in övündüğü Şems’sin, çareler senin elinde; acele et, gizli işlerde gücün kuvvetin var senin.
TERTEMİZ AŞKA SAHİP OL DA GEL. (C.3-S.212)
– Git-git, ayıplarla karışmış aşktan nefret ederim ben; git-git, kızıl gülsün, amma dikenlerle eş olmuşsun sen.
– Tanrı safisi Adem, cennette yurt edinmişti; fakat cennet, yılanla eş olduğundan ayrıldı ondan.
– Gökle yer arası, pek nurlu bir havayla doludur; Fakat yerden toz kopunca bu hava, kararır gider.
– Dost, senin düşmanınla oturmaya, düşüp kalkmaya başladı mı kaç ondan; ateş gibi sıcak hava, hararet verir insana.
– Kendimi kıl çeker gibi hamurumdan çekip çıkarayım; çünkü gördüm ben, şarabının zevkinde mahmurluk var.
– Fakat ne edeyim, neyleyeyim ki gamın, perçeminden tutar, çeke çeke sana sürükler, getirir beni; gamın, ağzından ateşler saçan bir ejderhadır.
– Bin keredir, ok gibi o yaydan fırlar, kaçarım, bin keredir gene o av tutan bakışlarına av olur, tutulur, gelirim sana.
– Büyü muskam, sevgilinin hayalini evime öylesine getirir ki o hayal hem gelmemek ister, hem gelmek.
– Şu aman bilmez aşktan haberi vardır da o yüzden gamın, ben yolculuğa çıkınca dudak ucuyla gizli-gizli güler bana.
– Tövbem, padişahlığına karşı adeta bir maskaradır; Çünkü aşk, ne sabır nedir, bilir, ne ibret alıp uslanır.
– Söz söyleme, söyleyeceksen sabırdan, tövbeden bahsetme; Mecnun’un tövbesine ait söz, sıkar, yaralar adamı.
ORUCUN FAZİLETİNE DAİR. (C.3-S.258)
– Şu bomboş karında ne güzel bir tatlılık var; eksik-artık değil; insan, tıpkı çenge benziyor.
– Söz misali, çengin içi dolu olsaydı ne feryat çıkardı ondan, ne zir nağmesi, ne bem teranesi.
– Oruçtan, başın, karnın yansa yakılsa, o yanışla her an gönlünden feryatlar kopar.
– O yanışla her an, binlerce perdeyi yakar yandırırsın; himmetle-gayretle her an adım atar, binlerce dereceler aşarsın.
– Karnın boş olsun da ney gibi yalvararak feryat et; karnın boş olsun da kalem gibi sırlar söyleyedur.
– Karnın dolu oldu mu hemencecik aklının yerini, gelir de şeytan tutar, Kâbe’nin yerine put geçer oturur.
– Oruç tuttun mu, tapında körler gibi, kullar gibi, hizmetçiler, halayıklar gibi güzel huylar gelir de el pençe divan durur.
– Oruç tut, oruç Süleyman’ın saltanatını sağlayan yüzüktür; onu şeytana verme, ülkeyi alt-üst etme.
– Saltanat elinden çıktı mı ordun da dağılır gider; ordun, baqyrağının dikili olduğu yere gelir; asker, bayrağın altında toplanır.
– Seba halkına, Meryemoğlu İsa’nın duasıyla gökten yemek indi.
– Sen de oruç tut da zevk-neşe sofrasını bekle; o kerem sofrası, kelem çorbasından elbette iyidir.
DOYASIYA YEMEK YEMENİN ZARARLARI.(C.3-S. 459)
– Mideni dün mayalı, mayasız ekmekle doldurmuştun; uyku gözlerinden akıyordu; işte aradığını buldun, al bakalım.
– Doyasıya yemekten sonra ne gelir? Ya gaflet uykusu, ya dışarıya çıkma ihtiyacı; patlıcanın eşi dostu nedir? Ya sirke, ya sarımsak.
– Tanrım, sen kendi temiz rızkınla canı doyur da pis köpekler gibi her lokmayı kabul etmesin.
– Yemek yenmediği zaman gönülden feryatlar kopar; fakat yemekten sonra aşağı yoldan, zir perdesinden bir sestir çıkar.
– Hocam, ruhun feryadını istiyorsan yan yakıl, lokmayı azalt; aşağı yanın sesini diliyorsan al önüne kaseyi.
4.CİLT
Başımızı ayak edindik de sonucu, ırmağı aştık; bütün bir alemi birbirine kattık ta tezce alemden dışarı fırladık.
İnsan anlayışı da, insan vehmi de, insan aklı da, hepsi yolda dökülüp saçıldı; çünkü insanı çevreleyen altı yönü de aştık biz.
Karun’a benzeyen nefis, bizim bu çalışıp çabalamamızla yerin dibine geçti; ondan sonra da ercesine Karun’un hazinesine doğru at sürdük biz.
Yemeden doyun, kulaksız duyun, harfsiz konuşun; susun, söz bitti artık.
Birleşme yolunda bize uyun, uyun bize; gerçekten de biz bir ırmağız; bizi ark-ark o ayırmıştı vesselam.
Çabuk varlığınızdan geçin, benliğinizi bırakın; yoksa her an bir bağla bağlanır kalırsınız, her iki adımda bir tuzağa düşersiniz, bir tuzağa.
Varlıktan geçeceğiz de nereye varacağız? Yokluğa… Yokluk, manadır, varlıksa addan-sandan başka bir şey değil.
A içyüzde hasların hası, görünüşte aşağılıkların da aşağısı; hasların meclisine gir de aşağılıkları haslardan ayır.
Güneş meydana çıkınca yıldız kaçar gider; güneşimizin yüzü yokken bil ki avareyiz, serseriyiz biz.
Aşk delidir amma biz delinin de delisiyiz; nefis, kötülükleri buyurur amma bizim buyruğumuz ona da geçer.
Âşıklar arasında demirden bir dağım ben; hevayi değilim, her yelle yerimden oynamam ben.
A “eyvahlar olsun, ne yapayım, ne edeyim” diye düşüncelerine dalmış kişi, “ev sahibiyim, buyruk benim, başıboş adam değilim” desene.
Varlık kadınların işidir, erlerin işiyse yokluktur; şükürler olsun yokluğa ercesine, pehlivancasına daldık biz.
Aşk dinindeysen kınanmaya gönül ver; düşmanın alayından, gücenmesinden yüz çevirme.
Çölde, yazıda oturan, depremden emindir; deniz adamı hiç elbise soyandan korkar mı?
Şeytan mülk, saltanat sahibi olmuşsa ne çıkar, gene şeytandır, gene şeytan.
Karanlıkta kalan kendi hayalinden korkar; karanlıkta korkunç hayaller görünür.
Her toplumda aşkının tuzağı, bir oyun çıkarmada; yolcuya iz olsun diye bizim kanımızı yollara damla damla saçmada. 70
A kavak dedim, şu uzayıp gitmen rezilliktir; ne çiçeğin var, ne meyven. Sus dedi, aklını başına al, aklını başına devşir;
Çiçeğim, meyvem olsaydı senin gibi kendimi görürdüm, benliğe düşerdim, hâlbuki şimdi kendini görmeye boş vermişim, şimdi kendini görenleri, benliğe düşenleri seyrediyorum ben.
Şimşek gibi gülüş, bulut gibi ağlayanın harcıdır; bulut ağlamasaydı şimşek çakmazdı ondan.
Aşığa dert gerektir, nerede dert? Güzellerin mihnetini, eziyetini çekmek için er olmak gerek, nerde er?
A âşık, gamlı adamlarla pek düşüp kalkma da kendinden geçiş havasına toz düşmesin.
A kendinden geçmiş ev sahibi, Tebrizli Şems’in sana konuk olmasını istiyorsan evi, kendinden varlığından boşalt.
Bu tapıda başkalarını görüp-gözetmen, kul-köle kesilmen iyidir; a efendi, kendine gel, aklını başına devşir de şu kuldur, öbürü köle demeye kalkma.
Donmuş, ululukla buz kesilmişsen bir güneşi ara; çünkü her donmuşa, her buz kesilmişe derman, güneşten gelir.
Ateş içinde Ca’feri altın gibi gülmedikçe Ca’fer-i Tayyar gibi uçup şu balçık yeryüzünden kurtulabilir misin hiç?
Terazinin kefeleri, tartı zamanı birbirine denk olsa bile dili eğriyse o terazi bozuktur.
Sana hoş gelmeyen şeyi başkalarına sen yapma; bu huy, bu tabiat herkesi, her şeyi kavrayan bir huydur, bir tabiattır.
Her gizli sözü duymamak için kulaklarına pamuk tıka; çünkü sen her rengi kabul eden salt bir ruhsun.
Tanrı uludur demen bir töredir, bir adet; ulunun malıysan ulucasına gel.
A ulular biz sustuk, susmadaki sırrı anlayın artık.
Ne diye dünyanın çevresinde dönüp-dolaşayım? Sevgili tatlı canımın içinde benim. 163
Âşık olmayanlar, ölümden mühlet isterler; âşıklarsa hayır, hayır derler, çabuk ol, haydi.
Hiçbir şey olmayandır bir şey olan; varlıktan-benlikten ölendir ölmeyen, diriye ulaşan.183
Temiz canlar göğe ağıyor; tortulu canlar ovaya-yazıya gidiyor, yere gidiyor.
Öyle kem göz gördük ki nazarı, güneşi, ayı bile apaçık karartır gider.
Altın küpem, sonra da taşı boncuk olsun, imkânı var mı? Nasıl olur da İsa, eşekle ağar göğe?
Esrik bir deveyim, ağustos gülü istemiyorum ben; yolunda diken bile olsa afiyetlerle yerim ben.
Tikenler içinde oklukirpi gibi çek başını içeriye, neşelen, tedbirli ol.
Âşıklık, sonra da ar-hayâ kaygısı… Vur taşa onları, vur taşa; kırılsın-gitsin.
Ölüm, erse gelsin yanıma da onu bir güzelce bağrıma basayım, sıkayım onu.
Ecel, bu evi yıkmadan ev yapana kavuştuk Allah’a hamdolsun.
Dün gece, yokluğu rüyada gördüm; güzelliğinden dehşetlere düştüm, şaşırdım kaldım.
Yokluğun güzelliğinden, olgunluğundan, lutfundan, ta seher çağına dek kendimden geçtim.
Halk, adamakıllı anladı gitti benim âşık olduğumu; yalnız kime aşığım, onu bilemiyor kimse.
Ateşin yanına var, noksandan korkma; çünkü sen ateşle eriştin bu olgunluğa.
Aşağılık dünya, bir orospudur; neden mi belli? Bir eşi yanında, nerdeyse geçti-gider, öbürü arkada sıra bekliyor.
Bunu yola saldı mı öbürünü basar bağrına; ne öpüşü vefadandır onun, ne verdiği elbise lutfundandır, ihsanındandır onun.318.
İmandan-küfürden haberdar olmak, kâfirliktir; onu anlayan, bilen, bütün dünyadan sıyrılmış gitmiştir.
Gözleri iyiden iyiye anlaşıldığı üzere büyücünün ta kendisi; gözleri bağlamış da halk görmüyor onu.
Kulların Rabbinden her solukta bir rahmet gelir; fakat ne vakit o an gelecek ki Rab kalsın da kullar yok olsun gitsin.
Felek seni ne kadar yüceltirse yüceltsin aldanma, ululanma; çünkü ne kadar yerden yere çarpacaksa o kadar yüceltir seni.
A hezeyanlarla avunan tamahkâr, a pırasadan daha kokmuş herif, belaya uğramadıkça bir kerecik bile Allah demezsin ha.
Eşek, dayaktan kurtuldu mu eğri-büğrü gitmeye, düz yolu bırakıp da çayıra-çimene, tarlaya girmeye başlar. 332
Beden, erlik suyundandır, su aşağıya akar; gönlün aslıysa ateştendir, o, yücelere ağar.
Bedenden, gönülden ayrı bir inci var sende; o inciden haberin yok, fakat bir gün olur, haber alırsın.
Kimi ekşi görürsen bil ki ateşten kaçmıştır o; gölgede kalan koruk baştan ayağa dek ekşidir.
O, şekerden yaratılmıştır, gönlü de şekerlerle dopdoludur; fakat çocukları terbiye ederken lala yüzünü ekşitir.
Öyle bir hale geldim ki varım, fakat var olan ben değilim; yanımda senden başka ne varsa yoktur; a gani padişah, sana zıt olan, aldanmıştır, ahmaktır.
Ad-san kaygısı, halkı yanıltmıştır da badem şekeri gibi tatlı mı tatlı ömre ölüm adını takmıştır.
Bunun içindir ki Peygamber, “yokluk hazinedir” demiştir; aşağılık kişiler, yanılsınlar diye hazineye yokluk adını vermiştir.
Sen, ölümün ölümsüz bir yaşayış olduğunu bilseydin gönlün, hiç korkmazdı, durmadan onu isterdin.
Sus, dudağını yum da ağızsız şekerler çiğne; varlığından yok ol da tamamıyla onunla varlığa ulaş.
Kim, biriz derse darağacına asarız onu; fakat ikiyiz diyeni de ateşlere yakarız.382
Ateşin gönlünde senden başkasını görürsem taşla, öldür beni; buna layığım çünkü.
A bulut altındaki Ay, yazıklar olsun, kendini görmemişsin; niceye bir başkalarının peşinde, gölge gibi koşup duracaksın.
Yeryüzünde, gökyüzünün bile görmediği şeyleri görmek istiyorsan bir soluk, kendini görme de onun vereceği görüş elbisesini seyret.
Toprağın, tatlı su bulursa bağlık-bahçelik olur; acı suyla sulanırsa diken bitirir, dikenlik kesilir.
Beden bir kavuna benzer, koparmazsan nasıl yerler ki? Kır bedeni de Lahur ülkesine değen kıymet meydana çıksın.426
A demir yürekli, meğer o demir yüreğin bir aynaymış; aynaysa benim gönlümle çok eski bir eş-dost.
Tanrı aslanısın, Tanrı, sana erkek aslan adını verdi; iş böyleyken ne diye tuttun da bir maymunla solukdaş oldun?
Gönül yolu, korkunç bir çölden geçer; yürekli bir er, erkek bir Rüstem olmayan kişi, nerden varacak oraya?
Oraya varacak kişinin gönlü, düşmanı yıkan, bedenini besleyen bir gönül olmalı; kendini yıkıp alt eden, sevgiliye aşık olan bir gönül olmalı.430
Şu balçıkta bir kimya tezgahıdır kurulmuş amma gene de ne mutlu balçıktan kurtulan cana, gönüle.
Gönül, sevgilisinin bulunduğu yere gitmek için evini-barkını bıraktı; fakat bir de baktı, gördü ki sevgilisinin evi-barkı meğer gönülmüş.
Gönül, yok oldu da, kendi kendini isteyen de benim, istenen de ben sözünün anlamı anlaşıldı, açığa çıktı.433
MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ’DEN BİRLİK-BERABERLİK MESAJI
(Divan-ı Kebir; 4.Cilt; Sayfa 423; Beyitler: 4088–4098 arası)
Beri gel-beri, daha da beri; niceye bir şu yol vuruculuk? Mademki sen, bensin, ben de senim, niceye bir şu senlik, benlik?
Tanrı ışığıyız, Tanrı sırçası, kendi kendimizle bunca savaşımız, bunca inatlaşmamız da ne? Aydınlık, aydınlıktan ne diye kaçar böyle?
Hepimiz de bir tek olgun kişiyiz; fakat neden böylesine şaşıyız ki? Neden zengin, yoksulları böyle hor görür ki?
Sağ el, ne diye kendi solunu hor görür? Her ikisi de mademki senin elin; uğurlu ne demek, uğursuz ne demek?
Biz, hepimiz aynı mayadanız; aklımız da bir başımız da. Fakat şu beli bükülmüş göğün altında iki görür olmuş-kalmışız.
Şu beşten-altıdan pılını-pırtını çek birlik bucağına; niceye dek usul boylu birlik ağacının yalnız sözünü edip duracaksın?
Hadi, şu benlikten geç, herkesle karış, kaynaş. Kendinde kaldıkça bir habbesin, bir zerresin ancak, fakat herkesle birleştin, kaynaştın mı ummansın, madensin.
Erkek aslan her şey yapar; köpek de köpekliğini eder durur. Tertemiz can, dilediğini işler, beden de bedenliğini yapadurur.
Canı da bir bil, bedeni de; fakat sayıca yüz binlercedir. Hani bademler gibi, hepsinde de aynı yağ var.
Dünyada nice diller var, fakat hepsi de anlam bakımından bir; kapları kırıp döktün mü su, bir olur gider.
Birliğe erer de gönülden sözü sürer-çıkarırsan can, her görüş sahibine haber gönderir, meramını anlatır.
HANİ SÖZ VERMİŞTİN? EVET DEMİŞTİN? (C.4-S. 11)
– O cefacı dilberin cefasına kırılmam demedin mi sen? Onun aşkıyla bütün dünyayı birbirine katarım demedin mi sen?
– Onun elini tutup sıkı sıkıya, o canın, o gönlün uğruna canımı veririm, gönlümü feda ederim diye ahdetmedin mi sen?
– A gözümün nuru, mademki gözünün ışığıyım ben, beni uzak görme; bir başını kaldır da yukarıya bak, penceredeyim ben.
– A ipucu, neşelere dal, zamanın İsa’sısın sen; gerçi dikiş iğnesine benzerim, her yere girerim amma şu pencereden başını çıkar da aşağıya bak.
– Kıyamet günü aşkın bir ateşi olacak, bir dumanı olacak ya; işte o ateşin yalımı, ışığı sensin, dumanı da benim.
– O yüzlerce ilkbahara benzer sevgilinin gül bahçesine benzeyen yüzünü görmezsem lale gibi gönlüm yanar, kararır, süsen gibi yüzlerce dilim olur.
– A Tebrizli padişah Şemseddin, sana bir tek aşık olarak ben yeterim; meclis gününde mum gibi yanar, o meclisi ışıtırım, savaş günüyse demirim, dayanır da dayanırım.
NE İDİM, NE OLDUM? (C.4-S.16)
– Kendimi diken gibi gördüm de gülün yanına kaçtım; sirke olduğumu gördüm de şekerle karıştım.
– Zehirle dolu bir kâseydim, panzehirin yanına geldim; tortulu şarapla dolu bir sağraktım, o şarabı abıhayata döktüm.
– Dertli bir gözdüm, İsa’ya el attım; kendimi ham gördüm, bir pişmiş olgun kişiye sarıldım.
– Aşk mahallesinin toprağını can sürmesi buldum; sürmeyi çektim de letafette şiir kesildim.
– Aşk diyor ki: Doğru söylüyorsun, pek latifsin amma bu güzelliği kendinden görme, ben yel gibiyim, sen ateş gibisin, seni yalımlatan benim.
ŞU ŞÖYLE DEMİŞ, BU BÖYLE. (C.4-S.28)
A âşık, gözünü aç da dört ırmağı da kendinde gör: Su ırmağı, şarap ırmağı, süt ırmağı, bal ırmağı.
A âşık, kendine bak, âleme kapılma; filan şöyle diyor, feşman böyle diyor deyip durma.
Filan bana diken diyor, feşman adımı yasemin takıyor demeyen, her söze, herkese boş veren can gözü açık gülün kuluyum-kölesiyim ben.
Filan sana gâvur demiş, feşmansa din eri; vazgeç bunlardan, gözünü aç, bundan böyle halkın gözüyle bakma, yürüme.
Hey gidi hey; sana Tanrı öylesine bir can gözü vermiş ki mahmur bakışlarına karşı Cebrail’in yüce, büyük kanadı bile secdeye kapanır.
Nergis gözlerini yumup leş yiyen akbaba gözlerini açma, can gözünü yumma, şaşı bir gözle bakma.
Şekil, suret âşıkları şekle, surete düşmüşler; bal ümidiyle ayran çanağına düşen sinek gibi tıpkı.
Neşelen ey ölümsüz ululuk ıssının aşkına düşen, o çeşit kanatların olduktan sonra balçıktan ne gam sana.
Cebrail’in bile boyuna kul-köle olmasını istiyorsan yürü, Âdem’e secde et a rahmetten sürülmüş şeytan.
Kanlar içen çölün Kâbe’mden haberi olsaydı her yanda bir gül bahçesi, her yanda arı-duru bir ırmak görürdü.
A insanların iyisine-kötüsüne bakıp kalan, buna razı oldun ya, ne diyeyim? Artık Tanrı yardımcın olsun senin.
“Tanrı emanetlerine gök bile dayanamadı; fakat Tebrizli Şems onları nasıl da yeryüzüne yayıyor.
ÂŞIKLARA DUA. (C.4-S.39)
– A âşıklar, her zaman içtiğiniz sinsin, yarasın, afiyetler olsun size; şu dünya şeker madeni olsun size.
– A âşıklar, afiyetler olsun, şekerler olsun sesi, arşa dek, kürsi’ye dek ağdı; arşı da aştı bu kervan, ferşi de.
– Deniz kıyısından ne diyeyim, ne söz edeyim? Can denizinin yok ki kıyısı; mekândan da üstün a âşıklar, mekânsızlıktan da.
– A âşıklar, o izinin tozu belirmeyenden bir eser belirir diye biz dalgalar gibi gâh ayaktayız, gah yerlere kapanıp secdeler etmede.
– A âşıklar, biri sorar da derse: Kimsiniz a candan, baştan geçenler? İrkilmeden hemencecik deyin ki: Canın canına can olanlarız biz.
– Birisi dalgıç değilse, yüzmek bilmiyorsa ne gam; can denizi, bağışlar mı bağışlar; çünkü o, incileri, madene ucuzca, hatta parasız bağışlar gider a âşıklar.
– A âşıklar, şu şöyle olmalıymış, bu böyle olacakmış sözleri var ya; halkı almış, bir çukura sokmuş bu sözler; biz, şöyleden de kurtulduk, böyleden de.
– Gayb âleminin av yerinden, “Sen atmadın, attığı zaman Allah attı” okları, yaysız-kirişsiz atılıp durmada a âşıklar.
– Gönlü arayıp bulmaktan ümidimi kestim de döndüm, geldim; bir de baktım ki sevgili, sevgiliyle uyumuş, gitmiş a âşıklar.
– A âşıklar, dedim ki: Gönül, ne de güzel yatılacak yer seçmişsin; güldü de dedi ki: Gül alan, gül bahçesinden gül alır elbet.
– Benim ayağımın altında da gül var, onların ayakları altında da gül; fakat bunu, inkar edenlerin meclisinde nasıl söyleyeyim a âşıklar?
ELİNDEN ÇIKIP GİDENE ÜZÜLMEMEYE DAİR. (C.4- S.43)
– Bir hoşluk, bir güzellik, elinden çıktı gitti mi gam çekme, kederlenme, iyi bil ki bir başka şekle bürünür de gene sana gelir o.
– Çocuk dadıdan-tayadan, sütten hoşlanmaz mıydı? Sütten kesilince o zevki şaraptan alır, baldan alır.
– Bu zevk, neliksiz-niteliksiz; fakat şekillere bürünür de belirir, şu balçık âlemde kaptan kaba boşalır durur.
– Güzelliğini, ansızın yağmurda belirtir, yel, onu gül bahçesine sürer, derken yerden çayırlar, çimenler, çiçekler biter, baş gösterir.
– O zevk, gâh su yoluyla gelir, gâh ekmek, et yoluyla; gâh güzel yüzünden belirir, gah at-eğer yüzünden.
– Bütün bu perdelerin ardından ansızın bir gün çıkagelir de bütün putları kırar; o zaman ne bu kalır, ne o.
– Uykudayken can, bedenden çıkıp gider, hayal âlemine dalar, beden hareketsiz kalakalır ya, artık başka şekle bakma sen.
– Dersin ki rüyada kendimi gördüm, sanki bir selviymişim, yüzüm bir lalelik adeta, bedenimse gül, yasemin.
– Fakat o selvi hayali geçer-gider, can evine döner-gelir; işte bunda, bilenlere bir ibret vardır.
– Fitne çıkacağından korkuyorum, yoksa söyleyecek nelerim var; onları da söylerdim; fakat Tanrı; benden daha da iyi söyler, sen eğerin tasmasını bırakma.
– Failkatün failatün failatün failat; arpa ekmeğin yoksa bari arpaya ait hikâye söyle.
– Sonucu ey can Tebriz’i, gönül yıldızlarına bakadur da dünya güneşini, Şemseddin’den vurmuş, parlamış bir ışık olarak gör.
AKILLI KİŞİ İLE ÂŞIK ARASINDAKİ FARKA DAİR. (C.4-S.45)
– Akıllı kişi, her an dile düşmekten, adı kötüye çıkmaktan korkar, gamlanır durur; âşıksa her an kendisinde değildir, rezil-rüsvay olur gider.
– Akıllılar, boğulmaktan kaçarlar, çekinirler; âşıkların işi-gücüyse boyuna denize gark olmaktır.
– Akıllılar, rahata kavuşunca dinlenirler, esenleşirler; âşıklara rahatta-huzurda olmak ayıptır, ardır.
– Âşık, herkesin içinde yapayalnızdır, hani zeytinyağı gibi; zeytinyağı da suyla bir arada, bir yerdedir, fakat sudan apayrı, yapayalnız.
– Aşka düşmüş âşıklara kimdir öğüt veren? Aşığın, aşk maskarası olmaktan başka bir karı yoktur.
– Aşk, misk gibi kokar, o yüzden el-gün duyar onu; miskin, duyulmamak için bir çaresi var mıdır ki hiç?
– Aşk ağaca benzer, âşıklarsa gölgesidir onun; gölge, uzak da düşse ağaçtan meydana gelmiştir, ağaca uyar ancak.
– Çocuğun büyüyüp ihtiyarlaması akıl bakımından bir olaydır; fakat aşk durağında ihtiyarın bile gençleşmesi gerekir.
– A Tebrizli Şems, senin aşkınla alçalan, aşkında alçalmayı seçen, yücelere yücelmede tıpkı senin aşkına benzer.
KENDİNİ ANLAMAYANLAR ARASINDA KALAN AŞIĞIN DURUMUNA DAİR. (C.4-S.49)
– Kendilerinden geçmiş, akıllarını yitirmiş kişilerin arasında bir aklı başında bulunan kimsenin bulunması ne yazıktır, ne yazıktır, ne yazıktır, ne yazık.
– A saki, pervasızca şarap sun; sundukça sun da dünyada bir tek akıllı bile kalmasın.
-Sevgili âşıksan deli-divane ol deyip duruyor; gerçekten de delilerin içinde bir akıllının bulunması soğuk kaçıyor.
– Bir akıllı gelir de içimize katılmak isterse yol yok de, işim var; fakat bir âşık geldi mi tut elinden, çek onu içeriye.
– Ayıp dediğin şey nerden meydana gelir, neden ayıp görürsün bir şeyi? Usanmış, bezmiş akıldan, aklın başındadır da ondan; susuz, hiç yağmur bulutunu ayıplar mı?
– İnkârcı akıl, hiçbir suretle izden, eserden geçemez; izsiz, esersiz yürü, izsiz, esersiz dit de izinin tozu belirmeyenden bir yara almayasın.
– Bir ham, seni tutar da bakırcıya götürürse Yusuf ol, satıl, zararı yok; bir diken seni bilmezse bilme de, sen gül bahçesi ol da ziyanı yok varsın bilmesin.
– Sen İsa ol da evin olmasın, olmaya gör, de. Sen göz ol da sana bir örtü kalmayacakmış, kalmasın de.
TANRI’YA YAKARIŞ. (C.4-S.52)
– A gökyüzünün ışığı, a yeryüzüne Tanrı rahmeti; feryadımı duy, dertli halimi gör.
– Yüzlerce belanın ortasından sana kaçtım, sana sığındım; ya merhamet elini başıma koy yahut yenini salla, lütfet, ihsan et.
– Ya rahmet bulutunu yolla, gam ateşini söndür yahut da İsa gibi beni de şu ateşli dünyadan kurtar.
– Ya muradımı ver, ya beni muraddan geçir, yarın-yarın diye vaat etmeyi bırak; ya öyle yap, ya böyle.
– Ya “Şüphe yok ki biz sana apaçık bir fetih vermişizdir” kapısını aç da yüz binlerce gül bahçesi göreyim, yüz binlerce yasemin seyredeyim.
– Yahut “Senin göğsünü açıp genişletmedik mi” ayetiyle gönlümden dört ırmak akıt: Su ırmağı, şarap ırmağı, süt ırmağı, bal ırmağı.
– A Senayi, yürü, Mustafa’nın ruhundan meded iste; Mustafa, ancak alemlere rahmet olarak gelmiştir.
TANRI ERİ NASIL DAVRANMALI? (C. 4- S. 57)
– Her an, şu gök kubbeden ses gelmede; bu ses, “Göğü biz kurduk kudretle, daha üstününü kurmaya da gücümüz yeter” ayetini okumada.
– Baş kulağıyla değil, can kulağıyla bu sesi duyanlar, her an “Tövbe ederler, ibadet ederler, hamd ederler, oruç tutarlar.”
– Yüce dereceler ıssı Tanrı’dan bir merdiven elde edin, “ruh da ona ağar, melekler de dönüp onun tapısına varırlar.”
– Hayal marangozu ne vakit göğe bir merdive yapar, buna imkan var mı? O merdiven, ancak, “her şey dönüp bize gelir” diyenin elinden çıkar.
– Sabır, şükür keseriyle bu merdiveni yapmadıkça “ona ancak sabredenler nail olur” ayetini okumaya kalkışma.
– Bu keser kimin elinde, bir gör de hoşça teslim ol ona, yuvarlak nesne gibi, “biz üstünüz deyip de keserle inada girişme.
– Birkaç basamak yüceldin mi sağ taraf ehlinden olursun, fakat damın üstüne çıktın mı “ileri gidenlerin de ilerisine geçersin.”
– A sufi, dünya teknesinin sufisiysen yücel, “gerçekten bizler, saf kuranlarız” diyenlerin safına gir.
– Yok-yoksulsan, yokluk-yoksulluk tamamlandı, son haddine vardı mı Allah’tan başka bir şey kalmaz, sözüne kulak ver; fakihsen, “onlar anlamazlar” pisliğinden arın.
– Nun gibi rükudaysan, kalem gibi secdeye kapanmışsan “and olsun nun’a, kaleme ve yazdıklarına” ayetinde olduğu gibi yazılanlara ulaş, onlarla birleş.
– “Görür onlar” vaktinden önce “yakında görür” ayetinin şuh gözü kesil; dalkavukların önünde dalkavukluk edenin hali gibi bu tahammül de ne oluyor?
– Sidre gibi kök sal da hiçbir şüphe yok onda alemine dal, böylece de “ölüm soluğundan” dalın, yaprağın titremesin.
– Dikkat et de bak, o bahçe, “üstünde dolaşan felaket yüzünden kavrulmuş, kararmış”; onların düşünceleri de yanmış, bahçeleri de, halbuki “uyuyakalmışlar onlar”.
KİBRİN VE ÖFKENİN YAPTIKLARINA DAİR. (C.4- S.84)
– Bütün kızgınlıklar, kibirden kopar, ululuktan arın; ululuğa düşmek istemiyorsan yürü, benliği-varlığı bırak, toprak ol.
– Kızgınlık, ancak ululuktan, benlikten doğar; ikisini de merdiven et, bas üstlerine de göklere ağ.
– Nerde bir öfke görürsen o öfkede ululuğu ara, benliği ara; şu iki yılandan hoşlanıyorsan var yürü, Dahhak ol.
– Ululuktan, kızgınlıktan uyanıksan var bir bucağa, rahatça uyu; yook, eğer ululukla, kızgınlıkla gönlün neşeliyse, git gamlara dal, dertlen dur.
– Köpekler gibi kızmayı boşla, aslanların gazabına bak; aslanların gazabını da görünce var, bir yaşına girmiş koyun gibi yavaş ol.
– Seni öfkelendirecek tatlı lokmayı yeme, şanına, sen olmasaydın gökleri yaratmazdım denen erden lokma ye, onun kulu-kölesi ol.
– Yürü, aşk kasabı ol; ululuğun, kinin kanını dök; niceye bir, bu iki köpeğin altında uyuyup kalacaksın? Çevik ol artık.
HEY AŞIK, İYİ DİNLE… (C.4- S.85)
– Bana aşıksan seni darmadağın ederim, iyi işit; az yap, çünkü sonunda seni yıkarım ben, iyi dinle.
– Balarısı gibi, karınca gibi yüzlerce ev yapsan gene seni kimsiz-kimsesiz, evsiz-barksız bırakırım; iyi duy.
– Sen, erkek-kadın, bütün halkın sana karşı sarhoş olmasını istiyorsun, bu fikirdesin; fakat ben seni sarhoş etmeyi, seni şaşkın bir hale getirmeyi kurmadayım; iyi işit.
– Mademki Halil’sin, ateşten hiç korkma, sağ-esen yürü; ben ateşi yüzlerce gül bahçesi yaparım sana; iyi dinle.
– Kafdağı olsan seni hızlı hızlı dönen değirmen haline getiririm de fırıl fırıl döndürürüm; iyi duy.
– Bilgide kelli felli Lokman kesilsen, Eflatun olsan bir bakışta hiçbir şey bilmez bir hale getiririm seni, iyi işit.
– Benim elimde avlanmış bir ölü kuş misalisin sen; avcıyım, kuşlara tuzak kurarım seninle, iyi dinle.
– A bekçi, definenin başucunda uyumuş bir yılana benziyorsun; yaralı yılan gibi kıvır-kıvır kıvrandırırım seni; iyi duy.
– A sedef, mademki denizimize geldin, gamlanma; sedefler gibi inci saçan bir hale sokarım seni; iyi işit.
– İsmail gibi kurban bile etsem, boğazına bıçaklar sürsem ne el görünür, ne yara belirir; iyi dinle.
– Eteğin bulaşıksa eteğimize sarıl, sarıl da ay gibi ışıktan bir etek vereyim sana; iyi duy.
– Devlet kuşuyum ben; lütfumla gölge saldım başına, böylece de seni Feridun haline getireceğim, padişah yapacağım, iyi işit.
– Kendine gel de az oku, sus da dayan; dayan da seni Kuran’ın ta kendisi yapayım; iyi duy bu sözü.
ALLAH NİYE GİZLENİYOR Kİ? (C.4- S.106)
– Sen, yüzlerce gül bahçesinin canısın, fakat yaseminden gizlendin; a benim canımın canına can olan, nasıl oldu da benden gizlendin sen?
– Gökyüzü, seninle aydın, peki niçin sen perde ardına girersin? Şu beden, mademki seninle diri, ne diye gizlenirsin bedenden?
– A erlerin padişahı, Tanrı kıskançlığının olgunluğu, kendi güzelliğinin sonsuzluğu yüzünden işte böyle, erkekten de gizlendin, kadından da.
– A dokuz göğün ışığı, dokuz göğü de aştın da, bu ne sırdır, bu ne hikmet, tuttun, bir leğen altında gizlendin gitti.
– A Süheyl yıldızı, güneş bile senin ışığında görünmüyor, gizleniyor; hayrola, hayrola; sense tuttun Yemen’den bile gizlendin.
– Tatar ülkesinin miski, her an halka kendini gammazlar durur; sen Hıtay ülkesinin padişahısın, fakat Huten’den de gizleniverdin.
– Bizden de gizlenirsen şaşılmaz, iki dünyadan da gizlenirsen; a kendinden geçen Ay, sen, kendinden bile gizlendin çünkü.
– A canlara apaçık görünen, öylesine gizlendin ki bu aşırı gizlenişle gizlenişten de gizlendin.
– A Tebrizli Şems, Yusuf gibi bir kuyuya düşmüşsün, a abıhayat, nasıl oldu da ipten bile gizlendin gitti?
TANRIYI ULULAMAYA DAİR. (C. 4- S. 122)
– Tanrım, hastalara ferahlık veren sensin; lütuflar, rahmetler içinde can gibi gizli olan sensin.
– Sana yalvarsınlar, yakarsınlar diye hasta ettin kulları; çünkü sensin feryatları, figanları satın alan.
– Hepsi de dertlerine derman aramada; dertlerinin dermanıysa seni arıyor, seni istiyor; çünkü sensin derdi de yaratan, dermanı da.
– İnsanı halkın kapısına düşüren, dertler, önceden meydana gelen bir perdedir; sonu, sonucu sensin, sonunda senin kapına başvurulur.
– Nerde bir bağlanmış, kapanmış iş varsa, o işe gözü kapayan sensin; nerde bir iş revaç bulur, aydınlanırsa o parlayan parıltı sensin.
– Onunla yatışsınlar diye yaralılara feryat bağışlarsın, fakat gerçek alemine bakarsam, derdimizle feryat eden yine sensin.
– Sensin diyen de vallahi sensin; sensin bu meydanda top, sensin çevgen, gene de sensin şu meydandaki oyunu seyreden.
– Bunu birisi inkar eder, deliller koşmaya girişirse onun nefsindeki vesveseler yüzünden deliller koşan da sensin.
– Birisi sensin der de bu sözünden de korkarsa onun canında korku perdesine gizlenen, korkan da gene sensin.
– Bir düşünceyle gül bahçesi edersin zindan bucağını; her zindanın eziyeti sendendir, her gül bahçesinin zevki senden.
– Bir işi biri ister, öbürü istemez; onları bu aykırılığa sen düşürdün, sensin onların fitnesi, sınanması.
– O, bunun sevgilisidir, gene o öbüründen nefret eder; gözleri bağlayan sensin, gözün-gönlün kıblesi, varı-yoğu sensin.
– Yüz binlerce şekli, sureti, bir şekle, bir surete kul edersin, sanki o, padişahtır; hayır, tuzaktır o padişahlık, sensin padişah.
– Kulluk da, sahiplik de, padişahlık da hep senin yazındır; bu mektebin eğri yazısı da sensin, doğru yazısı da sen.
– Bedenlerimiz, evlerdir, canlarımız, o evlerde konuk; bedenlerle canlar senin gölgen, sensin o konuğun canı.
– Elimizi ibadete atar, gözümüzü imana dikeriz, imanın da sen olduğunu bize göstermen ümidiyle.
– Lütuf elini, ihsan elini başımıza koy; aydın gözlerimizi sana dikmişiz, ihsan et bize, o ihsan da sensin zaten.
– Gafletimiz de seninle işe yarar ancak, uyanıklığımız, ayıklığımız da; zaten uyanık sensin, bu bakımdan gafletimizin aslı yok bizim.
– Sana tövbe etmek temelinden saçma bir şey, tövbeyi bozmaksa ondan beter; canlar ahitlerinden döndülerse bile o ahit de sensin zaten.
– Altın gibi, bakır gibi, akik gibi canları yetiştiriyor, olgunlaştırıyorsun; ne şaşılacak şey, maden yalnız sensin, nasıl oluyor da mücevherler çeşitli oluyor?
– Gündüzün bizde sayısız sonsuz huylar, sıfatlar vardır, geceyedek çeşitli sıfatlara bürünürüz, fakat gece oldu mu o sıfatlardan arıtırsın bizi; sıfatlara sahip olan sensin zaten.
– Gündüz, ta geceye dek birbirimize böyle acır dururuz; fakat gece olunca bütün bu acımalar sana ulaşır; çünkü acıyan sensin.
– Dünya padişahlarıymış, sarayda-sayvanda hüküm sürüyorlarmış, aslı yok; biz bildik ki sarayda-sayvanda hüküm süren tek sensin.
ÖLÜME DAİR. (C.4-S.173)
– Ömür, yarının ümidiyle geçip gitmede; gafilcesine kavgalarla-gürültülerle bitip durmada.
– Ömrünü içinde bulunduğun bugün say; bir bak bakalım, ne sevdayla geçiyor?
– Gah kese kaygısıyla, gah kase ümidiyle gidiyor ömrümüz; her solukta keseden eksilmede.
– Ölüm, bir-bir çekip alıyor bizi; akıllıların beti-benzi, onun heybetinden sararıp soluyor.
– Ölüm, yolda durmuş bekliyor; ticarete dalansa seyre-seyrana gitmede.
– Ölüm, anıştan da yakın bize; fakat gaflete dalanın aklı nerelere gitmede, bilmem ki.
– Bedeni besleyip geliştirmeye bakma, sonucu kurban olacak zaten; gönlü beslemeye bak, çünkü odur yücelere giden.
– Şu leşe, yağlı-ballı şeyleri az ver; çünkü kalıbını besleyen rezil-rüsvay oluyor da gidiyor.
– Cana, yağlı-ballı düşünüş, anlayış, buluş gıdaları ver de gideceği yere kuvvetli gitsin.
– Düşünüş, anlayış, buluş da Selahaddin’den gelir sana; çünkü o, güneş gibi yapayalnız gidiyor.
GÖRÜNEN DE O, GÖRÜNMEYE DE, HER ŞEY O. (C.4-S.183)
– Aşkın sırları kime belirir, görünürse varlığı kalmaz; çünkü yok olur gider sevgilide.
– Mumu yak, güneşin önüne koy; güneş ışıklarına boğuldu mu bir bak da gör;
– Mum ışığı yoktur da, vardır da; hem eseri belirmez, hem belirir güneş ışığıyla.
– Şu beden ateşi de tıpkı böyledir can ışığında; bu ateş hem kalmaz, hem kalır sanki.
– Irmak akar, çağlar ta denize dek; fakat denize gark oldu mu kaybolur gider.
– Arayanlar oldukça vardır aranan; fakat aranan-istenen geldi mi, aramak işe yaramaz artık.
– Şu halde aramak oldukça arayanın noksanı vardır; fakat arayış kalmadı mı arayan başbuğ kesilmiştir.
– Aşksız beden külah arasa bile başı yoktur ki, başı tamamıyla sarıktan ibarettir onun.
– Ansızın bir gül yüzlüyü görse o sarık, o kafa diken kesilir ona.
– Başında bu sırlar bulunan kişi, benim gibi Şemseddin’in havasına düşer.
AKIL MI, AŞK MI? (C.4-S.187)
-Akıl, yola düşenlerin yolunu keser a oğul; yol apaçık, çöz şu bağı, koparıver a oğul.
– Akıl bir bağdır, gönül hile-düzen, cansa örtü-perde; yol, bu üçünden de gizlidir a oğul.
– Akıldan, candan, gönülden geçtin mi, gerçeğe erersin; bu da umulur senden a oğul.
– Kendinden geçmeyen er, er değildir; dertsiz aşk masaldır, masal a oğul.
– Göğsünü sevgiliye amaç et; bak, yayı kurulmuş, oku yayda a oğul.
– Gönlü, onun okuyla yaralananın alnında yüzlerce iz vardır, eser vardır a oğul.
– Aşk, nazlı-nazenin kişilerin harcı değil, aşk, pehlivanların işidir a oğul.
– Âşıklara kul-köle kesilen, sahip-kıran bir padişahlar padişahıdır a oğul.
– Aşkı kimseye sorma, aşka sor; aşk, inciler yağdıran bir buluttur a oğul.
– Aşkın benim tercümanlığıma ihtiyacı yok, aşk kendinin tercümanıdır a oğul.
– Yedinci kat göğün üstüne çıkmak istiyorsan aşk, bir güzel merdivendir a oğul.
– Nerde bir kervan yola düşmüş gidiyorsa, bil ki o kervanın kıblesi aşktır a oğul.
– Şu dünya, seni aldatmaz, aşktan alıkoymazsa, kaçar kaybolur gözünden a oğul.
– Kendine gel de sus, yum artık ağzını sedef gibi; çünkü şu dilin yok mu, canına düşmandır senin a oğul.
Tebrizli Şems geldi, can sevinç içinde; çünkü Şems’le kıran etti a oğul.
AŞK VE AŞIĞIN ÖZELLİKLERİ. (C.4-S.196)
– Aşkın, küfürle, imanla ne işi var? Canın adlarla-sanlarla ne işi var?
– Aşıklar, sevgilinin çevgeninde topa benzerler; topun ne işi var elle ayakla?
– Çevgen nereye çelerse o yana koşar durur; ne işi var topun yukarıyla-aşağıyla?
– Aynadır o, güzeller ona bakarlar; fakat güzel yüzle, çirkin yüzle ne işi var aynanın?
– Keler boş vermiştir su içmeye; ona ha çeşme olmuş, ha saka; ne işi var onun bunlarla?
– Yurdu hatır olan ayağının evle, yerle ne işi var?
– Atmosferden bile geçip giden İsa’nın ne işi var soğukla, sıcakla?
– A gayb tellalına risaleler kesilmiş yazılar; gidin, ne işiniz var sizin sözle, kavgayla?
KORKULMASI GEREKEN DURUMLAR NELERDİR? (C.4-S.200)
– A hünersiz, marifetsiz gönül, kork Mirrih’ten; kork padişahlardan, ağırlamaya, ikramlarda bulunmaya başladılar mı?
– Padişah ikramı tatlı lokmadır; fakat yemi gördün mü kork tuzaktan.
– Yağmur rahmettir, nimettir amma kork şimşekten, yıldırımdan; günlerin padişahısın amma kork günlerden.
– Padişahların lütfu, seni küstahlaştırır amma zamansız küstahlıktan kork.
– Aslan güldü mü emin olma; kork o anda kan içen yaradan.
– A sinek, gönlünü verme şekere; göz bademdir amma kork bademden.
KURTULUŞ AŞKTA. (C.4-S.215)
– Gönlün daralsa, sıkılsa da, usanıp bezsen de bu yolculuktan kurtulmana çare yok a münasebetsiz.
– Gönlünü hoş tut, başını sağa-sola sallama; hadi düş yola, ağır davranmayı bırak.
– Yoksa çeke-sürüye götürürler seni; her yanda bir çavuş var, her tarafta bir elçi.
– Evde yoksun, düşüncen nerelerde? Halkın düşünceleri, hep yol azdıran gulyabanilerin ellerinde.
– Yüceyi aşağılık yerlerden ayırt etmesinler diye halkın gözlerini boyamışlar, büyü yapmışlar, gözbağcılık etmişler.
– Fakat büyücüleri büyüleyen başka büyücüler de var; onların gönüllerine girer onlar.
– Şaşkın-şaşkın bakınma, asla göz dik de ölüm gününde asılsız, temelsiz kalma.
– “Biz indirdik” ayetini oku da şükret; çünkü güneş yücelerden yere indi.
– Yüzü yakan güneş değil, bakıp giden güneş değil.
– Az nara at, çünkü sevgili yakın; öyle yakın ki senin içine girmiş sanılır adeta.
– Tanrı gizli olsa bile görünür; mucizeler var, adalet sahibi tanıklar var.
-“İnsan pek acelecidir” buyurmuştur amma sen acele etme pek, sabırlı ol.
YA BU DEVEYİ GÜDERSİN, YA BU DEVEYİ GÜDERSİN. KAÇSAN NEREYE KAÇACAKSIN? (C.4-S.221)
– Aşığım ben, kaçmadım âşıklardan; a pehlivan, kaçmadım savaştan.
– Aslanlar gibi saldırdım aslana, tilki gibi kaçmadım, kaybolmadım ortadan.
– Gökkubbeye çıkmayı kurdum, merdivenin ortasında kaçıp gizlenmedim.
– Her derde dermandım, şunun-bunun baş ağrısından kaçmadım ben.
– Hiç ilacı hastadan kaçtığını gördün mü sen? Ben de ilacım, ben de kaçmadım işte.
– Canla-gönülle peygamberlerin izlerini izliyorum; aşağılık kişiler gibi kaçmadım.
– Diri olarak avlanmaya çalışmadayım; diri kalacağım, çünkü candan kaçmadım ben.
– O büyük yayın okundan kaçmadım da oklar yağdıran gözlerine öyle kavuştum.
– Mızrak yarasından kaçmadım da o yüzden kılıcımın açtığı yara işledi, okum amaca vardı.
– Şeker deniziyim, ekşiden korkum yok; kaçmadım ziyandan, kar ettim, kardayım ben.
– Tebrizli Şems, apaçık geldi; açıktan da kaçmadım, gizliden de.
AŞIĞIM DİYORSAN YANDIN. (C.4-S.226)
– Bana aşıksan darmadağın ederim seni; az yap, çünkü sonunda yıkarım seni.
– Balarısı gibi yüzlerce ev kursan gene seni sinek gibi yersiz-yurtsuz bırakırım.
– Sen halkı kendine hayran etmek fikrindesin; bense seni sarhoş etmeyi, seni hayran etmeyi kuruyorum.
– Kafdağı bile olsan değirmen gibi tutar, fırıl-fırıl döndürürüm seni.
– Bilgide Eflatun olsan, Lokman kesilsen bir görünüşte hiçbir şey bilmez bir hale sokarım seni.
– Elimde ölü bir kuşsun sanki; avcıyım ben, seninle tuzak kurarım kuşlara.
– Definenin başındasın, bir yılan gibi kıvrılıp uyumuşsun, fakat ben yaralı yılan gibi kıvrandırırım seni.
– İster delil getir, ister getirme, delil oluşta reddedilmez bir hale sokarım seni.
– İster la havle çek, ister çekme; şihaplar gibi şeytana La havle yaparım seni.
– A tutsak, niceye bir şuyu-buyu örtüp duracaksın? Hepsinden vazgeçersen o yok mu, o ederim seni.
– A sedef, mademki denizimize geldin, sedef gibi inciler saçan bir hale getiririm seni.
– İsmail gibi kurban ederim seni amma boğazına bıçakların sürtülmesine imkân yoktur.
– Mademki Halil’sin, ateşten korkma; ateş içinde yüzlerce gül bahçesi yaratırım sana.
– Eteğin yaşsa yapış eteğimize, yapış da Ay gibi ışıktan bir etek vereyim sana.
– Ben devlet kuşuyum, başına gölge saldım; böylece de seni Feridun edeceğim, padişah yapacağım.
– Kendine gel, az oku, sus da ben okuyayım, Kuran’ın ta kendisi yapayım seni.
YAZIK Kİ NE YAZIK! (C.4-S.252)
– Sarhoşların arasında bir akıllının bulunması ne yazık şeydir, ne yazı şey, ne yazık.
– Aklı başında birisi gelirse yol yok ona; fakat bir sarhoş geldi mi tut çek onu, sürüye-çeke sok içeriye.
– Şarabın mahmurluğunu istiyorsan gir içeriye; ekmeğe tapıyorsan yok burada ekmek.
– Ekmeği kendisine put eden adamın şu güzeller arasında ne işi var?
– Eğer dala, girerse içeriye, yüzlerini örterler; tek görmesinler o kaltabanın yüzünü.
– Öylesine bir gümüş bedenli güzel istiyoruz ki gizli-açık, kendisine benzer bir gümüş tanımayalım.
– Güzelliğini altına-gümüşe satan orospudur, cennet hurisi değil.
– Cebrail gibi gönlün temiz olmazsa define olsan gene o dünyaya giremezsin sen.
– Arif, tam yirmi yıl gözünü yıkamış, kırba-kırba gözyaşları dökmüş durmuş.
– Güvensinler, dadansınlar sana da ondan sonra gir hareme; önce de söz söylemekten vazgeç, yum ağzını.
– Tebrizli Şems, ağzını yumar, sırrı bilirsen doğu kapısını açar sana.
DELİ OLMADAN VELİ OLUNMAZ. DELİLİĞİN ÖZELLİKLERİNE DAİR. (C.4-S.280)
– Delilikten daha iyi bir çare nedir? Delilikten yüzlerce demir kırılır gider.
– Kendi aklıyla niceler kafir oldu; fakat delilikten kafir olanı gördün mü sen?
– Zahmet çoğaldı mı yürü, deli divane ol; zahmet delilikten arıklaşır, erir.
– Delilerin gittikleri meyhaneye git de tez bir delilik kadehi çek.
– Ah, Keykubad’la Sencer, delilikten ne de mahrumdur, ne de nasipsiz.
– Delilik ordusunun atlıları, ne de neşelidir, ne de muzaffer, ne de devletli.
– Delilikten bir kadeh elde edersen Mesih gibi göklere uçarsın.
– A Tebrizli Şems, senin aşkın için delilikten-divanelikten yüzlerce kapı açtım ben.
GAMA SABRETMEDEN ADAM OLUNMAZ. (C.4-S.322)
– A gam, bedenimin tüyleri gibi beni kaplasan gene de bana yük olamazsın; bu durak, şekerlerle dopdolu, senin bir işin yok burada.
– Gam-gussa, o gönülde olur ki boş şeylere heves etmiştir; gam, o düzenbaz güzelin bulunmadığı yere gider hep.
– A gama, tamamıyla altın kesilsen, baştanbaşa şekere dönsen ağzımı yumarım da, ben şeker yemem demek isterim sana.
– Gönülde bir denk varsa onun şeker dengidir; gönülde bir yolculuk kuruntusu varsa ancak sevgiliye gitme, ona ulaşma kuruntusudur.
– A gamdan kurtulmayan, defet derdini, gamını onun; sevgiliyi görecek gözün yoksa kokusunu duy bari de neşelen gitsin.
– Dolunmayan Ay, onun yüzü; beyit de saçları onun, gazel de; koku, ancak onu göremeyenlerin payı.
MAL BEKÇİLERİNE DUYURULUR. (C.4-S.349)
-İyiye-kötüye harcanıp gidene yazıklanma, iyi olmuştur, iyi; gönül bir sepettir, her kırık-dökük şeyi koyma sepete.
– Gönül alçaklığını huy edinen, haddini aşmaz; fakat hadden aşırı ölümsüz bir varlık bulur.
– Aç altın sandığını, saç altınları imanın başına; bil ki senin son sandığın mezardır.
– Mezarını gerçeklik altınıyla doldur; şehvet, hırs, haset bakırlarıyla doldurma.
– Sana, senden başkası verse onu, almazsın, reddedersin; sen de verirsen bil ki sana reddedilir.
– Kalp para verme, bil ki müşteri aldanır; kork “eyvahlar olsun her mal toplayıp sayana” tehdidinden.
– Sana ferahlık görünen nefsine darlıktır; Tanrı nefis için “ben onu darlığa hapsettim” demiştir.
TÖVBENE NE ZAMAN TÖVBE EDECEKSİN? (C.4-S.362)
– Sevgili, dün gece sarhoş geldi bahçeden; a tövbe edenler, dün gece sel aldı, götürdü tövbeyi.
– Yüz yıllık aşığım ben, tövbe nerde ben nerdeyim? Yüz yıllık tövbeyi bozdurdu, kırdı-geçirdi sevgili dün gece.
– Halvete çekilmiş şarap, küpün gönlünde sarhoş oldu; dün gece coştu-köpürdü, halveti de bıraktı, tövbeyi de bozdu, dışarı fırlayıverdi.
– Mahalleye bir gürültüdür düştü; akıl, amanın diye feryada başladı; dün gece akıl muhtesibinin elleri bağlandı.
7 KERE DEĞİL HER AN TAVAFTA OLMALISIN. (C.4-S.371)
– Canların Kâbe’sisin sen, çevrende tavaf etmedeyim; kızgın değilim ki yıkık yerlerin üstünde dönüp dolaşayım.
– Bundan başka sanatım yok, bundan başka işim-gücüm yok; sanatım da gökyüzü gibi gece-gündüz dönüp durmak, işim-gücüm de.
– Güzelimin önünde secdeye kapanmaktan, dilberimin çevresinde dönmekten daha güzel bir iş var mıdır; sevgiliden daha güzel bir sevgili kimdir ki?
– Pılımı-pırtımı hacca çektim, orda yerleşmeyi kurdum; pılımı-pırtımı Arap aldı, götürdü; yerleşip karar etmemi dönüp dolaşma aldı gitti.
– Susuz, uykusunda havuzdan, testiden başka ne görür? Ben de seninle kavuşmaya susuzum; çevrende dönüp dolaşmayı nasıl bırakabilirim?
– Secdeye kapandım mı varlıktan kurtulur-giderim; tavafa başladım mı Kabe, şefaatçi olur bana.
– Akıllı hacı, niceyebir, yedi-yedi tavaf eder durur? Ben deli divane bir hacıyım, kaç kere döndüğümü saymam bile.
– Güle dedim ki; Diken nedir? Sür gitsin onu; dedi ki; Gül yüzüm, onun çevresinde çok döndü dolaştı.
– Hava, ateşe, duman sana layık değil dedi; ateş, bırak da kıvılcımlarımın, yalımlarımın çevresinde dönsün dursun dedi.
– Aşk beni övdü de dedi ki: O, her gece Ay gibi, başıyla, yüzüyle izimin tozuna uyar, o tozun çevresinde tavaf eder gider.
– Gökyüzü gibi bastığım toprağa secde eder; kadeh gibi mahmurluğumun çevresinde döner-durur.
– Hocam, avın önüne düşüp koşmam, şaşılacak bir şey değil; asıl şaşılacak şey şu ki avım, benim çevremde dönüp durmada.
– Şu dört tabiatı, dört hamalın sırtı say; tabut gibi gelip de dört tabiatımın çevresinde dönüp durma.
– Şu ilin yelinde, sevgilinin kokusu var; yoksa böyle karanlık bir ilde dönüp durur muydum ben?
– Ona yutulmaya, onun, varımı-yoğumu alıp götürmesine aşığım ben; öyle olmasaydım hiç böyle onunla kumar oynamak için dönüp dolaşır mıydım?
– Yüce bir selviyim, güzün de güzelim, yemyeşilim; ilkbaharın çevresinde dönen, ilkbaharı özleyip bekleyen ot değilim ben.
– Kalkansız, kalenin etrafında dönüp dolaşmaman için kıskançlık ordumuzdan kaza okları gelip durmada.
– A gam, bir kerpice benzeyen varlığımı ez, toza döndür de toz gibi o ata binmiş güzelimin çevresinde döneyim gitsin.
– Yeter artık, balıklar gibi suyun içinde sus da tava gibi ateşimin üstünde dönme.
KENDİNE YABANCI OLANIN HALİ. (C.4-S.425)
– Bu sema, bir yabancı yüzünden böyle yarım kaldı; puhukuşunun bed sesi, halkayı yıkık yere döndürdü.
– Kara benzeyen kişi, vakti-zamanı soğutur gider; hatta çözülüp sel gibi aksa bile evi yıkar, yerle bir eder.
– Dışardaki yabancı kötüdür, fakat içerdeki daha da kötü; bir dişin çıkarılması bile yabancılık yüzündendir.
– Yabancı, halden bilmez kişi, güz yelidir; bağı-bahçeyi sarartır-soldurur; tohumları bile yerde sıkar, hapseder, güzelliklerini göstermez.
– Yüzüne karşı gül gibi güler, fakat ayağına diken gibi batar; tarağa benzeyen o iki başlıdan sakalını korumaya bak.
– Savaş safındaki bir korkak yüzünden yürekli erlerden meydana gelmiş nice ordular bozguna uğramıştır.
– Tebrizli padişahlar padişahı Tanrı ve din Şems’i yok mu? O, bütün toplulukların mumudur; ona pervane kesilmişimdir ben.
CİLT
Uykudan uyanınca insan, dünden de kurtuldu, yarından da.
Akıl uyanıktır ama daima diri olan, daima işte-güçte bulunan Tanrı yüzünden uyanık; köpek bekçilik ediyor ama çobanın yüzünden.
Köpek hünerini çobandan bilirse ziyanlar kardır; fakat kendisini çoban görürse bütün karlar ziyan.
Kalem, yazıda bir harf eksik gördü mü, oraya kor elini; ne diye düzeltme aşkıyla eksik harfi arayıp bulmazsın.
Yakının bile insana yabancı görünmesi, insanın tamahı yüzündendir; insan tamah etmeseydi herkes dayı olurdu, amca kesilirdi insana.
Uykuya dalmış kişi, bir hayaldir görür; düşüncelere dalar gider; şu dağınık uykudan bir sıçrayıp kalksaydı görürdü ki nimetler içindedir.
Birisi, gam zindanına düşmüş görür kendini; öbürü, İrem bağına girmiş; uyansalardı ne zindan kalırdı, ne İrem bağı.
Coşup sarıklarını atan başlarda erlik yoktur; laftan ibaret karla nerden düzene girer Pazar a benim canım?
Kurt huylu kişiyi bırak, öylesi ava yüz tutulmaz; kar aramaktan vazgeç; bu iş, girişilmeye bile değmez.
Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci mercan da nedir, bir sevgiye harcanmadıktan, bir güzel sevgiliye feda edilmedikten sonra?
Bir köpekten başka bir şey olmayan benliğe tutsak kesilen, nasıl olur da Tanrı aslanı olurmuş?
Şu ekmeğe, şu fırına boş verir, bunlardan hür olursan, başka bir dünya düşüncesi gelir sana, onun için ağlamaya koyulursun.
Yook, ekmek kaydında kalırsan can sevgilisi gelir de sana der ki: Var, ekmeğe dost ol, onunla seviş, sana dost olamam ben.(S:39)
Pek güzel olanlar, işve yapmazlar, cilvelenmeye aldırış bile etmezler; fakat sevgilerinde binlerce hile, düzen vardır.
Ne önde ara, ne artta, ne de gökyüzünde; kendi gönlünde ara onu; görmez misin ki rüyada bağdasın, gül bahçesindesin.
A akıl, a anlayış, hem onu gördüm diye laf edersin, hem de kendindesin ha; vallahi de ilhamın, anlayışın yok, billahi de.
Senin gıdana nail olsa bir katre, inci kesilir; bağladın, karşı kodun mu Kafdağı bile bir zerre olur gider.
Ben karanlık değil miyim, sen ışık değil misin? Ben yas değil miyim, sen düğün değil misin? Ben yıkık bir yer değil miyim, sen mamur değil misin? Ben cisim değil miyim, sen can değil misin?
Kadehleri birbiri ardınca sun, keder atının kes ayağını, gebert gitsin; can kadehleriyle akılları yok ediver.
A dervişlerin düşmanı, sen kendindesin, fakat kendinden geçmişlerle uğraşma; onlara ulaşamayacak elini uzatmaya kalkışma.
Kendinden haberin oldukça yoldaşlık edemezsin benimle; çünkü o Tanrı’ya ulaşan Miraç için ancak yok-yoksul er gerek.
Dışın yok-yoksul ama içindeki nefis, pek kahredici; bir kâfir müraicik; yol uğrağına oturmuş, yol kesip durmada.
Canında bir Kadir gecesi var, ne diye kadrini bilmezsin? Her solukta seni coşturur durur o, sen ne diye onu coşturmazsın?
O güzel sevdası, beni bilginlikten, Kuran okumaktan öylesine çekti-dışarı attı ki işte böylece sevdalara düştüm, deli divane oldum gitti.
Çalışa-dileye seccadeye sarılmıştım, mescide girmiştim, zahitlik elbisesine bürünmüştüm; hayra hayır, ibadete ibadet katmaktaydım.
Aşk, mescide girdi, a irşad eden hoca dedi; varlık bağını kopar, ne diye namaz yerine bağlanır kalırsın?
Kılıcımın açacağı yaradan ürkme, yüreğin oynamasın, boynunu koy yere, koy eğer bilgi sahibi oluştan, görüş sahibi olmayı diliyorsan, o yola düşeceksen.
Sineğin, yaratılışındaki kabiliyet yüzünden çalışıp çabalasa Zümrüdüanka olabileceğinden haberi olsaydı her tezeğe konar mıydı hiç?
Çaresiz ney, neyzenin soluğundan başka ne ses çıkarabilir? Mezarlığa gidince seyret kırılıp dökülmüş neyleri.
Kör ışığı görmezse ışığın ayıbı mı vardır? Şeker illetine tutulmuş kişi, şekeri kınarsa ne kusuru var şekerin?
Gel a günümün eşi-dostu; dün gece kulağına, zevk-neşe, yok oldun mu gülmeye başlar; varını-yoğunu kaybet ki artasın, var olasın dememiş miydim?
Dikme o hırkamızı, yırt gitsin; hırka diken şeyh yaramaz bize.
Altına-kadına canla-gönülle tapma; şu Tanrı’ya kafir olan iki kızın yürü üstüne.
DÜNYA SİZE, AŞK VE YOKLUK BİZE. (C.6-Sayfa.117)
– Senin yüzünü gördük mü, bayram olur bize; gel a bayram, bir bayram getir bize.
– Bayramın canısın; senin yüzünden a sevgili, canlarımızda binlerce bayram var.
– Yokluk alemine baş çekmişiz; sarık derdi, dertlendiremez bizi.
– Biz, kendimize bile yabancı olmuşuz; yabancının derdi yoktur bizde.
– Atlaslar, hayalden doğma şiirler sizin olsun; o sevgilinin güzelim hayali bizim.
– Hile-düzen kitabı sizin olsun; yankesici güzelin payı-azarı bizim.
– Size, bir yılda iki bayram var; bizim işimizdeyse her solukta, yüzlerce bayram.
– Sizin bol-bol gümüşünüz altınınız olsun; sıkıntıları onaran yaratıcının güzelliği de bizim olsun.
– Sizin Arap atlarınız olsun sayısız; Ahmed-i Muhtar’ın Burağı da bizim olsun.
– Dünya tamamıyla bayram olsa, neşe dolsa sizin olsun dünya; sevgili bizim olsun yeter bize.
– Mademki susmaya yüz tuttun; aşkın kuvvetlendi demektir; işte şimdicek sözümüz kısaldı bizim.
– Gel a en büyük bayram, gel a Tebrizli Şems, şunun-bunun elinde bırakma bizi.
—–
Her mescidde güneşten bir mihrabım var. Yanlış söyledim; bizim mescidimizde, kapının dışında kapıcılık eder güneş.
Gölge, nasıl olur da güneşten canını kurtarabilir? Canı, güneşin elindedir zaten.
Sus, çünkü görüşün afetleri, daima sorudan, cevaptan ileri gelir.
Senin korkundan susan, eşek bile olsa pek akıllıdır doğrusu.
Sultan olduktan, padişahlığı gördükten sonra tutup yoksulluk etmeye kalkışman, yakışık almaz.
Sizi, sizsiz çağırıyor sevgili; sizin, şu sizliğe düşmeniz doğru değil.
Mademki dünyaya gök sofrası geldi, bundan sonra da yokluğa düşmek olamaz.
Gam devesi uyuzdur ama öndedir, öndedir, önde. Onun ardından da memeleri sütle dopdolu neşe devesi vardır; öbürünün ardındadır, ardındadır, ardında.
Birisine teslim olma hususunda sarhoştum adeta; bilmiyordum ki Tanrı bana teslim olmuş.
AHMAKLA SAKIN DOST OLAYIM DEME. ASLANDAN KAÇAR GİBİ KAÇMAYA BAK AHMAKTAN. (C.6-S.130)
– Kasabın biri bir ahmağa et attı; ahmak, eti iri gördü, öküz eti sandı.
– Kasap ona bir but daha verdi; ahmak, ölmüş hayvan eti bu dedi, işte kokuyor da.
– Murada erişme sebeplerini veren, Tanrı’dır; sen diyorsun ki: Bu da nedir ki? Herkesin verdiği şey.
– Sana geldi de o yüzden adileşti zaten; ona el vurdun da o yüzden pis oldu.
– Ahmağın ne nekesliği olur, ne cömertliği; çünkü ikisini de düşmanlık temeli yapar o.
– Düğünde de ahmaktan kaç, yasta da; hani İsa’nın kaçtığı gibi babacığım; Tanrı daha iyi bilir ya.
——————-
Hamdolsun Allah’a, mihrabın da, haçın da hüküm sürdüğü şu daracık yerden, onun aşkıyla sıçradık, kurtulduk.
Ne söyleyeyim? Düşünceden doğan söz, kokmuştur, rezildir.
SEMA İNSANI SEMAYA ÇIKARIR. (C.6-S.134)
-Sema, diri kişilerin canlarına rahat-huzurdur; canında can olan bilir bunu.
– Gül bahçesinde yatıp uyuyan kişi, uyanmayı ister. Fakat zindanda uyumuş olan, uyanırsa ziyana düşmüş olur.
– Sema düğün olan yerde olur, yas olan yerde değil; yas yeri, feryat-figan yeridir.
– Üzerindeki cevheri görmeyen, öylesine bin Ay’ı gözüyle görmeyen kişi yok mu?
– Böyle kişiye müzik ne yapsın, def ne etsin; sema, gönüller alan sevgiliyle buluşmak içindir.
– Yüzlerini kıbleye dönmüş kişiler, bu dünyada da sema’dadır, o dünyada da;
– Hele halka olup sema edenlerin ortasında Kâbe de olursa.
– Bir parmak şeker istiyorsan zaten var, hem de bedava; şeker madenini istiyorsan o da burada.
————–
Tanrı iki kulağımı da tıkadı da dünün halinden de geçtim, yarının ahvalinden de kurtuldum, aslı olmayan şeylere de boş verdim.
Sevgilinin azarını görüp de ümitsizliğe düşme; oruç zahmetinden sonra bayram günü gelir-çatar.
Azarlama oldukça sevgi de var; her eksik, tamama doğru çekilir gider. Sözü bırak da görülmedik olayları apaçık gör; bu daha iyi.
Varlık, boyuna yokluğu arar; zekât, beyin bulunduğu yere gelmez.
Bir kör bir sağıra sormuş; sorana da gül, sorulana da.
Birisi rüyada bir saltanat elde etmiş, mala mülke sahip olmuş, sahip olana da gül, ele geçene de.
Şarapla, gamların tutsaklığından azad olduk; derdimizi-tasamızı sürdük, defettik-gitti.
Dünya, baştan-başa diken olsa aşığın gönlü, gene de tamamıyla gül bahçesidir.
Hasetler, insan canından kopar, gelişir; melek ol, insan şeklini bırak gitsin.
Aşık köpek, aklı başında aslanlardan daha iyidir.
NEREDE NE YAPACAĞINI İYİ BİL. (C.6-S.188)
– Şeyhin gözüne görmeyi öğretme; feleğe, doğru dönmesini belletmeye kalkışma.
– Gülü, şu parça-buçuk şeylerden toplanıp meydana gelmiş sanma; güle lütuf etmeyi, güzel görünmeyi öğretmeye kalkışma.
– Gözünü aç da Ay ışığını gör; Ay’a, ışık saçmasını öğretmeye kalkışma.
– Aklını şaraptan korumaya bak; şaraba akıl çalmayı öğretme.
– Akıl doğanına avcılığı bellet; böyle boş yere uçmayı öğretmeye girişme.
– Ayrılığın yetimlerini güldür; yetimlere feryat etmesini belletme.
– Mazlum gönlü korkudan emin et; onun gönlüne titremeyi öğretme.
– Tevillere girişip zalime fırsat verme; inada inatçılığı belletme.
– Dili, gönül gibi gizli tut; ona, perdeler yırtmayı öğretme.
– Şu baş gözünü anlama aç; kulak gibi söz devşirmeyi öğretme ona.
—————–
Sevgilim yere baktı, yani yer gibi alçal, kendinden geç dedi.
ÇALIŞMAKTA ISRAR ET. (C.6-S.196)
– Bir zaman bile işten-güçten alıkoyma, işsiz-güçsüz bırakma beni, işten-güçten kalmış adam, dertlere uğrar, tasalara düşer.
– İşten-güçten kaldı mı gam, onu maskaraya alır; dostum, kimsecikler kalmasın işten-güçten.
– Kalender, işsiz-güçsüz görünür ama gizli işlere boş vermez.
– Önceden diken zahmetini çok çeker; sonunda her şey, gül kesilir ona, dikene aldırış bile etmez artık.
– Hani, ambarına buğday taşıyan karınca gibi… Sonunda Süleyman olur, ambara boş verir.
– Deniz gibidir o; hem işte-güçtedir, hem işsiz-güçsüz; her şeyi ondan elde ederler, oysa bu bağışa bile boş vermiştir.
– Kalender, sarhoş bir halde gemiye girmiş-kurulmuştur; yoldadır, yürür-gider, fakat yürüyüşten geçmiştir de.
– Bu şaşkınlık içinde, şu yolda çoğunu da görürsün; gemiden de vazgeçmiştir, denizden de.
– Birçok ahmak da vardır, gemiden korkar da oturur-kalır, denizi anıp sarhoş olur gider.
———————-
Erlerin yüreği sende yokken erlik davasına girişmen, şunu meydana çıkarır; sana ancak adamcağız derler, o kadar.
Bir susun sen, fakat bir çukurdasın, mahpussun; bize gel, bize katıl, akar seliz biz.
Biz, kayıtsız-şartsız yokluk âleminde, varımızı yoğumuzu oynamış, yutulmuşuz; bu bakımdan şiir düzmekten, kitap yazmaktan başka bir bilgisizlik bilmiyoruz biz.
Asla mamur olmayan dünyayı yıkmakla mamur ettim.
Kış da ayrıldı bizden, Temmuz da; a arkadaşlar, ne sıcağız, ne soğuğuz biz.
Kış da bedene ait hallerdendir, Temmuz da; hâlbuki şu anda biz beden değiliz, tek ruhuz.
Yedinci kat yerde olsam, seninle olunca gene yüceyim; fakat yedinci kat gökte olsam senin yüzün olmadıkça aşağıyım ben.
Bir canımız var, neşeler tozutmada; dünya yıkılsa, yeniden bir dünya kurarız biz.
Deniz, ateş olsa içiveririz; yaralanırsak merhem yapar, iyileştiririz biz.
Himmetle Nemrutların kanlarını dökeriz; sivrisinek gibi arıklığımıza bakma bizim.
SEVGİLİYE DUA
– Tanrım, o sevgiliye gam nedir, gösterme; o servinin boyunu bükme.
– Sen de bilirsin ki bahçemizin canıdır o; can servisini eksik etme bahçemizden.
– Daima terü taze yaşat, daima yeşert onu; her solukta üstüne lütuflar saç, keremler dök.
– En ulu adların hakkı için, en ulu adlarının hürmetine vücudunu din bakımından da ulu et, dünya bakımından da.
– Cennet gibi edebi olsun; çünkü o, cennetlerin de gizli cennetidir.
– Yarabbi iç dertlerinden de koru onu, dış dertlerinden de koru.
– Dünya onun yüzünden neşelidir, sevinçlidir, şükredip durmadadır; Meryem’in yüzünden İsa da şükürler eder zaten.
– Dile-dudağa gelmeyen, canın parça-buçuklarına ayrılıp yayılan duaları,
– Ona edip durduğumuz duaları kabul et, sen daha iyi bilirsin; Allah daha iyi bilir.
———————————–
Şu anda öylesine sarhoşum, öylesine sarhoş ki Havva’yı Adem’den ayırt edemiyorum.
Gerçekten de oruç bir ganimettir; hadin oruç tutun; oruç can şarabıdır; can, orucu içer.
Hadiste var; oruç tutan, akşam çağında Tanrı Ay’ını görür.
ÂŞIKSAN EĞER. (C.6-S.245)
Âşıksan eğer, bırak gamı, ko-gitsin; düğünü seyret, vazgeç yastan.
Sen deniz kesil, atıver gemiyi bir yana; sen âlem ol, bırak şu alemi,
Âdem gibi tövbe et de dön cennete; bırak gitsin şu Âdemoğullarını.
Meryem oğlu İsa gibi göğe ağ; bırak Meryem oğlu İsa’nın eşeğini.
Yusuf’un aşkıyla elini doğradıysan ona sarıl, merhemi bırak.
Karmakarışık saçlar, seni uyandırdıysa para pul hayalini bırak, zenginlik rüyasından vazgeç.
“Ona ruhumdan üfürdüm” soluğu geldi –çattı; aza-çoğa gam yemeyi bırak.
Gönlünü varlıktan kurtar, varlıktan; elde edilmemiş şeyleri ummaktan vazgeç.
A aslan eniği, aslanların huyuyla huylan, terbiye edilmemiş köpekleri bırak.
Harislere bak da gör; hepsi de uyuz, hepsinin de ciğerleri kan kesilmiş; şu umuyu bırak, vazgeç onulmaz yaradan.
Ethem oğlu İbrahim’i bırakmışsın da o yüzden ateş gibi hırs musallat olmuş sana; çekip götürüyor seni.
O çeşit sözleri bırak; sus sözü kısa kes, Allah de, bırak daha iyi bilir kaydını.
Mademki Tebrizli Şemseddin doğdu; şu karanlıklara batmış daracık dünyadan vazgeç.
—————————-
SEN SUS DA O KONUŞSUN. (C.6-S.247)
Şu anda bir hemden geldi; sus. Sen söylemeden de söyleyeceğini bilir o; sus.
Susarken söyleyen şarabın kadehiyle seni kendinden geçirir de oturtakor o.
Onun aşk padişahını kınama; o kimseciği incitmez; sus sen.
Soluğunla aynayı bulandırmazsan seni, sözden de kurtarır o; sus.
Gökyüzünü döndüren kişi, senin dönüp dolaşmalarını bilir; sus sen.
Gönlüne gömdüğün her düşünceyi, bir-bir sana okur o; sus.
Her düşünceden bir kuş yaratır da o alemde uçurur o; sus.
O düşüncelerin biri kuzgundur, biri doğandır, biri karga; hiç biri öbürüne benzemez; sus.
O Ay’ı görmüyorsan gözünü ovuşturur senin de görürsün; sus.
Bu âlemden, o alemden bahsedip durma; seni tek renklilik alemine sürer götürür o; sus.
—————–
Heva ve heves, şeytanın memesindeki süttür; senin aklınsa eşek sütü emer ancak
Kuzunun, çobanın derdinden kaçıp kurtların yanına gitmesi yakışmaz.
Haris kişilerin yanında oturma; uyuz canla düşüp kalkan can da uyuz olur-gider.
A erkekliği kalmamış kişi, Tanrı eri olursan gönülden gelinler coşar, çıkar.
Güzeller, anlayışlı adamdan başkasını istemezler; onları nikah parasıyla aldatmaya kalkışma.
İyi kişilerin sakisi, “Rableri onları suvarır” şarabından, ardı-ardına kadehler sunar sana.
Kaybettiğinize tasalanmayın demiştir ya; tuzak zahmetine değmez yem.
ORUÇ İLE URUC ETMEYE NE DERSİNİZ?
Kutlu olsun, oruç ayı geldi; yolun hoş olsun a oruca yoldaş olan kişi.
Ay’ı göreyim diye dama çıktım; çünkü canla, gönülle orucu özlemiştim.
Ay’a bakayım derken başımdan külahım düştü; o oruç padişahı, beni sarhoş etti, gitti.
A Müslümanlar, o günden beri sarhoşum, aklım başımda değil; orucun ne de hoş bahtı varmış, ne de güzel devleti varmış.
Bu aydan başka gizli bir Ay daha var; hem de Türk gibi oruç çadırında gizli.
Bu ayda, oruç harman yerine bir güzelce gelen kişi, yol bulur o Ay’a.
Atlasa benzeyen yüzünü kim sarartırsa o giyer orucun ipekli elbisesini.
Bu ayda dualar kabul olur; oruçlunun ahı, gökleri deler.
Oruç kuyusunda sabreden kişi, Yusuf gibi aşk Mısırına sahip olur.
A sahur yiyen söz, sus artık da orucu anlayanlar, hoşlansınlar oruçtan.
Gel ey Şemseddin, a Tebriz’in övündüğü er, oruç askerinin başbuğu sensin.
——————-
Kendine gel, sufi, içinde bulunduğu vaktin oğludur; geçen yıldan, gelecek yıldan geç, sıçra.
Aşka ar-namus sığmaz; utanmayı, ululanmayı bırak, kalk.
Kur’an’ı kurbandan başkası bilmez; gel de padişahın bayramına kurban ol.
Huyumu güzelleştir, çünkü şarapsın sen; güzel kokulu bir hale getir beni, çünkü gül suyusun sen.
Eğer ihtisap memuruysan, muhtesipten gel de pazardaki sayısız sarhoşları gör.
Dünya gemi, sen de zamanın Nuh’usun; uyumasan da tufandan korusan dünyayı ne olur?
NEDEN BANA KAYITSIZ ŞARTSIZ TESLİM OLMADIN?
Ne diye bir düşünce yüzünden çaresiz kaldın; baş aşağı kendine daldın da gamlara battın?
Seni, parça parça bir araya topladım ben; neden vesveseyle yüz parça oldun?
Benim aşk mülkümden varını-yoğunu çektin-götürdün de şu gurbet yurdunda böyle avare oldun-gitti.
Yeryüzünü senin için beşik yaptım; sense dondun, beşiğin tahtası oldun adeta.
Taştan Ab-ı Hayat akıttım sana, sen kupkuru aleme yüz tuttun, taş oldun, kaya kesildin.
Can oğlusun sen, işin gücün aşktır senin; ne diye gittin de her işe sarıldın böyle.
Yüzlerce defa yaralandığın evin, gene de kapısına düştün, çevresinde dönüp durmadasın.
Yüzlerce tatlılar tattığın eveyse iyice inanmadın, kanmadın da kötülükler buyuran nefse kul oldun.
Sus, söz söylemek, ayıltır adamı. Halbuki sen, o güzelim bakışlarla sarhoş olmadın mı ki?
——————
Görünen bedenime niceye bir bakıp duracaksın? Dut yaprağında atlaslar vardır.
HASETÇİLERDEN UZAK DURMAYA BAK. (C.6-S.305)
Yaratılıştan gevşek, sünepe olan kişi, kimsenin sağlığını, hoşluğunu istemez.
Hasetçilere kaptırma eteğini; onlar aşağılara çekerler seni.
Bütün varlık aleminde, haset gibi, adamın hem kendine, hem başkalarına en fazla ziyan veren bir şey yoktur.
Kendine gel; hasetçilerin gönüllerini de kır, tuzaklarını da; yoksa kendi bahtının belini kırarsın.
Yusuf gibi şu kardeşlerden ayrıldın mı Mısır’a aziz olursun, kurttan kurtulur gidersin.
Hasetçi, görünüşte iki ayağını bile öpse bil ki iç yüzden iki eliyle hançer saplar sana.
Merhameti yoktur, sevgisi yok; ne diye zarını atarsın onun? Gönlü yoktur, ne diye gönül verirsin ona?
Tanrı’dan çekinme kalesine sığınırsan, o kaleye yol bulur da girersen ebedi olarak hasetçiden de kurtulursun, hasetten de.
Aslan avcısı bile olsan bırak onu; onu sarhoşken tutarsın ama aslan değildir o.
—————————-
Evet mi diyorsun a şekle bürünmüş aşk de; zaten bela padişahısın, Elest sultanı.
Senin peki, evet demen bizi yücelere ağdırır; fakat bizim peki, evet dememiz, aşağılara, aşağılıklara düşürür bizi.
İnciler dizmeyi bırak; denizde gizli inci ol, evvelce de öyleydin zaten.
İki gözünü de yokluğa dik de şaşılacak bir şeyler seyret; ümitsizlikte ne de ümit beslemektir bu.
Dışım mihnetten, eziyetten ibaret; içimse tamamıyla hazine, tamamıyla define; bu şaşılacak halde gördün mü bizi sen?
Bütün lafın ağlıyorum-inliyorumdan ibaret; fakat onun katında ağlayıp topraklara döşenmenin hiçbir değeri yok.
AYIKSAN UZAK OL AŞIKLARDAN. (C.6-S.328)
Üstünsün, kerem sahibisin, lütuflar edersin; fakat mademki ayıksın, aklın başında, uzak ol.
Aşıklara ayık dost yakışmaz; ayıklardan hiç mi hiç dostluk gelmez.
Saki, bir soluk az şarap sunarsa bana, ağlaya-inleye eteğine sarılırım onun.
Tapısında sürahi gibi kan ağlarım; kararsızlıkla şarap gibi coşarım.
Düşünceden bıktım, usandım, niceye bir düşüncelere salacaksın beni? Şarap sun derim.
Ne düzen düzeyim a saki, ne düzen; zaten hileler yaratıcısısın, düzenler düzersin sen.
Deliller getirir de her solukta dışarı yollarsın beni, pek kıskançsın, pek utangaçsın sen.
Ne dışarı var, ne içeri, ne kadeh, ne şarap; fakat söz böyle akar gider işte.
Ihla ey devem, ıhlayacak yer burası; bu ülkeden gitmeyin.
Aşka feda oldum; sevgisi ne de tatlı; sevgisi dileğimi de kesti, irademi de aldı.
A saki, olmayacak oyunlarla oyalama beni; koca-koca sağraklar sun bana.
A dolunay, doğ bize; aşk hakkı için geçip gitme.
Dünyadan kurtar beni; sarhoş et de sağımı solumdan ayırt edemeyeyim.
—————–
Ağzınla Yasin okuyorsun ama kinle bütün bedenin, sin gibi diş kesilmiş.
Güneş, şimşekten ne ışık alır; bir yıkık yer, bir dünyayı nasıl gizler, kapatır.
Halkı gördüm dünyaya zebun olmuş. Bense aşkı tattım; dünya bana zebun oldu.
Yağmurun kadrini yeşil ağaç bilir; sen kurusun, yağmurun kadrini nerden bileceksin?
A saki, sarhoşların ağırlığını al; değerli kişileri dertsiz, gussasız az bulursun çünkü.
A kardeş, ne tuhaf şey; bir parça ekmeğe muhtaç olan candan utanmıyor musun sen?
Bize Ab-ı Hayat dedi o; ekmekçi dükkanından başka bir dükkanın var senin.
CİLT
Gübre olup bostanın gönlüne giren pislik, yok olur gider de pislikten kurtulur, kavunun, karpuzun lezzetini artırır o.
Ham kişilerin midelerinden, dudaklarından kaçıp kurtulmak istiyorsan, deniz gibi incilerle dol, gene de yüzünü buruştur.
Köpek toktur da onun için av tutmaz; saldırıp bağırmak, isteyip çırpınmak, hep açlık ateşinden meydana gelir.
Aşık balıktır, aşksa denizdir sanki… balık, denizde oldukça usanır mı, bıkar mı denizden?
Eşek leşi göğe yol bulamazsa gam değil; İsa’ya dönmüş canlar, gökyüzüne ağar ya.
Uğursuzdur, eşiğe oturma, tez gir içeriye; yeri eşik olanın gönlü kararır-gider.
EY HACCA GİDEN, DİNLE BENİ.
A hacca giden topluluk, nerdesiniz, nerdesiniz? Sevgili buracıkta; geliniz, geliniz.
Sevgilin, senin komşun, hem de duvar duvarına bitişik komşun; hal böyleyken siz, başı dönmüş bir halde çölde hangi havaya uymuşsunuz?
Suretsiz sevgilinin yüzünü bir görürseniz ev sahibi de sizsiniz, ev de sizsiniz, Kâbe de siz.
On keredir o yoldan o eve gittiniz; bir kere de şu evden şu dama çıkın.
O ev güzel; eserlerini-izlerini söylediniz; o ev sahibinin izlerini de gösterin.
O bahçeyi gördüyseniz nerde bir demet gül? Tanrı denizindenseniz nerde bir can incisi?
Bütün bunlarla beraber o zahmetleriniz, define olsun size; fakat yazıklar olsun ki kendi definenize kendiniz perdesiniz.
——————-
Bokböceğinin sesi gelmese bile kokusu gelir; gönlünüzde izi, eseri kötü bakış bulundurmayın.
“Üstünlük Allah’ındır” ayetini duydunuz ya; artık bıyık-sakal; külah-sarık düşüncesine dalmayın.
Dünyanın yarısı akbabadır, yarısı leş; kendinize gelin de akbaba gibi leşe göz dikmeyin.
Şunu iyice bil ki bütün halk, ölüm hapishanesindedir: Mahpus olan, seni zindandan kurtaramaz.
25 Kasım 2019
Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...
-
Online Yıldızname Burcu Hesaplama 1. Yol: Arapça Harflerle Ebced Yöntemi Öncelikle "cinsiyet"inizi seçin ve aşağıdaki ...
-
Harflerin Enerjileri A-Z Alfabedeki bütün harflerin enerjileri ve anlamları. İsminizde bulunan, isminizin başladığı harflere göre ka...
-
1 / 24 1 AMAL'İ MÜCERREB-1 2 Bilinmeyen Yönleriyle Satanizm - Bulent Kısa 307 say...